Cumartesi, 06 Şubat 2021 22:06

TİCÂRET

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

TİCÂRET


- 147 -
Kavram no 182
İmtihan 12
Bk. Rızık; Helâl-Haram; Fakirlik-Zenginlik; Doğruluk
TİCÂRET


• Ticâret/Alış-veriş; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Ticâret Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Ticâret Kavramı
• Hz. Peygamber'in Ticâretle Uğraşması
• Maîşet Temini Açısından Ticâretin Önemi
• İş, Kazanç, Meslek ve Ticarî İlişkilerde Haramlar
• Fâhiş Fiyat
• Ticârî Muâmelelerdeki Haramlar ve Haram Kazanç Yolları
• İslâm Ekonomisinin Genel Prensipleri
• En Kötü Ticâret; Allah’ın Âyetlerini Az Bir Karşılığa Satmak
• Hiçbir Peygamber, Tebliğ Karşılığında İnsanlardan Ücret İstemez
• İslâm ve Basit Çıkar Gözetmek
• Allah'ın Âyetlerini Satmak En Zararlı;
• Cihad ve İnfak da En Kârlı Bir Ticârettir
“Ey iman edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticâret olması hâli müstesnâ, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve nefsinizi/kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size merhamet edecektir. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız; bu Allah’a çok kolaydır.” 945
“Allah, alış-verişi helâl, ribâyı/fâizi de haram kıldı.” 946
Ticâret/Alış-Veriş; Anlam ve Mâhiyeti
Değeri olan bir malı yine değeri olan başka bir mal veya para karşılığında değiştirmeye alış-veriş veya ticâret denir. Alış-veriş tarafların karşılıklı onayı ile yani icab ve kabûl ile gerçekleşir. İki taraftan biri malı, diğeri karşılığı olan para veya kıymet taşıyan başka bir malı ele geçirmeleri netîcesinde satışın gerçekleştiği söylenebilir.
İnsanlar dünya hayatlarında geçimlerini sağlamaları için belirli bir ölçü içinde karşılıklı mal mübâdelesinde bulunmak zorundadırlar, buna da ‘rızık temini’ denilir. Cenâb-ı Hakk, “Yeryüzünü size boyun eğdiren (ondan yararlanmanız için size itaat ettiren) Allah Teâlâ'dır. O halde yeryüzünün sırtlarında (dağlarında tepelerinde ve ovalarında) dolaşın da Allah'ın size verdiği rızıklardan yararlanın.“947 buyurmuştur. Yeryüzünde dolaşmaktan maksat insanlara faydalı olan nîmetlerin ortaya çıkarılmasını
945] 4/Nisâ, 29-30
946] 2/Bakara, 275
947] 67/Mülk, 15
- 148 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sağlamak ve bunun için araştırma yapmaktır. Cenâb-ı Allah yeryüzünü insanlar için rızık sağlama yeri kılmıştır. Abdullah b. Mes’ud’dan (r.a.) rivâyet edilen bir hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: “Rızık sağlamak gâyesiyle çalışmak her müslüman üzerine farzdır.” Buna göre müslümanlar helâl ve haramlara dikkat ederek kendilerinin ve âile fertlerinin rızıklarını sağlamak zorundadırlar. Ancak bu rızkı sağlamak için çalışıldığında mutlaka Allah’ın rızâsı ve O’nun koyduğu sınırlar gözetilmelidir. Hz. Ebû Bekr’in: “Haram ile beslenen bir vücûda, ancak Cehennem ateşi yakışır” sözü müslümanın rızık temini ve alış-veriş anlayışını en güzel bir şekilde belirtmektedir. Ashâbın, helâl alış-veriş yapmak ve haramlardan uzak durmak için şüpheli olan hususları bile terk ettiklerini biliyoruz. Ticâretle uğraşan bir müslümanın, İslâm’ın alış-verişe dair koyduğu bütün hükümleri ana hatlarıyla bilmesi gerekir. Günlük hayatta yapılan alış-verişleri Allah’ın râzı olacağı bir usûlde yürütebilmek için de bu hükümleri asgarî ölçüde bilmek her müslüman için farzdır.
İslâm fıkhına göre bir müslümanın kendisinin ve âilesinin nafakasını sağlamaya ve varsa borçlarını ödemeye yetecek kadar para kazanması ‘farz’dır. Bunun dışında, fakîr mü’minlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve akrabalarına ikram etmek için kazanmak da ‘müstehap’tır. Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için bundan fazlası için çalışmak ‘mubah’tır. Başkalarına karşı kibirlenmek, dünyevî hırsa kapılarak başkasının servetiyle yarışmaya kalkışmak ve bu mal ile azgınlık ve taşkınlık yapmak için kazanmak, bu kazanç helâl yolla dahi olsa ‘haram’dır. Buna karşılık, küfre karşı verilen mücâdelede maddî katkıda bulunmak ve malını Allah yolunda infak için samimî bir niyetle çok çalışıp para kazanmak da güzel bir ibâdettir. Bu gâye için çalışıp para kazanan kişi sürekli ibâdet hâlinde sayılır.
Aynı şekilde İslâm, çalışıp kazanabilme gücüne sahip olan bir kimsenin dilenmesini yasaklamıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Allah’a yemin ederim ki sizden birinizin, ipini alıp da, dağdan bir bağ odunu taşıyıp getirmesi ve bu odunu satıp onunla âilesinin ve kendisinin geçimini sağlaması, başka birinden istemesinden çok hayırlıdır. Kim bilir yardım istediğiniz kimse ya verir minnetine girersin yahut vermez zilletini çekersin.”948 Buna göre, çalışmaya gücü yeten kimsenin dilenmesi meşrû değildir.
İslâm’da rızık temin etmenin en faziletli yolu cihad’dan (ganimetten) sonra ticârettir. Sonra ziraat ve sonra da zanaat gelir. Bütün bu rızık temin etme yollarında alış-veriş işlemi sözkonusu olmaktadır. Gerçekte insanın ihtiyacını gideren eşya, tarım veya sanayi ürünüdür. Bundan dolayı bazı ekonomik sistemler, insanların, tarım ve sanayi dışındaki yollarla kazanç temîn etmesini kabul etmezler. Fakat bir malın üretilmiş olması, ihtiyaçların giderilmesi için yeterli değildir. İhtiyaç, ancak üretilen eşyanın, muhtaç olanlara ulaştırılmasıyla giderilir. Çiftçi veya sanayicinin ürettiği malı, ihtiyacı olanlara ulaştırabilmesi ise mümkün değildir. Türkiye şartlarında düşünecek olursak, bir fabrikanın ürettiği malları tüketicisine ulaştırabilmesi için birçok yerde şube açması ve bunlarla dağıtımını yapması gerekir. Diğer taraftan tüketicilerin, ihtiyaç duydukları eşyayı elde edebilmeleri için doğrudan üretici ile ilişki kurmaları da imkânsızdır. Öyleyse, eşya ile tüketici arasında köprü olacak, bunları birbirine ulaştırarak, yukarda zikredilen mahzûrları ortadan kaldıracak, fakat yaptığı bu hizmet için belirli bir kâr elde edebilecek bir
948] Buhârî, Musâkât 13, Zekât 50, Buyû’ 15; İbn Mâce, Zekât 25; Ahmed bin Hanbel, I/167
TİCÂRET
- 149 -
hizmet sektörüne ihtiyaç vardır. İşte bu da, ‹Ticâret Sektörü'dür.
İnsanlara hizmet anlayışıyla yapılan bu mânâdaki ticâreti İslâm meşrû ve makbûl saymıştır. Ticâret hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurur; “Allah, alış-verişi helâl, ribâyı/fâizi de haram kıldı.“949; “Güvenilir, doğru ve müslüman tâcir, Kıyâmet günü şehidlerle beraberdir”950 hadîs-i şerîfi de dürüst ticâretin sahibine ne kadar sevap kazandıracağını belirtmektedir.
İslâm’a göre ticâret; değerli olan bir malı, değerli olan bir diğer mal veya para karşılığında değiştirmektir. Dinimizin ticârette gözettiği gâye, her ne pahasına olursa olsun kazanmak değil; insanlara, ihtiyaçları olan faydalı eşyayı temin ederek hizmette bulunmak, bu vesîle ile de normal, meşrû bir kazanç sağlamaktır. Meşrû bir ticârette şu özellikler bulunmalıdır:
1) Alan ve satanın rızâsı,
2) Karşılıklı iyi niyet ve dürüstlük,
3) Ticâretin, taraflardan birine veya başkalarına zarar vermemesi.
Ticârette bulunması gereken bu vasıfları Kur'an şöyle zikreder; “Ey îman edenler! Birbirinizin mallarını haksızlıkla değil, karşılıklı rızâ ile yapılan ticâretle yeyin, (haram ile) nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesiz size merhamet eder. Bunu, kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa onu ateşe sokacağız. Bu, Allah’a kolaydır.” 951
Alış-verişin Rüknü; Diğer akitlerde olduğu gibi îcab ve kabuldür. Îcab ve kabul, sözle, yazıyla veya işâretle olur. Îcab ve kabulde kullanılan ifâdelerin kesinlik taşıması gerekir; satıcının “bu malı sana sattım verdim”; alıcının da “aldım, kabul ettim” demesi gibi. Satıcının bu sözlerine îcab, alıcının sözüne de kabul denir.
Alış-verişlerde satış akdinin yazı ile tesbiti iyidir. Anlaşmazlık ânında elde vesika olur. Îcab ve kabul olunca alış-veriş kesinleşir; tek taraflı cayma hakkı yoktur. Ancak alıcı veya satıcı, pazarlık devam ederken alış-verişten cayabilirler. Alış-veriş, kabz yani malı teslim alma ile tamam olur. Böylece alıcı, mala; satıcı da paraya sahip olur.
Hüküm Yönünden Alış-veriş Şekilleri:
Alış-verişler hüküm yönünden; sahih, fâsit ve bâtıl nevîlerine ayrılır.
1- Sahîh alış-verişler: Aslen ve vasfen (maddesi ve niteliği) dine uygun olan şeylerin alış-verişi sahîhtir. Meselâ: Kullanılması dînen câiz olan bir malın şartlarına göre satılması gibi.
2- Fâsit alış-verişler: Satılan malın vasfı (niteliği) dîne uygun değilse, bu tür satış fâsittir. Meselâ, sürüden bir koyun diyerek, meçhûl bir koyunu satmak gibi. Aslında koyunun satışı câizdir. Fakat yukarıdaki satışta, satılan koyunun nasıl bir koyun olduğu (niteliği) bilinmediğinden alış-veriş fâsit olmaktadır.
3- Bâtıl alış-verişler: Satılan malın aslında İslâm’a aykırı bir durumu varsa böyle malların satışı bâtıldır. Kullanılması veya yenilip içilmesi haram olan bir
949] 2/Bakara, 275
950] İbn-i Mâce, Ticârât, 1
951] 4/Nisâ, 29-30
- 150 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şeyin satılması gibi. Meselâ içki, domuz vs. gibi yenilip içilmesi veya kullanılması haram olan mal ve eşyanın satışı İslâm’da yasak bir alış-veriş türüdür.
Bedelleri Açısından Alış-veriş Şekilleri:
1- Bey’: Malı para karşılığında satmaya bey’ denir. Alış-verişlerin büyük bir kısmı bu şekilde yapılmaktadır.
2- Sarf: Paranın para ile değiştirilmesi olayına sarf denir. (Günümüzde, özellikle yabancı paraların piyasada tedâvüldeki para ile değiştirilmesi veya tersi şeklinde olmaktadır. Yine para ile altın alınması veya altının para karşılığı satılmasına da sarf, bunu yapanlara da sarraf denir.)
3- Mubâdele: Malı mal ile değiştirme işlemine denir. Halk arasında buna trampa ve takas (son zamanlarda da barter) gibi isimler verilmektedir.
4- Selem: Para peşin, mal veresiye yapılan ticârete selem denir. Bu tür satışlara halk arasında ‚alevra satış‘ da denir. Bilhassa çiftçi ve sanayicilerin başvurduğu bir satış şekli olan selemin câiz olması için bâzı şartların bulunması gerekir. Paraya muhtaç olan kimse, malını elde etmeden önce satmak ister. İslâm dini, satıcının darlığından istifade ederek alıcının, malı ucuza kapatmasını önlemek, üreticinin malını değerlendirmesine fırsat vermek için bazı şartlarla bu tip satışları câiz görmüştür. Peygamberimiz, Medine‘ye geldiğinde, Medinelilerin mahsûllerini bir-iki sene önceden yahûdilere sattıklarını görür. Bunun üzerine şöyle der: “Kim hurmasını önceden satacaksa; belirli ölçüde, belirli tartıda ve belirli bir vakte kadar olmak şartıyla satsın.” 952
Selem, var olmayan (ma’dûm) bir malın satışı olduğundan, câiz olmaması gerekirken, ihtiyaç ve zarûret sebebiyle câiz görülmüştür. Bunda her iki tarafın da kârı vardır; müşteri biraz daha ucuza mal alır, satıcı da peşin para ile ihtiyacını giderir. Meselâ bir sanayici nakit sıkıntısına düşerse, belirli bir süre sonra teslim edilmek şartıyla, üreteceği -vasıfları belli olan- malları satar; alacağı para ile üretimini yapar. Böylece sanayicinin tezgâhı çalışır, üretim devam eder, alıcı da normal zamana nisbetle biraz daha ucuz mal almış olur.
Bu imkân üreticiyi, tefecilerin eline düşmekten de korur. Çünkü üretimin devamı için paraya kaçınılmaz bir ihtiyaç vardır. Fiyatlarda aşırı bir düşüklük olursa böyle alış-verişler câiz değildir.
Selemin sahîh olması için şu şartların bulunması gerekir:
a- Malın vasıflarının belli olması; cinsi, nev’i, niteliğinin önceden belirlenmesi,
b- Miktarının belirlenmiş olması; kaç kilo, kaç metre, kaç ölçek vs. olacağının bilinmesi,
c- Vâdenin belirlenmesi; selem yoluyla satılan malın ne zaman teslim edileceği belirtilmelidir. Belirtilen vakitte malın teslim imkânı olmayacaksa veya olmazsa selem bâtıl olur. Meselâ; Nisan ayında buğday teslimi imkânsızdır. Nisan ayında buğday teslim etmek üzere bir çiftçinin önceden selem tarzında satış yapması câiz değildir.
d- Mal karşılığında alınan paranın miktarını belirlemek ve parayı peşinen
952] Müslim, Müsâkât 25
TİCÂRET
- 151 -
almak. Ayrıca fiyatta aşırı derecede ucuzluk olmamalıdır.
5- Veresiye satışlar: Satılan malın bedeli peşin alınabileceği gibi, belirli bir süre sonra da alınabilir. Bu tür alış-verişlerde malın karşılığının (bedel) para gibi başka bir cinsten olması gerekir. Aynı cins malların (meselâ altınla altının...) veresiye satışı câiz değildir.
Alış-veriş çeşitlerinden bir diğeri de Bey’ bi’l-vefâ’dır. Vefâ yoluyla satım akdi yapmak demektir. Bir terim olarak; bir malı, satış bedelini iâde edince geri almak üzere bir kimseye bir para veya borç karşılığında geçici olarak satmak anlamına gelir. Satıcı semeni geri verince veya borcunu ödeyince, alıcı satın almış olduğu şeyi geri verir. Böyle bir akit, alıcının maldan yararlanabilmesi dikkate alınırsa sahih satım akdi; tarafların akdi fesh edebilme yetkilerine bakınca da fâsid satım akdi niteliğindedir. Alıcı vefâ yoluyla satın aldığı malı başkasına satamayacağı cihetle de bu, rehin hükmündedir ve bu rehin olma özelliği üstündür. Fâkîhlerin çoğu, bey’ bi’l-vefâ şeklindeki satım akdini câiz görmüşlerdir. 953
Bu muâmele faizden kaçınmak ve borcu teminata bağlamak amacıyla örfleşen bir satış şeklidir. Burada, satıcı ileriki bir tarihte satış bedelini geri vermeyi veya daha önceden kalma borcunu ödemeyi, alıcı da buna karşılık malı iâde etmeyi taahhüt ettiği için akit bu adı almıştır. Buna “bey’u’l-muâmele” denildiği gibi, Mısır’da “bey’u’l-emâne” adı da verilmiştir. Mîlâdî XV. yüzyıl başlarında yaşayan Şeyh Bedruddin Mahmûd954 bey’ bi’l-vefâ tarzındaki satışın başlangıcı hakkında şöyle der: “Zamanımızda ribâdan/fâizden korunmak için, bey’ bi-l-vefâ şeklindeki satış örf haline gelmiştir. Bu, gerçekte bir rehin muâmelesi olup alıcı mebîa mâlik olamaz ve mâlikin izni olmadıkça gelirinden de yararlanamaz. 955
Vefâ yoluyla satışta, taraflar tek yanlı irâde beyânıyla dilediği zaman akdi feshedebilir. Alıcı, akit süresince mala mâlik olamaz. Satıcı her an satış bedelini iâde edip malı geri isteyebilir. Alıcı da malı geri verip parayı talep edebilir, tarafların sözleşmede belirlenen süreye uymaları da gerekmez. Satışa konu olan mal, rehin hükmünde olduğu için, ne satıcı ve ne de alıcı diğerinin izni olmadıkça malı başkasına satamaz. Bu hak, tarafların mirasçılarına da intikal eder. Ancak taraflardan birisi, diğerinin izniyle satış yapabilir.
Rehin edenin izni bulununca, rehin bırakılan şeyden, rehin alanın yararlanması mümkün ve câizdir. Vefâ yoluyla satış da rehin niteliğinde olduğu için alıcının bundan yararlanması mümkündür. Mecelle’yi şerh eden Ali Haydar Efendi bu konuda şöyle der: “Mebî’in, yani vefâen satılan bir gayrimenkulün menfaatlerinden bir bölümü alıcıya âit olmak üzere şart kılınsa, bu şarta riâyet olunur. Çünkü Mecelle’nin seksen üçüncü maddesinde: “İmkân ölçüsünde, şer-i şerife uygun bulunan şarta uymak gerekir” hükmü yer alır. Meselâ vefâen satılan bir bağın üzümü, satıcı ile alıcı arasında yarı yarıya paylaşılmak üzere, karşılıklı rızâ ile mukavele olunsa, bu mukaveleye göre amel edilmesi gerekir. Ancak zikredilen menfaatlerin alıcıya ait olması şart kılınmadığı halde, alıcı o menfaatleri izinsiz olarak istihlâk etse tazmin etmesi gerekir. Çünkü vefâen satılan maldan meydana gelen mahsûle alıcı mâlik olamaz. Ancak satıcının mubah ve helâl
953] Ö. Nasuhi Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu VI/126-127
954] ö. 823/1420
955] Ali Efendi, Fetâvâ, c. I. s. 300
- 152 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kılmasıyla istihlâk etmişse, satıcı bunu alıcıya tazmin ettiremez. Mahsûl, alıcının haddi aşması veya kusuru bulunmaksızın telef olsa, tazmin gerekmez. Ancak telef olan miktar kadar borçtan düşülür. 956
Borç para bulmaya veya bir borcu ertelemeye yönelik bu gibi çareler, Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî’ye göre, yararlanma akit sırasında şart koşulmaması kaydıyla câizdir.
Kâr Açısından Alış-veriş Şekilleri:
1- Musâveme: Satıcının, malı alış fiyatını ve kârın miktarını söylemeden satmasıdır. Serbest pazarlık sûretiyle yapılan bir satıştır. Ekseriya satışlar böyledir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bunda kârın fâhiş miktarda olmaması gerekir.
2- Murâbaha: Satıcının, maliyet fiyatını, kâr miktarını belirterek satmasıdır. Meselâ: satıcının “bu malı, 1000 liraya aldım, 100 lira kâr ederek 1100 liraya sana sattım” demesi gibi. Bunda satıcının yalan söylememesi gerekir. Bu tür bir alış-verişte satıcının yalanı anlaşıldığında, yalan söylenilen miktar müşteri tarafından geri istenebilir.
3- Tevliye: Maliyet fiyatına kârsız satıştır, belirli bir kârla veya kârsız satışlarda müşteri, satıcının yalan söylediğini anlarsa -yukarıda kısmen değindiğimiz gibi- alış-verişi bozabilir.
4- Vâzia: Maliyetten aşağısına, zararına satıştır. Günümüzde bilhassa mevsim sonlarında ve dükkân tasfiyelerinde başvurulan bir satış şeklidir. (Yine veresiye alıp, aldığı fiyattan daha ucuza yapılan peşin spot satışlar da bu şekildedir.) Satıcının beyan ettiği fiyatlarda yalancı olmaması gerekir. Eğer yalan meydana çıkarsa, alıcı fazla miktarı satıcıdan talep edebilir.
Muhayyer Alış-verişler: Alıcı veya satıcı, satışın gerçekleşmesini bazı şartlara bağlayabilirler. Böyle alış-verişlere muhayyer satış denir. Muhayyerliği şart koşan, şartlar gerçekleşmeyince alış-verişi bozabilir. Peygamberimiz böyle alış-verişler hakkında şöyle buyurur: “Alıcı ve satıcı alış-veriş yaptıklarında, birbirlerinden ayrılıncaya kadar pazarlıktan dönmekte muhayyerdir veya alış-verişleri muhayyerdir. Eğer alış-verişlerinde muhayyerlik varsa alış-veriş (muhayyerlik şartları ile) gerçekleşmiş olur.” 957
Alıcı ve satıcı için üç gün muhayyerlik müddeti tanınmıştır. İmam A’zam’a göre alış-verişte muhayyerliği şart koşanlar üç gün içinde bu alış-verişten cayma hakkına sahiptirler. Bu müddetin sona ermesinden sonra alış-verişten cayma hakkı kalmaz.
Satıcı muhayyerliği şart koşmuşsa satılan mal onun mülkiyetinde kalır. Üç gün içinde bu mal alıcının elinde helâk olursa onu tazmin eder; yani bedelini satıcıya vermek zorundadır. Ancak alıcı muhayyerlik şartı ileri sürerse söz konusu mal satıcının mülkiyetinden çıkmıştır. Üç gün içinde alıcı vazgeçerse malı iâde eder. Fakat bu üç gün içinde alıcının elindeki mal yok olursa satış bedeli alıcı tarafından mal sahibine ödenir. Bu duruma göre muhayyerliği şart koşan taraf bu müddet içinde alış-verişi bozabilir veya geçerli kılabilir.
Bir kimsenin, görmediği bir malı satın alması câizdir. Buna göre malı gördüğü
956] Ali Haydar, Mecelle Şerhi, I/664-667
957] Müslim, Büyû’ 10
TİCÂRET
- 153 -
zaman muhayyerlik hakkına sahip olur. Malı gördüğünde isterse kabullenir, isterse malı geri çevirir. Malın bedeli olarak önceden konuşulmuş olan fiyat geçerlidir. Alıcı bu fiyatı kabullenir. Malı görmeden aldığını ve râzı olduğunu söylese bile malı gördüğünde isterse geri verebilir. Satıcı ise, kendisine ait olup da görmediği bir malı sattığında muhayyerlik hakkına sahip değildir. Yani sattıktan sonra malını görüp de pişman olursa bu satıştan dönemez.
Satılan malların tümünün görülmesi şart değildir. Numûnesinin görülmesi yeterlidir. Ancak malın geri kalan kısmı numûnenin aynı olmalıdır. Buna göre malı görmeden satın alan kimsenin bu malı kabullenmesi veya geri vermesi husûsunda muhayyerdir. Zîra aldanması söz konusu olabileceğinden dolayı bu muhayyerlik hakkı müşteriye verilmiştir.
Bir müşteri satın aldığı malın bir kusurunu görse, satın alıp almama konusunda muhayyerdir. İsterse bedeli karşılığında alır, isterse malı geri verir. Malın belirli bir özellikte olduğu söylenirse, o özellik bulunmayınca satış bozulabilir. Meselâ on beş kg. süt vermesi şartıyla satın alınan bir inek daha az süt verirse alıcı bu satışı bozabilir.
Birkaç mala ayrı ayrı fiyat biçilip müşterinin bunlardan birini tercih etmekte muhayyer olması da sözkonusudur. Malın değerini düşüren bir ayıp veya kusur olursa, yine alıcı muhayyer olur; Alınan bir kumaşın defolu olması gibi. Ama müşteri bir maldaki kusuru görerek ve bilerek alırsa bu durumda alıcının muhayyerliği olmaz. Ancak satın aldığı kumaşın değerini yükseltecek şekilde boyasa, dikse ve ondan sonra kusurunu görse bundan dolayı ortaya çıkan değer eksikliğini satıcıdan alma hakkına sahiptir. Satıcı böyle bir işlemden geçen malı satış bedeli ile geriye almak isterse bu hakka sahip değildir; malı artık geri alamaz.
Alış-verişin şartları:
Ticârette mübâdele edilen malın kıymetli olması: Ticâreti yapılan mal, kullanılması dînen câiz olan maldır; helâl olan yiyecekler, giyecekler, çeşitli eşyalar gibi. Kullanılması haram olan eşyanın ticâreti de haramdır. Peygamberimiz Mekke fethinde insanlara şöyle demiştir: “Allah ve Rasûlü şarap (bütün alkollü içkiler), ölü hayvan, domuz ve putların satışını yasakladı.”958 İnsanlara haram kılınan şeyler, gerçekten onlara zararlı olan şeylerdir. Haram olan malları satanlar insanlara kötülük yapmış olurlar. Dînimiz böyle malların ticâretini yasaklayarak insanların birbirine kötülük yapmalarını önlemiştir.
Malın özelliklerinin belirli olması, gizli bir kusuru bulunmaması: Peygamberimiz şöyle buyurur: “Birbirinden ayrılmadıkça alan ve satan pazarlığı bozmakta muhayyerdir. Alan ve satan doğru söyler, malın özelliklerini açıklarlarsa alış-verişleri bereketlenir; yalan söyler ve malın ayıplarını gizlerlerse ticâretlerinin bereketi yok olur.”959 Çünkü böyle bir alış-veriş, taraflardan birinin aldanması, zarara uğraması demektir. Bu ise dinde asla hoş görülmez. Satılan malda herhangi bir kusur varsa bu gizlenmemeli; açıkça belirtilmelidir. Ancak böyle satılırsa ticâret helâl ve bereketli olur.
Satılan malın mevcut olması: Mevcut olmayan bir malın satışı câiz değildir. Mevcut olmayan malın alıcıya teslimi mümkün olmayabilir. Bu takdirde alıcı
958] Müslim, Müsâkât, 13
959] Müslim, Büyû, 11
- 154 -
KUR’AN KAVRAMLARI
mağdur olacaktır. Böyle bir mağdûriyeti önlemek için İslâm hukuku, hemen teslim edilecek veya teslim edilebilmesi mümkün olan malların satışını uygun görmüştür. Peygamberimiz (s.a.s.) meyveler meydana gelmeden, tomurcuk veya çağla halinde iken satışını yasaklamış, ancak dönmeye başladığı bir zamanda satışına izin vermiştir.960 Çünkü olgunlaşmasına kadar meyvelerde pek çok hasar ve hastalık meydana gelebilir. Bundan da alıcı büyük zarar görür. Diğer taraftan bu safhada meyvelerin miktarlarını tahmin de güçtür. Bütün bu sakıncalarından dolayı mevcut olmayan malın satışına izin verilmemiştir.
Mal ve bedelin belirli olması: Alış-veriş belirli bir malın belirli bir bedelle değiştirilmesidir. Mal veya bedelden biri belli olmazsa bu ticâret meşrû değildir. Müşteri satılan malı görmeli, kontrol etmeli, gerekli incelemeleri yapabilmelidir. Satıcının da malı karşılığında alacağı şeyi; para ise miktarını, başka bir mal ise, bunun ne olduğunu bilmesi lâzımdır. Meselâ: Müşteri, “cüzdanımdaki paraya bu malı bana sat!” dese, satıcı da kabul etse böyle bir alış-veriş câiz değildir. Bu tür alış-verişlerde taraflardan biri için, mutlaka tehlike ve aldanma vardır. İslâm’dan önce geçerli olan bu tür alış-verişleri Peygamberimiz (s.a.s.) yasaklamıştır. Akit unsurlarından birinin meçhul olduğu bu tür alış-verişlerin hepsine “garar” denir.
Malın teslim alınması, (Kabz): Satım akdinde, alıcının herhangi bir engelle karşılaşmaksızın, satın aldığı mal üzerinde tasarruf yetkisine sahip olması demektir. Bu işlem, satılan malın teslim alınması ile gerçekleşir. Kabz sayılan işlemler, satılanın durumuna göre değişir. Meselâ ev veya arsanın teslimi; alıcının içine girmesi veya arsayı görecek şekilde yakınında durması yahut da evin kapı anahtarlarına sahip olması ile tamam olur. Menkul mallarda ise, satılanın fiilen teslim alınması veya alıcının tasarruf alanına sokulması ile meydana gelir. Ancak ölçü, tartı veya sayı ile satılan şeylerin kabzı; ölçerek, tartarak veya saymak sûretiyle tamamının teslimi ile gerçekleşir. 961
Menkul malların kabzdan önce satışının câiz olmadığı konusunda görüş birliği vardır. Delîl Hz. Peygamber’in şu hadîsidir: “Bir gıdâ maddesini satın alan kimse, onu kabzetmedikçe (teslim almadıkça) satmasın “962 Hadîste zikredilen gıdâ maddesi örnek kâbilinden olup, diğer menkul mallar da hadîs kapsamına girer. İslâm hukukçularının çoğunluğu bu görüştedir.963 Buradaki endişe; menkul mallarda çokça karşılaşılan hasar veya bir ayıbın sirâyeti ve bu yüzden, sonraki müşterinin aldanma tehlikesidir. Diğer bir tehlike de ilk müşterinin malı kabzedememesi ve kendi müşterisine teslim edememesidir. Kabzdan önce satışın yüzyılımız ekonomisinde görülen zararlarından birisi de sun’î fiyat artışlarına neden olmasıdır. Şöyle ki: Günümüzde, arz ve talep dengesi yüzünden, özellikle kontrollü arz sonucu üretici ile tüketici arasına, henüz mal piyasaya sürülmeden aylar önce, pek çok şahıs veya şirket girmektedir. Meselâ, ana toptancı, üretici firmanın belki beş-altı ayda üretebileceği tüm malını daha üretilmeden kapatmakta; fakat henüz mal eline geçmeden, başka toptancılara, onlar da tüketiciye kâr paylarını ekleyerek satmaktadır. Mal son alıcıya, sanki birkaç elden geçtikten sonra ulaşmaktadır. Fakat gerçekte, ilk toplama ile son müşteri arasında yer alan kişiler, kendi aralarındaki işleri hep evrak üzerinde yürütmekte ve satış bedeline her
960] Müslim, Büyû’ 13
961] el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyî, V/244
962] Buhârî, Büyû’ 54, 55, Müslim, Büyû’ 29-34, 34-36, 39, 41
963] el-Kâsânî, Bedâyîu’s-Sanâyî, V/234
TİCÂRET
- 155 -
biri ayrı ayrı kâr eklemektedir. Mal, üretildiğinde son müşteriye doğrudan intikal etmektedir.
Piyasada akıcılık gibi görünen bu işler, gerçekte fiyatların sun'î olarak artışına, mal arzının kontrol altında tutulmasına, piyasaya kontrollü mal sürülmesine sebep olmaktadır. Kabzdan önce satış yasağı uygulanınca; ticâret muâmeleleri biraz ağırlık kazanacak, bunun yanında birtakım aracılar ortadan çıkmak zorunda kalacaktır. Çünkü nakliye, depo kirası, personel istihdamı vb. harcamalar, aracıları ve parazit şirketleri aradan çekilmeye zorlayacaktır. Böylece, piyasada râyiç fiyatın tabiî olarak oluşması imkân dâhiline girecektir.
Sonuç olarak, satın alınan bir malın kabz ve teslim alınmadan önce satış yolu açık bırakılırsa; bir ambarda depo edilmiş malın fiyatı, o mal daha yerinden oynamadan elden ele, dilden dile dolaşa dolaşa sebepsiz yere yükseltilmiş olur.964 Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf’a göre kabzdan önce satış yasağı, arsa ve arazi satışlarını kapsamına almaz. Çünkü menkul malların tesliminde ortaya çıkabilecek güçlük ve riskler (garar) gayr-i menkullerde söz konusu değildir. Onun telef olma ihtimâli azdır. 965
Ticârette kâr sınırı: Ticârette maksat; insanlara hizmetle beraber, o işten bir kâr sağlamaktır. Yalnız bu kârın aşırı (ğabn-i fâhiş) olmaması gerekir. Genel olarak İslâm, ticârette belirli bir kâr haddi koymamıştır. Kâr oranı satılan malların cinsine, özelliklerine göre değişir. Bazı mallarda düşük bir kâr haddi yeterlidir; toptan satışlarda ve değeri yüksek olan mallarda olduğu gibi. Bazı mallarda ise bu oran normal tutulur; bozulma ihtimâli olmayan mallar, perakende satışlar vs. gibi. Bazı mallarda da kâr oranı yüksek olur; bozulma oranı fazla, çeşitli riskleri mevcut olan mallar gibi.
