Cumartesi, 06 Şubat 2021 20:29

ORUÇ

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

ORUÇ


- 443 -
Kavram no143
Görevlerimiz 27
Bk. İbâdet; İtikâf
ORUÇ


• Savm/Oruç; Anlam ve Mâhiyeti
• Orucun Hikmetleri/Faydaları
• Az Yemenin Dindeki Önemi ve Faydaları
• Kur'ân-ı Kerim'de Oruç
• Hadis-i Şeriflerde Oruç ve Fazîleti
• Orucun Çeşitleri
• Orucun Rükün ve Şartları
• Orucun Yükümlülük Şartları
• Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mâzeretler
• Orucun Geçerlilik Şartları
• Orucu Bozan Şeyler
• İlâç Kullanmanın ve İğne Yaptırmanın Hükmü
• Orucun Kazâsı: Kazâ, Keffâret, Fidye, Iskat-ı Savm
• Oruç, Niçin Ramazan Ayında Tutulur?
• Ramazan Ayı ve Fazîleti
• Ramazan Mektebi
• Rü’yet-i Hilâl; Hilâlin Görülmesi
• Kadir Gecesi ve Fazîleti
"Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz (takvâ sahibi olursunuz). Oruç, size sayılı günler olarak yazıldı. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mâzereti olup da oruç tutmağa güçleri yetmeyenlere fidye gerekir. Fidye, bir fakir doyumu miktarıdır. Bunun dışında, kim gönüllü bir hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer gerçekleri anlıyorsanız, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve hidâyeti/doğruyu eğriden ayırmanın (furkanın) açık delilleri olarak kendisinde Kur’an indirilen aydır. Sizden her kim hilâli (Ramazan ayının ilk hilâlini) görürse oruç tutsun (oruca başlasın). Kim o anda hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk dilemez. O, sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiği için Allah’ı ta’zim etmenizi ister. Umulur ki, şükredersiniz. " 1990
Savm/Oruç; Anlam ve Mâhiyeti
“Oruç” Farsça’daki “rûze” kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Arapça’sı “savm” ve “sıyâm”dır. Savm kelimesi Arapça’da “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek” anlamında kullanılır. Fıkıh terimi olarak ise, imsak
1990] 2/Bakara, 183-185
- 444 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vaktinden iftar vaktine kadar, bir amaç uğruna ve bilinçli olarak, yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir.
İmsâk, Arapça’da “kendini tutmak, engellemek” anlamına gelir. Orucun temel unsuru da (rükün) bu anlamdır. İmsak vakti tâbiri, dilimizde, oruç yasaklarından (yeme içme ve cinsel ilişki) uzak durma vaktinin başlangıcı anlamında kullanılır. İmsak vakti, tan yerinin ağarması (fecr-i sâdık) vakti olup, bu andan itibaren yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur; bu vakit aynı zamanda sahurun sona erip orucun başlaması vaktidir. İftar vakti ise, oruç yasaklarının sona erdiği vakit anlamında olup, güneşin batma vaktidir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti de girmiş olur. Gündüz ve gecenin teşekkül etmediği bölgelerde oruç süresi, buralara en yakın normal bölgelere göre belirlenir.
Kur’an’da orucun başlangıç ve bitiş vakti, mecâzî bir anlatımla şöyle belirtilir: “...Fecrin beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (siyahlığından/karanlığından) ayırt edilecek hale gelinceye kadar yiyip içiniz; sonra, akşama kadar orucu tamamlayın...” 1991
İmsak vaktinden iftar vaktine kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmanın bir amacı olmalı ve bu iş bilinçli olarak yapılmalıdır. Bu amaç ve bilinç, orucun Allah rızâsı için tutuluyor olmasıdır ki kısaca “niyet” tâbiri ile anlatılır. Bu amaç ve bilinç olmadığı zaman, meselâ imkân bulamadığı için veya perhiz, rejim, zindelik gibi başka amaçlar için bu üç şeyden (yeme, içme, cinsel ilişki) uzak durmak oruç olarak değer kazanmaz.
