بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله
ŞEFÂAT
- 397 -
Kavram no 164
İman 29
Bk. Allah; Âhiret; Hz. Muhammed (s.a.s.)
ŞEFÂAT
• Şefâat Kelimesinin Anlamı
• Şefâatin Mâhiyeti
• Dünyevî Şefaat
• Kur’an’da Şefaat
• Şefaat Kavramının Yozlaştırılması
• Şefaat yok diyenlerin gerekçeleri
“İleride gelecek bir günden korkun ki, o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç kimseden şefaat kabul olunmaz ve fidye (bedel) de alınmaz. Onlara asla yardım yapılmaz.“ 1557
Şefâat Kelimesinin Anlamı
“Şefâat“in aslı “şef'“ kelimesidir. Bunun anlamı da bir şeyi benzeri olan şeye eklemek, yan yana getirmektir. Şef' kelimesinden türeyen şefâat ise, sözlükte, bir kimsenin bağışlanmasını istemek, başkası adına yardım istemek, dua etmek, rica etmek demektir. Şefâat, bir mü'minin günahlarının bağışlanması için Allah'a dua edip yalvarmaktır. Bir başka deyişle, bir kimsenin yardım etmek veya yardım dilemek gayesiyle, bir başka kişiye nisbet edilmesi, onunla birlikte anılmasıdır. Daha çok yüksek makamdan aşağı makama doğru bir kullanılışı ifade eder. Şefâat edene Şâfi' veya Şefî'; şefaat edilene meşfû' (şefaat bekleyen) denilir. “Şefâat“in çoğulu şüfeâ' olarak gelir.
Şefaat, kişinin yardım edeceği, kendisi için istekte bulunacağı kimsenin yanında yer alması ve onu tek bırakmamasıdır. Şefaat kavramı en çok saygı ve rütbe yönünden yüksek olanın kendisinden daha aşağı birinin yanında yer alıp yardımıyla onu yalnız başına bırakmamasında kullanılır. 1558
Âlimler, şefaatin tesirinin, azabı hak etmiş kimselerden, azabı düşürme şeklinde olduğunu belirtirler. Bu şefaat, ya mahşer meydanında onlara yapılır da cehenneme hiç girmezler veya onlar cehenneme girdikleri zaman onlara şefaat olunur ve böylece cehennemden çıkarılır, cennete girdirilirler. Âhiretteki şefaat, Rasûlullah’ın Rabbine yapacağı duâ ve Allah’ın bu duâyı kabul etmesidir.
Şefâat, aynı zamanda aracı olmak, yardım etmek, öncülük yapmak gibi anlamlara da gelir. Nitekim Kur’an’da bu mânâda da kullanılmaktadır: “Kim güzel bir şefâatte bulunursa (güzel bir şeye aracı olursa), ondan kendisine bir hisse vardır. Kim de kötü bir şefâatte bulunursa (kötü bir işe aracılık) yaparsa, ondan da kendisine bir pay
1557] 2/Bakara, 48
1558] Râğıb el-Isfahanî, El-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, s. 263
- 398 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vardır. Alllah (c.c.) her şeyin üzerinde koruyucudur.“1559 Burada ‘şefâat’ olarak ifade edilen aracı olmayı, Peygamberimiz, “Kim güzel bir sünnet (âdet, tavır, çığır) başlatırsa, onunla amel edildiği müddetçe ilk yapana ecir (sevap) yazılır. Buna karşı o sünneti yapanların sevaplarında bir eksiklik olmaz...“1560 diye ortaya koymuştur.
Buradaki şefaat; hayır olsun, şer olsun, insanların bir yola girmesini sağlamak, onların o yola girmesine aracı olmaktır. ‘Hasene olan şefaat’, insanların iyiliği için, onların faydasına uğraşmak, onlardan zararı uzaklaştırmaya gayret göstermek, kötülükleri önlemeye çalışmaktır. Ebû Mûsâ (r.a.) anlatıyor: Peygamber (s.a.s.), bir ihtiyacının giderilmesini isteyen birisi gelince arkadaşlarına döner ve “Şefâat edin, ecir kazanın. Allah da Rasûlünün diliyle dilediğine hükmetsin“ derdi. 1561
“Seyyie olan şefâat“ ise, insanların kötü yollara gitmesi için çalışmak, onların kötülüğü ve sapıtması için çaba harcamak, onların zararı için gayret etmektir. İnsanların kötü yollara sapması için sebep hazırlamak, yardımcı olmaktır. Şüphesiz ki bu şekilde, iyi veya kötü olarak ‘şefâat’ etmek, insanlara yardımcı olmak karşılıksız değildir, herkes yaptığının karşılığını alır.
Şefâatin Mâhiyeti
Şefaati yardım etmek, birinin zarardan kurtulması için dua etmek, iyi bir şeye öncülük mânâsıyla alırsak, mü’minlerin ve salih insanların diğer kimseler hakkındaki dualarını, şehidlerin ve çocukların yakınlarına dua etmelerini, peygamberlerin ümmetleri için yalvarmalarını bu şefaat kapsamı içerisinde düşünebiliriz.
Şefaati, bir kimseyi azaptan kurtarmak için Allah’a aracı olmak şeklinde düşünürsek; bu, olmayacak bir şeydir. Hiç kimsenin bir başkasını azaptan kurtarmaya yetkisi olmadığı gibi gücü de yoktur. Birçok hadis-i şerifte geçtiği gibi Peygamberimiz (s.a.s.) mü’minlerin günahlarının bağışlanması için Allah’a dua etmiştir ve Ahirette yine dua edecektir.1562 Yani Peygamberimiz bütün ümmete ve bize dünyada iken şefaat etmiştir. Şefaat, elbette onu hak edenler içindir.
İnkâr edenler, dünyada iken kendilerine gelen elçileri ve onların haber verdiği Âhireti kabul etmiyorlardı. O elçileri alaya alıyorlar, Rablerine isyan ediyorlar ya da Allah’tan başka ilâhlar ediniyorlardı. Bu nedenle onların orada yardımcıları ve bir şefaat edicileri yoktur. Onları azaptan kurtaracak ya da cezalarını hafifletecek bir velileri de olmayacaktır.
Şefâat, bir yönüyle de yardımdır; Bir kimseye faydalı olmak, ona iyiliğin gelmesine aracı olmak, bir kötülüğün ondan uzaklaşmasına yardımcı olmaktır. Bu şefâat çeşitli şekillerde olabilir. Nitekim Peygamberlerin tebliği, insanları Hakka dâveti bir şefaat olduğu gibi onların, ümmetleri için dua edip affedilmelerini istemeleri de bir şefâattir. 1563
Dünyevî Şefaat
“Kim güzel bir şefaatle şefaatte bulunursa (iyi bir işe aracılık ederse) ondan kendisine
1559] 4/Nisâ, 85
1560] Müslim, Zekât 69, Hadis no: 1017, 2/705 ve 4/2059; İbn Mâce, Mukaddime 14, Hadis no: 207, 1/75
1561] Müslim, Birr 145, Hadis no: 2627, 4/2026; Ebû Dâvud, Edeb Hadis no: 5131, 4/334; Buhârî Edeb 37, 8/14; Tirmizî, İlim 14, Hadis no: 2672, 5/42; Nesâî, Zekât 65, 5/58
1562] Müslim, Cenâiz 102-103, Hadis no: 974
1563] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 607
ŞEFÂAT
- 399 -
bir hisse (sevap) vardır. Kim de kötü bir şefaatle şefaatte bulunursa (kötü bir işe aracılık ederse) ondan kendisine (günah olarak) bir pay vardır.“ 1564
Bu âyetteki şefaat, güzel veya kötü bir işte aracılık yapma anlamında kullanılmıştır. Allah, yapılan amellerin mutlaka bir karşılığının olduğunu, herhangi bir şeyde öncülük etmenin, o şeyde yol göstermenin de bir karşılığının bulunduğunu, bu sebeple toplumda kötülüğün yaygınlaştırılmasına değil; iyiliklerin, güzelliklerin yaygınlaştırılmasına aracılık etmek gerektiğini bildirmiştir. Dünyada iyi veya kötü bir işe aracı olmak, yardım etmek, öncülük yapmak, vesile olmak, çığır açmak “şefaat“ veya “sünnet“ kavramı içinde değerlendirilir. Şefaat-i hasene, iman edip Allah'ın ve kullarının haklarına riâyetle beraber, mü'minlerin iyiliği için uğraşmak, onları kötülüklerden ve zararlardan korumaya çalışmaktır.