Kâr oranı şartlara göre değişir. Fakat bu, her şeyden önce vicdan işidir. Çünkü müslüman, kardeşini aldatmaz, ona ihânet etmez, onu kendisi gibi düşünür. Yani satacağı malı almak istediğinde, ona ihtiyacı olduğunda, kendisine kaça veya hangi şartlarda satılmasını istiyorsa başkasına da öyle satar. İslâmiyet belirli bir kâr haddi koymamıştır derken, bundan, hiç müdâhale edilemez mânâsı çıkarılamaz. Devlet lüzum gördüğünde malların cinsine göre belirli kâr hadleri (narh) koyar; buna uymayanları da cezâlandırır.
Müslüman olarak alış-verişlerde dikkat edeceğimiz bazı hususlar vardır: Ticâretle meşgul olan bir müslümanın özen göstermesi gereken ilk önemli konu, haram kılınan malların satışını yapmamaktır. Allah bir şeyi haram kılmışsa, onun bedelini de haram kılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) şarapla ilgili olarak “İçilmesini haram kılan Allah Teâlâ, satılmasını da haram kıldı.”966 buyurarak meseleyi gâyet açık bir şekilde belirlemiştir. Aynı şekilde mü’min bir kasabın, Allah’ın adı anılarak kesilmemiş olan bir hayvanın etini satması da böyledir. Çünkü hayvan boğazlarken kasden Allah’ın adı anılmazsa o et haram olur. Buna göre, bir müslüman böyle bir eti satamaz. Aynı şekilde put ve benzeri şeylerin de satışı İslâm’da yasaktır.
Çalıntı olan bir malın satılması veya piyasaya sürülmesi de câiz değildir. Hz.
964] Tecrîd-i Sarîh Terc. VI/447, 450-451
965] Alî Haydar, Mecelle Şerhi, I/407, madde 253
966] Ebû Dâvud, Büyû’ 64
- 156 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Peygamber (s.a.s.)'in: “Kim bildiği halde hırsızlıkla elde edilmiş çalıntı bir malı satın alırsa onun günahına ve alçaklığına ortak olmuştur”967 buyurduğu bilinmektedir. Buna göre ticâretle uğraşan bir müslümanın gerek mal alırken ve gerek satarken bu hususlarda titizlik göstermesi gerekir.
İslâm toplumunda malların fiyatlarına sun’î olarak yapılan müdâhaleler asla câiz değildir. Rasûlullah (s.a.s.): “Pahalılığı arttırmak için fiyatlara müdâhale eden kimseyi Kıyâmet gününde büyük bir ateşin üzerinde oturtmayı Allah Teâlâ üzerine almıştır.” buyurmaktadır.
İslâm toplumunda karaborsa (ihtikâr) haramdır. Karaborsa, bir malın fiyatının artması için piyasadan çekilmesi, stok edilmesi, satılmaması ve fiyatı artınca satılmasıdır. Ticârette normal kâr helâldir. Fakat, ticâretin gâyesi her ne pahasına olursa olsun kâr, hele aşırı kâr elde etmek değildir. İslâm'ın haram kıldığı aşırı kâr yollarından biri de karaborsadır. Karaborsanın insanlara pek çok zararı vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Piyasada sun'î darlık meydana getirmek, tüketimi sun'î olarak artırmak, bu vesîleyle enflasyonu yükseltmek, fazla fiyatla tüketicinin mağdur edilmesi, alıcı-satıcı arasındaki itimat, iyi niyet, sevgi ve saygının ortadan kalkması... Birkaç kişinin aşırı para kazanması için buna başvurması, günah sayılmıştır. Peygamberimiz karaborsacıyı şöyle tehdit eder. “Pazara mal getiren rızıklandırılmış; ihtikâr (stok ve karaborsa) yapan lânetlenmiştir.” 968
İhtikâr dînen haramdır. Bazı müctehidler ihtikârın sadece insan ve hayvan yiyeceklerinde olduğunu kabul etmişlerdir. Yukarıda geçen hadîste ise genel bir ifâde vardır; yani insanın bütün ihtiyaçlarını içine almaktadır. Buna göre yiyecek maddesi dışında kalan diğer ihtiyaç maddeleri de, karaborsacılığın sınırı içine girmektedir. Çiftçinin ürettiği malı bekletmesi ise ihtikâr değildir. Çiftçi emeğini değerlendirmek için bekletebilir. Fakat o mala, aşırı bir ihtiyaç duyulursa piyasaya sürmesi daha iyidir.
Malı değerinin altında almak: Satıcının paraya çok ihtiyacı olur, müşteri de bunu hissederek malı gerçek değerinin çok altında bir fiyata almak isterse, bu da dînen doğru bir hareket değildir.
Pazarlık etmek: Malın fiyatı; satıcı ile alıcının anlaşması sonucunda, yani pazarlıkla ortaya çıkar. Pazarlık yapmak helâldir. Helâl olmayan davranış, bir mala aşırı fiyat istemek veya değerinin çok altında fiyat vermektir. Alıcı ile satıcı pazarlık yaparken ikinci bir alıcının pazarlık yapması câiz değildir. Abdullah b. Ömer, pazarlık üzerine ikinci bir şahsın pazarlık yapmasını Peygamberimiz’in yasakladığını söyler.969 Malı alma niyeti olmaksızın fiyatı artırmak veya kırmak, böylece üçüncü şahıslara zarar vermek, kapalı veya açık artırmalarda yapılan hîle ve gizli anlaşmalar da haramdır. Bütün bu davranışlara dinimizde “necş: aldatma” denir ve Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. 970
Alış-verişte yemin etmek: Pazarlık esnâsında yemin etmek câiz değildir. Yalan yere yemin etmek ise daha büyük bir haramdır. Çünkü bu, basit bir kazanç için Allah’ın adını istismar etmek, müşteriyi kandırmaktır. Hz. Peygamberimiz
967] Beyhakî, Sünen, V/336
968] İbn-i Mâce, Ticâret 6
969] Buhârî, Büyû’ 58; Müslim, Büyû’ 14
970] Buhârî, Büyû’ 64; Müslim, Büyû’ 14
TİCÂRET
- 157 -
(s.a.s.) Kıyâmet günü, Allah’ın, yüzlerine bakmayacağı üç gruptan birinin; “...malı şu fiyata aldım deyip müşterinin kendisini doğruladığı ve malını satın aldığı kimse“ olduğunu bildirmektedir.971 Başka bir hadiste de Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Ticârette çok yemin etmekten sakının. Çünkü yemin sürümü artırır, fakat bereketi yok eder.” 972
Ölçü ve tartının doğru olması, alış-verişe hilenin karıştırılmaması: İslâm dini, insanları ahlâka, fazîlete ve muâmelelerinde dürüstlüğe çağırır. Müslümanın en dikkate değer özelliği, dürüst oluşudur. Alış-verişlerde hîleden maksat; bir kimseyi söz, fiil ve davranışlarıyla etkileyerek satım akdinin onun yararına olduğunu telkîn etmek ve onu piyasa fiyatının dışında bir satış bedeline râzı etmektir. Âyet-i Kerîme’de şöyle buyrulur: “Veyl (Azap, yazıklar) olsun ölçüde tartıda noksanlık edenlere ki, onlar insanlardan ölçüp (haklarını) aldıkları zaman tam olarak alırlar. Fakat insanlara (verilmek üzere) ölçtükleri veya onlara tarttıkları zaman eksiltirler.“ 973
Hz. Muhammed (s.a.s.) Peygamber olduğu zaman Hicaz’da Araplar ticâretle uğraşıyordu. Peygamber (s.a.s.) vahiy gereği olarak düzenleyici bazı hükümler getirerek dürüst bir piyasanın teşekkülünü sağladı. Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber bir gün pazar yerinden geçerken, elini bir zâhire yığınının içine sokmuş, altının ıslak olduğunu görünce satıcıya sebebini sormuştur. Satıcı yağan yağmurun ıslattığını bildirince, Allah’ın Elçisi şöyle buyurmuştur: “Bu ıslaklığı herkesin görmesi için zâhirenin üzerine çıkarman gerekmez miydi? Bizi aldatan bizden değildir.”974 Bu hadis, alış-verişte hile yapmanın haram olduğuna delâlet eder. Hile sâbit olunca satılan şeyin veya satış bedelinin geri verilmesi, yalnız gabn-ı fâhiş (aşırı yararlanma) hali varsa gerekli olur. Bu da Hanefî mezhebine göre ancak tarafları aldatması (tağrîr) hâlinde sözkonusu olur. Yani hile ve aldatma yanında, fâhiş gabn hâli de varsa satım akdinin bozulması mümkün ve câiz olur. Satıcı veya dellâlin, alıcıyı yanıltması ve fâhiş bir kârla satım akdini yapmaya râzı etmesi gibi. Hz. Ebû Bekir, halife iken valilerini irşâdında fâhiş gabn nisbetini üçte bir olarak belirlemiştir. Bu duruma göre gabn; bir malın kıymetinden açık, yani göze batan bir şekilde fazla veya eksik bir fiyatla satılmasıdır. Fazlalık veya noksanlık açık olduğu zaman fâhiş gabn meydana gelir.
Hz. Peygamber, dürüst ticâret yapanları şu hadisi ile övmüştür: “Sözü ve muâmelesi doğru tüccâr, kıyâmet gününde arşın gölgesi altındadır.”975 Ayrıca müşteri aldığı bir malı herhangi bir sebeple geri vermek isteyebilir. Hanefî fakîhlerine göre hem müşteri ve hem satıcı aldıkları malı geri verme veya geri alma hakkına sahiptirler. Ancak böyle bir geri dönüşte ilk alınan bedel aynen geri verilir. Yoksa yeni bir fiyat ile verilemez. O zaman yeni bir alış-veriş olur. Bu durumda iki taraf da zarara sokulmamalıdır. Alıcı malı geri vermek istediğinde satıcı bu mal karşılığı almış olduğu parayı tüketmiş ise, bu durum satışın bozulmasına engel değildir. Fakat satılan mal kısmen veya tamamen helâk olmuşsa böyle bir durumda satıştan geri dönülmez. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): “Satışı bozmak isteyen mü’mine
971] Buhârî, Müsâkât 5; Müslim, İman 46
972] Müslim, Müsâkât 27
973] 83/Mutaffifîn, 1-3, Ayrıca bk. 6/En’âm, 152; 17/İsrâ, 35; 28/Şuarâ, 181-183
974] Müslim, İman 164; Ebû Dâvud, Büyû’ 50
975] İbn Mâce, Ticâret 1
- 158 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kolaylık gösteren kimseyi, Allah (c.c.) sürçüp düşmekten korur”976 buyurmaktadır. 977
Tefecilik, fâiz, kumar, rüşvet, gasb, çalma, hiyânet gibi hileli kazanç yollarının hepsi bâtıldır. Bu çeşit yollarla para kazanmak haramdır. Yalnız, kişinin çalışması, karşılıklı rızâya dayanan helâl malların ticâreti, hibe ve miras yoluyla elde ettiği mal helâldir. Ticâretin meşrûluğu, karşılıklı rızâya bağlıdır. Aldatma bulunan ve aldatmanın farkına varıldığı zaman, taraflardan birinin râzı olmayacağı ticâret meşrû değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.), “...Aldatan kimse bizden değildir!”978 buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerim’de Ticâret Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de “ticâret” kelimesi toplam 9 yerde geçer.979 Alış-veriş anlamındaki “bey’ “ ve türevleri ise 14 yerde kullanılır.980 Satın almak anlamındaki “şerâ” kelimesi ve türevleri ise 25 yerde kullanılır.
Kur’ân-ı Kerim, tüm zamanlara yönelik ve her ülke ve ortamda uygulanması gereken temel esasları içeren evrensel bir hayat kitabı olduğu için insanı kuşatan önemli meselelere, dolayısıyla temel ekonomi konularına da yer verir. Bu bağlamda borç hukuku ve ticârî yazışmalardan,981 fâiz yasağından982 bahsettiği gibi, ticâretle ilgili hususlardan da bahseder. Bu konularda ilkeler koyarak, dikkat edilmesi gereken hususları belirler.
Kur’ân-ı Kerim, “ticâret” kavramını, bildiğimiz alış-veriş anlamında kullandığı gibi, aynı zamanda Allah’la yapılacak mânevî ticâret için de kullanır. Allah Teâlâ, zâten kendisinin verdiği, dilediği zaman dilediği şekilde alabileceği emâneti olan mal ve mülkü,983 nefsi/canı Cennet karşılığında mü’min kullarından satın almak ister. Bu ticâret, hem insanın Allah’la ilişkisi yönüyle çok büyük şeref, hem de büyük bir ihsandır; çok kârlı bir ticârettir.
Kur’ân-ı Kerim, münâfıkların hidâyeti verip dalâlet satın almalarını kazançlı olmayan zararlı bir ticâret984 olarak vurgular. Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını Cennet karşılığı satın almak ister. Bu alış-verişte, Cennet peşin olarak gözle görülür şekilde ve acele verilmediği düşüncesiyle insanın şüpheye düşmesi çok yanlıştır. Çünkü güvenilir bir tüccardan çok daha fazla Allah’a güvenilmelidir. O el-Mü’mindir, kendisine güvenilendir. Mü’min de O’na iman edip güvenendir. O’ndan daha çok sözünü yerine getiren kim olabilir? Allah’la yapılan bu alış-veriş, gerçekten büyük kazanç olduğu için bu ticâreti yapanlar sevinmelidir.985 Sadece cihad meydanına atılıp canlarını Allah’a Cennet karşılığı satanlar değil; aynı zamanda Kur’an’ı okuyup namazı ikame edenler ve infak edenler de Allah’la
976] Ebû Dâvud, Büyû’ 54
977] Hamdi Döndüren, Akif Köten, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 103-108
978] Müslim, İman 164; Tirmizî, Büyû’ 74; İbn Mâce, Ticârât 36
979] 2/Bakara, 16, 282; 4/Nisâ, 29; 9/Tevbe, 24; 24/Nûr, 37; 35/Fâtır, 29; 61/Saff, 10; 62/Cum’a, 11, 11; 2/Bakara, 9, 44, 48, 48, 54, 54, 57
980] 2/Bakara, 254, 275, 275, 282; 9/Tevbe, 111, 111; 14/İbrâhim, 31, 37; 48/Fetih, 10, 10, 18; 60/Mümtehıne, 12, 12; 62/Cum’a, 9
981] 2/Bakara, 280-283
982] 2/Bakara, 275-279
983] 3/Âl-i İmrân, 26
984] 2/Bakara, 16
985] 9/Tevbe, 111
TİCÂRET
- 159 -
alış-veriş yapmış sayıldıklarından, zarara uğramayacak bir ticâret umabilirler.986 Dünyevî ticâret, İlâhî kurallara uyulduğu takdirde meşrûdur, insanın hayrına ve faydasınadır; ama esas kazançlı ticâret, âhirete yatırım yapmaktır. İnsanı acı bir azaptan kurtaracak ticâret çok daha önemli ve hayırlıdır. Bu ticâretin temel şartı, güçlü bir iman, malla ve canla Allah yolunda cihad etmektir. Bu sermâyeler hazırlanınca günahlar bağışlanacak, büyük kurtuluş gerçekleşecek ve Cennetlerdeki güzel köşkler ihsan edilecektir. 987
“İşte onlar (münâfıklar), hidâyete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticâreti kazançlı olmamış ve kendileri de hidâyete/doğru yola girememişlerdir.” 988
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hâkimlere (yöneticilere, yetkili kişilere veya mahkeme hâkimlerine) vermeyin.” 989
“(Hac mevsiminde ticâret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin ve O’nu size öğrettiği/gösterdiği şekilde zikredin/anın. Şüphesiz siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.” 990
“Ribâ/fâiz yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu onların: ‘Alış-veriş de ancak fâiz gibidir’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (fâize) bir son verirse artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a âittir. Kim (fâize) geri dönerse artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.” 991
“Ey iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. Aranızdan bir kâtip doğru olarak yazsın, kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan sakınsın, ondan hiçbir şeyi eksiltmesin. Eğer üzerinde hak olan (borçlu), düşük akıllı ya da zaaf sahibi veya kendisi yazmaya güç yetiremeyecekse velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden de iki şâhit tutun; eğer iki erkek yoksa şâhitlerden rızâ göstereceğiniz bir erkek ve biri şaşırdığında öbürü ona hatırlatacak iki kadın (da olur). Şâhitler çağırıldıkları zaman kaçınmasınlar. Onu (borcu) az olsun, çok olsun, süresiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah katında en âdil, şâhitlik için en sağlam, şüphelenmemeniz için de en yakın olandır. Ancak aranızda devredip durduğunuz ve peşin olarak yaptığınız ticâret başka, bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alış-veriş ettiğinizde de şâhit tutun. Yazana da, şâhide de zarar verilmesin. (Aksini) Yaparsanız, o, kendiniz için fısk (zulüm ve günah)tır. Allah’tan sakının. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi bilendir.” 992
“Ey iman edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticâret olması hâli müstesnâ, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve nefsinizi/kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size merhamet edecektir. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız; bu Allah’a çok kolaydır.” 993
986] 35/Fâtır, 29
987] 61/Saf, 10-12
988] 2/Bakara, 16
989] 2/Bakara, 188
990] 2/Bakara, 198
991] 2/Bakara, 275
992] 2/Bakara, 282
993] 4/Nisâ, 29-30
- 160 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde fesat/bozgunculuk yapmayın. Eğer iman ediyorsanız bunlar sizin için daha hayırlıdır.” 994
“De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Rasûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez.” 995
“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde, O’nunla yapmış olduğunuz bu alış-verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” 996
“Hatırlayın ki Rabbiniz size: ‘Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) arttıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir!’ diye bildirmiştir.” 997
“(Öyle) Adamlar ki, ticâret de, alış-veriş de onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten tutkuya kaptırıp alıkoymaz; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılâba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.” 998
“Gerçekten Allah’ın Kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticâreti umabilirler. 999
“(Ey Muhammed!) Sana dâvâcıların haberi ulaştı mı? Mâbedin duvarına tırmanmışlardı.
Dâvud’un yanına girmişlerdi de Dâvud onlardan korkmuştu. “Korkma! Biz birbirine hasım iki davacıyız, aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme; bize doğru yolu göster” dediler.
(Onlardan biri şöyle dedi:) Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken “Onu da bana ver” dedi ve tartışmada beni yendi.
Dâvud: ‘Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de sâlih amel/iyi işler yapanlar müstesnâ. Bunlar da ne kadar az!’ dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.” 1000
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticâreti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer
994] 7/A’râf, 85
995] 9/Tevbe, 24
996] 9/Tevbe, 111
997] 14/İbrâhim, 7
998] 24/Nûr, 37
999] 35/Fâtır, 29
1000] 38/Sâd, 21-24
TİCÂRET
- 161 -
bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.” 1001
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.
Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Oysa onlar (kendilerini tümüyle Allah’a ve İslâm’a teslim etmeyenler) bir ticâret ya da bir eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: ‘Allah’ın katında bulunan, eğlenceden ve ticâretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” 1002
“...Kim Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursa Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği, ummadığı yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter...” 1003
“İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun! Onlar düşünmezler mi ki, büyük bir günde (hesap vermek için) diriltilecekler!” 1004
Allah’ın Âyetlerini Satmak (Din Ticâreti Yapmak) Konusunda Âyetler
“...Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız Benden korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin.” 1005
“Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de onu az bir paha ile değişenler (onu maddî karşılık ile satanlar) var ya, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyâmet günü Allah ne onlarla konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için acıtıcı bir azap vardır.” 1006
“Ey iman edenler, (biliniz ki) hahamlardan (yahudi bilginlerinden) ve (hıristiyan) râhiplerden birçoğu insanların mallarını bâtıl/haksız yollarla yerler ve onları Allah’ın yolundan men ederler. Altın ve gümüşü yığıp biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara hemen acıklı bir azabı müjdele!” 1007
“Ehl-i Kitap’tan öyleleri var ki, Allah’a, size ve kendilerine indirilene, tam bir samimiyetle ve Allah’a boyun eğerek iman ederler. Allah’ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ücretleri/ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.” 1008
“Onların ardından (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, ‘nasıl olsa bağışlanacağız’ diyerek Kitab’a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Acaba Allah’a karşı hakdan/gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden, o Kitabın hükmü üzere mîsak/kuvvetli söz
1001] 61/Saf, 10-12
1002] 62/Cum’a, 9-11
1003] 65/Talâk, 2-3
1004] 83/Mutaffifîn, 1-5
1005] 2/Bakara, 41-42
1006] 2/Bakara, 174
1007] 9/Tevbe, 34
1008] 3/Âl-i İmran, 199
- 162 -
KUR’AN KAVRAMLARI
alınmamış mıydı ve onlar Kitab’ın içindekini ders edinip okumadılar mı? Hâlbuki âhiret yurdu, takvâ sahipleri/Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” 1009
“...İnsanlardan korkmayın, Benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” 1010
Hadis-i Şeriflerde Ticâret Kavramı
Güvenilir ve doğru tâcirin, kıyâmet gününde şehidlerle beraber bulunacağını1011 söyleyen Hz. Peygamber (s.a.s.), yalanın insanı cehenneme sürükleyeceğini,1012 Allah'ın nasip ettiği rızkı güzel, helâl yoldan aramayı,1013 başkasının satışına engel olmamayı,1014 hayvanların sütlerini memelerinde bekletip satmamayı,1015 gereksiz yere ticârete aracı ve komisyoncuların girmemesini emretmiş,1016 vurgunculuğu kesin şekilde yasaklamıştır. 1017
“Doğru, dürüst ve güvenilir tâcir, Peygamberlerle, sıddıklarla ve şehidlerle beraberdir.” 1018
“Sözü ve muâmelesi doğru tüccâr, kıyâmet gününde arşın gölgesi altındadır.” 1019
“En güzel ve hoş kazanç o tüccarındır ki; konuştuğunda yalan söylemez, kendisine inanıldığında emniyeti kötüye kullanmaz, vaad ettiğinde vaadinden dönmez, satın aldığında malı kötülemez, sattığında da övmez, borçlandığında vâdesini geçirmez ve alacaklı olduğunda borçluya güçlük çıkarmaz.” 1020
“Kim hacim ölçüsü ve tartıyla bir yiyecek satın alırsa, ölçmeden ve tartmadan onu başkasına satmasın.” 1021
“Siz ıyne alış-verişi yaptığınız, sığırların kuyruğuna yapıştığınız, tarıma râzı olduğunu (sanâyileşmediğiniz) ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah size zilleti musallat kılar. Ondan, cihad yapıp dininize dönünceye kadar da kurtulamazsınız.” 1022
“Alıcı ve satıcı ayrılmadıkça muhayyerdirler. Dürüst davranır, gerçeği açıklarlarsa satışları bereketlenir. Ama gerçeği saklar ve yalan söylerlerse satışlarından bereket kaldırılır.” 1023
“Bizi aldatan bizden değildir.” 1024
1009] 7/A’râf, 169
1010] 5/Mâide, 44
1011] İbn Mâce, Ticârât 1
1012] İbn Mâce, Mukaddime 7
1013] İbn Mâce, Ticârât 2
1014] Müslim, Büyû’ b. 4
1015] Müslim, Büyû’ b. 4
1016] Müslim, Nikâh 51; İbn Mâce, Ticârât 15
1017] İbn Mâce, Ticârât 6, 16
1018] Tirmizî, Büyû’ 4, h. no: 1209; İbn Mâce, Ticârât 1, h. no: 2139
1019] İbn Mâce, Ticârât 1
1020] Beyhakî, Şuabu’l-İman IV/221; Terğîb ve Terhîb, II/366
1021] Müslim, Büyû’ 31-39
1022] Ebû Dâvud, Büyû’ 56
1023] Buhârî, Büyû 19; Ebû Dâvud, Büyû’ 51; Tirmizî, Büyû’ 26
1024] Müslim, İman 164; Tirmizî, Büyû’ 74
TİCÂRET
- 163 -
“Kim kusurunu söylemeden ayıplı malı satarsa Allah’ın gazabı ve meleklerin lâneti onun tepesine yağmaya devam eder durur.” 1025
“Ey tâcirler topluluğu! Muhakkak ki Allah’tan korkan, iyi ve doğru olanların hâricindeki tâcirler günahkâr ve şerliler olarak haşr olunacaklardır!” 1026
“Yemin, malın tükenmesine, bereketin eksilmesine sebeptir.” 1027
“Allah’ın buğzettiği üç kişi: Başa kakan cimri, kibirlenen mağrur ve çok yemin eden tâcirdir.” 1028
“Üç kişiye Allah kıyâmet gününde rahmet nazarıyla bakmaz. Onları temize çıkarmaz. Onlar için elem verici bir azap vardır.” Sahâbe dediler ki: “Kim onlar yâ Rasûlallah? Gerçekten onlar büyük zarara uğradılar, elleri boş kaldı ve iflâs ettiler.” Rasûlullah (s.a.s.) cevaben buyurdu ki: “İyiliğini başa kakan, kibirlenmek için uzun elbise giyen ve malının değerini yalan yeminlerle arttırarak satışını kolaylaştırmak isteyen. Siz alış-verişte çok yemin etmekten sakının! Çünkü o satışı teşvik eder, sonra da bereketi yok eder.” 1029
“Münâfığın alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler. Vaad ettiği zaman zaman sözünde durmaz. Kendisine güvenildiğinde hâinlik eder.” 1030
“İmkânı olanın borcunu vâdesinde ödememesi zulümdür.” 1031
“Ödünç alınan geri verilir. İyiliğe karşı iyilik yapılır. Borç ödenmelidir. Kefil de borçludur.” 1032
“Müslümanlar verdikleri söze, koydukları şartlara uyarlar. Sözlerinin erleridirler.” 1033
“Allah’ım! Ümmetimden erken kalkanına çok ver, onu bereketlendir.” 1034
“Kimse rızkını tamamlamadan ölmez. Sabırsızlık etmeyin. Allah’tan korkun. Ey insanlar! Rızkı meşrû yollardan güzellikle arayın. Helâl olanı alın, haram olanı bırakın.” 1035
“Zenginlik, mal çokluğundan değildir. Gerçek zenginlik gönül zenginliğidir.” 1036
“Müslüman olup yeterli rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiğine kanaat sahibi kıldığı kimse felâh bulmuştur.” 1037
“Bir kimse ödeme niyetiyle borçlanır da Allah (c.c.) onun borcunu ödeme gayretini görürse, Allah ona borcunu ödemeyi dünyada nasip eder.” 1038
“Kimi kıyâmet gününün sıkıntılarından kurtulmak sevindirirse sıkıntıda ve zor durumda
1025] İbn Mâce, Ticârât 45
1026] Tirmizî, Büyû’ 4
1027] Buhârî, Büyû 26; Müslim, Müsâkât 131; Ebû Dâvud, Büyû’ 6
1028] Ahmed bin Hanbel, V/151
1029] Müslim, İman 171; Tirmizî, Büyû 5
1030] Buhârî, İman 24; Müslim, İman 59
1031] Buhârî, Havalât 1; Müslim, Müsâkât 33; İbn Mâce, Sadâkat 8
1032] Ebû Dâvud, Büyû 88; Tirmizî, Büyû’ 39
1033] Buhârî, İcâre 14; Ebû Dâvud, Akdıye 12; Tirmizî, Ahkâm 17
1034] Tirmizî, Büyû’ 6; Ahmed bin Hanbel, I/153
1035] Müstedrek, II/5, IV/361; Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, V/265
1036] İbn Mâce, Zühd 9
1037] İbn Mâce, Zühd 9
1038] İbn Mâce, Sadâkat 10; Nesâî, Büyû’ 99
- 164 -
KUR’AN KAVRAMLARI
(kendisine borçlu) olana nefes aldırsın veya alacağından vazgeçiversin.” 1039
“Sizden önce bir adam vardı. Bir melek onun ruhunu almaya geldi. Melek ona; ‘hayatında hiç iyilik edip etmediğini’ sordu. O da bilmediğini söyledi. Düşünmesi söylendiğinde, ihtiyacı olanlara borç verdiğini, zenginlere ödemeleri için zaman tanıdığını, fakirlerin borcunu ise affettiğini söyledi. Bunu üzerine Cennete götürüldü.” 1040
“Bir adam halka borç para veriyordu. Alacak tahsili için gönderdiği gence, ‘eğer sıkıntıda olana rastlarsan ondan vazgeçiver. Umulur ki Allah da bizden vazgeçer’ diyordu. Derken adam Allah’a kavuştu, yani öldü ve Allah ondan (onu hesaba çekip azap etmekten) vazgeçti.” 1041
“Çalışana gelince, onun ücreti ancak işini bitirince ödenir.” 1042
“İşçiye ücretini teri kurumadan veriniz.” 1043
“Dışarıdan pazarımıza mal getiren rızıklandırılır. İhtikâr yapan/karaborsacı ise mel’undur.” 1044
“Kim ihtikâr/karaborsacılık yaparsa o âsî bir günahkârdır.” 1045
“Kim yiyeceklerde müslümanlara ihtikâr/karaborsacılık yaparsa Allah onu iflâs ettirir, cüzzam gibi pis hastalıklara uğratır.” 1046
“İslâm’da zarar vermek ve zarara uğramak, zarara zararla karşılık vermek yoktur.” 1047
Rasûlullah (s.a.s.), bir buğday satıcısına uğramışlardı. Ellerini buğday yığınına daldırdı. Elleri ıslandı. “Bu ne?” diye sordu. Satıcı yağmurdan ıslandığını söyledi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Islananı halk görsün diye üste çıkarsaydın ya? Bizi aldatan bizden değildir.” 1048
“Kim kusurunu açıklamadığı bir malı satarsa, Allah’ın gazabına ve hiddetine uğrar. Melekler de ona lânet eder dururlar.” 1049
“Birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Birbirinize müşteri kızıştırmayın. Şehirli de köylü adına satış yapmasın.” 1050
“Kendisine danışılan kişi emîn olmalı, dürüst davranmalıdır.” 1051
“Kim çarşıya girer de ‘Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerîke leh, lehu’l-mülkü ve lehu’l-hamdu yuhyî ve yumîtu ve huve hayyun lâ yemût, biyedihî’l hayr ve huve alâ külli şey’in Kadîr (Allah’tan başka hiçbir ilâh/tanrı yoktur. O tektir. Ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd O’na mahsustur. Öldüren ve dirilten O’dur. O ölmeyen Hay’dir, diridir. Her türlü
1039] Müslim, Müsâkât 32
1040] Buhârî, Büyû’ 18, Enbiyâ 50; Müslim, Müsâkat 31, hadis no: 1562; Nesâî, Büyû’ 104
1041] Ahmed bin Hanbel, II/263, 332, 339; Buhârî, Enbiyâ 56; Müslim, Müsâkât 31
1042] Ahmed bin Hanbel, II/292
1043] İbn Mâce, Ruhûn 4
1044] İbn Mâce, Ticârât; Dârimî, Büyû’ 12
1045] Ahmed bin Hanbel, II/351; Müslim, Müsâkât 26
1046] İbn Mâce, Ticârât 6
1047] İbn Mâce, Ahkâm 17; Muvattâ, Akdıye 31
1048] Müslim, İman 164; Tirmizî, Büyû’ 74; İbn Mâce, Ticârât 36
1049] İbn Mâce, Ticârât 45
1050] Buhârî, Büyû’ 64; Müslim, Büyû’ 11; Ebû Dâvud, Büyû’ 46
1051] Ebû Dâvud, Edeb 113; Tirmizî, Zühd 39, Edeb 57; Dârimî, Siyer 13
TİCÂRET
- 165 -
hayır O’nun elindedir. Ve O her şeye Kaadirdir.) derse, Allah ona bir milyon sevap yazar ve onun bir milyon günahını siler. Ve ona cennette bir köşk yapar.” 1052
“Bismillâhillezî lâ yadurru measmihî şey’un fi’l-arzı velâ fi’s-semâi ve huve’s-semîu’l-alîm’ diye üç defa söyleyen kimseye hiçbir şey zarar vermez.” 1053
“Muhakkak ki Allah ve Rasûlü içki, ölü, domuz ve put alıp satmayı yasaklamış, haram kılmıştır.” 1054
“Komşu, komşusunun şuf’asına (ön alımına) daha lâyıktır.” 1055
“Allah’ın rahmeti, satarken, alırken ve iddiâ ederken yumuşak olan kimseyedir.”1056 buyurmuştur. Yine Buhârî’nin rivâyet ettiği bir hadiste şöyle buyrulur: “Alış-verişte yemin, malın sürümünü arttırsa bile hakikatte kazancın bereketini giderir.” 1057
“Alıp-satanlar” birbirlerinden ayrılmadıkça (vazgeçmekte) muhayyerdirler. Alıp-satanlar alışverişi sıdk ve doğruluk üzere yapar (kusuru) beyan ederlerse alış-verişleri her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Yalan söylerler (kusurları) gizlerlerse, belli bir kâr sağlasalar bile alış-verişlerinin bereketini kaybederler.” Bir rivâyet şöyledir: “Alış-verişlerinin bereketi yok edilir: Yalan yemin malı rağbetli, kazancı bereketsiz kılar.“ 1058
“Satış işine yemin ve yalan bulaşmaktadır, siz (Rabbin gadabını söndüren) sadaka karıştırın.” 1059
“(Ticarette yalan) yemin, (tüccarın zannınca) mala rağbeti artırır. (Hâlbuki gerçekte) kazancı giderir.” 1060
“Ticârette çok yemin etmekten sakının. Çünkü yemin sürümü artırır, fakat bereketi yok eder.”1061
“Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak.”1062 Rezîn rivâyetinde şu ziyâde vardır: “...Böyle kimselerin hiçbir duâsı kabul edilmez.”