Oruç, Peygamberimiz’in hicretinden bir buçuk sene sonra Şâban ayının onuncu günü farz kılınmış olup, İslâm’ın beş temel erkânından biridir. Peygamberimiz bu hususu “İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh/tanrı olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet/tanıklık etmek; namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve gücü yetenler için Beytullah’ı ziyâret etmektir (hac)”1992 diyerek bildirmiştir. Orucun farz kılındığını bildiren âyetler de Bakara, 183 ve 184. âyetleridir.
Oruç tutmak, diğer ibâdetlere nazaran biraz daha sıkıntılı olduğu için Allah, orucun farz kılındığını bildirirken, psikolojik rahatlatma sağlayacak ve emre muhâtap olan müslümanların yüksünmesini engelleyecek bir üslûp kullanarak, oruç tutmanın önceki ümmetlere de farz kılındığını belirtmesi yanında, ayrıca orucu daha sıkıntılı hale getirmesi muhtemel iki durumu (hastalık ve yolculuk) oruç emrinin hemen peşinden geçerli mâzeret olarak zikretmiştir. Bu üslûp, meselâ öteki ümmetlerde de bulunduğu anlaşılan namaz için kullanılmamıştır.
Oruç, riyânın en az karışacağı bir ibâdet olduğu için sevâbı en fazla olan ibâdetlerden sayılmıştır. Peygamberimiz’den nakledildiğine göre, orucun bu yönüne ilişkin olarak Allah, “Oruç Benim içindir; onun karşılığını Ben vereceğim”1993 buyurmuştur. Bu bakımdan oruç tutmanın sevap olarak karşılığı oldukça yüksektir. Cennetin özel olarak oruç tutanların girmesi için ayrılmış bulunan “Reyyân” adlı kapısından girme hakkı1994 bu karşılığın mukaddimesi sayılmıştır.
1991] 2/Bakara, 187
1992] Buhârî, İman 34, 40, İlim 25; Müslim, İman 8
1993] Buhârî, Savm 2, 9; Müslim, Sıyâm 30
1994] Buhârî, Savm 4
ORUÇ
- 445 -
İbâdetlerde Hikmet Aramak ve Orucun Hikmeti: Allah’ın emirleri ve yasakları, kulların iyiliği içindir. İslâm âlimleri, bütün hükümlerin insanların faydalarını gerçekleştirme amacına yönelik olduğu konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bu bakımdan, Allah’ın yapılmasını istediği şeylerde kullar için çok büyük faydalar, yasakladığı şeylerde ise büyük zararlar bulunduğu kesindir. Kur’ân-ı Kerim’de akla aykırı hiçbir emir ve yasak bulunmamakla birlikte, bütün emir ve yasakların yarar ve hikmetlerini bilmek de mümkün değildir. Kaldı ki, ibâdetler dinin bir yönüyle akıl üstü ve bir yönüyle sembolik törenleri kapsamında değerlendirildiği vakit, o dinin mensupları, benimsemiş oldukları dinin bu gereklerini bir hikmet, bir yarar arama telâşına düşmeden yerine getirmek durumundadırlar. Bununla birlikte öteden beri İslâm bilginleri çeşitli ibâdetlerin yarar ve hikmetleri konusunda kafa yormuş, bunların kişisel pratik yararlarından çok, insan nefsinin arındırılması ve yükseltilmesi yolunda fonksiyonel hale getirmeye çalışmışlardır. İbâdetleri, bir hedefe erişmenin yolu olarak görebilenler için bu kulluk görevleri, artık sırtta taşınan ve bir an önce indirilmeye çalışılan bir yük olmaktan çıkar ve âdeta üzerinde yükseklere ulaşılan bir araç haline gelir. İbâdet esâsen Hakk’ın emrine riâyet olduğu gibi, sonuç itibarıyla, halkın hakkına riâyeti de içerir. Bu sebeple de ibâdette Hakk’ın ve halkın hukukuna riâyet birlikte gerçekleşir.
İmam Gazzâlî, orucun üç derecesinden bahsederken, bedende iştah ve şehvetin tatmin yeri ve aracı olan iki âzâyı, yani mide ve cinsel organı, iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmekten ibâret olan orucu, “sıradan insanların orucu” (avam orucu) olarak; buna ilâveten gözü, kulağı ve diğer âzâları günahtan korumayı “özel kişilerin orucu” (havas orucu) olarak ve tüm bunlara riâyet ettikten başka, kalbini düşük emellerden, dünya düşüncelerinden kısaca, mâsivâdan arıtarak bütün varlığıyla Allah’a bağlanmayı ise “daha özel kişilerin orucu” (ehassü’l-havâs orucu) diye tanımlar. Orucun hangi derecesi alınırsa alınsın, ibâdetin bireysel olgunluğa ve toplumsal ilişkilere, sosyal hayata, kısaca “huzur” ve “iyi geçim”e yönelik olumlu sonuçları açıkça görülecektir.