Şefaat-i seyyie, mü'minlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve kötü çığırlar açmaktır. Hangi hususta olursa olsun, insanlara menfaat sağlayıp zarara uğramalarını engelleme yolunda sırf Allah rızâsı için şefaatte bulunana dünyada ve âhirette bundan nasib ve ecir vardır. Kötülüğe ve zararlara sebep olanın da bu şefaat-i seyyienin vebal ve günahından nasibi vardır. “İyilik ve takvâ (Allah’ın yasaklarından sakınma) üzerinde yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.“ 1565
Rasûlullah, dünyevî işlerde şefaatte bulunmayı tavsiye ve teşvik eder. Bir başkasının hukukunu zâyi etmeye sebep olmayan ve hadlerle ilgisi bulunmayan her çeşit konuda şefaat teşvik edilmiştir. “Şefâat edin, ecir kazanın. Allah da Rasûlünün diliyle dilediğine hükmetsin.“ 1566
Allah'ın, kullarından faziletli birisinin diğer bir mü'min için hayır isteğine icabet ederek bundan bir zararı gidermesi yahut onun günahlarını affetmesi, insanlara sonsuz nimet ve lütuflarının bir kısmıdır. Mü'minin, mü'min kardeşinin günahlarının affı için duası Allah katında ona şefaati türündendir. Allah katında hayırlı bir kulun bu duası ister dünyada iken sağ olan mü'min için olsun, ister ölmüş mü'min için olsun aynıdır. Dünyada iken Hz. Peygamber’in (s.a.s.) mü'minlere duası, onlara bir çeşit şefaatidir. O daha bu dünyada hayatta iken mü'minlere dua ederek şefaatte bulunmuştur. Nitekim Hz. Âişe’nin (r.anhâ) naklettiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) çok defa geceleri yatağından kalkar, mü'min ölülere Allah'tan mağfiret istemek için Bâkiu'l-Ğarkad mezarlığına giderdi. 1567
Kur’an’da Şefaat
Kur'an'da şefaat kelimesi 30 yerde geçer. Bu âyetlerin bir kısmı, genel olarak şefaatin geçersizliği, kabul edilmeyeceği ile ilgilidir. Bu âyetleri, Kur'an bütünlüğünde değerlendirdiğimizde, bu kabul edilmeyen şefaat, âhirette kâfirler için fayda vermeyen şefaattir. Yine bu şefaatin, Allah'ın izin vermediği durumlarla ilgili olduğu görülür. Çünkü Kur'an'ın şefaatle ilgili olarak vurgu yaptığı önemli bir konu, şefaatin tümüyle Allah'a ait olduğu, O izin vermedikçe kimsenin şefaat edemeyeceğidir. Allah’ın dilediği ve râzı olduğu kişilere karşı, râzı olduğu
1564] 4/Nisâ, 85
1565] 5/Mâide, 2
1566] Müslim, Birr 145, Hadis no: 2627, 4/2026; Ebû Dâvud, Edeb Hadis no: 5131, 4/334; Buhârî Edeb 37, 8/14; Tirmizî, İlim 14, Hadis no: 2672, 5/42; Nesâî, Zekât 65, 5/58
1567] Müslim, Cenâiz 35
- 400 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kimselere şefaat izni verip vermeyeceğini âhirette göreceğiz. Kur'an'ın şefaat kavramının da tevhid akidesiyle ilgisini kurarak şefaati Allah'ın iznine bağlaması gösteriyor ki, hakikatte şefaat eden de, şefaati kabul eden de Yüce Allah'tır. “Şefaat yâ Rasûlallah“ şeklinde duâ kesinlikle uygun değildir. Böyle dua yapılırsa; sanki şefaatte tüm yetki Rasûlullah’a aitmiş gibi kabul edilir. Bundan daha yanlış olanı, sadece Allah’a duâ edilmesi gerekirken1568 “yâ“ nidâsını da koyarak Rasûlullah da olsa bir insana yönelinip ondan istekte bulunma, ona dua edip yalvarmadır. Hâlbuki Rasûl, salevât ile Allah’a kendisi için dua ettiğimiz bir şahsiyettir.
Şefaat İzni: Kur’an, şefaat olayının daha çok âhiretteki durumunu anlatmaktadır. “...O’nun izni olmadan, O’nun katında şefaat edecek kimdir?...“1569 âyeti, eğer Allah izin verirse başkalarının da şefaat isteğinde bulunabileceği anlamına geldiği gibi; müşriklerin şefaat umdukları bütün putlar ve benzerleri asla şefaatçi olamazlar, çünkü Allah (c.c.) onlara böyle bir yetki vermemiştir mânâsına da gelir. Yûnus Sûresi 3. âyette de benzer ifadeleri görüyoruz. Allah (c.c.), kendi katından ahid (söz) almışlara,1570 Hakka şâhidlik edenlere,1571 dilediği ve râzı olduğu kimselere1572 şefaat etmeleri için izin vermektedir.
Âhirette Kimsenin Şefaati Fayda Vermez: Bir âyette, mü’minlere mallarından ‘infak’ etmeleri emrediliyor. Bu infakın, hiçbir dostluğun veya şefaatin olmadığı Âhiret günü gelmeden önce gerçekleşmesi gerekir.1573 Bu ifade şefaat izniyle çelişmiyor. Esasen kullara şefaat edecek olan, onları kurtaracak olan Allah’tır. O’nun şefaatinin dışında hiçbir şey fayda vermez. Kişi başkalarının yapacağı şefaate güvenmemelidir. Fakat Rabbimiz dünyada veya Âhirette şefaat için bazı kullarına izin verebilir. İnkâr edenlere ve Hakk’tan yüz çevirenlere hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermez. 1574
Tapınılan Sahte Tanrıların Asla Şefaati Olmaz: Allah (c.c.) inkârcılara, puta tapanlara şöyle soruyor: “Yoksa onlar Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler?“1575 Bazıları kendilerine şefaatçi olsunlar diye putları, Allah’ın dışındakileri ilâh edinirler.1576 Ancak bu putlar onlara asla şefaat edemeyecektir.1577 O inkârcıların ve dünyada iken İslâm’dan yüz çevirenlerin ne yardımcıları ne de bir şefaatçileri vardır.1578 Kendilerine şefaat edecek kimsenin olmadığını kendi ağızlarıyla itiraf ederler.1579 Allah’ın dâvetine uymayıp Kitap’tan yüz çevirenler o gün “bize şefaat edecek bir şefaatçi yok mudur?“ diye yalvaracaklar veya dünyaya geri dönmeyi arzu edecekler. 1580
1568] 1/Fâtiha, 5
1569] 2/Bakara, 255
1570] 19/Meryem, 87
1571] 43/ Zuhruf 86
1572] 53/Necm 26
1573] 2/ Bakara, 254
1574] 2/Bakara, 48, 123
1575] 39/Zümer, 43
1576] 10/Yûnus, 18
1577] 30/Rûm, 13; 6/En’âm, 94
1578] 6/En’âm, 51, 70; 32/Secde, 4
1579] 26/Şuarâ, 100
1580] 7/A’râf, 53
ŞEFÂAT
- 401 -
Kur’ân-ı Kerim, Allah’a şirk koşulan şeylerin/putların şefaat yetkisine sahip olmadıklarını vurgular.1581 Müşrikler, bir yandan Allah’a şirk koşuyorlar, bir yandan da koştukları ortakların Allah katında mutlaka şefaat edeceklerini iddia ediyorlardı. Kur’an’ın reddettiği şefaat, Allah’ın iznine bağlamadan birtakım varlıklardan beklenilen ve istenilen şefaattir. Yoksa Yüce Allah’ın, bizzat kendi yetkisinde olan şefaat nimetini, sevdiği bazı kullarına ihsan edebilir veya etmez. Ama Kur’an’dan anlaşılmaktadır ki, kâfirler için şefaat söz konusu değildir. Yine kendisine şefaat izni verilen şefaatçi, öyle herkese şefaat talebinde bulunamaz; Ancak Allah katında iyi kimseler için şefaat konusunda aracılık yapabilir. 1582
Kur’an’daki birçok âyet, Haşr gününde şefaatte bulunma fiilini reddeder.1583 Başka âyetlere göre ise, bu dünyada işledikleri kötü ameller nedeniyle âhirette cezalandırılmaktan şefaatçileri sayesinde kurtulacaklarını düşünenler, Haşr günü telâkkilerinin yanlış olduğunu anlayacaklardır.1584 Bu tür âyetler, mahşerde adâlet ilkesinin sıkı sıkıya uygulanacağını ve herkesin kendi fiillerinin sorumluluğunu yükleneceğini ifade etmektedir. Kur’an, şefaatin Allah’ın izin ve müsaadesine bağlı olduğunu belirtir. 1585
Allah’ın en seçkin kulları melekler ve peygamberlerin bile Allah izin vermeden şefaatleri sözkonusu değildir.1586 Ancak mü’minler için bir hak olan şefaat,1587 sadece Allah’a ait olup1588 O’ndan başkası şefaat edemez, ama başkasına, şefaatte bulunmak müsaadesini vermek suretiyle Allah şefaat eder. 20/Tâhâ, 109; 21/Enbiyâ, 28, 53/Necm, 26 âyetlerinde şefaat iki şarta bağlanarak, Allah’ın, kendisi için şefaat dilenilen kimsenin kavlinden hoşnut olması ve şefaat ediciye de şefaat için izin vermesi halinde bu yoldan istifade edilebileceği anlatılır.
Şefaat yetkisi ancak Allah’a aittir. Ölmüş kimseler isterse peygamber olsun, direkt olarak onlardan asla şefaat istenemez. “De ki: ‘Şefaatin tamamı Allah’a aittir.“1589 Zaten duâ Allah’tan başkasına yapılamaz.1590 Bu yüzden, “şefaat yâ Rasûlallah“ demek yanlıştır. Dirilerden âhiret için şefaat istemek de yanlıştır; sadece dünya işleri konusunda şefaat (aracılık) istenebilir.
Büyük müfessir Elmalılı, âyet el-kürsî’nin1591 tefsirinde şunları söyler: Tüm sebep O, tüm gaye O, her şeyin mâliki olan O; Allah’ın mülkü olan yaratıklardan kimin haddi ki Allah’ın izni olmaksızın yüce huzurunda şefaat edebilsin? Bu halde hangi budaladır ki Allah’ın emri olmadan bunların birinden şefaat dilenebilsin. Bizzat O’nun izni ve emri olmadıkça herkes başından korkmadan nasıl şefaate kalkabilir? Herhangi bir şeyde ister bir parça olsun tasarrufa kimin yetkisi olabilir? Bilindiği üzere şefaat, hürmete lâyık birinin kendinden düşük bir diğeri hesabına rica ve yakarma ile yardım ederek O’na katılması demektir ki, bu
1581] 5/Mâide, 72, 94; 7/A’râf, 53; 10/Yûnus, 18
1582] 20/Tâhâ, 109; 53/Necm, 26
1583] 2/Bakara, 48, 123, 254
1584] 6/En’am, 94; 7/A’râf, 53; 26/Şuarâ, 100; 30/Rûm, 13; 74/Müddessir, 48
1585] 2/Bakara, 254, 255; 10/Yûnus, 3; 20/Tâhâ, 109; 34/Sebe’, 23
1586] 53/Necm, 26
1587] 44/Duhân, 41; 74/Müddessir, 48
1588] 6/En’am, 51; 32/Secde, 4
1589] 39/Zümer, 44
1590] 1/Fâtiha, 5
1591] Bakara, 255
- 402 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir bilinmezi bildirmek veya bir isteği ortaya çıkarma ile bir beraberlik anlamını kapsar.
