بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله
İSRÂF
- 485 -
Kavram no 101
Ahlâkî Kavramlar 19
Haramlar 13
Bk. İnfak; Cimrilik-Cömertlik;
Rızık; Yeme-İçme; Haram
İSRÂF
• İsrâf; Anlam ve Mâhiyeti
• Müsrif; İsrafçı, Savurgan
• Cimrilik; İsrâfın Zıddı Olan Aşırılık
• İktisad; Harcamada Orta Yol
• Cömertlik; Allah’ın Verdiğini Allah Yolunda Sarfetmek
• Saçıp Savuranlar Şeytanın Kardeşleridir
• Kur’ân-ı Kerim’de isrâf Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde İsrâf Kavramı
• Reklâm; İsrâfı Emreden Şeytânî İllüzyon
• Kapitalizm; Tüketimi ve İsrâfı Dayatan Rejim
• Mal; Dünya Varlığı
• Rızıktaki Farklılığın Hikmetleri
• Rızık Genişliği İmtihanı Karşısında Müslümanın Tutumu
• İnfak; İsrafın Alternatifi
• İnfakın Fayda ve Hikmetleri
• Mal Yığma
• Yeme-İçmede İsraf
• Tefsirlerden İktibaslar
• Tüketim Çılgınlığı ve İnsanımız
• Dünyaya, İsrafla Harcamak İçin Değil; Âhirete Azık Postalamaya Geldik!
“Çardaklı ve çardaksız (asmalı ve asmasız üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Her biri ürün verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri/israf edenleri sevmez.” 1913
İsrâf; Anlam ve Mâhiyeti
İsrâf; İnsanın sahip olduğu nimetleri gereksiz ve aşırı tüketmesi demektir. Bu tür bir davranış, İslâm tarafından uygun görülmemiş ve insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda belirli bir denge içerisinde kalması istenmiştir. Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde bu hususa işaret etmiştir: "Elini bağlı olarak boynuna asma. Onu büsbütün de açıp saçma. Sonra kınanmış pişman bir
1913] 6/En’âm, 141
- 486 -
KUR’AN KAVRAMLARI
halde oturup kalırsın" 1914. Burada "boynuna asma" tâbirinden cimrilik etmenin kasdedildiği belirtilmektedir. "Açıp saçma" tâbirinden kasdın ise, israf olduğu belirtilmektedir. Bu iki husus da birbirinin zıddı olan fakat tasvip edilmeyen alışkanlıklardır. İkisinde de hem kişiye hem de topluma sayısız zararlar bulunmaktadır.
Başka bir âyette Cenâb-ı Hak, "Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." 1915 buyurur. Cimrilik, meşrû bir şeyden faydalanmaktan nefsi mahrum bırakmaktır. İslâm ise, meşrû sınırlar içerisinde kişiyi faydalanmakla mükellef tutar, haram kılınmamış bir şeyi insanların haram olarak kabul etmelerinden hoşlanmaz. Çünkü hayatın güzelleştirilmesi, çirkinliğe ve israfa kaçmaksızın gerçekleştirilmelidir. İsraf hem fert ve hem de toplum için bir bozuluştur. Hepsi bu yolda verilse bile, Allah yolunda malı infâk etmek israf değildir.
Hz. Peygamber ve ashâbının; "Yüce Allah dağ gibi altın verse, bunu O'nun yolunda harcamayı temenni ettikleri" nakledilmektedir.1916 Bu yönüyle israf, İslâm'ın ileri derecede hoş görmediği lüks hayattan kaynaklanmaktadır. Servetin büyüyüp lüks uğruna harcanması sonucuna gitmemesi için malın zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olması İslâm tarafından reddedilmiştir.1917 Bu yüzden lüks, bir toplum için "şer" kabul edilmiştir. Lüksün hoş görülmediği ve haram kılındığı konusunda çeşitli nasslar bulunmaktadır. Ancak buradaki lüks'ü ileri teknoloji ürünü âletleri evimize sokma şeklinde anlamak yanlıştır. Burada lüksten içki, kumar, fuhuş, aşırı giyim, gücünün üzerinde gereksiz harcamalar, gurur-kibir, şan ve şöhret için ziyafet düzenlemeler gibi harcama ve yaşantılar kastedilir.
Kur'ân-ı Kerîm bazen tarih boyunca lüks ve rahat bir hayat sürenlerden söz eder. Bu tür halklar kendilerini helâke sürükledikleri gibi onlara uyanları da aynı âkıbete götürmüşlerdir. Bir toplumda lüks içerisinde olanlar varsa, mutlaka orada zayıf durumda olan mağdur kesimler de bulunur. Refah ve lüks içerisinde olanlar hasta ve rahat hayatlarına tutkundurlar. Şehvet ve lezzetlerine bağlıdırlar. Kur'an-ı Kerîm bu tür sapmış ve haddi aşmış toplumların isyan içerisinde bulunduklarından söz etmektedir. "Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşlere, besili atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı duyuları aşırı istek, insanlara süslü gösterildi. Oysa bunlar, sadece dünya hayatının geçici malıdır. Varılacak güzel yer ise Allah'ın katındadır."1918; "Biz herhangi bir ülkeye bir uyarıcı göndermişsek, oranın zengin ve şımarık ileri gelenleri, mutlaka; 'Biz, sizin getirdiklerinizi inkâr ediyoruz' demişlerdir." 1919
İsraf, ferdin olduğu kadar İslâm toplumuna yön verecek otoritelerin de dikkat etmesi gereken bir husustur. Tüketici, gerekli ihtiyaç maddelerinden kabul edilen malları harcarken de, gereğinden fazla harcamamaya dikkat etmek durumundadır. Kişinin iyi bir hayat sürmesi için yapacağı harcamalara hiçbir şekilde sınırlama getirilemez. Elverir ki, bu harcamalar etkinliğin artmasına ve İslâm'ın gerçek bir müslümandan toplum içinde beklediği hizmetlerin yerine
1914] 17/İsrâ, 29
1915] 7/A'râf, 31
1916] bk. Buhârî, Fedâilü's-Sahâbe 6, Temennî 2, Zekât 4; Müslim, Münâfîkîn 52, Zekât 31, Fedâilü's-Sahâbe 221, 222; İbn Mâce, Mukaddime 10, Zekât 3
1917] bk. 59/Haşr, 7
1918] 3/Âl-i İmrân, 14
1919] 34/Sebe', 34
İSRÂF
- 487 -
getirilmesine yarasın.
Öte yandan "kıt kaynaklar" iddiasına rağmen sınırsız ihtiyaçlara göre üreten Batı iktisat sistemi tabii kaynakları alabildiğine israf eder. Oysa israf fikrinin olmadığı bir İslâm toplumu kaynakları verimli olarak kullanır. Yine İslâm toplumunda ihtiyaçları öncelikle zarûretler tâyin eder. İslâm, kaynaklarla ihtiyaçlar arasındaki ilişkileri esasta israfın bertaraf edilmesi gereği açısından düzenler. İsraf yasağı temeli üzerinde oluşan İslâmî üretim tarzı, İslâm devletine tâbi olanların beslenme, barınma, giyinme, ulaşım ihtiyaçlarını yeterli olarak karşılamak hedefine yöneliktir. Bu üretim tarzında ihtiyaç dolayısıyla tüketim, ilk sevkedici güçtür. Çağdaş kapitalist sistemde ise tüketimin sevkedicisi üretimdir. Üretim yapıldığı için insanlar tüketmek durumundadırlar. Tüketim için hevâ, yani sınırsız arzular, oldukça câzip pazarlama ve reklâm faâliyetleriyle sürekli olarak kamçılanır. Böylece ihtiyaçlar üretimin peşinde koşar.
Kapitalizmin tüketim hırsı, sınır tanımayan, açgözlü bir insan tipi ortaya çıkarmıştır. İslâm'da gerçekleştirilen üretimin hedefi insandaki maddî tatmini mânevî sahaya aktarmakla bu ihtiyacı giderir. Bir müslümanın tüketim sahasında gözönünde tutacağı başlıca esaslar, haramdan kaçınma, helâlinden tüketme, temizlik, aşırılıklardan kaçınma, sağlığını tehlikeye düşürmeme ve çevredekileri de hesaba katma şeklinde ortaya çıkar.
İslâm, israf yasağı ile özel mülkiyet hakkına bir sınır getirmiş ve servet kimin olursa olsun, onda toplumun hakkı bulunduğu ilkesini benimseyerek, israfla bu hakkın yok edilmesine engel olmak istemiştir. İslâm'ın yasak ettiği her türlü harcama, -içki, kumar, uyuşturucu maddeler gibi- kişiye ve topluma hiçbir yararı olmayan ve insanı başkalarına muhtaç hale getirecek kadar ölçüsüz yapılan bağış ve harcamalar israf sayılmıştır. Yalnız israf kavramını daha geniş tutmak ve maddî-mânevî her türlü servet ve imkânın boşu boşuna harcanmasını israf olarak değerlendirmek mümkündür.
Sağlık, Allah'ın bize bir lütfu, bir nimetidir. Zaman yine bir nimettir. Sağlığımıza dikkat etmemek, zamanımızı boşa harcamak israftır ve bunun hesabı bizden sorulacaktır. Gereksiz olarak musluktan akıtılan su, yakılan elektrik israftır; Bütün ümmete ait olan nimetlerin boşa harcanmasıdır. 1920
‘İsraf’ kavramı, ‘serefe’ kökünden türemiştir. Kelime anlamı; herhangi bir işte normal olan sınırı aşmak, aşırı olmak demektir. Ayrıca, ihtiyaçtan fazla tüketmek, gereksiz yere harcama yapmak, savurganlık yapmak gibi anlamlara da gelir. Her türlü haddi (sınırı) aşmak, insanın ve onun içinde yaşadığı toplumun dengesini bozar onları huzursuzluğa götürür. İster harcamlarda aşırılık olsun, isterse davranışlarda aşırılık olsun sonuç aynıdır.
Kur’ân-ı Kerim, aşırıya kaçan, harcamalarında ve davranışlarında dengeyi kaçıran kimselerin yaptıklarını hoş görmemektedir. İsraf, sapmaların, bozulmaların, haksızlıkların, bozgunun kaynaklarından biri olarak gösterilmektedir. İsraf yapanlara ‘müsrif’ denir.
Kur’an’da İsrafın Mânâları: Kur’an bu kavramı iki anlamda kullanmaktadır.
Birincisi; ‘haddi (sınırı) ve ölçüyü aşmak anlamındadır ki, bu aynı zamanda
1920] Sami Şener, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 205-207
- 488 -
KUR’AN KAVRAMLARI
inkârcıların bir sıfatıdır. Çünkü onlar, Allah’tan gelen helâl ve haram ölçülerini tanımazlar. O ölçüleri işlerine geldiği gibi değiştirmeye kalkışırlar. Onlar, insan olarak kulluk yapmaları gerekirken Allah’ın ölçülerini çiğneyip geçerler. İnsanla Rab arasında olması gereken dengeyi korumazlar. Davranışlarında normal sınırı gözetmezler ve konulan ölçünün ötesine geçerler, aşırıya giderler. “(Sâlih onlara dedi ki) Allah’tan korkun ve bana itaat edin. O müsriflerin (israf edenlerin) emrine uymayın. Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar ve ıslah etmezler (düzeltmezler).” 1921
Görüldüğü gibi Kur’an, Sâlih peygamberi dinlemeyen ve inanmamaya devam eden inkârcılara müsrifler (israf edenler) demektedir. Kendilerini uyarmak üzere gelen bir şehir halkının tavrı da ibret verici bir ‘israf’ örneğidir. Allah’ın elçileri o şehir halkını doğru yola çağırdıkları zaman; onlar elçilerin davetine uyacakları yerde, onları uğursuzlukla suçladılar. Bunun üzerine elçiler şöyle dediler: “...Uğursuzluğunuz sizin kendinizdedir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır, siz müsrif (aşırı giden) bir kavimsiniz.”1922
Günlük yaşayışında ellerindeki malı, serveti, imkânları veya parayı gereksiz yere harcayanlar da bir çeşit sınırı aşanlar, aşırı gidip dengeyi bozanlardır. “Ey Âdemoğulları! Her mescide (gidişinizde) ziynetlerinizi alın (uygun elbise giyin). Yeyiniz içiniz fakat ‘israf’ etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez.”1923 Buradaki ‘israf’ hem yiyecek ve eşya kullanımında aşırılık hem de Allah’ın koyduğu helâl ve haram ölçüsüne uymamak anlamındadır.
Câhiliyye Arapları, ‘günah işlediğimiz elbiselerle Kâbe’yi tavaf (ziyaret) edemeyiz’ diyerek Kâbe’yi çıplak olarak ziyaret ederlerdi, kendi anlayışlarına göre ibâdet ettiklerini sanarlardı. Bu âyet ile hem bu yanlış anlayış kaldırıldı hem de elbise, yeme-içme, eşya kullanma, Allah’ın hükümleri konularında bir ölçü ve denge getirildi. Kendini açlığa ve çıplaklığa alıştırarak veya helâl olan şeyleri kendine haram kılarak Allah’ı memnun edeceğini sananlar önemli bir aldanış içindedirler. Allah, böyle haramı helâl, helâlı haram yapan müsrifleri (sınırı aşanları) sevmez. Öyleyse insanlar, Allah’ın nasip ettiği helâl yiyecekleri ve eşyaları kullanacaklar, güzel ve süslü elbiseler giyecekler; ama israf etmeyecekler, ölçüde ve eşya kullanımında aşırıya kaçmayacaklar.
Allah’ın ölçüsüne göre, süslü elbise giymek günah değil, bilakis helâlı haram, haramı helâl sayma günahtır.
İsrafın ikinci anlamı savurganlıktır. Dünya nimetlerini Allah insanlar ve canlılar için yaratmaktadır. Bu nimetleri kullanma ve yeme arzusunu da insanın içerisine koyan yine Allah’tır. Bunları yemek, içmek veya kullanmak insanın hem hakkıdır, hem de şükrünün bir gereğidir. İnsan nimetleri yiyecek, ama nimeti vereni de bilecek. Savurganlık anlamındaki ‘israf yasağı’ çok güzel bir ‘ekonomik denge’dir. İsraf, bu dengeyi bozar. Birisi çok harcarsa, diğerinin hakkına el atmış olur. Herkes gücüne, çalışmasına ve şartlarına göre nimetlerden yararlanır. Ancak israf edenler bu nimet dengesini bozarlar.
Kur’an, hem aşırı harcamayı hem aşırı kısmayı (cimriliği) hoş görmüyor. İkisi arasında orta bir tutum tavsiye ediyor. “Elini bağlı olarak boynuna asma (cimri olma).
1921] 26/Şuarâ, 149-151
1922] 36/Yâsin, 19
1923] 7/A’râf, 31
İSRÂF
- 489 -
Onu büsbütün de açıp savurma (israf etme). Sonra kınanmış bir halde oturup kalırsın.”1924 Peygamberimiz de buyuruyor ki: “Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (c.c.) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister.” 1925
İnsana emânet olarak verilen malı saçıp-savurmak, gerekli yerlere harcamamak, insanlar arasındaki ekonomik dengeyi bozar, kişiler arasındaki kıskançlığı artırır. Cimrilik ise yardım düşüncesini öldürdüğü gibi, ihtiyaç sahiplerine ulaşmayı engeller. İnfak ve sadaka ahlâkını köreltir. Hâlbuki infak kurumu yakın akrabanın ihtiyaçlarını karşılamayı temin eder, sadaka kurumu ise insanlardan muhtaç olanları sıkıntıdan kurtarmayı sağlar.
Kur’an, israf kelimesinin yanında bir de ‘bezr’ kavramını kullanıyor. ‘Bezr’ de israf gibi malı saçıp savurmaktır. ‘Bezr’ sözlükte tohum ekmek, ölçüsüz dağıtmak demektir. Buradan hareketle ‘tezbir’ masdarına; tohumu gereken yere atmamak, böylece onun kaybolmasına sebep olmak, karşılığında bir şey alamamak mânâsı verilmiştir.
‘Bezr’, malı saçıp-savurmak, gerektiği yerlere sarfetmemek, yerli yerinde değil de yok olup gideceği yerlerde harcamak demektir ki, israfla yakın anlama gelmektedir. Malı lüzumsuz yere, ihtiyaç olmayan yerlere harcamak, infak edilmesi gereken kimselere infak etmemek, malı hayır yollarında harcamamak eldeki serveti Allah isyan yollarında harcamak ‘bezr’dir.
İslâm insan hayatına her konuda bir denge getiriyor. İnançta, amellerde, ahlâkta, mal kazanma ve harcamada, duygularda, nefret ve sevmede hep orta yolu tavsiye ediyor. Ne aşırılık, ne de tembellik veya gevşeklik. Ne ifrat, ne de tefrit. İslâm ümmeti, ‘vasat bir ümmettir.’1926 Yani orta yolu izleyen, dengeli ve hayır yolları üzerinde olan bir ümmettir. Bu ümmetin mal konusundaki tutumu da dengelidir, harcamaları da ölçülüdür.
Mülk aslında Allah’a aittir. İnsana emanet olarak geçici bir süre için verilir. Malı ve geçimlikleri helâl yoldan kazanıp helâl yola harcayanlar, Allah yolunda infak edip hak sahiplerinin haklarını verenler, ‘bezr’ etmeyenler mal konusundaki imtihanı kazanırlar. Kur’an buyuruyor ki: “Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. Bezr ederek saçıp-savurma. Çünkü bezr (israf) edenler şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür.” 1927
İsraf; Arapça bir kelime olup, serefe kökünden gelmektedir. Seref, herhangi bir şeyde ma’kul haddi aşmak demektir. Lugatlarda, lüzumsuz yere harcamak, ihtiyaçtan fazla tüketmek, savurganlık gibi mânâlara gelen israf, ıstılâhta ise gayrımeşrû (şer'î olmayan) bir gaye için mal sarfetmeye denir. Ehl-i hal ûlema, "İsraf'ta hayır yoktur" vecizesi ile bunu gâyet güzel ifâde etmiştir.
Kur'ân-ı Kerim'de: "Ey Âdemoğulları, her mescid huzurunda (namaz ve tavaf anında -Celâleyn) ziynetinizi alın, giyin, yiyiniz, içiniz; israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri (müsrifleri) sevmez." buyrulmuştur.1928 Kadı Beyzâvî Envaru't Tenzil, isimli tefsirin1924]
17/İsrâ, 29
1925] Buhârî, Libas 1; İbn Mâce, Libas 23, hadis no: 3605; Nesâî, Zekât 66
1926] 2/Bakara, 143
1927] 17/İsrâ, 26-27, Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 311-313
1928] 7/A’raf, 31
- 490 -
KUR’AN KAVRAMLARI
de, câhiliyye döneminde Arapların "Günah işlediğimiz elbise ile tavaf edemeyiz" gerekçesi ile Kâbe-i Muazzama'yı çıplak tavaf etmelerini, takbih ve setr-i avreti farz kıldığını beyan etmektedir. 1929
Bu âyet-i kerimeyi ve Resûl-i Ekrem’in (s.a.s.) "Mide hastalıklar evidir. Perhiz ve az yemek, her devânın (şifânın) başıdır. Bedenine âdet ettiği şeyleri ver."1930 Hadîs-i şerifini esas alarak: "Hayatta kalacak kadar yemek farzdır. Bir kimse yeme-içmeyi terketse ve bu yüzden ölse, âsi olmuş olur. Farz olan ibâdetleri ayakta eda edebilecek ve orucu kolaylıkla tutabilecek kadar yemek mendup, doyacak kadar yemek mübahtır. Bunun dışında haramlık başlar. Doymaktan ziyade bedenin kuvvetlenmesini kastederek yemek haramdır."1931 hükmü zikredilir. Allah Teâlâ mü'minlerle kâfirleri târif ederken: "Şüphesiz ki Allah iman edip, sâlih amellerde bulunanları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Küfredenlere gelince; onlar dünyada sadece zevk ü sefâ ederler, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri de ateştir."1932 buyurmaktadır. Fahrüddin-i Râzi, "kâfırlerin yemeleri ile hayvanların yemelerinin birbirine benzetilmesinde üç unsur vardır. Bunlar:
Kâfirler ancak hayvan gibi, sadece yemeyi içmeyi düşünürler,
Küfredenler, tıpkı hayvan gibi yediği nimetleri yaratanı, yani Allahû Teâlâ’yı düşünmezler,
Hayvanlar yeme içme sonucu semizlenip boğazlanacaklarını bilmedikleri gibi, kâfirler de bundan habersizdirler."1933 demektedir.
Mü’minler emek vermek, ev konforu ve diğer hususlarda ihtiyaçtan fazlasının israf olduğunun şuurundadırlar. Münâfıklar ise bu hususta ciddî değildirler. Bilindiği gibi, müsriflerin lideri Karun ve Ebû Cehil'dir. 1934
Müsrif; İsrafçı, Savurgan
Müsrif; Gereksiz harcama yapan israf eden, savurgan kimse demektir. İsraf, savurganlık, gitmek, yanılmak, gâfil olmak manâlarına gelir. Aynı zamanda, insanın yaptıklarında sınırı aşması anlamını da taşır. Bazılarına göre de malı gereksiz yerde harcamaktır. Süfyan-ı Sevri'ye göre az da olsa, Allah yolunda harcanmayan her şey israftır. Ayrıca israf, "Allah'ın haram kıldığı şeylere el uzatmak" şeklinde de tarif edilmiştir. 1935
Zarûrî ihtiyaçlardan fazla harcamak; şerîatın haram ettiği şeylere yönelmek, nefs ve şehvetin isteklerini yerine getirmek, gaflet ve saygısızca harcamak ifrat derecede bir israftır. Kulluk görevini yerine getiremeyecek kadar vücudun zarûrî ihtiyaçlarını kısmak da tefrid sayılacak bir israftır.
Müsrif, müsrifler, israf vb. kavramlar, Kur'ân-ı Kerim'in değişik âyet ve sûrelerinde değişik anlamlarda kullanılmıştır.1936 Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur:
1929] Mecmuat'u't Tefâsir, Mtb. Amire, İst. 1318'den ofset, Çağrı Yayını, c. II, sh. 543
1930] İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmû'1 Kur'an, Kahire, 1967 (3. bsm.) c. VII, sh.192
1931] Musannıf İbrahim Halebi, İzahlı Mülteka el-Ebhur, İst.1976, c. IV; sh.132-133
1932] 47/Muhammed, 12
1933] Mehmed Vehbi, Hulâsat'ül Beyan fi Tefsirü'I Kur'an, İst. c. XIII, sh. 5385
1934] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları, s. 215-216
1935] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu'l-Beyan, II. 262
1936] 3/Âl-i İmrân, 147; 4/Nisâ, 6; 6/En'âm, 141; 7/Arâf, 31; 20/Tâhâ, 127; 10/Yûnus, 12; 40/Mü'min,
İSRÂF
- 491 -
"Çardaklı ve çardaksız üzüm bağlarını, tadları ve yemişleri muhtelif hurmaları, hububatı (tahılları), zeytinleri, narları, birbirine hem benzer hem de benzemez bir halde meydana getiren Allah'tır. Her biri mahsul (ürün) verdiği zaman mahsulünden yiyin. Hasad (devşirme) günü de hakkını (zekât ve sadakasını) verin; israf etmeyin, şüphesiz Allah israf edenleri sevmez." 1937
İnsan, fikrî, ruhî ve bedenî ihtiyaçlarını meşru yollardan tatmin etmek zorundadır. Aksi halde fikren şüphe ve tereddüde, ruhen bunalıma, bedenen de zâfiyet ve güçsüzlüğe uğrar. Böyle bir durumda hem dinî, hem de bedenî sorumluluklarını yerine getiremez olur. Âyet-i kerimede görüldüğü gibi Allah'ın yarattığı her şeyin meşru yoldan ve ihtiyaç kadar yenmesi emredilmiştir. Ancak bu, aşırı ve taşkınlık derecesine varmamalıdır. Zira israf noktasına varan tüketimin zararları ferdi aşarak aile ve topluma yansır. Bu da haramdır.
İslâm, bütün ibâdetlerde niyeti şart koşmuştur. Niyet, müslümanın neyi, niçin, ne zaman, nasıl ve ne gaye ile yaptığının bilincinde olmasıdır. Dolayısıyla müslüman şuursuz, faydasız ve gayesiz bütün hareketlerden sakınır: İsraf da lüzumsuz ve gayesiz harcamalardır ve bunun için müslümana yasaklanmıştır: "Ey Âdemoğulları! Her namazınızda süslü elbisenizi giyinin. Yiyin, için israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez..." 1938
Allah (c.c.), her türlü boş ve gayesiz harcamaları sevmez. Bu bir ekmek olabileceği gibi, bir ekmek kırıntısı olabilir. Bir damla su olabileceği gibi boşa akan bir nehir de olabilir. Bu bir ömür olabileceği gibi, boşa geçen bir dakika da olabilir. Bunun içindir ki israfın haram olması İslâm ekonomik sisteminin temel ilkelerinden biri kabul edilmiştir.
Müslüman müsrif olamaz, elindekileri israf edemez, lüzumsuz ve fuzûli yerlerde kullanamaz. İsrafın ferd, aile ve toplum hayatında açtığı yaralar, yaptığı tahribat, tarih boyunca olduğu gibi bu gün de başlıca sorunlardan biridir. Şuursuz bir tüketim toplumu yerine dengeli ve ruhî disipline girmiş bir toplum meydana gelmedikçe gerçekçi bir tasarruf yapılamaz ve gerekli yatırımlar gerçekleştirilerek dışa bağımlılıktan kurtulup bağımsız ekonomik sistem kurulamaz. Bunu da ancak İslâm'ın hâkim olduğu bir toplum gerçekleştirebilir.
Yılda bir milyon tona yakın ekmeğin (buğdayın) israf edildiği toplumda dökülerek israf edilen yemekler, boşa akıtılan sular, gereksiz harcanan enerji, lüzumsuz tüketilen elbise, süs malzemeleri vs. ilâve edilirse büyük bir bütçenin yok edildiği görülecektir. 1939
Bilindiği gibi, harcamalarda ve hareketlerdeki her türlü aşırılık, ölçüyü kaçırmak israftır. İslâm, insan hayatında ve ona emânet olarak verilen eşyanın (dünya nimetlerinin) harcanmasında denge, orta yol istemektedir. Bu orta yol, insanı aşırılıklardan, başkalarının ve Allah’ın hakkına tecâvüzden koruyacaktır. Eşyanın ve geçim kaynaklarını paylaşılmasına denge getirecektir. Çünkü her türlü aşırı harcama bir başkasının hakkına saldırıyı doğurur.
Söz gelimi, elindeki malını ölçüsüzce saçıp savuran, onunla kimseyi 128; 39/Zümer, 53
1937] 6/En'âm, 141
1938] 7/A'râf, 31
1939] Abdullah Ünalan, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 383
- 492 -
KUR’AN KAVRAMLARI
faydalandırmaz. İsraf ettiği malı kazanmak için de belki başkasının hakkına el atar. Meselâ, Allah’ın içki yasağına kulak asmayıp haram ölçüsünü kaçıranlar, içki içerek kendilerine ve başkalarına zarar verirler. Bu da, davranışlarda aşırıya kaçmaktır.
Hareketlerinde ve harcamalarında israfa kaçanlara, israf edenlere ‘müsrif’ denir. Müsrifler, haddi aşan, ölçüyü kaçıran ve dengeyi bozan insanlardır. Gerek ekonomik hayatta, gerekse sosyal hayatta, aşırı davranışta bulunurlar. Ellerine geçirdikleri dünyalıkları ‘benimdir’ deyip, gerekli yerlere, yani ihtiyaç duyulan yerlere değil de, ihtiyaç olmayan ama nefse hoş gelen yerlere harcarlar. Böylece ekonomik dengeyi bozarlar, başkalarına faydalı olabilecek paylaşıma fırsat vermezler. Allah’ın kendilerine gönderdiği ölçüye uymayıp, canlarının istediğini yaparlar ve davranışlarında aşırıya kaçarlar. Bu da toplumun zararına yol açar, sosyal barışı bozar, hak ihlâllerine sebep olur.
Müsrifler, hakkı tanımak ve sâlih ameller yapmak üzere kendilerine verilen akıl ve irâdeyi, dünyanın geçici zevkleri uğruna kötüye kullanırlar. Hakkın âyetlerinden habersiz olarak, dünya zevklerini âhiretin mutluluğuna tercih edip ömürlerini boşa geçirirler. Müsriflerin yaptığı ‘israf’ faâliyetleri, bir sürü bozulmanın, zulmün ve sapmanın sebebidir. Müsriflere boyun eğmek insanı her bakımdan zarara ve bozulmaya götürür, toplumların dengesini bozar. Müsriflerin hâkim olduğu bir toplumda dengenin ve orta yolun kurulması mümkün değildir.
Müsrifler, İlâhî işaret doğrultusunda kurulması gereken dengeyi tanımayan ve bozan insanlardır. İsrafa düşmeyen mü’minlerin hareketleri ve harcamaları ise bir orta yol üzerindedir ve dengelidir. Kur’an, Lut kavmini ‘müsrif’ diye niteler. Çünkü onlar Allah’ın izin verdiği bir ilişki yerine sapık bir ilişkiye başvurdular. 1940
Firavun ve Sâlih (a.s.) kavminin zorbaları gibiler, Allah’a kulluk yapmaları gerekirken, kendileri için çizilen sınırları aşıyorlar, şirk koşuyorlar, haksız yere büyüklük taslıyorlar ve Allah’ın yolundan gitmek isteyenlere engel oluyorlardı. 1941
Allah, kısas konusunda mü’minlere bir ölçü koymuştur. Kısas dâvâları konusunda aşırıya gidilmesi (müsrif olunması), hakların sahiplerine gitmesini engeller, kan dâvâları çıkar, düşmanlıklar giderek artar.
Mü’minler duâ ederken, yaptıkları hataları ‘israf’ kabul ederler ve bu ‘israf’larının bağışlanmasını isterler.1942 Allah (c.c.) haddi aşıp alabildiğine hak aleyhine yalan söyleyen müsrifleri doğru yola iletmez.1943 Allah’a şirk koşmak ve O’nun emirlerini dinlemeyerek müşrik olan ‘müsrif’ler cehennem ehlidirler. 1944
Allah, mü’minlere; dengeli harcamalarını, kendilerine verilen temiz ve helâl yiyeceklerden yemelerini, süslerden yararlanmalarını; ama asla ‘israf’ ederek ‘müsrif’ olmamalarını emrediyor.1945 Allah’ın gönderdiği ölçüleri çiğneyip haddi aşarak ‘müsrif’ olmak, daha çok müşriklerin ve inkârcıların bir sıfatıdır. “Müsrif olmayın” emri, elbette bütün insanlara yöneliktir. Kur’an ayrıca yeme-içmede,
1940] 7/A’râf, 80-81
1941] 20/Tâhâ, 33; 26/Şuarâ, 151
1942] 3/Âl-i İmrân, 147
1943] 40/Mü’min, 28
1944] 40/Mü’min, 42-43
1945] 6/En’âm, 141; 7/A’râf, 31
İSRÂF
- 493 -
nimetleri paylaşmada, eşyayı kullanmada, hatta Allah yolunda infak etmekte aşırılığı hoş görmüyor ve mü’minleri sakındırıyor. Müsrifler, bir diğer deyişle ‘tebzîr’ edenlerdir (saçıp-savuranlardır). Tebzîr edenler ise şeytanın arkadaşıdırlar. 1946
Cimrilik; İsrâfın Zıddı Olan Aşırılık
Cimrilik: Harcanması gereken malı sarfetmekten kaçınmak, para ve malı çok sevdiğinden dolayı, başkasına bir şey vermekten çekinmek demektir. Dinimiz, başta zekât olmak üzere bazı malî harcamalarda bulunmamızı emretmiştir. Aile bireylerinin bakımı, akrabaların görülüp gözetilmesi de bu emirler arasındadır. Çevremizdeki yoksullara imkân ölçüsünde malî yardım ise bir insanlık görevidir. Parası ve malı olduğu halde bir insan bu görevlerini yapmaz ve malını sarf etmekten çekinirse, cimrilik yapmış demektir.
Cimriliğin başlıca sebebi aşırı mal hırsı ve gelecekte yoksul kalma korkusudur. Peygamberimiz: "Çocuk, cimrilik ve korkaklık sebebidir." buyurmuştur. Aşırı mal hırsı ve cimriliği yüzünden durmadan mal biriktiren ve tükenir endişesi ile hastalıklarında bile harcamayıp, dünyayı kendilerine zindan eden cimriler vardır. Hâlbuki mal Allah'ın nimetidir ve bu nimet yerli yerince harcanırsa Allah onu artırır.
Cimriler, insanlar arasında da, Allah katında da sevimsiz ve aşağılık kişiler olarak görülür. Allah Teâlâ: "Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine fazlından verdiği Şeyleri saklarlar. Biz de böyle nimetleri gizleyen nankörlere hor ve rüsvay edici bir azap hazırladık." 1947 buyurmuştur. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) de şöyle buyurmaktadır: "Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir." "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: ‘İlâhi İnfak edene karşılığını ver; diğeri: ‘Allah'ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et)’ diye duâ ederler." 1948; "...Cimri kişi Allah'a uzak, Cennet'e uzak, insanlara uzak ve Cehennem ateşine yakındır." 1949
Cimriler hakkında söylenen sözler, cimrilerin insanlar arasındaki durumunu, çok güzel anlatmaktadır. Bişr bin el-Hâris, cimriler hakkında şöyle demiştir: "Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini katılaştırır. Cimrilerle karşılaşmak mü’minler için belâdır" Yahya bin Muaz da şöyle demiştir: "Kötü kimseler olsalar bile, cömertler için herkesin kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile, cimrilere karşı herkesin kalbinde yalnız nefret vardır." İbnu'l-Mutez'in cimrilik hakkındaki görüşü de şudur: "İnsan malına cimrilik ettiği nisbette şerefinden kaybeder."
Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen cimriler, Allah Teâlâ'nın kendilerine verdiği nimeti harcamamakla sadece kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar. Çevrelerindeki diğer insanlara fenalık yapmış olurlar. Çünkü Allah'ın verdiği bu nimetlerde nafaka veya sadaka olarak diğer insanların da hakkı vardır. Bu hakkın sahiplerine verilmemesi zulümden başka bir şey değildir. Servet, Cenâb-ı Hakk'ın ihsanıdır. Allah (c.c.), serveti dilediğine verir, dilediğinden alır. Mal ve mülkün gerçek sahibi O'dur. Cimriler, bu şuura eremeyen insanlardır.
1946] 17/İsrâ, 27; Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 465-466
1947] 4/Nisâ, 37
1948] Riyazü's-Sâlihin, I, 253
1949] Tirmizî, Birr 40
- 494 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Müslümanların, cimrilik konusunda, Allah Teâlâ'nın aşağıdaki ihtarını unutmamaları gerekir. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "Allah'ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır." 1950
Beşer nefsi zayıftır, muhteristir. Ancak Allah'ın koruduğu kimseler bundan müstesnadır. Ancak imanla kendilerini mâmur edenler, bu cimrilik cehaletinden temizlenebilir, yeryüzünün zaruretlerinden kurtulabilir, menfaata karşı duydukları hırs kaydından vazgeçebilirler. Çünkü iman sahipleri, Allah'dan, maldan da üstün bir şey umabilirler. Bu umulan şey Allah'ın rızâsıdır. Mümin kalp; mal ile değil, iman ile mutmain olur; Allah yolunda infak etmekle fakir düşeceğinden korkmaz. Kendi hiç bir şey değilken Allah onu meydana getirmiş, vücut, göz, kalp, lisan ve sayısız nimetler bağışlamış ve mal sahibi yapmıştır. Bunlar Allah'a aittir. Öyle ise Allah'a güvenen birisi Allah yolunda ve Allah rızâsı için malını infak etmekten çekinmez.