“Yedi helâk ediciden kaçının!” Sahâbîler: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?’ diye sordular. Hz. Peygamber: “Allah’a şirk/ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, nâmuslu ve hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlara zinâ isnad etmektir.” 1063
1052] Tirmizî, Deavât 36; Dârimî, İsti’zân 57
1053] Tirmizî, Deavât 13; İbn Mâce, Duâ 14; Ahmed bin Hanbel, I/66
1054] Buhârî, Büyû’ 105, 112; Müslim, Büyû’ 71; Tirmizî, Büyû’ 61
1055] Ebû Dâvud, Büyû’ 73; İbn Mâce, Şuf’a; Ahmed bin Hanbel, III/303
1056] Buhârî
1057] Müslim, Müsâkat, 131, 133, İman 117; Buhârî, Büyû’ 26
1058] Buhârî, Büyû: 19, 22, 44, 46; Müslim, Büyû’ 47, h. no: 532; Ebû Dâvud, Büyû’ 53, h. no: 3459; Tirmizî, Büyû’ 26, h. no: 1246; Nesâî, Büyû’ 3, h. no: 7, 244-245; İ. Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları 3/11
1059] Ebû Dâvud, Büyû’ 1, h. no: 3326, 3327; Tirmizî, Buyû’ 4, h. no: 1208; Nesâî, Eymân 7, h. no: 7, 15
1060] Buhârî, Büyû’ 26; Müslim, Müsâkât 13, h. no: 1607; Ebû Dâvud, Büyû’ 6, h. no: 3335; Nesâî, Büyû’ 5, h. no: 7, 246
1061] Müslim, Müsâkât, 27
1062] Buhârî, Büyû’ 7, 23; Nesâî, Büyû’ 2
1063] Buhârî vesâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, İman 145; Ebû Dâvud vesâyâ 10; Nesâî vesâyâ
- 166 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Büyük günahlar şunlardır: Allah’a şirk/ortak koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek, haksız yere bir kimseyi öldürmek ve yalan yere yemin etmek.” 1064
“Mü’min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir.” 1065
“Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar.” 1066
“Kim bildiği halde hırsızlıkla elde edilmiş çalıntı bir malı satın alırsa onun günahına ve alçaklığına ortak olmuştur.” 1067
“Pazara mal getiren rızıklandırılmış; ihtikâr (stok ve karaborsa) yapan lânetlenmiştir.” 1068
“Bilmiş ol ki, haramdan gıdâsını alıp büyüyen bir ete ancak ateş evlâdır.” 1069
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsı, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şayet iyilikleri yoksa kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” 1070
“Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (nâmusu) ve malı haramdır.” 1071
“Muhakkak helâl belli, haram da bellidir. Lâkin aralarında helâle de harama da benzer şüpheli şeyler vardır ki, onları insanların çoğu bilmez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse; dinini, ırzını/insanî kıymetini korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan bir kimse, harama düşme tehlikesindedir. O, tıpkı sınır kenarında hayvan otlatan ve nerede ise yasak yerde otlatacak bir çoban gibidir. Bilin ki, her hükümdarın hudûdu vardır; Allah’ın sınırları ise haramlardır. Haberiniz olsun, bedende bir küçük et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi olur, bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o (et parçası), kalptir.”1072
“Ey insanlar, şüphesiz ki Allah, Tayyib’dir. Tayyibden (temiz, hoş ve helâl olandan) başka bir şey kabul etmez. Allah, mü’minlere de, Rasûllere emrettiği şeyi emreder: ‘Ey Rasûller, helâl olan şeylerden yiyin ve sâlih amellerde bulunun. Çünkü Ben, sizin yaptıklarınızı bilirim.1073 ve “Ey iman edenler, size verdiğimiz rızıkların tayyiblerinden (helâl ve hoş/temiz olanlarından) yiyin.’’1074 buyurmuştur.” dedi. Sonra devam etti: “Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza-toprağa bulanmış bir halde ellerini semâya kaldırarak: ‘Yâ Rabbi, Yâ Rabbi’ diye duâ eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, 12
1064] Buhârî, Eymân 16, Diyât 2, İstitâbetü’l-Mürteddîn 1; Tirmizî, Tefsîru Sûre (4) 6; Nesâî, Tahrîm 3, Kasâme 48
1065] Tirmizî, Birr 48; Ahmed bin Hanbel, I/405, 416
1066] Ebû Dâvud, Büyû’ 38, 63, 64
1067] Beyhakî, Sünen, V/336
1068] İbn-i Mâce, Ticâret, 6
1069] Tirmizî, Salât 429, hadis no: 609; Dârimî, Rikak 60, hadis no: 2779
1070] Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48
1071] Müslim, Birr 32; Tirmizî, Birr 18
1072] Buhârî, İman 45, Büyû’ 5; Müslim, Müsâkat 107-108; İbn Mâce, Fiten 14, hadis no: 3984; Nesâi, Büyû’ 2, hadis no: 4431; Tirmizî, Büyû’ 1, hadis no: 1219; Ebû Dâvud, Büyû’ 1, hadis no: 3329-3330; İbn Mâce, Fiten 3984
1073] 23/Mü’minûn, 51
1074] 2/Bakara, 172
TİCÂRET
- 167 -
giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle birinin duâsı nasıl kabul edilir?” 1075
“Üç sınıf insan vardır ki kıyâmet günü Allah, onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için can yakıcı bir azap vardır.” (Râvi Ebû Zer dedi ki; Rasûlullah bu cümleyi üç kere tekrarladı. Ebû Zer: ‘Bu kimseler tam bir mahrûmiyete ve hüsrâna uğramışlar. Bunlar kimlerdir, ey Allah’ın Rasûlü?’ diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.) de şu cevabı verdi: “Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticâret malını iyi bir fiyatla satmaya çalışandır.” 1076
“Her kim helâl lokma yer, Sünnet (Şeriat) gereğince amel eder ve insanlar da onun kötülüklerinden emin olurlarsa, mutlaka cennete girer.” Bunun üzerine bir adam: “Yâ Rasûlallah, bugün halk arasında bu (vasıfta kişiler) pek çoktur’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu: “Benden sonraki asırlarda da bulunacaktır.” 1077
“Kim, helâl kazancından bir hurma değerinde bir sadaka verirse -ki Allah helâl maldan verilen sadakadan başka hiçbir sadakayı kabul etmez- işte Allah, bu helâl sadakayı sağ eli ile kabul eder. Sonra o tek hurma değerindeki sadakayı dağ gibi oluncaya kadar, sizin birinizin sütten ayrılmış tayını büyütüşü gibi, sadaka sahibi için dikkatle büyütür.” 1078
“Allah, haramdan verilen hiçbir sadakayı ve abdestsiz (su veya toprakla temizlenmeden) de hiçbir namazı kabul etmez.” 1079
“Hiçbir kimse el emeğinden daha hayırlı yiyecek yememiştir ve Allah’ın peygamberi Dâvud da el emeğini yerdi.” 1080
“Âdemoğlu, midesinden/karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyecekse (nefsinin galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa onu üçe ayırsın: (Karnının) Üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte birini de nefesine (ayırsın, üçte birden fazlasına yemek koymasın).” 1081
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.): “Üç işi vardır, kıyamet gününde Allah onlara ne konuşur ne nazar eder ne de günahlardan arındırır, onlar için elim bir azab vardır!” buyurdu ve bunu üç kere de tekrar etti. Ben: “Ey Allah’ın Rasûlü! Öyleyse onlar büyük zarar ve hüsrana uğramışlardır. Kimdir bunlar?” dedim. Şöyle saydılar: “(Elbisesini kibirle, yerlere kadar salıp) süründüren, yaptığı iyiliği başa kakan, malını yalan yeminlerle reklâm eden kimseler!“ 1082
“Bir kavimde gulûl (denen devlet malından hırsızlık) zuhûr ederse, Allah o kavmin
1075] Müslim, Zekât 65; Tirmizî, Tefsîrul’l-Kur’an 3, hadis no: 3173; Dârimî, Rikak 9, hadis no: 2720
1076] Müslim, İman 171; Ebû Dâvud, Libâs 25; Tirmizî, Büyû’ 5; Nesâî, Zekât 69, Büyû’ 5, Ziynet 103; İbn Mâce, Ticâret 30
1077] Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 22, hadis no: 2640
1078] Buhârî, Zekât 14, Tevhid, 57; Müslim, Zekât 63; Tirmizî, Zekât, 28, hadis no: 656; Nesâî, Zekât 48, hadis no: 2515; İbn Mâce, Zekât 28, hadis no: 1842
1079] Ebû Dâvud, Tahâre 31, hadis no: 59; Nesâî, Zekât 104, hadis no: 139; İbn Mâce, Tahâre 2, hadis no: 271-274; Dârimî, Tahâre 21, hadis no: 692
1080] Buhârî, Büyû’ 15
1081] Tirmizî, Zühd 47, hadis no: 2381; İbn Mâce, Et’ıme 50, h. no: 3349
1082] Müslim, İman 171, (106); Ebû Dâvud, Libas 28, -087, 4088- Tirmizî, Büyu 5, h. no: 1211; Nesâî, Büyu 5, h. no: 7, 245
- 168 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kalplerine korku atar. Bir kavim içinde zinâ yayılırsa orada ölümler artar. Bir kavim, ölçü ve tartılarda (hile yaparak) miktarı azaltırsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin (mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavm ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını Musallat eder.” 1083
“Mal, yeşil (taze) ve tatlıdır. El açıklığıyla (cömertlik ve ikramla) onu ele geçirenin malına bereket verilir. İnsanlara zulmetmek için kazananın malı ise bereketlenmez. Onun durumu, yiyip doymayan kimse gibidir. Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır.” 1084
“Benden sonra, ümmetim için üç hususta korkuyorum. Bunlar, sapık arzular, bilgiden sonra gaflet, çok yemek ve şehvetlere tutulmaktır.” 1085
“Yiyin, için, sadaka verin ve giyinin. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (c.c.) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister.” 1086
“Gerçekten Allah, çalışıp kazanan mü’min kulunu sever.” 1087
“İnsanların yediği şeylerin en temizi (helâli), kendi kazancından olanıdır ve kişinin çocuğu onun kazancındandır.” 1088
“...Bizi aldatan Bizden değildir.” 1089
“İçki içilmesini yasaklayan Allah Zülcelâl, içkinin alım ve satımını da haram kılmıştır.” 1090
“Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar.” 1091
“Kazancın en şerlisi zinâ bedelidir.” 1092
Ebû Cuhayfe (r.a.) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.s.), kan alma bedelinden, kadın kölenin (haram olan) kazancından nehyetti. Ve yine Rasûlullah döğme yaptırana, ribâ (fâiz) yiyene, ribâ kazancı yediricisine lânet etti. Sûret yapan Mûsâvvir kişiye de lânet etti.” 1093
“Fâiz, yetmiş çeşidi olan günahtır. Bunların en hafifi, erkeğin kendi annesi ile zinâ etmesi (veya evlenmesi) günahı kadardır.” 1094
Câbir bin Abdullah (r.a.) şöyle der: “Rasûlullah (s.a.s.); Ribâyı (fâizi) yiyene, yedirene, kâtibine ve şâhitlerine lânet etti ve “Bunlar, eşittirler” buyurdu.” 1095
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, fâiz yemeyen hiçbir kimse kalmayacaktır.
1083] Muvattâ, Cihâd 26, h. no: 2, 460
1084] Buhâri; Askalani, S. Buhâri Şerhi, c. 3, s. 335
1085] Câmiu’s Sağîr, 1/13
1086] Buhârî, Libas 1; İbn Mâce, Libas 23, Hadis no: 3605; Nesâi, Zekât 66
1087] İbn Kesir, c. 4, s. 397
1088] Ebû Dâvud, Büyû’ 77, hadis no: 3528; İbn Mâce, Ticâre 1, hadis no: 2137-2138; Nesâî, Büyû’ 1, hadis no: 4427-4430; Tirmizî Ahkâm 22, hadis no: 1372; Dârimî, Büyû’ 6, hadis no: 2540
1089] Müslim, İman 164; Ebû Dâvud, Büyû’ 50
1090] Müslim, hadis no: 930
1091] Ebû Dâvud, Büyû’ 38, 63, 64
1092] Müslim; S. Müslim ve Ter. M. Sofuoğlu, 5/87
1093] Buhârî, Büyû’ 180
1094] İbn Mâce, Ticâret 58, hadis no: 2274
1095] Müslim, Müsâkat 106; Tirmizî, Büyû’ 2, hadis no: 2277; Nesâî, Ziynet 25, hadis no: 5071-5073
TİCÂRET
- 169 -
Kişi, fâiz yemese bile kendisine onun buharından/tozundan bulaşacaktır.” 1096
“Fâizi yemek için hileli yollara saptığınız, öküzlerin kuyruklarına yapışıp ziraatla geçindiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah üzerinize zilleti (aşağılanma, horlanma, zaafa düşmeyi) Musallat kılar ve dininize dönmedikçe onu üzerinizden sıyırmaz.” 1097
“Haramla beslenen vücut (cennete girmez;) ona ancak ateş yaraşır.” 1098
“...Bir kimse ellerini semâya kaldırarak: ‘Ya Rabbi, ya Rabbi, diye duâ eder. Hâlbuki, yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, duâsı nasıl kabul edilir?” 1099
“Allah ve Rasûlü şarap (bütün alkollü içkiler), ölü hayvan, domuz ve putların satışını yasakladı.” 1100
“Birbirinden ayrılmadıkça alan ve satan pazarlığı bozmakta muhayyerdir. Alan satan doğru söyler, malın özelliklerini açıklarlarsa alış-verişleri bereketlenir; yalan söyler ve malın ayıplarını gizlerlerse ticâretlerinin bereketi yok olur.” 1101
“Kim helâl lokma yer, Sünnet (Şeriat) gereğince amel eder ve insanlar da, onun kötülüklerinden emin olurlarsa, o kişi muhakkak cennete girer.” 1102
“Sizden birinin ipini alarak odun demetini sırtlanıp onu satması, -Allah onu dilencilikten korusun- versinler vermesinler; dilenmesinden daha hayırlıdır.” 1103
Ebû Bekre (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.): “En büyük günâhı size haber vereyim mi?” Biz: ‘Evet, yâ Rasûlallah, dedik. Rasûlullah; “Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve: “İyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmaktır” dedi. Bu son cümleyi sürekli tekrarladı. Biz daha fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için “keşke sussa” diye temennîde bulunduk.” 1104
“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, fücûra/yoldan çıkmaya sürükler. Fücur da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” 1105
“İş yaptığınız zaman, Allah o işte itkan etmenizi yani sağlam, ârızâsız ve kusursuz yapmanızı sever.” 1106
1096] Ebû Dâvud, Büyû, 3, hadis no: 3331; İbn Mâce, Ticâret 58, hadis no: 2278; Nesâî, Büyû’ 2, hadis no: 44333
1097] Ebû Dâvud, Büyû’ 54
1098] Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 2787; Keşfu’l Hafâ, hadis no: 2632
1099] Müslim, Zekât, 65; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an, 3173; Dârimî, Rikak 2720
1100] Müslim, Müsâkât, 13
1101] Müslim, Büyû, 11
1102] Tirmizî, Sıfatu’l Kıyâmet, 2640
1103] Askalâni, S. Buhâri Şerhi, c. 3, s. 335
1104] Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstiâbe 1; Müslim, İman 143; Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru Sûre (4) 5)
1105] Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105; Ebû Dâvud, Edeb 80; Tirmizî, Birr 46; İbn Mâce, Mukaddime 7, Duâ 5
1106] Kenzu’l-Ummâl, III/907
- 170 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Allah elinden iş gelen sanatkâr mü’min kulu sever.” 1107
“Şüphesiz Allah, güzeldir, güzeli/güzel işi sever.” 1108
“Şüphesiz Allah, her şeyde ihsânı/iyilik ve güzelliği yazmıştır (farz kılmıştır)...” 1109
“Kendinize göre makbul bir iş yapınız. Sırf başkalarına rekabet olsun diye yapmayınız...” 1110
“Allah’ım, yoksulluk fitnesinin şerrinden, küfür ve yoksulluktan Sana sığınırım.” 1111
“Ben görmeyen birisiydim, Allah basiretimi açtı; fakirdim, beni zengin kıldı.” 1112
“Şüphesiz, insan borçlandı mı, konuşursa yalan söyler, vadederse, sözünde duramaz.” 1113
“Veren el, alan elden daha üstündür/hayırlıdır.” 1114
“Mü’min, bir midesi ile yer; kâfir ise yedi mide ile yer.” 1115
“Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedâvi edin. Belâya duâ ile karşı koyun.” 1116
“Malın zekâtını ödedin mi, kendinden onun şerrini def ettin demektir.” 1117
“Sizden biri, mal ve yaratılış itibariyle kendinden üstün bir kimseyi gördüğünde, kendinden daha aşağı olanına baksın (Kendisini onunla mukayese etsin).1118 Sahih-i Müslim’de şu ilave rivâyet edilmiştir: “...İşte bu, Allah’ın size olan nimetlerini hakir görmemek için uygun olan bir davranıştır.”
“İyi mal, sâlih kimse için ne güzeldir.” 1119
Hz. Ömer birgün Rasûlullah’ın hâne-i saâdetlerine girdi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Efendimiz niçin ağladığını sorunca, şöyle dedi: “Yâ Rasûlallah! Dünya kralları, kisrâlar servet içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok. Yatağın hasır ve teninde yattığın yerin izleri var...” Allah Rasûlü şu cevabı verdi: “İstemez misin yâ Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun!” 1120
Bir iftar sofrasında Hz. Ebû Bekir’e bir bardak soğuk su ikrâm edilir. Suyu ağzına götürdüğünde ağlamaya başlar. Yanındakiler ne olduğunu sorarlar. Cevap verir: “Bir gün Rasûlullah, kendisine getirilen böyle bir bardak soğuk suyu içmiş,
1107] Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, II/290
1108] Müslim, İman, I/93; İbn Mâce, Duâ 10
1109] Müslim, Sayd ve’z-Zebh 57; Ebû Dâvud, Edâhî 12
1110] Tirmizî, Birr 63
1111] Nesaî, Sehv, 90, İstiâze, 16, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 36, 39, 42, 44; VI, 57, 207
1112] Buhârî, Enbiyâ, 51) (93/Duhâ, 7-8
1113] Buhâri, İstikrâz
1114] Buhârî vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim, Zekât 94, hadis no: 1033, 97, h. no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344; Ahmed bin Hanbel, II/4
1115] İbn Mâce, hadis no: 3256) (Bk. 47/Muhammed, 12
1116] Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 322
1117] Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 323
1118] S. Buhâri, Askalâni Şerhi, 11, s. 322
1119] Ahmed bin Hanbel, IV/194
1120] Buhârî, Tefsir (66) 2; Müslim, Talâk 31
TİCÂRET
- 171 -
sonra da ağlamış ve “O gün nimetlerden hesaba çekileceksiniz”1121 âyetini okuyarak, “İşte bu nimetten de hesaba çekileceğiz” buyurmuştu. Bunu hatırladım ve onun için ağladım.” 1122
“Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin size açılmasıdır...” 1123
“Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının, kadınlardan da sakının! Zira benî İsrâilin ilk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır.” 1124
“Eğer dünya Allah’ın yanında sivrisineğin kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” 1125
“Kim dünyaya çok önem verirse, Allah onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Hâlbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti âhiret(i kazanma) ise Allah onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.” 1126
“Müslüman olup da kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiği ile kanaat getirdiği kimse muhakkak felâh bulmuştur.” 1127
“Zenginlik mal çokluğuyla değildir. (Hakiki) zenginlik göz tokluğudur, gönül zenginliğidir.” 1128
Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani alandan) daha hayırlıdır.” 1129
“Hayır, vallahi ey cemaat! Ben sizin için ancak Allah’ın size vereceği dünya ziynetlerinden korkuyorum.” 1130
“Sizin elde ettiğiniz dünya metâı, hayır değil; bir fitnedir. Evet, hayır, ancak hayır getirir. Lâkin bu dünya ziynetleri hayır değildir. Çünkü bunlar fitneye sebep olur. Onlarla siz âhiret hususuna yönelmekten meşgul olursunuz. Baharın yetiştirdiği nebatların bazısı, çok yiyen hayvanları ya patlatıp öldürür yahut ölüme yaklaştırır. Ancak ihtiyacına kadar yiyenlere zarar vermez. Dünya malı da öyledir, insanlar ona hoş görerek meylederler. Bazısı mala gark oldu denilecek şekilde çok mal edinir, bazısı fazlasına tamah etmeyerek azı ile yetinir. Mala gark olanlar, ekseriyetle onun sebebiyle ya helâk olur yahut helâke yaklaşırlar.” 1131
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda ancak öldürmekle ve zorla mülke erişilir, ancak gasb ve cimrilikle zengin olunur, ancak dinden çıkmak ve hevâya uymakla sevgi kazanılır; kim bu zamana ulaşır da zengin olmaya gücü yettiği halde fakirliğe
1121] 102/Tekâsür, 8
1122] Müslim, Eşribe 140
1123] Buhârî, Zekât 47, Cum’a 28; Cihad 37, Rikak 7; Müslim, Zekât 123; Nesâî, Zekât 81
1124] Müslim, Zikr 99; Tirmizî, Fiten 26; İbn Mâce, Fiten 19
1125] İbn Mâce, Zühd 11, hadis no: 4110; Tirmizî, Zühd 13, hadis no: 2321
1126] İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4104; Tirmizî, Kıyâmet 31, hadis no: 2467
1127] Müslim, hadis no: 1054; S. Müslim Terc. ve şerhi, c. 5, s. 478
1128] Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 120, hadis no: 1051; Tirmizî, Zühd 40, h. no: 2374
1129] Buhârî vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim, Zekât 94, hadis no: 1033, 97, h. no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344; Ahmed bin Hanbel, II/4
1130] Müslim, hadis no: 1052; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu terc, 5/471
1131] Müslim, S. Müslim Terc. ve Şerhi, c. 5, s. 474
- 172 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sabreder, sevgi kazanmaya gücü yettiği halde buğz olunmaya sabreder, izzete gücü yettiği halde alçaltılmaya sabrederse Allah kendisine beni doğrulayan elli doğrulayıcı sevabı verir.” 1132
“İhtiyarın kalbi iki şeyi sevme hususunda gençtir: Yaşama sevgisi ile mal sevgisinde.” Diğer rivâyetler de şöyledir: “Âdemoğlu ihtiyarlar, fakat onun iki şeyi genç kalır: Yaşama sevgisi ve mal sevgisi.” “Âdemoğlu büyür, onunla beraber iki şey de büyür: Mal sevgisi, uzun ömür sevgisi.” 1133
“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa, üçüncü bir vâdi daha isterdi. Âdemoğlunun karnını topraktan başka bir şey dolduramaz. Ama Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” 1134
Sehl İbn Sa’d es-Saidî (r.a.) anlatıyor. “Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)’a bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bana öyle bir amel gösterin ki, ben onu yaptığım takdirde Allah beni sevsin, halk da beni sevsin’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Dünyaya rağbet etme, Allah seni sevsin. İnsanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!” 1135
“Allah’ım, Âl-i Muhammed’in rızkını belini doğrultacak kadar ver.” -Bir diğer rivâyette- “yetecek kadar ver.” 1136
Abdullah İbnu Muğaffel (r.a.) anlatıyor: “Bir adam gelerek “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben seni seviyorum” dedi. Rasûlullah: “Ne söylediğine dikkat et!” diye cevap verdi. Adam: “Vallâhi ben seni seviyorum!” deyip, bunu üç kere tekrar etti. Rasûlullah (s.a.s.) bunun üzerine adama: “Eğer beni seviyorsan, fakirlik için bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedefine koşan selden daha sür’atli gelir.” 1137
“Kişi mahzurlu olan şeyden korkarak mahzursuz olanı terketmedikçe gerçek takvâya ulaşamaz.” 1138
“Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur.” 1139
“Âdemoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız bir ekmek ve su.” 1140
“İslâm hidâyeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!” 1141
“Siz Allah’a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz.” 1142
1132] Naklen: Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 444-445
1133] Müslim, hadis no: 1046; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/463
1134] Müslim, hadis no: 1048; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, 5/465
1135] Kütüb-i Sitte, 17/563
1136] Buhârî, Rikâk 17; Müslim, Zekât 126, hadis no: 1055; Tirmizî, Zühd 38, hadis no: 2362
1137] Tirmizî, Zühd 36, hadis no: 2351
1138] Tirmizî, Kıyâmet 20, hadis no: 2453
1139] Tirmizî, Zühd 34, h. no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, h. no: 4141
1140] Tirmizî, Zühd 30, hadis no: 2342
1141] Tirmizî, Zühd 35, hadis no: 2350
1142] Tirmizî, Zühd 33, hadis no: 2345
TİCÂRET
- 173 -
“Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah’ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir.” 1143
“Sizden biri dilenmeye devam ettiği takdirde yüzünde bir parça et kalmamış halde Allah’a kavuşur.” 1144
“İstemeler bir nevi cırmalamalardır. Kişi onlarla yüzünü tırmalamış olur. Öyle ise, dileyen (hayâsını koruyup) yüzsuyunu devam ettirsin, dileyen de bunu terketsin. Şu var ki, kişi, zarûrî olan (şeyleri) iktidar sahibinden istemelidir.” 1145
“Bir adam Rasûlullah’tan (s.a.s.) bir şeyler istedi. Peygamberimiz de verdi. Adam dönmek üzere ayağını kapının eşiğine basar basmaz, Rasûlullah: “Dilenmede olan (kötülükleri) bilseydiniz kimse kimseye bir şey istemek için asla gitmezdi!” buyurdu.” 1146
“Kişinin iplerini alıp dağa gitmesi, oradan sırtında bir deste odun getirip satması, onun için, insanlara gidip dilenmesinden daha hayırlıdır. İnsanlar istediğini verseler de vermeseler de.” 1147
Enes (r.a.) anlatıyor: “Ensârî bir zat gelip Rasûlullah’tan (s.a.s.) bir şeyler istemişti. “Evinde hiçbir şey yok mu?” buyurdular. Adam: “Evet, dedi. Bir çulumuz var. Bir kısmıyla örtünüp, bir kısmını da yaygı olarak yere seriyoruz! Bir de su içtiğimiz kabımız var.” “Onları bana getir!” diye emrettiler. Adam gidip getirdi. Peygamberimiz eşyaları eline alıp: “Şunları satın alacak yok mu?” buyurdular. Bir adam: “Ben bir dirheme satın alıyorum” dedi. Rasûlullah: “Bir dirhemden fazla veren yok mu?” dedi ve iki üç sefer tekrarladı (açık arttırmaya çıkardı). Orada bulunan bir adam: “Ben onlara iki dirhem veriyorum” dedi. Rasûlullah eşyaları ona sattı. İki dirhemi alıp Ensârîye verdi ve: “Bunun biriyle âilen için yiyecek al, âilene ver. Diğeriyle de bir balta al bana getir!” buyurdular. Adam gidip bir balta alıp getirdi. Rasûlullah, ona eliyle bir sap geçirdi. Sonra: “Git, odun topla, sat ve on beş gün bana gözükme!” buyurdu. Adam aynen böyle yaptı, sonra yanına geldi. Bu esnâda on dirhem kazanmış, bunun bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da yiyecek satın almıştı. Rasûlullah: “Bak, bu senin için, kıyâmet günü alnında dilenme lekesiyle gelmenden daha hayırlıdır!” buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti: “Dilenmek, sersefil, fakirliğe düşmüş veya rüsvay edici borca batmış ya da elem verici kana bulaşmış insanlar dışında, kimseye câiz değildir.” 1148
“Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın başıdır. Bir şeye karşı olan sevgin, seni kör ve sağır yapar.” 1149
“İki haslet vardır, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükredenler ve sabredenler arasına yazar: Din hususunda kendinden üstün olana bakıp ona uymak; Dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp Allah’ın kendine vermiş olduğu üstünlüğe hamdetmek. İşte böyle
1143] Buhârî, Rikak 30; Müslim, Zühd 8, hadis no: 2963; Tirmizî, Kıyâmet 59, h. no: 2515
1144] Buhârî, Zekât 52; Müslim, Zekât 103, hadis no: 1040; Nesâî, Zekât 83 -5, 94
1145] Ebû Dâvud, Zekât 26, hadis no: 1639; Tirmizî, Zekât 38, h. no: 681; Nesâî, Zekât 92 -5, 100
1146] Nesâî, Zekât 83 -5, 94, 95-
1147] Buhârî, Zekât 50, Büyû’ 15
1148] Ebû Dâvud, Zekât 26, hadis no: 1641; Tirmizî, Büyû’ 10, hadis no: 1218; İbn Mâce, Ticârât 25, hadis no: 2198
1149] Ebû Dâvud, Edeb 125
- 174 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olan kimseyi Allah şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de din konusunda kendinden aşağı olana bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve elde edemeyeceğine üzülürse Allah onu şükreden ve sabreden olarak yazmaz.” 1150
“Himmet yönüyle insanların en yücesi, hem dünya hem de âhiret işine himmet gösteren mü’mindir.” 1151
“Ey insanlar! Allah’a karşı muttakî olun ve (dünyevî) isteklerde mûtedil/ölçülü olun. Zira hiçbir kimse yoktur ki, (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızkı gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah’tan korkun ve talepte mûtedil olun, (gayr-ı meşrû yollara sapmayın) helâl olanı alın, haram olanı terkedin.” 1152
“(Bu dünyada malca) en çok olanlar, kıyâmet günü en aşağıda olacaklardır. Ancak malı şöyle şöyle (bol bol) harcayanlar ve onu temiz yoldan kazananlar hâriç.” 1153
“Malı şöyle, şöyle, şöyle ve şöyle dağıtanlar hâriç dünyalığı çok kazananlara yazıklar olsun!” “Şöyle” kelimesini Rasûlullah dört kere tekrar etti. Bunlarla “sağından, solundan, önünden ve arkasından (hayır için harcayanlar” demek istedi). 1154
“Âdemoğlu, ‘malım, malım’ diyor. Ey Âdemoğlu, senin yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin, yahut tasadduk edip (sevabını) defterine geçirdiğinden başka senin malın mı var?!” 1155
“Dört şey, şekavet (hüsran) alâmetidir: Gözün kuruması (günahlarına ağlamamak), kalbin katılaşması, tûl-i emel (dünyada hiç ölmeyecek gibi plânlar yapmak), dünyaya karşı hırs.” 1156
“Bir kısım insan vardır, Allah’ın mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Hâlbuki bu, kıyâmet günü onlara bir ateştir, başka değil.” 1157
“(Benî Âdem’den) Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyeceği asla yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvud aleyhisselâm elinin emeğini yerdi.” 1158
“Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak.”1159 Rezîn şu ziyâdede bulunmuştur: “Böylelerinin hiçbir duâsı kabul edilmez.”