Oysa Allah’ın mülkü olan şu yaratıklardan herhangi biri ile Allah’tan daha çok birlikte bulunmaya ve O’na bilgiçlik satmaya ve ilerisini gerisini tamamen idrâk etmeden ve önünü ardını hesap etmeden ilâhî huzurda kendine bir mertebe verip de şefaate kalkışmak, gerek şefaat eden ve gerek şefaat olunan için ne kadar tehlikelidir? Eğer Allah bildirmemiş ise şefaat edecek olanın hali, şefaat edilecek olandan daha çok endişeye değer olmadığı nereden bilinir? Bu hal içinde, isterse melekler ve peygamberler olsun, kimdir o ki Allah’ın izni ve güç vermesi olmadan önünü ardını hesaplamayıp Allah’ın kullarına Allah’tan daha çok sahip çıkmak, koruma yetkisini kendinde görsün de şefaate cesaret edebilsin. 1592
“İleride gelecek bir günden korkun ki, o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç kimseden şefaat kabul olunmaz ve fidye (bedel) de alınmaz. Onlara asla yardım yapılmaz.“1593 Konumuzun temelini teşkil eden bu âyetin tefsirinde Min Vahyi'l-Kur'an adlı tefsirde şu açıklama yapılmaktadır:
Bu âyette şefaat, dünyadaki beşerî zihniyetin iptal edilmesi, kaldırılmasıdır. Yani dünyadaki zihniyet ve yaklaşıma göre insan tamamen sorumluluktan kurtulmak için bireysel bağlar ve kişisel umutlarla âhiretteki hayatını garanti altına almaya çalışmaktadır. Âhiret işlerini dünya işlerine benzetmektedir. Burada birisinin problemi olduğunda bir başkası onu halledebilmekte veya araya vasıta/aracı koymakta. Ya da malî veya başka bir bedel karşılığında işini başkasına gördürmektedir. Bunlar genel bir kurala dayanmayan, kişisel seviyelerin durumlarına göre değişebilen çözüm yollarıdır. Bu tür hareketler ve girişimler kanun dışına çıkmaya neden olabilir. Eğer şefaat edecek olan kişiler şan, şöhret, makam ve mevki sahibi kimselerden oluşuyorsa orada kanun işlemez. İşte âyet, âhirette böyle bir şefaat anlayışını reddetmektedir.
İlke olarak şefaat meselesine gelince; pek çok cahil insanın anladığı gibi, mesele bireysel sevgiden kaynaklanan kişisel ilişkilerle hiç de ilgili değildir. Genellikle câhil insanlar, bu yanlış anlayışlarından dolayı peygamberlere ve velî zannettiklerine kişisel birtakım üstünlükler vererek adaklar, sadakalar ve benzeri şeylerle onlara yaklaşmaya çalışırlar. insanlar aynı mantıkla liderlere, şöhret ve makam sahibi kimselere hediyelerle yaklaşmaya çalışırlar ve onların şefaatlerini elde etmeye uğraşırlar. Peygamberlere ve velî zannettiklerine yakınlaşma ile liderlere ve makam sahiplerine yakınlaşma arasındaki tek fark, velîlere ve peygamberlere karşı beslenen bu duygunun kutsallık bilinciyle beraber olmasıdır. 1594
Şefaatle İlgili Âyetler ve Nüzul Sırasına Göre Sıralanması
Şefaat konusunu daha iyi anlayabilmek için, Kur’an-ı Kerim’deki şefaatle ilgili âyetleri nüzul sırasına göre sıralayıp1595 incelemeye çalışacağız.
“Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. Böyle iken onlara ne oluyor ki, (hâla)
1592] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.2, s. 155-156
1593] 2/Bakara, 48
1594] Muhammed H. Fadlullah, Min Vahyi’l-Kur’an, II/38-39
1595] M. İzzet Derveze, et-Tefsirü’l Hadis “Nüzül Sırasına Göre Kur’an Tefsiri,” (trc. Mehmet Baytaş, Vahdettin İnce, Ramazan Yıldırım) 1.bs. İstanbul, Ekin y.y, 1997,C:VII, s. 455–456
ŞEFÂAT
- 403 -
öğütten yüz çeviriyorlar?“ 1596
“Çifte ve teke yemin olsun.“ 1597
“Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz.“ 1598
“(Fakat onlar), onun tevilinden başka bir şey beklemiyorlar. Tevili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler veya (dünyaya) geri döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapalım? Onlar cidden kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler (putlar) da kendilerinden kaybolup gitti.“ 1599
“O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların (putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar.“ 1600
“Takva sahiplerini heyet halinde çok merhametli olan Allah'ın huzurunda topladığımız, günahkârları da susuz olarak cehenneme sürdüğümüz gün, Rahman nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefaate güçleri yetmeyecektir.“ 1601
“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işler izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz?“ 1602
“Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir, diyorlar. De ki: “Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.“ 1603
“Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçilerinizi de yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.“ 1604
“Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar.“ 1605
“Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Nihâyet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? Derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür.“ 1606
“Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçi mi edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç
1596] 74/Müddesir, 48-49
1597] 89/Fecr, 3
1598] 53/Necm, 26
1599] 7/A’râf, 53
1600] 36/Yâsin, 23
1601] 19/Meryem, 85, 86, 87
1602] 10/Yunus, 3
1603] 10/Yunus, 18
1604] 6/En’am, 94
1605] 6/En’am, 51
1606] 34/Sebe’, 23
- 404 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (şefaatçi edineceksiniz)? De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı o’nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.“ 1607
“Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zâlimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçisi vardır.“ 1608
“Bizi ancak o günahkârlar saptırdı. Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var, ne de yakın bir dostumuz. Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, mü’minlerden olsak!“ 1609
“Allah'ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır.“ 1610
“Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler!“ 1611
“Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra Arş'a istiva eden Allah'tır. O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?“ 1612
“(Allah'a koştukları) ortaklarından kendilerine hiçbir şefaatçi çıkmayacaktır. Zaten onlar, ortaklarını da inkâr edeceklerdir.“ 1613
“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.“ 1614
“Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.“ 1615
“Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zâlimlerdir.“ 1616
“Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, diridir, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi o’nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir?“ 1617
“Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.“ 1618
1607] 39/Zumer, 43-44
1608] 40/Mü’min, 18
1609] 26/Şuarâ, 99-102
1610] 43/Zuhruf, 86
1611] 21/Enbiyâ, 28
1612] 32/Secde, 4
1613] 30/Rûm, 13
1614] 2/Bakara, 48
1615] 2/Bakara, 123
1616] 2/ Bakara, 254
1617] 2/Bakara, 255
1618] 4/Nisâ, 85
ŞEFÂAT
- 405 -
“O’nu bırakıp da ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar.“ 1619
“Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah’tır. O’ndan başka bir velî ve şefaatçiniz yoktur. Düşünüp öğüt almaz mısınız?“ 1620
Hadis-i Şeriflerde Şefaat
Ebu Hureyre’den rivâyete göre, peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Yakın akrabalarını uyar“ âyeti nazil olunca Rasûlullah şöyle dedi: “Ey Kureyş topluluğu yahut buna benzer bir şey söyledi. Nefislerinizi Allah’ın azabına karşı koruyunuz. Ey Abdi Menaf oğulları! Ben sizi Allah’ın azabına karşı koruyamam. Ey Abbas b. Abdulmuttalib! Seni Allah’tan gelecek azaptan koruyamam. Ey Rasûlullah’ın halası Safiye! Seni Allah’ın azabına karşı koruyamam. Ey Fadıma b. Muhammed! Malımdan dilediğini iste, ancak sana Allah’tan gelecek azabı def edemem.“ 1621
Ebu Hureyre’den rivâyete göre, peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sizden hiçbirinizi Kıyamet gününde boynunda feryat eden bir koyunla bulmayayım. O, ey Allah’ın elçisi bana yardım et dedikçe ben, bu gün Allah’ın hükmünden sana bir fayda sağlayamam, ben tebliğ etmiştim diyeceğim“ 1622
Şeddat b. Evs (r.a.)’den rivâyete göre, peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Hakiki kazanç sahibi kendi nefsini hesaba çeken (kıyametten önce) ölümden sonrası için çalışandır. Aciz ise arzu ve şehvetinin esiri olup, Allah’tan uman kimsedir.“ 1623
Hz. Aişe (r.a)’den rivâyete göre, peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: Rasûlullah’ı bazı namazlarda “Allah’ım hesabımı kolaylaştır“...diye dua ettiğini duyardım. 1624
İbn Abbas’ın (r.a.) rivâyetine göre; (sahabelerden) Osman b. Maz’un öldüğü zaman bir kadın (bir rivâyete göre de kendi hanımı) Cennet sana kutlu olsun ey Osman b. Maz’un der. Allah’ın elçisi ona kızgınca bakarak; “ne biliyorsun cennete gireceğini? Kadın, ey Allah’ın elçisi, senin şövalyen ve sahabendir deyince Allah elçisi, “Vallahi ben Allah’ın elçisiyim, ben bile bana ne yapılacağını bilmem“ buyurmuşlardır. 1625
Günahlar imanı zayıflatır, kalbi taşlaştırır ve nihâyet şirke götürür. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Hüsrana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın tuzağından (onlara mühlet verip de sonra ansızın yakalanmasından) emin olmaz.“1626; “Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas olmuştur.“1627; “Sonra kötülük edenlerin sonu, Allah'ın âyetlerini yalanlamak oldu.“1628 Bu uyarılar günahkârı günahlardan uzaklaştırmaya, takvâ yolunu izleyip muhsinlere ulaşmasını sağlamaya yeter ve böylece
1619] 36/Yâsin, 23
1620] 32/Secde, 4
1621] Buhari,Vasaya, 2548; Müslim, İman, 203, 205; Tirmizi, Tefsir, 3019; Nesai, Vesaya, 3584, 3586, 3587, Müsnedi Ahmet, 8051, 8246, 8372, 8812, 9417, 10307; Darimi, Rikak, 2616
1622] Buhari, Zekât, 1314
1623] İbn Mace, Zühd 4250;Tirmizi, Kıyame, 2383; Darimi, Kıyame 2383
1624] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 23082
1625] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2020
1626] 7/A'râf, 99
1627] 83/Mutaffifîn, 14
1628] 30/Rûm, 10
- 406 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bu anlamdaki şefaate bile ihtiyaç duymaz. Bundan daha büyük yarar, en güzel sonuç budur. 1629
Şefaat Kavramının Yozlaştırılması
Tevhid akîdesinin anlaşılmasında en önemli kavramlardan birisi de şefaat kavramıdır. Tevhid ve şirk kavramları yeterince anlaşılmadan şefaat de anlaşılamaz. İşte bu sebeple şefaat kavramı, kimi istismarcılar tarafından ustalıkla çarpıtılmakta ve müslümanların temiz duyguları bazı çevreler yararına sömürülmektedir.