Ama kalp gerçek imandan yoksun olunca, infak etmeye veya sadaka vermeye teşebbüs ettiği zaman, her defasında, nefsinde bir cimrilik duygusu dalgalanmaya başlar, fakir düşeceğinden korkar. Böylece infak etmekten vazgeçer. Sonra onun hayatı emniyetsiz ve istikrarsız bir korku ve ihtiras Cehennemi haline gelir. Allah'a söz verdiği halde ahdine ihanet eden, verdiği söze vefa göstermeyip Allah'a karşı yalan söyleyen, hiç bir zaman kalbini münâfıklıktan kurtaramaz. Ölçülü hareket etmek İslâm nizamının temel esaslarından birisidir. Aşırı müsrif davranmak da cimri davranmak kadar dengeyi bozar. İslâm, dengenin bozulmamasını öngörür: "Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma. Yoksa pişman olur açıkta kalırsın."1951 Âyet-i Celîlede cimrilik, ellerini boynuna bağlıyan bir insan gibi tasvir ediliyor. İsraf ise, elini son haddine kadar açıp elinde ve avucunda ne varsa dağıtmak şeklinde ifâde ediliyor.
Cimri insanın da, müsrif insanın da varacağı netice aynıdır. Cimriliğin de israfın da sonu pişmanlık duygusudur. Her şeyin en iyisi orta hallisidir. Orta yol, iman ahlâkı ile küfür ahlâkının sınırıdır: Cimrilik cehaletten gelen kara bir lekedir. İsraf ise şeytanın işini yapmaktır. Müsrifler şeytanın kardeşleri olarak tanıtılmaktadır.
Cimrilik kelimesinin Kur'an'daki diğer bir karşılığı katûr kelimesidir. Bu kelime, Türkçe'deki hasis kelimesini karşılamaktadır. Anlamı, eli sıkı yahut çok cimri demektir. Kur'an'da, kişinin elindeki şeyleri çar-çur etmesi demek olan israfın zıddı olarak kullanılmıştır. "Ve onlar ki harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik ederler; (harcamaları) bu ikisinin arasında dengeli olur." 1952
Cimrilik konusu, Allah'ın çok kötülediği bir haslettir. İman eden bir kimse asla cimri davranıp mal yığmaz. Tamahkâr davranmaz. Nefsinin cimriliğinden kendini kurtarır. Cimriliğin ve tamahkârlığın son derecesi olarak Kur'an'da bir kelime daha vardır. Bu kelime şih, şuh veya şihh'dir. Kelime güçlü bir kötüleme anlamında tamahkârlık ve cimrilik demektir.
"O halde gücünüz yettiği kadar Allah'dan korkun. (O'nun öğütlerini) dinleyin. İtaat
1950] 3/Âl-i İmrân, 180
1951] Tirmizî, Birr 40
1952] 25/Furkan, 67
İSRÂF
- 495 -
edin. Kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden (şuhhe nefsihi) korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerdir."1953 Bu âyete göre, cimrilik, nefsin kendisinde bulunan bir belâdır. Nefsi, bu belâdan ancak iman kurtarır. Allah'a ve âhiret gününe inanan insan, infak ederek nefsindeki bu cahilî lekeyi temizler, bu belâdan kurtulur. Cimrilik belâsından kurtulamayan insan İslâmî bir hayata aşina olamaz. İslâmî hayata alışkın olmayan cimriler, Allah'ın rahmet hazinelerine sahip olsalar bile, biter korkusuyla cimrilik ederler. Hâlbuki Allah'ın hazineleri bitmez ve tükenmez.
"De ki, Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz. Hakikaten insan çok cimridir."1954 Bu ifâde ile cimriliğin son haddi dile getiriliyor. Allah'ın rahmeti, her şeyi kaplamıştır. Onun ne bitmesinden ne de eksilmesinden endişe edilebilir. 1955
İktisad; Harcamada Orta Yol
Arapça bir kelime olan iktisad; Orta yolu tutmak, itidal ile hareket etmek, tutumlu olmak, gereğinden az veya çok harcamaktan kaçınmak anlamına gelir. İktisad kelimesinin türediği “k-s-d” ve türevleri Kur’an’da 6 âyette geçer. 1956
İslâmiyet, yeme, içme, giyim, kuşam, eşya kullanımı gibi her hususla aşırılıktan kaçınmayı, orta yolu tutmayı emretmiştir. Savurganlık ve cimriliği yasaklamıştır. İşlerin hayırlısı orta olanıdır. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyrulur: "Yürüyüşünde ölçülü ol; sesini kıs (bağıra bağıra konuşma)."1957; "Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme; büsbütün açıp tutumsuz olma. Yoksa pişman olur, açıkta kalırsın."1958 İktisadın karşıtı israftır. İsraf aşırı gitmek, gereğinden fazla yemek, içmek ve harcamaktır. Bu ise dinimizce yasaklanmıştır. Tutumlu olanlar kimseye muhtaç olmazlar, rahat ve huzur içinde yaşarlar. "Tutumlu olan fakir olmaz."
İslâmiyet insanlar arasında eşitliğe, güçsüzü korumaya özel bir önem vermiştir. Zekât ve sadaka övülen davranışlardır. Toplum teşvik edilmiştir. Fakat servet ve refahın tabana yayılması esas alınmıştır. Servetin, çoğunluğun aleyhine bir azınlığın elinde toplanması yasaklanmıştır. "Servet içinizde zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın."1959 âyeti bunu ifade eder. İslâmiyet özel mülkiyeti korur ve teşvik eder. Emeğe üretim faktörleri içerisinde büyük değer verir. "Gerçekten de insan ancak kendi çalıştığını elde eder." 1960 âyeti bunu ifâde eder.
Peygamber efendimiz en kutsal kazancın el emeği ürünü olduğunu belirtmiştir.1961 Tembellik ve başkalarının sırtından geçinmek yasaklanmıştır. Bu nedenle fâiz yasak kılınmıştır.1962 Teşebbüse de büyük değer verilmiştir, sermaye emekle beraber değerlidir.
1953] 64/Teğâbün, 16
1954] 17/İsrâ, 100
1955] Osman Çetin, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 313-314
1956] 5/Mâide, 66; 9/Tevbe, 42; 16/Nahl, 9; 31/Lokman, 19, 32; 35/Fâtır, 32
1957] 31/Lokmân, 19
1958] 17/İsrâ, 29
1959] 59/Haşr, 7
1960] 53/Necm, 39
1961] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/466, IV/141
1962] bkz. 2/Bakara, 275-279
- 496 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İsraf (savurganlık) yasağı, temel ilkelerden biridir. Ticarete önem verilmiş ve kâr haddi geniş tutulmuştur. Karaborsacılık ve haksız kazançlar yasaklanmıştır. Tüketicileri aldatacak faâliyetlerden kaçınılması istenmiş; malların üreticilerden tüketicilere en kısa yoldan ulaştırılması amaçlanmıştır. 1963
İktisat, amelde itidaldir. İstediğini iyi bilen, eğilip bükülmeden onu gerçekleştirmeye çalışandır iktisatlı. İktisat, istenen şeyi iyi bilmek mânâsına geldiğine göre, müslümanın istediği ye Allah rızâsıdır, öyle olmalıdır. Allah rızâsı Allah’ın emirlerine uymakla elde edilir. Allah’ın emirlerine uymada, yani ibâdetlerde para ve mal gibi şeyler önemli bir yer tutar. Her ibâdetin içinde para, mal, mevki, şöhret gibi şeyler vardır. Bunları müslümanca değerlendirmeyen kimsenin ibâdetleri ne derece kabul olur?
Bedir Savaşının pek çok hikmetlerinden biri de düşman kervanını vurmak, müşrikleri zayıflatmak, müslümanları iktisâden güçlendirmekti. Peygamberimiz’le birlikte başlayan dönemdeki İslâm tarihinin ilk savaşı içinde iktisâdî bir sebebin bulunması dikkat çekicidir. Zaten başta Peygamberimiz (s.a.s.) olmak üzere, sahâbîlerin tümü, diğer insanlar gibi “dünya hayatı” yaşadılar. Dünya hayatında paranın, malın, olmadığı yer olabilir mi? Onlar, her işlerini İslâm’a uygun hale getirdiler, kısa zaman içinde müşriklere, Pers ve Bizans İmparatorluklarına galebe çaldılar, devirlerinin işlerini İslâm’a uygun hale getirdiler ve tek süper güç oldular.
İslâmiyet, paraya, mala, sokağa, çarşıya, pazara müdâhale eden bir dindir. Kapitalizmle, sosyalizmle İslâm’ın alâkası yoktur. İslâm, insanlarla ilgili her şeyi kendine uygun hale getirmek ister. İslâm’da önemli olan, öncelikle “şirkten ve haramlardan kaçmak”tır. Şirk ve haramdan kaçan müslümanlar farz, vâcip ve sünnet sıralamasıyla ibâdetlerini yerine getiriyorsa, dünya onlar için terakkî ve sınav yeri, âhiret de ebedî saâdet diyarı olur. Hiçbir müslüman, iktisadın dışına çıkamaz. İnsanın ihtiyaçları, iktisat ile sıkı sıkıya bağlı olduğu gibi, ihtiyaçların helâlinden temini de önemli ve sürekli bir ibâdettir.
Kur’ân-ı Kerim, cimriliği de, isrâfı da haram kılmıştır. “Akrabâya, miskîne/yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma... Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker kalırsın. Çünkü Rabbin rızkı dilediğine çok, dilediğine az verir.”1964 Zenginlikte, fakirlikte ve ibâdette iktisad iyi şeydir. Âyet ve hadislerde geçen, yani İslâmî literatürdeki iktisaddan kasıt, tutumluluk değildir. Zira, hayırda israf, israfta da hayır yoktur. İslâm, hem kazandığımızı, hem de harcadığımızı kendi ölçüleri dâhilinde tutmamızı ister. İslâm’ın dışına çıkan her işlem, iktisaddan çıkıp ekonomiye girmiştir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmuştur: “Biz (servete kavuştukları için) maîşetlerine/refahlarına şımarmış nice memleketleri helâk ettik.”1965 Bir bakıma, şu âyet bu konuya açıklık getirmektedir: “Allah güven (ve) huzur içinde olan bir şehri misal verir ki, o şehrin (halkının) rızkı, her taraftan bol bol gelirdi. Fakat, Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta
1963] bk. Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 125-202; Günümüz Ekonomik Problemlerine İslâmî Yaklaşımlar, İstanbul 1988, s. 10 vd.; Orhan Oğuz-İlhan Uludağ, Genel Ekonomi, İstanbul 1981, s. 39-41; Abdullah Yücel, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 125-126
1964] 17/İsrâ, 26, 29-30
1965] 28/Kasas, 58
İSRÂF
- 497 -
oldukları şeylerden dolayı Allah, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı.”1966 Bu anlatılanlar bizim için büyük ibret taşımaktadır. Şu âyet, meseleye iyice açıklık getiriyor: “(Cezayı hak etmiş bir toplumu) Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; Biz de orayı darmadağın ederiz.”1967 Yani, Peygamber lisânıyla, “Nasılsanız, öyle (bulunduğunuz ve lâyık olduğunuz hale göre) yönetilirsiniz.” O yüzden zenginlik veya fakirliğin hangisinin kendimiz açısından hayırlı olduğunu bilemediğimizden, “Yâ Rab, beni rızâna uygun noktada bulundur, hakkımda zenginlik ve fakirlikten hangisi hayırlı ise onu ver” diye duâ etmek en doğrusu olsa gerektir. Zaten müslüman halkımız da, atasözü olarak şöyle duâ eder: “Allah, çok verip azdırmasın, az verip gezdirmesin.”
İktisat, İslâm nizamı içindedir. “Bir şey, bütünüyle elde edilemezse, tümüyle de terkedilmez” sırrınca, İslâm nizamı içinde bulunmayan günümüz müslümanlarının çoğu, imkânı varsa kapitalistçe, imkânı yoksa ona özenerek yaşamaktalar. Hâlbuki hangi düzen ve ortam içinde bulunurlarsa bulunsunlar, müslümanlar, en azından kendi özel hayatlarında, ev ve işyerlerinde İslâm iktisadını yaşayabilirler. İslâm’ı yaşayan birkaç kişi bulup bunlarla bir araya gelebilirler. İslâm’ı yaşayanlar, aralarında işbirliğine giderek, hem maddî, hem mânevî açıdan kazanabilirler de. Biz, yaşantımızla İslâm’ı izhar etsek, diğer dinlerin toplumları kitleler halinde İslâm’ı kabul ederler. En etkili ve tekzip edilmez tebliğ, İslâm’ı yaşamaktır. Zaten ya inandığımız gibi yaşarız veya yaşadığımız gibi inanmaya başlarız. Parayla, malla ilgili ibâdetler hayli zordur. Müslümanların çoğu bu hususta başarısızdır. Felâketlerin çoğu da buradan kaynaklanmaktadır.
İnsan İktisadın Dışında Kalabilir mi? İktisadın mânâsının amelde itidal olduğunu belirttik. Bugünkü anlamı ise: Üretim ve tüketim işlerini düzenleyen, kaynakların insanlar arasında eşit veya âdil şekilde paylaşılmasını sağlayan maddî refah, iş hayatı demektir. Dolayısıyla iktisat anlayışı, bireylerden devletlere kadar uzanır. Hatta iktisat açısından dünyaya bakarsak, devletler arasında bu konuda öylesine sıkı irtibat var ki, sanki dünyada tek devlet bulunuyor. Giderek küreselleşen, tek bir şehir gibi birbiriyle iletişim ve etkileşim içinde bir dünyada yaşıyoruz. Dolar ve euro gibi paraların bütün dünyada işlem görmesi, dünyanın öbür ucundaki bir üretimin, en uzak bir yerleşim yerinde rahatlıkla pazarlanması buna bir örnektir. Zamanımızda para, eski dönemlere oranla daha büyük önem kazanmıştır; parasız hemen hiçbir şey olmuyor. İnsan, parasız bir hayat yaşayamadığına göre, herkes iktisatla sıkı sıkıya bağlıdır. İslâmiyet’te her türlü ibâdetin iktisat ile irtibatı vardır. Hatta riyâzâta çekilen bir âbidin, elindeki tesbihi, ağzındaki gıdası, üstündeki elbisesi iktisat içinde değerlendirilir.
İnsan; yemek-içmek, giymek ve barınmak zorundadır. Böylece iktisat fıtrî, doğal bir ilim dalıdır. İktisadı bilmeyen bu konuyla hiç ilgilenmeyen insan da, aslında iktisatla, para ile bir bütün yaşamaktadır. Nasıl ki güneş battığında karanlık kendiliğinden gelirse, İslâm nizamı ve ona bağlı İslâm iktisadı olmayınca, kapitalist anlayış ve diğerleri de kendiliğinden gelir ve müslümanlar, o iktisadın içinde yer alır.
Menfaat: Menfaat duygusu Allah tarafından içimize yerleştirilmiştir. Doğal
1966] 16/Nahl, 112
1967] 17/İsrâ, 16
- 498 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olarak herkes menfaatinin peşinde koşar. Menfaatinin peşinde koşanlar iki kısma ayrılır: Helâlı-haramı düşünmeden kazananlar ve helâl kazanç peşinde koşanlar. Bunlar tekrar iki kısma ayrılır: Menfaatini müşterek çalışmaların içinde görenler ve ferdî kazanç temin edenler. Elbette, kazanan kimse, harcayacak da. Harcamalar da içiçe daireler şeklindedir. Midesi için çokça harcama yapanlar, beynini doyurmak için çeşitli şekillerde bilgisini arttıran ve imanını güçlendirmek için İslâm’ın temel meseleleriyle meşgul olanlar. Çoluğuna çocuğuna bakanlar, akrabâlarını düşünenler, cemaat şuuruna erenler. Ümmet için didinenler, İslâm milleti için çalışanlar... “Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir.”
Her şey Allah’ın ihsânıdır. Birkısım kimseler, Allah’ın ihsanlarını, Allah’a isyan etmekte kullanır. Allah bu hususta kullarını uyarır. Kur’an’da Allah, verdiği nimetleri hatırlatır. İnsan, menfaat duygusunu müsbete çeviremezse, menfaatine yardım eden şeyleri putlaştırır. Dikkat edilmesi gereken nokta, menfaat duygusunun iptal edilemediği, ama ya haramda veya helâlde çalıştırılmasıdır. Menfaat anlayışının dışına çıkamayan insan, ya sadece dünyevî basit çıkarına göre yaşar; ya da âhirette, bitmeyecek, sonu gelmeyecek menfaati öncelikleyen bir hayat sürer.
Herhangi bir günahı işleyen kimse, bu günah sadece kişi ile Rabbi arasındaki ilişkiyi ilgilendiriyorsa, Allah’la onun arasında kalmış bir durumdur; kazâ ederek, tevbe ederek affettirebilir. Ama bir şahsa olan borcunu birkaç gün geciktirse, bu durum o iki insanın arasını açar. Hele bu devirde... İstediği gün bankadan parasını çeken insan, tâyin edilen günde alacağını alamazsa, bir daha müslüman kardeşine para vermez, böylece müslümanların kardeşliği, birliği sarsılır, ümmet duygusu zedelenir, ortaklık, işbirliği ve yardımlaşma kolay kolay kurulamaz.
İmanın meyvesi ibâdettir. En önemli ibâdetler de mal ve etrafında bulunanlardır. Bunun için, her müslüman helâlinden kazanmaya, helâl dairede harcama yapmaya çalışmalıdır. Helâl daire, keyfe kâfi gelir/gelmelidir. Fertler tek tek şuurlu müslüman oldukları gün, bireylerden oluşan halk zâten İslâm’ı yaşayacaktır. Öyle ise, toplum hayatının dinden uzak olmasının cezâsını, dini yaşamayan her fert çekecektir.
Bugün “İslâm İktisadı” tâbiri yaygın olmakla beraber, böyle bir tâbir Kur’an’da ve hadislerde geçmemektedir. Çünkü İslâm’da iktisat, başlı başına bağımsız bir bilim dalı değil; İslâmî ilimlerin bütünündedir ve ibâdetlerin içindedir. Kısacası, insandan ayrı düşünülmeyen bir nesnedir. Psikolojide “yalınlama” diye bir tâbir vardır; yani elmayı, renginden ayrı düşünemezsiniz. Bunun gibi İslâmiyet’i, iktisattan ayrı, iktisadı da İslâm’dan ayrı düşünmek mümkün değildir. Aynen dünyayı âhiretten, âhireti de dünyadan ayrı düşünemeyeceğimiz gibi. Elbette, müslümanlar, helâlinden kazanıp zengin de olabilirler. Yine müslümanların içinde fakirler de bulunabilir. Son üç asırdır, zengin-fakir durumunda ciddî değişmeler oldu. Çünkü bir taraftan zekât unutulurken, öte yandan fâiz, zengini daha zengin edip, fakiri de daha çok fakirleştirdi. Zenginle fakir arasındaki makas iyice açıldı. Bu da zengin-fakir düşmanlığını doğurdu. Dünyanın % 20’lik nüfusu, yer altı ve yerüstü zenginliklerinin % 80’ine, geri kalan % 80’lik nüfus da servetin % 20’lik dilimine sahip oldu. İnfak ve yardımlaşma yerine sömürü egemen olduğundan, kapitalist-sosyalist çatışmaları çıktı, çok sayıda müslümanın yaşadığı ülkelerde de bu rüzgâr estiğinden, yemyeşil yapraklar sarardı.
İSRÂF
- 499 -
Bundan daha beteri de şu: Fakirin kaybedecek bir şeyi yoktur. Bir canı var, belki intihar etmeyi düşünmese de, ölümden de pek korkmaz. Zaman zaman yaşadığı hayat, ölümden beter olunca, ölmeyi mumla arayabilir. O zaman saldırgan olabilir. Zengine gelince; o, mal mülk sahibi oldukça, çoluk çocuk sayısı arttıkça, ölmek istemez. Bir yandan ölümden korkarken, öte yandan malının kaybından, yakınlarının ölümünden de korkmaya başlar, ıstırabı arttıkça artar. Bu tabloda ortaya çıkan terslik şudur: Fakir İslâm’ı öğrenip yaşamazsa, hangi yüce dâvâ için hayatını ortaya koyacak? Zengin de İslâm’ı öğrenip hayatına geçirmeye çalışmadığı, malını ve gerektiğinde hayatını Allah yolunda fedâ için ortaya koyamadığı durumda, İslâm’ı ne ölçüde koruyabilir? Âhirete inanmayan bâtıl bir dâvâ adamı, bir anarşist, terörist; ölümle sona ereceğini düşündüğü bir hayatta nice fedâkârlıklara katlanıyor, hapis hayatını, işkenceyi, fakirce yaşantıyı tercih ediyor, hatta niceleri ölümü göze alıyor. Hırsızlar, girdiği evde vurulursa, yakalanırsa, kaybedecek pek bir şeyleri yok. Ama ev sahibinin ise, çok haklı olmasına rağmen, kaybedecek çok şeyi bulunduğu için hırsızdan, karakoldan, soruşturmadan korkmaktadır. 1968
Cömertlik; Allah’ın Verdiğini Allah Yolunda Sarfetmek
Cömert; Eli açık, ikramcı, kerem sahibi demektir. Cömertlik; Sehâvet, İkram, ihsan ve yardım alışkanlığına denir. Cömertlik; insanın, sahip olduğu imkânlardan, muhtaçlara meşrû ölçüler dâhilinde ve Allah rızâsından başka hiç bir gaye gütmeden, ihsan ve yardımda bulunmasını sağlayan üstün bir ahlâk kuralıdır.
Cömertlik, ruhun bir melekesidir. İnsanları, muhtaç olanlara vermeye, ihsanda bulunmaya sevkeder. Bu melekeye sahip olan kişi, ferdî ve ictimaî alanda lüzumlu olan her şeye yardım eder. Hiç bir kimsenin zorlaması olmadan ihsanda bulunmayı can ve gönülden ister. "Rızkı veren Allah'tır."1969 düşüncesi ile hareket ettiklerinden, kalpleri de temiz ve zengindir.1970 Kendi varlıklarıyla, her ne suretle olursa olsun başkalarına faydalı olmağa çalışırlar. Allah Teâlâ'nın kendilerine fazl ve kereminden verdiğine ve bunlarda da muhtacların hakkı olduğuna1971 inanırlar. Cömertliği kul hakkının temeli sayarlar. Kendi haklarını affederler. Kendi ihtiyaçlarını düşünmeden başkasının ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Hatta zarurî ihtiyacı olan bir şeyi, başka birine vermeyi tercih ederler.
Cömertlik vasf'ının elde edilebilmesi için; yardımın gönüllü olarak yapılması;1972 karşılığında hizmet, övgü, mükâfaat beklenilmemesi;1973 yardım edileni rencide edebilecek davranışlardan kaçınılması;1974 yapılan yardımın sahibi katında üstün bir değeri olması1975 şarttır.
Sıralanan şartlar altında, İslâm âlimleri cömertliği şöyle derecelendirirler:
Sehâvet: Malının bir kısmını dağıtarak yapılan cömertlik. Bu, cömertliğin
1968] Hekimoğlu İsmail, İktisat Bilinci, s. 10 vd.
1969] 27/Neml, 64; 51/Zâriyât, 58
1970] 92/Leyl, 17-20
1971] 11/Hüd, 6
1972] 59/Haşr, 5; 57/Hadîd, 11-18; 5/Mâide, 13
1973] 76/İnsan, 8-l0
1974] 2/Bakara, 263-264
1975] 3/Âl-i İmrân, 92
- 500 -
KUR’AN KAVRAMLARI
asgarî derecesi olarak kabul edilir. Zekât vermek gibi.
Cûd: Malının çoğunu dağıtıp, geriye azını bırakarak yapılan cömertlik. Hz. Ebû Bekir'in çoğu zaman cihat için yaptığı yardım gibi.
Îsâr: Kendi için gerekli olan bir şeyi, zarar ve sıkıntılara katlanarak kendisi kullanma yerine, başkalarının istifadesine sunmak sureti ile yapılan cömertlik. Bunun Asr-ı Saâdet'teki misâli; Medineli müslümanların (Ensâr), Mekke’li Muhâcirleri şehirlerine dâvet edip onları her şeylerine ortak ederek Allah Teâlâ'nın takdirini kazanmalarıdır.1976 Bir başka örnek de Hz. Ebû Bekir'in Hicret esnasında mağarada hayatını tehlikeye atarak canını, sevdiği Hz. Peygamber için fedâ etmesidir. 1977
Kur'ân-ı Kerîm'de cömertlik, cihad ile aynı seviyede tutulmakta; Allah'ın insanlara verdiği rızıktan diğer kulların da yararlandırılması istenmektedir.1978 Cömertliğin, kıyamet gününde insanı her türlü sıkıntı, elem ve kederden kurtarmaya vesile olacağı bildirilmektedir.1979 Bazı âyetlerde cömertlik alışverişe benzetilmekte; Allah Teâlâ'ya verilen bir borç olarak temsil edilmektedir. 1980
Kalpler cömertlik sayesinde temizlenir.1981 Çünkü küfür ve nifaktan sonra kalbi karartan âmillerden biri de, aşırı mal sevgisi ve servete bağlılık arzusudur. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de; "Serveti de düşkünce seviyorsunuz."1982 buyrulur. İşte bu sevgi ile insan, "Ben bu malı sarfedersem bana bir şey kalmaz" korkusuna düşer ve hemen şeytan harekete geçer: "Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği emreder."1983 Oysaki Allah Teâlâ'nın bildirdiğine göre; "Mal ve servet insan için bir imtihandır."1984 Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertliktir. 1985
İnsanların cömertlikten kaçmasının sebepleri başında: "Benim olan varlığı başkalarına niçin vereyim?" duygusu ile "Başkalarına verirsem, benim varlığım azalır ve zaruret zamanında zahmete düşerim" düşüncesi gelir. İslâm dini ise bu duygu ve düşünceyi kökünden kaldırmıştır. İslâm'a göre mal ve servet herhangi bir şahsın inhisarı altında değildir. Mal ve servet yalnız Allah Teâlâ'nındır. Her şeyin gerçek Mâlik'i O'dur.1986 Kur'ân-ı Kerîm'de bu durum yirmiyi aşkın âyette vurgulanmaktadır. Mülk Allah Teâlâ'nın olduğuna göre, tabiî olarak sahibinin yolunda sarfedilmesi, iman eden kimse için en mâkul bir hadise olarak değerlendirilir. Mü’mindeki cömertlik duygusu da bu düşünceden kaynaklanır.
Hz. Peygamber, şöyle buyurur: "Cömert kişi, Allah'a yakın, Cennet'e yakın, insanlara yakın ve Cehennem ateşinden uzaktır. Hasis insan, Allah'tan uzak, Cennet'ten uzak ve Cehennem ateşine yakındır. Cömert cahil, ibadet eden cimriden Allah'a daha
1976] bkz. 59/Haşr, 5
1977] 9/Tevbe, 40
1978] 2/Bakara, 254
1979] 2/Bakara, 222
1980] 2/Bakara, 244; 5/Mâide, 13; 57/Hadîd, 11
1981] 92/Leyl, 17-20
1982] 89/Fecr, 20
1983] 2/Bakara, 268
1984] 39/Zümer, 49-52
1985] 64/Teğâbün, 15-17
1986] 3/Âl-i İmrân, 179; 57/Hadîd, 10
İSRÂF
- 501 -
sevimlidir."1987 "Gıbta edilecek kişilerden biri de cömertlerdir."1988 Peygamberimiz, insanlara dünyada yaşadıkları sürece cömert olmalarını, işi öldükten sonraya bırakmamalarını tavsiye eder: "Sadakanın en iyisi bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar." 1989
Abdullah b. Abbâs, Hz. Peygamber'in cömertliğini şöyle anlatır: "Allah'ın Rasûlü, insanların en cömerdi ve en iyilik severi idi. Ramazan'da Cebrâil ile beraber bulunduğu zamanlarda her şeyini verirdi." Cebrâil, her Ramazan gecesi Rasûlullah'ın yanına gelir, ona Kur'an öğretirdi. Cebrâil şöyle derdi: "Allah'ın Rasûlü bereket getiren rüzgârlardan daha cömerttir." 1990
Câbir b. Abdullah şöyle derdi: "Rasûlullah (s.a.s.) kendisinden herhangi bir şey istendiğinde, asla, ‘hayır’ dememiştir."1991 Hz. Ali'den şöyle rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah'dan bir şey istendiği zaman, eğer bu isteği yerine getirmek isterse, ‘peki’ derdi. Yapmak istemediği zaman da susardı. Hiç bir şey için ‘hayır’ dememiştir." 1992
"Öyle zamanlar yaşadık ki, aramızdan hiç biri, müslüman kardeşinden daha çok altın ve gümüşe sahip olmayı düşünmedi..." diyen Abdullah b. Ömer’in (r.a.) sözü, bize, ashâbın cömertlik ve isâr konusunda nasıl davrandığını göstermektedir. Şu halde, sonradan pişmanlık duymamak için, müslümanın cömert davranarak Allah Teâlâ'nın kendisine ihsan ettiği malını sağlığında Allah yolunda ve O'nun rızâsına uygun bir biçimde harcaması gerekir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de: "-Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve sâlihlerden olsam" demeden önce size, rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın." 1993 Gazzâli der ki: "Malı olmayan kişide hırs değil kanaat olmalıdır. Malı olan kişide ise cimrilik değil cömertlik olmalıdır." 1994
Saçıp Savuranlar Şeytanın Kardeşleridir
Saçıp savurmak anlamında Kur’ân-ı Kerim’de “bezr” kavramı kullanılır. Bezr: Tohumu verimsiz ve çorak yerde israf etmek, malı Allah'a isyanda, gereksiz ve faydasız yerde kullanmak demektir.
İslâm, orta yol olduğu gibi, İslâm ümmeti de orta ümmettir; yani, düşüncede ve davranışta, almada ve vermede, kısaca insan hayatının her safhasında ifratın ve tefritin İslâm'da yeri yoktur. İslâm, mülk her şeyden önce Allah'ın olduğu için, kişiye tahsis edilmiş özel mülkü bile dilediği şekilde ve dilediği yere harcama yetkisi vermemiştir. Her şeyden önce, müslüman yeryüzünün halifesi olarak, yeryüzündeki geçim kaynaklarını bu hilâfetin gerektirdiği biçimde kullanmak,
1987] Tirmizî, Birr, 40
1988] Buhârî, Temennâ, 5; Tevhid, 45
1989] Buhârî, Vesâya, 14
1990] Müslim, Fezâil 12, hadis no: 2308
1991] Yusuf Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, III, 1181
1992] Yusuf Kandehlevî, aynı yer
1993] 63/Münâfikûn, 10
1994] Ahmed Sezikli, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 322-323
- 502 -
KUR’AN KAVRAMLARI
üretmek ve dağıtmakla yükümlüdür. Öyle ki, kişi üzerinde nefsinin bile bir hakkı olduğundan, mal benim, beden benim' anlayışı içinde tıka basa yemek veya kendisini yemek ve içmekten mahrum etmek, ifrat ve tefrit olduğu için yasaklanmış ve bedenin de, malın da Allah'a kulluk sınırları çerçevesinde kullanılması emredilmişti.
Dünya, âhiretin tarlasıdır ve âhirette biçeceği ekini kişi dünyada eker; Cenneti'ni de Cehennemi'ni de dünyada hazırlar. Attığı her adım, söylediği her söz insan için âhiret tarlasına atılmış bir tohumdur. Bu bakımdan, müslüman, sözünde ve davranışında ölçülü olmak, tohum israfında bulunmamak ve azamî verimi elde etmeğe çalışmak zorundadır. Bu bağlamda olmak üzere, akrabanın, düşkünlerin, fakirlerin ve yolcuların... müslüman üzerinde hakları vardır. Gerek insaniyet, gerekse kişinin kazanmasına yol açan güç, kabiliyet, toprak, su, ısı, ışık gibi temel öğelerin Allah vergisi olması ve muhtaçların da Allah'ın kulu bulunması bu hakkı gerekli kıldığı gibi; dünya hayatının ahenk ve düzeni de böyle bir hakka sebebiyet vermektedir.
Ayrıca, bu hakkın ifâsı da öyle rastgele olamaz. Her şeyden önce, verimsiz ve çorak arazi kendisine atılan tohumu vermeyeceği gibi, rastgele her toprağa atılan tohum da sahibini memnun etmez. Bu bakımdan, malın harcanma yeri, miktarı ve şekline de gereken dikkat gösterilmelidir ki; kişi ektiğinin karşılığını bol bol alsın. Bu yüzden, Kur'ân "Akrabaya, düşküne ve yolcuya hakkını ver: sakın bezr'e de gitme; çünkü bezredenler şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbi'ne karşı çok nankördür. Elini de boynuna asıp bağlama ve bütün bütüne de yayma; sonra kınanmış ve perişan olarak oturup kalırsın."1995 buyururken; bezr edeni, her yaptığı boşa giden ve Allah'ın nimetlerini inkârla kesin küfre düşen şeytanın kardeşi yapmakla, Allah rızâsı dışında ve İbn Abbas'la İbn Mes'ud'un tefsiri üzere, her türlü yersiz harcamayı bezr ve Allah'a karşı nankörlük saymaktadır.
Müslüman, ne ekonomik durumunu çökertecek ölçüde verip kendisini ve çoluk çocuğunu başkalarına muhtaç edecek; ne de malını faydasız yerlere, gösteriş, lüks ve günaha sarfedecektir. O, malını da, bedenini de, bilgi ve zekâsını da Allah'ın çizdiği ölçüler içinde kullanmak zorundadır. 1996
Kur’ân-ı Kerim’de isrâf Kavramı
İsrâf kelimesi ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam 23 yerde geçer. Savurganlık, saçıp savurma anlamındaki tebzîr kelimesi ve türevleri ise toplam 3 yerde zikredilir.
İsraf ayrıdır, cömertlik ayrı. Cömertlik, Allah’ın verdiği nimetleri Allah yolunda kullanmak için nefsin hevâsının emrettiği cimriliğin önüne geçmek, âhirete yatırım yapmaktır. Cömertliğin göstergesi olan "infak" kavramı, Kur'anda türevleriyle birlikte 73 yerde geçmektedir. Cömertlik vasfının elde edilebilmesi için; yardımın gönüllü olarak yapılması 1997; karşılığında hizmet, övgü, mükâfat beklenilmemesi;1998 yardım edileni rencide edebilecek davranışlardan
1995] 17/İsrâ, 26-27, 29
1996] Ali Ünal, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 239-240
1997] 59/Haşr, 5; 57/Hadîd, 11-18; 5/Mâide, 13
1998] 76/İnsan, 8-l0
İSRÂF
- 503 -
kaçınılması;1999 yapılan yardımın sahibi katında üstün bir değeri olması2000 şarttır.