İnsanların arasındaki çekişmenin, haksız kavganın temel sebeplerinden biri insanların, iştah ve şehvetlerini ölçüsüzce tatmin etmeye çalışması ve belki bu amacı gerçekleştirmek üzere mal ihtiraslarıdır. Birinci kademedeki oruç bile bu ihtirası dizginlemenin, iştah ve şehveti kontrol altına almanın bizzat gerçekleştirilen ve tecrübe edilen bir yolu olmaktadır. İştah ve şehveti alabildiğine ve ölçüsüzce tatmin peşinde koşmak şeytanî bir tutum olup oruç tutmak bu anlamda şeytanı zincire vurmak anlamına gelir.
Peygamberimiz’in orucun ikinci yönünü vurgulayan “Oruç bir kalkandır; sakın, oruçluyken câhillik edip de kem söz söylemeyin. Birisi size sataşacak veya dalaşacak olursa, ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ deyin”1995 sözü, izaha gerek bırakmayacak şekilde, “iyi geçim”i vurguluyor. Oruç, sadece iştah ve şehveti dizginlemek değildir, ayrıca ağzını ve dilini kötü ve çirkin söz söylemekten korumaktır.
İbâdetlerin sırlarını, gerçek mânâ ve önemini kavrayan kimi âlimler namaz kıldığı, oruç tuttuğu halde, hâlâ çirkin işler yapan ve fenâlıktan sakınmayan kimseyi, abdest alırken yüzünü, eline su almadan üç kere yıkayan (yıkar gibi yapan) kimseye benzetmişlerdir: Uzaktan bakan onun abdest aldığını zannetse de o gerçekte abdest almamaktadır. Peygamberimiz “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki,
1995] Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 30
- 446 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kârları sadece açlık ve susuzluk çekmektir.”1996 derken bu durumu kasdetmiş olmalıdır.
Oruç, nefsin isteklerinden irâdî olarak uzak durma olması yönüyle bir irâde eğitimine, açlık ve susuzluğun verdiği sıkıntıya dayanma yönüyle de bir sabır eğitimine dönüşmektedir. İnsanın hayatta başarılı olabilmesi için irâde hâkimiyeti ve güçlükler karşısında dayanabilme gücü de önemli bir role sahiptir. Nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasında, ruhun arındırılıp yüceltilmesinde de oruç etkili bir yoldur. Bu orucun değişik biçimlerde de olsa hemen bütün din ve kültürlerde riyâzet ve mücâhede yolu olarak mevcut olmasını da açıklar.
Toplumsal hayatta huzursuzluklara yol açan taşkınlıklar, büyük ölçüde insanın hayvanî yönünü tatmin eden maddî zevklere düşkünlükten kaynaklanır. Maddî zevk deyince de akla, yeme içme ve cinsel ilişki gibi zevkler gelir. İşte oruç, insanı maddî zevk ve şehvetler peşinde koşturan, dolayısıyla da, Allah’ın haklarına riâyet edemediği için onlara zulmetmesine sebep olan nefs-i emmâreyi teskin etmenin de bir ilâcı, aşırılıkları törpülemenin de bir çaresidir.
Oruç, yoksulların durumunu daha iyi anlamaya, dolayısıyla onların sıkıntılarını giderme yönünde çaba sarfetmeye de vesile olur. “Tok, açın halinden anlamaz” atasözü de bunu ifâde eder. Orucun, dinimizde önemli bir yeri olan sabır konusuyla irtibâtı da burada hatırlanmalıdır. “Namaz ve sabırla yardım isteyin”1997 ve “Sabredenlere ecirleri hesapsız olarak tastamam verilir.”1998 gibi âyetler, “Oruç sabrın yarısıdır”1999 diyen ve orucun Allah için olup mükâfatını da Kendisinin hesapsız olarak vereceğini bildiren hadislerin ortak anlamı, orucun sabır boyutunu ve bunun fazîlet ve sevâbının yüksekliğini anlatır.