“Muhakkak ki yediğinizin en temizi kendi kesbinizden olandır. Muhakkak ki evlâtlarınız da kendi kesbinizdendir (çalışıp kazandığınızdandır).” 1160
“Kim bize memur olursa, kendine bir zevce edinsin. Hizmetçisi yoksa bir de hizmetçi edinsin. Meskeni yoksa bir mesken edinsin.” (Hz. Ebû Bekir (r.a.) dedi ki: “Rasûlullah (s.a.s.)’ın şöyle buyurdukları bana haber verildi:) “Kim bunun dışında bir şey edinirse,
1150] Tirmizî, Kıyâmet 59, hadis no: 2514
1151] Kütüb-i Sitte, 17/245
1152] Kütüb-i Sitte, 17/245
1153] Kütüb-i Sitte, 17/571
1154] Kütüb-i Sitte, 17/571
1155] Riyâzu’s-Sâlihin, M. Emre Terc. s. 354
1156] Kütüb-i Sitte, 7/247
1157] Buhârî, Hums 7; Tirmizî, Zühd 41, hadis no: 2375
1158] Buhârî, Büyû’ 15
1159] Buhârî, Büyû’ 7, 23; Nesâî, Büyû’ 2, -7, 243
1160] Ebû Dâvud, Büyû’ 79; Tirmizî, Ahkâm 22, hadis no: 1358; Nesâî, Büyû’ 1, -7, 249-; İbn Mâce, Ticâret 1, hadis no: 2137, 64, -2290
TİCÂRET
- 175 -
bu kimse hâindir, hırsızdır.” 1161
“Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, ot ve ateş.” 1162
El-Misver İbn Mahreme’ye Amr İbn Avf (r.a.) şunu anlatmıştır: “Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Ubeyde’yi Bahreyn’e, oranın cizyesini getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce ensâr geldiğini işitti. Sabah namazını Hz. Peygamber’le kıldılar. Namaz bitince, Rasûlullah’ın etrafını sardılar. Rasûlullah (s.a.s.) tebessüm buyurdular ve: “Öyle zannediyorum, Ebû Ubeyde’nin bir şeyler getirdiğini işittiniz” dedi. Hep birlikte: “Evet!” dediler. Bunun üzerine şunları söyledi: “Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren şeyi ümid edin. Allah’a yemin olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helâk oldular. Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum.” 1163
“... Senin vârislerini zengin olarak bırakman, halka ihtiyaçlarını açan fakir olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen azîz ve celîl olan Allah’ın rızâsını arayarak her ne harcarsan, -hatta bu, hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile olsa-, mutlaka onun sebebiyle mükâfatlanacaksın...” 1164
“Ümmetler (uluslar), insanların birbirlerini sofraya dâvet etmeleri gibi birbirlerini sizin üzerinize dâvet edecek ve üzerinize üşüşecekler.” Birisi sordu: “Bizim azlığımızdan mı?” Rasûlulullah cevap verdi: “Hayır, aksine, siz o gün çok olacaksınız. Fakat selin sürüklediği çer çöp gibi... Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları korkuyu kaldıracak ve sizin kalbinize de ‘vehn’ atacak.” Yine birisi sordu: “Ey Allah’ın Rasûlü vehn nedir?” Cevap verdi: “Dünya sevgisi ve ölüme karşı isteksizlik.” 1165
“Satışında, satın alışında, borcunu ödeyişinde cömert ve kolaylaştırıcı davranan kimseye Allah rahmetini bol kılsın.” 1166
“Allah, sizden önce yaşamış olan bir kimseye rahmetiyle muâmele etti. Çünkü bu adam satınca kolaylık gösterir, satın alınca kolaylık gösterir, alacağını isteyince (kabalık ve sertlik değil, anlayış ve) kolaylık gösterirdi.” 1167
“Allah, satıştaki müsâmahayı, satın alıştaki müsâmahayı, ödemedeki müsâmahayı sever.” 1168
“Kim bir Müslümanın ikâlesini (yani alım-satım akdini feshetmesini) kabul ederse, Allah da onu düşmekten kurtarır.” 1169
“Sattığın zaman tart, satın alınca tarttır.” 1170
1161] Ebû Dâvud, Harac 10, hadis no: 2945
1162] Ebû Dâvud, Büyû’ 62, h. no: 3477
1163] Buhârî, Rikâk 7, Cizye 1, Meğâzî 11; Müslim, Zühd 6, hadis no: 2961; Tirmizî, Kıyâmet 29, hadis no: 2464
1164] Buhârî, Cenâiz 37 vesâyâ 2, 3, Fezâilu’l-Ashâb 49, Meğâzî 77, Nafakat 1, Marzâ 13, 16, 43, Ferâiz 6; Müslim vesâyâ 5, hadis no: 1628; Tirmizî, 6, hadis no: 975; Ebû Dâvud vesâyâ 2, hadis no: 2864; Nesâî vesâyâ 3; Muvattâ 4 -2, 763
1165] Ebû Dâvud, Melâhim 5; Ahmed bin Hanbel, V/278
1166] Buhârî, Büyû’ 16; Tirmizî, Büyû’ 75, h. no: 1320
1167] Tirmizî, Büyû’ 75, h. no: 1320
1168] Tirmizî, Büyû’ 75, h. no: 1319
1169] Ebû Dâvûd, Büyû’ 54, h. no: 3460; İbn Mâce, Ticârât 26, h. no: 2199
1170] Buhârî, Büyû’ 51
- 176 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.” 1171
(Mescidler ibâdet, zikir, takva gibi kulluğun kâmil mânada gerçekleştiği mahallerdir. Bu sebeple Allah nazarında en çok sevilen yerlerdir. Çarşı pazar ise hilenin, aldatmanın, İslâm’ın en az hatıra getirildiği, en ziyade dünyanın, dünyalığın düşünüldüğü, gaflet yerleri de yine çarşı pazarlardır. Hadis çarşıların bu yönüne dikkat çekerek, teyakkuza, dürüstlüğe teşvik etmektedir. Aslında, dinin belirttiği çerçevede yapılan ticaret helâldir. Bu çeşit ticaretin yapıldığı yerler de tebcîle değer yerlerdir. Nasıl olmasın ki, Hz. Peygamber (s.a.s.) dürüst tüccarları en yüce mertebedeki insanlar arasına dâhil etmiştir.)
Selman (r.a.) diyor ki: “Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın, (insanları şaşırtmak için kıyasıya) savaş verdiği yerdir, bayrağı da orada dalgalanır.“1172 (Bu hadis Hz. Selman (r.a.)’ın şahsî sözü gibi görünse de hükmen merfû sayılır. Burada da her çeşit uyarılara rağmen çarşıda hüküm sürecek fiilî duruma dikkat çekiliyor: Hile hurda, yalan yere yemin, aldatmalar, boş sözler vs. hepsi de şeytana lâyık işler.)
Hz. Ömer (r.a.): “Bizim çarşımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın.“ 1173
“Cenâb-ı Allah içki, ölmüş hayvan, domuz ve putun alım-satımını yasakladı.” Bunun üzerine: “Ey Allah’ın Rasûlü “ölmüş hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zîra onunla gemiler yağlanır, derilere sürülür, kandiller aydınlatılır” dendi. Cevâben: “O (nun satışı) haramdır“ buyurdu ve ilâve etti: “Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler, sonra satıp parasını yediler.” 1174
“Kim içki satarsa, hınzır kasaplığı da yapsın”1175 (Hadis, tağliz ve tenfir yoluyla içkinin yasaklığını beyan etmektedir. Zira domuz yemekten umumiyetle kaçınıldığı hâlde, içkiye karşı alâka gösterenler az değildir. Hâlbuki haram olma yönüyle ikisi de birdir ve ikisi de eşit şekilde haramdır. Bu mânayı Rasûlullah (s.a.s.) böyle bir benzetme ve mukayese ile ifade buyurmuştur.)
“Bir yiyecek satın alan kimse, onu kabzetmeden önce satamaz” 1176
Hakîm İbn Hizâm (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlu, dedim; bana gelip bir şeyler almak isteyenler oluyor. Hâlbuki istenen şey bende yoktur. Bu durumda bilâhere çarşıdan satın alarak teslim etmek üzere istenen şeyi satayım mı?” Şöyle buyurdu: “Hayır, yanında mevcut olmayan şeyi satma!“ 1177
1171] Müslim, Mesâcid 288, h. no: 671
1172] Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 100, h. no: 2451
1173] Tirmizî, Vitr 21, h. no: 487
1174] Buhârî, Büyû’’: 112, Meğâzî: 50; Müslim, Müsâkât: 71 (1581); Ebû Dâvud, Büyû’’: 66 (3486); Tirmizî, Büyû’’: 61 (1297); Nesâî, Büyû’’: 93, (7, 309-310); İbn Mâce, Ticarât: 11, (2167
1175] Ebû Dâvud, Büyû’ 66, h. no: 3489
1176] Buhârî, Büyû’ 49, 51, 54, 55, Hudûd: 42; Müslim, Büyû’ 29, 35, 40, 41, h. no: 1525-1526-1528-1529; Nesâî, Büyû’ 55, h. no: 7, 286-287; Ebû Dâvud, Büyû’ 67, h. no: 3492; Tirmizî, Büyû’ 56, h. no: 1291; Muvattâ, Büyû’ 40, h. no: 2, 640-641; İbn Mâce, Ticarât 37, h. no: 2226
1177] Nesâî, Büyû’ 60, h. no: 7, 289; Ebû Dâvud, Büyû’ 70, h. no: 3503; Tirmizî, Büyû’ 19, h. no: 1232; İbn Mâce, Ticarât 20, h. no: 2187
TİCÂRET
- 177 -
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) çarşıda bir yiyecek yığınına rastlayınca elini yığına daldırıp çıkardı. Parmaklarına rutubet bulaştı. Adama: “Ey satıcı nedir bu?” diye çıkıştı. Adam: “Ey Allah’ın Rasûlü, yağmur ıslattı, deyince: “Bu yaşlığı üste getirip, herkesin görmesini sağlıyamaz mıydın? Kim bizi aldatırsa o bizden değildir” 1178
“(Alıcı olmadığınız hâlde, fiyatları kızıştırmak için) Müşteri ile satıcının aralarına girmeyin.” 1179
İbn Ömer (r.a.) diyor ki: “Hz. Peygamber (s.a.s.) müşteri kızıştırmayı yasakladı.” İmam Mâlik şu ilâvede bulunur: “Kızıştırma (necş): Aslında alıcı olmadığın halde, (araya girerek) mala değerinden fazla fiyat vermendir. Böylece (gerçekten almak isteyen) bir başkası, seni tâkiben mala daha fazla fiyat vererek aldanır.” 1180
“Köylü adına şehirli satış yapmasın. Bırakın insanları, Allah birinin sebebiyle diğerini rızıklandırsın” buyurdu.”1181
Enes (r.a.)’ten gelen bir başka rivâyette şu şeklinde ifâde edilmiştir: Rasûlullah (s.a.s.) ana baba bir kardeş bile olsa şehirlinin köylü adına satış yapmasını menetti.”1182 Ebû Dâvud ve Nesaî’den gelen bir başka rivâyette şöyle buyrulur: “Şehirlinin köylü adına satış yapması yasaktır, şehirli köylünün kardeşi veya babası bile olsa.” Ebû Dâvud’un Hz. Enes (r.a.)’ten yaptığı bir başka rivâyet şu ziyâdeyi ihtivâ eder: “Şöyle denirdi: “Şehirli köylü yerine satmasın.”
(Şehirlinin köylü adına alış-veriş yapmasının yasaklanması ücret mukabilinde yapması durumuyla ilgilidir. Buna simsarlık denir. Simsarlık değil de, yardım olsun diye köylü adına şehirlinin yapacağı alış-veriş muâmelesi yardım yerine geçer. Hanefîler, taraflardan biri zarar görmediği takdirde şehirlinin köylü adına alım-satımda bulunabileceğine hükmederler.)
“Satıcılar mallarını çarşıya indirmezden önce yolda karşılayıp alışveriş yapmayın.” Ebû Dâvud hadisin baş kısmında şu ziyadeye yer verir: “Birbirinizin alışverişine karşı alışveriş yapmayın. (Pazara giden) malı yolda karşılamayın.” Nesâî’de “ticaret malı (es-Sila’) yerine “Celeb malı” tâbiri kullanılmıştır. (Celeb: Satmak için celbedilen mala denir). 1183
Malın çarşıya inmezden önce yolda karşılanmasının yasaklanması aldanmayı önlemek içindir. Çünkü eşyanın pazardaki fiyatını bilmeden satış yapan kimsenin daha ucuza satarak aldanma ihtimâli vardır. Şârihlerin belirttğine göre, câhiliye
1178] Müslim, İman: 164, (102); Tirmizî, Büyû’: 74, (1315); Ebû Dâvud, Büyû’: 52, (3452); İbn Mâce, Ticarât: 36, (2224
1179] Buharî, Büyû’ 58; Müslim, Büyû’ 11, h. no: 1515, Nikâh 52 h. no: 1413; Ebû Dâvud, Büyû’ 46, h. no: 3438; Tirmizî, Büyû’ 65, h. no: 1304; Nesâî, Büyû’ 21 h. no: 7, 1259; İbn Mâce, Ticârât 14, h. no: 2174
1180] Buhârî, Büyû’: 60; Müslim, Büyû’: 13, (1216); Muvatta, Büyû’: 97, (2, 684); İbn Mâce, Ticârât: 14 (2173); Nesâî, Büyû’: 16, 17, 21. (7, 258
1181] Buhârî, Büyû’ 58, 64, 67, 69, 70, 71, İcâre 14, Şurût 8; Müslim, Büyû’ 11, 12, 18-21, h. no: 1515, 1520-1523, Nikâh: 51, 52 h. no: 1413; Ebû Dâvud, Büyû’ 47, h. no: 3442; Tirmizî, Büyû’ 13, h. no: 1223; Nesâî, Büyû’ 17, h. no: 7, 256; İbn Mâce, Ticârât 15, h. no: 2176); Muvattâ, Büyû’ 96, h. no: 2, 683
1182] Buhârî, Büyû’ 68, Müslim, Büyû’ 19, h. no: 1521; Nesâî, Büyû’ 18, h. no: 7, 256; İbn Mâce, Ticârât 15, h. no. 2177
1183] Tirmizî ve Muvatta dışındakilerde tahric edilmiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/82
- 178 -
KUR’AN KAVRAMLARI
devrinde tüccarları yolda karşılayıp: “Çarşı durgun, fiyatlar düşük, mala rağbet yok” diyerek aldatıp ucuz fiyata mallarını satın almak âdetmiş. Rasûlullah (s.a.s.) bunu yasaklamıştır.
Bu hadise dayanan ulemâdan birçoğu (Mâlik, Evzâî, Şâfiî, Ahmed İbni Hanbel) yolda alış-verişi mekruh addetmişlerdir. Şâfiî ve Ahmed İbn Hanbel satıcıya muhayyerlik hakkı tanır. Ebû Hanîfe bu alış-verişi mekruh addetmez ve satıcıya, pazara vardığı zaman muhayyerlik de tanımaz. Bazı âlimler, pazarda fiyatların yüksek olma durumunda satıcıya muhayyerlik hakkı tanımıştır, değilse hakkı yoktur.1184
İbn Ömer’den gelen bir başka rivâyette: “Hz. Peygamber (s.a.s.) satıcının malını övmesini ve daha pazara varmadan malın yolda satın alınmasını veya şehirlinin köylü adına satış yapmasını yasakladı“ buyrulur. Bir başka rivâyette de sadece “malın daha pazara varmadan satın alınmasını yasakladı“ denmektedir. 1185
“Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın.” 1186
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) şehirlinin köylü adına alışveriş yapmasını, alıcı olmadığı halde alıcı imiş gibi görünüp yüksek fiyat vererek fiyat artırmayı, iki kimsenin başlattığı alışveriş muamelesi kesinlik kazanıp tamamlanmadan bir başkasının aynı mal üzerinde alışverişe girişmesini, bir kız istetilmiş iken ona tâlib olmayı, bir kadının, -kız kardeşinin kabındakini almak için- kocasına onu boşamasını taleb etmesini yasakladı.”1187 Bir başka rivâyette “...Kardeşinin satışı (kesinleşmeden araya girip fiyatını) artırmasın” şeklindedir. Bir başka rivâyette: “...Kişi kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasın.” 1188
“Pazara gitmekte olan malı önceden karşılamayın. Hayvanların sütünü memelerinde (günlerce bekleterek) biriktirmeyin. Bir birinize karşı (müşteriyi kızıştırmak için alıcı olmadığınız halde, yüksek fiyat vererek) malın değerini artırmayın.“ 1189
“Hem veresiye hem satış helâl olmaz. Bir satışta iki şart da helâl değildir. Zimmette olmayanın kârı yoktur. Yanında bulunmayan malın satışı yoktur.” 1190
İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de lânet etti.“ Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin rivâyetlerinde şu ziyade vardır: “(Fâiz muâmelesine) şâhitlik edenlere de bu muâmeleyi yazana da...“ 1191
1184] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 3/82
1185] Buhârî, Büyû’ 71; Müslim, Büyû’ 15, h. no: 1518; Ebû Dâvud, İcâre 45 h. no: 3436; Nesâî, Büyû’ 18, h. no: 7, 257; İbn Mâce, Ticârât 16, h. no: 2179
1186] Buhârî, Büyû’: 58, 64, 70, 71, Şurût: 8, Nikâh: 45; Müslim, Nikah: 49, (1412), Büyû’: 7, 8, 11, (1412), Birr: 29, (2563), 32 (2564); Ebû Dâvud, Nikah: 17, (2080), Büyû’: 45, (3436), 48 (3443); Tirmizî, Nikah: 38 (1134), Büyû’: 57, (1292); Nesâî, Nikâh: 20, 21 (6, 72-73-74), Büyû’: 17, 20, 21, (7, 258); İbn Mâce, Ticârât: 13, (2171); Muvatta, Büyû’: 95, 96, (2, 683
1187] Buhârî, Büyû’ 58, 70, 71, Şurût 8, 11; Müslim, Nikâh 38, 39, 51, 52, h. no: 1408 -1413-, Büyû’ 12, h. no: 1515; Tirmizî, Talâk 14, h. no: 1190; Nesâî, Nikâh 20, h. no: 6,71, Büyû’ 19, 21, h. no: 7, 258-259; Ebû Dâvud, Nikâh 2, h. no: 2176, 18, h. no: 2080; Muvattâ, Büyû’ 45, h. no: 2, 683
1188] Müslim, Büyû’ 9; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/87
1189] Tirmizî, Büyû’ 41, h. no: 1268
1190] Ebû Dâvud, Büyû’ 70, h. no: 3503; Tirmizî, Büyû’ 19, h. no: 1234; Nesâî, Büyû’ 60, 71, 72, h. no: 7, 288, 295; İbn Mâce, Ticârât 20, h. no: 2188
1191] Müslim, Müsâkât 25, h. no: 1579; Ebû Dâvud, Büyû’ 4, h. no. 3333; Tirmizî, Büyû’ 2, h. no: 1206; İbn Mâce, Ticârât 58, h. no. 2277
TİCÂRET
- 179 -
“İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı ulaşacak.” Bir rivâyette “...tozu ulaşacak” denir. 1192
“Alışveriş yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkca (akdi bozmakta) muhayyerdirler. Veya alışveriş yapanlardan biri diğerine “muhayyersin” demişse yine muhayyerdir.” Ravi, Rasûlullah (s.a.s.)’ın belki de “Alışveriş yapanlardan biri “muhayyerlik şartı üzere olsun demişse” şeklinde buyurmuş olacağında şüphe etmektedir.” 1193
“İki kişi alışverişte bulununca, onlar ayrılmadıkça veya biri diğerini muhayyer bırakmadıkça her ikisi de muhayyerdir. Biri diğerini muhayyer bırakır da bu şartla alışveriş yaparlarsa artık akit kesinleşmiştir. Alışverişi yaptıktan sona ayrılırlar da ikisinden biri satıştan vazgeçmezse yine satış kesinleşmiştir.” 1194
Müslim’in bir diğer rivâyetinde şöyle buyrulmuştur: “Alışveriş yapan herhangi iki kişi arasında, birbirlerinden ayrılmadıkça akit kesinleşmiş olmaz. Ancak muhayyerlik şartıyla yapılan satış müstesnâ!”1195 Müslim’in bir diğer rivâyetinde Nafi der ki: “İbn Ömer ((r.a.)üma) bir kimse ile alışveriş yapınca bu satışın bozulmasını istemedi mi kalkar biraz yürür, sonra geri dönerdi.“ 1196
“Alışveriş yapanlar birbirlerinden ayrılıncaya kadar muhayyerdirler. Eğer doğru söyler ve (her şeyi) beyan ederlerse bu alışverişleri her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Gerçeği gizlerler ve yalan söylerlerse, alışverişlerinin bereketi kalmaz.” 1197
“Alışveriş yapan iki taraf, birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler. Ancak, aralarında muhayyerlik anlaşması varsa bu müstesna. Bu durumda, “karşı taraf pişman olur da akdi bozar” korkusuyla birinin oradan ayrılması helâl olmaz.” 1198
“Alış veriş yapan her iki taraf da akitden memnun kalmadıkça ayrılmasınlar.” 1199
“Alışveriş yapanlar ihtilafa düşerlerse satanın sözü esas alınır. Müşteri muhayyer bırakılır.” 1200
“Evin komşusu komşunun evine veya tarlaya daha ziyade hak sâhibidir.” 1201
“Komşu, yakın komşusuna karşı daha çok hak sahibidir.” 1202
Şerîd (r.a.) anlatıyor: “Bir adam, Hz. Peygamber’e (s.a.s.):
“Ey Allah'n Rasûlü tarlam var, kimsenin bunda ne ortaklığı ne de hissesi var,
1192] Ebû Dâvud, Büyû’ 3, h. no: 3331; Nesâî, Büyû’ 2, h. no: 7, 243; İbn Mâce, Ticârât 58, h. no: 2278
1193] Buhârî, Büyû’ 42, 43, 44, 46; Müslim, Büyû’ 45, 47, h. no: 1531; Tirmizî, Büyû’ 26, h. no: 1246; Ebû Dâvud, Büyû’ 53, h. no: 3454; Nesâî, Büyû’ 9, h. no: 7, 248; Muvattâ, Büyû’ 79, h. no: 2, 671; İbn Mâce, Ticârât 17, h. no: 2181
1194] Buhârî, Büyû’ 45; Müslim, Büyû’ 44, h. no: 1531
1195] Müslim, Büyû’ 46, h. no: 1531
1196] Müslim, Büyû’ 45, h. no. 1531
1197] Buhârî, Büyû’ 19, 22, 42, 44, 46; Müslim, Büyû’ 47, h. no: 1532; Ebû Dâvud, Büyû’ 53, h. no: 3459; Tirmizî, Büyû’ 26, h. no. 1246; Nesâî, Büyû’ 8, 57, 244
1198] Tirmizî, Büyû’ 26, h. no: 1247; Ebû Dâvud, Büyû’ 53, h. no: 3954; Nesâî, Büyû’ 11, h. no: 7, 251-252
1199] Ebû Dâvud, Büyû’ 53, h. no: 3458; Tirmizî, Büyû’ 27, h. no: 1248
1200] Muvattâ, Büyû’ 80, h. no: 2, 671; Tirmizî, Büyû’ 43, h. no. 1270. Metin Tirmizî’ye aittir.
1201] Tirmizî, Ahkâm 31, h. no. 1368; Ebû Dâvud, Büyû’ 75, h. no. 3518
1202] Tirmizî, Ahkâm 31, h. no. 1368; Ebû Dâvud, Büyû’ 75, h. no. 3518
- 180 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ancak komşum var” dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.): şöyle buyurdu: “Komşu, yakın olan eve daha ziyâde hak sâhibidir.“ 1203
“Kim bir yiyecek veya bir başka şeyde selem akdi yapmışsa, bu malı fiilen kabzetmedikçe bir başkasına satmasın.” 1204
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Bir adam selem yoluyla (yani parasını peşin alarak, çıkacak mahsülden verilmek üzere) bir ağacın hurmasını sattı. Fakat o yıl o ağaç hiç mahsül vermedi. Satıcı ile müşteri ihtilafa düşerek dâvalarını Hz. Peygamber (s.a.s.)’e getirdiler. Rasûlullah (s.a.s.) satıcıya: “Onun parasını nasıl helâl addedersin, parayı geri ver” dedi. Sonra şunu söyledi: “Hurma (yenmeye) sâlih oluncaya kadar onu selem yoluyla satmayın.” 1205
“İhtikâr yapan hatakâr olmuştur.” 1206
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Bir adam gelerek: “Ey Allah’ın Rasûlü, bizler için eşyalara fiyat tesbit ediver” diye müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Hayır fiyat koymayayım (rızka bolluk vermesi için) Allah'a dua edeyim“ cevabını verdi. Arkadan bir başkası gelerek: “(Ortaklık pahalandı, eşyaların) fiyatını bize siz tesbit ediverin” diye talebde bulununca, bu sefer: “Hayır rızkı bollaştırıp, darlaştıran Allah’tır. Ben hiçbir kimseye zulmetmemiş olarak Allah’a kavuşmak istiyorum” cevabını verdi.”1207
Enes (r.a.) anlatıyor: “Halk Hz. Peygamber’e (s.a.s.) müracaatla: “Ey Allah’ın Rasûlü, fiyatlar yükseldi, bizim için fiyatları siz tesbit edin” dediler. Rasûlullah (s.a.s.) onlara şu cevabı verdi: “Fiyatları koyan Allah’tır. Rızkı veren, artırıp eksilten de O’dur. Ben ise, hiç kimse benden ne kan ne de mal hususunda hak talebinde bulunmaz olduğu halde Allah’a kavuşmamı diliyorum.” 1208
“Pahalanması için, kim bir yiyecek maddesini kırk gün saklarsa, o, Allah’tan yüz çevirmiştir, Allah da ondan yüz çevirmiştir.” 1209
“Alışveriş yapan iki kişi ihtilafa düşerlerse ve aralarında da delil yoksa mal sahibinin söylediği esas alınır veya (alışverişi) terkederler” dediğini işittim” dedi. 1210
“Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah’ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir.” 1211
“Iyne usulüyle alışverişte bulunur, sığırların peşine düşer, ziraate râzı olur ve cihadı da terkederseniz, Allah size öyle bir zillet verir ki, dininize tekrar rücu etmedikçe o zilleti kaldırmaz.” 1212
1203] Nesâî, Büyû’ 109, h. no: 7, 320
1204] Ebû Dâvud, Büyû’ 59, h. no. 3468
1205] Ebû Dâvud, Büyû’ 58, h. no: 3467; İbn Mâce, Ticârat 61, h. no: 2284; Muvattâ, Büyû’ 21, h. no: 2, 644; Buhârî, Selem 2
1206] Müslim, Müsâkat 129, h. no: 1605; Ebû Dâvud, Büyû’ 49, h. no: 3447; Tirmizî, Büyû’ 40 h. no. 1267
1207] Ebû Dâvud, Büyû’ 51, h. no. 3450
1208] Ebû Dâvud, Büyû’ 51, h. no: 3451; Tirmizî, Büyû’ 73, h. no: 1314
1209] Ahmed İbn Hanbel, II/33
1210] Ebû Dâvud, Büyû’ 74, h. no: 3511; Nesâî, Büyû’ 82, h. no: 7, 302, 303
1211] Buhârî, Rikak 30; Müslim, Zühd 8, h. no: 2963; Tirmizî, Kıyamet 59, h. no: 2515
1212] Ebû Dâvud, Büyû’ 56, h. no: 3462
TİCÂRET
- 181 -
İyne usulüyle satışı şârihler şöyle tarif etmiştir: Tüccar, malını veresiye olarak belli bir vade ile müşteriye satar. Sonra bu malı müşteriden daha ucuz bir fiyatla satın alır. Bu tarz alışveriş caiz mi, değil mi münakaşa edilmiştir. İmam Malik, Ebû Hanife, Ahmed İbn Hanbel gibi bir kısım fukaha “caiz değil” derken, İmam Şafii ve ashabı “caizdir” demiştir.
Hadis, esas itibariyle, insanların ticaret ve ziraate kendilerini vererek cihadı ihmal etmelerini yasaklamaktadır. İlk nazarda, hadisten ticaret ve ziraatin kötülendiği anlaşılabilir. Aksine hadis, cihadın terkinden gelecek zillete dikkat çekmektedir. Daha önce de zikredildiği üzere Aleyhissalâtu vesselâm aslî meslekler olarak “ticaret, ziraat ve san'atı“ saymıştır. Ama ne ticaret, ne ziraat ne de san'at cihad gibi mühim bir meşguliyeti ihmale sevketmemelidir. Şevkânî'nin dediği gibi “İslâm'ın izzet ve diğer dinlere üstünlüğünü izhar vesilesi olan “Allah yolunda cihad“ın terki halinde Allah, Müslümanlara, düşüncelerinin aksiyle muamele ederek zillet verir: Atların sırtında olduktan sonra sığırların peşlerine takar, hâlbuki at sırtı, sığırın peşinden makamca daha üstün, daha izzetlidir.“1213
“Zannediyorum bu hadisin bize anlattığı, işaret ettiği hususları ancak, sanayî inkılâbı ve sanayî hareketlerinden sonra anlayabildik, onu da doğru anlayabildi isek; cihadı, zaten unutmuştuk; sanayî derken ziraat ve hayvancılığı da ihmal ettik ve kendimizi bir başka dengesizliğin berzahında bulduk. Oysaki yapılacak şeyi, hem de 14 asır evvel Allah Rasûlü haber veriyordu. Ve O, her meselede olduğu gibi, bu meselede de fevkalâde dengeliydi. Elbette ki, ziraat ve hayvancılık olacaktır. Nitekim bu tür çalışmaları teşvik eden hadis-i şerifler de vardır. Ancak, bütün himmeti bunlara hasretmek, işte doğru olmayan budur. Şehir hayatına karışmadan, bir dağa çekilip, kendi füyuzât hisleriyle başbaşa kalmayı arzulayan insandan tutun da, teşebbüs gücünden mahrum ziraatçı ve hayvancıya kadar şümulü olan bu ifade, bize mühim bir iktisat ve ekonomi dersi vermektedir. Ayrıca, devletler muvazenesinde yerinizi almak için, gerekli caydırıcı gücü elde tutmadığınız, cihadı terkettiğiniz veya cihadı terkedip de, devletler muvazenesindeki yerinizi kaybettiğiniz zaman Allah, size altından kalkamayacağınız bir mezellet Musallat edeceğini.. tegallüpler, esaretler, tahakkümler altında kalıp ezileceğinizi de hatırlatmaktadır ki, bu durum, yeniden dine dönüp, İslâm'ı hayata hayat kılacağınız âna kadar da devam edecektir. Verdiğimiz misâl, -anlatma darlığı da mahfuz- deryadan bir katredir ve Allah Rasûlü’nün bu hususta daha nice sözleri var. Ne var ki biz, bu biricik misâlle iktifa edeceğiz. Allah Rasûlü, nasıl ki, istidat ve kabiliyetleri tahdid edip sınır altına almamış, öyle de bedenî güç ve kuvvetleri dahi hakir görmemiştir. Görmemiş ve aksine şöyle buyurmuştur: “Kuvvetli bir mü’min, (beden sıhhatine sahip olan bir mü’min) Allah indinde zayıf mü’minden daha hayırlı ve sevimlidir.” Allah indinde sevimli olmak isteyenler, kalb sıhhatiyle beraber beden sıhhatine, cisim sıhhatiyle beraber ruh sıhhatine de sahip olmalıdırlar. Görülüyor ki, Allah Rasûlü (sav): “Zayıflayacaksınız, perhize girecek, bedenî güç ve kuvvetinizi kıracaksınız ki Allah indinde makbul olasınız” demiyor. Belki ruhbanlığa, keşişliğe ve papazlığa karşı realiteyi, fıtrî ve tabiî olmayı öne çıkarıyor ve meselelere, tabiatı içinde bir mecra araştırıyor ve bizi o istikamete kanalize ediyor.