Kur'an-ı Kerîm'de cömertlik, cihad ile aynı seviyede tutulmakta; Allah'ın insanlara verdiği rızıktan diğer kulların da yararlandırılması istenmektedir.2001 Cömertliğin, kıyamet gününde insanı her türlü sıkıntı, elem ve kederden kurtarmaya vesile olacağı bildirilmektedir. 2002 Bazı âyetlerde cömertlik alışverişe benzetilmekte; Allah Teâlâ'ya verilen bir borç olarak temsil edilmektedir. 2003
Kalpler cömertlik sâyesinde temizlenir.2004 Çünkü küfür ve nifaktan sonra kalbi karartan âmillerden biri de, aşırı mal sevgisi ve servete bağlılık arzusudur. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de; "Serveti de düşkünce seviyorsunuz."2005 buyrulur. İşte bu sevgi ile insan, "Ben bu malı sarf edersem bana bir şey kalmaz" korkusuna düşer ve hemen şeytan harekete geçer: "Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği emreder."2006 Oysaki Allah Teâlâ'nın bildirdiğine göre: "Mal ve servet insan için bir imtihandır."2007 Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertliktir. 2008
İsraf ve savurganlık kötü olduğu gibi,2009 bunların karşıtı olan “buhl” ve “şuhh” (cimrilik ve pintilik) de kötüdür.2010 Mü’min, daima orta yolu izler. 2011
Dünya tutkusu, mal yığma sevdâsı, gerçek dindarlıkla bağdaşmaz. “Ey iman edenler, hahamlardan ve râhiplerden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yoluna engel olurlar. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azâbı müjdele. O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılıp (pullanır); bunlarla, onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır. ‘İşte nefisleriniz için yığdıklarınız, yığdıklarınızı tadın!’ (denilir.)” 2012
Ebû Zerr-i Ğıfârî gibi bazı sahâbîler, bu âyete: “Ve sana Allah yolunda ne infak edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘Af (yani, ihtiyacınızdan fazlasını veya helâl güzel olan şeyleri verin)’.”2013 âyetine dayanarak zekâtı verilmiş dahi olsa, ihtiyaçtan fazla mal biriktirmenin, haram olan “kenz/yığma” sayılacağını söylemiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de, kimin yanında ihtiyaçtan fazla şusu busu varsa, olmayanlara vermesini emretmiş, bu sözünü o kadar tekrar etmiştir ki, dinleyen sahâbîler, hiç kimsenin, ihtiyaçtan fazla bir şey saklamaya hakkı olmadığını sanmışlardır. 2014
Süs ve güzel rızıklar helâldir.2015 Ancak, başkalarını kıskandıracak davranışlardan imkânlar ölçüsünde kaçınmak gerekir.
1999] 2/Bakara, 263-264
2000] 3/Âl-i İmrân, 92
2001] 2/Bakara, 254
2002] 2/Bakara, 222
2003] 2/Bakara, 244; 5/Mâide, 13; 57/Hadîd, 11
2004] 92/Leyl, 17-20
2005] 89/Fecr, 20
2006] 2/Bakara, 268
2007] 39/Zümer, 49-52
2008] 64/Teğâbün, 15-17
2009] 17/İsrâ, 26-27
2010] 17/İsrâ, 29; 59/Haşr, 9
2011] 31/Lokman, 19
2012] 9/Tevbe, 34-35
2013] 2/Bakara, 219
2014] Müslim, Lukata 18; Ebû Dâvud, Zekât 32; Ahmed bin Hanbel, 3/34
2015] 7/A’râf, 31-32
- 504 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Şükreden zengin, sabreden fakirden; veren el, alan elden daha iyidir. “Allah’ın sana verdiği mal içinde âhiret yurdunu ara, fakat dünyadan da payını unutma!”2016 âyeti, her iki cihan için çalışmayı emrettiği gibi, “Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver!”2017 meâlindeki duâ âyeti de insana, iki cihan için de çalışmayı telkin etmektedir.
“Yetimleri, nikâha erişecekleri çağa kadar deneyin; şâyet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.” 2018
“Çardaklı ve çardaksız (asmalı ve asmasız üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Her biri ürün verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri/israf edenleri sevmez.” 2019
“Ey Âdemoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” 2020
“Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkın bir milletsiniz." 2021
“Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa'ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.” 2022
“Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş emel onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!” 2023
“Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp savurma. Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür.” 2024
“Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” 2025
“De ki: Rabbimin rahmet hazinesine eğer siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsanoğlu da pek eli sıkıdır!” 2026
“Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur.” 2027
2016] 28/Kasas, 77
2017] 2/Bakara, 201
2018] 4/Nisâ, 6
2019] 6/En’âm, 141
2020] 7/A’râf, 31
2021] 7/A’râf, 81
2022] 10/Yûnus, 83
2023] 15/Hicr, 3
2024] 17/İsrâ, 26-27
2025] 17/İsrâ, 29
2026] 17/İsrâ, 100
2027] 25/Furkan, 67
İSRÂF
- 505 -
“Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adam şöyle dedi: Siz bir adamı "Rabbim Allah'tır" diyor diye öldürecek misiniz? Hâlbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. Eğer o yalancı ise yalanı kendisinedir. Eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiğinin (azâbın), bir kısmı olsun gelip size çatar. Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez.” 2028
“Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” 2029
“Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hâkimlere aktarmayın.” 2030
“Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah muhsinleri/dürüstleri sever.” 2031
“Onlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz, bize dünyada da hasene (iyilik ve güzellik) ver, âhirette de hasene (iyilik ve güzellik) ver ve bizi ateş azâbından koru’ der.” 2032
“İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızâsını almak için kendini ve malını fedâ eder. Allah da kullarına şefkatlidir.” 2033
Hadis-i Şeriflerde İsrâf Kavramı
“Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (c.c.) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister.” 2034
“Peygamber (s.a.s.) malın boşa harcanmasını yasakladı” 2035
“Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan ve Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur.” 2036
“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil; gönül tokluğudur.” 2037
“Âdemoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Eğer mutlaka yemesi gerekli ise midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye, üçte birini de nefes almaya (havayla doldurup boş tutmaya) ayırsın.” 2038
“Gerçekten şu mal çekici ve tatlıdır. Kim onu hırs göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek hırs ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi kişi, yiyip yiyip de bir türlü doymayan obur gibidir. Üstteki (veren) el, alttaki (alan) elden daha hayırlıdır.” 2039
2028] 40/Mü’min, 28
2029] 2/Bakara, 155
2030] 2/Bakara, 188
2031] 2/Bakara, 195
2032] 2/Bakara, 201; ayrıca: 7/A’râf, 156; 16/Nahl, 122
2033] 2/Bakara, 207
2034] Buhârî, Libas 1; İbn Mâce, Libas 23, hadis no: 3605; Nesâî, Zekât 66; Ahmed bin Hanbel, II/181-182
2035] Buhârî, Zekât 18; Husûmât 3, İ’tisâm 3; Müslim, Akdiye 14
2036] Müslim, Zekât 125; Tirmizî, Zühd 35
2037] Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130; Tirmizî, Zühd 40; İbn Mâce, Zühd 9
2038] Tirmizî, Zühd 47; Ahmed bin Hanbel, IV/132
2039] Buhârî, Vesâyâ 9, Cihad 27, Zekât 47, 50, Humus 19, Rikak 7, 11; Müslim, Zekât 96; Tirmizî, Fiten 26, Zühd 41; Nesâî, Zekât 50, 80, 93; İbn Mâce, Fiten 19
- 506 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.” 2040
“Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği ise sekiz kişiye yeter.” 2041
“Eş’arîler, gazâda azıkları tükenmeye yüz tuttuğu veya Medine’de ailelerinin yiyeceği azaldığı zaman, yanlarında ne varsa getirip bir yaygıya dökerler. Sonra bunu bir kapla aralarında eşit olarak paylaşırlar. İşte bu sebeple Eş’arîler Bendendir, Ben de onlardanım.” 2042
“Yalnız şu iki kimseye gıpta edilmelidir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği malı Hak yolunda infak edip tüketen kimse; diğeri, Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” 2043
“Yalnız şu iki kişiye gıpta edilmelidir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği Kur’an ile gece-gündüz meşgul olan kimse; diğeri, Allah’ın kendisine verdiği malı gece-gündüz infak edip harcayan kimse.” 2044
"Sadakanın en iyisi (insanın sağ iken) bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar." 2045
“En cimri (Gerçek bahîl) olan, yanında anıldığım halde bana salevat getirmeyendir.” 2046
"Mide hastalıklar evidir. Perhiz ve az yemek, her devânın (şifânın) başıdır. Bedenine âdet ettiği şeyleri ver." 2047
"Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır." 2048
"İnsanlar dünyalık karşısında dört kısımdır: Bir kul vardır, Allah ona mal ve ilim vermiştir, o bu mal hususunda Allah'tan korkar da onu sıla-ı rahimde harcar, malda mevcut olan Allah'ın hakkını bilir ve yerine getirir. İşte bu en yüce mertebeyi elde eder.
Bir diğer kul vardır, Allah ona ilim vermiştir fakat mal vermemiştir, ancak iyi niyet sâhibidir, şöyle der: Eğer malım olsaydı falanca gibi hayır yollarında harcayacaktım. Allah onu niyyetiyle kabûl eder ve ecir yönüyle önceki ile eşit olur.
Bir üçüncü kul vardır, mal sahibidir, ancak Allah ilim vermemiştir, malını şehvet yolunda câhilâne harcar. Ne Rabbinden korkar ne de onunla sıla-i rahimde bulunur. Malda mevcut Allah'ın hakkını da bilmez. Bu en fena bir mertebedir.
Dördüncü bir kimse daha vardır. Allah ona ne mal ne de ilim nasib etmiştir. Ancak, sefihlere gıbta ile: "Eğer param olsaydı der, falanca gibi harcar onun gibi yaşardım." Bu da niyyeti ile o sefih gibi olur ve günahta eşit olurlar." 2049
Abdullah İbnu'ş-Şihhîr (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) Elhâkümü'ttekâsür
2040] Buhârî, Et’ıme 11; Müslim, Eşribe 178; Tirmizî, Et’ıme 21
2041] Müslim, Eşribe 179-181; Tirmizî, Et’ıme 21; İbn Mâce, Et’ıme 2
2042] Buhârî, Şirket 1; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe167
2043] Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ’sitâm 3; Müslim, Müsâfirîn 268; İbn Mâce, Zühd 22
2044] Buhârî, Temennî 5, Tevhid 45; Müslim, Müsâfirîn 266, 267; İbn Mâce, Zühd 22
2045] Buhârî, Vesâya 14
2046] Tirmizî, Deavât 100, h. No: 3540; Ahmed bin Hanbel, I/201
2047] İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmû'1 Kur'an, Kahire, 1967 (3. bsm.) c. VII, sh.192
2048] Tirmizî, Zühd: 26, hadis no: 2337
2049] İ. Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/169-170
İSRÂF
- 507 -
sûresini okurken yanına geldim. Bana: "İnsanoğlu 'malım, malım!' der. Hâlbuki Âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır.)" 2050
"Altına tapanlar mel'undur, gümüşe tapanlar mel'undur." 2051
İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bir keresinde, "Hanginiz, vârisinin malını kendi malından daha çok sever?" diye sordu. Cemaat: "Ey Allah'ın Rasûlü, içimizde, herkes kendi malını vârisinin malından daha çok sever" dediler. Bunun üzerine: "Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da vârislerinin malıdır." 2052
"Sizden birine, dünyalık olarak bir hizmetçi ve Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek kadar mal toplaması yeterlidir." 2053
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) ve ailesi üst üste pek çok geceleri aç geçirirler ve akşam yemeği bulamazlardı. Ekmekleri çoğunlukla arpa ekmeği idi." 2054
Nu'mân İbnu Beşîr (r.a.) anlatıyor: "Hz. Ömer (r.a.) insanların nâil oldukları dünyalıktan söz etti ve dedi ki: "Gerçekten ben Rasûlullah’ın (s.a.s.) bütün gün açlıktan kıvrandığı halde, karnını doyurmaya âdi hurma bile bulamadığını gördüm." 2055
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’a (s.a.s.) arpa ekmeği ile kokusu değişmiş erimiş yağ getirmiştim. (Bir seferinde) şöyle söylediğini işittim: "Muhammed ailesinde, dokuz kadın bulunduğu bir zamanda, ne bir sa' hurma, ne de bir sa' hububat gecelemiştir." 2056
Süleymân İbn Surad (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bize geldi ve bir yiyecek (ikramına) gücümüz yetmeksizin -veya bir yiyeceğe gücü yetmeksizin- üç gece kaldık."
Hz. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’a (s.a.s.) bir gün sıcak bir yemek getirilmişti. Yedi ve yemekten çıkınca: "Elhamdülillah, şu şu vakitten beri mideme sıcak bir yemek girmemişti" buyurdu."
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) kızı (Fâtıma gerdek gecesi) bana gönderildi. Onun gönderildiği gece yatağımız koyun derisinden başka bir şey değildi."
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) şöyle duâ etmişti: "Allah'ım, beni miskin (yoksul) olarak, yaşat, miskin olarak ruhumu kabzet, kıyâmet günü de miskinler zümresiyle birlikte haşret." Hz. Âişe (r. anhâ) atılarak sordu: "Niçin ey Allah'ın Rasûlü?" "Çünkü dedi, onlar cennete, zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Âişe!
2050] Müslim, Zühd 3, 4, hadis no: 2958; Nesâî, Vesâya 1 hadis no: 6, 238; Tirmizî, Tefsîru Tekâsür, hadis no: 3351
2051] Tirmizî, Zühd 42, hadis no: 2376
2052] Buhârî, Rikak 12; Nesâî, Vesâyâ 1, hadis no: 6, 237-238
2053] Tirmizî, Zühd 19, hadis no: 2328; Nesâî, Zînet 119, h. no: 8, 218-219); İbn Mâce, Zühd 1, h. no: 4103
2054] Tirmizî, Zühd 38, hadis no: 2361
2055] Müslim, Zühd 36, hadis no: 2978
2056] Buhârî, Rehn 1, Büyû 14; Tirmizî, Büyû 7, h. no: 1215; Nesâî, Büyû 50, hadis no: 7, 288
- 508 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Fakirleri sev ve onları (rivâyet meclisine) yaklaştır, tâ ki Kıyâmet günü Allah da sana yaklaşsın." 2057
"Fakirler, cennete zenginlerden beşyüz yıl önce girerler. Bu (Allah'ın indinde) yarım gündür." 2058 (Beş yüz yılın Allah indindeki yarım gün etmesi, Allah'ın indindeki bir gün, dünya ölçülerindeki bin yıla tekabül etmesindendir. Zîra âyette şöyle denmiştir: "Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir." 2059
Ebû Abdirrahman el-Hubulî anlatıyor: "Bir adam Abdullah İbnu Amr (r.a.)'a sorarak dedi ki: "Biz muhâcirlerin fakirlerinden değil miyiz?" Abdullah da ona sordu: "Kendisine sığındığın bir zevcen var mı?" Adam: "Evet" dedi. Abdullah: "Senin oturduğun bir meskenin var mı? Adam: "Evet!" deyince Abdullah: "Sen zenginlerdensin!" dedi. Adam: "Benim bir de hizmetçim var!" diye ilave edince, Abdullah: "Öyleyse sen krallardansın!" dedi." 2060
Ebû Saîd (r.a.) anlatıyor: "Muhâcirlerin fakirlerinden bir grupla birlikte oturmuştum. Bunlardan bir kısmı, bir kısmı(nın karaltısından istifâde) ile çıplaklıktan korunuyordu. Bir okuyucu da bize (Kur'ân) okuyordu. Derken Rasûlullah (s.a.s.) çıkageldi ve üzerimizde dikildi. Rasûlullah'ın yanımızda dikilmesi üzerine kaari okumayı bıraktı. Rasûlullah da selam verdi ve: "Ne yapıyorunuz?" diye sordu. “Ey Allah'ın Rasûlü!” dedik, o kaarimizdir, bize (Kur'ân) okuyor. Biz de Allah Teâlâ'nın kitabını dinliyoruz. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen2061 kimseleri yaratan Allah'ıma hamdolsun!" dedi. Sonra, kendisini bizimle eşitlemek üzere Rasûlullah, ortamıza oturdu. Ve eliyle işâret ederek: "Şöyle (halka yapın)" dedi. Cemaat hemen etrafında halka oldu, yüzleri ona döndü. Ebû Saîd der ki: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) onlar arasında benden başka birini daha tanıyor görmedim. (Herkes yeni baştan vaziyetini alınca) Rasûlullah şu müjdeyi verdi: "Ey yoksul muhâcirler, size müjdeler olsun! Size Kıyamet günündeki tam nûru müjde ediyorum. Sizler cennete, insanların zenginlerinden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünya günleriyle) beşyüz yıl eder." 2062
"(Mirâc sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler (yoksullar) olduğunu gördüm. Dünyadaki imkân sâhiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye emrolunmuşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler..." 2063
"Bana zayıflarınızı arayın. Zîra sizler, zayıflarınız (onların duâları, tevekkül ve sabırları) sebebiyle yardıma ve rızka mazhar kılınıyorsunuz." 2064
"Kuvvetli mü'min Allah'a zayıf mü'minden daha hayırlı ve daha sevgilidir, ancak her birinde hayır vardır." 2065
"Allah hiçbir peygamber göndermedi ki, koyun çobanlığı yapmamış olsun."
2057] Tirmizî, Zühd, hadis no: 2353
2058] Tirmizî, Zühd 37, hadis no: 2354
2059] 22/Hacc, 47
2060] Müslim, Zühd 37, hadis no: 2979
2061] 18/Kehf, 28
2062] Ebû Dâvud, İlim 13, hadis no: 3666; Tirmizî, Zühd 37, hadis no: 2352
2063] Buhârî, Rikâk 51; Müslim, Zühd 93, hadis no: 2736
2064] Ebû Dâvud, Cihâd 77, hadis no: 2594; Tirmizî, Cihâd 24, h. no: 1702; Nesâî, Cihâd 43, -6, 45,46-
2065] Müslim
İSRÂF
- 509 -
"Sen de mi, Ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordular. "Evet, ben de bir miktar kırat mukabili Mekke ehline koyun güttüm." 2066 (Nesâî'nin bir rivâyetinde şöyle denir: "Koyun sahipleri ile deve sahipleri övünmüşlerdi. Rasûlullah (s.a.s.): "Hz. Mûsâ koyun çobanı olduğu halde pegamber oldu. Hz. Dâvud koyun çobanı olduğu halde peygamber oldu. Ben de ehlimin koyunlarını Ciyâd'da güderken peygamber oldum" dedi.)
Abdullah İbnu Muğaffel (r.a.) anlatıyor: "Bir adam gelerek "Ey Allah'ın Resûlü! Ben seni seviyorum" dedi. Rasûlullah: "Ne söylediğine dikkat et!" diye cevap verdi. Adam: "Vallâhi ben seni seviyorum!" deyip, bunu üç kere tekrar etti. Rasûlullah (s.a.s.) bunun üzerine adama: "Eğer beni seviyorsan, fakirlik için bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedefine koşan selden daha sür'atli gelir." 2067
Ali bin Ebî Tâlib (r.a.) buyurdu ki: “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlâtları var. Siz âhiretin evlâtları olun. Sakın dünyanın çocukları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok; yarın ise hesap var amel yok.” 2068 (Hz. Ali’ye atfedilen bu söz, merfû hadis olarak da rivâyet edilmiştir.)
İbn Ömer (r.a.): “Akşama erdinmi sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.” 2069
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Biz Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte otururken uzaktan Mus'ab İbn Umeyr (r.a.) göründü, bize doğru geliyordu. Üzerinde deri parçası ile yamanmış bir bürdesi vardı. Rasûlullah (s.a.s.) onu görünce, (Mekke'de iken giyim kuşam yönünden yaşadığı) bolluğu düşünerek ağladı. Sonra şunu söyledi: "Gün gelip, sizden biri, sabah bir elbise, akşam bir başka elbise giyse ve önüne yemek tabakalarının biri getirilip diğeri kaldırılsa ve evlerinizi de (halılar ve kilimler ile) Kâ'be gibi örtseniz o zamanda nasıl olursunuz?" "O gün, dediler, biz bugünümüzden çok daha iyi oluruz. Çünkü hayat külfetimiz karşılanmış olacak, biz de ibâdete daha çok vakit ayıracağız.” Buyurdu ki: "Hayır! Bilakis siz bugün o günden daha iyisinizdir." 2070
Ebû Ümâme İbn Sa'lebe el-Ensârî (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanında dünyayı zikretmişlerdi. Buyurdular ki: "Duymuyor musunuz, işitmiyor musunuz? Mütevâzi giyinmek îmandandır, mütevâzi giyinmek imandandır!" 2071
Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanında bir adamın çok ibâdet ettiğinden, bir diğerinin de verâ sahibi olduğundan bahsedilmişti. Efendimiz: "Verâ'ya denk olacak onunla tartılabilecek bir şey yoktur!" buyurdu." 2072 (Verâ: Haramlardan, harama benzeyen şeylerden, şüpheli şeylerden kaçınmak mânâsına gelir.)
"Kişi mahzurlu olan şeyden korkarak mahzursuz olanı terketmedikçe gerçek takvâya ulaşamaz." 2073
2066] Buhârî, İcâre 2; Muvattâ, 18 -2, 971-; İbn Mâce, Ticârât 5, hadis no: 2149
2067] Tirmizî, Zühd 36, hadis no: 2351
2068] Buhârî, Rikak 4
2069] Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no: 2334
2070] Tirmizî, Kıyâmet 36, hadis no: 2478
2071] Ebû Dâvud, Tereccül 1, hadis no: 4161; İbn Mâce, Zühd 22, h. no: 4118
2072] Tirmizî, Kıyâmet 61, hadis no: 2521
2073] Tirmizî, Kıyâmet 20, hadis no: 2453
- 510 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Evimden soğuk bir günde çıktım. Çok açtım, (yiyecek) bir şey arıyordum. Bir yahudîye rastladım, bahçesinde çıkrıkla sulama yapıyordu. Duvardaki bir açıklıktan adama baktım. "Ne istiyorsun ey bedevi, kovasını bir hurmaya bana su çeker misin?" dedi. Ben de: "Evet, ama kapıyı aç da gireyim!" dedim. Adam kapıyı açtı, ben girdim, bir kova verdi. Su çekmeye başladım. Her kovada bir hurma verdi. İki avucum hurma ile dolunca kovayı bıraktım ve bu bana yeter deyip hurmaları yedim, sudan içip sonra mescide geldim." 2074
Fudâle İbn Ubeyd (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) halka namaz kıldırırken, bazı kimseler açlık sebebiyle kıyam sırasında yere yıkılırlardı. Bunlar Ashâb-ı Suffe idi. (Medîne'de misâfireten bulunan) bedevîler, bunlara delirmiş derlerdi. Efendimiz namazdan çıkınca yanlarına uğrar ve: "Eğer (bu çektiğiniz sıkıntı sebebiyle) Allah indinde elde ettiğiniz mükâfatı bilseydiniz, fakirlik ve ihtiyaç yönüyle daha da artmayı dilerdiniz" derdi." 2075
"Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur." 2076
"Âdemoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız bir ekmek ve su." 2077
"İslâm hidâyeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!" 2078
Ebû Saîdi'l-Hudrî (r.a.) anlatıyor: "Ensâr’dan bazı kimseler, Rasûlullah’tan (s.a.s.) bir şeyler talep ettiler. Peygamberimiz de istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o isteklerini yine verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular: "Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemez)se, Allah onu iffetli kılar. Kim istiğnâ gösterirse Allah da onu zengin kılar. Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır."2079 Rezin rahimehullah şu ziyâdede bulunmuştur: "İslâm'a girip, yeterli miktarla rızıklandırılan ve verdiği bu miktara Allah'ın kanaat etmeyi nasip ettiği kimse kurtuluşa ermiştir."
"Ey Âdemoğlu! Eğer fazla malını Allah yolunda harcarsan bu senin için daha hayırlıdır. Kendine saklarsan senin için zararlıdır. Kefâf (yeterli miktar) sebebiyle levm edilmez, kınanmazsın. (Harcamaya), bakımları üzerinde olanlardan başla. Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani alandan) daha hayırlıdır." 2080
"Siz Allah'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz." 2081
Hz. Ömer (r.a.) şöyle hitap etmiştir: "Ey insanlar! Bilin ki tamahkârlık fakirliktir,
2074] Tirmizî, Kıyâmet 35, hadis no: 2475
2075] Tirmizî, Zühd 39, hadis no: 2369
2076] Tirmizî, Zühd 34, h. no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, h. no: 4141
2077] Tirmizî, Zühd 30, hadis no: 2342
2078] Tirmizî, Zühd 35, hadis no: 2350
2079] Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124, hadis no: 1053; Muvattâ, Sadaka 7 -2, 997-; Ebû Dâvud, Zekât 28, h. no: 1644; Tirmizî, Birr 77, h. no: 2025; Nesâî, Zekât 85, -5, 95-
2080] Müslim, Zekât 97, hadis no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344
2081] Tirmizî, Zühd 33, hadis no: 2345
İSRÂF
- 511 -
yeis (tamahkâr olmamak) zenginliktir. Kişi bir şeye tamah göstermezse ondan müstağnî olur." 2082
Abdullah İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "(Babası) Ömer İbnu'l-Hattab (r.a.) dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s.), (zaman zaman) bana ihsanda bulunuyordu. (Her seferinde ben): "(Ey Allah'ın Rasûlü!) bunu, buna benden daha muhtaç olan birine verseniz!" diyordum. Rasûlullah da: "Al bunu! Bu maldan, sen istemediğin ve gelmesini bekler durumda olmadığın halde gelen bir şey olursa onu al ve temellük et (yani kendi malın kıl, malın olduktan sonra) dilersen ye, dilersen sadaka olarak bağışla. (Bu vasıfta) olmayan mala nefsini bağlama!" buyurdular. (Hadisi İbn Ömer'den rivâyet eden) Sâlim der ki: "Bu (hadis) sebebiyle Abdullah, kimseden bir şey istemezdi, (kendiliğinden) gelen bir şey olursa onu da reddetmezdi." 2083
Abdullah İbn Amr es-Sa'di'nin anlattığına göre, "kendisi, hilâfeti sırasında Hz. Ömer'ın yanına geldi. Hz. Ömer kendisine: "Bana haber verildiğine göre, sen Müslümanların işlerinden bir kısmını üzerine almışsın ve sana maaş verilince almaktan kaçınmışsın (doğru mu)?" diye sordu. Ben de: "Evet!" dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Bundan maksadın ne?" dedi. Ben de: "Benim atlarım var, kölelerim var (halim vaktim iyidir), hayır üzereyim. Ben maaşımın Müslümanlara sadaka olmasını istiyorum" dedim. Hz. Ömer: "Hayır! Böyle yapma! Çünkü (bir ara ben de senin gibi düşünmüş), senin arzu ettiğin şeyi arzu etmiştim. Rasûlullah (s.a.s.) bana ihsanda bulunuyordu. Ben de: "Bu parayı ona benden daha çok muhtaç olan birine ver!" diyordum. Hatta bir seferinde (Peygamberimiz) yine bana mal vermişti. Ben yine: "Bunu, onu benden daha çok muhtaç olan kimseye ver!" demiştim. Rasûlullah: "Onu al, kendi malın yap, sonra tasadduk et! Bu maldan, sen talep etmeden, bekler vaziyeti almadan, gelen olursa onu al. Böyle olmayana gönlünü bağlama!" buyurdular." 2084
Amr İbnu Tağlib anlatıyor: "Rasûlullah’a (s.a.s.) bir mal -veya bir şey- getirilmişti. Hemen onu taksim edip dağıttı. (Ancak, bunu yaparken) bir kısmına verdi, bir kısmına vermedi. Kendilerine verilmemiş olan kimselerin, sonradan hakkında dedikodu yaptıkları kulağına geldi. Bunun üzerine, (uygun bir fırsatta, halka hitap etmek üzere doğruldu). Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra: "Sadede gelince; vallahi ben, birine verip diğerine vermediğim olur (bu doğrudur, ancak) vermediğim, nazarımda, verdiğimden daha çok sevgiye mazhardır. Ben birkısım insanlara, kalplerinde gördüğüm sabırsızlık ve hırs sebebiyle veririm; bir kısmını da, Allah Teâlâ'nın kalplerine koymuş bulunduğu zenginlik ve hayra havâle eder (ve onlara bir şey vermem). İşte bunlardan biri Amr İbnu Tağlib'dir!" buyurdular. Amr devamla der ki: "Vallahi, Rasûlullah’ın (s.a.s.) (hakkımda telaffuz buyurduğu) bu kelâmına bedel kırmızı develerim olsaydı bu kadar sevinmezdim." 2085
Ebû Eyyub (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’a (s.a.s.) bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bana (dini) öğret, fakat çok özlü olsun!’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Namaza kalktığın vakit (dünyaya) vedâ edenin (namazı gibi) namaz kıl. Sonradan (pişman olup) özür dileyeceğin sözü söyleme. İnsanların elinde bulunan (dünyalık şeylerden)
2082] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 14, s. 68
2083] Buhârî, Ahkâm 17, Zekât 51; Müslim, Zekât 110, hadis no: 1045; Nesâî, Zekât 94, -5, 105-
2084] Buhârî, Ahkâm 17; Müslim, Zekat 111, hadis no: 1045; Nesâî, Zekât 94, -5, 103- Buhârî, Ahkâm 17; Müslim, Zekat 111, hadis no: 1045; Nesâî, Zekât 94, -5, 103-
2085] Buhârî, Cum'a 29, Humus 19, Tevhid 49
- 512 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ümidini kesmeye azmet.” 2086
“Malı şöyle, şöyle, şöyle ve şöyle dağıtanlar hâriç dünyalığı çok kazananlara yazıklar olsun!” “Şöyle” kelimesini Rasûlullah dört kere tekrar etti. Bunlarla “sağından, solundan, önünden ve arkasından (hayır için harcayanlar” demek istedi). 2087
“Âdemoğlu, ‘malım, malım’ diyor. Ey Âdemoğlu, senin yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin, yahut tasadduk edip (sevabını) defterine geçirdiğinden başka senin malın mı var?!” 2088
“Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece âhiret tasasına gönlünde yer verirse, onun dünyevî gamlarını Allah izâle eder. Kim de gam ve tasalarını dünya ahvâline dağıtacak olursa, Allah onun, vâdilerden hangisinde helâk olacağına aldırış etmez.” 2089
Sehl İbn Sa’da (r.a.) anlatıyor: ‘Biz (hac sırasında) Zülhuleyfe’de Rasûlullah (s.a.s.) ile beraberdik. O, birden, şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsüyle karşılaştı. Bunun üzerine şöyle buyurdu:“Şu leşin, sahibine ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz? Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında, bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha kıymetsizdir. Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyyen tek damla su içirmezdi.” 2090
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) (bir gün) şöyle hitap ettiler: "Ey insanlar! Allah Teâlâ tayyibtir, tayyibten başka bir şey kabul etmez. Allah'ın mü'minlere emrettiği şeyler, peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah Teâlâ hazretleri (peygamberlere): 'Ey Peygamberler, temiz olanlardan yiyin de sâlih amel işleyin.' 2091 diye emretmiş, mü'minlere de: 'Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin' 2092 diye emirde bulunmuştur. Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz-toprak içinde kalan ve elini semâya kaldırıp: 'Ey Rabbim, ey Rabbim" diye duâ eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki: 'Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibarıyla) haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duâsına nasıl icâbet edilir?" buyurdular." 2093
"Kim bize memur olursa, kendine bir zevce edinsin. Hizmetçisi yoksa bir de hizmetçi edinsin. Meskeni yoksa bir mesken edinsin." (Hz. Ebû Bekir (r.a.) dedi ki: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) şöyle buyurdukları bana haber verildi:) "Kim bunun dışında bir şey edinirse, bu kimse hâindir, hırsızdır." 2094
"Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, ot ve ateş." 2095
Vedâ haccı sırasında hutbede Rasûlullah’ın (s.a.s.) şöyle söylediği rivâyet edildi: "Ey insanlar! İhsanları, onlar ihsan kaldığı müddetçe alın! Ne zaman, Kureyş saltanat kavgasına düşer ve ihsan dininizden rüşvet mukabili olursa, o zaman onu bırakın
2086] Kütüb-i Sitte, 17/579
2087] Kütüb-i Sitte, 17/571
2088] Riyâzu’s-Sâlihin, M. Emre Terc. s. 354
2089] Kütüb-i Sitte, 17/565
2090] Kütüb-i Sitte, 17/565
2091] 23/Mü'minûn, 51
2092] 2/Bakara, 172
2093] Müslim, Zekât 65, hadis no: 1015; Timizî, Tefsir Bakara, hadis no: 2992
2094] Ebû Dâvud, Harac 10, hadis no: 2945
2095] Ebû Dâvud, Büyû' 62, h. no: 3477
İSRÂF
- 513 -
ve almayın!" 2096
El-Misver İbn Mahreme'ye Amr İbn Avf (r.a.) şunu anlatmıştır: "Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Ubeyde'yi Bahreyn'e, oranın cizyesini getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce ensâr geldiğini işitti. Sabah namazını Hz. Peygamber'le kıldılar. Namaz bitince, Rasûlullah'ın etrafını sardılar. Rasûlullah (s.a.s.) tebessüm buyurdular ve: "Öyle zannediyorum, Ebû Ubeyde'nin bir şeyler getirdiğini işittiniz" dedi. Hep birlikte: "Evet!" dediler. Bunun üzerine şunları söyledi: "Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren şeyi ümid edin. Allah'a yemin olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helâk oldular. Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum." 2097
"... Senin vârislerini zengin olarak bırakman, halka ihtiyaçlarını açan fakir olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen azîz ve celîl olan Allah'ın rızâsını arayarak her ne harcarsan, -hatta bu, hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile olsa-, mutlaka onun sebebiyle mükâfatlanacaksın..." 2098
“Ümmetler (uluslar), insanların birbirlerini sofraya dâvet etmeleri gibi birbirlerini sizin üzerinize dâvet edecek ve üzerinize üşüşecekler.” Birisi sordu: “Bizim azlığımızdan mı?” Rasûlulullah cevap verdi: “Hayır, aksine, siz o gün çok olacaksınız. Fakat selin sürüklediği çer çöp gibi... Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları korkuyu kaldıracak ve sizin kalbinize de ‘vehn’ atacak.” Yine birisi sordu: “Ey Allah’ın Rasûlü, vehn nedir?” Cevap verdi: “Dünya sevgisi ve ölüme karşı isteksizlik.” 2099
"Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur." 2100
"Ey Âdemoğlu! Eğer fazla malını Allah yolunda harcarsan bu senin için daha hayırlıdır. Kendine saklarsan senin için zararlıdır. Kefaf (yeterli miktar) sebebiyle levm edilmezsin. (Harcamaya), bakımları üzerinde olanlardan başla. Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani alandan) daha hayırlıdır." 2101
"(Hakiki) Fakir, kapı kapı dolaşırken verilen bir iki lokmanın veya bir iki hurmanın geri çevirdiği kimse değildir. Fakat gerçek fakir, ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan ve halini anlayıp kendisine tasaddukta bulunacak biri çıkmayan, (buna rağmen) kalkıp halktan bir şey istemeyen kimsedir." 2102
Rasûlullah (s.a.s.), seferi uzatıp saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semâya kaldırıp: "Ey Rabbim, ey Rabbim" diye duâ eden bir yolcuyu zikredip dedi ki: "Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibarıyla) haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duâsına nasıl icabet edilir?"