Bütün bunlara ilâveten orucun sağlık açısından pek çok yararları bulunduğu da uzman hekimler tarafından ifâde edilmektedir. Ramazan orucu zâhiren bakıldığında, bir yıl boyunca çalışan vücut makinesinin dinlenmeye ve bakıma alınması gibidir. Oruç, özellikle mide ve sindirim organlarının dinlenmesi için iyi bir moladır. 2000
Orucun Faydaları
Biz ibâdetleri, dünyevî faydalarından dolayı değil; Allah emrettiği için yaparız. Fakat şu da muhakkak ki Allah, her zaman yararımıza olan şeyleri yapmamızı emreder, zararımıza olan şeyleri yasaklar. Oruçta gerek ruhumuz, gerek bedenimiz için pek çok fayda vardır. Oruç, nefsin şehvetlerini kırar, önüne geçilmez ihtiraslarını, azgınlıklarını dizginler. Oruç tutmadığı zaman insan, canının çektiğini yemek ister, ama oruçlu bunu yapamaz. Harama bakmaya meyleden nefsi, oruç bundan men eder, zinânın ve diğer haram hususların sebeplerinden uzaklaştırır; nefsin bayağı iştahlarını kırar. Bundan dolayı Peygamberimiz, orucun kötülüklere karşı bir kalkan olduğunu söylemiş 2001 ve demiştir ki: "İçinizden kimin evlenmeğe gücü yeterse evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan korur. Buna gücü yetmeyen
1996] İbn Mâce, Sıyâm 21
1997] 2/Bakara, 153
1998] 39/Zümer, 10
1999] Tirmizî, Deavât 86
2000] Yunus Apaydın, İlmihal I, İman ve İbâdetler, İSAM Y. s. 379-383
2001] Buhârî, Savm 9
ORUÇ
- 447 -
oruç tutsun. Çünkü oruç, onun şehvetini kırar." 2002
Oruç vücuda sağlık getirir. Bir yıl tıka basa yemeden dolayı mide yorulur. İşte oruç, midenin uzun süre dinlenmesine vesile olur. Ancak iftar vakti ölçüyü kaçırıp mideyi şişirmemek ve terâvihi de mutlaka kılmak lâzımdır. Terâvih, ibâdet yönünden orucun tamamlayıcısı olduğu gibi; dolan midenin, yemekleri kolayca sindirmesine de yardımcı olur. Bilindiği gibi, şişmanlık (obezite), insan sağlığına çok zararlıdır. İşte iftarları ve sahurları ölçülü yemek şartıyla insan, oruç tutarak vücutta birikmiş zararlı kiloları, yükleri atmış olur.
Oruç, insanın duygu ve düşüncelerini inceltir. İnsanı şefkatli, merhametli yapar. Oruç tutan insan, açlığın ne demek olduğunu, sürekli olarak açlık ve sefâlet içinde kıvrananların ıstırabını anlar; onlara elinden geldiğince yardım etmeğe çalışır. Oruç, insanı sabra, dayanıklı olmaya alıştırır. Bugün isteğiyle oruç tutan kimse, bir gün savaş, deprem veya başka felâketler gibi zor şartlar karşısında yiyecek bulamadığı zaman, daha önce kendisini aç kalmaya alıştırdığı için dayanır. Ama hiç oruç tutmayan insanlar, birkaç saat aç kalınca açlıktan öleceklerini zanneder, daha işin başında rûhen çökerler. Oruç ayı, bolluk ve bereket ayıdır. En fakir âilenin dahi evinde bakarsınız Ramazan ayında bir bolluk-bereket vardır. Allah oruç tutan o insanlara ummadıkları yerden rızıklar gönderir. Bunu her müslüman âilesi bilir.