Kur’an’ın genel hatlarıyla anlattığı “tevhid“den habersiz olanların, sadece şefaat kavramını değil; diğer akîdevî kavramları da anlayabilmesi ve toplumsal yaşam içerisindeki istenilen yere oturtabilmesi mümkün değildir. Müslümanların, Allah’ın koymuş olduğu sınırları ve insanların o sınırlar içerisindeki yerini bilmesi gerekir. İnsanın yapısı, özellikleri ve gücü çok iyi bilindiği takdirde toplum içerisinde bazı insanların tuğyan edip haddi aşmaları, müstekbirleşerek Allah’ın sıfatlarına müdahale etmeleri de anlaşılabilecektir.
Kur’an, her dönemde ve her coğrafyada söz konusu olan şirkin temel özelliklerini açıklamış, şirk tehlikesine karşı bilgili, uyanık ve tedbirli olmamızı istemiştir. Hüküm/kanun koyucu, rızık verici ve bağışlayıcı olarak iman ettiğimiz Allah (c.c.), yaratma ve rızık vermede tek ilâh olduğu gibi, hâkimiyet ve benzeri meselelerde ve her konuda da tek ilâhtır. Şefaat meselesinde de durum böyledir. Kur’an’ın ilk indiği dönemdeki câhiliyye toplumunda şefaat hususundaki sapık düşünceler ne yazık ki günümüzde de mevcuttur. Kur’an’da şefaat kavramı anlaşılmadan, câhiliyye toplumunun bu husustaki sapmaları da anlaşılamaz.
Şefaat kelimesinin anlamı, o günkü câhiliyye toplumunda çok iyi biliniyor ve kullanılıyordu. Müşrikler kendi putlarını Allah’a yaklaştırıcı olarak kabullendikleri 1630 gibi, âhiret gününde şefaat edeceklerine ve kendilerini azaptan kurtaracaklarına da inanıyorlardı. “Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine hiçbir zarar ve fayda veremeyecek şeylere tapıyorlar ve ‘bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ diyorlar. De ki: ‘Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların şirk/ortak koştukları her şeyden uzak ve yücedir.“1631 Allah katında (Allah’a rağmen, O’nun izin vermediği) şefaatçiler olduğunu söylemek, Allah’ı gereği gibi tanıyamamaktan kaynaklanır. Bu davranış, Allah’a iftira etmektir ki, bu da büyük bir sapıklıktır.
Böyle bir iddia, dünkü câhiliyye toplumunda olduğu gibi, bu günkü toplumda Kur’an’dan habersiz, gelenek ve hurâfeleri kendisine din edinmiş kesimlerde de vardır. Kur’an dışı bir geleneği din olarak kabul edip bunu yaşamaya çalışan bazı insanlar, kurtuluşlarının Allah’a gerçek iman ve salih amellerde değil; salih veya veli zannedilen zatlara bağlanmakta olduğunu, o insanların Allah’ın yanında özel bir konumlarının bulunduğunu, bu sebeple onların isteklerini Allah’ın geri çevirmeyeceğini iddia ediyorlar. Kur'an, putlara ve putlaştırılan insanlara güvenmenin şirk olduğunu değerlendirerek “Allah, onların şirk/ortak koştukları her şeyden uzak ve yücedir.“ buyuruyor. İnsanlara güvenmekten ziyade,
1629] Tabatabaî, El-Mîzân Fî Tefsiri'l-Kur'an, I/234-235
1630] 39/Zümer, 3
1631] 10/Yûnus, 18
ŞEFÂAT
- 407 -
sâlih amel işlemeye dâvet ediyor. “İleride gelecek bir günden korkun ki, o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç kimseden şefaat kabul olunmaz ve fidye (bedel) de alınmaz. Onlara asla yardım yapılmaz.“1632; “Ve öyle bir günden sakının ki, o günde kimse kimseden yana bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez, onlara hiçbir yardım da edilmez.“ 1633
O gün, öyle dehşetli bir gün ki, herkes kendisini kurtarabilmek için çırpınıyor, özürler sayılıp dökülüyor, güvenilen kişilerin veya şeylerin de kendileri gibi âciz olduğu anlaşılıyor. Sapanlar ve saptıranlar birbirlerini suçluyor, bu yapılan ve söylenilenlerin fayda vermediği anlaşılıyor. Herkes kazandıklarıyla rehin tutularak hesaba çekiliyor, zerre miktarı hayır ve şer karşılık görüyor, kimseye orada iltimas geçilmiyor, haksızlık edilmiyor. İşte bu sebeple Allah Teâlâ bizi o günün dehşetiyle uyarıp korkutuyor. Dünyada iken o gün için bir şeyler yapmamızı, şefaatçiler edinmeye çalışmanın faydasız olduğunu, ancak kendi amellerimizle korunabileceğimizi bildiriyor.
“Sizin O’ndan (Allah’tan) başka ne bir şefaatçiniz, ne de bir velîniz vardır. Hâlâ düşünüp öğüt almıyor musunuz?“1634 Allah o gün hâkimiyetin tümüyle, tek hâkim olan Allah’a ait olduğunu bildirerek, bu hâkimiyette hiçbir ortak ve aracının olmadığını, o gün insanların birbirlerinden farklılığının bulunmadığını, özel statüye sahip hiçbir kimsenin olmadı-ğını belirtiyor. “O’nun izni olmadan kimse konuşamaz.“1635; “Onlar Allah’tan önce söz söyleyemezler.“1636; “O gün öyle dehşetli bir gündür ki, kimse konuşmaya cesaret edemez; Ancak o gün ruh ve melekler, sıra sıra dizilirler. Rahman’ın izin verdiğinden başkası konuşamaz. (Rahman’ın izin verdiği) konuşan da doğruyu söyler.“1637; “Allah’ın huzurunda, izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Öyle ki, onların kalplerinden korkuları giderilince denilir ki, ‘Rabbiniz ne buyurdu?’ Onlar da: ‘Hakkı buyurdu, O çok yücedir, çok büyüktür’ derler.“ 1638
Fayda verecek şefaat Allah’ın izin verdiğidir. Kur’an’dan, tevhidden habersiz insanlar, kendilerine şefaatçi edindiklerinin de Allah’ın azabından korktuklarını anlayamıyor veya anlamak istemiyorlar. Peygamberlerin bile “nefsî, nefsî“ diyecekleri, kendi kurtuluşlarını düşünüp korkacakları bir günde kolay sığınak arıyorlar.
Peygamberimiz, kızına şöyle söyler: “Ya Fâtıma! Nefsini ateşten kurtar. Çünkü ben, senin için Allah'tan bir şeyi savamam.“1639 Görüldüğü gibi, Allah'a yakın olmak için, Peygamberimiz'in kızı dahi olmak yetmiyor. Mutlaka Allah'ın râzı olacağı ameller içinde olmak gerekiyor.
Âyetlerde geçen Allah’ın şefaat için izin verip vermeyeceği, verecekse vereceği kimselerin kimler olduğu, bunların bu izne ulaşmalarının sebebi, verilecek iznin hangi boyutta olduğu gibi hususlar Kur’an ışığında açıklığa kavuşturulması gereken hususlardır. Bu meseleler aydınlanmadığı sürece, nice insan
1632] 2/Bakara, 48
1633] 2/Bakara, 123
1634] 32/Secde, 4
1635] 11/Hûd, 105
1636] 21/Enbiyâ, 27
1637] 78/Nebe’, 38
1638] 34/Sebe’, 23
1639] Buhâri, Müslim, Tirmizi
- 408 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Medet ya Abdülkadir Geylânî!, Yetiş ya Hızır, yardım et! Ey şeyhim bana şefaat et!“ demeye devam edecektir.
Birinci mesele, Allah tarafından kime şefaat etme izni verileceğidir. Öncelikle şunu unutmamalıyız ki; “şefaatin tamamı Allah’ındır.“1640 Yani hiç kimsenin böyle bir yetkisi yoktur ve böyle bir cesarette de bulunamaz. Kime şefaat için izin verip vermeyeceği ise tamamen Allah’a aittir.
İkinci mesele; kimlere ve niçin şefaat edileceğidir. Kimlerdir bu aziz insanlar? Allah’ın merhamet ve ihsanına ulaşacak olan bu insanlar, hangi amelleri ile bu rahmete ulaşabilmişlerdir? “Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur’an’la inzâr et/uyar. Onlar için Allah’tan başka ne bir velî (dost), ne de şefaatçi vardır. Umulur ki, Allah’tan korkup sakınırlar.“1641 Allah ilk şefaat edilecek topluluğu ve onların şefaatçilerini açıklıyor. Onlar ki; âhirete iman etmiş, o gün Rablerinin huzurunda toplanacaklarının bilincinde ve o günün hesabının dehşetinden korkan insanlardır. Bunlar Kur’an’la uyarılıyorlar. Kur’an onların dünya hayatındaki yaşantılarını düzenliyor. Bunlar Kur’an’la şekilleniyor ve bulundukları ortamı da Kur’an’la şekillendirmeye çalışıyorlar. İşte bunlar, hesabı nasıl verebilecekleri hususunda korkarak, korktukları şeye uğratılmamak için korunmaya çalışanlar ve korunarak muttakî (takvâ sahibi) olanlardır. İşte onların velîsi ve şefaatçisi Allah’tır. Çünkü şefaat yetkisi tümüyle Allah’a aittir ve şefaat edilecek insanlar da Allah’ın râzı olduklarıdır.