2096] Ebû Dâvud, Harac 17, hadis no: 2958, 2959
2097] Buhârî, Rikâk 7, Cizye 1, Meğâzî 11; Müslim, Zühd 6, hadis no: 2961; Tirmizî, Kıyâmet 29, hadis no: 2464
2098] Buhârî, Cenâiz 37, Vesâyâ 2, 3, Fezâilu'l-Ashâb 49, Meğâzî 77, Nafakat 1, Marzâ 13, 16, 43, Ferâiz 6; Müslim, Vesâyâ 5, hadis no: 1628; Tirmizî, 6, hadis no: 975; Ebû Dâvud, Vesâyâ 2, hadis no: 2864; Nesâî, Vesâyâ 3; Muvattâ 4 -2, 763-
2099] Ebû Dâvud, Melâhim 5; Ahmed bin Hanbel, V/278
2100] Tirmizî, Zühd 34, Hadis no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, Hadis no: 4141
2101] Müslim, Zekât 97, hadis no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344
2102] Buhârî, Zekât, 53, Tefsir, Bakara 48; Müslim, Zekât 102, hadis no: 1039; Muvattâ, Sıfatu'n-Nebiyy 7; Ebû Dâvud, Zekât 23, hadis no: 1631, 1632; Nesâî, Zekât 76
- 514 -
KUR’AN KAVRAMLARI
buyurdular." 2103
"Kimin emeli dünya olursa Allah onun işini aleyhine darmadağın eder, fakirliği iki gözünün arasında kılar, dünyadan eline geçen miktar da kaderinde yazılandan fazla olmaz. Kimin de kasdi ahiret olursa, Allah, onun (dağınık) işini lehinde toplar, zenginliğini kalbine koyar, dünya nimetleri ona koşarak (kendiliğinden) gelir." 2104
"Benim nazarımda en ziyade gıbta etmeye değer kimse şu evsafı taşıyan kimsedir: (Dünyevi yükü ve) hâli hafif, namazdan nasibi fazla, insanlar içinde (adem-i şöhretle) gizli kalmış ve kendisine (cemiyette) iltifat edilmemiş mü'mindir. Onun rızkı (zaruri ihtiyaçlarına) yetecek kadardı, o buna sabretti, ölümü de çabuk geldi, az miras bıraktı, kendisi için mâtem tutan kadın da az oldu." 2105
"Kıyamet günü, dünyada iken yetecek kadar rızık verilmiş olmasını temenni etmeyecek ne fakir ne de zengin olacaktır." 2106
"Başlarınız kımıldadığı müddetçe rızık hususunda yeise düşmeyin. Zira insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı halde doğurur, sonra aziz ve celil olan Allah onu her çeşit rızıkla rızıklandırır" buyurdular." 2107
"Şüphesiz, her derede, âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur (yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar). Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vadide helak olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah'a tevekkül ederse, kalbinin her şeye (ilgi kurarak dağılmasını önlemek için) Allah ona yeter." 2108
Hz. Ömer (r.a.) şöyle hitap etmiştir: "Ey insanlar! Bilin ki tamahkârlık fakirliktir, yeis (tamahkâr olmamak) zenginliktir. Kişi bir şeye tamah göstermezse ondan müstağnî olur." 2109
“Cömert; Allah’a, cennete ve insanlara yakın, cehenneme uzaktır. Cimri ise; Allah’a, cennete ve insanlara uzak, cehenneme yakındır.” 2110
"Sadakanın en iyisi bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar." 2111
“Veren el, alan elden daha üstündür/hayırlıdır.” 2112
“Kıyâmet gününde cehennem ehlinden olan kimseye denilir ki: ‘Dünya dolusu malın olsaydı (şu azaptan kurtulmak için) o malını fidye olarak verir miydin?’ O kimse, azâbın şiddetini gördüğü için: ‘Evet!.. Muhakkak verirdim’ der. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: ‘Ben (dünyada) senden, bundan daha kolay bir şey istemiştim. Henüz ruhlar âleminde iken, Bana hiçbir şeyi şirk koşmaman hakkında senden misak almıştım. Sen ise sözünden
2103] Müslim, Zekât 65, hadis no: 1015; Timizî, Tefsir Bakara, hadis no: 2992
2104] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/564
2105] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/566
2106] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/575
2107] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/578
2108] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/579
2109] Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 14, s. 68
2110] Tirmizî, Birr 40
2111] Buhârî, Vesâya, 14
2112] Buhârî, Vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim, Zekât 94, hadis no: 1033, 97, h. no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344; Ahmed bin Hanbel, II/4
İSRÂF
- 515 -
döndün. Bana ortak koşmaktan başka bir şey kabul etmedin." 2113
“Mü’min, bir midesi ile yer; kâfir ise yedi mide ile yer.” 2114
"Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedâvi edin. Belâya duâ ile karşı koyun." 2115
"Malın zekâtını ödedin mi, kendinden onun şerrini def ettin demektir." 2116
“Sizden biri, mal ve yaratılış itibarıyla kendinden üstün bir kimseyi gördüğünde, kendinden daha aşağı olanına baksın (Kendisini onunla mukayese etsin).2117 Sahih-i Müslim’de şu ilave rivâyet edilmiştir: “...İşte bu, Allah’ın size olan nimetlerini hakir görmemek için uygun olan bir davranıştır.”
“Dünya, Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değerli olsaydı, hiçbir kâfire asla ondan su içirmezdi.” 2118
Hz. Ömer bir gün Rasûlullah’ın hâne-i saâdetlerine girdi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Efendimiz niçin ağladığını sorunca, şöyle dedi: “Yâ Rasûlallah! Dünya kralları, kisrâlar servet içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok. Yatağın hasır ve teninde yattığın yerin izleri var...” Allah Rasûlü şu cevabı verdi: “İstemez misin yâ Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun!” 2119
Bir iftar sofrasında Hz. Ebû Bekir’e bir bardak soğuk su ikrâm edilir. Suyu ağzına götürdüğünde ağlamaya başlar. Yanındakiler ne olduğunu sorarlar. Cevap verir: “Bir gün Rasûlullah, kendisine getirilen böyle bir bardak soğuk suyu içmiş, sonra da ağlamış ve “O gün nimetlerden hesaba çekileceksiniz.”2120 âyetini okuyarak, “İşte bu nimetten de hesaba çekileceğiz.” buyurmuştu. Bunu hatırladım ve onun için ağladım.” 2121
“Hanımının senin üzerinde hakkı vardır. Misafirlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin de senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver.” 2122
“Aşırı gidenler helâk olmuştur” 2123
“Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin size açılmasıdır...” 2124
“Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının, kadınlardan da sakının! Zira benî İsrâilin ilk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır.” 2125
2113] Buhârî, Rikak 49; Ahmed bin Hanbel, III/218
2114] İbn Mâce, hadis no: 3256
2115] Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 322
2116] Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 323
2117] S. Buhârî, Askalâni Şerhi, 11, s. 322
2118] Tirmizî; Kütüb-i Sitte, 17/565
2119] Buhârî, Tefsir (66) 2; Müslim, Talâk 31
2120] 102/Tekâsür, 8
2121] Müslim, Eşribe 140
2122] Müslim, Savm 181
2123] Müslim, İlim 7; Ebû Dâvud, Sünnet 5; Ahmed bin Hanbel, I/386
2124] Buhârî, Zekât 47, Cum’a 28; Cihad 37, Rikak 7; Müslim, Zekât 123; Nesâî, Zekât 81
2125] Müslim, Zikr 99; Tirmizî, Fiten 26; İbn Mâce, Fiten 19
- 516 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Kim dünyaya çok önem verirse, Allah onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Hâlbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti âhiret(i kazanma) ise Allah onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.” 2126
“Dünya, mü’mine hapishane; kâfire cennettir.” 2127
“Allah bir kulu sevdimi, onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin (perhiz gerektiren hastalığa uğramış) hastasına suyu yasaklaması gibi.” 2128
“Ben kim, dünya kim! Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.” 2129
“Dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol!” Tirmizî’nin rivâyetinde, hadisin devamında şu ifade vardır: “Kendini (ölmeden önce) kabir ehlinden say.” 2130
“Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadar yeterlidir.” 2131
“Müslüman olup da kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiği ile kanaat getirdiği kimse muhakkak felâh bulmuştur.” 2132
"Zenginlik mal çokluğuyla değildir. (Hakiki) zenginlik göz tokluğudur, gönül zenginliğidir." 2133
Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani alandan) daha hayırlıdır." 2134
“Hayır, vallahi ey cemaat! Ben sizin için ancak Allah’ın size vereceği dünya ziynetlerinden korkuyorum.” 2135
“Sizin elde ettiğiniz dünya metâı, hayır değil; bir fitnedir. Evet, hayır, ancak hayır getirir. Lâkin bu dünya ziynetleri hayır değildir. Çünkü bunlar fitneye sebep olur. Onlarla siz âhiret hususuna yönelmekten meşgul olursunuz. Baharın yetiştirdiği nebatların bazısı, çok yiyen hayvanları ya patlatıp öldürür yahut ölüme yaklaştırır. Ancak ihtiyacına kadar yiyenlere zarar vermez. Dünya malı da öyledir, insanlar ona hoş görerek meylederler. Bazısı mala gark oldu denilecek şekilde çok mal edinir, bazısı fazlasına tamah etmeyerek azı ile yetinir. Mala gark olanlar, ekseriyetle onun sebebiyle ya helâk olur yahut helâke yaklaşırlar.” 2136
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda ancak öldürmekle ve zorla mülke erişilir, ancak gasb ve cimrilikle zengin olunur, ancak dinden çıkmak ve hevâya uymakla sevgi kazanılır; kim bu zamana ulaşır da zengin olmaya gücü yettiği halde fakirliğe sabreder, sevgi kazanmaya gücü yettiği halde buğz olunmaya sabreder, izzete gücü yettiği halde alçaltılmaya sabrederse Allah kendisine beni doğrulayan elli doğrulayıcı sevabı verir.” 2137
2126] İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4104, 2/1378; Tirmizî, Kıyâmet 31, hadis no: 2467
2127] Müslim, Zühd 1; Tirmizî, Zühd 16
2128] Tirmizî, Tıbb 1
2129] İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4109, 2/1386; Tirmizî, Zühd 44, hadis no: 2377, 4/588
2130] Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no: 2334
2131] Kütüb-i Sitte, 17/564
2132] Müslim, hadis no: 1054; S. Müslim Terc. ve şerhi, c. 5, s. 478
2133] Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 120, hadis no: 1051; Tirmizî, Zühd 40, h. no: 2374
2134] Buhârî, Vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim, Zekât 94, hadis no: 1033, 97, h. no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344; Ahmed bin Hanbel, II/4
2135] Ebû Dâvud, Harac 17, hadis no: 2958, 2959
2136] Müslim, S. Müslim Terc. ve Şerhi, c. 5, s. 474
2137] Naklen: Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 444-445
İSRÂF
- 517 -
“İhtiyarın kalbi iki şeyi sevme hususunda gençtir: Yaşama sevgisi ile mal sevgisinde.” Diğer rivâyetler de şöyledir: “Âdemoğlu ihtiyarlar, fakat onun iki şeyi genç kalır: Yaşama sevgisi ve mal sevgisi.” “Âdemoğlu büyür, onunla beraber iki şey de büyür: Mal sevgisi, uzun ömür sevgisi.” 2138
“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa, üçüncü bir vâdi daha isterdi. Âdemoğlunun karnını topraktan başka bir şey dolduramaz. Ama Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” 2139
Sehl İbn Sa’d es-Saidî (r.a.) anlatıyor. “Bir gün Rasûlullah’a (s.a.s.) bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bana öyle bir amel gösterin ki, ben onu yaptığım takdirde Allah beni sevsin, halk da beni sevsin’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Dünyaya rağbet etme, Allah seni sevsin. İnsanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!” 2140
"Dünyada zâhidlik, helâl olanı haram etmek veya malı ziyân etmekle olmaz. Gerçek zâhidlik, Allah'ın elinde olana, kendi elinde olandan daha çok güvenmen ve bir müsîbete düştüğün zaman getireceği sevabı sebebiyle, onun devamına rağbet göstermendir." 2141
Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "(Ey Âişe! Cennette) benimle olman seni mesrur/sevinçli edecekse sana dünyadan bir yolcunun azığı kadarı kifâyet etmelidir. Sakın zenginlerle sohbet arkadaşlığı etme. Bir elbiseye yama vurmadan eskimiş addetme." 2142
"Allah'ım, Âl-i Muhammed'in rızkını belini doğrultacak kadar ver.” -Bir diğer rivâyette- "yetecek kadar ver." 2143
Reklâm; İsrâfı Emreden Şeytânî İllüzyon
Reklâm; Bir malı övme, niteliklerini sayma, benzeri mallardan ayrıldığı veya üstün olduğu noktaları ortaya koyma demektir. Alış verişin amacı kâr sağlamaktır. İslâm hukukuna göre, çeşitli mallara yüzde hesabiyle bir kâr haddi belirlenmemiştir. Genel olarak arz ve talep kanunlarına bağlı, serbest rekabet esasları içinde kendiliğinden oluşacak fiyatlar ölçü alınmıştır. Ancak serbest rekabet esasını korumak ve insanların temel ihtiyaçlarının istismarını önlemek için birtakım tedbirler öngörülmüştür. Ribânın yasaklanması, haksız kazanç yollarının kapatılması ve gerektiğinde narh'a başvurulması bunlar arasında sayılabilir.
Reklâmın amacı, müşterileri kendi malına yönelterek, tercihi bu yönde yapmasını sağlamaktır. Malın doğrulukla gerçek özellikleri söylendiği, kendisinde olmayan sıfatlarla övme, bazı kusurları gizleme, sözlerini yeminle teyid etme gibi davranışlar bulunmadığı sürece reklâm mümkün ve câizdir.
İslâm hukukunda tarafların yalan ve hile ile birbirlerini aldatması ve böylece malın çok yüksek veya çok düşük fiyatla satılması meşrû görülmemiştir. Âyetlerde şöyle buyrulur: "Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi
2138] Müslim, hadis no: 1046; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/463
2139] Müslim, hadis no: 1048; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, 5/465
2140] Kütüb-i Sitte, 17/563
2141] Tirmizî, Zühd 29, hadis no: 2341; İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4100
2142] Tirmizî, Libâs 38, hadis no: 1781
2143] Buhârî, Rikâk 17; Müslim, Zekât 126, hadis no: 1055; Tirmizî, Zühd 38, hadis no: 2362
- 518 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rızânızla yaptığınız ticaretle yemeniz helaldir.”2144; "Onlar Allah'ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar. Fakat bunun farkında değillerdir."2145; "İnsanlardan bir şey ölçüp alırken tam alan, onlara bir şeyi ölçüp veya tartarken de eksik tutan hilekârların vay hâline!" 2146
Enes bin Mâlik’ten (r.a.) rivâyete göre, Hıbbân b. Munakkız alış-verişlerinde aldatılıyordu. Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine şu tavsiyede bulundu: "Alış-veriş ettiğin zaman şöyle de: Aldatma yok ve benim için üç gün muhayyerlik hakkı vardır." 2147 Bir gün Rasûlullah (s.a.s.) pazar yerine çıkmış, bir buğday yığınının içine elini sokunca alt tarafının ıslak olduğunu görmüştü. Buğdayın yağan yağmurla ıslandığını, daha sonra bu durumu müşterilerden gizlemek için, üzerine kuru buğday yayıldığını anlayınca şöyle buyurdular: "İnsanların görmesi için ıslak buğdayı meydanda bırakman gerekmez miydi? Hile yapan bizden değildir." 2148
Özellikle bu son hadis-i şerifte, malın gerçek özelliği gizlenerek veya maldaki kusur örtülerek yapılan bir reklâmla müşteriler etkilenmek istenmektedir. Diğer yandan, malın fiyatının bu dış görünüşe göre belirleneceğini, bunun da haksız kazanca ve haksız rekabete yol açabileceğini eklememiz gerekir.
Hileli reklâm fıkıhta "tağrir" terimiyle ifade edilir. Tağrir sözlükte; hile ve aldatma demektir. Alış-verişte hileden maksat; bir kimseyi söz, fiil ve davranışlarıyla etkileyerek, satım akdinin onun yararına olduğunu telkin etmek ve onu malın gerçek değerinin üstünde bir satış bedeline râzı etmektir.
Hile Ve Aldatma Çeşitleri
1. Fiilî hile Taraflardan birisinin diğerini etkilemek ve alış-verişe râzı etmek için birtakım hileli hareketler yapmasıdır. Meselâ; kalitesi düşük bir mala aynı cins fakat kaliteli bir malın damgasını vurmak, kalori değeri yüksek olan kömüre düşük kalitelisini karıştırmak, sütsüz ineğin memelerini bağlayarak süt biriktirmek ve alıcıya süt varmış gibi göstermek, otomobilin büyük ölçüde çürümüş olan kaportasını macun ve boya ile kapatarak satışa arzetmek ve böylece piyasa fiyatının üstünde, fâhiş gabin derecesinde bir satış bedeli ile satmaya çalışmak, fiili hileye örnek gösterilebilir.
2. Sözlü hile Taraflar birbirini etkilemek ve akde râzı etmek için, birtakım aldatıcı ve yanıltıcı sözlerle malın reklâmını yapmış olabilirler. Burada da amaç, malın tercih edilmesini sağlamak veya müşteriyi yüksek fiyat konusunda etkilemektir. Meselâ; satılanı mevcut olmayan niteliklerle övmek, malın kusurunu gizlemek, üçüncü bir kişi aracılığı ile fiyatın yükseltilmesini sağlamak bunlar arasındadır.
Reklâmın, diğer benzer mal sahipleri için yıkıcı rekabet özelliği taşımaması gerekir. Ebû Hureyre’den (r.a.) şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.s.) şehirlinin köylü adına satış yapmasını ve müşteri kızıştırıp satış yapılmasını yasaklardı. Yine o; "Bir kimse kardeşinin satışı üzerine satış yapmaz, bir kıza dünürlük üzerine dünür göndermez. Bir kadın, onun kabındaki nimeti, kendi kabına doldurmak
2144] 4/Nisâ, 29
2145] 2/Bakara, 9
2146] 83/Mutaffifin, 1-3
2147] Buhârî, Büyû', 48, Husûmât, 3; Müslim, Büyû', 48
2148] Müslim, İman, 164; Ebû Dâvud, Büyû’, 50; Tirmizi, Büyû’, 72
İSRÂF
- 519 -
için, mü'min kardeşi olan bir kadının boşanmasını istemez" buyurdu. 2149
Şehirlinin köylü adına satışı bir komisyonculuk olup, karaborsacılığa ve piyasaya kontrollü mal sürülerek fiyatların yükselmesine neden olur. Müşteri kızıştırma; başkalarının o malı tercih ettikleri imajını vermek için gerçek alıcı olmayanların alıcı gibi davranması anlamına gelir. Bu da bir çeşit hileli reklâm yolu olup yasaklanmıştır. Başkasının satışı üzerine satış yapmama ise, haksız rekabet yoluyla, diğer satıcıları saf dışı bırakma ve çeşitli yollarla onların satışını engellemedir. 2150
İmam Mâlik'e göre, piyasa fiyatından ne aşağı ve ne de yukarı bir fiyatla satış yapılmamalıdır. Piyasa fiyatı, ticaret yapanların büyük çoğunluğunun islâmî esaslar içinde serbest rekabetle oluşturduğu satış bedelleridir. Bu görüşün dayandığı delil; Hz. Ömer'in, Hâtıb b. Ebî Beltea (r.a.) ya söylediği narh'la ilgili sözlerle, Ömer b. Abdülazîz'in uygulamasıdır. II. Ömer'in hilâfeti zamanında bir bölge halkı, diğer bölge halkını engellemek için fiyatlarında bir indirim yapmışlardı. Halîfe fiyatların Allah'ın elinde olduğunu belirterek, kendilerinden bu duruma son vermelerini istedi. 2151
Ebû Hanife'ye göre, bir menkul veya gayri menkulü paylaşma hakkına sahip olanların, sırf fiyatları yükseltmek amacıyla, aralarında anlaşarak ortaklık kurmaları caiz değildir. Bu görüş, günümüzdeki hileli bazı reklâm ve yollarla hisse senedi fiyatlarının yükseltilmesini de kapsamına almaktadır. İşte İbn Teymiyye (ö. 728/1327) ve İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 750/ 1350) bu görüşü ticaret kesimine de teşmil ederek şöyle demişlerdir: "Belli bir mal çeşidini alıp satmakta olan bir grup tüccar, piyasa fiyatından daha düşük ve kendi kararlaştırdıkları bir fiyatla satın alarak zulüm ederlerse ve sattıklarını da piyasa fiyatından daha yüksek bir fiyata satar ve aralarında ortaklık kurup, elde ettiklerini bölüşürlerse, bu işten alıkonulurlar." 2152
Burada öngörülen yasaklama ile günümüz ekonomilerinde görülen "kartel" uygulaması aynı niteliktedir. Kartel; çeşitli firmaların aralarında rekabete yer vermemek ve piyasayı istismar etmek amacıyla kurdukları bir birliktir. Bunlar, satış pazarlarını birleştirme, sürüm pazarlarını aralarında paylaşma, ortak büro açma ve asgarî bir satış bedeli belirleme gibi amaçlarla kurulur. 2153
Günümüzde, radyo, televizyon, gazete ve dergilerde yapılan reklâmlar büyük harcamalara yol açmakta ve bunlar maliyetleri etkilemektedir. Bunların İslâm hukuku bakımından maliyete eklenip eklenmemesi önemli bir problemdir. Mal sahibinin malın alımı, nakli ve pazarlaması sırasında yapacağı masraflar, malda veya kıymetinde bir artış meydana getirmişse bu girdiler mâliyete eklenebilir. Nakliye, dikiş, cilâlama, boyama, tamir ve bakım masrafları bunlar arasında sayılabilir.2154 Komisyoncu ücretinin eklenmesi de caiz görülmüştür. 2155
Ancak mal sahibinin kendi şahsı için yaptığı yeme, içme, yatıp kalkma vb.
2149] Buhârî, Büyû’ 58, 64, 70, Şurût 8; Müslim, Nikâh 52, Büyû’ 11, Birr 30
2150] bk. ez-Zebîdi, S. Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc, Kâmil Miras, Ankara 1984, VI, 486, 487
2151] el-Bâci, el-Munteka, V, 17-18
2152] İbn Teymiyye, el-Hisbe fil-İslâm, 1967, s. 16
2153] Feridun Ergin, İktisat, İstanbul 1964, s: 311-315
2154] el-Kasâni, Bedayius-Sanayi', Beyrut 1974, V, 223; İbnül-Hümam, Fethül-Kadir, Mısır 1316/ 1868, V. 225
2155] el-Kâsani, a.g.e., V, 223
- 520 -
KUR’AN KAVRAMLARI
masraflarla, çoban, bekçi, doktor veya veteriner masrafları anaparaya eklenmez. Çünkü bunlar malda veya kıymetinde artış meydana getirecek nitelikte değildir. Ayrıca bu konuda açık örf de yoktur. 2156
Sonuç olarak, reklâm masraflarının reklâmı yapılacak malın kendisinde veya kıymetinde doğrudan bir artış sağlayacak bir nitelikte olmadığı dikkate alınırsa, bunların mâliyete eklenmemesi gerekir. Çünkü mâliyete eklenen reklâm harcamaları müşterilere yansıtılmış olur. Alıcıların böyle bir yükün altına sokulması bedelsiz kalır. Diğer yandan, satıcı reklâmlar sayesinde oluşacak sürümden fazla kazanç elde eder. Bu yüzden, reklâm masraflarının fazla sürüm kârından karşılanması daha adaletli bir çözüm olur. Böylece aşırı reklâm yapma isteği frenlenmiş ve reklâm yapanla yapmayan arasında da ticari denge kurulmuş olur. 2157
Kapitalizm; Tüketimi ve İsrâfı Dayatan Rejim
Batı dünyasında feodalizmin çöküşünden bu yana egemen olan ekonomik sistem. Anamalcılık, Sermayecilik, Serbest Piyasa Ekonomisi, Serbest Girişinin Ekonomisi adlarıyla da anılır. Liberal sistem, serbest ticaret, karma ekonomi deyimleri de kapitalizmi belirtir. Kapitalist ekonominin temel özelliği üretim araçlarının büyük çoğunluğunun özel ellerde bulunması ve üretimle gelir bölüşümüne önemli ölçüde piyasaların işleyişinin yön vermesidir.
Kökleri ilkçağa kadar uzanan kapitalizm Ortaçağın sonlarına doğru Avrupa'nın belirli bölgelerinde gelişmeye başladı. Ancak bir sistem olarak yerleşmesi onaltıncı yüzyıldan sonra gerçekleşti. Onaltı, onyedi ve onsekizinci yüzyıllarda İngiliz kumaş sanayisindeki büyüme kapitalizmin gelişimini hızlandırdı. Kapitalizm öncesi sistemlerde üretimin tüketimi aşan bölümünün üretim kapitalitesinin genişletilmesi amacıyla kullanılmasıyla ayrılıyordu. Birçok tarihsel etmen de bu gelişmeyi pekiştirdi. Onaltıncı yüzyıldaki reform hareketinin çabasını aşağılayan geleneksel ahlâkın etkilerini kırarken çok çalışma ve tutumlu olmaya da dini bir temel kazandırdı. Artık ekonomik eşitsizlik zenginlerin de ahlâklı olabileceği gerekçesiyle rahatça savunuluyordu.
Kapitalizmin gelişmesine katkıda bulunan diğer bir etmen de Avrupa'da değerli maden arzındaki artış ve bunun sonuncunda fiyatların yükselmesi oldu. Bu dönemde fiyatlar ücretlerden daha hızlı arttığından enflasyondan en çok sermaye sahipleri yararlandı. İlk kapitalistler (1500-1750) Merkantilist dönemde güçlü ulusal devletlerin ortaya çıkmasında da yararlandılar. Bu devletlerin izlediği ulusal güçlenme politikaları bir örnek para ve hukuk sistemleri gibi iktisadi gelişme için gerekli temel toplumsal şartların oluşmasını ve sonuç olarak ağırlığın devletten özel teşebbüse kaymasını sağladı.
İngiltere'de onsekizinci yüzyılda kapitalist gelişmenin odağı ticaretten sanayiye kaydı. Önceki yıllarda sağlanan sermaye birikimi, Sanâyi Devrimi sırasında teknik bilginin sanayiye uygulanması yolunda kullanıldı. Adam Smith (1723-1790) "Ulusların Zenginliğinin Nedenleri ve Kaynakları Üzerine bir inceleme" adlı eserinde klasik kapitalizmin ideolojisini ortaya koydu. Smith, toplumların gelişmesini Marksist kurama benzer biçimde çeşitli aşamalara ayırıyordu. Buna göre toplumlar avcılık, göçebeliğe dayalı tarım, feodal çiftçilik ve ticari karşılıklı
2156] es-Serahsi, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, XIII, 80-81; el-Fetava'l-Hindiyye, III,162
2157] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 244-245
İSRÂF
- 521 -
bağımlılık aşamalarından geçerler. Her aşamanın kendine özgü kurumları vardır. Sözgelimi avcılık aşamasında mülkiyet olmadığı için adlî kurumlara gerek yoktu. Ama toplumsal çevrenin büyümesiyle birlikte düzenli orduların yanısıra özel mülkiyetin ve çeşitli ayrıcalıkların korunmasını aracı olarak devlet kurumu gelişti. Böylece daha karmaşık bir örgütlenme ortaya çıktı. Ücretleri loncaların yerine piyasaların belirlediği, özel girişime devletçe konan kısıtlamaların kalktığı son aşama ise sonradan serbest rekabet kapitalizmi olarak adlandırılan "kusursuz özgürlük" aşamasıdır. Bu aşamada bireylerin tutkuları doğrultusunda kendi durumlarını iyileştirmeye yönelik faaliyetlerini toplumsal bakımdan yararlı sonuçlara dönüştüren mekanizma rekabettir. Örneğin bireylerin rekabete dayalı mücadelesi sayesinde malların fiyatları, geçici sapmalar dışında üretim maliyetini denk düşen doğal düzeylerde oluşur. Ulusal servet ise toplumun üç ana sınıfını oluşturan işçiler, toprak sahipleri ve sanayiciler arasında gene ortak yararı en yüksek düzeye çıkarılacak biçiminde ücret rant ve kâr olarak bölüşülür. Dolayısıyla kendi kendine işleyen ve kendini sürekli olarak düzelten piyasa mekanizması devlet müdahalesi olmadan toplumsal düzenliliği sağlar. Bireylerin kendi çıkarları peşinde koşması ulusal zenginliği de artırır. Ekonomideki üretkenlik artışının temeli ise emeğin iş bölümüdür. Bireyler işbölümü sayesinde bir yandan kendi verimliliklerini artırırken aynı zamanda toplumsal üretkenliğin de artmasına katkıda bulunur. Rekabetçi sistemin isleyişini engelleyecek ayrıcalıklara ve devletin müdahalelerine izin verilmediği sürece ulusal zenginlik durmadan büyüyecek, toplum kendiliğinden en iyi noktaya ulaşacaktır.
Fransız Devrimi ve Napoleon Savaşları'nın feodalizmin kalıntılarını silip süpürmesinden sonra Smith'in önerdiği politikalar giderek daha çok uygulamaya konuldu. Ondokuzuncu yüzyılda siyasal liberalizmin başlıca politikaları serbest ticaret, sağlam para (altın standardı), dengeli bütçe ve sosyal yardımların son derece kısıtlı tutulması biçiminde kendini gösteriyordu.
I. Dünya Savaşı kapitalizmin gelişmesinde bir dönüm noktası oldu. Savaştan sonra uluslararası piyasalar daraldı, altın standardının yerini uluslararası para birimi aldı, bankacılık alanında hegemonya Avrupa'dan ABD'ye geçti, Afrika ve Asya ulusları sömürgeciliğe karşı başarılı mücadelelere giriştiler ve dış ticaretin önündeki engellere yenileri eklendi. 1929 Büyük Bunalımı pek çok ülkede devletin ekonomiye karışmamasını öngören kapitalizmin ünlü "bırakınız yapsınlar" politikasına son vererek bir süre kapitalist sistemin geleceğine ilişkin şüpheleri artırdı. Ama II. Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika, Avrupa ülkeleri ve Japonya'daki başarısı sistemin yaşama gücünü sürdürdüğünü göstermekle kalmayarak Son yıllarda doğu bloğu ülkelerini de etkileyerek komünizme karşı sürdürdüğü rekabette önemli ölçüde başarı kazandı.
Günümüzde en yaygın ve güçlü ekonomik sistem durumundaki kapitalizm, felsefi temelleri, kuralları, amaçları ve sonuçları bakımından İslâm'ın tam karşısında yer alır. Kapitalizmin temelini maddecilik oluşturur. İnsana öngördüğü biricik amaç maddi zenginliğe ulaşmak ve bunu dilediğince tüketmektir. Bu amaca ulaşmak isteyen bireye sınırsız bir özgürlük tanır. Bu nedenle aşırı ölçüde bireycidir. İnsan ve toplum hayatında belirleyici olarak kabul ettiği tek ilke piyasa şartları ve rekabettir. Fırsatçılık ve acımasızlık ise onun ahlâk kurallarıdır. Hep daha çok kâr yapmaya yönelttiği insanlar tutkuları yönünde hiçbir engelle karşılaşmamalıdır. Bütün bunlar kapitalizmi insanlık dışı bir sistem durumuna
- 522 -
KUR’AN KAVRAMLARI
götürmüştür. Bireye tanıdığı sınırsız özgürlük ve kabul ettiği "bırakınız yapsınlar" kuralı doğal olarak en çok sermaye sahiplerinin işine yaradığı için büyük kitlelerin yoksullaşmasına, sömürülmesine yol açmıştır. Kapitalistin doymak bilmeyen mülkiyet tutkusu kapitalizmi, sınırlarını aşarak dünya ölçüsünde yayılmaya ve özellikle yoksul ülkelerin doğal kaynaklarını yağmalamaya götürmüştür. Bu nedenle kapitalizm İslâm gözünde zulmün ve sömürünün ortadan kaldırılması gereken başlıca nedenlerinden birisidir. 2158
Yeme-İçmede İsraf
Az Yemenin Dindeki Önemi ve Faydaları: Az yemede, kalbin (gönlün) safası, inceliği, hassâsiyeti vardır. Gönlün Hakk'a bağlılığı artar. Çok yemede kalp katılığı oluşur; giderek kalbin nuru kaybolur. Nitekim Peygamber Efendimiz'in şöyle buyurduğu rivâyet edilir: "Kalplerinizi çok yemekle öldürmeyin. Fazla suyun ekinleri öldürdüğü gibi, muhakkak fazla yemekle de kalp ölür." "Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), karnını tamamen doyurmaz ve şöyle buyururdu: "Mü'min, karnını tamamen doyurmaz."2159 Az yemek, insana tembellik, uyuşukluk ve ahmaklık veren fazla uykuyu giderir. Nefis, açlıkla kırıldığı kadar hiç bir şeyle kırılmaz. Çok yiyenin gafleti artar. O yüzden Peygamberimiz (s.a.s.) az yeme hakkında ısrarlı tavsiyelerde bulunmuştur: “Âdemoğlu, midesinden/karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyecekse (nefsinin galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa onu üçe ayırsın: (karnının) üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte birini de nefesine (ayırsın, üçte birden fazlasına yemek koymasın).” 2160; “Çok yemek (nefse) kötülüktür. Ey Ebû Zer! Yemeği ve konuşmayı azalt ki, cennette benimle beraber olasın.” 2161
Bu hadis-i şerifte mide, öncelikle bir kaba ve içerisine bir şeyler konan zarfa benzetilmekte, böylece değer itibarıyla düşürülmektedir. Zira kap ve zarf, gaye değil; vasıtadırlar. Kendi zatları sebebiyle değil; içlerine konan şeyler sebebiyle kıymet taşırlar. Öyle ise onlar değil; içlerine konan şeyler asıldır. Hadis, mîdeye ayrıca “şerli” sıfatı vererek ikinci bir değerden düşürmeye tâbi tutmaktadır. Yani mide, sıradan bir kap değil; zarar veren, şer getiren bir kaptır. Mideyi çok doldurmanın dinî, tıbbî zararları vardır; dengesiz, kalitesiz... beslenmenin nice hastalığa sebep olması sözkonusudur. “Kimin fikri fazla ise yemesi azdır; kimin tefekkürü azsa yemesi çok, kalbi de katıdır.”2162; “Bu mal, tatlı ve hoştur. Ama bilin; kim onu nefsânî hırsla alırsa, yediği halde doymayan kimse gibi olur.” 2163
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: ‘Rasulullah (s.a.s.) kâfir bir misafir ağırlamıştı. Derhal onun için bir keçinin sağılmasını emretti. Keçi sağıldı. O kâfir onun sütünü içti. Sonra diğer bir keçinin daha sağılmasını emretti (adam doymadı). Bu suretle tam yedi keçinin sütünü içti. Adam yatıp, sabah olunca müslüman oldu. Rasulullah, bir keçi sağılmasını emretti. Adam onun sütünü içti, sonra ikinci bir keçi daha sağıldı. Fakat bunun sütünü tamamen içemedi. Bunun üzerine Rasulullah
2158] Ahmet Özalp, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 299-301
2159] Dârimî, Vesâyâ 1, hadis no: 108
2160] Tirmizî, Zühd 47 –2381-; İbn Mâce, Et’ıme 50 –3349-; Kütüb-i Sitte, 11/131; Riyâzu’s Sâlihîn, Açlığın Fazileti Bâbı, hadis no: 26
2161] Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 4238; Keşfu’l Hafâ, h. no: 3278
2162] Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 126
2163] Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 126
İSRÂF
- 523 -
(s.a.s.): “Mü’min bir mideye içer; kâfir ise yedi mideye içer.” buyurdular.’ 2164 Hadisin başka rivâyetinde “Bu gün o mü’mindir, bir tek mideye yedi. Dün ise yedi mideye yemişti. Kâfir, yedi mideye yer, mü’min ise tek bir mideye yer.” Ve artık müslüman olan Ebû Gazvan’a “Senin dün yedi miden vardı; Bugün ise tek miden var!” 2165
Muhaddisler ve âlimler, kâfirlerin yedi mideye yemesi konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşler, cidden çok yönlü değerlendirmeler yapmışlardır. (Bu değerlendirmelerin özeti olarak yedi sayfa tutarında açıklamalar için 2166 Ulemâ bu konuda der ki: Hadis-i şeriflerde, dünyalık (yeme-içme) hususunda azlığa teşvik, bunda zühd ve harama gitmeden elde edilene kanaat etmeye rağbet vardır. Akıllı kimseler, hep açlığı övmüşler, çok yemeyi zemmetmişlerdir. Yeme hususunda insanlar üç kısımdır: Bir grup vardır, her yiyeceği, ihtiyaç olsa da olmasa da yer. Bu, câhil takımın amelidir. Bir grup vardır, acıktığı zaman, açlığı örtecek kadar (aşırılığa kaçmaksızın doyuncaya kadar) yer. Bir grup da vardır ki, bunlar nefislerini açlığa mahkûm ederler, bu davranışlarıyla nefsin şehvetini kırıp, dizginlemek murad ederler. Bunlar, yedikleri vakit ihtiyaçlarını örtecek kadar yerler. 2167
Peygamberimiz, aza kanaat etme ve az yeme ve beraber yiyenlerin sayısı arttıkça yemeğin bereketinin de artacağı konusundaki meşhur bir hadiste de şöyle buyurur: “İki kişinin yiyeceği üç kişiye de yeter. Üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.” 2168 Bu hadisin İbn Mâce’de gelen bir rivâyeti ise şöyledir: “Bir kişinin yemeği iki kişiye kâfidir. İki kişinin yemeği üç-dört kişiye kâfidir. Dört kişinin yemeği, beş-altı kişiye kâfidir.”