Oruç, mânevî duygulara güç verir. Ruh, şu ten kafesine bürününce maddenin etkisi altında kalarak hayvansal duygulara esir olur. Biz kendimizi açlığa alıştırırsak, maddî arzularımız zayıflar, rûhânî hislerimiz kuvvetlenir, gönül gözümüz açılır. O yüzden bütün peygamberler riyâzet yapmışlar, oruç tutarak yücelmişlerdir. Peygamber Efendimiz, henüz kendisine peygamberlik gelmezden önce Hira mağarasına çekilir, yemekten kesilir, riyâzet yapar, derin tefekküre dalardı. Rasûlullah (s.a.s.) orucu severlerdi. Medine'ye gelmezden önce, yani daha oruç farz kılınmamışken, her ay üç gün ve bir de Âşûra günü nâfile olarak oruç tutmayı tavsiye ederlerdi. Nihayet Medine'ye hicret etmelerinden bir buçuk yıl sonra Şa'ban ayının onunda Ramazan orucu farz kılınmıştır. Riya karışmadığından dolayı Allah indinde en makbul ibâdet oruçtur. Bir kudsî hadiste Cenâb-ı Allah: "Oruç Benim içindir, onu Ben mükâfatlandırırım."2003 buyurmuştur. 2004
Orucun Kişisel Faydaları, Ruh Üzerindeki Tesirleri:
Oruç, hayatın yalnız yeme-içme, egoist duygu ve şehevî arzuları tatmin etme felsefesine dayanmadığını öğreten bir ibâdettir.
Oruç, köklü bir irâde terbiyesi verir, insanı her yönüyle olgunlaştırır, kendi içinden gelen bazı olumsuz duygulara gem vurmasını öğretir. İnsanı "aşağılık duygusu"ndan kurtarır, kendine güven duygusunu arttırır.
Oruç, insanlara her türlü zorluklara tahammül etmeyi, yeme-içme ve cinsî zevk gibi insanın en doğal ihtiyaçlarında bile aşırılığı önlemeyi öğretir. Ahlâkî güzelliklerin ve başarıların kaynağı sabırdır. Oruçla sabır arasındaki bu ilgiyi Yüce Peygamberimiz şöyle dile getirir: "Oruç sabrın yarısıdır." 2005
2002] Buhârî, Savm 10
2003] Buhârî, Savm 9
2004] Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, c. 1, s. 304-305
2005] Tirmizî, Deavât, 86, 87, hadis no: 3519
- 448 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Oruç, sadece yeme-içmeyi ve cinsel ilişkiyi belirli bir zaman terketmek değildir. Oruçlu insan, ağzını ve cinsel organını her türlü ahlâksızlıktan, günah ve kötülükten de koruyacak, oruç sâyesinde en olgun ahlâk sahibi olmaya çalışacaktır. Kötülükleri ve günahların çoğu bu iki organ (ağız ve tenâsül organı) vâsıtasıyla yapıldığından, bu organları oruçlu kimse sıkı bir disipline tâbi tutacaktır. Çünkü oruçlunun yalan ve çirkin sözler söylemesi, iftira ve dedikodu ile uğraşması, haramlara bakması, şehvetini tahrik edici çeşitli işler yapması oruçsuz müslümana göre daha ısrarla yasaklanmış, hakiki orucun ancak böyle gerçekleşeceği belirtilmiştir.
Oruçta temel esas, insanın mide ve cinsiyet şehvetlerinden alıkonmasıdır. Kim oruçlu iken nefsini bu iki şehvetten uzak tutabilirse, diğer şehvetlerden rahatlıkla uzak durabilir. Kim de oruç ve Ramazan'dan sonra, bu şehvetleri (Ramazan'da alıştığı üzere) bir disipline ve düzene sokar, helâl sınırların dışına çıkmazsa, o kimse cennet yolundadır. Bu hususu Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifde şöyle belirtmiştir: "Kim bana iki dudağının arasıyla, iki bacağının arasındaki et parçalarını garanti ederse (bu organları her türlü günah ve çirkinliklerden korursa), ben de ona cenneti garanti ederim."
Oruç, gösteriş ve çıkar duygusu karışmaksızın, yalnız Allah için yapılabilen bir ibâdettir. Çünkü kişinin oruçlu olduğunu hakikaten yeme-içme gibi gizli de yapılabilecek şeylerden kaçtığını ancak Allah bilir. Bu özelliğinden dolayı oruç, ruha kemal yollarını açan, sadece Allah için, O'nun rızâsını kazanma niyetiyle yapılacak fedâkârlıkları sembolleştiren bir ibâdettir. Dolayısıyla mü'minlere Allah için iş yapma, menfaat beklemeksizin meşakkat ve mahrûmiyetlere katlanma gibi eğitim ve alıştırmaları oruç yeterince yerine getirir.