1213] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/423
- 182 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur'an Okuma ve Hatta Öğretme Karşılığında Ücret Almayı Yasaklayan Bazı Hadis-i Şerifler
“Her kim Allah’ın rızâsı için öğrenilmesi gereken bir ilmi, sadece bir dünya metaı elde etmek için öğrenirse, Kıyâmet gününde cennetin kokusunu duyamaz.” 1214
Ahmed bin Hanbel’in Abdurrahman bin Şibl’den rivâyet ettiği hadis: “Kur’an- Kerim’i okuyun, onu (dünya menfaatlerine vesile kılmak sûretiyle) yemeyin!” 1215
“Kur’an okuyun, onunla amel edin, On(u okumak)dan asla uzaklaşmayın, onun hakkında haddi aşmayın; onun karşılığında ücret alıp yemeyin, onunla dünya menfaati artırmayı talep etmeyin.” 1216
Übeyy bin Kâ’b: “Bir adama Kur’ân-ı Kerim öğrettiydim de, bana bir yay hediye etmişti. Durumu Rasûlullah'a söylediğimde: “Onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun demektir” buyurdular, ben de sahibine geri verdim. 1217
Ubâde bin Sâmit: Ehl-i Suffe’den birçok kimselere Kur’an öğrettim. Bu öğrencilerimden birisi bana ok atılan bir yay hediye etti. -Kendi kendime- ‘Bu bir mal/para değildir. Özellikle bununla ben savaşlarda Allah yolunda ok atacağım’ dedim. Bununla beraber, Nebî (s.a.s.)’e bu olayı arz ettim. Rasûl-i Ekrem cevaben şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ’nın Kıyâmet gününde boynuna ateşten bir halka takmasını arzu edersen kabul et!” 1218
“Kim Kur’an öğretmesi karşılığında bir kavs/yay alırsa, Allah ona ateşten bir yay kılâde yapıp boynuna takar.” 1219
“Kim Kur’an okuyup Kur’an’ı insanların malını yemeye vesile edinirse, Kıyâmet gününde yüzü etten soyulmuş bir kemikten ibaret olarak Arasat meydanına gelir.” 1220
“Kur’an okuyan, onunla Allah’tan istesin. Zira birtakım insanlar gelecek, Kur’an’ı okuyacaklar ve onunla insanlardan menfaat temin edeceklerdir.” 1221
İmam Buhârî, Sahih-i Buhârî’nin “Fedâilu’l-Kur’an” bölümünde “Kur’ân’ı; gösteriş, yeme ve övünme için okuyanlar” diye bir başlık açmış ve ilk olarak şu hadis-i şerifi almıştır:
“Dünyanın sonunda birtakım insanlar gelecek ki, onlar basit akıllıdırlar. Allah'ın kelâmını okurlar, ama okun yaydan çıktığı gibi İslâm'dan çıkarlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez; onları bulduğunuz yerde öldürün. Çünkü onları öldürmek, Kıyâmet gününde ecir olacaktır.“1222 Buhârî’yi şerheden âlimlerden Kirmânî, bu hadisle ilgili şu açıklamayı yapar: “Bu hadisin, konulan başlığın ikinci kısmıyla, yani Kur’an’ı yeme vesilesi yapmakla ilişkisi şudur: Kur’an okuma, Allah için olmazsa, elbette
1214] Ebû Dâvud, İlim 12; İbn Mâce, Mukaddime 23; Müsned, II/338
1215] Heysemî, M. Zevâid, VI/168
1216] Ahmed bin Hanbel, Müsned II/428; Heysemî, VI/167); Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü’l-Kaarî, XII/95; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/46
1217] İbn Mâce, II/157; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47-48
1218] Ebû Dâvud; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47
1219] Dârimî; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48
1220] Aynî, Umdetü’l-Kaarî, XII/96; Beyhakî; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48
1221] Tirmizî, V/179, hadis no: 2917; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48-49; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü’l-Kaarî, XII/96
1222] Buhâri, Tecrid-i Sarih IX/301; XI/248
TİCÂRET
- 183 -
ya gösteriş, ya yeme vesilesi, ya da benzeri bir şey için olacaktır.” 1223
“Bir kimse, âhiret ameli ile dünyayı talep ederse, yüzü insan sûretinden çıkar, zikri de mahvolur. İsmi de ehl-i nâr (Cehennemlikler) siciline girer.” 1224
“Kapkaranlık gece parçaları gelmeden (fitnelerin karanlığında, nur/ışık temini için) amellere sür’atle koşun ki, o devirde insan sabah mü’min olduğu halde akşama kâfir olarak ulaşır. Mü’min olarak gecelediği halde kâfir olarak sabaha çıkar. Ve o günün adamları dinini, dünyadan az bir şeye karşılık satarlar.” 1225
“Sizin içinizde öyle zümreler türeyecektir ki, siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, onların oruçları yanında kendi oruçlarınızı, onların amelleri/iyi işleri yanında kendi sâlih amellerinizi küçük göreceksiniz. Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’ân(ın feyzi) onların hançerelerinden (boğazlarından) öteye geçmeyecek. Onlar, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar...” 1226
“Birtakım dâîler, yani çığırtkan hatipler türeyecek, onlar bizim dilimizle (bizim aziz duygularımıza seslenerek) konuşurlar (Hâlbuki gönüllerinde hayırdan eser yoktur). Bizim dinî kaidelerimizle, bizim dînî hislerimize hitab edecekler ve ümmeti Cehenneme ve felâkete dâvet edecekler!” 1227
Peygamber (s.a.s.) ashâbından iki kişi bir gün bir mescide geldiler. İmam namazdan selâm verince, cemaatten biri, bir miktar Kur’an okudu; sonra da yardım istedi. Olaydan müteessir olan sahâbîlerden biri: ‘Hepimiz Allah içiniz, O’na aidiz ve O’na döneceğiz. Peygamber Efendimiz’i şöyle derken işitmiştim: “Pek yakın bir gelecekte bir grup insan türeyecek, bunlar Kur’an’ı âlet edip dilenecekler. Bu işi kimin yaptığını görürseniz, sakın ona bir şey vereyim demeyiniz.” 1228
“Kur’ân’ı Arap lâhnı ve üslûbu ile okuyun. Fâsıkların, yahûdi ve hıristiyanların lâhnı ve tavrı ile onu okumaktan sakının. Benden sonra bir kavim gelecek; onlar Kur’an’ı şarkıcıların, râhibelerin ve yas tutan kadınların üslûbu ile okurlar. Ama okudukları hançerelerinden (boğazlarından) öteye geçmez. Onların da, bu okuyuşlarından hoşlananların da kalpleri fitne ile dolmuştur.”1229
Hz. Peygamber’in Ticâretle Uğraşması
Dedesi Abdü’l-Muttalib’in ölümünden sonra Peygamberimiz, Kureyş’in diğer liderleri gibi Mekke halkının geçim kaynağı olan ticâretle meşgul olan amcası Ebû Tâlib’in yanında yaşamaya başladı. Ebû Tâlib, Mekke’den Suriye’ye giden bir ticâret kervanı ile Şam’a gidiyordu. Rasûlullah (s.a.s.) o zaman henüz dokuz yaşındaydı. Onu hiç kırmayan amcasına sarılan Muhammed’i (s.a.s.) de bu yolculukta yanına aldı. İbn Hişam ve Tirmizî’nin rivâyetine göre, kervan Suriye’de Busra denen mevkîye vardığında orada konakladı. Manastırda Bahira adında bir râhip vardı. Ebû Tâlib onunla görüştü, râhip onları yemeğe dâvet etti. Bu meyanda Hz. Muhammed’i (s.a.s.) görünce dikkatini çekti. O’nda peygamberlik
1223] Kirmânî, Şerhu’l-Buhârî XIX/49; Kastalânî, İrşâdü’s-Sârî, VII/388
1224] Taberâni, Kebir; Ebû Nuaym; Râmûz el-Ehâdis, II/429
1225] Müslim, Tirmizi, Ahmed bin Hanbel; Râmûz el-Ehâdis, I/243
1226] Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI/247; hadis no: 1783
1227] Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX/298; XI/248
1228] Fudayl bin Amr’dan, et-Tıbyân fî Âdâb-ı Hameleti’l-Kur’an, Muhyiddin Nevevî, s. 29
1229] Beyhakî, Şuabu’l-İman, I/429; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I/43
- 184 -
KUR’AN KAVRAMLARI
alâmetlerini sezdi. Ebû Tâlib’e: “Kardeşinin oğluyla geri dön, yahûdilerden onu görüp zarar vermelerinden korkarım” dedi. Ebû Tâlib de yeğeni ile geri döndü. İşte Hz. Peygamber’in ilk dış gezisi bu şekilde Suriye’ye olmuştu.
Amcasının evinde büyüyen Muhammed (s.a.s.), ondan ticarî işler konusunda birtakım tecrübeler edinmişti. Büyüdüğünde, amcasının o kadar zengin olmadığını, beslemek zorunda olduğu büyük bir âilesinin olduğunu anlayınca, Mekke’de kendi adına ticâret yapmaya başladı. Genelde bilindiğinin aksine; ticarî hayata Hz. Hadîce ile müşterek çalışmaya başlamasından çok önce girmiştir. Mekke’de küçük çapta işler yapardı. Bir yerden mal alır, başkalarına satardı. Bu, Hatîce ile çalışmaya başlamadan önce başkalarıyla ticarî ortaklığa girdiğini gösteren sonraki olaylar ile te’yid edilmiştir. Kureyş’in bir ferdi olarak O’nun da geçimi için kabilesinin diğer fertleri gibi aynı mesleği, yani ticâreti benimsemesi gâyet doğaldı. Kendi adına ticâret yapacak sermayeye sahip olmamasına karşılık, kendi sermayelerini işletemeyecek olan, fakat dürüst insanlarla ortaklık yapmak isteyen sermaye sahibi birçok zengin, dul ve yetime ait büyük bir sermaye birikimi bulunuyordu. Dolayısıyla Hz. Muhammed (s.a.s.) için sâbit bir maaş karşılığı veya kâr ortaklığı yoluyla iş hayatına girmesi yönünde birçok imkânlar vardı. Hz. Hadice, Mekke’de temsilcileri vâsıtasıyla iş yapan zengin hanımlardan biriydi. Muhammed (s.a.s.) çocukluğundan beri çalışkan ve dürüstlüğü sebebiyle halk arasında “el-Emîn” (güvenilir) ve “Sâdık” (doğru) isimleriyle tanınırdı. Böylece O’nu güvenilir ve kâr getirici bir ortak olarak gören Hadîce de bazen ücretle, bazen de kârdan pay vererek Hz. Muhammed’i (s.a.s.) birçok defalar kuzeydeki ve güneydeki değişik pazarlara, ticarî seferlere göndermişti.
Hz. Peygamber onun sermayesiyle pek çok ticarî sefere çıktı. Bunlardan biri çok meşhurdur ki; bu seferin sonunda Hadice O’na hizmetkârı vâsıtasıyla evlenme teklifinde bulunmuştu. Bu sefer, Suriye’de Busra’ya yapılmıştı. Bu geziye çıktığında yaşı 25 civarında idi. Hz. Hadice ile Suriye seferi için anlaşmasından önce Hz. Peygamber’in tâcirliği ve dürüstlüğü ile özel olarak ticarî piyasada, genel olarak da Kureyş’te büyük bir isim yaptığı anlaşılmaktadır. Yaptığı ticâretin çoğunluğunu Yemen’e yaptığı ve bu gâye ile oradaki ticarî merkez ve ticarî fuarlara çok sayıda katıldığı bilinmektedir. Hz. Hadice için buralara dört sefer yapmıştır. Hz. Peygamber’in Arap yarımadasının doğu kısmında yer alan Bahreyn’e de birkaç sefer yaptığı bilinmektedir.
Özetle ifade edebiliriz ki; Hz. Peygamber, ticarî işlere oldukça genç bir yaşta, muhtemelen 17-18 yaşlarında başlamıştır. Herhangi bir dürüst ve kendisine saygısı olan kişi gibi, maddî açıdan zengin sayılamayacak durumda olan amcasına daha fazla yük olmaktan hoşlanmamış ve ticârete atılmıştır. Bu sebeplerle de komşu ülkeler, özellikle Yemen, Bahreyn ve Suriye şehir ve kasabalarına ve muhtemelen Habeşistan'a gitmiştir. Muhakkak ki O, hayatını helâl yoldan kazanma arayışı içinde çok gayret sarfetmiştir. İş hayatına, bir sermaye sahibi birinin ortağı olarak veya belirli bir ücret karşılığında çalışan bir kişi olarak başlamış olmalıdır. Daha sonra, bu sahada kazandığı tecrübelerle ve doğruluğunun, dürüstlüğünün çevreye yayılması üzerine yukarıda sözü edilen Hz. Hadice'nin O'nu birçok kere maaş karşılığı ticâret için çeşitli yerlere göndermesi ve sonra aynı amaçla büyük bir meblâğla Suriye'ye göndermesi olayında olduğu gibi, kendisine diğer insanların sermayesi ile iş yapması teklif edildi.
TİCÂRET
- 185 -
Bu olaylar, O’nun çocukluğunda küçük bir ücret karşılığında Mekke halkının koyunlarına çobanlık yaptığını öğrendiğimizde1230 daha bir gerçeklik kazanıyor. Hz. Peygamber, büyürken, gençliğinin ilk dönemlerinde ticarî hayatına muhtemelen sâbit ücretler karşılığında başlamıştı. Daha sonraları bu tarz ticâreti, Yemen pazarlarına düzenlediği her seferin sonunda aldığı bir deve karşılığında Hz. Hadice için birkaç defa yapmıştı. Bu sebeplerden dolayı Peygamberimiz, hayatının gençlik dönemlerinde sâbit ücret karşılığında Hz. Hadice de dâhil, Mekke’nin farklı zengin insanlar için ticâret yapıyor görmemiz gâyet normaldir.
Günün birinde genç Hz. Muhammed (s.a.s.), birisiyle ticarî bir anlaşma yaparken, aralarında bir problem çıktı; bunun üzerine karşısındaki O’ndan iddiâsını ispatlaması için “Lât ve Uzzâ” putları üzerine yemin etmesini istedi. Bunun üzerine O “hiçbir zaman bunu yapmadım. Yolum o heykellerin yakınlarından geçse, kasden onlardan kaçınıyor ve değişik bir yol tutuyorum” buyurdu. O’nun tavrından oldukça etkilenen adam “Sen doğru ve âdil birisin. Söylediklerin de hakikattir. Allah için, sen, bilginlerimizin ve kitaplarımızın sözünü ettiği kişisin” dedi. 1231
Tarihî kayıtlarda O’nun Said bin Ali Saib ile ortak ticâret yaptığından söz edilir. Mekke’nin fethinden sonra Saib O’nu ziyârete geldiğinde ashâb onun iyiliğinden söz edince Peygamberimiz (s.a.s.), onu herkesten daha iyi tanıdığını ifâde etti. Onu sevgiyle karşılayarak “gel, gel, hoş geldin kardeşim ve benimle hiçbir zaman tartışmayan ticâret ortağım!” buyurdu. Saib de gençliğinde Peygamberimiz’le ortaklık yaptığını ve O’nun ticâret hesaplarını her zaman dürüstçe tuttuğunu anlattı.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Hz. Hadice ile evlenmeden önce, Suriye ve Yemen’de çeşitli yerlere Hz. Hadice adına seferlere çıktığı konusunda hiçbir şüphe yoktur. Bununla beraber, maîşetini temin için benzeri ticarî gezilere defalarca çıktığı muhtemeldir. Zaten O’nun gibi dürüst bir genç adamın, vaktini amcasının yanında boş geçirdiğini düşünmek imkânsızdır. Çok küçük yaşlarda iken bile amcasının omuzundaki geçim yükünün birazını almak için Kurey’te çobanlık yaptığı bilinmektedir. 25 yaşına gelineceye kadar yaşlı amcasına bir yük olarak işsiz-güçsüz gezdiğini nasıl umabiliriz? O’nun karakteri ve ahlâkı da göz önüne alındığında, tüm deliller, en meşhurları Said bin Ali Saib ve Kays bin Saib olmak üzere birçok kişilerle ortak olarak veya kendi adına çeşitli ticarî faâliyetlerde bulunduğunu göstermektedir. Yine eldeki kaynaklar bu amaçla Hz. Hadice kendisini ticarî işleri için seçmeden önce Yemen’e ve kasabalarının pazarlarına birkaç sefer yaptığını göstermektedir. Peygamberimiz’in mizacında genç bir adamın gençliğinde bu tarz ticarî işlere girmiş olması gâyet mâkul ve olağandır.
Hz. Muhammed (s.a.s.) gibi bir insanın, gençliğinde ve hatta oldukça erişkin bir yaşta maîşeti için başkalarına bağılmı bir hayat sürmesi hiçbir zaman ileri sürülemez. Peygamberimiz’in Hz. Hadîce ile anlaşma yapmadan ve Ebû Tâlib’in konuşması ve isteği vuku bulmadan önce en azından Yemen’e birkaç ticarî sefer yapmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bahreyn’e yaptığı birkaç sefer, Abdul Kays heyetinin liderine “Sizin topraklarınızı ayaklarımla çiğnedim” buyurması ile kendi ağzından te’yid edilmiştir. Bu ifâde, Peygamberimiz’in ticarî amaçlarla Bahreyn’e birkaç kez gittiğini açıkça göstermektedir.
1230] Buhârî, İcâre 2; Muvattâ, 18 -2, 971-; İbn Mâce, Ticârât 5, hadis no: 2149
1231] İbn Sa’d, c. 1, s. 130
- 186 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Evlilik Sonrasında Ticârî Meşgaleleri: Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. Hadîce ile evlendikten sonra, bu kez işin idârecisi ve hanımının ortağı olarak ticârete eskisi gibi devam etti. Buna bağlı olarak komşu ülkelerin ve ülkesinin çeşitli ticarî merkezlerine ve panayırlarına pek çok kereler yolculuk yaptığı kesinlik kazanmaktadır. Evlendiği 25 yaşından itibaren peygamberlik görevi kendisine tevdî edilinceye, yani 40 yaşına kadar Arap yarımadasının değişik bölgelerine ve Yemen, Bahreyn, Irak, Suriye gibi sınır komşusu ülkelere ticarî seferlere gitti; yani bugünkü tâbirle ithâlat ve ihrâcat işiyle meşgul oldu.
Otuz yaşlarının sonuna doğru, daha çok tefekküre vakit ayırdığı bir gerçektir. Bunun için Hira dağında (Cebel-i Nûr) günler, haftalar geçirmiştir. Ancak daha önceki dönemlerinde otuzlu yaşlarının ortasına kadar normal bir ticâret adamı gibi çalışmıştı. Evlendikten sonra yaptığı üç ticarî gezisi tesbit edilmiştir. Bunlar sırasıyla Yemen, Necd ve Necran’adır. Bunun yanında O’nun hac mevsiminde Ukaz ve Zü’l-Mecaz panayırı (ticarî fuarları) zamanında yoğun ticarî faâliyetlerde bulunduğu bilinmektedir. Diğer zamanlarda da Mekke çarşısında toptancılık işiyle uğraştığı rivâyet edilmektedir.
Alış-verişleri: O’nun peygamberlik öncesinde ve sonrasında hem Mekke ve hem de Medine’deki ticarî muâmeleleri hakkında geniş mâlûmât vardır. rivâyetlerde alımlarından bahsedildiği gibi satış işlerine de yer verilmiştir. Peygamberliğin gelişi ile Hicretin vukuuna kadar satımdan çok alım akdi yaptığı bilinir. Medine’ye hicretinden sonra ise satış muâmeleleri oldukça az olup bunlardan sadece üç tanesine hadis metinlerinde yer verilmiştir. Alışlarına ise hayli fazla diyebileceğimiz örnekler verilir.
Hz. Peygamber, hicretten sonra bazen vekil aracılığıyla, bazen de kendisi başkalarına vekâleten ticâret yapmıştır. Ama iş hayatının çoğunda kendisi vekiller kullanmıştır. Rehin karşılığında veya rehinsiz borç alır, peşin veya borçla mal alırdı. Ölen insanların borçlarının ödenmesine de kefil olurdu. Gelirinden sadaka/zekât verdiği bir miktar toprağı vardı. Peygamberlik gelmeden önce birçok ticarî iş yaptığı halde, İlâhî mesajın kendisine tevdî edilmesinden sonra bu işler devamlı azalma çizgisi göstermiştir. Medine’ye hicretinden sonra çok az satış yaparken, birçok alım yapmıştır. Hicretten sonra birçok kişiden borç almıştı. Ama çok cömert bir borçlu idi; zira iyi niyet ve teşekkür belirtisi olarak her zaman borcundan fazlasını geri öderdi ve ayrıca o kişiye; “Allah evini ve servetini korusun. Borç için hediye, Allah rızâsı ve borcun geri alınmasıdır” şeklinde duâ ederdi. 1232
Bir defasında birisinden kırk sâ’/ölçek borç almıştı. Adam daha sonra muhtaç duruma düşünce Rasûlullah’a (s.a.s.) gelerek alacağını istedi. Adam bir şey söyleyecekken Rasûlullah (s.a.s.): “İyilikten başka hiçbir şey söyleme; çünkü borcunu ödeme bakımından ben borçluların en iyisiyim” diyerek kırk sâ’ borcuna karşılık, kırk sâ’ da onun iyi niyetine teşekkür şeklinde bir jest olarak seksen sâ’ ödemiştir. Yine bir gün bir deve satın almıştı. Devenin sahibi sonradan gelerek, çok kaba sözlerle parasını isteyince, ashâb hemen onu yakaladı. Fakat Hz. Peygamber: “Onu bırakın. Bir hakkın sahibinin (yani alacaklının) konuşmaya hakkı vardır” buyurdu ve borç aldığı deveden daha değerli bir deve verdi. Adam: “Bana borcunu tam ödedin, Allah da sana ödesin” dedi. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü: “En hayırlınız, borcunu en iyi
1232] Zâdu’l-Meâd
TİCÂRET
- 187 -
ödeyendir.“ buyurdu.1233 Bir seferinde ise aldığı malın karşılığın ödeyecek parası yoktu. Sonra o malı satarak kârını Benî Muttalib’in dullarına harcadı ve “bundan sonra karşılığını ödeyecek param oluncaya kadar hiçbir şey satın almayacağım”1234 buyurdu. Başka bir gün, bir alacaklısı oldukça sert sözlerle alacağını isteyince Hz. Ömer onun üzerine yürüdü. Peygamberimiz (s.a.s.): “Ey Ömer, dur! Benden borcumu ödememi, ondan da sabırlı olmasını istemen daha doğru olur” buyurdu. 1235
Ticâretinin Prensipleri: O’nun ticâreti diğer insanlarınkinden farklıydı. O, sadece hayatını kazanmak, yani geçimini helâl yoldan sürdürmek istiyor; zenginlik ve servet biriktirmek gibi arzular peşinde koşmuyordu. Çünkü bu ticarî işler, o devirde dürüst para kazanılabilecek ender işlerdendi. Kazandıkları ancak hayatını idâme ettirmesine yeterli oluyordu. Ancak, ne olursa olsun, her yaptığı işi en mükemmel bir şekilde ve “el-Emîn” ve “Sâdık” vasıflarına uygun şekilde yapıyordu.
Peygamberimiz, iş hayatını gâyet âdil ve dürüst olarak sürdürdü. Alış-veriş yaptığı hiçbir kimsenin şikâyetine meydan vermedi. Her zaman sözünü tutar, müşterilerine söz verdiği nitelikteki malı tam zamanında teslim ederdi. Henüz çok genç yaşlarda dürüst ve doğru sözlü bir tâcir olduğu şeklindeki ünü her tarafa yayılmıştı. Diğer insanlarla olan ilişkilerinde daima büyük bir sorumluluk ve dürüstlük anlayışına sahip olmuştur. O, yalnızca hakkaniyet ve dürüstlük esaslarına dayalı bir ticâret yapmakla kalmadı, doğru ve âdil ticarî muâmeleler konusundaki temel ilkeleri de vaz’ etti. İlişkilerindeki dürüstlük, adâlet ve doğruluk bütün tüccar ve işadamları için takip edecekleri ebedî kurallar haline geldi. Ticârete ilk atıldığı zamandan beri, diğer insanlarla olan işlerinde daima sorumluluk ve dürüstlük göstermiştir. Bu konuda kendisi ile ticâret yapmış insanların çeşitli nakilleri bulunmaktadır: Abdullah bin Hamza, O’nunla bir alış-verişe başladığını, fakat daha ayrıntıları belirlemeden âcil bir işinin çıkmasıyla hemen ayrılmak zorunda kaldığını anlatmaktadır. Geri dönmeye söz verdiği halde unuttuğu için, ancak üç gün sonra hatırlayarak oraya koşmuş ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) orada üç gün boyunca beklediğini belirtmekten başka hiçbir şey söylemediğini belirtmiştir. O’nun cömertliği ve âdil kişiliği sadece kendi çağındakilere değil; kendinden sonra gelen bütün insanlara da ticarî münâsebetler için temel prensipler olarak kabul görmüştür.
Hz. Peygamberimiz, ticâret yaptığı insanlara karşı çok nâzikti ve ashâbının da öyle davranmasını isterdi. Âllah’ın Rasûlü, peygamberliğinden önce de sonra da ticarî işlerinde devamlı dürüst olduğu gibi; ashâbına da aynı şekilde davranmalarını tavsiye etmişti. Medine’de devletin başına geçince ticarî sahadaki bütün sahtekârlık, fâiz, şüphe, belirsizlik, haksız kazanç, sömürü, karaborsa gibi unsurları çıkarıp atmıştır. Ağırlık ve uzunluk ölçülerini standartlara bağlayarak insanların, güvenilirliği şüpheli ağırlık ve uzunluk birimlerini kullanmasını yasaklamıştır.
Maîşet Temini Açısından Ticâretin Önemi
İslâm’da rızık temin etmenin en faziletli yolu cihad’tan (ganimetten) sonra
1233] Buhârî, İstikrâz 4,6, 7, 13; Müslim, Müsâkat 118-122, hadis no: 1600, 1601
1234] Ahmed bin Hanbel, I/235, 323; Ebû Dâvud
1235] Zâdu’l-Meâd
- 188 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ticârettir. Sonra ziraat ve sonra da zanaattır. Bütün bu rızık temin etme yollarında alış-veriş işlemi sözkonusu olmaktadır.
İnsanlara hizmet anlayışıyla yapılan bu mânâdaki ticâreti İslâm hem meşrû hem de makbûl saymıştır. Ticâret hakkında Allah’u Teâlâ şöyle buyurur: “Allah, ticâreti helâl, ribâyı da haram kıldı.“1236 Devrinin en güvenilir tâciri olan Peygamberimiz de bu konuda şöyle der: “Güvenilir, doğru ve müslüman tâcir, Kıyâmet günü şehidlerle beraberdir.”1237 Hadîs-i Şerîfi de dürüst ticâretin sahibine ne kadar sevap kazandıracağını belirtmektedir.
İslâm’a göre ticâret; değerli olan bir malı, değerli olan bir diğer mal veya para karşılığında değiştirmektir. Dinimizin ticârette gözettiği gâye, her ne pahasına olursa olsun kazanmak değil, insanlara, ihtiyaçları olan faydalı eşyayı temin ederek hizmette bulunmak, bu vesîle ile de normal, meşrû bir kazanç sağlamaktır. Meşrû bir ticârette şu özellikler bulunmalıdır:
1) Alan ve satanın rızâsı,
2) Karşılıklı iyi niyet ve dürüstlük,
3) Ticâretin, taraflardan birine veya başkalarına zarar vermemesi.
Doğu kültürünü yansıtan bir alış-veriş anı.
Ticârette bulunması gereken bu vasıfları Kur'an şöyle zikreder; “Ey îman edenler! birbirinizin mallarını haksızlıkla değil, karşılıklı rızâ ile yapılan ticâretle yeyin, (haram ile) nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesiz size merhamet eder. Bunu, kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa onu ateşe sokacağız. Bu, Allah’a kolaydır.” 1238
Hz. Muhammed (s.a.s.) Peygamber olduğu zaman Hicaz’da Arapların çoğu ticâretle uğraşıyordu. Peygamber (s.a.s.) vahiy gereği olarak düzenleyici bazı hükümler getirerek dürüst bir piyasanın teşekkülünü sağladı. Peygamberimiz, kendisi örnek bir tüccar olduğu gibi, ashâbına ve tüm müslümanlara ticâretle ilgili çeşitli tavsiye ve emirlerde de bulunmuştur.
Evet Allah, şeriate uygun ve meşrû dairede çalışan, didinen, yorulan ve kazananları sever. Hz. Peygamber’in dünyasında ve O’nun amel ve aksiyon anlayışı içinde çalışma, amellerin en faziletlisi ve Allah sevgisine en çabuk ulaştıranıdır. O asla, “râhipler gibi kiliselere kapanın, evlenmeyi terkedin, yemeyi içmeyi bırakın, dünyayı boş verin, tâ Allah’a vâsıl olasınız...” dememiştir. Allah Rasûlü, insanlardaki evlenme ve hemcinsine alâka duyma duygusunu güdükleştirmemiş, saptırmamış, hapsetmemiş dolayısıyla da depresyonlara sebebiyet verecek yollara girmemiştir. O, bu duyguyu, olumluya, meşrûya kanalize etmiş ve bu noktada dahi, Ümmet-i Muhammed’i, Allah’ın rızâsına ve hoşnutluğuna ulaştıracak yollar göstermiştir. O’nun terbiyesi; fıtratı, karakteri yönlendirme ve ona yaratılış gâyesine uygun hedefler bulma istikametinde olmuştur.
Ticâret, Ziraat ve Cihad: İşleri dengeleme mevzunda da O’nun eşi menendi yoktur. Bir hadis-i şeriflerinde O şöyle buyurur: “Siz kendinizi îne alış-verişine saldığınız; sadece ziraatle iktifa ettiğiniz; sığırlarınızın ardına takılıp gittiğiniz (yani sadece
1236] 2/Bakara, 275
1237] İbn-i Mâce, Ticârât, 1
1238] 4/Nisâ, 29-30
TİCÂRET
- 189 -
hayvancılıkla uğraştığınız) ve cihadı terkettiğiniz zaman, Allah sizin başınıza öyle bir mezellet indirir ki tekrar dininize dönmedikçe de bu mezelletten kurtulamazsınız.”1239 buyurmaktadır. Îne alış verişi: Bir şahsın, diğer bir şahıstan veresiye bir şey satın alıp, sonra da aynı adama onu çok daha ucuza satması şeklinde ta’rif edilmiştir ki, birçok tarifinden sadece bunu vermek yeterli olur. Bu, ister kapalı bir fâiz sayılsın, ister başka bir spekülasyon, Rasûlullah’a göre sakıncalıdır. Bu hadisin bize anlattığı, işaret ettiği hususları ancak, sanayî devrimi ve sanayî hareketlerinden sonra anlayabildik. Onu da doğru anlayabildiysek. Cihadı, zâten unutmuştuk; sanayî derken ziraat ve hayvancılığı da ihmal ettik ve kendimizi bir başka dengesizliğin uçurumunda bulduk.
Oysa ki, yapılacak şeyi, hem de 14 asır evvel Allah Rasûlü haber veriyordu. Ve O, her meselede olduğu gibi, bu meselede de fevkalâde dengeliydi. Elbette ki, ziraat ve hayvancılık olacaktır. Nitekim bu tür çalışmaları teşvik eden hadis-i şerifler de vardır. Ancak, bütün himmet ve gayreti bunlara ayırmak; işte doğru olmayan budur. Şehir hayatına karışmadan, bir dağa çekilip, kendi ibâdet anlayışı ve duygularıyla başbaşa kalmayı arzulayan insandan tutun da, teşebbüs gücünden mahrum ziraatçı ve hayvancıya kadar şümûlü olan bu ifade, bize önemli bir iktisat ve ekonomi dersi vermektedir. Ayrıca, dünya ölçüsünde yerinizi almak için, gerekli caydırıcı gücü elde tutmadığınız, cihadı terkettiğiniz veya cihadı terkedip de, devlet oluşturamadığınız, gücünüzü ve dünyadaki değerinizi kaybettiğiniz zaman Allah, size altından kalkamayacağınız bir mezellet/rezillik musallat edeceğini, mağlûbiyetler, esâretler, tahakkümler altında kalıp ezileceğinizi de hatırlatmaktadır ki, bu durum, yeniden dine dönüp, İslâm’ı hayata hâkim kılacağınız âna kadar da devam edecektir. Allah Rasûlü, nasıl ki, istidat ve kabiliyetleri sınırlamamış, aynı şekilde bedenî güç ve kuvvetleri de hakir görmemiştir. Görmemiş ve aksine şöyle buyurmuştur: “Kuvvetli bir mü’min, (beden sıhhatine sahip olan bir mü’min) Allah indinde zayıf mü’minden daha hayırlı ve sevimlidir.”1240 Allah indinde sevimli olmak isteyenler, kalp sıhhatiyle beraber beden sıhhatine, cisim sağlıyıla beraber ruh sağlığına da sahip olmalıdır. Görülüyor ki, Allah Rasûlü, “Zayıflayacaksınız, perhize girecek, bedenî güç ve kuvvetinizi kıracaksınız ki Allah indinde makbul olasınız...” demiyor. Tam tersine; ruhbanlığa, keşişliğe ve papazlığa karşı realiteyi, fıtrî ve tabiî olmayı öne çıkarıyor ve meselelere, tabiatı içinde bir mecra araştırıyor; ve bizi o istikamete kanalize ediyor. 1241
En Hayırlı Kazanç; Kendi Eliyle Çalışıp Kazanma: Peygamberimiz (s.a.s.), çocukluğundan başlayarak dürüst bir şekilde çok çalışmakla hayatını kazanmış, güzel ve nezih bir hayatın temel esaslarını koymuştur. “Hiçbir kimse, kendi elinin emeğiyle kazandığından daha hayırlısını yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvud (a.s.) da elinin emeğini yerdi”1242 buyurmuştur. Hz. Âişe (r.a.)’den rivâyetle Peygmaber (s.a.s.): “En güzel şeyler, yediğinizin en temizi kendi çalışıp kazandığınızdan geldiği gibi, çocuklarınız da bundan gelir.”1243 buyurmuştur. En güzel kazancın ne olduğu sorulduğunda; “Helâl yoldan olan ve kişinin kendi eliyle kazandığıdır”1244 diye cevap ver1239]
Ebû Dâvud, Büyû’ 54; Ahmed bin Hanbel, II/84
1240] Müslim, Kader 34; İbn Mâce, Mukaddime 10; Ahmed bin Hanbel, III/366
1241] F. Gülen, Sonsuz Nur, c. 1, s. 385
1242] Buhârî, Büyû’ 15
1243] Ebû Dâvud, Büyû’ 79; Tirmizî, Ahkâm 22; Nesâî, Büyû’ 1; İbn Mâce, Ticâret 1
1244] Ahmed bin Hanbel, Müsned
- 190 -
KUR’AN KAVRAMLARI
miştir. Beyhakî’nin rivâyet ettiğine göre, “Farz olan birçok vazife gibi, helâl yoldan maîşetini temin etmek de bir farzdır.”
Başkasına Yük Olmadan Yaşamak; Helâl Maîşet Temini: Cenâb-ı Hak, “Yeryüzünü size boyun eğdiren (ondan yararlanmanız için size itâat ettiren) Allah Teâlâ’dır. O halde yeryüzünün sırtlarında (dağlarında tepelerinde ve ovalarında) dolaşın da Allah’ın size verdiği rızıklardan yararlanın.”1245 buyurmuştur. Yeryüzünde dolaşmaktan maksat insanlara faydalı olan nîmetlerin ortaya çıkarılmasını sağlamak ve bunun için araştırma yapmaktır. Cenâb-ı Allah yeryüzünü insanlar için rızık sağlama yeri kılmıştır. Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’tan rivâyet edilen bir hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: “Rızık sağlamak gâyesiyle çalışmak her müslüman üzerine farzdır.” Buna göre müslümanlar helâl ve haramlara dikkat ederek kendilerinin ve âile ferdlerinin rızıklarını sağlamak zorundadırlar. Ancak bu rızkı sağlamak için çalışıldığında mutlaka Allah’ın rızâsı ve O’nun koyduğu sınırlar gözetilmelidir. Hz. Ebû Bekr’in: “Haram ile beslenen bir vücûda ancak Cehennem ateşi yakışır.” sözü müslümanın rızık temini ve alış-veriş anlayışını en güzel bir şekilde belirtmektedir. Ashâbın helâl alış-veriş yapmak ve haramlardan uzak durmak için şüpheli olan hususları bile terk ettiklerini biliyoruz.
Aynı şekilde İslâm, çalışıp kazanabilme gücüne sahip olan bir kimsenin dilenmesini yasaklamıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Allah’a yemin ederim ki sizden birinizin, ipini alıp da, dağdan bir bağ odunu taşıyıp getirmesi ve bu odunu satıp onunla âilesinin ve kendisinin geçimini sağlaması, başka birinden istemesinden çok hayırlıdır. Kim bilir yardım istediğiniz kimse ya verir minnetine girersin yahut vermez zilletini çekersin. “1246” Buna göre, çalışmaya gücü yeten kimsenin dilenmesi meşrû değildir.