“(Onlar) Allah’tan önce söz söyleyemezler; ancak O’nun emri üzerine iş yaparlar. Alah onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah’ın hoşnut olduğundan başkasına şefaat edemezler. Onun korkusundan titrerler.“1642 O gün Allah’tan önce konuşabilecek hiçbir kimse yoktur, onlar Allah korkusundan tir tir titrerler. “Acaba bugün kurtulabilecek miyiz?“ derler. Değil birilerine şefaat edebileceklerini düşünmek, bu düşünce akıllarının ucundan bile geçmez. Öncelikle kendi hesaplarını vermeye çalışırlar, ne zaman ki onların korkuları giderilir; ancak o zaman biraz olsun rahatlarlar; işte o zaman huzura kavuşturulurlar. Ama onlar o durumdayken bile Allah’ın önüne geçemez, ondan önce söz söyleyemezler. Ne zaman ki Allah bu durumlarından sonra onlara izin ve emir verir, ancak o zaman iş yaparlar, alîm olan Allah onların yaptıkları ve yapacakları işi çok iyi bilir. Onlara orada, kimseye iltimas geçmek için izin verilmez, sadece Allah onlara ikramda bulunur. Onlara cennete girecek insanları tesbit etmek için onlara yetki verilmemiştir. Filan velî, falan sâlih insan şefaat edecektir iddiasında bulunmak, Allah adına konuşmaktır ve Allah’a yalan isnadında bulunmaktır.
Üçüncü mesele; şefaate ulaşamayacak insanların kimler olduğudur. Bu insanları Kur’an bize şöyle tanıtıyor: “Dünya hayatını ve onun güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tam olarak veririz ve onlar orada hiçbir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte onlar, âhirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir. (Dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir. Hâlen yapmakta oldukları şeyler zaten bâtıldır.“ 1643
Dünyayı ve güzelliklerini arzulayıp onun için çalışıp çırpınanlar, dünyada yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak alacaklardır. Kazandıklarıyla Allah’a
1640] 39/Zümer, 44
1641] 6/En’am, 51
1642] 21/Enbiyâ, 27-28
1643] 11/Hûd, 15-16
ŞEFÂAT
- 409 -
şükretmeleri, O’nun yolunda infakta/harcamalarda bulunmaları gerekirken; ölümü, âhireti unutarak dünyanın geçici zevklerine aldananları ölüm yakaladığı zaman onlar için ateşten başka bir şey yoktur. Onlar kazandıklarıyla nefislerine zulmetmiş, kendilerini helâke sürüklemişlerdir.
“Ey Muhammed! Onları yüreklerin ağza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan kıyamet günü ile inzâr et/uyar. Zâlimlerin ne bir dostu, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçisi olur.“ 1644
“Ey iman edenler, alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden evvel, sizi rızıklandırdıklarımızdan infak edin. Kâfirler, onlar kendilerine yazık edenlerdir.“ 1645
“Onlar Kitabın haber verdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, 'Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği bildirmişti, şimdi bize şefaat edecek var mı ki, şefaat etsin yahut geriye döndürülsek de yaptıklarımızın başka türlüsünü yapsak' derler. Doğrusu uydurdukları şeyler onları bırakıp kaçmışlardır.“ 1646
“Koştukları ortakları, artık şefaatçileri değildir. Ortaklarını inkâr ederler.“ 1647
“Orada putlarıyla çekişerek, 'vallahi biz apaçık sapıklık içerisinde idik, çünkü biz sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk, bizi saptıranlar ancak suçlulardır. Şimdi bizim için ne bir şefaatçi var, ne de yakın bir dost. Keşke geriye dönüşümüz olsaydı da, iman edenlerden olsaydık' derler.“ 1648
Allah’a, birtakım putları ve put edinilen şeyleri ortak koşan müşrikler için şefaat edilmeyecektir, onlar orada birbirlerini suçlayacaklar, şefaatçi edinenler ise dünyaya döndürülmeyi arzulayacaklar, yaptıkları yanlışları bir daha yapmamak için ve yapmaları gerekirken yapmadıkları şeyleri yapabilmek için. Ancak onlar için bir daha dönüş olmayacaktır. Âyetlerden anlaşıldığı gibi kâfirler, zâlimler, müşrikler ve müşrik müstaz’aflar için şefaatçi yoktur. 1649
Şe-fe-a kelimesi sözlükte, bir şeyi bir şeye ilave etmek, eklemek, katmak anlamına gelmektedir. Bir iş adamı, kendisine bir ortak edindiği zaman, “onu ortak edindim“ demek için ‘şefea’ fiilini kullanır.
Birine şefaat eden, şefaat ettiği kimseyi kendisine yaklaştırmak suretiyle, sanki onu kendine ortak edinmiş gibi olur. İkinci anlamı, büyük bir makama iltimasçı ve aracı ile müracaat ederek bir talepte bulunmak, yardım istemektir. Bu anlamda “şe-fe-a“ “ta-le-be“ ile anlamdaştır. Şefea fiilinin üçüncü anlamı, teki çift yapmaktır. eş-Şef’u, çift demektir. Ezanın sözlerini ikişer defa söylemeye şef’ yapmak (en-yeşfe’a) denir. eş-Şefî’u ve eş-şâfi’u, şefaat eden anlamına geldiği gibi, çift anlamına da gelir, çoğulu şufeâ’dır. Şefea fiilinin dördüncü anlamı, bir işte birinin öncelik hakkının olması anlamını ifade eder. Şefea bir de, bir işe ön ayak olmak, çığır açmak anlamına gelir. Nisa suresinin 85. âyeti ve bu âyetin tefsiri mahiyetindeki “Kim bir hayırlı davranış tarzı (sünnet) ihdas ederse onun ve onunla
1644] 40/Mü’min, 18
1645] 2/Bakara, 254
1646] 7/A’râf, 53
1647] 30/Rûm, 13
1648] 26/Şuarâ, 97-102
1649] Cafer T. Soykök, Haksöz 67, s. 35-38
- 410 -
KUR’AN KAVRAMLARI
amel edenlerin sevabını alır; kim de kötü bir davranış tarzı (sünnet) ihdas ederse onun ve onunla amel edenlerin günahını alır“ hadisi, bu anlamı ifade etmektedir.
Şefaat isteyen kişiye şefî’; şefaat işinde aracılık edene şâfî; bir kimseye, şefaat etmesi için başvuruda bulunmaya istişfâ’; şefaat başvurusunu kabul edene müşeffi’u; şefaat başvurusu kabul edilen kişiye ise müşeffe’u denir.
Şefaat kavramı âhirete ait bir beklentiyi ifade etmekle beraber, dünya hayatında her hangi bir insanın, zor bir işini kolaylaştırmak isteği için araya adamlar koymak anlamında da kullanılmaktadır.
Şefaat, bir başkasına aracılık etmektir.
Bir kimsenin işini görmek, onu cezadan kurtarmak veya bir mevki kazandırmak için, yetkili birinin yanında aracı olmaya, darda kalmışa yardım etmeye şefaat denir. Öz olarak şefaat, bir faydanın temini ya da bir şerrin def’i için yetkili bir merci katında, ihtiyaç sahibi adına aracılık (tavassut) etmektir. Şefaatte, bir makam sahibine, bir kimsenin dileğini kabul etmesi ya da suçunu affetmesi için, o makam sahibine daha yakın olan bir şahsı aracı (vâsıta - vesîle) yapmak esastır.
Geleneksel dinî inanışa göre, Peygamber (s.a.s.), bazı insanların hiç hesap sorulmadan cennete girmeleri, bazılarının, cehennemi hak ettikleri halde af edilmeleri; kiminin, cezasını tamamlamadan cehennemden çıkması, kiminin, cennette daha yüksek dereceler elde etmesi, bir diğer kesimin ise, Allah katında daha üstün mevkiler kazanmaları için şefaat edecektir. Şefaat deyince anlaşılması gereken budur.
Geleneksel hadis uleması, şefaati beş kategoride açıklamıştır.
Buna göre birincisi, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.s.) mahsus olan, kapsamlı şefaattir. Mahşer gününde bütün insanlar sığınacak bir makam arayacaklar, en sonunda Muhammed (s.a.s.)’a sığınacaklar. O da, ümmetine şefaat edecektir. Buna büyük şefaat (eş-şefa’atu’l-uzmâ) denmekte ve başka hiçbir bir peygambere ait olmayıp, sadece Peygamberimize mahsustur ve bütün yaratılmışları kapsayıcıdır. İkincisi, herhangi bir topluluğun, hesap sorulmaksızın cennete girdirilmesi şeklindeki şefaattir. Bu da sadece Hz. Muhammed’e tahsis edilmektedir. Üçüncü olarak, cehennem azabını hak etmiş bir topluluğa yapılacağı ileri sürülen şefaattir. Dördüncüsü, cehenneme girmiş bir günahkârı kurtaracak olan şefaattir. Beşincisi, cennet ehlinin derecelerini yükseltecek olan şefaattir. Bu beş kategorinin şerh döneminde 10’a çıkartılarak genişletildiğini görüyoruz. Buna göre, Muhammed ümmetinden -tevhid ehli olduğu halde- günahkâr olup, cehennemi hak eden kimselere hem Muhammed hem de Allah’ın dilediği kimseler şefaat edecektir. “Cehenneme giren günahkârlar“a da, hem Muhammed’in (s.a.s.), hem diğer peygamberlerin, hem meleklerin ve hem de başka bazı mü’minlerin şefaat edeceğine inanılmaktadır. Telakkiye göre, cehenneme girmiş bazı insanlar, şefaatle cehennemden çıkarılacaklar. Hz. Muhammed’in yanısıra, diğer peygamberler, melekler, âlimler ve şehidler böyle bir şefaate yetkilidirler. On şefaat kategorisinden birisini, Medinelilere yapılacak şefaat, diğerini de, Peygamberin kabrini ziyaret eden ve ona çokça salâvat okuyan kimselere yapılacak şefaat oluşturmaktadır.