İnsanlarda nefis ve akıl, hayvanlarda ise sadece nefis vardır. İnsanlara menfaati, yeme-içme ve zevk almayı her şeyin üstünde gösteren, kişisel çıkar için her çeşit kötülük, ahlâksızlık ve haramları normal gösterip sahibine emreden duygunun adıdır nefis. İnsanın melekten ayrılan en önemli yönü, insanda nefsin bulunmasıdır. Hayvandan ayrılan en önemli yönü ise, aklını kullanarak nefsine hâkim olması, onu sınırlamasıdır. İnsanlar, nefislerinin her isteklerine uyarlarsa, yeryüzü menfaat kavgalarından geçilmeyen, sömürü, zulüm ve kargaşa içindeki bir arenaya döner. Nefsi sınırlamak, hem kişi, hem de toplum menfaati açısından zarûrîdir. Bu nefsin arzu ve isteklerini, şehvetlerini kırmak için en güzel yol, kişinin dış baskılarla değil; insanda doğuştan mevcut din duygusuyla Rabbinden korkarak, O'nun emir ve yasaklarına boyun eğmektir. İnsan bu mücâdelede, nefsine gâlip gelirse, egoist arzularına ve şehvetlerine sınır koyarsa, melekleşir ve hatta derece itibarıyla onlardan daha yükselir. Çünkü yiyip içmek ve cinsî zevkler meleklerin şânından değildir. Kişi, bunları sınırlayarak meleklerin Allah'a yakınlığı gibi O'na yakın olup günahsızlaşabilir.
Kişi, nefsine ambargo koyamayıp ona esir olursa, aklını, kendi benliğini nefsi yönetmeye kalkarsa, Rasûlullah (s.a.s.)'ın ifadesiyle büyük savaştan mağlûp olarak çıkar, dünya imtihanını kaybetmiş olur. Dünyada da hem kendi, hem başkaları zarar görür. Nefis ve şehvetleri, insanın yapısına gâlip olursa, insan canavarlaşır, Kur'an tâbiriyle hayvandan daha aşağı olur: "Onlar için kalpler vardı, fakat onunla (yeterince) düşünmezler. Onların kulakları vardır, onunla (hakkı) duymazlar. Onların gözleri vardır, fakat bunlarla (hakkı) görmezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağı
ORUÇ
- 449 -
derecededirler. İşte asıl gâfiller onlardır." 2006
Bedeni, akıl ve ruha tâbi kılmak, bedenin kuvvetini frenlemek ve ruhun gücünü arttırmak gerekir. Bu hususta hiçbir şey açlık, susuzluk ve hayvanî arzulardan vazgeçmek kadar, yani oruç kadar tesirli değildir. İnsan tabiatı, bazen ruha ve akla uyma, bazen de isyan halindedir. Bu itibarla bir kimsenin hayvanî arzularına, nefse gem vurması için, şartlarına riâyet ederek oruç gibi bir ibâdeti yerine getirmeye de ihtiyacı vardır. Yememek-içmemek, meleklerin özelliğinden olduğu için, bu rejimi (orucu) yerine getirmekle insan, gittikçe kendini meleklere benzetir. Bunu da Allah'a itaat kasdıyla yaptığından O'na yaklaşır ve O'nun rızâsını elde eder ki bu da bir müslümanın ilk ve en son ve de en önemli gâyesidir.
İşte nefse hâkimiyeti ve onu sınırlamayı insana öğreten en güzel okul Ramazan ve oruçtur. Müslüman da bu okulda her sene en az bir ay hem eğitim, hem de öğretim yapmak zorundadır. Dinimizin, olgun aklın ve müsbet ilmin yasakladıklarından korunup sakındıran bir ibâdettir oruç. Meselâ, çok yemenin, sigara veya içmenin zararlı olduğunu bildiği ve bırakmak istediği halde irâdesine sahip olamayan insan, oruç sâyesinde uzun müddet bunları yapamayacak, sonunda irâdesine ve nefsine hâkim olup, bu güzel antrenmanla (Ramazan boyunca oruçla) bunları bırakmış olacaktır.