“Birlikte yiyin, ayrı ayrı yemeyin; zira beraber olunca bir kişilik yemek, iki kişiye de yeter.” 2169
Bir zât, Rasulullah’ın yanında öğürmüştü. Rasulullah ona şöyle buyurdu: “Öğürtünü/ geğirmeni bizden uzak tut. Zira, dünyada insanların en çok doymuş olanları, Kıyamet günü en çok aç kalacak olanlardır.”2170 Hadiste öğürtü/geğirti diye tercüme edilen 'cüşâ' kelimesi: “doyma sırasında mideden çıkan gaz” diye tarif edilir ki, çok yemenin belirtisidir. Rasulullah, öğürmeyi kınamakla, onun sebebi olan çok yemeyi takbih etmiş olmaktadır; nitekim hadisin devamından, çok yemenin kötülüğü rahatlıkla anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu hadis-i şerif, çok yemenin ölçüsü hakkında bir ipucu vermektedir: Öğürme oluşturacak kadar yememek gerekir. Zira öğürme, çok yemeden oluşur. Yoksa, Rasûlullah, gayr-ı irâdî olarak meydana gelen bir olaydan dolayı kimseyi kınamazdı. Öğürme irâdî değildir; ama ona sebep olan çok yeme irâdeye bağlıdır.
Münâvi, bu hadisi şu manada açıklar: Esasen bu derece fazla yemek, tıbben de yasaklanmıştır. Mesele, dinî tabirle, “tokluk kişiyi şeytana yaklaştırır, nefsi azdırır ve tuğyâna atar; açlık ise, şeytanın yollarını daraltır, nefsin hâkimiyetini
2164] Buhârî, Et’ıme 12; Müslim, Eşribe 186 -2063; Tirmizî, Et’ıme 20 –1820-; Muvattâ, Sıfatu’n Nebî 10 –2, 924-; K. Sitte, 11/122
2165] Hadisin farklı rivâyetleri için bkz. K. Sitte, 11/123
2166] bkz. K. Sitte, c. 11, s. 122-128
2167] Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 128
2168] Buhârî, Et’ıme 11; Müslim, Eşribe 178 –2058-; Tirmizî, Et’ıme 21 –1821-; Muvattâ, Sıfatu’n Nebî 20, 52, 928; K. Sitte, 11/128
2169] Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 129
2170] Tirmizî, Kıyâmet 38 –2480-; İbn Mâce, Et’ıme 50 –3350-; K. Sitte, 11/130
- 524 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kırar. Böylece onların şerlerini bertaraf eder. Tokluktan insanda çok değişik arzu ve hırslar harekete geçebilir. Bu da âhiret açısından tehlikeli sonuçlar doğurabilir. 2171
Acıkmadan yemek yenmeyeceği ve mideyi fazla doldurmama ile ilgili, şu olay meşhurdur: Asr-ı Saâdette, hükümdarlardan biri Hz. Peygamber’e (s.a.s.) hizmet için bir doktor göndermişti. Bu tabip, Rasul-i Ekrem'in yanında uzun müddet kalarak ashâb ve ehl-i beytten hastaları tedavi için beklemiş, fakat tedaviye çok az kimsenin muhtaç olduğuna şahit olarak memleketine dönmek için izin isteyince, az hastalanmanın sebebi hakkında Hz. Peygamber, "Ashâbın iyice acıkmadıkça yemek yemediklerini ve yemekten iyice doymadan ayrıldıklarını" söylemiştir.2172 İbn Sîna da "yediğiniz yemeği hazmetmeksizin yemek yemekten sakının" diyor.2173
Az yemek konusunda bugünün tıbbı da şöyle diyor: Sofradan doymamış olarak kalkmalı, mideyi alabildiği kadar doldurmaya çalışmamalıdır. Bazı doktorlar, yiyeceklerin miktarı, rejimden daha önemlidir derler. Mideye fenalık etmenin başlıca yolları: Çok sık yemek, çok fazla yemek, çok sıcak veya çok soğuk şeyler yemek, yeteri kadar çiğnememek, alkol vb. şeyler kullanmaktır. 2174
Eskiden kuvvetli gıdalar almakla ve çok yemekle sağlıklı olunacağı ve daha uzun yaşanacağı zannedilirdi. Hâlbuki şimdi tıp ilmi de az yemeyi tavsiye ediyor. Araştırmacılar, farelere her zamanki yedikleri normal yiyeceği azaltarak sadece yüzde kırkını verdiler. Neticede bunların ömürlerinin uzadığını gördüler.
R. Walford gibi bilim adamları, insanlar da az yer ve açlık çekerlerse daha çok yaşayacaklarına inanıyor. Walford ve üç meslektaşı kendilerine iki sene süreyle az kalorili bir diyet uyguladılar. Neticede tansiyonlarının ve kandaki kolestrol seviyelerinin düştüğünü gördüler. Bugünkü tıp ilmi şişmanlığı bir hastalık, fazla yemeyi de zehir olarak kabul etmektedir. Bilim adamları, ayrıca sağlıklı ve uzun ömürlü olmak isteyenlere, sigara ve içki içmemeyi, bol jimnastik yapmayı ve az yağlı yemeyi tavsiye ediyorlar. Amerika Milli Yaşlanma Enstitüsü Araştırmaları tarafından bildirildiğine göre, küçük canlılarda ispatlanan az yiyerek daha uzun yaşama kuralı, maymunlarda ve insanlarda da geçerli olabilir.
Hayatı boyunca az yemeyi prensip edinen Peygamberimiz, ümmeti hakkında korktuğu şeylerden birini çok yeme hastalığı olarak sayar: “Benden sonra, ümmetim için üç hususta korkuyorum. Bunlar, sapık arzular, bilgiden sonra gaflet, çok yemek ve şehvetlere tutulmaktır.” 2175
İlim de kabul etmektedir ki, çok yemek zararlıdır. Romatizma, kalp hastalıkları, kan dolaşımındaki bozukluklar, şeker vb. hastalıklarda en büyük etkenlerin başında çok yemek yemek gelir. Çok yemenin sonucu, vücut lüzumundan fazla kilo alır ki, bu sebeple kalbin etrafı yağ tabakasıyla kaplandığı için, insan rahat nefes alıp veremez. Kollestrin (kanda yağ birikmesi) denilen hastalığın başlıca sebebi yine çok yemektir. Çok yemek neticesinde böbrekler vaktinden önce yorulur ve bozulur, görevini yapamaz olur. Mide doğal şeklini kaybeder, büyür,
2171] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 11, s. 130
2172] Milaslı İsmail Hakkı, Tıbb-ı Nebevî, s. 22
2173] Kastalâni, el-Mevâhibu'l Ledünniye, s. 22
2174] Hemmerdinger, Midenizi Koruyunuz, Terc. Cevat Bilge, s. 31
2175] Câmiu’s Sağîr, 1/13
İSRÂF
- 525 -
elastikiyetini koruyamaz. Dolayısıyla yenilenleri kolay kolay hazmedemez. Bu yüzden bütün vücut da rahatsız hale gelir. Çok kere mide ülseri, mide veya kalın bağırsakta çıban da meydana gelir. Bu saydıklarımız ve daha birçok rahatsızlıklar hep çok yiyip içme neticesi meydana gelen zararlardandır. Bu gibi hastalıkların oruç tutulmayan yerlerde ve oruç tutmayan kimselerde daha çok bulunduğunu hatırlatalım.
İslâm’ın yeme içme ile ilgili emir ve tavsiyelerinden, özellikle sünnete uygun olarak az yeme ile ilgili hadislerden şu yargılara varabiliriz:
Müslüman, hayatı; yalnız yeme içme, egoist duygu ve sınırsız arzuları tatmin etme felsefesine dayandıramaz. O yeme için yaşamaz; ibadete güç yetirebilmek, kulluk bilincine katkı için ve o miktarda yer.
Yiyecek ve içecek konusundaki yasaklara uymak ve sünnete uygun tarzda yemekle insan olgunlaşır, kendi içinden gelen arzulara ve çevreden gelen zararlı çağrılara gem vurmasını, fıtratı zorlamadan, insan bu yolla kazanabilir.
Yeme içme arzusu, disipline ve düzene sokulması gereken bir duygudur. Her konuda olduğu gibi bu hususta da aşırılık ve düzensizlik dinimizce yasaklanmıştır. “Bir lokma, bir hırka” anlayışı yanlış olduğu gibi; esas ve daha kesin olarak aşırı tüketim ve oburluk yasaklanmıştır.
İnsanlar, nefsinin her isteğine uyarsa, isteklerini sınırlamazsa, hem kendileri, hem toplumları bundan zarar görecektir. Hırs ve doymak bilmeyen isteklerine; kişi, dış baskılarla değil; insanda doğuştan mevcut olan din duygusuyla Rabbından korkarak O’nun rızâsı doğrultusunda kendisi sınır koymalıdır.
Nefis ve hevâ/aşırı istekler, insanın yapısına baskın çıkarsa, büyük savaştan insan, kendine zulmederek, kendine yazık ederek mağlup olarak çıkmış ve dünya imtihanını kaybetmiş olur.
Bedeni, akıl ve ruha tâbi kılmak gerekir. Bunun için de bedenin kuvvetini sınırlamak ve ruhun gücünü arttırmak lâzımdır.
Çok yemek, doymadan sofradan kalkmamak, hatta doyduktan sonra bile lezzetinden dolayı yemeye devam etmek, sigara ve içki gibi zararlı alışkanlıklar... bütün bunları önlemeye çalışmak, irâdeye hâkim olma mücadelesinde gâlip gelmek için azmetmek/kararlı olmak, helâl ve temiz gıdalara dikkat etmek; dinin bu konudaki önemli tavsiyelerindendir.
Tıka basa, oburca yemeyi, israf ve lüks tüketimi yasaklayan İslâm, insanı aza kanaat etmeye alıştırdığı gibi, açların halini unutturmayıp onları doyurmayı önceliklerinin arasına aldırır. İslâm, komşusu açken tok yatmayı, müslümanlardan ayrılmak ve insanlığa ihanet olarak görür.
Müslüman, imkân nisbetinde nâfile oruç tutmaya çalışacak, özellikle evlenmeye yol bulamayan gençler, orucu fazlalaştıracak ve az yiyecektir. Nefsi, yeme içmede dizginlenince, şeytanî bakış, düşünce ve duygulardan da korunmaya daha kolay alışacaktır.
Az yemek kanaati doğurur. Kanaat ise tükenmez hazinedir.
Geçim sıkıntısının önemli bir sebebi, gereksiz mutfak harcamalarıdır. Sünnet
- 526 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çizgisinde ve selim akıl ölçüsünde gerçekten ihtiyaç olmayan yiyecek ve giyecekler devreden çıkarılırsa, bereket artacak, huzur çoğalacak, sıkıntılarsa azalacaktır.
Sünnete uygun yenildiğinde kadınların ömrü mutfakta heder olmaktan çıkacak, kadına bu yönden yapılan zulüm, yerini hayırlı faaliyetlere bırakacaktır.
Sünnete uygun yeme içme kültürü, insanı doldur boşalt makinesi olmaktan, sömürüye kurban olmaktan, “çok kazan çok tüket” felsefesinden kurtaracaktır.
Yiyeceklerin Temiz ve Helâlinden Yararlanmak: Helâl kılmak da, haram kılmak da Allah’a ait bir haktır. Hiç kimsenin, zühdünden, yani dünyaya rağbet etmemesinden dolayı, nefsini kırmak için ve Allah’ın mubah kıldığı bir şeyi, lezzet verdiği için haram kılması caiz değildir. Bir şey, helal ise, nefsimizin hoşuna gidecek şekilde temiz ve lezzetli de olsa, ondan yararlanmak caiz olur. Çünkü İslâm, mubah oldukça lezzet veren şeylerden faydalanmayı kişiye yasaklamamıştır. Eğer o şey, haram ise, ondan uzak durmak ve o nitelik onda oldukça onu kullanmamak gerekir. Allah, haram kılmadığı bir zîneti, süsü veya temiz rızıkları haram sayanları reddeder. “De ki: ‘Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?’ De ki: ‘O, dünya hayatında mü’minlerindir; kıyamet günü de yalnız onlarındır.’ İşte Biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz.” 2176
Müslümana düşen, helalinden ne bulduysa yemesi, leziz olana kendini zorlamaması ve bunu âdet ve alışkanlık haline getirmemesidir. Tiryakilik, alışkanlık yapan, onsuz yapamadığımız şeyler, giderek helal olmaktan çıkan bir duruma gelebilir. Tiryakilik yapan gıdalardan sakınmaya çalışmalıdır. Peygamberimiz, bulduğu zaman karnını helal yiyeceklerle doyurur, ama yemede aşırıya, lüks ve israfa kaçmaz ve şükreder; bulamayınca da sabrederdi. Eline geçtikçe tatlı yer, rastladıkça bal şerbeti içer, buldukça et yerdi. Bunların hiç birini özellikle yapmadığı gibi; âdet ve alışkanlık da edinmemişti. 2177
“Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin. Ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner. Kimin üstüne gazabım inerse artık o, (ateşe) düşmüştür.” 2178
Hz. Peygamber'in sünneti, az yeme ve sofradan doymadan kalkma konusunda ciddî tavsiyelerde bulunur. Fakat, bu konu, fıkıh açısından, haram ve helâl hükümleriyle yanlış değerlendirilmemelidir. İslâm fıkhı açısından hüküm şudur: Az yemek, sofradan doymadan kalkmak sünnet; doyuncaya kadar yemek câiz; doyduktan sonra yemek ise haramdır. Helâl ve temiz yiyecekleri doyduktan sonra yemeye devam etmek, öncelikle israf olduğu için haramdır. "Yiyin, için; fakat israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez.”2179 Ayrıca, doyduktan sonra yemek, fıtratı zorlamaktır ve vücuda zararı kesindir. Bu yönlerden dolayı da câiz olmaz.
Allah, insanların ve canlıların ihtiyaç duyduğu her şeyi yaratarak, yeryüzüne depo etmiştir. İnsana düşen; hem bu dünyadaki, hem ahiretteki rızkı için gayret sarfetmektir. Ama gayretin yönü ve içeriği ile rızkın helâlını veya haramını tercih etmiş olacaktır. Böylece de ahiret rızkını bu dünyadan kendisi göndermiş veya sadece burada tüketmiş olacaktır.
2176] 7/A'râf, 32
2177] İmam Kurtubi, el-Câmiu li Ahkâmi'l Kur'an, c. 7, s. 198
2178] 20/Tâhâ, 81
2179] 7/A’râf, 31
İSRÂF
- 527 -
Tüketim Çılgınlığı ve İnsanımız
Dünya nüfusuyla birlikte beklentiler de artıyor. Otomobiller, cep telefonları, televizyonlar, gazeteler, ev eşyaları, seyahat acentaları, tatil köyleri, lokantalar artıyor. Trafik kazaları, sosyal patlamalar, kuşak kopuklukları, uyuşturucu kullanımı ve boşanmalar da artıyor. Cinâyetler, intiharlar, depresyon, yolsuzluklar da katlanarak çoğalıyor.
Böyle yoğun tempolu bir üretim-tüketim-harcama-harcanma ortamında, kendimiz ve çevremizin bir taşıma kapasitesi olduğunu anlamak zorundayız. Sürekli harcamaya programlanan toplumun mânevî termostatlarının nereye kadar dayanacağını tahmin edebilir miyiz?
Tüketim çılgınlığındaki ısrarımız pek çoğumuzu yorucu, sıkıcı ve ahlâkî yönden şüpheli işlerde çalışmaya mecbur bıraktı. İnsanlar, kendilerini sürekli para harcamaya şartlandırınca, geçmişte asla vazgeçemedikleri bazı inanç ve duygularından fedâkârlıklar yapmaya başladı. Sabır, kanaat, şükür ve cömertlikte gereken performansa ulaşamadı. Yardımlaşma refleksleri yavaşlarken, çıkarcılık ve hırslar arttı.
Dünyadaki bütün kurum ve kuruluşlar ister istemez, üretim-tüketim-pazarlama zincirinin herhangi bir yerinde bulunuyor. Televizyon yayınları, uydu bağlantıları, internet ağları ve telefon operatörleri yalnızca bir şeye odaklanmış: Tüketim. Trafik felâketinin, sağlık problemlerinin, globalleşen açlık felâketinin, sosyal patlamaların tetikleyicisi olan tüketim çılgınlığı, durdurulması gereken en önemli felâketlerden biri olsa gerek. İlk bakışta farkedilmese bile, yapılan araştırmalar, dünyada çözüm bekleyen dev problemlerin kaynağında tüketim çılgınlığı olduğunu gösteriyor.
Etrafımızı kuşatan tüketim girdabından kurtulmak, sanıldığı kadar zor değil aslında. İlk olarak kendi tüketim anlayışımızı sorgulamak ve bu konudaki sessizliğimize meydan okumak, yanlışlarımızı itiraf etmek gerekiyor. Tüketim çılgınlığında kendimize de meydan okuyalım, çevreye de. Ve hemen şunları soralım: “Her an para harcamak zorunda mıyım? Almak istediğim şeyler, gerçek bir ihtiyaç mı, geçici bir heves mi? Alışverişlerime belli bir gün, belli bir saat aralığı tâyin edebilir miyim? Tüketim çılgınlığı beni mutlu ediyor mu?” Bu soruları sormak, çözümün en zor. Ama en önemli aşaması. Sorulardan sonrası daha kolay. Sonraları aşamalarda daha sâkin ve ve sâde bir yaşam modeli geliştirip bizimle aynı düşünceleri paylaşan kişilerle görüş alışverişi yapabiliriz.
Çerçeveyi Belirlemek: Tüketim girdabından uzaklaşmak sanıldığı kadar zor değil. Bu konuda kararlıysanız, küçük gayretlerle büyük sonuçlar alınabileceğine inanıyorsanız, şu birkaç küçük öneri üzerinde düşünün:
Tasarruf edin, para biriktirin. Kendinize ait felâketli günler için, yardım etmekten hoşlanacağınız sevdikleriniz için, infak etmek, hayırlı bir işte kullanmak, yani Allah için para biriktirin. Daha az harcama yapın. Daha çok okuyun, daha az televizyon izleyin. Televizyon reklâmlarının bizi para harcamaya yönelten en büyük sebep olduğunu hatırlayın. Hayatınızı sadeleştirin. Yaşam tarzları sade olan dostlarla belirli günlerde bir araya gelip sohbet edin, cemaat çalışması yapın. Sahip olduklarınızdan fazlasını isteyince fakirliğe yaklaşacağınızı unutmayın.
- 528 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Efsânelerin Yanlışlarını Ortaya Koymak: Bizi sade bir hayat yaşamaktan ve böylece mânen doyuma ulaşmaktan alıkoyan birtakım efsânelerle kuşatılmış durumdayız. Bunları objektif bir şekilde tahlil ettiğimiz zaman, ciddî bir geçerliliklerinin bulunmadığını görür ve böylece sorunun çözümünde en önemli adımı atmış oluruz. İşte bunlardan birkaçı:
“Yaşam standardının yükselmesi, para harcamaktan ve konfordan geçer.” Hayır! Yaşam standardını yükseltmek, insanî ve ahlâkî değerleri canlandırmakla mümkündür. “Tüketim çılgınlığı normaldir.” Kesinlikle hayır! Tüketim çılgınlığı, geleceğimizi ipotek altına alan anormal bir şeydir. “Ekonominin işlemesi için, aşırı tüketim şarttır.” Asla! Sağlıklı bir ekonomi için tasarruflu harcama gerekir. “Hükümet programları, iş hayatının her şeyi kökten değiştiren prensipleri ve yeni teknolojiler aşırı tüketimle mümkündür.” Acaba? Bunların yanında sınırsız isteklerimizi frenlemek, hayat anlayışımızı değiştirmek ve ahlâkî değerler de gerekmez mi? “Bir kişinin değişmesiyle hiçbir şey düzelmez.” Bu anlayış geçmişte kaldı. Eğer para harcayan kişiler fikirlerini değiştirirse, dünya da değişir. Dünya değişmese bile kendi hayatımız değişir. O da bize yeter!
Tüketim Çılgınlığı Konusunda Birbirimizi Eğitmek: Her sohbet bir fırsat demektir. Ölçülü harcamayla ilgili fikir ve tecrübelerimizi arkadaş, komşu ve meslektaşlarınızla paylaşın. Onlarla tüketim çılgınlığıyla ilgili haberleşme, görüşme ve tartışmalar yapın. Birlikte bir çalışma grubu kurun. Basın ve yayın organlarından yararlanın. Bulduğunuz yöntemleri başkalarının da faydalanabilmesi için not edin.
Değişime Kendinizden Başlayın: Tüketim çılgınlığına karşı bütün dünyada yürütülen çalışmalar, “gönüllü Sadelik Hareketi” etrafında odaklanıyor. Bu hareketin gönüllüleri hemen her ülke, yaş ve meslekten kişiler. Hepsinin ortak özelliği hızlı ve karmaşık yaşam biçimine karşı alternatif tarzlar geliştirmek. Kredi kartlarından, televizyondan, eşya kalabalığından, aşırı yemekten, israftan kurtulmak.
Gönüllü sadelik hareketindekilerin, alış-veriş konusunda kendilerine her gün sordukları soru ise: “Bana ne kadarı yeterli?”2180
İhtiyaçlar nerede bitiyor, aşırılık ve israf nerede başlıyor? Bunu belirlemek için “yeterlilik” denen olağanüstü güzel şeyi keşfetmiş olmak lâzım. Onu keşfetmiş insanların güzel özellikleri var. Peygamberimizin yaşadığı hayatı gözümüzün önüne getirelim: “Ben kim, dünya kim! Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.”2181 Rasûlullah’ın (s.a.s.) yeterlilik ölçüsü şöyledir: "Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur." 2182; "Âdemoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız bir ekmek ve su."2183 Ve müjde: "İslâm hidâyeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!" 2184
2180] N. Kağan Çetin, Tüketici Efsaneleri, Özgür ve Bilge, sayı 3, Nisan 2002
2181] İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4109, 2/1386; Tirmizî, Zühd 44, hadis no: 2377, 4/588
2182] Tirmizî, Zühd 34, Hadis no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, Hadis no: 4141
2183] Tirmizî, Zühd 30, Hadis no: 2342
2184] Tirmizî, Zühd 35, Hadis no: 2350
İSRÂF
- 529 -
Tavsiyesi de o istikamettedir: “Dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol!”2185; “Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadar yeterlidir.”2186; “Müslüman olup da kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiği ile kanaat getirdiği kimse muhakkak felâh bulmuştur.”2187; “Allah bir kulu sevdimi, onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin (perhiz gerektiren hastalığa uğramış) hastasına suyu yasaklaması gibi.”2188; “Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin size açılmasıdır...” 2189
Sahip olduğu şeylerin az gibi görünmesi, çoğunlukla daha zengin insanlarla karşılaştırma yapma hatasından kaynaklanır. Bu konuda Peygamberî tavsiye şöyledir: “Sizden biri, mal ve yaratılış itibarıyla kendinden üstün bir kimseyi gördüğünde, kendinden daha aşağı olanına baksın (Kendisini onunla mukayese etsin).2190 Sahih-i Müslim’de şu ilave rivâyet edilmiştir: “...İşte bu, Allah’ın size olan nimetlerini hakir görmemek için uygun olan bir davranıştır.”
İnsan, sadece rûhunun ve maddî bedeninin zarûri ihtiyaçlarını düşünmek ve bunları helâl yolla temin etmekle yetinmiyor. Hırs, tamah ve dünyevî yarış kendini çekiyor; sonu gelmeyen psikolojik arzular ihtiyaçmış gibi gözüküyor, bu da sonu gelmeyecek kısır döngüyü oluşturuyor. İlâveler arttıkça, güçlükler de artıyor. İnsanlardan çoğu, içinde yaşadığımız tüketim kültürünün çılgınlığından ve adâletsizliğinden şikâyet etseler de, kendi uygulamalarının, söylediklerinden çok uzak düştüğünü hissediyor. Kimi utanarak, kimi suçluluğun acısı içinde, lüks tüketim konusundaki suçlarını itiraf ediyor.
“Sende var iken bunca varlık, bitmez gönlündeki darlık” diyen ve “yeterlilik”, “kanaat” denen olağanüstü güzel şeyi keşfetmiş olanların dünyası da bambaşka sâdelik ve güzellikte. Onlar, bir dâvâ adamı, arzuların sonsuz olduğunu, tümünün tatmin edilmesinin imkânsız ve bu gayretin dünyada huzursuzluğa, âhirette azâba sebep olacağının bilinci içinde. Gerçek ihtiyaçlarıyla geçici heveslerini birbirinden ayırabiliyor. Böylelikle tercihlerinin ve meşguliyetlerinin doğrultusu, yalnızca dâvâsına ve yaratılış amacına hizmet eden işlere yöneliyor.
İnsan, parasının hesabını yapabilmeli; parasının nereden geldiğini ve nereye gittiğini iyi bilip hesap edebilmeli. Ancak helâl yoldan ve kendini tüketmeden kazanacağı parayı, helâl yollara ve israfa kaçmadan zarûri ihtiyaçlarına yöneltip kalanı âhirette büyük yatırımlara dönüşecek şekilde infak edebilmeli. İnsan, sahip olduğu nimetleri takdir edemez ve kimden geldiğini düşünemezse, asla yeteri kadarına sahip olamaz, gerekli yerlere gerektiği gibi sarfedemez.
Yeterlilik bilincine sahip olan israftan kaçan insan, huzurludur, içsel bir tatmine sahiptir. Onlar vermenin zevkine varmış insanlardır. İmtihanı kazanmanın, nimetlere şükretmenin kazancını daha dünyadayken avans olarak tatmış insanlardır. Bu huzur, kesinlikle israf ile para harcanarak elde edilemez. İsraftan kaçıp aza kanaat eden yeterlilik bilincine sahip olanların kanaat duygusu, başkalarının neye sahip olduklarına bağlı değildir. Kendinden zengin olanlara bakma yerine kendi içlerine dönüp bakmayı tercih ederler. Sahip olacakları şeyler, onlara
2185] Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no: 2334
2186] Kütüb-i Sitte, 17/564
2187] Müslim, hadis no: 1054; S. Müslim Terc. ve şerhi, c. 5, s. 478
2188] Tirmizî, Tıbb 1
2189] Buhârî, Zekât 47, Cum’a 28; Cihad 37, Rikak 7; Müslim, Zekât 123; Nesâî, Zekât 81
2190] S. Buhârî, Askalâni Şerhi, 11, s. 322
- 530 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ölümle bitmeyen bir mutluluğu sağlayacak mı, yoksa sadece depolanacak eşyalar arasına girmeye mahkûm mu olacak? Yatırımlarını âhirete mi, tuvalete mi yapmış olacaklar, bunları düşünürler. Olgun insan, kendini gerçekten huzura kavuşturup tatmin etmek için yeterli olacak ihtiyaçlarını belirler ve sadece o kadarını helâl olarak tüketmeyi hedefler. Yeterlilik ve kanaat, uyulacak bir prensip değil, bir keşiftir, doğru ve şefkatli bir İslâmî hayat aracılığı ile ulaşılacak bir keşif. Kapitalizmin yolları çıkmaz sokağa döndürdüğü ortamda bu keşif, insana kendini ve Rabbini kazandıracaktır.
Dünyaya, İsrafla Harcamak İçin Değil; Âhirete Azık Postalamaya Geldik!
Allah, merhametini göstererek ikaz etmekte, dünyanın aldatıcılığını hatırlatmaktadır: “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın evlâdı, evlâdın da babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” 2191
“Dünya”ya, ister ‘yakın hayat’, ‘âhiretin önündeki hayat’ diyelim; isterse ‘ednâ’ kökünden alarak ‘en âdi, en değersiz, en iğreti en basit hayat’ diyelim; o insana ait istekler, arzular, şehvetler, uzun emeller ve bitip tükenmek bilmeyen hayaller olduğuna göre, “gönül” ile “Allah sevgisi ve O’na itaat” arasına perde olan her şey “dünya” sayılabilir. Akıllı insan, Allah sevgisi ile gönlü arasına girerek perde ve engel olabilecek bu imtihan dünyasına dikkat etmeli, aldanmamalı; onu kulluk bilinciyle değerlendirmelidir. Esas hayat, sonsuz hayat, en hayırlı hayat; sonraki hayatımız, yani âhirettir. Dünyada ekilenin orada biçileceğine göre, bu dünya hayatını âhiret bilinciyle yaşamalı, dünyadaki görevlerimizi yaparak, orası için hazırlanmalıyız.
“Zaman sana uymazsa, sen zamana uy” sözü gibi, “...hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış!” sözü de Kur’an ve sünnetin dünya konusundaki değerlendirme ve tavsiyelerine terstir; bunlar bazen hadis diye takdim edilmektedir, Kütüb-i Sitte’de böyle bir hadis rivâyeti yoktur. Bazı insanlar da “Allah, nimetlerini kulu üzerinde görmekten hoşlanır.”2192 şeklindeki hadis rivâyetini, kendilerini kibir ve gurura, lüks ve isrâfa yönelten haramları nimet diye takdim ederek, farkında olmadan da olsa, davranışlarıyla Allah’a ve Rasûlüne iftira atma gibi büyük bir yanlışa düşebilmektedir. Bu hadisle cimrilik, malı gerektiği şekilde kullanmama, sadece biriktirmekten hoşlanma kınanmış olmakla birlikte; nimeti Allah yolunda ve meşrû bir şekilde kullanmak tavsiye edilmiştir. Ama unutulmak istenen “nimet” tanımıdır. Esas nimet; İslâm’dır, takvâdır, yardımlaşmadır, kötü değil; iyi örnek olmadır. Allah, her şeyden önce bu nimetleri kulu üzerinde görmek ister.
Dünya bir aynadır. Aynanın rengi, büyüklüğü, çukur ve tümsekliğine, arkasındaki sırların dökülüp dökülmediğine göre şekil aldığı/yansıdığı, görüntüleri farklılaştırdığı görülür. Bir şeyin önemi, fazileti veya fenalığı, başka bir şeyle mukayese yapılarak anlaşılır. Dünya konusundaki değersizlik, kendi başına ifade edilirse yanlış olur. Dünya, Allah’ın imtihan alanı olarak yarattığı ve nice muhteşem sanatlarını sergilediği bir alan olduğu gibi; insanın da halifesi olduğu, sınav
2191] 31/Lokman, 33
2192] Tirmizi, Edeb, 54;Ebu Davud, Libas, 17;Ahmed, Halcim, Müstedrek, 4/135
İSRÂF
- 531 -
yeri olan, helâl nimetlerinden istifade edileceği, imar ederek gelişme ve kalkınmalarda bulunulacağı bir yerdir. Dolayısıyla kötü ve değersiz değildir. Ama âhiretle karşılaştırıldığında durum değişir. Âhiret devamlı ve dünyadaki eksik ve olumsuzlukların olmayacağı sonsuz bir mutluluk yeri olduğundan, âhirete göre dünya önemsizdir. Dünyayı değerlendirmede âhiret inancı temel ölçüdür. O yüzden âhirete inanmayanlar, onu başka bir şeyle karşılaştırma imkânından mahrum oldukları için veya yoklukla (ölüm, onlar için yok olmaktır) karşılaştırdıklarında câzip gelmekte ve dünyayı yalancı cennet gibi kabul etmektedirler.
Dünyanın zemmi, başlı başına bir hayır değildir. Her konuda olduğu gibi dünya konusunda da ölçü: “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek”tir. Eline geçmediği, sahip olamadığı için dünyayı kötüleyip tahkir eden kişi, erişemediği ciğere “pis” diyen kedi gibidir. Aslında eleştirisi, sevgisinden ileri gelmektedir. Yine, dünya, eline geçtiği halde, zaman akıp gidiyor, zamanla birlikte sahip olduğu dünyalıklar da azalıyor, eriyor diye teselli bulmak için kızdığından dünyayı kötülemek, dünyaya bağlılıktan kaynaklanmaktadır. Makbul olan tahkir, Allah için, Allah sevgisinden, âhiret sevgisinden ileri gelendir. İnsanın, Allah’ın mağfiretine, muhabbet ve ibâdetine engel olduğu için, dünyanın zarûrî işlerinin, kendisini uhrevî güzelliklerden alıkoyduğu için veya cennetin güzelliklerine nisbetle dünyayı basit görmek, makbul olan bakıştır. Nasıl ki, Hz. Yusuf’la güzel/yakışıklı bir adam karşılaştırılsa, mukayese edilen yakışıklının çirkin göründüğü gibi, dünyanın kıymet verilen güzellikleri de cennetin güzellikleriyle mukayese edildiğinde “hiç” hükmündedir.
Dün, en sevdiğimiz gıdaları yemiş, eğlenmiş, günümüzü zevkle geçirmiş olsaydık, bugüne kalan hiçbir şey olmayacaktı, gafletle geçirilen, dolayısıyla kaybedilen zamandan başka. Hele o zevk ve eğlenmelerde ölçüye dikkat etmediysek, bugüne ve yarına kalacak olan sadece günah yükü olacaktı. Yok, dünü zorluk ve sıkıntılarla geçirmiş isek de bugün için pek bir şey değişmeyecek, hatta bu gün daha az sıkıntı içinde isek, dünle karşılaştırdığımızda bu, mutluluk sebebi olacaktı. Ve eğer o sıkıntılar Allah için idiyse ve sabrettiysek, bugüne ve yarınlara taşınacak kalan şey, sevaplar olacaktı. Hayat, dünler, bugünler ve yarınlardan ibaret olduğuna göre; dün geçmiştir, yok hükmündedir. Yarın yaşayacağımız meçhuldür, bugünü değerlendirmek ve âhirete azık hazırlamak en akıllı yol olsa gerek. Hayat oyun ve eğlenceden ibaret. Hayat oyunu bitmek üzere, göz perdelerimizin kapanmasına kim bilir, belki fazla bir vakit kalmadı. Zevkler, sanal; hayat ise bir oyun, masal, rüya. Bir varmış bir yokmuş.
İnsanın dünyevî olarak zarûrî ihtiyacı, beslenme/gıda, giyinme/tesettür ve ev/barınmadan ibâret olduğu ve bu gereksinmelerini israfa ve lükse kaçmadan helâl yoldan temin etmesi, kalan birikimlerini infak etmesi gerektiği halde, tüketim toplumunun bir ferdi olarak insan, günümüzde ihtiyaç labirentinde yolunu şaşırmaktadır. Alınır, tüketilir, tekrar alınır, alınır... Ömür biter, alınacaklar ve ihtiyaçlar(!) bitmez. Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler: “Batılıların sadece tekniği alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır.” Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik aygıtlar, dünya görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zaten bunlar, belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka plandan koparılamaz. Sözgelimi, “buzdolabı”, kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi güne saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi. İnsanlar, evlerine gıda depola(ya)mazlardı. Buzdolabı, “verme”yi unutturan “egoist”
- 532 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kültürüyle, kullananlara sadece kendini düşündüren yaşama biçimiyle geldi. Çamaşır makinesi alınca ister istemez deterjan, yumuşatıcı, kireç sökücü gibi yan ürünlere de abone olacaksınız. Çamaşır için fakir komşuyu yardıma çağırıp onun da bu bahaneyle geçimine katkıda bulunma gibi düşünceler, makine alır almaz, artık aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Örnekleri çoğaltabiliriz. TV, radyo, kasetçalar, bilgisayar, kendileriyle birlikte hangi kültür, oyun, anlayış ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor, düşünmek yetecektir.