İş, Kazanç, Meslek ve Ticarî İlişkilerde Haramlar
İş ve Meslekler: Allah Teâlâ, insanoğlunu akıl, bilgi ve emeği ile imkânları değerlendirerek ihtiyaçlarını bizzat karşılayacak kabiliyette yaratmıştır. Bu kabiliyetlerini kullanmamak ve değerlendirebilmek içinde yeteri kadar imkân vermiştir. “Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur; öyleyse onun sırtında dolaşın, Allah’ın verdiği rızıktan yiyin.”1247 Yeryüzünün boyun eğmesi, işlemeye ve verimli kılmaya müsait oluşudur. Onun sırtında dolaşmak; adım adım, karış karış araştırarak insana faydalı olan imkânları ortaya çıkarmak, işlemek, istifade etmek ve ettirmektir. Birçok hadis-i şerif de mecbûriyet ve zarûret dışında, herkesin rızkını kendi gücü ile temin etmesini emretmektedir. “... Şu üç kişiden biri olmak müstesnâ, istemek (dilenmek) kimseye helâl değildir: 1- Bir angarya yüklenen kimse ki o verdiğini almak maksadıyla ister, alınca da artık istemez. 2- Mal varlığı bir felâkete uğrayan kimse ki, geçimini sağlayacak kadar istemesi ona da helâldır. 3- Çevresinden, aklı başında üç kişinin ‘filân kimse yoksul düştü’ diyeceği kadar yoksullaşan kimse; bu da geçimini temin edinceye kadar ister. Bunlar dışında kalan talep haramdır; bunu yiyen haram yemiş olur.”1248; “Herhangi birinizin ipini sırtına alıp bir demet odun getirerek satması -ve bununla Allah’ın onunla şerefini korumuş olması- halktan istemesinden daha hayırlıdır; onlar da ya verirler veya
1245] 67/Mülk, 15
1246] Buhârî Musâkât, 13, Zekât, 50, Buyû’, 15; İbn Mâce, Zekat, 25; İbn Hanbel, I, 167
1247] 67/Mülk, 15
1248] Nesâî, Zekât 80, 86; Müslim, Zekât 109; Ebû Dâvud, Zekât 26
TİCÂRET
- 191 -
vermezler.”1249; “Hiçbir kimse el emeğinden daha hayırlı yiyecek yememiştir ve Allah’ın peygamberi Dâvud da el emeğini yerdi.” 1250
İslâm ulemâsı âyet ve hadisleri bir arada değerlendirerek şu neticeye varmışlardır: Müslümanların muhtaç olduğu her meslek, zanâat ve sanâyi farz-ı kifâyedir. Toplum içinde yeterince bulunmazsa bütün müslümanlar sorumlu olurlar.
Yasak Edilen Meslek ve İşler
a- Yasak Seks (Zinâ-Fuhuş): İslâm zinâyı bütün şekilleriyle haram kılmıştır. Bir kadın veya erkek, cinsî tahrik için çekilen resimlere modellik etmek, zinâ yaptıran açık veya gizli yerlerde çalışmak gibi bir meslek icra edemez.
b- Dans, Oyun vb. İslâm’da kadın-erkek ilişkileri sınırlanmış, haram ve helâl tasnifine tâbi tutulmuştur. Bunları çiğnemeyi gerektiren veya şehevî duyguları tahrik eden iş, meslek ve sanatlar haram çerçevesi içinde yer alır: Dans, bale, bazı temsil ve oyunlar, bazı gösteriler ve modellik/mankenlik burada örnek olarak anılabilir. Bunların sanat çerçevesine girmesi (daha doğrusu, sanat diye takdim edilmesi), helâl olmalarını gerektirmez; çünkü İslâm’da sanat, sanat için değil; İslâmî hedeflere ulaşmak içindir ve müslümana göre, Allah’a isyan olan hususlara sanat ve güzellik vasfı verilemez.
c- İçki ve Uyuşturucu Madde Yapımı ve Satımı: Alkollü içkileri içmek yasak olduğu gibi, üzüm veya arpasını şarap veya bira fabrikalarına satan, onun nakliyesini yapan, dükkânında içki satan, aracı olan, içkiye direkt ve dolaylı vesile olan kimse de lânetlik bir haram işlemiştir. “Allah şaraba (alkollü içkilere), yapanına, yaptıranına, taşıyanına, taşıtanına, alım satımında bulunanına, parasını yiyenine, kendisi için satın alınanına, garsonuna ve içenine lânet etti.” 1251
d- İslâm’a Karşı Olan veya İslâm’ın Yasak Ettiği İşlerde Çalışmak: Peygamberimiz (s.a.s.) fâiz ve içkiyi yasaklarken içkiyi îmal edip üreten, taşıyan, hizmet eden, yazan, şâhidlik eden... kimselerin de lânetlendiğini haber vermiştir: “Allah şaraba (alkollü içkilere), yapanına, yaptıranına, taşıyanına, taşıtanına, alım satımında bulunanına, parasını yiyenine, kendisi için satın alınanına, garsonuna ve içenine lânet etti.”1252 İslâm, kazanç elde etmek için iş ve ticâret gibi yolları meşrû kılmakla beraber, kapitalist, pragmatist, maddeci görüşlerden farklı olarak üç ana tedbir ve prensip üzerinde duruyor: 1- Karşılıklı rızâ, 2- İyi niyet ve dürüstlük, 3- Menfaat temin ederken başkalarını zarara sokmamak. “Ey insanlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil; karşılıklı rızâ ile yapılan ticâretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin; Allah şüphesiz ki size merhamet eder. Bunu, kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa onu ateşe sokacağız. Bu, Allah’a kolaydır.”1253 Ayette geçen “kendinizi mahvetmeyin (öldürmeyin)” ifadesi çok düşündürücüdür. Bâtıl yollarla, başkalarının rızâ ve menfaatlerini gözetmeden elde edilen kazançlar görünüşte menfaat ise de aslında zarar ve intihardır. Dünyada intihardır; çünkü birçok suçların, cinâyetlerin, anarşinin temelinde bu âmilin önemli bir yeri vardı. Âhirette felâkettir; çünkü sağladığı
1249] Buhârî, Zekât 50, Büyû’ 15; Müslim, Zekât 106
1250] Buhârî, Büyû’ 15
1251] Tirmizî, Büyû 58; İbn Mâce, Eşribe 6
1252] Tirmizî, Büyû 58; İbn Mâce, Eşribe 6
1253] 4/Nisâ, 29-30
- 192 -
KUR’AN KAVRAMLARI
haram kazanç kişiyi ateşten kurtaramayacaktır.
Fâhiş Fiyat
Bir malın, normal fiyatının çok üstünde veya çok altında olan satış bedeli.
Fâhiş kelimesi, fuhuş mastarından ism-i fâil olup, kök anlamı; söz veya işin çok çirkin olması, haddi ve ölçüyü asmak, yüz kızartıcı iş yapmak demektir. Fiyat, bir malın satış bedeli olduğuna göre bir malın fiyatının çok üstünde satılması hâlinde, fâhiş fiyat sözkonusu olur.
İslâm’da çeşitli mallara yüzde hesabıyla bir kâr haddi belirlenmemiştir. Genel olarak arz ve talep kanunlarına bağlı, serbest rekabet esasları içinde hiçbir yapay müdâhale söz konusu olmadân kendiliğinden oluşâcâk piyasâ fiyatları ölçü alınmıştır.
Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidin genel olarak kendi devirlerinde piyasa fiyatlarına müdâhale etmemişlerdir. Allah Rasûlu'nden Medine'de fiyatlar yükselince narh koyması istenmiş, o bu isteklere şöyle cevap vermiştir: “Fiyat tâyin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah ‹tır. Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde Rabbime kavuşmak istemem “1254 Hz. Ömer de hilâfeti zamanında fiyatlara müdâhale etmek istememiştir. Hz. Ömer (r.a.) bir gün Mûsâllâ çarşısında Hatîb b. Ebı Beltea’ya rastlar. Hâtıb’ın önünde iki kap dolusu kuru üzüm vardır. Fiyatı ucuz bulan halife şöyle der: “Tâif’ten üzüm yüklü bir kervanın gelmekte olduğunu haber aldım. Onlar senin fiyatına aldanırlar. Ya fiyatı yükselt yahut da üzümü al evine götür, orada istediğin fiyatla sat”. Daha sonra Ömer kendi kendine düşünmüş ve Hâtıb’ın evine giderek şöyle demiştir: “Sana söylediklerim ne emirdir ne de hüküm. Bu belde halkının hayrı için arzu ettiğim bir şeydir. Nasıl ve nerede istersen satabilirsin”1255 Ancak bu delil ve uygulamalar fiyatlara hiçbir şekilde müdâhale edilemez, bu caiz değildir demek için yeterli açıklıkta değildir, çünkü Allahu Teâlâ karaborsacılıktan ve yüksek fiyatlar koyarak, insanların birbirini aldatmasından hoşnut ve râzı olmaz. Ayet-i kerimede, “Birbirinizin mallarını aranızda bâtıl yollarla yemeyiniz”1256 buyrulur. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: “Bir kimse haksız olarak başkasının malını alırsa, Allah’ın gazâbına uğramış olarak ilâhı huzura çıkar”1257 Buna göre, haksız ve ölçüsüz olarak fiyat yükselten kimse, insanların mallarını bâtıl yollarla yemiş ve onları Allah’ın mubah kıldığı şeylerden mahrum etmiş olur. İşte arzedilen delil ve sebeplerle, tabiîler devrinde ahlâkın bozulması, fiyatların sun’ı olarak yükselmeye başlaması ve halkın bundan zarar görmesi üzerine bazı tâbiîn hukukçuları narh koymayı caiz gördüler. Saîd b. el-Müseyyeb,1258 Rabîa b . Abdirrahmân,1259 Yahyâ b. Saîd el-Ensârî1260 bunlar arasındadır. 1261
1254] Ebû Dâvûd, Buyû,-49; Tirmizî, Buyû, 73; İbn Mâce, Ticârât, 27; Dârimî, Buyû, 1 3; Ahmed İbn Hanbel, II, s.327, III, s.85, 106, 286
1255] İmam Şâfii el-Ümm, II, s.209; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, s.240
1256] 2/Bakara, 188
1257] Buhâri, Tevhîd, 24; Müslim, İman, 222, 224
1258] ö.94/712
1259] ö . 136/753
1260] ö.143/760
1261] el-Bâcı, el-Müntekâ Şerhu’l-Muvatta’, Mısır 1331. V. s.18
TİCÂRET
- 193 -
Serbest rekabet sonucu oluşacak piyasa fiyatlarının ne kadar üstüne çıkılır veya altına inilirse fâhiş fiyat meydana gelir? Bu nokta gabn ile ilgilidir. Gabn; aldatma, eksik verme ve farkına varmama gibi anlamlara gelir. Kendi arasında fâhiş gabn (çok aldatma) ve yesir gabn (az aldatma) olmak üzere ikiye ayrılır. Çok aldatma, başka bir deyimle “fâhiş fiyât”, normal fiyatın ne kadar üstüne çıkılırsa teşekkül eder? Bunun sınır ve miktarını belirleyen kesin bir ayet veya hadis yoktur. Belh fakihlerinden Nusayr b. Yahyâ1262 satım akdine konu olan malların az veya çok tasarrufa uğramalarını göz önüne alarak fâhiş gabni gayrimenkullerde %20, hayvanlarda %10 ve diğer menkul mallarda %5 olarak sınırlamış ve piyasa fiyatının üstünde veya altında bu nisbetler aşılarak yapılacak satışlardaki satış bedelinin fâhiş fiyatı oluşturacağını söylemiştir.1263 Hanefilere göre, fâhiş gabinde satım akdinin feshe sebep olabilmesi için ayrıca malı gerçeğe uygun olmayan şekilde anlatmak gibi hile (tağrir) halinin bulunması gerekir. Çünkü aldatma olmamak şartıyla bir kimse malını dilediği fiyata satabilir. Taraflar ergin, akıllı olunca yaptıkları hukuki muâmeleler geçerli olup, bunu tek yanlı iradeleriyle bozmaya güçleri yetmez. Meselâ, bir kimse bin liralık malını bilerek yüz liraya satsa veya yüz liralık malı yine bilerek bin liraya satın alsa bu mûteberdir, feshe yetkisi olmaz. Hatta Mecelle şerhinde çok daha mübâlağalı örneklere yer verilmiştir. Meselâ, bir kimse bir liralık malını bin liraya satsa akit geçerlidir. Yani özü bakımından satım akdinde bir bozukluk yoktur. Çok fâhiş fiyatla satıldığı öne sürülerek akdin geçerli olmadığı öne sürülemez. Ancak böyle bir satım akdi İmam Muhammed’e göre mekruhtur.1264 Zaman ve yer değişikliği olmadan bu kadar oynak fiyata normal bir piyasada ender rastlanır. Özellikle kıyemî mal denilen ve standart olmayan mallarda bu mümkündür. Meselâ, kilo hesabıyla üçbin TL.’na satın alınan eski kaplar arasında bir tanesinin antika eşya olması yüzünden üçyüz bin liraya satılması gibi.
Ancak alış-veriş yapanların birbirlerini uyarmaları ve aldatmaya karşı nasihat etmeleri İslâm ahlâkının gereğidir. Ashâb-ı kirâmdan Cerîr b. Abdillah el-Becelî pazar yerinden bir at satın almak ister. Beğendiği bir at için satıcı beşyüz dirhem fiyat teklif eder. Cerir, bu ata altıyüz dirhem verebileceğini, hatta sekizyüz dirheme kadar fiyatı yükseltebileceğini bildirir. Çünkü atın değeri yüksek olup, satıcı bunun farkında değildir. Kendisine “atı, beşyüz dirheme alman mümkün iken, niçin sekizyüz dirheme kadar fiyatı yükselttin” diye sorulduğunda şu cevabı verir: “Biz alış-verişte hile yapmayacağımız hususunda Allâh’ın Rasûlune söz verdik.” 1265
Ticârî Muâmelelerdeki Haramlar ve Haram Kazanç Yolları
a- Haram Olan Şeyleri Satmak: “Allah ve Rasûlü şarap, boğazlanmamış hayvan (meyte), domuz ve put satışını haram kılmıştır.”1266; “Allah bir şeyi haram kılınca onun bedelini de haram kılar.”1267 İçki, zina ve kumar gibi haram yollardan kazanç da haramdır: “İçki içilmesini yasaklayan Allah, içkinin alım ve satımını da haram
1262] ö.268/881
1263] İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, Mısır 1334, VII, s, 169
1264] Ali Haydar, Düraru’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, I, s.588; Mecelle, mad. 356-360
1265] İbn Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1389, IX, s.454,vd.; Hamdi Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 137-138
1266] Buhârî, Meğâzî 51, Büyû’ 105; Müslim, Büyû’ 93
1267] Ebû Dâvud, Büyû’ 38, 63, 64
- 194 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kılmıştır.”1268; “Çirkin eylem ve sözlerin mü’minlerin arasında yayılmasını arzu edenler (yok mu?) Onlara dünyada da âhirette de pek acıklı bir azab vardır.”1269; “Kazancın en şerlisi zinâ bedelidir.”1270
b- Bir Yanı Meçhul Satış: Fıkıh ve hadis kitaplarının “cehâlet ve ğarar” diye ifade ettikleri şey, akdin unsurlarından biri meçhul kalan, yahut gerçekleşmesi şüpheli bulunan satıştır. Eğer bu bilinmezlik, arada anlaşmazlık çıktığı takdirde çözüm ve icrâyı imkânsız kılacak ölçüde ise satım akdi fâsiddir. “Sürüden bir koyunu, başakları olgunlaşmadan buğdayı veya arpayı, denizdeki balığı...” satmak buna örnektir. Peygamberimiz (s.a.s.) anlaşmazlık çıkmasın, bir taraf zarara uğramasın diye bu nevi satışları yasaklamıştır. 1271
c- Narh Koymak: İslâm prensip olarak piyasaya müdâhale etmez; arz ve talep gibi tabiî ve iktisâdî kurallar içinde pazarı serbest bırakır. Nitekim Peygamberimiz’in zamanında fiyatlar yükselmiş, narh koyarak fiyatları sınırlaması için kendisine başvurmuşlardı; şöyle buyurdu: “Fiyatı ayarlayan, bolluk, darlık ve rızık veren Allah’tır. Şüphesiz ben, -hiçbir kimsenin, benden talep edeceği mal ve can hususundaki bir haksızlığım olmadan- Allah’a kavuşmak emelindeyim.”1272 Ancak, fertler bu hürriyeti toplumun zararına olacak şekilde kötüye kullanırlar, ihtikâr (karaborsa), stokçuluk, lüks tüketimi körüklemek gibi yollara saparlarsa müdâhale ve sınırlama zarûrî olarak câiz görülmüştür.
d- Fiyatlarla Oynamak: İslâm’da mukavele ve piyasa hürriyeti esas olmakla beraber, hürriyetin mutlak olmadığına, toplumun menfaati ile sınırlı bulunduğuna işaret etmiştik. Fiyatların yapay olarak artmasına sebep olanlar hakkında Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Pahalılığı arttırmak için müslümanların fiyatlarına müdâhale eden kimseyi, kıyâmet gününde büyük bir ateşe oturtmayı Allah üzerine almıştır.”1273 Üretimin az, tüketimin fazla olması gibi tabiî etkenler dışında fiyatların artması bazı müdâhalelerle olmaktadır; bunlardan birkaçını örnek olarak zikredelim:
İhtikâr/Karaborsacılık: İhtikâr, bir malı (fiyatı artınca satmak üzere) piyasadan çekmek, stok etmek veya piyasaya sürmemektir. “Pazara mal getiren merzuk (rızık verilmiş), ihtikâr yapan mel’undur (lânetlenmiştir).”1274; “Fiyatını arttırmak gâyesiyle kırk gün ihtikâr eden kimse, Allah’tan uzaklaşır; Allah da ondan uzaklaşır.” 1275
Kabz-ı mallık ve Komisyonculukla Yapay Olarak Piyasaya Müdâhale: Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), şehirdeki satıcının, köylü malını, pazara gelmeden teslim alarak azar azar pahalı satmasını yasaklamıştır.1276 Bu mânâdaki birçok hadisin müşterek hedefi şudur: “Üretici malı doğrudan doğruya pazara arzedecek, araya başkaları girerek fiyatın sun’î (yapay) bir şekilde artmasına sebep olmayacaktır. Maksat bu olduğuna göre fiyat artışına sebep olmayan hizmetler, yardımlar,
1268] Müslim, hadis no: 930
1269] 24/Nûr, 19
1270] Müslim; S. Müslim ve Ter. M. Sofuoğlu, 5/87
1271] Müslim, Büyû’ 43; Ebû Dâvud, Büyû’ 24
1272] Tirmizî, Büyû’ 73; Ebû Dâvud, Büyû’ 49
1273] Ahmed bin Hanbel, 5/27, 50
1274] İbn Mâce, Ticâret 6
1275] Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 2896
1276] Buhârî, Büyû’ 58, 64, 68, 71; Müslim, Büyû’ 11, 12, 18, 19, 20-22
TİCÂRET
- 195 -
aracılıklar, pazarlama ve dağıtım işleri yasak değildir. Üreticinin malını tüketiciye arzeden, satıcıya müşteri bulan ve bunun için de belirli bir ücret veya yüzde alan hizmetler meşrûdur.
Menkul kıymetlerin fiyatlarını sun’î/yapay olarak artırmak veya düşürmek için başvurulan hileler, spekülatif faâliyetler de fiyatlarda oynamaktır ve câiz değildir.
e- Hileli Arttırma: Peygamberimiz’in men ettiği “necş”1277 şöyle açıklanmıştır: Malı almak niyeti olmadığı halde üçüncü şahısları aldatmak için değerinden fazla fiyat vermek. Açık ve kapalı arttırma veya eksiltmelerde yapılan hile ve muvâzaalar (danışıklı pazarlıklar) da bu hadisin hükmüne dâhildir.
f- Hile ve Aldatma: Peygamberimiz bir gün pazarı dolaşırken tahıl satan birisinin yanına gelmiş, elini daldırmış, altının ıslak olduğunu görerek sormuştu: “Bu (ıslaklık) nedir?” ‘Yağmur ıslatmıştı!’ “Halkın görebilmesi için ıslak olanı üste getirseydin ya? Bizi aldatan bizden değildir.”1278 Hadisin son cümlesi hile konusunda bir düstur mâhiyetindedir. Reklâm, malı tanıtma sınırını geçer, işe yalan ve abartma karışırsa hile ve aldatma gerçekleşmiş olur. (Şimdiki reklamların hemen hepsi helâl olan tanıtım sınırını aşmakta ve kazancı haram edecek aldatma ve yalan alanına girmektedir.)
g- Yemin: Peygamberimiz tüccarı, genel olarak çok yeminden ve özel olarak da yalan yere yeminden men etmiştir: “Yemin, malı harcama (elden çıkarma), bereketi mahvetme sebebidir.” 1279
h- Eksik Ölçmek ve Tartmak: Ölçme ve tartma konusunda elden geldiği kadar dürüst davranmak, hile yapmamak, eksik ölçü ve tartı ile satış yapmamak Kur’ân-ı Kerim’in birçok âyetine konu teşkil etmiştir.1280 İstatistik, anket ve sayım hileleri de eksik ölçme ve tartma kavramına girer. “Ölçekte ve tartıda hile yapanların vay haline...”1281; “Kim bize hile yapar (karıştırılmış mallarla bizi) aldatırsa, bizim yaşayışımız üzerinde yaşayanlardan değildir.” 1282
i- Çalınan ve Gasbedilen Şeyi Satın Almak: Çalınan veya haksızlıkla sahibinden alınan bir şeyi bilerek satın almak bu haksız fiile yardımdır. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim, bildiği halde hırsızlık eşyayı satın alırsa onun günahına ve şerefsizliğine katılmış olur.” 1283
i- Fâiz: “Fâiz yiyen kimseler (kabirlerinden), tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hali, ‘alış veriş (ticâret) de fâiz gibidir’ demelerindendir. Oysa ki Allah, ticâreti helâl, fâizi haram kılmıştır...”1284 İslâm, bütün çeşitleri ve miktarlarıyla fâizi yasaklamış, haram kılmıştır. İçkinin günahı, nasıl yalnızca içenin üzerinde kalmıyorsa, fâizin vebali de sadece onu yiyene âit değildir. Fâizi ödeyen, mukaveleyi yazan ve şâhidlik edenler de günaha girmektedir. Hadiste “Allah
1277] Buhârî, Büyû’ 60; Müslim, Büyû’ 13
1278] Müslim, İman 164; Ebû Dâvud, Büyû’ 50
1279] Buhârî, Büyû’ 26; Müslim, İman 117, Müsâkat 131
1280] 6/En’âm, 152; 17/İsrâ, 35; 26/Şuarâ, 181-183; 83/1-6
1281] 83/Mutaffifîn, 1-6
1282] Riyâzu’s Sâlihîn Terc. 3/160
1283] Beyhakî, Sünenu’l-Kübra, V/336
1284] 2/Bakara, 275
- 196 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Teâlâ’nın fâiz yiyeni, yedireni, şâhidlerini ve yazanı lânetlediği”1285 ifade edilmiştir.
Fâiz yasağının sebep ve hikmetleri, şu maddelerle özetlenebilir:
1- Fâizli kredi kullananlar fâizi de maliyete ekledikleri için bu fazlalık sonunda tüketiciden (sermayesi olmayan, emekçi, zanaatkâr vb. dar gelirli ve fukarânın cebinden) çıkmaktadır. Böylece zengin daha zengin, fakir ise daha fakir hale gelmektedir.
2- Fâizli kapitalist sistemlerde zengin-fakir arasındaki refah farkı gittikçe büyüyeceği için bunun sonucu sosyal bunalımlar, anarşi ve fesât toplumu kasıp kavuracaktır.
3- Fâizsiz kredi insanları birbirine yaklaştırırken, fâiz uzaklaştırmakta, düşmanlık doğurmaktadır.
4- Fâizcilik, paradan para kazanan, rantiyeci, hortumcu, toplum içinde fâiz yiyip yatan, işsiz güçsüz ömür tüketen, topluma hizmetten uzak yaşayan bir sınıfın doğmasına sebep olmaktadır.
5- Fâizli kredi ile çalışan kimse gece gündüz çalışıp didinirken riziko içindedir; fâizci ise hem emeksiz hem de endişesizdir. Bu durum, kişilerin adâlet duygusunu zedelemekte, ahlâka ve toplum dayanışmasına ters düşmektedir.
k- Sigorta Şirketi: İnsanoğlunun mutluluğu üzerinde güvenlik duygusunun büyük payı vardır. Malı, canı, değerleri üzerinde kaygısı ve korkusu olan kimse huzurlu ve mutlu olamaz. Hiçbir tedbir almadan Allah’a tevekkül, bazı havâssın hali ve kârı olabilir; ancak Rasûl’ün ümmetine tavsiyesi tedbirdir. Sigorta da dünyevî tedbirlerden biridir. Ancak sigorta, insanların istikbal endişesini, kaza ve felâkete uğrama korkusunu istismar ederse İslâm’ın bunu meşrû görmesi düşünülemez. Bilinen üç sigorta çeşidi vardır: Devlet sigortası, üyelik sigortası ve ücretli (özel) sigorta.
Bunlardan birincisi, İslâm’da en kâmil mânâda gerçekleşmiştir. Bütün vatandaşların kazâ, felâket, angarya yüklenme ve yoksulluk karşısında İslâm devletine (beytü’l-mâle) başvurma hakkı vardır. Üyelik sigortası: Meselâ bir iş koluna mensup üyelerin içlerinden birisi kazâ veya felâkete uğradığı, yardıma muhtaç olduğu zaman yardım edilmek üzere periyodik bir meblâğ vermeleriyle gerçekleşir. Bu da meşrûdur, teşvike değer bir sigorta çeşididir. Ücretli (özel) sigortaya gelince; bir sigortacının kazâ, yangın, ölüm ve benzeri durumlarda zararı ödemek, bunlar meydana gelmezse hiçbir şey ödememek, para sigortacıya kalmak üzere bir şahısla ücretli sigorta akdi yapmasıyla vücut bulur. Bu şekil, özellikle sigortacının kazancı açısından İslâmî hükümlere aykırıdır. Ancak, zarûret halinde câiz olabilir. 1286
l- Tahvil: Tahvil, alınıp satılabilen fâizli borç senedi mâhiyetindedir. Tahvili ister devlet çıkarsın, ister özel şahıs ve şirketler çıkarsın, esası fâiz karşılığında borç almaktır. İslâm fâiz alıp vermeyi haram kıldığına göre tahvil alıp satmak, bu yoldan kazanç elde etmek de helâl değildir.
Dövize endeksli tahvil ve döviz karşılığı borç alma: Tahvil alanın parasının
1285] Buhârî, Büyû’ 24, 113; Ebû Dâvud, Büyû’ 4; Tirmizî, Büyû’ 2
1286] Geniş bilgi için bk. Hayreddin Karaman, İslâm’a Göre Banka ve Sigorta
TİCÂRET
- 197 -
değerini de koruyarak gelir sağlamasını mümkün kılmak ve tahvil alım-satımını teşvik etmek için başvurulan yeni bir yol da tahvile yatırılan parayı, daha doğrusu tahvilin nominal değerini, tahvil ihracı sırasında geçerli kura göre dolar ve Euro gibi bir dövize bağlamak ve ana para, Türk lirası olarak iâde edilirken, iâde sırasındaki kura göre tahvil bedelini ödemektir. Dövize endeksli tahvillerde fâiz de ödendiği için bu işlem İslâm hukuku bakımından câiz olmamaktadır.
Borçlanmaların karz-ı hasen (güzel borç, Allah rızâsı dışında karşılık beklemeden borç/ödünç para vermek) şeklinde olmasını Kur’an tavsiye etmektedir.1287 Dövize veya altına bağlı ödünç alıp verme işlemleri de paranın değer kaybını önlemeye, dolayısıyla borç verenin zarara girmesine engel olmaya yönelik tedbirlerdir.
m- Rüşvet: “(Kişi ve toplum haklarını kendi zimmetine geçirmek için) Rüşvet alana verene ve aracı olana Allah lânet etsin!”1288
n- Emeği sömürmek: “İşçiye hakkını, teri kurumadan veriniz.”1289 “Ben kıyâmet gününde üç kişinin hasmıyım. Bana verdiği sözden cayanın, hür bir kimseyi satıp hakkını yiyenin, bir işçiyi çalıştırıp hakkını tam olarak vermeyenin.”1290
o- Hırsızlık, gasp: “Ey iman edenler! Aranızda karşılıklı rızâya dayanan ticâret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size merhametlidir. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu yaparsa (bilsin ki) onu ateşe sokacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır.” 1291
Haram Kazanç Yolları: Aslında helâl olan, fakat içki, kumar, fuhuş ve fâiz parası gibi haram yollarla kazanılmış olan paralarla alınan gıdâ maddelerini yemek de haramdır. Böyle haram parayla elde edilen yiyecekler, farkında olmasak bile beden ve ruh sağlığımız açısından sakıncalı, âhiret gıdâlarına ulaşma açısından engelleyici özelliktedir. Kur’an, ancak helâl ve temiz gıdâlardan yememizi emretmiştir; maddî bakımdan temiz olsa da, haram olan gıdâlar, manevî yönden temiz değildir.
Mü’min, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyaçlarını karşılamak ve gücü yetiyorsa toplumdaki ihtiyaçları gidermek için Allah’ın meşrû kıldığı, helâl yollardan geçimini temin etmeye çalışacaktır. Geçim zorluğunu bahane ederek haram yollardan para kazanmaya çalışmak, dünyada zulme ve sömürüye sebep olmak, âhirette ilâhî azaba uğramak demektir. Peygamberimiz bu gerçeği şöyle açıklar: “Haramla beslenen vücut (cennete girmez;) ona ancak ateş yaraşır.” 1292
Haramla beslenen kimse, Allah’tan uzaklaşacağı için, duâsı da Allah tarafından kabul edilmeyecektir. “...Bir kimse ellerini semâya kaldırarak: ‘Ya Rabbi, ya Rabbi, diye duâ eder. Hâlbuki, yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, duâsı nasıl kabul edilir?”1293 Müslümanın yiyeceğine, içeceğine, giye1287]
2/Bakara, 245; 5/Mâide, 12; 57/Hadîd, 11, 18; 64/Teğâbün, 17; 73/Müzzemmil, 20
1288] Câmiu’s Sağîr, 2/124
1289] İbn Mâce, hadis no: 2443
1290] İbn Mâce, hadis no: 2442
1291] 4/Nisâ, 29-30
1292] Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 2787; Keşfu’l Hafâ, hadis no: 2632
1293] Müslim, Zekât, 65; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an, 3173; Dârimî, Rikak 2720
- 198 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ceğine ve diğer ihtiyaçlarına dikkat edip, bu konuda haramlardan tüm gücüyle uzak durması gerekmektedir. Helâl lokmanın getireceği nimet de büyük olacaktır: “Kim helâl lokma yer, Sünnet (Şeriat) gereğince amel eder ve insanlar da, onun kötülüklerinden emin olurlarsa, o kişi muhakkak cennete girer.“ 1294
Allah’a hakkıyla kulluk yapan, temiz ve helâl rızıklardan başkasını istemeyip nimetlere şükreden sâlih kullara, Allah dünyada da güzellikler ve zenginlikler verir. Nankörlük edenlerin kendilerine gelmesi için, onları cezalandırır: “Allah, güven (ve) huzur içinde olan bir şehri misal verir ki, o şehrin (halkının) rızkı her taraftan bol bol gelirdi. Fakat, Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı. Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar (kendilerine) zulmederlerken azap onları hemen yakalayıverdi.” 1295
İslâm âlimlerine göre kazanç yollarının fazilet sırası şöyledir: 1. Cihad, 2. Ticâret, 3. Ziraat, 4. Zanâat. Bu yollarla kazanç sağlamanın hükmü:
a- Kendine, âilesine ve borçlarını ödemeye yetecek kadar kazanmak farzdır.
b- Fakirlere bakmak, akrabaya ikrâm etmek için bundan fazlasını kazanmak müstehaptır.
c- Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için kazanmak mubahtır.
d- Helâl kazanç ile de olsa övünmek, yarışmak, azgınlık ve taşkınlık yapmak için kazanmak mekrûh veya haramdır.1296
İslâm Ekonomisinin Genel Prensipleri
İslâm’a göre helâl para ve mal kazanma yolları Kur’an-ı Kerim tarafından belirlenmiştir. İslâm ekonomisinin genel ilkeleri olarak değerlendirebileceğimiz bu hususları, maddeler halinde şöyle tesbit edebiliriz:
1) Özel mülkiyet yasal, bâtıl yollarla mal kazanmak haramdır.1297
2) Ribâ/Fâiz ve kumar yasaktır. Çünkü bunlar, başkasının malını bâtıl yolla yemektir.1298
3) Servet belli ellerde toplanmamalı, geniş halk kitlelerine yayılmalıdır.1299
4) Yetimlerin, aklı ermezlerin mallarını korumak için rüşde erinceye (doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edinceye) kadar onların, mallarında tasarruf yetkileri kısıtlanır.1300
5) İslâm’ın başlangıcından itibaren namaz gibi zekât da farzdır.1301 Fakat
1294] Tirmizî, Sıfatu’l Kıyâmet, 2640
1295] 16/Nahl, 112-113
1296] El-İhtiyâr, IV/171-172; Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Helâller Haramlar
1297] 2/Bakara, 267; 4/Nisâ, 29; 24/Nûr, 33; 47/Muhammed, 36-37; ...