İsrâ sûresinin 79. âyetinde zikredilen ‘makamen mahmûd’ terimi Peygamber’e
ŞEFÂAT
- 411 -
verilecek şefaat makamı olarak yorumlanmış ve bu terim üzerine büyükçe bir söylem bina edilmiş ve ‘hamd bayrağı’ (livâu’l-hamd) gibi birtakım yeni kavramlar ihdas edilmiştir. Hâlbuki zikredilen âyette Peygamber’e verilecek bir şefaat makamından değil, Allah'ın ona lütfedeceği bir makamdan bahsedilmektedir.
Bazı hadis âlimlerine göre Hâtemü’l-Enbiya’nın mahşerdeki büyük şefaatinden başka, her peygamber Cenab-ı Hak tarafından kendi ümmeti hakkında şefaate me’zun edilecektir. Hatta peygamberlerden başka şehidler ve evliyâ da şefaate me’zun edileceklerdir.
Klasik Akaid ve kelam kitaplarında da şefaat ‘hak’ olarak kabul görmüştür.
Meselâ İmam Ebu Hanife’ye nisbet edilen el-Fıkhu’l-Ekber risalesinde şöyle denmektedir: “Peygamberlerin (salevâtullahi aleyhim ecmaîn) (umumi) şefaati hak olduğu gibi bizim peygamberimiz’in (s.a.s.) cezaya hak kazanmış günahkâr mü'minlere, (hele) onlardan büyük günah işleyenlere şefaat buyurması hak ve sabittir.“ El-Fıkhu’l-Ekber’in şarihi Aliyyül Kari, şerh ettiği risaleye bir nebze katkı olsun dercesine, Peygamber (s.a.s.) yanında, diğer Peygamberleri ve melekleri, hatta velileri, âlimleri, şehidleri, fakirleri ve belalara karşı sabreden mü'minlerin ölmüş küçük çocuklarını da şefaat etmeye yetkili kimseler listesine eklemiştir.
Ehli Sünnet akaidini yazanlardan biri olan Pezdevî (ö. 1089), resullerin, nebilerin ve âlimlerin, büyük günahları işlemiş olanlara ateşe atılmadan önce şefaat edeceklerini ileri sürmektedir. Böylece o kişiler, ateşten muaf tutulup cennete girdirileceklerdir! Ateşe atılmış olanlar varsa onlar için de şefaat geçerlidir, bu takdirde Allah büyük günah sahiplerini cehennemden çıkarıp cennetine koyacaktır! Bu konuda Hz. Peygamber’den birtakım hadisler rivâyet edilmektedir... İmam Birgivî (ö. H. 981), Bakara suresinin 255. âyetine istinaden, “Peygamberler ve seçkin insanlar için“ şefaat etme yetkisinin sabit olduğunu iddia etmektedir.
Tasavvuf ehli nazarında şefaatin daha büyük bir kabul göreceğini tahmin etmek zor değildir.
İmam Gazalî’ye (ö. 1111) göre mü'minlerden birkısım insan cehenneme girmeyi hak ettiği vakit, bu gibiler hakkında Allahu Teâlâ, fazlu keremiyle “peygamberlerin, sıddîkların, ulemâ ve sâlihlerin ve kendi katında manevi değeri olan her zatın“ şefaatini kabul edecektir. Ayrıca zikri geçen kişiler kendi ailelerine, yakınlarına, dostlarına, aşina oldukları kimselere şefaat edeceklerdir. Gazalî, Allahu Teâlâ’nın, kerametini kulları arasında gizlediğine inanmakta, dolayısıyla uyarmaktadır: “Belki de senin hakir gördüğün kimse Allah katında üstün mevkie sahiptir. Hiç olmazsa onların şefaatine nail olmaya haris ol ve ona göre çalış.“
Tasavvuf kitaplarında Abdülkadir Geylanî’nin nasıl şefaat edeceği şu şekilde anlatılmaktadır: “O şöyle derdi: Müridim iyi olmadığı zaman, ben iyiyimdir. Rabbimin izzeti hakkı için, ben şarkta bulunduğum halde, elim devamlı olarak garptaki müridimin başı üstündedir. Eğer, onun bir ayıbını sezersem, doğudan elimi uzatır ve onu örterim. Rabbimin izzeti için, kıyamet gününde benim bütün müritlerim geçinceye kadar cehennemin kapısında duracağım. Zira Allahu Teâlâ müritlerimden hiçbirisini ateşe koymayacağına dair bana söz verdi. Her kim bana intisap ederse, onu kabul eder ve ona yönelirim. Kabirde hiçbir müridimi korkutmamaları için Münker ve Nekir meleklerini yakaladım.“ Bu sözler her kime ait olursa olsun, tam bir tuğyanı ifade etmekte ve Allah'a ortaklar tahayyül
- 412 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edildiğini göstermektedir.
Süleyman Uludağ’ın şu sözleri tasavvuf felsefesinin şefaat anlayışını ortaya koymaktadır: “Buna ilaveten sufiler ve tarikat ehli ölülerin, yatırların, ermişlerin, türbelerde gömülü olan velilerin ruhlarının, sağ insanlara şefaatçı olacaklarına ve bunların Allah'a nazlarının geçtiğine inanırlar. Bu anlamdaki şefaat onlara özgüdür ve genellikle şefaat deyince de bu anlaşılır. Bunun için türbelere ve yatırlara gidilir, oralara adaklar adanır, kurbanlar kesilir, paralar atılır, çaputlar bağlanır, dua edilir, namaz kılınır. Böylece buralarda gömülü olup Allah'ın sevgili kulları ve yakın dostları olduklarına inanılan ölülerin ruhlarının Allah katında şefaatçı (aracı) olmaları istenir. Özellikle tarikat şeyhlerinden, gavslardan, kutuplardan şefaat istenir ve bu şefaatin pek çok müşkil meseleyi çözdüğü kabul edilir.“
“Allah'a nazlarının geçtiğine inanılan zatlar“ telakkisinin, Nuh kavminin Ved, Suğa, Yeus, Yeuk, Nesr ve Mekke toplumunun Lât, Menât, Hubel ve Uzza gibi ilâhlar zımnında oluşturdukları ‘evliya’, ‘ermiş’ kültünden farklı olduğunu düşünmek için hiçbir sebep bulunmamaktadır.
‘Şefaat’ bir Kur’an terimi olmakla beraber, şefaatin dünya hayatında, güzel bir işe öncülük etmek anlamına geldiğini bildiren âyetin1650 dışında bu terimin Kur’an’da hiçbir olumlu anlamı yoktur. Kur’an’da yirmi beş âyette 1651 şefaat kelimesi bir biçimde kullanılmıştır, ama tamamına yakını, müşriklerin bir inancı olarak atıf konusu olmuş ve kökten reddedilmiştir.
Şefaat kelimesinin değişik türevleriyle kullanıldığı âyetlerin genel olarak üç özelliğinden bahsetmek mümkündür. Birincisi, şefaatin âhiret bağlamında zikredilmiş olmasıdır. Bir başka deyişle şefaat tamamen uhrevi bir meseledir. İkincisi, şefaat müşriklerin bir inancı olarak zikredilmiştir. Yani şefaat, müşriklerin bir inancı ve beklentisidir; öte dünyaya ait bir tasavvurlarıdır. Kur’an’da bu meyanda bahis konusu edilmektedir. Üçüncü olarak ise, genelde bir müşrik akidesi olarak ele alınmasına rağmen sadece bir âyette1652 bizzat mü’minler muhatap alınarak şefaat müessesesine güvenmemeleri hususunda uyarılmışlardır. Bu âyeti, En’am suresinin 51. âyeti ile şefaat kelimesi kullanılmaksızın, alış-veriş (bey’) ve dostluk (hılâle) kelimeleri ile aynı mesajın verildiği İbrahim suresinin 31. âyeti desteklemiştir.
Bazı âyetlerden Mekke müşriklerinin melekleri;1653 bazılarından ilâhlarını1654 şefaatçiler olarak tasavvur ettikleri anlaşılmaktadır. Bazı âyetler “hiç kimse“ kaydını düşerek, melek veya insan kim olursa olsun, bütün şefaat beklentilerini reddetmektedir.1655 Bazı âyetler “Allah'ın izni olmadığı halde kimmiş O’nun katında şefaat
1650] 4/Nisa, 85
1651] Bakara, 48, 123, 254, 255; En’am, 51, 70, 94; A’raf, 53; Yunus, 3, 18; Meryem, 87; Taha, 109; Enbiya, 28; Şuara, 100; Rum, 13; Secde, 4; Sebe, 23; Yasin, 23; Zümer, 43, 44; Mü’min, 18; Zuhruf, 86; Necm, 26; Müddessir, 48; Fecr, 3.
1652] 2/Bakara, 254
1653] 53/Necm, 26; 21/Enbiya, 28
1654] 43/Zuhruf, 86; 19/Meryem, 87; 20/Taha, 109; 34/Sebe, 23; 36/Yasin, 23; 26/Şuara, 100; 10/Yunus, 18; 6/En’am, 94; 30/Rum, 13
1655] 10/Yunus, 3
ŞEFÂAT
- 413 -
edecek olan?“ mealinde yine mutlak surette olumsuzlayıcı bir dille1656 şefaati reddetmektedir. Bazı âyetlerde ise, müşrik Arapların dışında, ehli kitap bir toplum zımnında şefaat reddedilmekte ve bir insanı cehennem azabından kurtaracak olanın şefaat değil, eldeki mallardan infak etmek olduğu açıklanmaktadır.1657 Bir âyette ise doğrudan Muhammed ümmeti (mü’minler) muhatap alınarak, kendisinde alış-veriş (günahla sevap takası), dostluk (torpil/kayırmacılık) ve şefaatin olmadığı gün gelmeden önce Allah'ın verdiği rızıklardan harcamaları kesin bir dille salık verilmektedir. 1658
Bazı âyetlerdeki, “Allah'ın izin verdikleri hâriç“ gibi bir söz dizimi ile tercüme edilen kısımlar, Allahın herhangi bir kişi ya da zümreye şefaat yetkisi vereceğini değil, tam tersine Allah'ın hiç kimseye böyle bir yetki vermediğini, dolayısıyla müşriklerin boş yere hevese kapılmamaları gerektiğini çarpıcı bir üslupla anlatan Kur’an ifadeleridir. Bunun en büyük kanıtı yine Kur’an’ın kendisidir. Her meselede olduğu gibi bu hususta da Kur’an bütünlüğü en büyük destekçimizdir. Şefaat konusunun zikredildiği âyetlerden gerçek mesajı bir türlü alamayanlar(!), kafalarındaki karışıklığı bir de Kur’an bütünlüğü ile düzeltmeyi denemelidirler. Fatiha’dan Nâs suresine kadar bütün Kur’an âyetleri şefaati, aracılığı, tevessülü, birilerini Allah’la kullar arasına girdirmeyi, herhangi bir insana Allah katında söz sahibi olma payesini vermeyi reddeder.