İnsanımız artık aklıyla değil; bin bir çeşit göz alıcı illüzyonlarla tahrik edilen “doymak bilmeyen gözleriyle” düşünüyor, daha doğrusu düşündüğünü zannediyor. Çarşılar, pazarlar, marketler, vitrinler de insanın bu midesi olmayan gözlerine nasıl hitap ediyor? Başkalarına (kendinden maddî yönden öndekilere) bakıyor bu gözüyle düşünen insan ve mukayese ediyor: “Onda var, bende niye yok?” ve daha çok harcamak için daha çok çalışması, çalışması, çalışması gerektiğini görüyor. Sonra bakıyor ki, çalışarak kazanılan para “ihtiyaç” maskesini takmış “gereksiz” veya “olmasa da olur”lara yetmiyor, çalışmadan para kazanmanın yollarını arıyor. Herkes bir başkasını kandıracak yollar aramaya başlıyor. Kumarın binbir çeşidi, sahtekârlığın hiç akla gelmeyecek şekli, insanları en yakınlarına bile itimat edemeyen, yardım edemeyen, borç veremeyen duruma getiriyor.
Tüketim hastalığının mikrobu, moda, âdet, “ele güne karşı”, “iyi, ama herkeste var” ambalajlarıyla öyle çabuk bulaşıyor ki, kimini cebinden, kimini yüreğinden yaralıyor, hatta öldürüyor. Kendi değerini, eşyasının ve elbisesinin değeriyle ölçen insanlar, eşyasını ve giysisini teşhir ediyor; sözgelimi oturma odalarına, en dikkat çeken karşı duvara konulan vitrin, belki hayat boyu hiç kullanılmayan ve sadece göze hitap eden mutfak eşyalarının fuarı rolünü üstleniyor. Arabada motor olmasa da önemli değil; kaporta fiyakalı olsun yeter; insan, dış görünüşe, vitrine, makyaja değer vermeden çağdaş olabilir mi, ne dersiniz? Anadolu evlerinin çoğunda yer sofrasında yemek yenildiği halde, odanın biri veya büyükse salonun yarısı, süs ve gösteriş olsun diye yemek odası olarak düzenlenmiştir. Koltuklar da, evdeki hayatı daha rahat kılmak için değil; zorlaştırmak içindir. O halılar ve koltuklara şu kadar para verilmiştir, çoluk çocuk rahatça oturup keyfini çıkaramaz; annenin gözü oradadır, ya kirletirlerse...
En fakirimizin evindeki eşyalara verilen parayla, sahâbe belki hayat boyu, hem de huzur ve şükür dolu şekilde yaşardı. Herkeste benzeri şeyler olduğundan, modanın temel felsefesi olan farklı ve özel görünme tutkusunun sanallığını, eşyaya daha çok sahip olmada başkalarına ulaşılmaz fark atma imkânsızlığının ıstırabını yaşıyor günümüz insanı. Kullan at; al, yine al; yarışın sonu gelmiyor, ihtiyaçlar(!) tükenmiyor; âhirete yatırım yapamadan insan ölüp gidiyor.
Sadece moda için dökülen parayla neler yapılmaz? Hangi müslüman hanımın evindeki gardrobda boş yer vardır, buna rağmen alma isteği azalıyor mu dersiniz? Çeyizler, düğün ve evlilik için gerekli gereksiz masraflar... Kimileri için olmazsa olmaz ihtiyaç olan sigaraya yatırılan para, meselâ kitaba yatırılsa, vücudu zehirlemektense kafayı ve gönlü güçlendirse bu para, neler olur dersiniz? Eşya, para kötü bir şeydir demiyoruz. Eşyanın, maddenin, paranın insanı yöneten efendi olmasına, bunların insan için değil; insanın bunlar için yaşıyor, bunlar için çalışıyor olmasına sözümüz. Onlar hâkim, insan mahkûm ve hizmetçi. Oyuncak, insanla oynuyor. Mal, insanı, insanî değerleri yutuyor. Dünyevîleşme çarkı,
İSRÂF
- 533 -
insanımızı değirmen gibi öğütüyor. Düşünmeyi, okumayı, ibadeti... engelleyen tv. başta olmak üzere medya ve reklâmlar... Taksitleri, ay sonunu düşünen insan, dünyada var oluş gayesini düşünemiyor.
Her konu paraya çıkıyor; söz, ufak bir tur attıktan sonra para durağında düğümleniyor; gönül plağı parada parazit yapıp takılı kalıyor. Lüks hayat, daha rahat yaşam, dipsiz bir kuyu, bir girdap, tatminsizlik cehennemi, bitmeyen, ama insanı bitiren sonsuz yarış. Yiyen ama doymayan insan, kendine/nefsine/hevâsına kul/köle. Para para diye paralanan insan, şükrü unutmuş, sabrı lugatından silmiş, şikâyetin ise binbir çeşidini tekrarlamakta. “Alma tutkusu”, “verme zevki”ni katletmiş. Hırs ve tamahın sonu yok. “İnsanoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa, üçüncüsünü ister” kutlu sözü ibret levhası olmaktan çıkmış. Sahâbe birbirleriyle hayırda yarışıyordu; şimdiki insan ise fâni eşyada yarışıyor. Akıl, midelerin hizmetçisi; gönül, vicdan ve fıtratın sesi çıkmıyor; demek ki duyguların esiri olarak hapis hayatı yaşıyor bunlar.
Dünkü lezzet veya acı, bugün yok hükmünde. Akıllı, bazı istek ve zevklerini ertelemesini bilen, az önemli ile çok önemliyi ayırt edebilen insandır. İnsan, en çok 60-70 yaşında hükmü infaz edilecek müebbet hapisteki bir idam mahkûmu gibi gününü bekliyor. Ölüm olmasa, belki bazı zevklerin kıymeti olabilir; ama ölüm var, ruh ve ego ise sonsuzluk ve yarınlarda mutluluk istiyor. Bir çelişki doğuyor. Temel çatışma denilen bu durumdan kurtulmak için insan, sonunu, yani ölümü hatırlamak istemeyip unutmaya çalışmak için eğlenceye, içki ve uyuşturucuya, futbol-müzik-tv. seyretmek gibi avutucuya yöneliyor; bu temel çatışmadan ölümü yok sayarak kurtulmaya çalışıyor. İslâm insanı ise, bilir ki, ölüm yokluk değil; daha güzel, daha hayırlı ve ebedî bir âleme açılan kapıdır. Dolayısıyla böyle bir çatışma, gerçek müslüman için sözkonusu değildir.
Allah'ın bizim için seçtiği İslâm'ın yaşanmadığı, onun yerine çıkarcı insanların düzeni olan acımasız sömürücü kapitalizmin yaşandığı tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de servetin % 80'ine % 20'lik nüfus sahip olurken ve istedikleri gibi harcarken, % 80'lik insan nüfusu da % 20 ile yetinmeye çalışıyor. Bu fakirler aleyhine her gün biraz daha açılan makas, israf ekseninde bu açılışını sürdürüyor.
Kapitalistleşen modern insan, tüketim ve israf adlı şeytanları doyurup tatmin etmek ve azdırmak için dipsiz bir kuyuya dalıyor. Daha çok harcamak için sağlığından, onurundan, evinden, aile hayatının güzelliklerinden, cemaat çalışmalarından, ilimden, evlât ve âilesine faydalı olup onlara karşı görevlerini yerine getirmekten, insanlığından ve müslümanlığından, âhiretinden tâvizler veriyor.
Kredi kartlarıyla alışverişin nasıl bir israfa yol açtığını 2004 yılı ilk ayları itibarıyla 21.000'i geçen kredi kartı kullananların iyi bildiğini zannediyorum. Cebinde kredi kartı denilen tüketim canavarı olanlar, ayağını yorganına göre uzatma ihtiyacı hissetmiyor, yorganları kısacık da olsa, ayağını alabildiğine uzatıyor, sarkıtıyor. Sonradan ayağının niye üşüdüğünü, bütün vücudunun niye hastalandığını merak edip kendisinden başka suçlu aramaya kalkıyor.
Kapitalizmin, holdinglerin, hiper ve süper marketlerin, reklâmların, modanın... israfı teşvik etmek için uyguladıkları bin bir çeşit göz boyayıcı illüzyonuna kapılıyor günümüz insanı. Bir-iki kalem mal almak için girdiği süpermarketten arabayı doldurmadan çıkamıyor. Cebinin boşaldığını da farketmiyor, nasıl olsa
- 534 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kredi kartı var, parası yoksa da taksit imkânı var… Düşünmüyor ki, kendisine bu imkânları sağlayanlar bunları hayır olsun, sevap olsun diye yapıyor değiller ve bu yapılanlar da aslında âdî hırsızlıktan daha çirkin bir dolandırıcılık… Akılla düşününce bunca israfa, gereksiz harcamalara yönelmeyecek insanı, değişik uyutucu ve uyuşturucularla düşünemez hale getiriyorlar; zaten pek çalışmaz hale getirdikleri beyinleriyle değil, gözleriyle düşündürüp aldatıyorlar. İsraf, çoğunlukla psikolojik tatmin için göz aynası aracılığıyla insana câzip getiriliyor; şeytan kötü amelleri, israf ve savurganlığı güzel gösteriyor. Reklâm, pazarlama hileleri, albenili ambalajlar, şuuraltına hitap eden kapitalist cambazlıklar şeytanın illüzyon küresi, sirk aynası oluyor.
Öyle bir sömürü düzeni içinde, öyle bir karanlık ve fırtınalı câhiliyye döneminde yaşıyoruz ki, kapitalizm din olmuş, para da kapitalistleşen halk için tanrı, banka tapınak, çek ve hisse senedi kutsal kitaptır artık. İslâm’dan başka dine teslim olmaması gereken muvahhid Müslümanlar, tevhidi kendi içlerinde, âilelerinde ve toplumlarında ikame etmek için öncelikle kapitalizm dinine savaş açmak zorundadırlar. Bu savaş da, onların safından çıkmakla, tuzağından kurtulmakla, onları beslemekten vazgeçmekle başlamalıdır.
Garibanların alın terini vampir dişleriyle sömürüp hortumlayan sömürü odakları, müslümanların ve müslüman geçinenlerin gereksiz tüketim hastalığı sebebiyle bu zülmü sürdürüyorlar. Namaz kılan müslümanlar bankalardan paralarını çekse, kredi kartı kullanmasa, taksitle alış-verişten kaçınsa, zarûrî ihtiyaç kategorisine girmeyen malları satın almasa, bankacı kapitalist sömürü düzeni kendiliğinden yıkılacaktır. Müslümanlar Amerikan dolarını boykot etseler dolar tepetaklak düşecek, ABD çok kolay tarihin çöplüğünde yerini almanın eşiğine gelecektir. Sömürü düzenleri paranın sırtında egemenliklerini sürdürüyorlar. Halkın israflarıyla beslenen hortumları kesilmiş olsa, zâlim israfçı düzenler de “Hak geldi, bâtıl zâil oldu” hükmü gereği, üflemekle yıkılıverecektir. Siyonizm, ABD ve onların işbirlikçisi düzen ve etkili çevrelerle mücâdele etmede güçleri yetmediğini düşünen samimi müslümanlar, aslında hiç de güçsüz değiller. Günümüzde zâlim ve emperyalistlere karşı en etkili silâh paradır. Kapitalizm ve kapitalistler için para her şeydir. Gariban halk, kendi cebinden onların midelerine giden hortumları kesse, kendisi bu parazitten kurtulup canlanacak, kendi kanıyla beslenen can düşmanı asalak da zâil olacaktır. Bu azgın canavarlar da ancak gereksiz tüm harcamalar kısılarak aç bırakılıp ölüme mahkûm edilebilir.
Kapitalist düzen, israfçıdır, savurgandır. Halktan aldığı ağır ve haksız vergi parasıyla fabrika yerine heykeller yapan, bazı semtlerde yılda birkaç kez kaldırım taşı değiştiren israfçı zihniyet, Meclis’i, askeriyeyi, devlet dairelerini israfhânelere çevirmiştir. Halktan alıp hak etmeyenlere dağıtan, dağıtırken de bal tutan parmağını yalayan yapıdadır yöneticilerin hemen tamamı; çünkü düzen öyle kurulmuştur. Adı üstünde kapitalizm, kapitalin/paranın, yani israfın egemenliği demektir. Holding, kartel, banka ve hortumcularla yardımlaşıp işbirliği yapan ve daha çok onların düzeni olduğunu ispatlayan kurulu düzen, haksız vergilerle, harçlarla, enflasyonla… fakirin cebindeki parayı devlete aktarmakla yetinmez, hırsız sömürücülerin bin bir hile ile halkı dolandırıp kazıklamasına yasal çanaklar tutar. Daha çok ihtiyaç adlı tuzağa konulan israf yemiyle fakir halk gâfil avlanır. Ne zorluklarla biriktirdiği para, devletin ve egemen güçlerin büyük israflarına ayrılır. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını zenginlere peşkeş çekmek,
İSRÂF
- 535 -
banka boşaltanlara ve diğer hortumculara ceza vermek yerine, onların boşalttığı bankaları fakir halka vergiler bindirerek ödetmek devletin temel görevlerinden sayılır bu ülkede. Bütün bu zulümlerin arkasında yatan temel faktörü “israf” olarak değerlendirebiliriz. Faizin, sigortanın tüm toplumu saran anaç israf açısından tahribatı hesap edilemeyecek boyuttadır ve bunun izâlesi, düzen bataklığının kurutulmasından başka şekilde mümkün değildir. Devlet dairelerinde müthiş insan israfı vardır. Devlet dairelerinde vakit israfı da çok ciddi boyuttadır. Hastaneye işi düşenlerin saatleri kuyrukta geçer. Emekli maaşı kuyruğu gibi, hemen her devlet kurumuna işi düşen tüm kişilerin vakitlerinin israfı, günlük toplam kim bilir kaç milyar saattir?
Vakit israfı, nakit/para israfından çok daha vahim sonuçlar doğurur. Vakit, nakitten kıymetlidir çünkü. Trafikte, kahvede, maçta, televizyon karşısında... insanların zamanları israf edilir. Belediye otobüsü saatinde gelmediği, bilmem kaç dakika geciktiği için duraklardaki o kadar insanın vakitleri israf olur. Toplantılar, dersler, düğünler, programlar hep duyurulan saatten hayli geç başlar. Çünkü vakitlerin israfı nedense bazılarının pek hoşuna gider. Vakit öldürmenin adı, “felekten gün çalmak”tır bu bazılarınca. Dersi kaynatmak, uzunca tatil yapmak, boş vakit geçirmek kazanç sayılmaktadır müsrif insanlarca. Bazı âlimlerin yemek yerken ve uyku uyurken geçen vakitlere bile üzülüp bunu azaltacak formüller bulmaya çalıştıklarını günümüz insanına anlatamayız. Evet, günümüz insanı da namaza, ibâdetlere, ev halkına, hatta kendine ve Rabbine vakit ayıramamaktan şikâyet eder, ama vakitlerini nerelere israf etmez ki… Tembelhane demek olan kahvehanelerin sayısı ve içinde ömür tüketen, kendini tüketen insanların oranı, câmi ve kütüphanelerle karşılaştırma yapılsın, netice ortaya çıkacaktır. Televizyon karşısında katledilen saatler, insandan dünya ve âhirette intikamını almayacak mı sanılıyor? Geyik muhabbetlerinin boynuzları insanın gönlüne darbe vurmuyor mu zannediliyor? Tatili en bol ülke sayılıyor Türkiye. Buna rağmen nefis tembelliği sever, israftan yana doymaz.
Moda adlı bir maske takarak çok sayıda farklı iş alanı, sektör olmuş, yolunacak kaz veya kız arıyor. Genç erkeklerin hayâlarını, müslümanca yürüme hakkını çalmaya çıkan genç kız ve kadınlar da ava giderken avlanıyorlar. Bu moda canavarı, ne israflarla karnını doyuruyor, düşünen pek çıkmıyor. Moda baştan sona israftır, hem haddi (sınırı) ve ölçüyü aşmak anlamında israf, hem de savurganlık anlamında…
Tüketim çılgınlığının ne boyutta olduğuna bir örnek olarak makyaj ürünlerini verebiliriz. Makyaj ürünlerine bir yılda tam 18 milyar dolar harcanıyor. Eğitimin yeterli olması için 5 milyar dolara, sağlığa da 12 milyar dolar yatırımın yeteceği ifade edildiğini göze alırsak, makyaj gibi olmasa olabilecek israf ve fitne araçlarına ayrılan bütçenin büyüklüğü anlaşılabilir. Evinin eşyasının alımında en büyük karar mercii olan ve gıda gibi temizlik ürünleri gibi maddeleri de direkt olarak çoğunlukla kendisinin aldığı kadınlar, israf konusunda erkekleri geçiyor diyebiliriz. Tabii az sayıda olgun, haramlardan kaçınan ve tutumlulukta kocasına bile örnek ve yardımcı olan hanımları takdirle anmamız gerekir. Kadınların özel ihtiyaçları, giyim ve süslerine ayrılan para, tüm kadınların çalışarak kazandıkları paranın toplamından daha fazla olsa gerektir…
70 milyonluk ülkede bir çekilişte 36 milyon adet milli piyango bileti satılıyor.
- 536 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kim demiş "müslüman mahallesinde salyongoz satılmaz!" diye. Millî takım kadar, millî marş gibi “millî” olan piyangoya, diğer “şans oyunları” adı verilen kumar çeşitlerini ilâve edin ve halkın hırs ve hayallerini sömürüp paraya çeviren kumarbaz devlete mi, geçimden başka bir şey düşünemez hale getirilip inanç ve ahlâkî değerlerden soyutlanan kurban garibana mı daha çok kızmak gerektiğine karar verin. Kur’an’a göre “dinî” anlamına gelen “millî” piyangonun halk açısından ne büyük israf olduğunu, bu kumara ne kadar para ayrıldığını düşünmek bile israfın boyutlarının ne büyük olduğunu göstermeye yeter. Mâsum ve mübârek atlar da âlet edilir kumar adlı soygun ve israflara. At yarışlarına her hafta yatırılan umutların, paraların, mutlulukların hesabını kim tutabilir? Toto, loto, sayısal, kazı kazan gibi cadı kazanlarına her ay yenileri ilâve edilmeye çalışılır. Televizyon kanalları da isrâfa "yarışma" ve "para dağıtıyoruz" maskesi takarak, halktan (ç)alıyor değil, ona veriyor görüntüsünü sihirli kutu sâyesinde gözünü boyadığı halka hizmet adıyla katılır. Hep halk kandırılarak israfa gönüllü koşturulur. Kapitalizmin nassları durumundaki sloganlar, hizmet eder bu isrâfa: “Halka hizmettir, hizmette sınır ve sinir yoktur. Hatta halka hizmet hakka hizmettir, aynen vergilendirilmiş her türlü haram paranın kutsal olduğu gibi, soyguncu devlete itaatin ibâdet olduğu” gibi; hutbelerde duymadınız mı yoksa? Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinde her yıl tekrarlanarak okutulan konuları da mı unuttunuz?
İsraf denilince akıllarına sadece para ve mal gelen insan, maddeden daha önemli şeylerin varlığını kabul etmiyor olmalı. Esas israf, daha büyük değerler üzerinde olmaktadır. Sağlıklarını, ilimlerini, akıllarını, gönüllerini, enerjilerini, imkânlarını, fırsatları, Allah’ın açtığı kredi ve avansı, yani hayatı israf edip boşa harcayanlar en büyük israfçı müsriflerdir. Bu dünyada israflarının hesabı sorulmasa bile, bütün insanlar öteki dünyada, sağlığını nerelerde harcadığından, malını nereden kazanıp, (israf için mi, meşrû yolda mı) nereye harcadığından, ilmine uygun davranıp davranmadığından (ilmini israf edip etmediğinden), gençliğinin hakkını verip vermediğinden, ömrünü israf edip etmediğinden mutlaka hesaba çekilecektir.
Sigara içmek (özellikle tiryakilik) kaç yönüyle israftır, haramdır saymak vakit israfına yol açar mı bilmem. Hele geçim darlığından şikâyet edenlerin nafaka mükellefiyetleriyle ilgili zorluklara da sebep olan israf daha büyüktür. Sigara hem içenin sıhhatine, hem de yanında bulunanların sıhhat ve rahatına zarar vererek sağlık gibi bir büyük nimetin israf edilmesidir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): “Ne doğrudan ne de karşılık olarak zarar vardır.” 2193 buyurarak zarar vermeyi men etmiştir. Allah Teâlâ da “Kendinizi elinizle tehlikeye atmayın...” 2194; “kendinizi öldürmeyin...”2195 buyurmuştur. Malı faydasız yere harcamak da israftır. “Yiyin, için; isrâf etmeyin”2196 âyeti ile “Peygamber (s.a.s.) malın boşa harcanmasını yasakladı”2197 hadisi, isrâfı haram kılmaktadır. Nafaka mükellefiyeti: Kocalar, babalar ve muhtaç yakınlarına bakan erkekler, nafaka (onların yiyecek, giyecek, mesken, tedâvi... ihtiyaçlarını temin) ile mükelleftir. Çoluk çocuğunun nafakasından keserek sigaraya para vermek, israfla ilgisi açısından kesin haramdır. Tabii ki, sigaraya benzeyen nargile,
2193] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/327; Muvattâ, Akdiye, 31; İbn Mâce, Ahkâm 17
2194] 2/Bakara, 195
2195] 4/Nisâ, 29
2196] 7/A'râf, 31
2197] Buhârî, Zekât 18; Husûmât 3, İ’tisâm 3; Müslim, Akdiye 14
İSRÂF
- 537 -
her çeşit tütün, bira ve alkollü içkiler, uyuşturucu çeşitleri de aynı hükme tâbîdir. Tiryakilik yapan, kendisine esir eden her çeşit yiyecek-içecek ve oyun cinsinden alışkanlık, çeşitli isrâfa yol açmaları yönüyle müslümanların kaçınması gereken hususlardandır.
Gazetelere yansıdığı şekliyle CIA'in resmî istatistiklerine göre, dünyada sigara içen insan sayısı 1milyar 150 milyon. Sigara içen müslümanların sayısı 400 milyon. En büyük sigara üreticisi Phillip Morris. Bu da kazancının % 12'sini İsrail'e gönderiyor. Müslümanların, çeşitli markalarla piyasaya sunulan Morris'e günlük cirosu: 800 milyon dolar. Müslümanlarların ortalama günlük kâr katkısı 80 milyon dolar. 9.600.000 dolar müslüman parası her gün İsrail'e gitmiş oluyor, evet her gün! Ve Türkiye, yıllık 150 milyon kg. sigara tüketimiyle; Brezilya, Güney Kore ve Hindistan'dan sonra 4. sırada yer alıyor. Dünya Bankasının 1999-2000 yıllarında yaptığı sigara araştırmasının sonuçlarına göre, sigara kullanımı son on yılda dünyada % 4,12 azalırken, Türkiye'de ise % 52,18 oranında arttı.
Sigara ve içki tükettikçe tükenen insanımız, bir yandan bedenini, enerjisini, sağlığını tüketirken, diğer yandan da parasını tükettirmekte, hem de en azılı düşmanlarına. Her sigara, İslâm düşmanlarına malzeme, her iskambil bileti, müslümanın karşısına bir silâh olarak çıkmaktadır.
Her kaka kola İsrail için bir kurşun, her MC Donald hamburgeri, bir tank mermisi, her Amerikan ve Yahudi firmalarının sattığı bir ürün, bir Filistin çocuğunun ölümü demek. Parasını israf eden, sağlığını harap eden, imanî hayatını tehlikeye atan ve yavaş yavaş intihar eden içki ve kumar gibi haramlara parasını veren her müslüman, farkında olmasa da, İslâm’a ve müslümanlara savaşa katkıda bulunuyor, tâğut yolunda infakçı ve savaşçı oluyor. "İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır."2198 Ve iki hadis rivâyeti: "Kim bir zâlime yardım ederse, Allah Teâlâ, o zâlimi ona musallat eder." "Kim, bildiği halde zâlime yardım kastı ile onunla beraber yürürse, o kimse İslâm'dan dışarı çıkmış olur."
At yarışı, piyango, loto, şans topu, on numara gibi resmî ve millî kumarlardan halkın cebinden çıkan bu kara, kapkara paranın, 2001 yılında tam 1 katrilyon 37 trilyon lira olduğu açıklandı. 2002 yılının ilk sekiz ayında ise 1 katrilyon 198 trilyon liraya yükselmiş bu rakam. Halk, evine ekmek götürmekte zorlansa da sigaraya ve kumara yatıracak parayı bulabiliyor demek ki. Bu hale gelen vatandaşı kandırıp umut satmak da, ona hizmet etmekle görevli düzene düşüyor elbette. Halkın cebinden çıkan bu paraların yarısından çoğu, devlete gidiyor. Diğer kalanlar da Ahmed’in parası Mehmed’e... Kumar vebalini de kazanan ve kaybeden herkes sırtına yüklenirken; psikolojik, sosyal ve daha önemlisi din yönüyle kaybeden hep halk oluyor. Dolaylı ve dolaysız bunca vergi vermek yetmiyor mazlum halka, bir de bu tür kumarlarla “enâyi vergisi” veriyor, “cehâlet vergisi” ödüyor. Dünyada huzursuzluğu, âhirette cehennemi dişinden tırnağından artırdığı, çocuklarının da hakkı olan para ile satın alıyor. Ne kötü bir alışveriş bu! “İşte onlar, hidâyete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak, onların bu ticareti kazanmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.”2199 Bu katrilyon liraların içine vergisi verilmediği için kaçak/yasak kabul edilen kahvehane ve gayri resmî kumarhanelerde
2198] 4/Nisâ, 76
2199] 2/Bakara, 16
- 538 -
KUR’AN KAVRAMLARI
oynananlar tabii ki dâhil değil. Alıp satacak bir şeyi kalmayan gariban insanlara umut tâcirliği yapan, onlara umut satarak sukut-ı hayaller içinde başka ciddî meseleleri düşünemeyecek müstaz’af yığınlar düzenin eseridir; doğru, ama bu oyuna gelen halkın hiç mi kabahati yoktur? Hatta bunlara seyirci kalan müslümanların, tebliğcilerin?!
Ülkenin niye kalkınamadığı, maddî yönden Batı ülkelerinin çok gerisinde kaldığını fâiz örneği çok iyi açıklamaktadır. 1993 ilâ 2002 yılı arasındaki son 9 yılda Türkiye Cumhuriyeti, tam 211,4 milyar dolar fâiz ödedi. 9 Yılda fâize ayrılan 211 milyar dolar yatırıma yöneltilebilseydi, kişi başına millî gelir 2003 yılında 2857 dolar yerine, 3922 doları bulacaktı. 2003 yılında ödenecek fâiz tutarı tam 40 milyar doları bulmaktadır. Bir başka deyişle bir saniyede 1078 dolar fâiz parasına gidiyor. Evet, ayda 2 milyar 833,3 milyon dolar, günde 93 milyon 151 bin dolar, sâniyede 1078 Amerikan doları, halkın, fakir-fukaranın cebinden çıkıp fâize ayrılıyor. T.C.'nin 2003 yılında ödeyeceği borç fâiz ödemeleriyle İstanbul boğazına 142 adet köprü yapılabileceği, 87 adet Atatürk Barajı inşâ edilebileceği, 2 milyon 200 bin sosyal konut, ya da 5585 kilometre otoyol yapılabileceğini söyleyelim. Yine, bu parayla tanesi 140 milyon dolardan 261 üniversite kurmak, İzmir limanı gibi 39 liman yaptırmak, değeri 40 milyon dolardan 977 adet çimento fabrikası yapmak mümkün olmaktadır.
Halkın dertlerine derman olması gereken devlet, halkın cebine elini uzatıyor, bulduğunu alıyor, bulamadığını borçlandırıyor ve (ç)aldıklarını fâizcilere sunuyor. 1993 yılında toplam yatırımların dörtte biri (% 24.1) kadar olan iç ve dış borç fâiz ödemeleri, 2001 yılında toplam yatırımların % 96.2’sine ulaştı. Bu rakamın 2002 yılında % 81.1 oranında gerçekleşeceği, 2003 yılında ise % 91.2 oranında olacağı tahmin ediliyor. Toplam kamu fâiz ödemeleri 1993 yılında 67 katrilyon 873 trilyon lira olarak belirlendi.
Yapılan araştırmaya göre açlık sınırı, 2003 Ocak ayında 401 milyon liraya yükseldi. Asgarî net ücret ise 2003 Ocak ayında 226 milyon lira olarak belirlendi. Yoksulluk sınırı ise 2003 Ocak ayı itibarıyla 1 milyar 200 milyon liraya ulaştı. Asgarî ücretin 300 milyon TL. civarında olduğu ve ülkenin % 12’sinin işsiz bulunduğu bir ülkede bu istatistikler gerçekten dehşet vericidir. Bütün bu vahim rakamlara rağmen yoksulluk, Türkiye’de hâlâ öncelikli bir sorun olarak ele alınmamakta ve fâizle israfın bu yoksullaşmadaki rolü değerlendirilmemektedir.
Halktan alarak devletin ödediği ve ödemek zorunda olduğu fâize ayrılan bu paralarla neler yapılmaz ki! Bunun yanında devletin; elektrik, su, doğalgaz, telefon, SSK primi ve vergi borçlarına uyguladığı gecikme fâizleri oranlarının enflasyonun çok üzerinde olduğunu hatırlamak da gerekiyor. 1997-2002 yılları arasındaki son 6 yılda enflasyonun % 346 artmasına karşılık, devletin vatandaşa uyguladığı gecikme fâizleri, % 929 arttırılmıştır. Kamu kurumlarından aldığı mal ve hizmet karşılığı devlete 100 milyon lira borcu bulunan bir vatandaşın, bu borcu ödeyememesi sebebiyle 2002 yılında 929 milyon lira ödemek zorunda kalmaktadır. Oysa, enflasyon oranlarına göre, aynı vatandaşın 346 milyon lira ödemesi gerekirdi. Bu şekilde devlet, vatandaştan 583 milyon lira fazladan fâiz almaktadır.
Bankalardan kredi alarak fâizle borçlanan çiftçilerin, esnafın durumu tümüyle içler acısıdır. Tüm hayvanlarını ya da evini barkını satarak fâiz borcundan
İSRÂF
- 539 -
kurtulmaya çalışan nice insan vardır. Sadece kumar değildir evi barkı söndüren, aynı zamanda fâiz de depremden büyük hasarlar ortaya çıkarmaktadır. 2003 yılı ocak ayı hesabıyla Türkiye’de kredi kartı kullanan insan sayısının 16 milyon olduğunu belirtirsek, müslüman geçinen halkın banka ile fâizle nasıl içli-dışlı olduğu anlaşılır. Kredi kartları temerrüt fâizinin % 500 civarında olduğunu, kartla borçlanan kişinin kısa zaman sonra borcunun 5 katına yükseldiğini, ödemeyi uzattıkça, borcun daha katlanarak yükseldiğini bilmeyenimiz yoktur. Ne acıdır ki, insan emeğini sömürüp kan emici vampir olan bankalar, müslümanların ve müslüman geçinenlerin desteğiyle bu zülmü sürdürüyorlar. Namaz kılan müslümanlar bankalardan paralarını çekse, sadece bankalar değil, bankacı kapitalist sömürü düzeni de kendiliğinden yıkılacaktır. Müslümanlar Amerikan dolarını boykot etseler dolar tepetaklak düşecek, ABD çok kolay tarihin çöplüğünde yerini alacaktır.
Öyle bir karanlık ve fırtınalı câhiliyye dönemi yaşıyoruz ki, fâizden en kaçınanımız bile, Peygamberimiz’in lisânıyla fâizin tozundan kurtulamıyor. "İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı (veya tozu) ulaşacak." 2200 Öyle bir sömürü düzeni içinde yaşıyoruz ki, kapitalizm din olmuş, para da, bir kapitalist için tanrı, banka tapınak, çek ve hisse senedi kutsal bir kitaptır. "Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul; / Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. / Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; / Yaşasın, kefenimin kefili kara borsa!"
İsrafın ne olduğunun anlaşılması için lüksün ne olduğunun bilinmesi, lüksün tanımı için de zarûretin doğru tanınması gerekir. Örnek olarak “tatil” kavramını ele alabiliriz. Tatil ihtiyaç mıdır, ihtiyaç ise kim için, ne kadar, nasıl, hangi şartlarla? Tatil ne demektir? Tembellik, boşa vakit geçirmek, zamanı israf etmek, parayı israf etmek, israf edilecek ne varsa onları bulup boşa harcamak demek midir tatil?
Kadınların fazla takıları (beş-on bilezik, beş-on altın, kolyeler, gerdanlıklar vs.), bankalarda yatan paralar, yastık altında duran paralar hep israf kavramıyla izah edilebilir. İslâm fıkhında meselâ para veya kıymetli eşyanın küp’e, sandığa konulup toprağa gömülmesi israf sayıldığı için câiz görülmez, kenz sayılır. Kullanılmayan arsaların, bahçe ve tarlaların boş olarak tutulmasına onay vermez dinimiz. Üç yıl ekilmeyen, faydalı şekilde kullanılmayan, yani israf edilen arsa, tarla veya bahçelerin işleyecek insana verilmesini tavsiye edip hükme bağlar dinimiz.
Henüz tıbbın, psikiyatrinin alanına girmeyen hastalık ve anormallikler giderek salgın hale geliyor. Tüketim virüsü, sahip olmanın câzibesi mânen nice ölümcül hastalıklara yol açıyor. Alışverişkolik insan tipi oluştu artık; para harcamanın dayanılmaz hafifliği ve paranın, o da yoksa kredi kartı ve taksitlerin gıdıklaması, kaşındırması, sahibini almaya zorlaması… “Hastalık” kelimesi bile bu fecî durumu ifade etmekte yetersiz kalmakta. Şeytan amelleri süslüyor. Vermeye unutan insan almanın yalancı zevki içinde paranın ve malın kulu-kölesi oluyor. Evlerinde çöp biriktiren, oluşturduğu çöp evlerde hiç kullanılmayacak eşyalarından ayrılamayan, mutluluğu sahiplendiği çöplerde arayanlar var. Henüz bu kapitalist hastalığın da adı konulmuş değil. Bir de harcadıklarını çöpe atanlar var. Bazı
2200] Ebu Dâvud, Büyû’ 3, h. no: 3331; Nesâî, Büyû’ 2, h. no: 7, 243; İbn Mâce, Ticârât 58, h. no: 2278
- 540 -
KUR’AN KAVRAMLARI
insanlar harcamamak için çöp biriktirir, çöp yapar; bazıları da harcayarak çöp yapar. Esas olarak âhirete yatırım yapması gereken insan, en büyük yatırımını tuvalete, çöpe yapmış oluyor israf sâyesinde. İnsan, onca harcamayı az sonra tuvalette pislik olacak ya da çöp kutusuna atılacak şey için yapmış oluyor.