İnsanın kötülüklere ve günahlara meyletme yönünü kırmada en önemli etken olan orucun bu yönünü Kur'an şöyle anlatmaktadır: "...Umulur ki oruç sâyesinde fenâlıklardan korunursunuz."2007 Kur'an'ın verdiği mâlûmattan da anlıyoruz ki, Hz. Âdem'den beri, kendilerine peygamber gönderilen her topluluğa oruç farz kılınmıştır. Hıristiyanlığı iyi bilenler de kabul ederler ki, oruç hıristiyanlığın aslında da mevcuttur.
Karşı cinse meyilli olarak yaratılan, hayvanlarla ortak yönlerinin en başında üreme şekli ve bunun için karşı cinsi arzu etme özelliği gelen insanoğlu, bu duygusunu meşrû ölçülerle sınırlamak zorundadır. Kendisini, ileride kuracağı mutlu bir yuvanın annesi olarak hazırlaması, bunun yolunun kocasını aldatmayı aklından bile geçirmemek olduğunu kabul etmesi gereken bir genç kız, nâmusunu korumak, bir hazine gibi saklamak, diğer erkeklerin de nâmusunu düşünerek, onların şehevî yönden tahrik edecek her şeyden kaçınmak zorunda olursa, neler kaybeder, neler kazanır? Yine bir erkek, kendi karısı ve kızının nâmusunu düşünür, onların kötü yola düşmelerini nasıl arzu etmezse, kendisi gibi başka bir erkeğin kadın ve kızlarının nâmusuna da aynı anlayışla saygı göstermesi gerekmez mi? İslâm Dini, kadın-erkek ilişkilerini her iki cinsin de değerini yükselterek, nâmus, ahlâk, iffet, hayâ açısından değerlendirip âile hayatına çok büyük önem vermiş, sarsılmasını istememiş ve zinâyı en büyük suçlardan saymıştır. Zinâya giden her türlü yolu yasaklamış, oruçla da insanı, kadın-erkek ilişkilerinde aşırılığı önleyecek, cinsel duygularını bastırabilecek seviyeye yükselmiştir.
Orucun Sağlık Açısından Faydaları: Orucun bize kazandıracağı şeyler şüphesiz ne yalnız dünya ile ne de sadece âhiretle sınırlandırılabilir. “Oruç tutun, sıhhat bulursunuz” nebevî tavsiyesine karşın, orucun maddî faydaları müslümanlar için hep ikinci planda gelmiştir. Bunun sebebi, Ramazan ayıyla birlikte herkesin
2006] 7/A'râf, 179
2007] 2/Bakara, 183
- 450 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gözlemleyebildiği mânevî iklim ve ön plana çıkan sosyal ve kültürel silkiniş olsa gerek.
Orucun Sağlık Yönüyle Faydaları: Orucun kilo kontrolü, kan yağlarının düşürülmesi ve sindirim sisteminin dinlenmesine yönelik yararları biliniyor. Diğer yandan, bunlar tam açlık ve diyetle sağlanamıyor. Tam açlık ve sıkı diyetlerin yan etkileri fazladır; zira yeterli enerji alımı olmadığından negatif enerji dengesi söz konusudur. Oruçta ise -iftar ve sahurda aşırı yememek kaydıyla- optimum bir enerji dengesi vardır. Bu da faydalarının organizmaya zarar vermeden elde edilmesini sağlıyor. Genellikle bir veya birkaç besin öğesinden mahrum kalma prensibi üzerine oturan zayıflama amaçlı diyetlerden farklı olarak oruç fıtrîdir, helâl yiyeceklerde bir kısıtlama yoktur.
Normal, sağlıklı, hatta istisnâlar dışında rahatsız bir bünye için orucun vücut üzerinde zararlı bir etkisinin olmadığı birçok tıbbî araştırma ve incelemeler neticesinde açıklık kazanmış, isbatlanmıştır. Oruç tutanların yaşayarak bildikleri, oruç tutmayan insanların da çoğunun kabul etmek zorunda kaldığı gibi, bazılarının zannettiklerinin tam aksine, orucun vücuda da birçok faydası vardır.