Kur’an Zümer suresinin 43 ve 44. âyetleriyle şefaat meselesine son noktayı koymakta, bu husustaki bütün tartışmaları bitirmekte ve şefaatin bütünüyle, tamamen Allah'a ait olduğunu kesin bir dille karara bağlanmakta, âdeta mesele bir daha açılmaya elverişli olmamak üzere kapatılmaktadır.
“Yoksa onlar, Allah’tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye sahip olamazlar, güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (şefaatçi edinecekler?)
De ki: Bütün şefaat Allah’a aittir. Göklerin ve yerin mülkü/hükümranlığı O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.“ 1659
Şefaati konu edinen âyetlerde çoğunlukla şefaat beklentisi olan varlıklardan hiçbirinin böyle bir yetkisinin olmadığı açıkça vurgulanırken, eş zamanlı olarak mülkün Allah'a ait olduğunun vurgulanması çok önemli ve dikkat çekicidir. Bunun anlamı şudur: Nasıl ki mülkün tamamı Allah'a aitse, şefaat de öylece tamamen Allah'a aittir. Nasıl ki mülkün hiçbir ortağı yoksa Allah mülkünde hiç kimseyi kendisine ortak edinmemişse, buna ihtiyacı yoksa Allah'ın dışında hiç kimsenin mülkten kıl kadar bile bir pay sahibi olması mümkün değilse, herhangi bir varlığın şefaatte bir pay sahibi olması da öylece imkân dışıdır. Allah'ın dışında hiçbir varlık hurmanın içindeki lif kadar bile bir şey yaratamaz.
İlâh sanılan o ölümlü varlıklar, bir sineği bile yaratamazlar; sinek kendilerinden bir şey alsa kaçırsa, onu dahi kendilerinden def etmekten acizdirler. Yani talep eden aciz, talep edilen de acizdir!1660 İşte tıpkı bunun gibi, adı, sıfatı, statüsü, mahiyeti, cinsiyeti v.b. ne olursa olsun ilâh yerine konulan ve dolayısıyla
1656] 2/Bakara, 255
1657] 2/Bakara, 48, 123
1658] 2/Bakara, 254
1659] 39/Zümer, 43-44
1660] 22/Hac, 73
- 414 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şefaatine bel bağlanan hiçbir varlık, kendisine umut bağlayanlara hiçbir fayda veremeyecektir. Bunlar aciz varlıklardır, kendilerine umut bağlayanlar onlardan daha da acizdirler.
Kur’an sadece şefaat kavramıyla değil, bir bütün halinde, içerdiği tevhid akidesiyle yanlış şefaat inanışını kökten reddeder.
Nice insan, Allah’ı râzı edemeyeceğini düşündüklerinden, Allah yanında hatırı sayılır biri kabul edip onu râzı ederek onun vesilesi ile şefaate ulaşıp cennete gideceklerini hesap etmektedir. Bu, ahiret gününde Allah’tan başka sözü geçecek, hatta Allah’ın hükmünü değiştirip O’nun hükmüne galip gelecek şahıslar kabul etmek demektir. Bu tür şefaat beklentisi, bir Peygamber bile olsa, onu Allah'a ortak yapmak; Allahın otoritesine, affetme yetkisine yeni şerikler ihdas etmek anlamına gelecektir. Oysa Kur’an tam da bu şirk akidesini reddetmek, ulûhiyeti, rubûbiyeti, mâlikiyeti tamamen Allah'a tahsis etmek için inzal edilmiştir. Sadece Fâtiha sûresi bile şefaat inanışına geçit vermemek açısından yeterlidir. Fâtiha’da Allah'ın, ceza gününün (âhiret) yegâne sahibi olduğu açıkça bildirilmekte; biz kulların ibâdeti sadece Allah'a yapmamız gerektiği ve yardımı da sadece Allah’tan beklememiz gerektiği açıkça talim edilmektedir.
Mülk tamamen Allah'ın olduğuna göre, şefaat de tamamen Allah'a aittir.
“(Allah), Din gününün mâliki (cezâ gününün gerçek sahibi)dir.“1661; “Sonra din gününün ne olduğunu nereden bileceksin? O gün, kimsenin hiç kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O gün emir yalnız Allah'a aittir.“1662; “Kimindir o gün mülk/hükümranlık? Elbette kahhâr olan tek Allah'ındır.“1663; “O gün iş tamamıyla Allah'ındır.“ 1664
“Gul lillâhi’ş-şefâtu cemîâ (De ki: Bütün şefaat Allah’a aittir).“1665 “Leyse lehum min dûnihî veliyyun ve lâ şefî’ (Allah’tan başka ne bir velî (dost), ne de şefaatçi vardır).“1666 insanların geçmişini, geleceğini ve halini bilen sadece Allah’tır. Dolayısıyla şefaat de ancak O’na has olabilir. Bir Peygamber, kendi yaşadığı dönemde bizzat yakınında olan mü’minleri görür ve az çok bilir. Ama insanların kendisine fizikî uzaklığı oranında insanlarla ilgili bilgileri de azalır. Peygamber (s.a.s.) vefat ettikten sonra ise dünyada neler olup bittiğini, kimlerin yaşadığını, kimin hangi günahı ya da hangi sevabı işlediğini, kimin affedilmeye layık, kimin cezaya müstahak olduğunu nereden bilebilir? Bunları bilmek için Peygamber değil, ilâh olması gerekir. Bu bilgileri peygambere yükleyenler, peygambere belki de farkında olmadan iftira atmaktadırlar. Muhammed’den (s.a.s.) sona on dört asırdır dünyaya gelip giden insanların tek tek durumlarını ancak âlemlerin Rabbi bir İlâh (Allah) bilebilir. Peygamber böyle bir ilâh olmadığına, bizim gibi bir beşer olduğuna göre, onu şefaat gibi bir yetki ile muttasıf görmek, peygambere yapılacak en büyük bir zulümdür. Peygambere şefaat görevini tevdi etmenin, tek başına bir insandan, dünyanın gelmiş geçmiş bütün insanlarının, bütün siyasal sistemlerinin teker teker maddî durumlarını, sosyal, psikolojik, ekonomik ve sağlıkla ilgili sorunlarını bilmesini beklemekten pek bir farkı yoktur.
1661] 1/Fâtiha, 3
1662] 82/İnfitâr, 17-18
1663] 40/Mü'min, 16
1664] 82/İnfitâr, 19
1665] 39/Zümer, 44
1666] 6/En’âm, 51
ŞEFÂAT
- 415 -
Şefaati ‘şahitlik’ gibi kavramlarla yumuşatarak izah etmenin de hiçbir ilmî ciddiyeti yoktur.
Çünkü şefaatle şahitlik farklı şeylerdir. Bir Peygamber'in şahitliği de, bir beşer olarak yaşam süresi, risalet görevi ile sınırlıdır. Şahitlik, ümmetin affına değil, olsa olsa mazeretlerinin geçersizliğine yarayacak bir müessesedir.
Allah'a, kendi İlâhi iradesiyle affettiği ve cennete lâyık gördüğü kimseler için bir başkalarını görevlendirerek, “haydi siz şunlara şefaat edin de ben de sizin şefaatinizi kabul edeyim“ gibi bir abeslik izafe edilemez. Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih etmek, bütün bu abeslikleri O’na nispet etmekten kaçınmayı gerektirir.
Peygamber (s.a.s.) şefaat edemeyince, onun dışındaki insanlara hayali şefaat yetkileri tanzim edenler, ne kadar büyük cürüm işlediklerini düşünmelidirler.
Âhirette insanların şefaatle kurtulacağına inanmak, aslında bilerek veya bilmeyerek Allah'ın adâletinden kuşku duymak anlamına gelir. Oysa Allah'ın adaleti mutlaktır ve O hiç kimseye, hurma çekirdeğinin üzerindeki ince bir iplik kadar bile haksızlık yapmaz.1667 Allah, iman eden ve salih ameller işleyen mü’minlere ecirlerini kat kat fazlasıyla verecektir. Mü’minlerin cennete girmeleri için hiçbir şefaate gerek kalmayacaktır.
Klasik tefsirlerde ve diğer dinî metinlerde yapıldığı üzere, şefaatin tamamen bir müşrik inancı ve beklentisi olduğunu delilleriyle ortaya koyarak reddeden insanları Mutezile diyerek yaftalamak, ilmî bir tutum olamaz. Bizler şefaati Mutezile olduğumuz için değil, Müslüman olduğumuz için reddediyoruz. Çünkü kitabımızın ve Nebimiz Muhammed’in (s.a.s.) böyle bir akideyi kökten reddettiğine inanıyoruz. Her fikir akımının olduğu gibi Mutezile’nin de doğrusuna doğru, eğrisine eğri demekten çekinmeyiz. Fakat Mutezile olmayalım endişesiyle şefaat gibi bâtıl inanışlara büyük bir şevkle sarılanlar, gece odun toplayan gibi, önlerine gelen her dedikoduyu ilim sanmaktadırlar. Din gününde insanların sorgusu Mutezileye göre değil, Allah'ın vahyine göre yapılacaktır.