Teknolojik araçların da çoğu, ihtiyaçtan çok sahip olma duygusuna ve alışkanlık gibi, moda gibi şeytanî dürtülere hitap ediyor aslında. Tiryakilik de yapıyor. Gameboy, atari, volkmen, müzik seti gibi araçlar ve bu araçlarla oyun-eğlence, bir zamanların vazgeçilmez tiryakilikleri idi. Moda sürekli değişiyor. Şimdi laptoplar başta olmak üzere bilgisayar ve yan ürünleri, CDler, digital fotoğraf makineleri ve özellikle de cep telefonu moda. İlkokul öğrencilerinin bile ceplerinde cep telefonu. 2004 yılı verilerine göre 68 milyonluk Türkiye’de 24 milyon cep telefonu kullanıcısı olduğu belirlendi. Bu telefon sahiplerinin kaçta kaçı gerçekten ihtiyaç olduğu için bu araca sahip olmuştur? Avrupa ülkelerinde ortalama bir buçuk yıl olan telefon modelini değiştirme müddeti, Türkiye’de ortalama altı ay. Onca para verilerek alınan bu aygıt birkaç ay sonra ölü parasına elden çıkarılıyor, bir üst modelle değiştiriliyor. Yeni modeller Avrupa’dan daha fazla Türkiye ve benzeri ülkelerde fakir kitlelere daha câzip geliyor. Sadece telefon adlı iletişim gerecine verilen para değildir israf olan. Cepte uslu uslu durmamaktadır bu israf âleti. İnsanı arada bir gıdıklamakta, “kullan beni!” diye insanı tahrik etmektedir. Gerekli-gereksiz insan uydu aracılığıyla konuşacak birini arayıp bulacaktır. İnsanların günlük konuşmalarının % 85’i gereksiz, olmazsa olabilecek sözlerden oluşmakta olduğu araştırma sonucu. Bu tespit, telefonla konuşmalar için de en az bu oranda değerlendirilebilir. Hem paralar, hem sözler, hem vakitler israf ediliyor.
Otomobil kim için ihtiyaçtır, kim için de hastalık; tespit zor. Lüks arabanın kimse için ihtiyaç olmadığını söyleyelim. Kocaman araba, çoğunlukla sadece bir, bilemediniz iki kişinin ihtiyacını karşılıyor, diğer koltuklar boş duruyor. İşine toplu ulaşım araçlarıyla belki daha rahat gidebilecek insanlar biraz da hastalık icabı ve çeşitli fiziksel hastalıklara kapı açacak şekilde arabayla gitmeyi tercih ediyor, yürümeyen hareketsiz insan sağlığını da israf etmiş oluyor. Her sene kaç değişik marka kaç değişik modelle israfı otomobil adıyla da tahrik ediyor, sayılması bile hayli zor.
İnsanlar artık evde tertemiz pişirilen yemeklerden zevk almıyor, hangi ürünlerden ve nasıl pişirilip hazırlandığı bilinmeden sunulan fastfoodlar moda. Kim bilir kaç hastalığa dâvetiye çıkaran hamburger vb. bu Batı tipi yemek gençlerin kolay terkedemeyeceği bir israfı da getiriyor. Çarşılar bu tür yiyecek mekânlarıyla dolup taşıyor. Ev araç ve gereçlerinin kaçta kaçı olmazsa olmazlardan, kaçta kaçı da israflardan oluşuyor, tespiti çok zor. Çünkü tespiti yapan da eşya tutkunu olduğu için zarûret ile ihtiyacı, ihtiyaç ile lüks ve israfı ayırt etmekte objektif olamıyor.
İnsan israfı, bazen beyin göçü şeklinde kendini gösterir. Yetişmiş eleman israfı, nice zorluklarla yetişmiş kaliteli insanların uygun şekilde değerlendirilmeyip harcanması, yani israfı hem devletin, hem cemaatlerin, hem toplumun ciddi problemidir. Okullarda geçen zamanın, askerlikte geçen zamanın kaçta kaçı verimli ve gerekli, ne kadarı da israftır? Bunu okullardan ve askerlikten geçmiş her insan bilir, ama yetkililer israfsız bir dünya istemedikleri için bilmezlikten gelirler. En az beş milyon erkek işsiz iken, karı-koca çalışanların durumu israfla izah
İSRÂF
- 541 -
edilemez mi? Kadınların Türkiye’de tezgâhtar ve sekreter olarak çalışmaları, israf açısından araştırılmalıdır. İşyerinde erkeklerle birlikte süslü püslü bir bayanın hem kendisi, hem çevresine ne gibi israflara yol açtığı değerlendirilmelidir. Kazandığının kaçta kaçı kendini güzel göstermeye gitmektedir? Her çeşit kozmetik araçların, moda ve yan ürünlerinin durumu israf açısından tam madalyalıktır.
İlaç israfı da ciddi boyutlardadır. Avrupa’da reçetelere nâdiren ve bir-iki çeşit yazılan ilaçların çoğu, kutu ile değil, tane ile hastaya yetecek kadar verilirken, Türkiye’de eczacıları ve daha çok da çoğu yabancı ilaç üreticilerini semirtecek boyutta reçeteler önlü-arkalı, bazen birkaç sayfa doldurulmaktadır. Herkesin evi, kullanılmayan ilaçların deposu şeklindedir. Kimi insan ilaç bulamazken nice insanın ilaç israfına niçin çözüm bulunmaya çalışılmaz? Çarşılarda, pazarlarda en çok giyim ve yeme-içme ile ilgili çok çeşitli ticarethaneler göstermektedir ki, insanlar elbise ve gıda israfına çok düşkündür. Kâğıt israfı ayrı bir yaradır. Sadece gazetelerdeki kâğıt israfını düşünün. Bir gazete kaç sayfa çıkar, ama lüzumlu yazılar aslında kaç sayfaya sığabilir? Gazetelerin en azından onda dokuzunun ve gazete sayfalarının onda dokuzunun israf kavramıyla izah edilebileceğini söyleyebiliriz. Romanlar ve kitaplar için de benzer değerlendirmeler yapılabilir mi tartışılabilir, ama gereksiz yazışmalar, dilekçe ve bürokratik kâğıt masrafları ciddi bir israftır. Erken kalkılmayıp gece geç yatıldığı için enerji israfını hesaplayacak makineler icat edilebilmiş değil, icat edilse o da israf olmaz mı, o da ayrı bir konu. Evler de bir tembelhanedir, her tembelhane sadece vaktin değil, aynı zamanda paranın, sağlığın ve daha birçok şeyin israf edildiği yerdir.
Çöpe atılan ekmekler, dökülen yemekler, damlayan musluklar, boşa yanan ampuller, önemsiz görülmemelidir. Denizde, okyanusta abdest alırken bile suyu fazla kullanmak israf kabul edilmiştir İslâm fıkhında ve câiz görülmemiştir. Abdest organlarını üç yerine dört veya daha fazla yıkamak da aynı şekilde mekruh görülmüştür. Bir ton ağaç için en az on yedi ağacın katledildiğini hesaba kattığımızda israfın ne tür doğal tahribata yol açtığı değerlendirilebilir. Bir düğünün olmazsa olmazları yanında olmasa da olabilecek ne tür israflara sahne olduğu, bir seçimin kaç milyon insanın asgarî ücretine eşit olduğu hesap edilebilir. Kapitalizm denilen sömürü düzeni, “tüket, kim olursan ol, ne olursa olsun tüket!” anlayışının kaçınılmaz devamını devreye soktu: “Kullan at!” Artık, teknolojik ve elektronik araçlar başta olmak üzere her türlü ev eşyaları ve araç gereçlerin tamiri tarihe karışmak üzere. Bozuldu, hatta bozulmasa da eskidi ve hatta hatta eskimese de modası geçti diye yüksek meblağlar harcanarak alınan eşya, araç-gereç çöpe atılmaya başlanıyor. Evler kullanım dışı lüzumsuz eşya çöplüğüne dönüşüyor. Yeni imal edilen birçok araç ve eşya, “kullan at!” mantığına uygun üretiliyor. Kâğıt mendil ve plastik çay bardağı gibi mâsum ve bütçeyi zorlamadığı zannedilen israf, giderek jiletten fotoğraf makinesine çok çeşitli araç-gereç ve eşyanın da içine dâhil olduğu bu alışkanlık, bir yaşam biçimi haline geliyor.
Devletin, belediyelerin israfları Avrupa ülkelerinin benzer harcamalarının kat kat üstünde olduğu, “ayranı yok içmeye...” vecizesini hatırlatır. Zahmetle kazanılmayan paranın israfı daha kolaydır. Halkın bütçesinden kerhen de olsa alınan vergilerle toplanan paralar, müteahhitlere, bankerlere peşkeş çekilir, sokağa kaldırımlara ve daha abesi heykellere yatırılır. Fâiz belâsının açtığı israf, T.C. hükümetlerinin halkın sırtına yüklediği büyük kamburdur. Dış borçların fâizleri on yıllardır ödene ödene bitmiyor. Dışa bağımlı sanayi, ihrâcâtın birkaç misli
- 542 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ithâlât, madenlerin işlenemeyip çok ucuza ham olarak dış ülkelere satılması ve en az misli fiyatla işlenmiş olarak tekrar ithal edilmesi gibi ihânet derecesindeki ihmal ve problemler israf açısından da değerlendirilmelidir. Küçük bir bilgisayar çipi imalinde bile gelişme gösteremeyip basit elektronik ve teknolojik araçlarda bile yabancı ülkelere bağımlılık israf rakamlarını şişirmektedir. Uçak, helikopter ve her çeşit ağır silâh için ne büyük rakamlar kimlere gitmektedir? Bu kimlerin içinde İsrail gibi İslâm ve Müslüman düşmanlığında sınır tanımaz barbarların olduğu ve bu ülkelerin Türkiye’nin güçlenmesini istemediği istemediği için yapıp sattığı şeylerin de o cinsten olacağı da görülmek istenmemektedir. Ülke, Batının elektronik ve teknik çöplüğü olmaya doğru hızla gitmektedir.
Bütün bunların yanında hiç tükenmeyecekmiş gibi doğayı yağmalamak, orman katliamı yapmak, toprak ve deniz ürünlerini yok edecek şekilde israf etmek elbette cezâsı sadece âhirette görülecek suçlardan değildir. Bu tür israfların cezâsı, sadece o israfı yapanlara değil; aynı zamanda seyirci kalıp karşı çıkmayanlara da ulaşır.2201 Tarihin hiçbir döneminde görülmeyecek kadar 20. ve 21. yüzyılda tabiat ve kaynakları israf edilmiştir, edilmektedir.
İnsanoğlu, suçlu olduğunu, elleriyle yaptıklarından dolayı cezâyı hak ettiğini vicân mahkemesinin kararıyla anladığından dolayı, yakın gelecekteki azap endişelerinin cezâsını şimdiden çekmeye başladı. Bin bir çeşit isrâfın cezâsı olarak, medyada sık sık yakın gelecekteki kıtlıktan, kuraklıktan, iklim değişikliklerinden bahsediliyor. “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde (şehirde ve kırda) fesat yayıldı, düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” 2202 Toplumsal fesâda ve yeryüzünün düzenini bozacak israfa, çevre felâketlerine yol açacak zararlı davranış ve kötü fiillere, ibret olsun diye dünyadayken verilen karşılıklar için “bir kısmı” denmekte ve asıl cezânın âhirette olduğuna işaret edilmektedir.
Kur’an’a teslim olup onun hükmünü tatbik etmeyen insanlar, kendilerini ve nesillerini de mahvedip helâk edilmesine sebep olacak fesattan kurtulamıyorlar. Teknolojik araçların hiçbir sınır tanımadan artması sadece paranın israfına sebep olmuyor, aynı zamanda doğanın tahrip edilmesine sebep teşkil ediyor. Teknoloji yoluyla paranın, doğanın, oksijenin israfı, ozon tabakasının delinmesine, ormanların mahvedilmesine, zararlı zannedilerek sayısız haşeratın topraklardan, arâzilerden yok edilmesine, denizlerin petrol ve benzeri atıklarla kirletilmesine sebep olarak, israfın cezâsı peşinen görülmeye başlanıyor. Bu israf, fesat ve fitnenin cezâsı, sadece onu yapmaktan çekinmeyen toplumlara, uluslara ve devletlere has değildir. Dünyayı israfa boğup kirleterek fesâda boğanlar, bunun cezâsını mâsum insanlara da çektiriyorlar. Kur’an, bizi uyarmaktadır: “Öyle bir fitneden sakının ki, o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (tüm insanlara sirâyet eder, hepsini perişan eder). Bilin ki, Allah’ın azâbı şiddetlidir.”2203; “...İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah ve fesat) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? ...Bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.” 2204
Filmlerde çeşitli tehlike sahneleri, artık yerini helâk sahnelerine bırakıyor.
2201] 8/Enfâl, 25
2202] 30/Rûm, 41
2203] 8/Enfâl, 25
2204] 7/A’râf, 155
İSRÂF
- 543 -
Toplumsal helâk senaryoları romanların ve filmlerin temel konusu gibi oldu. Armagedon, Altıncı Element, Yarından Sonra gibi filmler, bir taraftan yaklaşan helâkin sinyallerini verirken, diğer yandan bu yaşayışın çıkmaz sokağını, yolun sonunun nasıl bir helâk olduğunun cezâsını da düşündürüyor, hatta sanal âlemde de olsa, psikolojik olarak kısmen yaşatıyor.
Yeryüzünde halife olması için yaratılan, kendi emrine müsahhar kılınıp boyun eğdirilen doğayı Allah’ın hükmü doğrultusunda imar etmesi gereken insan, intihara doğru sürüklenmektedir. Küresel ısınma, çölleşme, buzullaşma gibi insanın iklim değişikliklerine sebep olabilecek küresel israf, fitne ve fesatlarının sonuçlarını, Allah bilir ama bu çağın insanı tadacağa benziyor. Batının gidişi, teknolojinin aldığı boyut, uygarlık diye takdim edilen İslâm dışı dünya görüşünün durumu, toplu problem ve azapları paratoner gibi çekiyor. “Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.” 2205
Fıtrat israfı kabul etmez; fıtrat, israfçıdan intikam alır. Tembelin vücudu, sağlığı bozulur. Fazla yiyen müsrif, çok yönlü hastalıklara kapı açan ve kendisi de bir hastalık olan obezite başta olmak üzere nice hastalıklara musallat olur. Yeme-içme yönüyle israf, vücutta ur gibi şişen göbek tarafından deşifre edilir. Vücut israfa isyan etmektedir bu yağ deposuyla. Bu ikazdan anlamayanlara birçok hastalık sırayla geçit resmi yapacak, vücut, sahibine israf suçunun cezâsını avans şeklinde çektirmeye başlayacaktır. “Mü’min, bir midesi ile yer; kâfir ise yedi mide ile yer.” 2206 "Mide hastalıklar evidir. Perhiz ve az yemek, her devânın (şifânın) başıdır. Bedenine âdet ettiği şeyleri ver." 2207
Sigara ve içkiye verilen para ile neler yapılmaz ki?! Avrupa’da dondurma için yılda on milyar dolar sarfediliyor. ABD’de köpek mamasına ayrılan para yılda tam 35 milyar dolar. Dünya ülkelerinde, zayıflamak için yılda kırk milyar dolar harcanıyor. Bu paranın büyük kısmı Amerika ve Avrupa’daki insanların cebinden çıkıyor. Şişmanların sayısı orada çok fazla çünkü. Afrika zayıf, Asya zayıf. Zayıflık ne kelime, açlıktan ölenler var. Bir deri bir kemik halinde yaşamaya çalışanlarla, zayıflamak için yılda kırk milyar dolar harcayanlar aynı dünyanın insanları; ne garip! Diyet sektörünün bu derece büyümesine sebep olanlar, paylaşmayı bilmeyen Avrupa ve Amerika’nın oburları. Sadece zayıflamak için o kadar para harcayan oburlar, şişmanlayana kadar kim bilir kaç milyar dolar harcamakta!? Ölçülü olmayı bilseler, bütün para ceplerinde kalacak hâlbuki. Hem zayıflamak için, hem şişmanlamak için harcadıkları bütün para tasarruf edilebilecek. Ve sağlıklı yaşayacaklar. Belki o zaman paylaşma fikri de doğacak kendiliğinden.
İsraf; toplumsal fesâdı, anarşi ve huzursuzluğu da körükler. “Kimi yer, kimi bakar, kıyâmet ondan kopar.” Açlıktan dert yanan insanlar, karşılarında yemeklerinin yarısını çöpe atanları, bir gece eğlencesinde asgarî ücret miktarı parayı tüketenleri görünce, kendilerini onlarla karşılaştıracak, israfçılara karşı düşman olacaktır. Böylece israf, İslâm yeterince bilinmediği için sosyalizmi, komünizmi de dâvet edecektir. İnsanlar israf edenlere tepkisini servet ve zengin düşmanlığıyla gösterecek, anarşi ve fesat yollarıyla da olsa zenginlere ve haksız kazanç
2205] 42/Şûrâ, 30
2206] İbn Mâce, hadis no: 3256; yine bk. 47/Muhammed, 12
2207] İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmû'1 Kur'an, Kahire, 1967 (3. bsm.) c. VII, sh.192
- 544 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sahiplerine saldırmayı düşünecektir. Unutmayalım, israfçılar, saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridir, dostlarıdır.
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Mü’minleri (bunlarla) müjdele.” 2208
İki yol var: Biri dünyevîleşme, dünyayı âhirete tercih; ikincisi ise dünyayı ebedî hayatın kapısı yapmak. Bugün yol ayrımındayız: Ya nefsimizin arzuları veya Rabbimiz. Ya geçici menfaat veya dâvâ. Ya israf ya infak. Ya fâni olan, ya bâki olan. Tercih bize kalmış. Tercihini Allah’tan yana yapanlara selâm olsun!
“Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş emel onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!” 2209
“Fıtratta israf da yoktur, faydasızlık da. Hilkatte israf ve abes yoktur. Ezelî hikmet, kısa ve müstakîm yolu terketmez. Evrende israfa ve ölçüsüzlüğe yer olmadığı, bakmasını bilen gözler için açık bir gerçektir. Bütün kâinatın temel düsturu iktisattır. İsrafçı kimse, tüm yaratıklara muhâlefetiyle onların mânevî nefret ve buğzunu üzerine çeker.”
“Bütün nimetlerin sahibi, insanlığa verdiği sayısız nimetler karşılığında şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimetleri küçümsemektir.”
“İsraf, kanaatsizliği neticelendirir. Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar.”
“İsraf, sefâhetin, sefâhet de sefâletin kapısıdır.”
“İktisat ve kanaat, İlâhî hikmeti harekete geçirir. Tat alma duyusunu, kapıcı hükmüne geçirerek ona bahşiş verir. İsraf o hikmete zıt hareket ettiği için tokat yer, mideyi karıştırır, gerçek iştahı kaybeder. Yiyeceklerin çeşitliliğinden gelen yapay ve yalancı bir iştah ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.”
“On bin liraya bir lokma yiyecek yenilebildiği gibi yüz bin liralık da bir lokma vardır. ağza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra ikisi de birdir. Yalnız birkaç saniye ağızdaki lezzette farklılık olur, o kadar. Müfettiş ve kapıcı olan tat alma duyusunu okşamak ve memnun etmek için bir ücretin on misline çıkmak, israfın en sefîhidir.”
“Bu zamanda, israflara yol açacak para çok pahalıdır. Karşılığında bazen haysiyet, nâmus, rüşvet alınıyor. Birazcık israfa para ayırmak için bazen dinin mukaddesâtı karşılık olarak veriliyor. Demek ki, israfa ayrılacak maddî bir birim karşılığı bir mal, mânevî olarak on misli zarar ile karşılanmaktadır.”
"Ey Âdemoğlu, şaşıyorum sana! Kendi arzularının yerine gelmesi için israf olarak harcıyorsun da, bir dirhem ile Rabbinin rızâsını kazanmakta cimrilik ediyorsun." 2210
2208] 61/Saff, 10-13
2209] 15/Hicr, 3
2210] Hasan-ı Basrî r.a.
İSRÂF
- 545 -
"İktisâda (tutumluluğa) riâyet eden kimse fakir olmaz." 2211
"Yoksulluk korkusu ile ömrünü servet toplamak peşinde harcamak fakirliğin ta kendisidir."
"Kişinin günahları çoğaldığı vakit (günahlarına keffâret olarak) Allah Teâlâ onu geçim sıkıntısı ile imtihan eder." 2212
"Günahlardan öyleleri vardır ki, onları ancak geçim sıkıntısı uğrunda çekilen zahmetler mahveder." 2213
"Ey Âdemoğlu, şaşıyorum sana! Kendi arzularının yerine gelmesi için israf olarak harcıyorsun da, bir dirhem ile Rabbinin rızâsını kazanmakta cimrilik ediyorsun." 2214
"Hayırda israf, israfta hayır yoktur."
"Fakir zengini taklide girişti mi, mahvolur."
"Dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiçbir şeyi olmayandır."
"Aza sahip olan değil, çoğu isteyen yoksuldur."
"İnsanlar, fakir olmaktan korkarak dünyalık için çalıştıkları kadar cehennemden korkup korunmak için âhirete çalışsalardı, mutlaka Cennete girerlerdi."
"Yokluk varlıkta, güçlük darlıkta." 2215
"Esas fakirlik, fakir olmaktan korkmak; esas zenginlik ise Allah'a güvenmektir."
"Zengin, çok mala sahip olana denmez; zengin kalbi olana denir." 2216
"Zengin, bilgisi çok olan insandır." 2217
"Zengin adam, elindekini yeterli görendir."
"Zenginlik, dünya köleliğinden âzâd olmaktır."
"Dünyanın en zengini, iktisadı bilen, en yoksulu cimri olan insandır."
"Bir ülkede vahiyden, akıl ve sanattan çok maddî servete kıymet verilirse, bilinmelidir ki, orada keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır."
"Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır."
"İki şeyin hazmı çok güçtür. Biri zenginlik, diğeri şöhret."
"Çoluk çocuktan, maldan veya benzeri şeylerden her ne ki seni Rabbinden alıkoyarsa, bil ki o senin için hayırsızdır/uğursuzdur."
2211] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2212] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2213] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2214] Hasan-ı Basrî r.a.
2215] Atasözü
2216] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2217] Hz. Ali
- 546 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Mevki ve zenginlik, çoğu zaman yüz kızartıcı hareketlere karşı alınan rüşvettir."
"Servetin toplandığı yerde, çoğu zaman insanlar ahlâkını yitirir."
"Zengin olmak istiyorsan, kazanmayı düşündüğün kadar biriktirmeyi de düşün."
"Hayatın en büyük trajedisi, yoksulluk değil; zenginliğe doyamamaktır."
"Dünyanın en zengini, tutumu bilen; en yoksulu cimri olan insandır."
"Zengin adam, elindekini yeterli görendir."
"Zenginliğe açılan kapı küçüktür; oraya girmek için eğilmek gerekir."
"İnsan ancak kendini harcayarak zenginleşir."
"Hiçbir iyi adam, birden zengin olmamıştır."
"İlimsiz, hünersiz zenginler de bir çeşit fakirdir."
"Zenginlik, kullanılacak bir silâhtır; tapınılacak bir mâbut değil."
"Huzur dolu bir kalple bir parça ekmek, vicdan azâbı ile beraber olan zenginlikten bin kere bin kere bin daha iyidir."
"Büyük servetler, çoğu zaman insanı yalnızlaştırır."
"Servetin batırdığı insan sayısı, kurtardığından elbette fazladır."
"Zenginlik, soysuzları daha çok soysuzlaştırır."
"Mâlik olduğundan fazla bir şey istemeyen insan zengindir."
"Nice zengin geceleyenler, ertesi gün fakir olurlar."
"Hayırlı para, insanın kendisine, ailesine ve geçimine harcadığı paradır." 2218
"Para her şeyi yapar' diyen adam, para için her şeyi göze alan adamdır."
"İnsanlar sahte para yaparlar, ama çok kere para da sahte insanlar meydana getirir."
"Para yağmuru altında çok şeyler delinir."
"Ak akçe kara gün içindir." 2219
"Sakla samanı gelir zamanı." 2220
"Paralı olmak ve onun bekçiliğini yapmak üzüntü doğurur."
"Cebiniz delikse, onu para ile doldurmanın bir yararı yoktur."
"Son ağaç yıkılıp, son nehir kirletilip son balık da tutulduktan sonra, paranın yenmediğini anlayacaksınız." 2221
2218] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2219] Atasözü
2220] Atasözü
2221] Kızılderili Atasözü; Greenpeace'in sloganı
İSRÂF
- 547 -
"İnsanoğlunun hiçbir icadı, para kadar fesat verici değildir."
"Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz."
"Para, çok kimseye kötü yollar öğretir."
"Para vererek ölümden, ağır hastalıklardan, yaklaşan ağrılı yaşlılıktan kurtulanamaz."
"Dünyada hem yokluğu, hem çokluğu kötü yalnız bir şey vardır: Para."
"Kalmadı artık paranın nazarımda kadri / Kirli ellerde görünce paradan iğrendim."
"Parayı yönetmesini bilmeyen bir adamı mahvetmenin en emin yolu, ona biraz para vermektir."
"Kapitalizmde fertler, sosyalizmde devlet, İslâm ekonomisinde millet zengin olur."
"Müslüman, materyalistlerin putlaştırdığı parayı esir alıp İslâm’a köle etmeden süper güçlere kafa tutamaz."
"Birikmiş para ya bizi idare eder, ya bize itaat eder."
"Para sevdâsında olmayan kişi, her nerede olursa olsun selâmettedir."
"Para olmadan onu harcamaya başlama."
"İnsana paraya davrandıkları gibi davrananlar, onu harcamak için kazanırlar."
"Para en iyi dost ve en tehlikeli düşmandır."
"Para, iyi bir uşak, kötü bir efendidir."
"Para, ya bizim başımızın belâsı, ya da bizim hizmetkârımızdır."
"Para, insana hizmet eder, ya da hükmeder."
"Paranın en büyük değeri, paraya gerçek değerinden daha yüksek bir değer tanıyan bir dünyada yaşamamızdan ileri gelmektedir."
"Saçarak paranı nâhak yerde / Olma muhtâc sakın nâ-merde."
"Uzun ve ağır bir emekle, alın teriyle kazanılmış parayla; kaldırımda rastgele bulunmuş paranın değeri aynı mıdır?"
"En dar zamanlarda bile münâsebetsiz işlere harcanacak devlet parası vardır."
"Budala ile parası, uzun zaman bir arada duramaz."
"Para, naz, nimet çok devam etmez."
"Paranın, insana işletemeyeceği suç yoktur."
"Akçenin değerini ancak üstündeki pas belli eder."
"Paranın saklanılması kazanılmasından daha zahmetli bir iştir."
"Bir insanın dostluk derecesini tâyin etmek ister misiniz? Menfaatine hafifçe dokununuz."
- 548 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan."
"Az malın hesabı daha azdır." 2222
"Mal ve mevkîye aşırı düşkünlük, suların sebzeleri yeşerttiği gibi insanın kalbinde nifak tohumunu yeşertir."
"Bir şeye sahip olmanın hakları olduğu kadar, görevleri de vardır."
"İnsanların seni sevmesini istersen, malının artan kısmını onlara dağıt. 2223
"Malın hayırlısı, kulun şeref ve ırzını koruması için sarfettiği malıdır."
"Doğduğumuz zaman dünyaya hiçbir şey getirmediğimiz gibi, ölürken de hiçbir şey götüremeyiz."
"Malı ve parayı hor gören çoktur; ama Allah için veren azdır."
"Allah'a karşı takvâya yardımcı olan mal ne güzeldir."
"Zühd ü takvâ bir ağaçtır ki, kökü kanaat, meyvesi rahattır." 2224
"Dünyalık sana yöneldiği zaman sen de vermesini bil. Zira vermek, onu tüketmez. Dünyalık senden yüz çevirdiği zaman yine ver. Çünkü o devamlı kalmaz." 2225
"Mal kazanılmakla şan kazanılmaz, kişi kerim gerek." 2226
"Malın bekçisi zekâttır." 2227
"Malını yemiş de onmuş var mı?" 2228
"Müjde o kimseye ki, İslâm hidâyetine ulaşmış, geçimi yetecek kadar verilmiş ve buna kanaat etmiştir." 2229
"Her gün bir melek: 'Ey Âdemoğlu, sana yetecek kadar az varlık, seni azdıracak çoktan hayırlıdır' diye seslenir." 2230
"Şüpheli şeylerden sakın, insanların en âbidi olursun. Kanaatkâr ol, insanların en çok şükredeni sayılırsın. Kendin için sevdiğini başkaları için de sev ki, mü'min olursun." 2231
"Kanaatten nasibi olmayanı dünya malı nasıl zengin eder?"
"Kanaat, tükenmeyen hazinedir."
"Yeryüzünde ıstırapların çoğu, aza kanaat etmemekten doğar."
2222] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2223] Hadis rivâyeti
2224] Atasözü
2225] Hz. Ali
2226] Atasözü
2227] Atasözü
2228] Atasözü
2229] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2230] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2231] Hadis-i Şerif Rivâyeti
İSRÂF
- 549 -
"Kanaatten nasibi olmayanı dünya malı nasıl zengin eder?"
"kime yeteri kadar az gelirse, ona hiçbir şey yetmez."
"Yetişir kanaat devlet istersen / Tükenmez âlemde nimet istersen."
"Kanaattir nefse yular demişler."
"Cömert, Allah'a yakın, insanlara yakın, Cennete yakın ve Cehennemden uzaktır. Cimri, Allah'tan uzak, insanlardan uzak, Cennetten uzak ve Cehenneme yakındır. Allah katında cömert bir câhil, cimri olan bir âlimden daha sevimlidir. En ağır hastalık, cimrilik hastalığıdır." 2232
"Allah cömerttir, cömertliği ve güzel ahlâkı sever." 2233
"Akıllı kimse odur ki; Malını güve düşmeyecek, hırsız çalmayacak yerde saklayandır; yani Allah yolunda harcayan." 2234
"Her sabah iki melek: 'Allahım, cimrinin malını tezden elinden al, cömerdin malını da artır' diye duâ ederler."
"Geçim kaynağı için çalışmasına veya ticaretine haram karıştıranlara şunu hatırlatmak gerekir: 'Kendisine isyan ettiğin hallerde bile rızkını kesmeyen Allah Teâlâ, kendisine itaat ettiğinde mi rızkını vermeyip kesecek?"
"Cömertlik fazla vermekten ziyade, yerinde ve zamanında vermek demektir."
“Kişi bu dünyaya tenezzül etti mi, bala kapılmış sineğe döner.”
“Bazıları ‘dünyada mekân, âhirette iman’ der; ama doğrusu şöyle olmalı: ‘Dünyada sağlam iman, Âhirette cennet gibi mekân.”
“Kim dünyaya mâlik olursa yorgun düşer, kim dünyayı severse ona kul olur, dünyanın azı yeter, çoğu da zengin yapmaz.”
“Âhirette mü’mini bekleyen nimetler, güzellikler yanında, dünya hayatı ne kadar güzel ve şâşaalı bile olsa, zindan gibi kalmaktadır.”
“Ey insan! Dünyaya kalıbınla sahip ol; fakat kalbini ve himmetini ondan ayır.” 2235
“Mü’min, dünyada, doktoru yanında olan bir hastaya benzer. Doktoru, ona faydalı olanı ve olmayanı bilir. Hasta kendisine zararlı bir şeyi isterse ona engel olur. Mü’minin hali de buna benzer. O, birçok şeyi arzu eder; ama imanı, ona zararlı olan şeylere mâni olur. Ölünceye kadar, bu böyle sürer gider.” 2236
“Müslümanlar arasında nerede ve ne zaman tartışma çıkarsa, bilin ki işin içinde servet, şöhret veya şehvet, yani para, makam veya kadın vardır. Ya bunlardan biri veya birkaçı. Kavganın sebebi bilindiğine göre tedâvisi kolaydır. Bize verilen her şeyin emânet olduğunu ve bunlarla sınava çekildiğimiz şuuru. Müslüman olduğumuzu hiçbir zaman unutmamak ve Allah’ın bize devamlı gördüğü
2232] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2233] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2234] Abdullah bin Mes'ud r.a.
2235] Abdullah bin Ömer
2236] Selmân-ı Fârisî
- 550 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şuurunda yaşamak.”
“Çarşıyı pazarı müslümanlaştırmadan, İslâm’ı çevreye hâkim kılmak mümkün değildir.”
“Paraya hâkim ol(a)mayan müslümanıın dünyası da, büyük ihtimalle âhireti de cehennem olacaktır.”
“Her işini para ile görüp paraya düşman olan müslümanlar; konforlu hayat yaşayıp ‘dünya sevgisi hataların başıdır’ diyenler; sermâye biriktirip bankayla iş görüp kapitalizme düşman olanlar; kapitalistler gibi yaşayıp sosyalizmin gelmesini istemeyenler tezat içindedir.”
“Hapse girmemek için T.C. kanunlarına gösterilen gayret kadar, Cehenneme girmemek için Allah’ın kanunlarına uyulsa, dünyamız da, âhiretimiz de cennete dönüşecektir. Üniversite sınavına hazırlanan bir genç kadar âhirette Cennet kazanmak için dünya imtihanına özen göstersek Cennetin bütün kapıları bize açılır. Dünya huzuru da avans olur.”
“Helâl-haram gözetmeden para kazanan ehl-i dünyadır, laiktir, kapitalisttir. Haramdan kaçan, helâl kazanç sağlayan ise ehl-i diyânettir, mü’mindir, mübârektir. Karun gibi, Firavun gibi, yahûdiler gibi zengin olmak, dini satıp dünyayı da mezara kadar sırtlamaktır. Her yolcu, bir şeyler götürür. Âhirete giden de sevaptan, günahtan başka bir şey götüremez.”
“Dünya, mü’minin zindanı, kâfirin ise cennetidir.” 2237
“Dünya, âhiretin tarlasıdır.” 2238
“Âhirete nisbetle dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırması gibidir. Dikkat etsin, o, parmağıyla neyi geri getirebilir?”
“Ebedî olan âhirete inandığı halde bütün mesâisini aldatıcı olan dünyalık için harcayanlara alabildiğine şaşarım.”
“Önünüzde çok zor ve güç bir yokuş var. Ancak yükü hafif olanlar onu aşabilecektir.”
“Dünya derin bir denizdir. Çok kimse burada boğulmuştur. Bu deryada boğulmaktan kurtulmak için gemin takvâ, yatağın iman, yelkenin Allah’a tevekkül olsun ki, batmaktan kurtulabilesin. Yoksa kurtuluş zordur.”
“Dünyayı kendinize efendi edinmeyin ki, o da sizi kendisine köle etmesin. Servetinizi kaybolmayacak yerde toplayın.”
“Hasta adam, hastalığı sebebiyle yemeğin tadını alamadığı gibi, dünyaya meyleden de dünya sevgisi sebebiyle ibâdetlerin tadını alıp zevkine varamaz.”
“Dünyanın lezzetini, zevkini, saâdetini, rahatını isterseniz, meşrû dairedeki keyifle yetinin. O, keyfe kâfidir.”
“Şu dünya; imtihan meydanıdır ve hizmet yeridir; lezzet, ücret ve mükâfat yeri değildir.”
2237] Hadis-i Şerif
2238] Hadis-i Şerif
İSRÂF
- 551 -
“Dünya, kâmil mü’minin kıymetsiz oyuncağı, gâfillerin değersiz salıncağıdır.”
“Dünya, ‘bir gün’ gibi çabucak geçecek, Kur’an’ın ‘yarın’ dediği gün uyanacak, ‘dünya’ için ‘dün ya!’ diyeceksin.”
“Dünya sana oyuncak olarak verilmişken, oyuncak seni oynuyor!”
“İnsan dünyada ancak dünyaya boş verdiği zaman mutlu olur.”
“Dünya âhiretin bir şantiyesi mesabesindedir.”
“Bu dünyaya aşırı tutkun olup meyletmek, insanın kalbinden imanın tadını çıkarır.”