1298] 2/Bakara, 275-280); 3/Âl-i İmrân, 130
1299] 59/Haşr, 7
1300] 4/Nisâ, 6
1301] 87/A’lâ, 14; 75/Kıyâmet, 31; 51/Zâriyât, 19-20; 9/Tevbe, 60, 103
TİCÂRET
- 199 -
Kur’an’da miktarı belirlenmemiştir. Ancak İslâm, devlet haline geldikten sonra zekâtın miktarı Peygamber tarafından belirlenmiştir. Çünkü zekât, İslâm devleti açısından vergi olduğu için devletsiz bunu toplamak zor idi. Şayet Mekke’de devlet olsaydı, zenginlerin gönül hoşluğuyla verecekleri zekât, Mekke’de de toplanır, ihtiyaç sahiplerine dağıtılırdı.
Namaz gibi temel hükümlerden olan zekât, Kur’an’da namazla birlikte anılır. Namazı kılmak, zekâtı vermek İslâm’ın ayırıcı vasfı; bunları yapmamak şirkin alâmeti sayılmıştır. Müşrik iken, halinden dönüp namaz kılmaya, zekât vermeye başlayan, müslümanların din kardeşi olur, can güvenliğine kavuşur. 1302
6) Para ve ticaret mallarında zekât miktarı: % 2,5; toprak ürünlerinde sulama sistemine göre % 10 veya % 5’tir. Hayvanlarda zekât miktarı da fıkıh kitaplarında belirtilmektedir.
7) Toplanan zekât: 9/Tevbe, 60’ıncı âyette sayılan sekiz sınıfa veya bunlardan birine dağıtılır. Bunlar: Fakirler, düşkünler, zekât toplama memurları, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlar, kölelikten (esâretten) kurtulmak isteyenler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış gariplerdir.
8) Erkek; karısının, ergen olmayan çocuklarının, ana-babasının geçimlerini sağlamaya mecburdur. 1303
9) Hangi ulustan ve milletten olursa olsun, her insanın geçimini sağlamak, kalacak yeri bulunmayan, otel parası olmayan garipleri barındırmak devletin görevidir. Ancak, İslâm’a karşı savaşanlar, öldürülmesine hüküm verilmiş bulunanlar bu yardımı alamazlar.1304
10) Yoksullara Allah rızâsı için yardım etmek, bazı hataların keffâreti sayılmıştır. Meselâ zıhâr keffâreti1305 gibi.
11) Farz olan zekâttan ayrı olarak nâfile sadaka teşvik edilmiştir. Allah yolunda infak, Allah yolunda cihad ile beraber anılır. Bu da cihad için infâkın, cihada eşdeğerde olduğunu gösterir. Çünkü savaş para ile sürdürülebilir. Zamanın şartlarına göre savaş araç ve gereçlerini sağlamadan savaşa girmek, peşin olarak yengilgiyi kabul etmek demektir. İlk müslümanlar, günün şartlarına göre gerekli savaş malzemesini, kendi bağışlarıyla sağlamışlardır. Böylece mallarıyla savaşı desteklemişler, canlarıyla da savaşmışlar; mal ve canlarını Allah yolunda fedâ etmekten çekinmemişlerdir. Bundan dolayı da onlar, Allah katında en yüksek dereceye ermişlerdir. “İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanların, Allah katında dereceleri daha büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır. Rableri onlara, kendisinden bir rahmet, rızâ ve içinde sürekli kalacakları, nimeti bol cennetleri müjdeler.”1306
12) Cimrilik edip Allah yolunda infaktan geri durmak, küfür ve nifak alâmetidir. Kritik dönemlerde bundan kaçınanların, o kritik dönemlerden sonraki
1302] 9/Tevbe, 5, 11; 74/Müddessir, 43-44; 75/Kıyâmet 31; 23/Mü’minûn, 2-4
1303] 2/Bakara, 233-236, 240, 266; 4/Nisâ, 9, 34; 17/İsrâ, 23-24; 31/Llokman, 14; 29/Ankebût, 8; 65/Talâk, 6-7
1304] 9/Tevbe, 60; 24/Nûr, 22, 33; 59/Haşr, 7-8 ve bu konudaki hadisler ve sünnetteki uygulamalar
1305] 58/Mücâdele, 3-4), yemin keffâreti (5/Mâide, 89), hata ile öldürme diyeti (4/Nisâ, 92
1306] 9/Tevbe, 20-21
- 200 -
KUR’AN KAVRAMLARI
harcamaları da Allah katında makbul olmaz. Malları, dünyada da, âhirette de onların başlarına dert ve belâ olur.1307
13) Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkes gücü ölçüsünde sadaka verir. Önemli olan verilenin miktarı değil; verildiği niyettir. İhlâs ile verilen az sadaka, riyâ ve art niyetle verilen büyük paralardan iyidir.1308 Peygamberimiz (s.a.s.): “Bir hurmanın yarısı dahi olsa verdiğiniz sadaka ile kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz!” hadisiyle, ihlâsla verilen sadakanın önemini belirtmiştir.
14) İsraf ve savurganlık kötü olduğu gibi,1309 bunların karşıtı olan “buhl” ve “şuhh” (cimrilik ve pintilik) de kötüdür.1310 Mü’min, daima orta yolu izler. 1311
15) Dünya tutkusu, mal yığma sevdâsı, gerçek dindarlıkla bağdaşmaz. “Ey iman edenler, hahamlardan ve râhiplerden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yoluna engel olurlar. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azâbı müjdele. O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılıp (pullanır); bunlarla, onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır. ‘İşte nefisleriniz için yığdıklarınız, yığdıklarınızı tadın!’ (denilir.)” 1312
Ebû Zerr-i Ğıfârî gibi bazı sahâbîler, bu âyete: “Ve sana Allah yolunda ne infak edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘Af (yani, ihtiyacınızdan fazlasını veya helâl güzel olan şeyleri verin)’.”1313 âyetine dayanarak zekâtı verilmiş dahi olsa, ihtiyaçtan fazla mal biriktirmenin, haram olan “kenz/yığma” sayılacağını söylemiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de, kimin yanında ihtiyaçtan fazla şusu busu varsa, olmayanlara vermesini emretmiş, bu sözünü o kadar tekrar etmiştir ki, dinleyen sahâbîler, hiç kimsenin, ihtiyaçtan fazla bir şey saklamaya hakkı olmadığını sanmışlardır. 1314
16) Cizye, zimmet ehlinden alınan bir baş vergisidir. Yirmi yaşında altında ve elli yaşın üstünde olanlardan bu vergi alınmaz. Cizye verenler, savaşa katılmadan devlet güvencesi altında yaşarlar. Şayet bunlar ülke savunması için müslümanlarla birlikte savaşa katılır, yani askerlik yaparlarsa cizye vermezler.
17) Süs ve güzel rızıklar helâldir.1315 Ancak, başkalarını kıskandıracak davranışlardan imkânlar ölçüsünde kaçınmak gerekir.
18) Şükreden zengin, sabreden fakirden; veren el, alan elden daha iyidir. “Allah’ın sana verdiği mal içinde âhiret yurdunu ara, fakat dünyadan da payını unutma!”1316 âyeti, her iki cihan için çalışmayı emrettiği gibi, “Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver!”1317 meâlindeki duâ âyeti de insana, iki cihan için de çalışmayı telkin etmektedir. 1318
1307] 9/Tevbe, 53-55
1308] 9/Tevbe, 79
1309] 17/İsrâ, 26-27
1310] 17/İsrâ, 29; 59/Haşr, 9
1311] 31/Lokman, 19
1312] 9/Tevbe, 34-35
1313] 2/Bakara, 219
1314] Müslim, Lukata 18; Ebû Dâvud, Zekât 32; Ahmed bin Hanbel, 3/34
1315] 7/A’râf, 31-32
1316] 28/Kasas, 77
1317] 2/Bakara, 201
1318] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 5, s. 419-425
TİCÂRET
- 201 -
En Kötü Ticâret; Allah’ın Âyetlerini Az Bir Karşılığa Satmak
“... Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız Benden (Benim azâbımdan) korkun. Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.”1319
Az Bir Karşılık ile (Ucuza) Satmak: “Âyetlerimi az bir paha ile (semenen kalîl karşılığında) satmayın” ifadesinin, mefhûm-ı muhâlifi düşünülürse, “çok paha ile satın” anlamı çıkar. Ancak Kur’an naslarının mefhûm-ı muhâlifinin alınamayacağı bilinmelidir. “Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın“ ifadesinin anlamı, “açıklama, izah etme ve faydalı ilmi gizlemeyip insanlara yayma karşılığında bir şey almayın” demektir.1320 Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Her kim Allah’ın rızâsı için öğrenilmesi gereken bir ilmi, sadece bir dünya metaı elde etmek için öğrenirse, Kıyâmet gününde cennetin kokusunu duyamaz.”1321 Allah’ın bunu, “semenen kalîl” diye isimlendirmesi, bu karşılıkların ya aslında az olduklarından, ya da verdikleri zarara oranla az olduklarındandır.1322 Hasan el-Basrî’ye âyetteki “semenen kalîlen”in mânâsını sordular, o da, “her şeyiyle beraber dünyadan ibarettir” dedi. Said bin Cübeyr, “dünya lezzetlerinden ibarettir” diye açıkladı. Ebu’l-Âliye, “Âyetlerin karşılığında ücret almayın” demektir diye izah etti.1323
“Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın.” Dünya ve içindeki altın, gümüş, dolar, mark, lira vb. kıymetli ne varsa, menkul veya gayrimenkul tüm hazineler hepsi terazinin bir kefesine konsa, öbür kefesine de Allah’ın bir tek âyeti konulsa ve satılsa yine de az para karşılığında satılmış demektir.
Zamanla papazlar ve hahamlar, krallardan aldıkları para karşılığında İncil ve Tevrat’ın içine krallara itaatle ilgili sözler sokmuş, bir kısım âyetleri de kaldırmıştır. Günümüzde Allah’a çok şükür ki, âyetleri yok etmek imkânı kaldırılmış, ama azıcık para, makam, mevki karşılığında âyetlerin mânâsını açıklamama yolu açık bırakılmıştır. Yıllardan beri ahkâmla ilgili âyetler, nice cami kürsüsü ve minberlerinde gündeme getirilememiştir. Devletin en üst tepesindeki şahıs, Kur’an’daki ahkâmla ilgili 230 civarındaki âyetin, lâik anlayışla bağdaşmadığı için, zaten uygulanmadığından tümüyle kaldırılmasını teklif edecek duruma gelinmiştir. Bazı gayretli müslümanlar, ahkâmla ilgili âyetleri açıklamaya başlayınca, bir kısım satılık kalem ve diller “o âyet, yahudilerle ilgilidir, bu âyet hıristiyanlarla ilgilidir, bunlar ise Mekke’li müşrikler hakkında nâzil olmuştur” diyerek bizi ilgilendirmediğini söylemeye başladılar. Ayetleri düzenin istediği şekilde tevil etmeye, kâfirlere ve küfre “hoşgörü”lü, müslümanlara ve gerçek İslâm’a “horgörü”lü bakmaya başladılar. “Sebeb-i nüzul, âyeti tahsis etmez” kuralını görmezlikten geldiler. Yani “Kur’an’daki âyetlerin bir kısmı yahudilere, bir kısmı hıristiyanlara, diğerleri de peygamberimiz zamanındaki Mekke’li ve Medine’li insanlara hitap ediyor, bizi ilgilendirmez” demeye getirdiler.
Ayetin devamının “yalnız benden korkun.”1324 şeklindeki ifadesi de dikkat çekicidir. Allah’ın âyetlerini satmak istemez ve paraya, makama boyun eğmezsen, boynunu eğmek için üzerine gelirler. “Sakın onlardan değil; yalnız Ben’den sakının”
1319] 2/Bakara, 41-42
1320] İbn Kesir
1321] Ebû Dâvud, İlim 12; İbn Mâce, Mukaddime 23; Müsned, II/338
1322] Fahreddin Râzi
1323] İbn Kesir
1324] 2/Bakara, 41
- 202 -
KUR’AN KAVRAMLARI
deniliyor. Onların gücü, kuvveti, azabı nedir ki!? Cehennemleri mi vardır onların bizi atacak? Allah dilemedikçe zarar mı verebilirler ki bizi korkutabilsinler, Allah’ın takdir ettiği eceli mi öne alabilirler, O’nun vereceği rızkı mı kesebilirler? Şiddetli cehennemi, sonsuz azâbı olan, herkesi hesaba çekecek, gerçek anlamda güç ve kuvvet sahibi, korkulmaya lâyık Allah’tan başka kim vardır ki ondan korkacaksınız? Aynen, onların dünyayı verseler bile bunun bir tek âyetin kıymetiyle, âhiretin değeriyle karşılaştırıldığında “az bir karşılık”, “çok ucuza satmak” olduğu gibi; onlardan korkmak da fobidir, gereksiz korkudur, yanlıştır ve müslümana yakışmaz.
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi ile ilgili bir rivâyet şöyledir: İbn Abbas diyor ki: “Bu âyet-i kerime, yahudi liderlerinden Kâ’b bin Eşref, Kâ’b bin Esed, Mâlik bin Sayf, Hayy bin Ahtab ve Ebû Yâsir bin Ahtab hakkında nâzil olmuştur. Bunlar, taraftarlarından hediyeler alırlardı. Hz. Muhammed (s.a.s.) peygamber olarak gönderilince bu menfaatlerinin kesilmesin-den korktular da, Allah Rasûlünün ve getirdiği şeriatin mâhiyetini gizlediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu”1325 Bu gün de Kur'an tilâvetine ücret almanın haram olduğunu duyan/bilen bazı ücretli okuyucular, aldıklarına ücret değil de, “hediye“ adı vermektedirler.
Hiçbir Peygamber, Tebliğ Karşılığında İnsanlardan Ücret İstemez
“(Hz. Nuh, kavmine şöyle dedi:) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi (mükâfatımı) verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi Allah’tır.” 1326
“(Hz. Hûd, kavmine şöyle dedi:) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi (mükâfatımı verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi Allah’tır.”1327 Aynı ifadeleri, Hz. Sâlih1328 Hz. Lût,1329 Hz. Şuayb1330 kavimlerine söylerler.1331 Aynı ifadeleri Hz. Muhammed’in (s.a.s.) de kavmine belirtmesi istenir:
“(Ey Rasûlüm) de ki: ‘Ben bu yaptığım tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum, ancak Rabbine bir iman ve itaat yolu tutmak isteyen kimseler istiyorum.” 1332
“Yoksa sen, onlardan bir ücret istiyorsun da, borçlu kalmaktan, yük altında ezilmişler midir?” 1333
“(Ey Rasûlüm) Buna karşı (yaptığın tebliğ ve imana dâvetten dolayı) onlardan bir ücret de istemiyorsun. O Kur’an, bütün âlemlere ancak bir nasihattir.” 1334
“Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, onların sözlerine kulak
1325] Fahreddin Râzi, Mefâtihu’l Gayb
1326] 26/ Şuarâ, 109
1327] 26/Şuarâ, 127
1328] 26/Şuarâ, 145
1329] 26/Şuarâ, 164
1330] 26/Şuarâ, 180
1331] Yine insanlardan tebliğ karşılığında ücret istememekle ilgili olarak, benzer ifadeler için bk. 11/Hûd, 29, 50-51, 88; 10/Yûnus, 72; 26/Şuarâ, 109-110
1332] 25/Furkan, 57
1333] 52/Tûr, 40; 68/Kalem, 46
1334] 12/Yûsuf, 104; Rasûlullah’ın tebliğine karşı ücret istememesi ile ilgili olarak benzer ifadeler için bk. 42/Şûrâ, 23; 38/Sâd, 86; 34/Sebe’, 47; 6/En’am, 90
TİCÂRET
- 203 -
verin; çünkü onlar hidâyete (doğru yola) ermiş kimselerdir.” 1335
“Ben Allah tarafından size gönderilmiş bir Rasûlüm” diyenlere kavimleri “acaba ne yapmak istiyor bu adam, nedir bunun maksadı?” diye şüphelerini dile getirmişlerdir. Allah, Rasûllerinin üzerindeki bu şüpheyi öncelikle kaldırmak için onların niyetlerinin dünya olmadığına dair güvence vermiştir. Zannettikleri gibi bu Rasûllerin maksatlarının dünya malı olmadığını, kadın olmadığını, makam ve mevki, yani riyâset olmadığını söylemiş ve söyletmiştir. Peygamberler, yaşadıkları hayat ile bunu bilfiil isbat etmişlerdir. Maksatlarının dünya menfaati, kadın ve makam-mevki olmadığını halka göstermişlerdir.
Buna bugün de gerek vardır; hem de çok. Rasûllerin kendilerini isbat ettikleri gibi, peygamberlerin mirasına sahip çıkanlar, çıkmak isteyenler, onların ümmetlerinin velâyetlerini devralacak olanlar, insanlara bu güveni vermek zorundadırlar. Maksatlarının Allah rızâsı olduğunu sözle değil; bilfiil yaşadıkları hayatlarıyla ortaya koymalıdırlar. Tebliğ faaliyetinde bulunanlar, ümmeti uyarma, müjdeleme ve korkutma görevini yüklenenler ücretlerini ümmetten almamalı, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan almalıdırlar; Özellikle bu görevlerinin karşılığını. Rasûllerin mirası olan ümmet için çalışıp çabalama karşılığında dünyalık elde etmeyi istemek, aslında ahmaklıkların en büyüğüdür. Çünkü çok kıymetli bir şeyi yok pahasına satmaktır. Hatta Cennet satın alınabilecek şeyle tutup Cehennem satın alma ahmaklığıdır.
Meselenin âhiret yönü elbette daha önemlidir; fakat orayı Allah'a havale ederek, biz dünyevî açıdan değerlendiriyoruz. Çünkü öncelikle ümmetin bu insanlar karşısında ümitlerinin kaybolmamasını, onlara karşı güvenlerinin sarsılmamasını istiyoruz. Elindeki çok kıymetli bir şeyi ucuza satın almak isteyenlere karşı uyanık davranan bir çocuk kadar olsun, ümmete olan hizmetini dünyevî yönde bozdurup harcamasını isteyen nefsine, şeytana veya buna teşvik eden insanlara karşı müslüman uyanık olmalıdır.
Müslüman olmayan kitleler dahi liderlerinde bu özellikleri aramaktadır. Toplumun kendisine teveccühünü kötüye kullananları daha sonra sırtından attığını göz önüne alırsak, mü'minlerin âlimlerine ve az çok isim yapmışlarına büyük yükümlülükler düşmektedir. Bunların başında sade bir yaşantı gelmektedir. Müslüman toplumun genelinin üstünde bir yaşantıya sahip olan kişiler, asla emniyet ve itimat telkin edemeyeceklerdir. Peygamberler bunun en muazzam örnekleriydi. Hatta Allah Teâlâ onlardan bahsederken “kendi içlerinden birisi” ifadesini kullanmıştır. Bu, kendileri gibi bir insan, tanıdıkları birisi vs. diye tefsir edilse bile asıl anlamı; kendilerinden ayrı bir hayat yaşamayan, kendi hayat standartlarında, içini dışını bildikleri ve her yönüyle kendilerinden olan birisi, anlamındadır. 1336
İslâm ve Basit Çıkar Gözetmek
Bir insanın imanında samimi olduğunun, yalnızca Allah'ın rızâsını gözettiğinin en büyük göstergesi, basit çıkarlar peşinde koşmaması, ihlâslı, yani hâlis olarak Allah'ın rızâsı için çalışmasıdır. Her nimetin Allah’tan geldiğini kavramış, yalnızca O’nun rızâsını hedefleyen, O’ndan isteyen ve O’ndan korkan bir mü’min, elbette basit ve küçük bazı hesapların peşinde koşmayacaktır. Dolayısıyla yaptığı
1335] 36/Yâsin, 21
1336] Mehmed Göktaş, Gençlerle Tevhid Dersleri, s. 58-60
- 204 -
KUR’AN KAVRAMLARI
işlerde çıkar gözetip gözetmemek, bir insanın doğrudan imanıyla ilgilidir. Allah’ı ve âhireti kavramış olan bir insan, elbette bunların yanında basit çıkar hesaplarına itibar etmeyecek ve Kur’an’n fedâkârlık emri gereği kendi bencil hırslarını tatmin etmek için uğraşmayacaktır. Buna karşın Allah’ı ve âhireti kavrayamamış bir insanın bu büyük gerçekleri göremeyip basit ve ufak menfaatler peşinde koşması doğaldır. Son derece küçük bir dünyaya, son derece dar bir kafa yapısına sahip olacağı için, sürekli olarak “sahtekâr tüccar” tavrı ortaya koyacaktır.
Kur'an, mü'minlerin üstlendikleri iman görevinden hiçbir çıkar ummamaları gerektiğini sık sık hatırlatır. Tüm peygamber kıssalarında da, peygamberlerin üstlendikleri tebliğ ve cihad görevinden dolayı hiçbir “ücret/çıkar“ aramadıkları haber verilir. Yapılan hizmet karşılığında makam ve mevki beklentisinde olmak, mü'minlere değil; inkârcılara yakışan bir tavırdır. Nitekim Kur'an, Hz. Mûsâ'ya karşı Firavun'a yardım eden sihirbazların bu tür bir tavır içinde olduğunu vurgulayarak bu konuya dikkat çeker: “Sihirbazlar Firavun’a gelip dediler ki: ‘Eğer biz galip olursak, herhalde bize karşılık (armağan) var, değil mi?’ ‘Evet’ dedi. ‘(O zaman) Siz en yakın kılınanlardan olacaksınız.”1337 Allah’ın rızâsını gözeten kişi, sürekli olarak O’na ibâdet halinde olur. Basit çıkarlardan geçtiği için, dünya hayatının süsü onu etkilemez. Nitekim Kur’an, mü’minlerle beraber olmayı ve dünya hayatının süsünü âhirete tercih etmemeyi emretmektedir: “Sabah akşam Rablerine, sırf O’nun rızâsını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının zînetini/süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini, bizi zikretmekten/anmaktan gâfil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.” 1338
Burada çok önemli bir nokta vardır: İnsan dine yaklaşırken, “bu yapının/cemaatin içinde nasıl bir çıkar elde ederim?” gibi sapkın bir mantıkla değil; “nasıl Allah’a hakkıyla ibâdet/kulluk edebilirim, O’na itaat edip rızâsını kazanabilirim?” mantığıyla düşünmeli ve hareket etmelidir. Aksi bir tavır samimiyetsizlik, münâfıklık ve yahudileşme özelliği olur. Münâfık ve yahudi karakterli kişiler, dinin ancak kendi çıkarlarına uygun yönlerini kabul etmekte, diğer hükümlerini reddetmektedirler. 1339
Mü’minin hedefi, Allah’ın rızâsı, rahmeti ve cennetidir. Bunun dışında küçük dünyevî çıkarlar aramaz. Bu nedenle Allah mü’minleri tarif ederken “gerçekten biz onları, katıksızca (âhiretteki asıl) yurdu düşünüp anan ihlâs sahipleri kıldık”1340 demektedir. Gerçekten de ihlâs, yani hâlis, katıksız bir şekilde Allah rızâsını aramak, mü’mini mü’min yapan en önemli özelliktir. “De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Rasûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez.” 1341
Mü’minlerin bu konuda yaptıkları yanlış hareket, Cuma suresinde şöyle uyarılır: “Onlar, bir ticâret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki:’Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticâretten daha yararlıdır.
1337] 7/A’râf, 113
1338] 18/Kehf, 28
1339] 24/Nûr, 47-49
1340] 38/Sâd, 46
1341] 9/Tevbe, 24
TİCÂRET
- 205 -
Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” 1342
Allah’ın Âyetlerini Satmak En Zararlı; Cihad ve İnfak da En Kârlı Bir Ticârettir
Kur’an’daki “ticâret” kavramından ve özellikle 2/Bakara, 16. ve 41. âyetinde geçen “alış-veriş” ve “satın alma” teriminden anlaşıldığına göre bu kavram, insanın işlediği iyilik ve kötülük sonuçlarına dayanan her türlü eylemini kapsamaktadır. Yani insanın tüm yaptığı işler, bir ticâret niteliğinde; özel ve genel yapısında kâr ve zarara elverişli birer eylemdir. İnsanın ortaya koyduğu her harekette, her sözde kâr-zarar söz konusudur. İnsan bazı eylemleriyle kendisini, hayatını, cenneti satın alabilir. İnsanın, canını ve malını fedâ ettiği durumlar da bu ticâret alanına girer. Çünkü bu durumlarda eylemler karşılıksız kalmaz. Karşılık, mü’minler için esas olarak âhirette verilecektir, ama bu veresiye satış da mü’mini psikolojik olarak daha dünyadayken bile rahatlatmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim, “ticâret” kavramını, bildiğimiz alış-veriş anlamında kullandığı gibi, aynı zamanda Allah’la yapılacak mânevî ticâret için de kullanır. Allah Teâlâ, zâten kendisinin verdiği, dilediği zaman dilediği şekilde alabileceği emâneti olan mal ve mülkü,1343 nefsi/canı Cennet karşılığında mü’min kullarından satın almak ister. Bu ticâret, hem insanın Allah’la ilişkisi yönüyle çok büyük şeref, hem de büyük bir ihsandır; çok kârlı bir ticârettir.
Kur’ân-ı Kerim, münâfıkların hidâyeti verip dalâlet satın almalarını kazançlı olmayan zararlı bir ticâret1344 olarak vurgular. Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını Cennet karşılığı satın almak ister. Bu alış-verişte, Cennet peşin olarak gözle görülür şekilde ve acele verilmediği düşüncesiyle insanın şüpheye düşmesi çok yanlıştır. Çünkü güvenilir bir tüccardan çok daha fazla Allah’a güvenilmelidir. O el-Mü’mindir, kendisine güvenilendir. Mü’min de O’na iman edip güvenendir. O’ndan daha çok sözünü yerine getiren kim olabilir? Allah’la yapılan bu alış-veriş, gerçekten büyük kazanç olduğu için bu ticâreti yapanlar sevinmelidir.1345 Sadece cihad meydanına atılıp canlarını Allah’a Cennet karşılığı satanlar değil; aynı zamanda Kur’an’ı okuyup namazı ikame edenler ve infak edenler de Allah’la alış-veriş yapmış sayıldıklarından, zarara uğramayacak bir ticâret umabilirler.1346 Dünyevî ticâret, İlâhî kurallara uyulduğu takdirde meşrûdur, insanın hayrına ve faydasınadır, ama esas kazançlı ticâret, âhirete yatırım yapmaktır. İnsanı acı bir azaptan kurtaracak ticâret çok daha önemli ve hayırlıdır. Bu ticâretin temel şartı, güçlü bir iman, malla ve canla Allah yolunda cihad etmektir. Bu sermâyeler hazırlanınca günahlar bağışlanacak, büyük kurtuluş gerçekleşecek ve Cennetlerde güzel köşkler ihsan edilecektir. 1347
İnsan, şükrettiği oranda kazançlı çıkacaktır. “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) arttıracağım”1348 diye vaad eden Rabbimiz, şükür ve her çeşit ibâdetin/
1342] 62/Cum’a, 11; Cavit Yalçın, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 123-129
1343] 3/Âl-i İmrân, 26
1344] 2/Bakara, 16
1345] 9/Tevbe, 111
1346] 35/Fâtır, 29
1347] 61/Saf, 10-12
1348] 14/İbrâhim, 7
- 206 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kulluğun hem dünyada ve hem de âhirette karşılığının verileceğini belirtir. Elbette kâmil bir mü’min, ibâdet ve tâatlerini bir karşılık, özellikle de dünyevî bir fayda için yapmaz; sadece Allah rızâsı için O’na itaat kasdıyla yapar. Ama insanı Allah’a yaklaştıran her ibâdetin esas karşılığı olarak ödüller âhirette verilecek olmasına rağmen, avans cinsinden dünyada da nice faydaları vardır. “...Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere...”1349; “Kim Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursa Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği, ummadığı yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter.” 1350
Bunun aksi de sözkonusudur. Yani, ibâdetten İlâhî kurallara uymaktan gâfil olanlara âhiretteki büyük cezâ yanında dünyada da sıkıntılar, huzursuzluklar verilir. “Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete/tatmîne erenlerdir. Bilin ki kalpler ancak Allah’ı zikretmekle, (O’na ibâdet etmekle) huzur bulur.”1351; “Kim de Beni zikredip anmaktan yüzçevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı (geçim sıkıntısı) olacak ve Biz onu, kıyâmet günü kör olarak haşredeceğiz.” 1352
Allah’a hakkıyla iman edip sâlih amel işleyen ve günlük işlerinde, ticâret ve her türlü alış-verişlerinde Allah’ın hudutlarına riâyet edenlere bereketler verilecektir, rızıkları arttırılacaktır. Bunun yanında sadece dünya kazancını düşünenler ise büyük mahrûmiyetlere de uğrayacaklardır. Bu konudaki Sünnetullah, gerçekten dikkat çekicidir: “Allah, (ibret için) bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını tattırdı.” 1353
“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde, O’nunla yapmış olduğunuz bu alış-verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.”1354; “Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticâreti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.” 1355
Böylece hayatın tamamı, tüm alanlarında ve tüm mücâdelelerinde ya Allah’la; ya da şeytanla bir alış-veriş eylemine dönüşür. İnsan ne yaparsa, ne verirse mutlaka onun bir karşılığı vardır. Eğer sonuçlar iyi, yararlı ise, alış-veriş kâr; değilse zarar getir. Münâfıkların, yahûdileşenlerin, Bel’amların, din tüccarlarının, dini gerçekten sömüren, dinin sırtından geçinen satılık kalem ve dillerin, ne tür bir ticâret yaptıklarını bu konular ışığında anlayabiliriz. Onlar, hem dünyada hem de âhirette kendilerini zarara sokacak bir şeyi satın almışlardır. Yaptıkları ticâret, kendilerine umdukları kârı sağlamayacaktır. “İşte onlar, hidâyete karşılık
1349] 73/Müzzemmil, 20
1350] 65/Talâk, 2-3
1351] 13/Ra’d, 28
1352] 20/Tâhâ, 124
1353] 16/Nahl, 112
1354] 9/Tevbe, 111
1355] 61/Saf, 10-12
TİCÂRET
- 207 -
dalâleti satın alanlardır. Ancak, onların bu ticâreti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.”1356 Din tüccarları, hidâyeti verdiler, karşılığında dalâleti satın aldılar. Cenneti verdiler; cehennemi satın aldılar. İzzeti verip zilleti satın aldılar. Sonunda her iki dünyada da zararlı çıktılar.
Allah’la alış-veriş yapan, çok kârlı ticâreti seçenlere ne mutlu!
“İslâm’a uyarak yapılan ticâret de, ibâdettir. Müslümanlar yaptıkları ticâreti, piyasa kurallarına göre değil; İslâm kurallarına göre yapmalıdır.”
“Ticârete devam edin. Çünkü rızkın onda dokuzu ticârettedir.” 1357
“Hâriçten yiyecek maddesi getirip onu günün râyicine göre satışa arzeden, tamamını tasadduk etmiş gibidir.” 1358
“Bir malı, kusurunu söylemeden satmak, hiç kimseye helâl olmaz. Malın bu kusurunu bilene de, onu söylememek helâl olmaz.” 1359
“Ticârette yalan yemin, malın sürümünü temin ederse de kazancın bereketini giderir.” 1360
“İbâdet gibi, ticâret de hile kabul etmez.” 1361
“Ticarî hayat, kapitalistlerin elinde olursa, İslâmiyet câmilere ve vicdanlara hapsedilmiş demektir.”
“Ticâret bazı pınarlar gibidir, yollarını değiştirmeye kalkarsanız kururlar.”
“Müşteriyi gözünden keşf eder tâcir olan”
“Üç şey sürekli kalmaz; ticâretsiz mal, tartışmasız bilgi, cezasız saltanat.” 1362
“Nerede yumuşak huylu insanlar varsa orada ticâret vardır; nerede ticâret varsa orada insanlar yumuşak huylu olurlar.”
“Ticâret, uçan kuşa ne kadar benzer!”
“Bir insan ticârette kaldıkça masrafları ma’kul, süsü ölçülü olmalıdır.”
“Ticâret, sermayeleri boş ümit olanlar için değildir.”
“Ticâret ahlâkının en kuvvetli yaptırımı, halk terbiyesidir.”
“Mal, ticâretsiz döllenmez.”
“Alış-verişi kolay olan, alacağında müsâmaha gösterip borcunu kolayca ödeyenlere Allah rahmet etsin.”1363
“Alıcı ile satıcı, doğru söyleyip birbirine nasihat ettikleri zaman, alış-verişleri bereketlenir. Malın kusurunu gizleyip yalan söyledikleri zaman, alış-verişlerinin
1356] 2/Bakara, 16
1357] Hadis rivâyeti
1358] Hadis rivâyeti
1359] Hadis rivâyeti
1360] Hadis rivâyeti
1361] Hz. Ali r.a
1362] Şeyh Sâdi
1363] Hadis rivâyeti
- 208 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bereketi kalkar.” 1364
“Satıcıya teslim olan kimseden, fazla para almak haramdır.” 1365
“Kim çalışıp kazanmazsa ekmek parası;
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası.”