Şefaat anlayışı, İslâm'a sokulan bid’at ve hurafelerin hemen hemen tamamında olduğu gibi, öncelikle Kur’an âyetlerinin yanlış yorumlanmasına ve ardından da bu yanlış tefsiri (Kur’an’ın tahrifini) destekleyen yığınlarca rivâyete dayanmaktadır. Fakat Kur’an’ın rabbine ne kadar şükretsek yeridir ki, Kur’an’ın hiçbir yanlış yorumuna biz Müslümanlar mahkûm değiliz. Kur’an, ilâ nihâye yanlış tefsirlere âlet edilemez. Her çağda, bu yanlış yorumları deşifre eden, doğrulara işaret eden, Kur’an’ın tahrif edilmesine bigâne kalmayan -bir kişi bile olsa- bir hak ehli mutlaka bulunacaktır. Bu, ‘hak ehli’nin kerameti olmayıp, Kur’an’ın yüceliğidir. Doğrular tamamen Allah'a aittir.
Kur’an’dan yanlışlara giriş kapısı bulamayan hurafeciler hadis denilen kültürü kullanarak yapacaklarını yapmaktadırlar. Fakat artık hadislerle İslâm’ın akidesini bozmak da tehlike olmaktan çıkmıştır. Çünkü hadislerin tespiti, geçirdiği aşamalar, toplanma yolları ve içeriğinin tenkidi gibi birçok ilmi yolla kritikler yapılmakta, Peygamber’den (s.a.s.) yüz elli-iki yüz yıl sonra yazıya geçirilen bir kültürle Kur’an hükümlerinin tahdit ve tahsis edilemeyeceğine dair önemli bir bilinç oluşmaktadır.
1667] Bk, 4/Nisâ, 124
- 416 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an’ın bu kadar açık âyetleri varken, Kur’an bütünü, şefaate hiçbir şekilde izin vermez, bilakis müşriklerin şefaat inancını kökten reddederken, hadis adı verilen zannî bilgilere dayanarak şefaat bir İslâm akidesi haline getirilemez. Kur’an’la bu kadar açık çelişki hiçbir şekilde kabul edilemez.
Öte yandan, Kur’an’a rağmen âhiretteki şefaat konusunu işleyen yığınlarca hadise tezat teşkil eden, şefaatin mümkün olmayacağı anlamını işleyen, şefaat hadisleriyle aynı ‘sahihlik’ payesine sahip, aynı müelliflerin aynı hadis mecmualarında mervî rivâyetler de bulunmaktadır. Bu hadislerde Peygamber’in (s.a.s.), en yakınlarına, âhirette kendilerine hiçbir yarar sağlayamayacağı, bir tek hurma infak ederek bile olsa kendilerini azaptan kurtarmaları salık verilmektedir.
Şefaat İslâmî bir beklenti değildir.
Âhirette hiç kimseye hiç kimsenin şefaat etmesi mümkün olmayacak; buna gerek de kalmayacaktır. Çünkü hayatımız olduğu gibi ölümümüz de âlemlerin Rabbi Allaha aittir.1668 Allah'a aidiz ve yine O’na döneceğiz.1669 Mü’minler, Allah'ın merhametinden, mağfiretinden, adaletinden kuşku duyamazlar. 1670
Kur’an’da cennete ve cehenneme gideceklerin vasıfları çok açık şekilde belirtilmiştir. “Kim cennete nasıl gider, kim cehennemi nasıl hak eder“, bu, Kur’an’da açıkça bildirilmiştir. Cehennemi hak eden bir insanı kim Allah’ın cezasından kurtarabilir? Allah’ın dininde, Muhammed’in (s.a.s.) bize öğrettiği dinde böyle bir şey yoktur. Bu kadar merhametli bir Rabbin adaletini de hesaba kattığımızda, hiç kimsenin şefaatine gerek kalmaksızın, kulları arasında en uygun hükmü vereceğinden kuşku duyamayız.
Geleneksel din anlayışlarında konu, Kur’anî çerçeveden çıkarılıp rivâyet kültürüyle bulandırılmıştır. Kur’an’a tamamen aykırı rivâyetlerle bir şefaat ediciler listesi hazırlanmış ve bu listede olanların, cehenneme gitmeyi hak eden insanları bundan kurtaracağına inanılmıştır.
Konuyla ilgili rivâyetlerde ciddi çelişkiler vardır; birkısım hadislerde hesap günü, kimsenin kimseye faydasının olamayacağı yolundaki Kur’anî hakikatin yer aldığını görüyoruz. Diğer bir kısmında ise, büyük günah işleyenlere peygamberler ve bazı zevatın şefaat edeceği iddiası yer almaktadır.
Kur’an’da 25 âyette şefaat konusu geçer. Bu âyetleri üç gruba ayırabiliriz:
“Bunlardan birincisi; 'Allah’ın izni' vurgusunun yer aldığı âyetler, ikincisi; kâfirlerin şefaat inancını rededen âyetler, üçüncüsü de; şefaati kesin olarak reddeden âyetler. İlk bölüm âyetler, maalesef Kur’an bütünlüğünden koparılarak bâtıl şefaat inancına delil gibi sunulmaya çalışılmıştır. Oysa bu âyetler şefaatin imkânsızlığını farklı bir şekilde ifade eden âyetlerdir. Bakara 48, 123, 254. âyetlerde, En’am 51. âyette ve benzeri âyetlerde şefaatin kesin olarak reddedildiği, hesap günü hiçbir şefaatin olmayacağı açıkça ifade edildiği halde, bâtıl anlayışlar İslâm inancına farklı yollardan sokulmaya çalışılmıştır.
Şefaat konusu, doğrudan akîde meselesi olduğundan, Yüce Allah kendi
1668] 6/En’am, 162
1669] 2/Bakara, 156
1670] İktibas Dergisi, Ocak 2011
ŞEFÂAT
- 417 -
ulûhiyetine, rubûbiyyetine, mâlik oluşuna hiçbir şekilde ortak koşulmasına râzı olmadığı halde, şefaat inancıyla bu akideye zarar verilmektedir. Allah’ın cehennem hükmünü verdiği bir kimseyi, şefaat edip Allah’ın hükmünü bozarak O’nun azâbından kurtaracak kimse olamaz. Akidemizi bütün kirlerden temizlememiz öncelikli sorumluluktur.
Şefaate gerek olup olmadığı sorusu da önemlidir. Sevap belli, günah belli; haram belli, helâl belli; Hiçbir kapalılık yok. Cennete gideceklerin vasıfları, cehenneme kimlerin gideceği Kur’an’da Rabbimiz tarafından açıkça belirtilmiş. Dinin sınırları belli. Buna tâbi olanlar cennete gidecek, sınırları ihlalde ısrarcı olanlar cezayı hak edecek. Cennet ve cehennem, Yüce Allah’ın, insanları hak ettikleri karşılıkla karşı karşıya bırakmasıdır.1671
1671] Mehmet Durmuş
- 418 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Şefaat Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Şefaat Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 31 Yerde): 2/Bakara, 48, 123, 254, 255; 4/Nisâ, 85, 85, 85, 85; 6/En’âm, 51, 70, 94; 7/A’râf, 53, 53; 10/Yûnus, 3, 18; 19/Meryem, 87; 20/Tâhâ, 109; 21/Enbiyâ, 28; 26/Şuarâ, 100; 30/Rûm, 13; 32/Secde, 4; 34/Sebe’, 23; 36/Yâsin, 23; 39/Zümer, 43, 44; 40/Mü’min, 18; 43/Zuhruf, 86; 53/Necm, 26; 74/Müddessir, 48, 48; 89/Fecr, 3.
B- Şefaat Konusundaki Âyet-i Kerimeler
a- Kıyamet Gününde Allah’ın İzni Olmadan Şefaat Edecek Yoktur: 2/Bakara, 48, 123, 254-255; 10/Yûnus, 3; 11/Hûd, 105; 19/Meryem, 85-87; 20/Tâhâ, 109-110; 21/Enbiyâ, 28; 34/Sebe’, 23; 39/Zümer,43-44; 40/Mü’min, 18; 43/Zuhruf, 86; 53/Necm, 26; 74/Müddessir, 48; 78/Nebe’, 38.
b- Peygamberimiz’in Şefaati: 10/Yûnus, 2; 17/İsrâ, 79; 23/Mü’minûn, 118.
c- Meleklerin Şefaati: 21/Enbiyâ, 28; 34/Sebe’, 23; 53/Necm, 26.
d- İyi Şefaatte Bulunmak (Dünyada İyi Konularda Aracılık): 4/Nisâ, 85.
e- Kötü Şefaatte Bulunmak (Kötü Konularda Aracılık): 4/Nisâ, 85.
f- Kıyamet Gününde Kurtuluş İçin Duâ: 3/Âl-i İmran, 194; 26/Şuarâ, 87-89.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Kur’an’a Göre Şefaat, Mehmed Durmuş, Anlam Y.
2. Kur’an ve Şefaat, Yaşar Düzenli, Pınar Y.
3. Hak Dini Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 291-292; c. 2, s. 155-157
4. Mefâtihu'l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin er-Râzî, Akçağ Y. c. 2, s. 498-523
5. Tefhimu'l Kur'an, Mevdudi, insan Y. c. 1, s. 72
6. Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 133-134
7. Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 334-336
8. El-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'an, İmam Kurtubî, c. 2, s. 69-72
9. El-Mîzâzn Fî Tefsiri'l-Kur'an, Allâme Tabatabaî, Kevser Y. c. 1, s. 214-262
10. Hulâsatü'l-Beyan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 120-121
11. Min Vahyi'l Kur'an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s. 37-42
12. Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 127-128
13. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 6, s. S. 17-18
14. Kur'anî Terimler ve Kavramlar, Mustansır Mir, İnkılâb Y. s. 177-178
15. İslâm'ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 607-610
16. Kur'anî Kavramlar, Ramazan Yılmaz, Mücahede Y. 97-110
17. Kur'an'da Günah Kavramı, Sadık Kılıç, Hibaş Y. s. 403-407
18. Sorularla Tevhid ve Akaid, Mehmet Alptekin, Saff Y. 198-207
19. Haksöz 67 (Ekim 96), Cafer T. Soykök, s. 35-38
20. Peygamberimizin Şefaati, Halil Günaydın, Pamuk Y.