“Dünya kalbe yerleşince, âhiret kalpten göç edip gider.”
“Kim dünyaya evlenme teklifinde bulunursa, dünya ondan mehir bedeli olarak, dinini ister.”
“Dünyanın karakteri, önce yaldızlı şeylerle aldatıp sonra helâk etmektir. O, kendini beğendirmek için süslenip püslenen, evlendikten sonra da kocasını öldüren bir kadına benzer.”
“Dünya malı çok olanın, aldanma dünyasına.
Dünya benim diyenin, gittik dün yasına.”
“Bazıları ‘dünyada mekân, âhirette iman’ der; ama doğrusu şöyle olmalı: ‘Dünyada sağlam iman, Âhirette cennet gibi mekân.”
“Dünyada hırs ve tamah varken, dolandırıcılar açlıktan ölmez.”
“Bir başka âlemin bekleme odasıdır bu dünya”
“Dünya terzi dükkânı, ölçüyü veren gider.”
“Kim dünyaya mâlik olursa yorgun düşer, kim dünyayı severse ona kul olur, dünyanın azı yeter, çoğu da zengin yapmaz.”
“Âhirette mü’mini bekleyen nimetler, güzellikler yanında, dünya hayatı ne kadar güzel ve şâşaalı bile olsa, zindan gibi kalmaktadır.”
“Ey insan! Dünyaya kalıbınla sahip ol; fakat kalbini ve himmetini ondan ayır.” 2239
“Mü’min, dünyada, doktoru yanında olan bir hastaya benzer. Doktoru, ona faydalı olanı ve olmayanı bilir. Hasta kendisine zararlı bir şeyi isterse ona engel olur. Mü’minin hali de buna benzer. O, birçok şeyi arzu eder; ama imanı, ona zararlı olan şeylere mâni olur. Ölünceye kadar, bu böyle sürer gider.” 2240
"Komşusu açken tok yatan Biz’den değildir." 2241
"Az yiyenin içi nurla dolar." 2242
2239] Abdullah bin Ömer
2240] Selmân-ı Fârisî
2241] Hadis-i Şerif
2242] Hadis-i Şerif
- 552 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"Tıka basa yiyip içmekten sakının. Bu, bedeni yıpratır, hastalık getirir." 2243
"Tembellik ve karın büyüklüğünden Allah'a sığınırım." 2244
"Sadaka ömrü uzatır." 2245
"Az ye, çok yaşa!" 2246
"İnsanın kalbi, tarladaki ekin gibidir. Yemek de yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda da kalbi öldürür." 2247
"Tok olan cümle cihanı tok sanır,
Aç olan âlemde ekmek yok sanır."
"Az yemekdir âdeme mahz-ı şifâ
Çok yemekten olur emrâz-ı belâ."
"Yiyin efendiler, yiyin; bu hân-ı iştihâ sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!" 2248
"Câhiller, 'Üzümünü ye, bağını sorma' dese de, ey müslüman! Sen, bağını sormadığın -şüpheli- üzümü yeme!"
"Tok iken yemek yiyen mezarını dişiyle kazar."
2243] Hadis-i Şerif
2244] Hadis-i Şerif
2245] Hadis-i Şerif
2246] Hadis-i Şerif
2247] Hadis-i Şerif
2248] T. Fikret
İSRÂF
- 553 -
İsrâf Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- İSRÂF KELİMESİ VE TÜREVLERİNİN GEÇTİĞİ ÂYET-İ KERİMELER (Toplam 23 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 147; 4/Nisâ, 6; 5/Mâide, 32; 6/En’âm, 141, 141; 7/A’râf, 31, 31, 81; 10/Yûnus, 12, 83; 17/İsrâ, 33; 20/Tâhâ, 127; 21/Enbiyâ, 9; 25/Furkan, 67; 26/Şuarâ, 151; 36/Yâsin, 19; 39/Zümer, 53; 40/Mü’min, 28, 34, 43; 43/Zuhruf, 5; 44/Duhân, 31; 51/Zâriyât, 34.
B- SAVURGANLIK, SAÇIP SAVURMA ANLAMINDAKİ “TEBZÎR” KELİMESİ VE TÜREVLERİNİN GEÇTİĞİ ÂYET-İ KERİMELER (Toplam 3 Yerde): 17/İsrâ, 26, 26, 27.
CİMRİLİK ANLAMINDAKİ “BUHL” KELİMESİ VE TÜREVLERİNİN GEÇTİĞİ ÂYET-İ KERİMELER (Toplam 12 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 180, 180; 4/Nisâ, 37, 37; 9/Tevbe, 76; 47/Muhammed, 37, 38, 38, 38; 57/Hadîd, 24, 24; 92/Leyl, 8.
İSRAF VE İKTİSAT (SAVURGANLIK VE TUTUMLULUK) KONUSUYLA İLGİLİ ÂYET-İ KERİMELER
İsraf Etmekten Sakınmak: 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31.
Saçıp Savurmaktan Sakınmak: 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31; 17/İsrâ, 26-27, 29.
Mü'minler İsraf Etmezler: 25/Furkan, 67.
Allah İsraf Edenleri Sevmez: 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31.
EKONOMİK EŞİTLİĞİN ANLAMI
Rızık Konusunda Kimi Kiminden Farklıdır: 16/Nahl, 71; 17/İsrâ, 21; 42/Şûrâ, 27; 43/Zuhruf, 32.
Zengin Fakir Ayırımı Yoktur: 6/En'âm, 52-53.
ZENGİNLİK VE ZENGİNLER
Allah, Dilediğine Hesapsız Rızık Verir: 2/Bakara, 212; 3/Âl-i İmrân, 27, 37; 28/Kasas, 79-82; 29/Ankebût, 62; 42/Şûrâ, 19.
Zenginliği Veren Allah'tır: 53/Necm, 48.
Zenginlik Bir Üstünlük Sebebi Değildir: 6/En'âm, 52-53.
Mal, Zenginler Arasında Dolaşan Bir Servet Olamaz: 59/Haşr, 7.
Kâfirler Mal Gururuna Kapılırlar: 6/En'âm, 52-53; 7/A'râf, 49; 11/Hûd, 27; 18/Kehf, 28; 26/Şuarâ, 106-114.
Câhil ve Gururlu Zenginler: 96/Alak, 6-7, 12.
Mal, Fitne ve İmtihan Sebebidir: 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15.
CİMRİLİK
Cimrilik Etmek: 2/Bakara, 195; 3/Âl-i İmrân, 180; 4/Nisâ, 36-37; 47/Muhammed, 38; 57/Hadîd, 23-24; 92/Leyl, 8-10.
Malı ve Parayı Biriktirmek: 3/Âl-i İmrân, 49; 9/Tevbe, 34-35; 64/Teğâbün, 15-18; 104/Hümeze, 1-4.
İnsan Cimridir: 17/İsrâ, 100; 70/Meâric, 19-21; 100/Âdiyât, 8-11.
Şeytan Fakirlikle Korkutur: 2/Bakara, 268.
Cimrilik Etmekten Sakınmak: 17/İsrâ, 29, 31; 47/Muhammed, 37-38; 59/Haşr, 9; 64/Teğâbün, 16.
Mü'minler Cimrilik Yapmaz: 25/Furkan, 67.
İ- CÖMERTLİK
Cömert Olmak: 17/İsrâ, 29.
Allah Cömerlere Bolluk Verir: 2/Bakara, 268.
J- YEDİRİP İÇİRMEK
Fakirlere Yedirip İçirmek: 22/Hacc, 28, 36; 76/İnsan, 8-12.
Yetimlere Yedirip İçirmek: 76/İnsan 8-12.
Esirlere Yedirip İçirmek: 76/İnsan, 8-12.
Kâfirler, Fakirlere Yedirip İçirmezler: 36/Yâsin, 47; 69/Haakka, 34; 74/Müddessir, 43-44; 107/Mâûn, 1, 3.
K- RIZIK
Allah, Dilediğine Hesapsız Rızık Verir: Bakara, 212; Al-i İmran, 27, 37; Kasas, 79-82; AnkEbût, 62; Şura, 19.
Allah, Rızkı Daraltır veya Genişletir: Bakara, 245; Ra'd, 26; İsra, 30; Kasas, 82; AnkEbût, 62; Rum, 37; Sebe'36, 39; Zümer, 52; Şura, 12, 27; Mülk, 21.
Rızkı Veren Allah'tır: Yunus, 31; Hicr, 21; AnkEbût, 17, 61; Rum, 40; Sebe',24, 39; Fatır, 3; Zariyat, 58.
Rızık Konusunda Kimi kiminden Farklıdır: Nahl, 71; İsra, 21; Şura, 27; Zuhruf, 32.
- 554 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah, Bütün Canlıların Rızkını Verir: Hud, 6.
Rızık Verenlerin En Hayırlısı Allah'tır: Hacc, 58; Mü'minun, 72; Cum'a, 11.
Allah, En Temiz Nimetlerden Rızıklandırır: Mü'min, 64.
Allah, Cimrilik Etmeyenlere Bol Rızık Verir: Bakara, 268.
Yer Üzerinde Rızık Sebepleri Yaratılmıştır: Hıcr, 20.
Rızık Endişesi, Hakka Davet Görevine Engel Olamaz: Taha, 132.
Yağmurla Gökten Rızık İner: Zariyat. 22.
Rızık Aramak: Cum'a, 10.
Rızkın Bolluğu ve Darlığında, İbretler Vardır: Zümer, 52
Yaratılan Her Şeyin İnsan İçin Olmasında İbretler Vardır: Casiye, 13
Rızık Endişesi, Tebliğ Görevine Engel Olamaz: Taha, 132
Zenginliği Veren Allah'tır: Necm, 48
Zenginlik Bir Üstünlük Sebebi Değildir: En'am, 52-53
Mal, Zenginler Arasında Dolaşan Bir Servet Olamaz: Haşr, 7.
Kâfirler, Mal Gururuna Kapılırlar: En'am, 52-53; A'raf, 49; Hud, 27; Kehf, 28; Şuara, 106-114
Cahil ve Gururlu Zenginler: Alak, 6-7, 12
Mal, Fitne ve İmtihan Sebebidir: Enfal, 28; Teğabün, 15.
Fakir Düşmekte Hikmet Vardır: En'am, 42, Tevbe, 28.
Rızık Konusunda Kimi Kiminden Farklıdır: Nahl, 71; İsra, 21; Şura, 27; Zuhruf, 32.
Zengin Fakir Ayrımı Yoktur: En'am, 52-53.
L- İNFAK
İnfak/Allah Yolunda Harcamak: Bakara, 3, 195, 245, 254, 261, 270, 272, 274; Enfal, 3; Ra'd, 22; İbrahim, 31; Hacc, 35; Kasas, 77; Secde, 16; Fatır, 29-30; Hadid, 7; Münâfıkun, 10-11; Teğabün, 16-17.
Mala Olan Sevgiye Rağmen Allah Sevgisiyle Harcamak: Bakara, 177; İnsan, 8.
Harcamada Ölçü: Furkan, 67; Muhammed, 36-38.
Allah İçin Harcamak ve Harcayanların Hali: Bakara, 264-266, 272; Kasas,77; Münafikun, 10-11; Leyl,17-21
Harcamayı Malın İyisinden ve Sevilen Şeylerden Yapmak: Bakara, 267; Al-i İmran, 92.
Harcama Yapılacak Mal: Bakara, 3, 219; Şura, 38.
Kendilerine Verilecek Kimseler: Bakara, 215, 273; Nur, 22.
Harcadıklarını Başa Kakanlar: Bakara, 262-264, 266, Müzzemmil, 20.
Gösteriş Olsun Diye Harcamak: Bakara, 264, 266, 270, 272; Nisa, 38-39.
İnfaktan Kaçılmaz: Bakara, 268; Hadid, 10.
İnfaktan Kaçanlar: Mearic, 18-21.
İnfak Edenler Takva Sahibi Mü'minlerdir: Al-i İmran, 16-17, 134.
İnfak Edenlerin Mükafatı: Bakara, 272; Hadid, 7, 11; Teğabün, 17; Mearic, 24-25, 35; Leyl, 5-7,18.
Kafirler ve Müşrikler İnfak Etmezler: Yasin, 47; Kalem, 17-40; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Mâûn, 1, 3.
Kâfirler Mallarını Allah Yolundan Çevirmek İçin Harcarlar: Enfal, 36; Beled, 5-12.
Fakirlere Yedirip İçirmek: Hacc, 28, 36; İnsan, 8-12, Fecr, 18.
Yetimlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
Esirlere Yedirip İçirmek: İnsan, 8-12.
Kâfirler, Fakirlere Yedirip İçirmezler: Yasin, 47; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Maun, 1-3.
Cömert Olmak: İsra, 29.
Allah, Cömertlere Bolluk Verir: Bakara, 268.
Fakirlere İyilik Etmek: Bakara, 83; Nisa, 36.
Fakirlere Vermek: Bakara, 177, 215, 273; İsra, 26; Nur, 22; Rum, 38; Mearic, 24-25.
Sail'i (İsteyeni, dilenciyi) Azarlamaktan Sakınmak: Duha, 10.
Kâfirler, Fakirleri Küçük Görürler: En'am, 52-53; A'raf, 49; Hud, 27; Kehf, 28; Şuara, 106-114.
Kâfirler ve Müşrikler, Fakirlere Vermezler: Yasin, 47, Kalem,17-40; Hakka,34; Müddessir,43-44;
İSRÂF
- 555 -
Mâûn, 1-3
M- MAL VE MALI KULLANMAK
a- Mal, Fitnedir, İmtihan Sebebidir: 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15.
b- Mal, Dünya Hayatının Süsüdür: 18/Kehf, 46.
Zenginlik, Bir Üstünlük Sebebi Olamaz: 6/Er’âm, 52-53.
Mal, Zenginler Arasında Dolaşan Bir Devlet/Servet Olmamalıdır: 59/Haşr, 7.
Malı Kullanmakta Reşit Olmak: 4/Nisâ, 5-6; 17/İsrâ, 34.
Sefihlere (malını İyi Kullanamayacak Akılsızlara) Mal Verilmez: 4/Nisâ, 5.
Ekonomik Esâret: 59/Haşr, 7.
Malı ve Parayı Biriktirmek (Stokçuluk): 3/Âl-i İmrân, 49; 9/Tevbe, 34-35; 64/Teğâbün, 14-18; 104/Hümeze, 1-4.
Mal Sevgisi: 3/Âl-i İmrân, 14; 9/Tevbe, 35; 89/Fecr, 20.
Mal Sevgisini, Allah’tan, Peygamber’den ve Allah Yolunda Cihaddan Üstün Tutmak: 9/Tevbe, 24, 34-35; 63/Münâfıkun, 9; 92/Leyl, 8-11; 96/Alak, 6-8.
Mal, Dünyada Kalacaktır: 6/En’âm, 94.
Kâfirlere Malları ve Evlâtları Fayda Vermez: 3/Âl-i İmrân, 10, 91, 116; 5/Mâide, 36; 6/En’âm, 70; 7/A’râf, 48; 13/Ra’d, 18; 19/Meryem, 77-80; 45/Câsiye, 10; 58/Mücâdele, 17; 69/Haakka, 25-29; 92/Leyl, 8-11; 104/Hümeze, 2-6; 111/Leheb, 1-3.
Münâfıklar, Mal Sevgisi ile Doludurlar: 9/Tevbe, 58-59, 67, 75-76; 48/Fetih, 15; 49/Hucurât, 14, 16-17.
Mûsâ (a.s.)’nın Ümmetinden Karun’un Mal Sevgisinin Sonu: 28/Kasas, 76-84; 29/Ankebût, 39-40.
N- MÜLK VE MÜLKÜN SAHİBİ
Mülk Allah’ındır: 35/Fâtır, 13; 57/Hadîd, 10; 64/Teğâbün, 1; 67/Mülk, 1.
Allah, Mülkü Dilediğine Verir: 2/Bakara, 247; 3/Âl-i İmrân, 26.
Göklerdeki ve Yerdeki Her Şey, Allah’ındır: 2/Bakara, 255, 284; 3/Âl-i İmrân, 109, 129; 4/)Nisâ, 126, 131-132; 5/Mâide, 120; 10/Yûnus, 55; 14/İbrâhim, 2; 16/Nahl, 52; 20/Tâhâ, 6; 22/Hacc, 64; 24/Nûr, 64; 30/Rûm, 26; 31/Lokman, 20, 26; 34/Sebe’, 1; 42/Şûrâ, 4; 53/Necm, 31; 57/Hadîd, 2, 5.
Göklerin ve Yerin Tasarrufu Allah’ındır: 2/Bakara, 107; 3/Âl-i İmrân, 189; 5/Mâide, 40; 9/Tevbe, 116; 24/Nûr, 42; 25/Furkan, 2; 36/Yâsîn, 83; 39/Zümer, 62-63; 42/Şûrâ, 49; 43/: Zuhruf, 85; 45/Câsiye, 27; 48/Fetih, 14; 57/Hadîd, 2, 5; 85/Bürûc, 9.
O- DÜNYA NİMETLERİ
Cennetin Nimetleri Dünya Nimetlerinden Hayırlıdır: 3/Âl-i İmrân, 14-15; 16/Nahl, 30.
Dünya Nimetleri Fânîdir; Âhiret Nimetleri Son Bulmaz: 4/Nisâ, 77; 16/Nahl, 96; 35/Fâtır, 5; 42/Şûrâ, 36.
Dünya Nimetleri İle Âhiret Nimetlerinin Karşılaştırması: 28/Kasas, 60; 29/Ankebût, 64.
Sâlih Amel, Dünyanın Süsünden Hayırlıdır: 18/Kehf, 46; 19/Meryem, 76.
P- ZENGİNLİK VE ZENGİNLER
a- Allah, Dilediğine Hesapsız Rızık Verir: 2/Bakara, 212; 3/Âl-i İmrân, 27, 37; 28/Kasas, 79-82; 29/Ankebût, 62; 42/Şûrâ, 19.
b- Zenginliği Veren Allah'tır: 53/Necm, 48.
Zenginlik Bir Üstünlük Sebebi Değildir: 6/En'âm, 52-53.
Mal, Zenginler Arasında Dolaşan Bir Servet Olamaz: 59/Haşr, 7.
Kâfirler Mal Gururuna Kapılırlar: 6/En'âm, 52-53; 7/A'râf, 49; 11/Hûd, 27; 18/Kehf, 28; 26/Şuarâ, 106-114.
Câhil ve Gururlu Zenginler: 96/Alak, 6-7, 12.
Mal, Fitne ve İmtihan Sebebidir: 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Zenginlere ve Zengin Olmak İsteyenlere, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. İst. 1993
2. Fakirler ve Zenginler, Vehbi Karakaş, Timaş Y. İst. 1993
3. Zenginler, Yoksullar ve Robotlar, Deniz Can Saner, Birleşim Y. İst. 1993
4. Neden Bu Kadar Fakirler, Abdullah Arslan, Akademi Y. İst. 1989
5. Hayatın Pahalılanmasını Nasıl Engelleyebiliriz? Birlik Y. Ank. 1979
- 556 -
KUR’AN KAVRAMLARI
6. Niçin Yoksuluz? Birlik Yayıncılık, Ank.
7. Ulusların Yeni Zenginliği, Guy Sorman, Afa Y.
8. TDV İslâm Ansiklopedisi, T.D.V. Y. Fakir: Osman Eskicioğlu, c. 12, s. 129-131; Fakr: Süleyman Uludağ, c. 12, s. 132-134; İsraf: Cengiz Kallek, c. 23, s. 179-180; Kanaat: Mustafa Çağrıcı, c. 24, s. 289-290
9. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. Fakirlik: Hamdi Döndüren, c. 2, s. 141-143 el-Ğanî: M. Sait Şimşek, c. 2, s. 212-213; (Kanaat: Zübeyir Tekkeşin) c. 3, s. 297-298; Tevekkül c. 6, s. 211; Zenginlik: Arif Köten, c. 6, s. 448 ?Miskin, Zühd? İsraf?, Müsrif? Cimrilik? Cömertlik? Mal?
10. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 10, s. 324-329
11. Delilleriyle Ticaret ve İktisat İlmihali, Hamdi Döndüren, Erkam Y.
12. İslâm'ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y.
13. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y.
14. TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV Y.
15. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y.
16. Tüketim Virüsü, Mustafa Karaalioğlu, Şehir Y. /Yeni Şafak Gazetesi Y.
17. Tüketicinin El Kitabı, Osman Altuğ, Sezai Dumanoğlu, Yasa Y.
18. Tüketicinin Korunması, Mehmet Aydın
19. Tüketicinin Korunması, Pazarlamacı Karşısında Tüketici, Yıldırım Kılkış
20. Pazarlama Yönetimi I-II, Philip Kotler, Bilimsel Y.
21. Pazarlama İlkeleri, İsmet Mucuk, Der Y.
22. AT’de Tüketiciyi Koruma Politikaları ve Türkiye’de Durum, İsmet Mucuk, TÜSİAD Araştırmaları Y.
23. Yarın Çok Star Olacak, Jaques Seguela, Afa Y.
24. Amerikan Yüzyılının Sonu, Mustafa Özel, İz Y.
25. Piyasa Düşmanı Kapitalizm, Mustafa Özel, İz Y.
26. Küresel Rekabet, Derleyen Mustafa Özel, İz Y.
27. İktisat Risaleleri, Derleyen Mustafa Özel, İz Y.
28. Birey Burjuva ve Zengin, Mustafa Özel, İz Y.
29. İktisat ve Din, Hazırlayan Mustafa Özel, İz Y.
30. İktisat, Siyaset ve Din, Mustafa Özel, Yeni Şafak, İst. 1995
31. Tüketicinin Korunması Hakkında Mevzuat, Mehmet Köksal, Alfa Y.
32. Tüketici Hukuku ve İlgili Mevzuat, İ. Yılımaz Aslan, Ekin Kitabevi Y.
33. Tüketici Davranış ve Tüketicilik Bilinci, Rauf Arıkan, Yavuz Odabaşı, Anadolu Ün. Aç.Öğ. Fak. Y.
34. Reklam Dünyasının İçyüzü, Jim Ring, Milliyet Gazetesi Y.
35. Reklam Bize Sırıtan Bir Leştir, Oliviero Toscani, Milliyet Gazetesi Y.
36. Reklamcılık, Arman Mattelart, İletişim Y.
37. AT Ülkelerinde Tüketici Politikaları ve Türkiye TSE Y.
38. Kapitalizm ve Özgürlük, Milton Frıedman, Altın Kitaplar Y.
39. Tüketim Köleliği, İvan İllich, Pınar Y.
40. Şenlikli Toplum, İvan İllich, Ayrıntı Y.
41. İslâm'ın İktisadî Görüşü, Sabahaddin Zaim, Yeni Asya Y. İst. 1981
42. İslâm ve Ekonomik Hayat, Ahmet Tabakoğlu, D.İ.B. Y. İst. 1987
43. İslâm'a Göre Banka ve Sigorta, Hayreddin Karaman, Nesil Y. 3. Bs. İst. 1992
44. İslâm'da Para, Ahmed el-Hasenî, Çev. Adem Esen, İz Y. İst. 1996
45. İdeal Ekonomik Politikası, Abdurrahman Maliki, Ta-ha Y.
46. Müslüman ve Para, Hekimoğlu İsmail, Timaş Y. 7. bs. İst. 1996
47. Para, Faiz ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1987
48. İktisat Penceresinden İslâm, Ferit Yücel, Şahsi Y. İst. 1979
49. Herkes İçin Ekonomi, George Soule, Gerson Antell, Çev. Nejat Muallimoğlu, Avcıol Basım Yayın, 3. Bs. İst. 1996
İSRÂF
- 557 -
50. İnfak (Allah Yolunda Harcama), Veysel Özcan, Mirfak Y.
51. Çalışma Hayatı ve İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Neşriyat, İst. 1992
52. İslâm'da İşçi-İşveren Münâsebetleri, Hayreddin Karaman, Marifet Y.İst. 1981
53. İslâm'da Ticaret Prensipleri, M. Cevat Akşit, Gaye Vakfı, İst. 2001
54. İslâm'da Ticaret Hukuku, Abdülkerim Polat, Sabah Gaz. Kültür Y. İst. 1977
55. İslâm'da Tüketici Hakları, Hüseyin Arslan, T. Diyanet Vakfı Y. Ank. 1994
56. İslâm Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, Fahri Demir, D.İ.B. Y. Ank. 1988
57. Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, Hamdi Döndüren, İklim Y. İst. 1988
58. Aksiyon, Ahlâk, Ekonomi, Zübeyir Yetik, Çığır Y. İst. 1975
59. Ekonomi Bir Din midir, Zübeyir Yetik, Beyan Y. İst. 1991
60. Sınıfsız Dünya, Saadettin Elibol, Dergâh Y. İst. 1978
61. Gazâlî’nin İktisat Felsefesi, Sabri Orman, İnsan Y. İst. 1984
62. Alışverişte Vâde Farkı ve Kâr Haddi, Heyet, İlmî Neşriyat
63. İktisadî Kalkınma ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat
64. Türkiye’de Zekât Potansiyeli, Heyet, İlmî Neşriyat
65. İşçi İşveren Münasebetleri, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1990
66. Toplumların Çöküşünde Rüşvet, Seyyid Hüseyin el-Attas, Çev. Cevdet Cerit, Pınar Y. İst. 1988
67. Sosyal Siyaset Açısından İslâm'da Ücret, Adem Esen, T. Diyanet Vakfı Y. 2. Bs. Ank. 1995
68. Ekonomik Adâletin Temelleri, Muhammed Nuveyhi, Beyan Y. 2. Bs. İst. 1984
69. Tüketim Köleliği, Ivan İllich, Çev. Mesut Karaşahan, Pınar Y. İst. 1990
70. Küreselleşen Dünyada Özgür Birey, Zengin Toplum, Mehmet Traş, Birey Y. İst. 2003
71. Türkiye'de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar, Ali Gevgilili, Bağlam Y. İst. 2. Bsk, 1989
72. Ana Hatlarıyla İslâm Ekonomisi, Servet Armağan, Timaş Y.
73. Çağdaş Ekonomik Doktrinler ve İslâm, İ. M. İsmail, Boğaziçi Y.
74. Çalışma Hayatı ve İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Y.
75. Ekonomiye Değinmeler, Zübeyir Yetik, Akabe Y.
76. El-Hisbe, İbn Teymiyye, İnsan Y.
77. Hz. Muhammed’in Getirdiği Ekonomik Düzen, Sadık Yılma, Yeni Ufuklar Neşriyat
78. Hz. Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa, Cengiz Kellek, Bilim ve Sanat Vakfı Y.
79. Hz. Ömer Döneminde Ekonomik Yapı, İrfan Mahmud Rânâ, Bir Y.
80. İktisat Bilinci, Hekimoğlu İsmail, Denge Y. İst. 1996
81. İslâm Devlet Bütçesi, Celâl Yeniçeri, Şamil Y.
82. İslâm Ekonomi Sistemi, Muhammed Bakır Sadr, Rehber Y.
83. İslâm Ekonomisi Sistemi, M. Ömer Çapra, Fikir Y.
84. İslâm Ekonomi Düşüncesi, Sıddıkî, Bir Y.
85. İslâm Ekonomi Toplumunun Kuruluşu, Muhammed Abdülmennan, Fikir Y.
86. İslâm Ekonomisi (Teori ve Pratik), M. A. Mannan, Fikir Y.
87. İslâm Ekonomisi ve Sosyal Güvenlik Sistemi, Faruk Yılmaz, Marifet Y.
88. İslâm Ekonomisinde Finansman Meseleleri, Heyet, Ensar Neşriyat
89. İslâm Ekonomisinde Gelir ve Sermaye, M. Sabri Erdoğdu, Sebil Y.
90. İslâm Ekonomisinde Tasarruf ve Ekonomik Gelişme, M. Sabri Erdoğdu, Sebil Y./Marm. Ü. İl. FkV.Y.
91. İslâm Ekonomisinin Temel Meseleleri, M. Ekrem Han, Kayıhan Y.
92. İslâm İktisadında Helâl Kazanç, İmam Muhammed Şeybani, Seha Neşriyat
93. İslâm İktisadının Esasları, Celâl Yeniçeri, Şamil Y.
94. İslâm İktisat ve Metodolojisi, Yusuf Mısri, Birleşik Yayıncılık İst.
95. İslâm İktisat Tarihine Giriş, Abdulaziz Durî, Endülüs Y. İst. 1991
96. İslâm’da İktisadî Nizamı, Ömer Çapra, Çev. Hulûsi Yavuz, Sebil Y.
97. İslâm Şirketler Hukuku (Emek-Sermaye Şirketi), Osman Şekerci, Marifet Y.
98. İslâm ve Çağdaş Ekonomik Konular, M. A. Mannan, Fikir Y. İst. 1984
- 558 -
KUR’AN KAVRAMLARI
99. İslâm ve Çağdaş Ekonomik Doktrinler, Muhammed İsmail, çev. Cemal Karaağaçlı, Serda, Yeni Neşr.
100. İslâm Ekonomisinin Strüktürü, Sezai Karakoç, Diriliş Y.
101. İslâm’da Ekonomik ve Sosyal Düşüncenin Çağdaş Görünümü, Heyet, Düşünce Y. İst. 1978
102. İslâm Devletinde Malî Yapı, S. A. Sıddıkî, Çev. Rasim Özdenören, Fikir Y. 2. bs. İst. 1980
103. İslâm ve Ekonomik Hayat, Ahmet Tabakoğlu, D.İ.B. Y.
104. İslâm ve İktisadi Ekoller, M. Bakır es-Sadr, Akademi Y. İst. 1991
105. İslâm ve Mülkiyet, Mahmud Talegani, Yöneliş Y.
106. İslâm’da Tüketici Hakları, Hüseyin Arslan, T. Diyanet Vakfı Y.
107. İslâmî Yaklaşımlar, Hamdi Döndüren, Kültür Basın Yay. Birliği
108. İslâmî Açıdan Borsa, Heyet, Ensar Neşriyat
109. İslâmî İktisadın Felsefesi, Murtaza Mutahhari, İnsan Y.
110. İslâm İktisadında Narh, Davut Aydüz, Işık Y. x
111. İslâm’da İktisat Anlayışımız, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y. 2. bs. Malatya, 1994
112. Çağdaş İktisadi Sistemleri, Beşir Hamitoğulları, Savaş Y.
113. Adil Ekonomik Düzen, Necmettin Erbakan, Ank. 1991
114. Modern İktisat ve İslâm, Sabahaddin Zaim, MTTB Basın-Yayın Md. Neşr. 3. bsk. İst. 1969
115. Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Yahya S. Tezel, Tarif Vakfı Yurt Y.
116. Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y.
117. Türkiye’de Özel Finans Kurumları ve İslâm Bankacılığı, İsmail Özsoy, Timaş Y. İst. 1987
118. Türkiye’de Ekonomik Güçlükler ve Çözüm Yolları, Emin Çarıkçı, Adım Y.
119. Türkiye’de Enflasyonla Mücadele, Tuncay Artun, Tekin Y.
120. Türkiye’de Özelleştirme, Cevat Karataş, Ziya Öniş, Yeni Yüzyıl Kitaplığı Y.
121. Darbelerin Ekonomisi, Mehmet Altan, Afa Y. İst. 1990
122. Yabancı Sermaye, Komisyon, TÜGİAD Y.
123. Toplum Suskun, Sermaye Serbest, Heyet, Bireşim Y.
124. Ekonomi ve Ahlâk, N. Haydar Nakvî, İnsan Y. İst. 1985
125. Tüketim Virüsü, Mustafa Karaalioğlu, Yeni Şafak Y. İst. 1995
126. Ekonomik Çözüm, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y. İst. 1991
127. Risk Sermayesi, Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, Murat Çizakça, İlmî Neşriyat
128. Türkiye’de Zekât Potansiyeli, Heyet, İlmî Neşriyat
129. Reklâm Dünyasının İçyüzü, Jim Ring, Milliyet Gazetesi Y.
130. Reklâm Bize Sırıtan Bir Leştir, Oliviero Toscani, Milliyet Gazetesi Y.
131. Parasal Bunalımlar ve Uluslar arası Reform, İsmail Şengün, T. Ekonomi Kurumu Y.
132. Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y.
133. Bireysel Yatırım Araçları, Mehmet Çavaş, İletişim Y.
134. Tarikat Sermayesinin Yükselişi, Faik Bulut, Öteki Y.
135. Faiz, Ebû’l-A’lâ Mevdûdî, Çev. M. Hasan Beşer, Hilâl Y. İst. 1966
136. Faiz, Seyyid Kutup, Çev. Cafer Tayyar, İslâmoğlu Y.
137. Faiz, Mehmet Zahid Kotku, Seha Neşriyat
138. Faiz ve Problemleri, İsmail Özsoy, Nil A.Ş. Y.
139. Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, Cihangir Akın, Kayıhan Y.
140. Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli, Heyet, İlmî Neşriyat İSAV, İst. 1987
141. Türkiye’de Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Sistemleri, Mustafa Uçar, Fey Vakfı Y.
142. Faiz Politikalarının Enflasyon Üzerindeki Etkileri ve Türkiye, Muhammed Akdiş, Yimder Y.
143. İslâm’da Faiz Meselesine Yeni Bir Bakış, Süleyman Uludağ, Dergâh Y. İst. 1988
144. Alternatif Faizsiz Banka, Süleyman Karagülle, İz Y. İst. 1991
145. Teşvik Kredileri ve Faiz, Ali Özek, İlmî Neşriyat
146. Tefsîr-i Âyeti’r Ribâ, Seyyid Kutup, İslâmoğlu Y.
147. İslâm’a Göre Faizsiz Banka, Kalkınma ve Sigorta, M. Ahmet Zerkâ, Kalem Y.
İSRÂF
- 559 -
148. Türkiye’de Faiz Politikaları, Adnan Büyükdeniz, Bilim ve Sanat Vakfı Y.
149. Türkiye’de Serbest Faiz Politikası, Tuncay Artun, Tekin Y.
150. Para, Faiz ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1987
151. Para, John Kenneth Galbraith, Altın Kit. Y.
152. Para Bulma ve Yatırım, Ali Sait Yüksel, Beta Basım Yayım
153. Para ve Banka, Halil Dirimtekin, Anad. Üniv. A. Öğr. Fak. Y.
154. Finansal Kurumlar ve Piyasalar, Mustafa Çıkrıkçı, Derya Kitabevi Y.
155. Finsal Kurumlar, Güven Sevil, Anad. Üniv. A. Öğr. Fak. Y.
156. Finansal Teknikler, Ali Ceylan, Ekin Kit. Y.
157. Finansal Yönetim, Niyazi Berk, Türkmen Kitabevi Y.
158. Dünyada ve Türkiye’de Yatırım Fonları, Gürman Tevfik, T. İş Bankası Y.
159. 100 Soruda Para ve Para Politikası, Sadun Aren, Gerçek Y.
160. Akdeniz Dünyasında Para, Fiyatlar ve Medeniyet, Carlo M. Cipollo, Bağlam Y.
161. Kriz Ekonomisi, M. İlker Parasız, Ezgi Kitabevi Y.
162. Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar, S. Rıdvan Karluk, Tütünbank Y.
163. Dünya Ekonomisi ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler, Tuba Ongun, Evrim Y.
164. Döviz Ekonomisi, Emin Ertürk, Der Y.
165. Altın, Nedim Şener, Dünya Y.
166. Altın, İstanbul Altın Borsası ve Dünyadaki Örnekler, Nedim Şener, Dünya Y.
167. Sınıf Açısından Azgelişmişlik, Yves Lacoste, Göçebe Y.
168. Tek Pazardan Ekonomik ve Parasal Birliğe Avrupa Birliğinin Yetkileri, Komisyoın, İKV Y.
169. Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu Ortaklığı (Anlaşmalar), Tevfik Saraçoğlu, Akbank Y.