“Hatâdır âhiretten beklemek dünyada her hayrı,
Öbür dünya bu dünyadan değil, hem hiç değil ayrı!”
“Çoluk-çocuğum için alış-veriş ettiğim yerde ölmeyi, başka bir yerde ölmeye tercih ederim.“ 1366
“Sakın oturduğunuz yerde, ‘Allah’ım, rızkımı ver!’ deyip durmayın. Biliyorsunuz ki, gökten ne altın yağar, ne de gümüş.”
“Çarşı ve pazarlar, Allah’ın sofralarıdır. Oralara giden, bu sofralardan faydalanır.”1367
“Günahların öyleleri var ki, onları ancak maîşet uğrunda çekilen mihnetler/zahmetler mahveder.” 1368
“Fakire balık vereceğimize, balık tutmayı öğretelim daha iyi.”
“Materyalistlerin putlaştırdığı para, esir alınıp İslâmiyet’in hizmetine sokulmalı.”
“Bir işi iyi bilen, bildiği işten kâr eden, kâr ettiği işe ortak alan, kâr dağıtan dünyanın en büyük şirketini kurar.”
“Zemzem anonim şirketi deyip kanalizasyonla uğraşmaktansa; yağmur anonim şirketi deyip millete rahmet olmak daha iyidir.”
“Harama teslim olanların dünyası, hatta âhireti nasıl cennet olabilir?”
“Müslüman olsun, gâvur olsun fark etmez, başarılı firma kuranların hepsi İslâm prensipleriyle başarılı olmuştur. Firma batıran müslümanlar da gâvur prensipleriyle batmıştır.”
“Sağlam mal yapan ve ürettiği şey kaliteli olanlar, İslâm’a uyuyor demektir. Çürük mal imal eden, baştan savma iş yapan müslüman da olsa İslâm’a uymuyor.”
“Almanlar, Japonlar gibi ecnebîler, en kötü adamı en iyi şekilde çalıştırırken, müslümanlar da en iyi adamı en kötü şekilde çalıştırmakla meşgul.”
“Siz aradığınız nizamı bulmaya değil, kurmaya geldiniz.”
“Artık ‘ekonomik köleler’ vardır; bunların da hayat hakkı, efendilerinin iznine bağlıdır.”
“Para ve sermaye! Bu tâbirçok önemlidir. Her para sermaye değildir, sermaye
1364] Hadis rivâyeti
1365] Hadis rivâyeti
1366] Hz. Ömer (r.a.)
1367] Hadis rivâyeti
1368] Hadis rivâyeti
TİCÂRET
- 209 -
ise her zaman paraya hâkimdir, bu sebeple paralı kimseler de paralanır.
“Fabrika bacaları artık minâreleşsin, / Minârelerin rûhu fabrikalara geçsin!
Bir yanda motor sesi, öte yanda tekbir, / Göreceksin dinecek; dertler, ağrılar bir bir.”
“Müslümanlar sermayesiyle değil; ortak ettiği, ücret ve prim verdiği insanların sayısıyla övünmelidir.”
“Nice müslüman Allah için doğru olmazken, yahûdiler para için doğru oluyorlar ya da doğru gözüküyorlar.”
“Bilmem ki parada, malda ve makamda müslümanca davranamayan insan neye yarar?”
“Eğri terazi tutan, kısa metre kullanan, yalan söyleyen, ihtikâr ve hile yapan tüccarın vicdanı ‘para’dır, ‘kara’dır.”
“Para istemem!’ diyenlerin para için kavga ettikleri çok görülmüştür.”
“Parayı putlaştırmak ne kadar ifratsa, parayla alâkasının olmadığını zannetmek de o kadar tefrittir.”
“Ağılda oğlak doğunca, derede otu biter.”
“Kazanmaktan alınacak en büyük ders, kazanabileceğimizi öğrenmektir.”
“Hiçbir şeye sahip değilseniz, hiçbir şey kaybetmezsiniz.”
“Şerefsiz bir kazanç için kaybetmeyi kabul et.”
“Mal kaybeden bir şey kaybetmiştir. Şerefini kaybeden çok şey kaybetmiştir. Cesâret ve inancını kaybeden ise her şeyini kaybetmiştir.”
“Gerektiğinden çok kazanç getiren bir iş, ziyan eden bir iş kadar çabuk batmaya mahkûmdur.”
“Kayıp, yerine konulunca artık hiçbir şey kaybedilmemiş demektir.”
“Birçok kişi yün bulmaya gider, kırpılmış döner.”
“Küçük kıvılcımlardan büyük yangınlar çıkar.”
“Yanlış yola sapmak zarar getirir, derecesi ise ancak sonunda anlaşılır.”
“Müjde o kimseye ki, İslâm hidâyetine ulaşmış, geçimi yetecek kadar verilmiş ve buna kanaat etmiştir.” 1369
“Her gün bir melek: ‘Ey Âdemoğlu, sana yetecek kadar az varlık, seni azdıracak çoktan hayırlıdır’ diye seslenir.” 1370
“Şüpheli şeylerden sakın, insanların en âbidi olursun. Kanaatkâr ol, insanların en çok şükredeni sayılırsın. Kendin için sevdiğini başkaları için de sev ki, mü’min olursun.”1371
1369] Hadis-i Şerif Rivâyeti
1370] Hadis-i Şerif Rivâyeti
1371] Hadis-i Şerif Rivâyeti
- 210 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Bir şey bütün bütün elde edilmezse, tümüyle de elden kaçırılmaz.”
“Kanaatten nasibi olmayanı dünya malı nasıl zengin eder?”
“Kanaat, tükenmeyen hazinedir.”
“Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse pâdişah olmadı.”
“Elün vârınan eyle kanaat / Şükür kıl itme devrândan şikâyet.”
“Bizi yalnız kanaatler mutlu eder.”
“Yeryüzünde ıstırapların çoğu, aza kanaat etmemekten doğar.”
“Dünya, âhiretin tarlasıdır.”1372
“Ebedî olan âhirete inandığı halde bütün mesâisini aldatıcı olan dünyalık için harcayanlara alabildiğine şaşarım.”
“Geçim kaynağı için çalışmasına veya ticâretine haram karıştıranlara şunu hatırlatmak gerekir: ‘Kendisine isyan ettiğin hallerde bile rızkını kesmeyen Allah Teâlâ, kendisine itaat ettiğinde mi rızkını vermeyip kesecek?”
“Önünüzde çok zor ve güç bir yokuş var. Ancak yükü hafif olanlar onu aşabilecektir.”
“Dünya derin bir denizdir. Çok kimse burada boğulmuştur. Bu deryada boğulmaktan kurtulmak için gemin takvâ, yatağın iman, yelkenin Allah’a tevekkül olsun ki, batmaktan kurtulabilesin. Yoksa kurtuluş zordur.”
“Dünyayı kendinize efendi edinmeyin ki, o da sizi kendisine köle etmesin. Servetinizi kaybolmayacak yerde toplayın.”
“Hasta adam, hastalığı sebebiyle yemeğin tadını alamadığı gibi, dünya malına meyleden de dünya sevgisi sebebiyle ibâdetlerin tadını alıp zevkine varamaz.”
“Dünya, bir cîfedir. Ondan bir şey isteyen, köpeklerle dalaşmaya dayanıklı olmalı.”1373
“Biz öyle kimselere yetiştik ki, onlara göre dünya, sahibine iâde edilmek üzere emanet edilmiş bir şey idi. Kolayca ve hafifçe âhirete göçmeleri de bundandı.”1374
“Dünyanın lezzetini, zevkini, saâdetini, rahatını isterseniz, meşrû dairedeki keyifle yetinin. O, keyfe kâfidir.”
“Şu dünya; imtihan meydanıdır ve hizmet yeridir; lezzet, ücret ve mükâfat yeri değildir.”
“Dünya, kâmil mü’minin kıymetsiz oyuncağı, gâfillerin değersiz salıncağıdır.”
“Dünya, ‘bir gün’ gibi çabucak geçecek, Kur’an’ın ‘yarın’ dediği gün uyanacak, ‘dünya’ için ‘dün ya!’ diyeceksin.”
“Dünya malı, sana oyuncak olarak verilmişken, oyuncak seni oynuyor!”
1372] Hadis-i Şerif Rivâyeti
1373] Hz. Ali
1374] Hasan-ı Basrî
TİCÂRET
- 211 -
“Bütün dünya bir oyun sahnesidir. Kadın erkek bütün insanlar da sadece oyuncular. Her birinin giriş ve çıkış zamanları vardır.”
“Kabrin arkası için çalışın. Hakiki saâdet ve lezzet oradadır.”
“Dünya bir tahteravallidir.”
“Kim dünyaya evlenme teklifinde bulunursa, dünya ondan mehir bedeli olarak, dinini ister.”
“Dünyanın karakteri, önce yaldızlı şeylerle aldatıp sonra helâk etmektir. O, kendini beğendirmek için süslenip püslenen, evlendikten sonra da kocasını öldüren bir kadına benzer.”
“Kişi bu dünyaya tenezzül etti mi, bala kapılmış sineğe döner.”
“Dünya malı çok olanın, aldanma dünyasına.
Dünya benim diyenin, gittik dün yasına.”
“Kısmetindir gezdiren yer yer seni, / Göğe çıksan, âkıbet yer yer seni.”
“Sen ister boynuna ip tak, diler cevherli kordon tak,
Bu dünyadan nasîbin en nihayet bir avuç toprak.”
“Bunca varlık var iken bitmez gönül darlığı.”
“Bazıları ‘dünyada mekân, âhirette iman’ der; ama doğrusu şöyle olmalı: ‘Dünyada sağlam iman, Âhirette cennet gibi mekân.”
“Dünya terzi dükkânı, ölçüyü veren gider.”
“Kim dünyaya mâlik olursa yorgun düşer, kim dünyayı severse ona kul olur, dünyanın azı yeter, çoğu da zengin yapmaz.”
“Âhirette mü’mini bekleyen nimetler, güzellikler yanında, dünya hayatı ne kadar güzel ve şâşaalı bile olsa, zindan gibi kalmaktadır.”
“Ey insan! Dünyaya kalıbınla sahip ol; fakat kalbini ve himmetini ondan ayır.” 1375
“Mü’min, dünyada, doktoru yanında olan bir hastaya benzer. Doktoru, ona faydalı olanı ve olmayanı bilir. Hasta kendisine zararlı bir şeyi isterse ona engel olur. Mü’minin hali de buna benzer. O, birçok şeyi arzu eder; ama imanı, ona zararlı olan şeylere mâni olur. Ölünceye kadar, bu böyle sürer gider.” 1376
“Müslümanlar arasında nerede ve ne zaman tartışma çıkarsa, bilin ki işin içinde servet, şöhret veya şehvet, yani para, makam veya kadın vardır. Ya bunlardan biri veya birkaçı. Kavganın sebebi bilindiğine göre tedâvisi kolaydır. Bize verilen her şeyin emânet olduğunu ve bunlarla sınava çekildiğimiz şuuru. Müslüman olduğumuzu hiçbir zaman unutmamak ve Allah’ın bize devamlı gördüğü şuurunda yaşamak.”
“Çarşıyı pazarı müslümanlaştırmadan, İslâm’ı çevreye hâkim kılmak mümkün
1375] Abdullah bin Ömer
1376] Selmân-ı Fârisî
- 212 -
KUR’AN KAVRAMLARI
değildir.”
“Müslüman ve para; bu ikisi, birbirini tamamladığı gün, süper güçler yer değiştirecek, gerçek süper güç hâkim olacaktır.”
“Paraya hâkim ol(a)mayan müslümanıın dünyası da, büyük ihtimalle âhireti de cehennem olacaktır.”
“İslâm’da ruhbanlık yoktur. Muâmelâtı tatbik etmek farzdır. Bu öyle bir farzdır ki, müslümanların çoğunun haberi bile yoktur. Bilinmeyen günahlara tevbe edilmediği için, en büyük günahlar da bunlardır.”
“Bir müslümanın yediği, içtiği, giydiği haram olursa, onun ibâdeti ve duâsı nasıl kabul olur?”
“Her işini para ile görüp paraya düşman olan müslümanlar; konforlu hayat yaşayıp ‘dünya sevgisi hataların başıdır’ diyenler; sermâye biriktirip bankayla iş görüp kapitalizme düşman olanlar; kapitalistler gibi yaşayıp sosyalizmin gelmesini istemeyenler tezat içindedir.”
“Hapse girmemek için T.C. kanunlarına gösterilen gayret kadar, Cehenneme girmemek için Allah’ın kanunlarına uyulsa, dünyamız da, âhiretimiz de cennete dönüşecektir. Üniversite sınavına hazırlanan bir genç kadar âhirette Cennet kazanmak için dünya imtihanına özen göstersek Cennetin bütün kapıları bize açılır. Dünya huzuru da avans olur.”
“Helâl-haram gözetmeden para kazanan ehl-i dünyadır, laiktir, kapitalisttir. Haramdan kaçan, helâl kazanç sağlayan ise ehl-i diyânettir, mü’mindir, mübârektir. Karun gibi, Firavun gibi, yahûdiler gibi zengin olmak, dini satıp dünyayı da mezara kadar sırtlamaktır. Her yolcu, bir şeyler götürür. Âhirete giden de sevaptan, günahtan başka bir şey götüremez.”
“Kedi, karnını doyurdumu, sıcak bir yer buldumu, başka şeye gerek duymaz, kürküne sarılır ve yan gelip yatar. İnsana en iyi elbiseler giydirsek, karnını doyursak, cebini de doldursak, kaloriferli köşkte bile rahat etmeyebilir. Çünkü beyin midesi İslâmî ilimler, kalp midesi ise iman ve ibâdet ister, bunlar olmadan da tam bir huzur bulamaz. Beynini bilginin çöplüğüne, kalbini seks panayırına çevirenler, her türlü imkân içinde huzursuz olup, bunalıma düşebilir. İşin bir de âhiret cephesi var. Dünya âhiretin tarlası olduğuna göre, burada ne ekersen orada onu biçeceksin.”
TİCÂRET
- 213 -
Ticâret Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- “Ticâret” Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 9 Yerde): 2/Bakara, 16, 282; 4/Nisâ, 29; 9/Tevbe, 24; 24/Nûr, 37; 35/Fâtır, 29; 61/Saff, 10; 62/Cum’a, 11, 11; 2/Bakara, 9, 44, 48, 48, 54, 54, 57.
B- Alış-Veriş Anlamındaki “Bey’ “ ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerîmeler (Toplam 14 Yerde): 2/Bakara, 254, 275, 275, 282; 9/Tevbe, 111, 111; 14/İbrâhim, 31, 37; 48/Fetih, 10, 10, 18; 60/Mümtehıne, 12, 12; 62/Cum’a, 9.
C- Satın Almak Anlamındaki “Şerâ” Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerîmeler (Toplam 25 Yerde): 2/Bakara, 16, 41, 79, 86, 90, 102, 102, 174, 175, 207; 3/Âl-i İmrân, 77, 177, 187, 187, 199; 4/Nisâ, 44, 74; 5/Mâide, 44, 106; 9/Tevbe, 9, 111; 12/Yûsuf, 20, 21; 16/Nahl, 95; 31/Lokman, 6.
D- Allah’ın Âyetlerini Ucuz Para Karşılığında Satmak Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler: 2/Bakara, 41, 174-176; 3/Âl-i İmran, 199; 5/Mâide, 44; 6/En’am, 90; 7/A’râf, 169, 175-176; 9/Tevbe, 34; 10/Yûnus, 72: 11/Hûd, 29, 50-51, 88; 12/Yûsuf, 104; 25/Furkan, 57; 26/Şuarâ, 109, 110, 127, 145, 164, 180; 34/Sebe’, 47; 36/Yâsin, 21; 38/Sâd, 86; 42/Şûrâ, 23; 52/Tûr, 40; 68/Kalem, 46.
Ticâret Konusuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 1, s. 103-108
2. Günlük Hayatımızda Helâller Haramlar, Hayreddin Karaman,
3. Günümüzün Meseleleri, Faiz – Ticâret, İsmail Mutlu, Yeni Asya Gaz. Neş.
4. Ticâret Dünyası ve Sosyo-Ekonomik İlişkiler, S. Sırrı Şenuslu, Nehir Y.
5. İslâm’da Ticâret Prensipleri, M. Cevat Akşit, Gâye Vakfı, İst. 2001
6. İslâm’da Ticâret Hukuku, Abdülkerim Polat, Sabah Gaz. Kültür Y. İst. 1977
1. Delilleriyle Ticâret ve İktisat İlmihali, Hamdi Döndüren, Erkam Y.
7. Ticâret Bilgisi, Heyet, Tutibay Y.
8. Ticâret Dünyasında Başarının Sırları, Marc H. Mc Cormack, İnkılâp Kit. Y.
9. Ticâret Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitabevi Y.
10. Ticarî Terimler Sözlüğü, Heyet, İGEME Y.
11. Ticâret Hukukunun Temel Kavramları, Sami Karahan, Mimozo Bas. Yay.
12. Ticari Hayat, Ömer Öngüt, Hakikat Neşriyat
13. Ticâret Hukuku, Oğuz İmregün, Anadolu Üniv. Açık Öğr. Fak. Y.
14. İslâm’da Tüketici Hakları, Hüseyin Arslan, T. Diyanet Vakfı Y. Ank. 1994
15. Alış-Verişte Vâde Farkı ve Kâr Haddi, Hayreddin Karaman, İlmî Neşriyat
16. İslâm’da Mal ve İdare, Hasan Tahsin Feyizli, Kültür Bas. Yay. Birliği
17. İslâm Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, Fahri Demir, D.İ.B. Y.
18. İslâm İcra ve İflas Hukuku, Fahrettin Attar, Marm. Üniv. İlâhiyat Fak. Vakfı Y.
19. Alış-veriş: Hamdi Döndüren, Akif Köten, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 1, s. 103-108
20. Zenginlere ve Zengin Olmak İsteyenlere, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. İst. 1993
21. Fakirler ve Zenginler vehbi Karakaş, Timaş Y. İst. 1993
22. Zenginler, Yoksullar ve Robotlar, Deniz Can Saner, Birleşim Y. İst. 1993
23. Neden Bu Kadar Fakirler, Abdullah Arslan, Akademi Y. İst. 1989
24. Hayatın Pahalılanmasını Nasıl Engelleyebiliriz? Birlik Y. Ank. 1979
25. Niçin Yoksuluz? Birlik Yayıncılık, Ank.
26. Ulusların Yeni Zenginliği, Guy Sorman, Afa Y.
27. TDV İslâm Ansiklopedisi, T.D.V. Y. Fakir: Osman Eskicioğlu, c. 12, s. 129-131; Fakr: Süleyman Uludağ, c. 12, s. 132-134; İsraf: Cengiz Kallek, c. 23, s. 179-180; Kanaat: Mustafa Çağrıcı, c. 24, s. 289-290
28. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. Fakirlik: Hamdi Döndüren, c. 2, s. 141-143 el-Ğanî: M. Sait Şimşek, c. 2, s. 212-213; (Kanaat: Zübeyir Tekkeşin) c. 3, s. 297-298; Tevekkül c. 6, s. 211; Zenginlik: Arif Köten, c. 6, s. 448 ?Miskin, Zühd? İsraf?, Müsrif? Cimrilik? Cömertlik? Mal?
29. İslâm Nizamı, A. Rıza Demircan, Eymen Y. c. 3, s. 131-163
30. Delilleriyle Ticâret ve İktisat İlmihali, Hamdi Döndüren, Erkam Y.
31. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. İst. 2000, Kanaat: 333-336, Mal: 381-382
- 214 -
KUR’AN KAVRAMLARI
32. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. Fakr: c. 6, s. 150-162 Kanaat:
33. İslâm’ın İktisadî Görüşü, Sabahaddin Zaim, Yeni Asya Y. İst. 1981
34. İslâm ve Ekonomik Hayat, Ahmet Tabakoğlu, D.İ.B. Y. İst. 1987
35. İslâm’a Göre Banka ve Sigorta, Hayreddin Karaman, Nesil Y. 3. Bs. İst. 1992
36. İslâm’da Para, Ahmed el-Hasenî, Çev. Âdem Esen, İz Y. İst. 1996
37. İdeal Ekonomik Politikası, Abdurrahman Maliki, Ta-ha Y.
38. Müslüman ve Para, Hekimoğlu İsmail, Timaş Y. 7. bs. İst. 1996
39. Para, Faiz ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1987
40. İktisat Penceresinden İslâm, Ferit Yücel, Şahsi Y. İst. 1979
41. Herkes İçin Ekonomi, George Soule, Gerson Antell, Çev. Nejat Muallimoğlu, Avcıol Basım Yayın
42. İnfak (Allah Yolunda Harcama) veysel Özcan, Mirfak Y.
43. Çalışma Hayatı ve İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Neşriyat, İst. 1992
44. İslâm’da İşçi-İşveren Münâsebetleri, Hayreddin Karaman, Marifet Y.İst. 1981
45. İslâm Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, Fahri Demir, D.İ.B. Y. Ank. 1988
46. Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, Hamdi Döndüren, İklim Y. İst. 1988
47. İktisat, Siyaset ve Din, Mustafa Özel, Yeni Şafak, İst. 1995
48. Amerikan Yüzyılının Sonu, Mustafa Özel, İz Y. İst. 1993
49. Aksiyon, Ahlâk, Ekonomi, Zübeyir Yetik, Çığır Y. İst. 1975
50. Ekonomi Bir Din midir, Zübeyir Yetik, Beyan Y. İst. 1991
51. Sınıfsız Dünya, Saadettin Elibol, Dergâh Y. İst. 1978
52. Gazâlî’nin İktisat Felsefesi, Sabri Orman, İnsan Y. İst. 1984
53. Alış-verişte Vâde Farkı ve Kâr Haddi, Heyet, İlmî Neşriyat
54. İktisadî Kalkınma ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat
55. Türkiye’de Zekât Potansiyeli, Heyet, İlmî Neşriyat
56. İşçi İşveren Münasebetleri, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1990
57. Toplumların Çöküşünde Rüşvet, Seyyid Hüseyin el-Attas, Çev. Cevdet Cerit, Pınar Y. İst. 1988
58. Sosyal Siyaset Açısından İslâm’da Ücret, Âdem Esen, T. Diyanet Vakfı Y. 2. Bs. Ank. 1995
59. Ekonomik Adâletin Temelleri, Muhammed Nuveyhi, Beyan Y. 2. Bs. İst. 1984
60. Tüketim Köleliği, Ivan İllich, Çev. Mesut Karaşahan, Pınar Y. İst. 1990
61. Küreselleşen Dünyada Özgür Birey, Zengin Toplum, Mehmet Traş, Birey Y. İst. 2003
62. Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar, Ali Gevgilili, Bağlam Y. İst. 2. Bsk, 1989
63. Ana Hatlarıyla İslâm Ekonomisi, Servet Armağan, Timaş Y.
64. Çağdaş Ekonomik Doktrinler ve İslâm, İ. M. İsmail, Boğaziçi Y.
65. Çalışma Hayatı ve İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Y.
66. Ekonomiye Değinmeler, Zübeyir Yetik, Akabe Y.
67. El-Hisbe, İbn Teymiyye, İnsan Y.
68. Hz. Muhammed’in Getirdiği Ekonomik Düzen, Sadık Yılma, Yeni Ufuklar Neşriyat
69. Hz. Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa, Cengiz Kellek, Bilim ve Sanat Vakfı Y.
70. Hz. Ömer Döneminde Ekonomik Yapı, İrfan Mahmud Rânâ, Bir Y.
71. İktisat Bilinci, Hekimoğlu İsmail, Denge Y. İst. 1996
72. İktisat, Kâzım Güleçyüz, Nesil Basım Yayın
73. İktisat Risaleleri, Mustafa Özel, İz Y.
74. İslâm Devlet Bütçesi, Celâl Yeniçeri, Şamil Y.
75. İslâm Ekonomi Sistemi, Muhammed Bakır Sadr, Rehber Y.
76. İslâm Ekonomisi Sistemi, M. Ömer Çapra, Fikir Y.
77. İslâm Ekonomi Düşüncesi, Sıddıkî, Bir Y.
78. İslâm Ekonomi Toplumunun Kuruluşu, Muhammed Abdülmennan, Fikir Y.
79. İslâm Ekonomisi (Teori ve Pratik), M. A. Mannan, Fikir Y.
TİCÂRET
- 215 -
80. İslâm Ekonomisi ve Sosyal Güvenlik Sistemi, Faruk Yılmaz, Marifet Y.
81. İslâm Ekonomisinde Finansman Meseleleri, Heyet, Ensar Neşriyat
82. İslâm Ekonomisinde Gelir ve Sermaye, M. Sabri Erdoğdu, Sebil Y.
83. İslâm Ekonomisinde Tasarruf ve Ekonomik Gelişme, M. Sabri Erdoğdu, Sebil Y./Marm. Ü. İl. FkV.Y.
84. İslâm Ekonomisinin Temel Meseleleri, M. Ekrem Han, Kayıhan Y.
85. İslâm İktisadında Helâl Kazanç, İmam Muhammed Şeybani, Seha Neşriyat
86. İslâm İktisadının Esasları, Celâl Yeniçeri, Şamil Y.
87. İslâm İktisat ve Metodolojisi, Yusuf Mısri, Birleşik Yayıncılık İst.
88. İslâm İktisat Tarihine Giriş, Abdulaziz Durî, Endülüs Y. İst. 1991
89. İslâm’da İktisadî Nizamı, Ömer Çapra, Çev. Hulûsi Yavuz, Sebil Y.
90. İslâm Şirketler Hukuku (Emek-Sermaye Şirketi), Osman Şekerci, Marifet Y.
91. İslâm ve Çağdaş Ekonomik Konular, M. A. Mannan, Fikir Y. İst. 1984
92. İslâm ve Çağdaş Ekonomik Doktrinler, Muhammed İsmail, çev. Cemal Karaağaçlı, Serda, Yeni Neşr.
93. İslâm Ekonomisinin Strüktürü, Sezai Karakoç, Diriliş Y.
94. İslâm’da Ekonomik ve Sosyal Düşüncenin Çağdaş Görünümü, Heyet, Düşünce Y. İst. 1978
95. İslâm Devletinde Malî Yapı, S. A. Sıddıkî, Çev. Rasim Özdenören, Fikir Y. 2. bs. İst. 1980
96. İslâm ve Ekonomik Hayat, Ahmet Tabakoğlu, D.İ.B. Y.
97. İslâm ve İktisadi Ekoller, M. Bakır es-Sadr, Akademi Y. İst. 1991
98. İslâm ve Mülkiyet, Mahmud Talegani, Yöneliş Y.
99. İslâm’da Tüketici Hakları, Hüseyin Arslan, T. Diyanet Vakfı Y.
100. İslâmî Yaklaşımlar, Hamdi Döndüren, Kültür Basın Yay. Birliği
101. İslâmî Açıdan Borsa, Heyet, Ensar Neşriyat
102. İslâmî İktisadın Felsefesi, Murtaza Mutahhari, İnsan Y.
103. İslâm İktisadında Narh, Davut Aydüz, Işık Y. x
104. İslâm’da İktisat Anlayışımız, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y. 2. bs. Malatya, 1994
105. Çağdaş İktisadi Sistemleri, Beşir Hamitoğulları, Savaş Y.
106. Adil Ekonomik Düzen, Necmettin Erbakan, Ank. 1991
107. Modern İktisat ve İslâm, Sabahaddin Zaim, MTTB Basın-Yayın Md. Neşr. 3. bsk. İst. 1969
108. Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Yahya S. Tezel, Tarif Vakfı Yurt Y.
109. Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y.
110. Türkiye’de Özel Finans Kurumları ve İslâm Bankacılığı, İsmail Özsoy, Timaş Y. İst. 1987
111. Türkiye’de Ekonomik Güçlükler ve Çözüm Yolları, Emin Çarıkçı, Adım Y.
112. Türkiye’de Enflasyonla Mücâdele, Tuncay Artun, Tekin Y.
113. Türkiye’de Özelleştirme, Cevat Karataş, Ziya Öniş, Yeni Yüzyıl Kitaplığı Y.
114. Darbelerin Ekonomisi, Mehmet Altan, Afa Y. İst. 1990
115. Yabancı Sermaye, Komisyon, TÜGİAD Y.
116. Toplum Suskun, Sermaye Serbest, Heyet, Bireşim Y.
117. Ekonomi ve Ahlâk, N. Haydar Nakvî, İnsan Y. İst. 1985
118. Tüketim Virüsü, Mustafa Karaalioğlu, Yeni Şafak Y. İst. 1995
119. Ekonomik Çözüm, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y. İst. 1991
120. Risk Sermayesi, Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, Murat Çizakça, İlmî Neşriyat
121. Türkiye’de Zekât Potansiyeli, Heyet, İlmî Neşriyat
122. Reklâm Dünyasının İçyüzü, Jim Ring, Milliyet Gazetesi Y.
123. Reklâm Bize Sırıtan Bir Leştir, Oliviero Toscani, Milliyet Gazetesi Y.
124. Parasal Bunalımlar ve Uluslar arası Reform, İsmail Şengün, T. Ekonomi Kurumu Y.
125. Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y.
126. Bireysel Yatırım Araçları, Mehmet Çavaş, İletişim Y.
127. Tarikat Sermayesinin Yükselişi, Faik Bulut, Öteki Y.
- 216 -
KUR’AN KAVRAMLARI
128. Faiz, Ebu’l-A’lâ Mevdûdî, Çev. M. Hasan Beşer, Hilâl Y. İst. 1966
129. Faiz, Seyyid Kutup, Çev. Cafer Tayyar, İslâmoğlu Y.
130. Faiz, Mehmet Zahid Kotku, Seha Neşriyat
131. Faiz ve Problemleri, İsmail Özsoy, Nil A.Ş. Y.
132. Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, Cihangir Akın, Kayıhan Y.
133. Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli, Heyet, İlmî Neşriyat İSAV, İst. 1987
134. Türkiye’de Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Sistemleri, Mustafa Uçar, Fey Vakfı Y.
135. Faiz Politikalarının Enflasyon Üzerindeki Etkileri ve Türkiye, Muhammed Akdiş, Yimder Y.
136. İslâm’da Faiz Meselesine Yeni Bir Bakış, Süleyman Uludağ, Dergâh Y. İst. 1988
137. Alternatif Faizsiz Banka, Süleyman Karagülle, İz Y. İst. 1991
138. Teşvik Kredileri ve Faiz, Ali Özek, İlmî Neşriyat
139. Tefsîr-i Âyeti’r Ribâ, Seyyid Kutup, İslâmoğlu Y.
140. İslâm’a Göre Faizsiz Banka, Kalkınma ve Sigorta, M. Ahmet Zerkâ, Kalem Y.
141. Türkiye’de Faiz Politikaları, Adnan Büyükdeniz, Bilim ve Sanat Vakfı Y.
142. Türkiye’de Serbest Faiz Politikası, Tuncay Artun, Tekin Y.
143. Para, Faiz ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1987
144. Para, John Kenneth Galbraith, Altın Kit. Y.
145. Para Bulma ve Yatırım, Ali Sait Yüksel, Beta Basım Yayım
146. Para ve Banka, Halil Dirimtekin, Anad. Üniv. A. Öğr. Fak. Y.
147. Finansal Kurumlar ve Piyasalar, Mustafa Çıkrıkçı, Derya Kitabevi Y.
148. Finsal Kurumlar, Güven Sevil, Anad. Üniv. A. Öğr. Fak. Y.
149. Finansal Teknikler, Ali Ceylan, Ekin Kit. Y.
150. Finansal Yönetim, Niyazi Berk, Türkmen Kitabevi Y.
151. Dünyada ve Türkiye’de Yatırım Fonları, Gürman Tevfik, T. İş Bankası Y.
152. 100 Soruda Para ve Para Politikası, Sadun Aren, Gerçek Y.
153. Akdeniz Dünyasında Para, Fiyatlar ve Medeniyet, Carlo M. Cipollo, Bağlam Y.
154. Kriz Ekonomisi, M. İlker Parasız, Ezgi Kitabevi Y.
155. Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar, S. Rıdvan Karluk, Tütünbank Y.
156. Dünya Ekonomisi ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler, Tuba Ongun, Evrim Y.
157. Döviz Ekonomisi, Emin Ertürk, Der Y.
158. Altın, Nedim Şener, Dünya Y.
159. Altın, İstanbul Altın Borsası ve Dünyadaki Örnekler, Nedim Şener, Dünya Y.
160. Sınıf Açısından Azgelişmişlik, Yves Lacoste, Göçebe Y.
161. Tek Pazardan Ekonomik ve Parasal Birliğe Avrupa Birliğinin Yetkileri, Komisyoın, İKV Y.
162. Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu Ortaklığı (Anlaşmalar), Tevfik Saraçoğlu, Akbank Y.
163. Borç Tuzağı ve Ekonomik Sömürü Odakları, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y.
164. Borçlar Hukuku, Safa Reisoğlu, Beta Basım Yayın
165. Borçlar Hukuku (Özel Borç İlişkileri) 1-2, Haluk Tandoğan, Evrim Y.
166. Borçlar Kanunu, Esat Şener, Seçkin Y.
167. Bozuk Düzenin Terazisi ve Şuayb (a.s.), Cengiz Duman, Haksöz 37, Nisan 94

Okunma 1338 kez
Bu kategorideki diğerleri: « TEVRÂT