Kur'ân-ı Kerim'in ilgili âyetlerinden ve hadis-i şeriflerden de açıkça anlaşılır ki İslâm dini, insanların kaldıramayacağı ağır yükleri onlara yüklemediği için2008, kadınların aylık rahatsızlıklarında, hâmilelik ve doğum sonrasında anne ve çocuk için orucun zarar verdiği zamanlarda, uzun yolculuk ve şiddetli rahatsızlık/hastalık hallerinde oruç, başka bir münâsip zamanda tutulmak üzere ertelenir. Bu, İslâm dininin gösterdiği kolaylık ve sağlığa verdiği önemi gösterir.
Normal, sağlıklı ve bülûğ yaşını doldurmuş müslümanların tutmak zorunda oldukları Ramazan orucunun insan vücudu üzerindeki faydalarından bazılarını belirtmeye çalışalım:
Orucun vücudumuzun deveran, sinir ve sindirim sistemleri üzerinde dinlendirici ve şifâ bahşedici tesirleri pek çoktur. Bunun içindir ki Peygamberimiz (s.a.s.): "Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız" buyurarak Ramazan'da olduğu gibi, bu ayın dışında da sık sık oruç tutmamız hususunda müslümanları teşvik etmişlerdir.
Küçük bir bebeğin mamasını veya anasının memesini ilk ağzına alışından tâ insanın ölümüne kadar iç organlar ve sindirim organları devamlı çalışmaktadır. Sindirim organlarını dinlendirmek, Allah'ın en güzel şekilde yarattığı, her şeyiyle en mükemmel bir fabrikaya benzeyen vücudun içyapısını revizyona ve bakıma almak, elbette makinelerin sağlamca çalışması için gereklidir. Onun için birçok hastaya perhiz tavsiye edilir veya tedâvi için belli saatlerde yemekten alıkonulur. "Mide, hastalıkların evi, perhiz ise tedâvinin başıdır" sözü tarihin çok eski devirlerinden beri birçok doktor tarafından tekrar edilmiş, tecrübe eden halk tarafından doğrulanmıştır.
Az yemenin çok yemekten daha iyi olduğu bir gerçektir. Vücut için, yeterli enerji alındıktan sonra belli zamanlarda yemek yemek; faydalı-faydasız şeylerle mideyi doldurmaktan daha iyi, daha sıhhîdir. Aslında bu özellik, oruçlunun iftar sırasında da az yemesiyle gerçekleşir. O zaman orucun faydası daha büyük olur. Rasûlullah (s.a.s.)'ın sünneti ve tavsiyesi de budur.
2008] Meselâ, bkz. 2/Bakara, 286, 183-185
ORUÇ
- 451 -
İlim de kabul etmektedir ki, çok yemek zararlıdır. Romatizma, kalp hastalıkları, kan dolaşımındaki bozukluklar, şeker vb. hastalıklarda, bu hastalıkları başlatan veya artıran büyük etkenlerin başında çok yemek gelir. Çok yemekte vücudun lüzumundan fazla kilo alması vardır ki, bu sebeple kalbin etrafı yağ tabakasıyla kaplandığı için, insan rahat nefes alıp veremez. Kollestrin (kanda yağ birikmesi) denilen hastalığın başlıca sebebi yine çok yemektir. Çok yemek neticesinde böbrekler vaktinden önce yorulur ve bozulur, vazifesini yapamaz olur. Mide doğal halini kaybeder, büyür, elastikiyetini muhâfaza edemez. Dolayısıyla yenilenleri kolay kolay hazmedemez. Bu yüzden bütün vücut da rahatsız hale gelir. Çok kere mide ülseri, mide veya kalın bağırsak da çıban da meydana gelir. Bu saydıklarımız ve daha birçok rahatsızlıklar hep çok yiyip içme neticesi meydana gelen zararlardandır. Bu gibi hastalıkların oruç tutulmayan yerlerde ve oruç tutmayan kimselerde daha çok bulunduğunu hatırlatalım. Onun için her yıl, on iki aydan birinde vücudun dinlendirilmesinde büyük faydaların olduğu inkâr edilemez.
Müslüman, oruçla irâdesini ve mide şehvetini gemleme gücünü kuvvetlendirir. Sigara ve benzeri kötü alışkanlıkları varsa, vücuduna zarar veren bu gibi şeylerden orucun yardımıyla kurtulur. Vücut bakımından sağlam ve karakterli insanların yetişmesinde orucun büyük faydaları vardır. Peygamberimiz ve asr-ı saâdet devrinde insanların çok az hasta olduğunu, çok az yedikleri halde maddî ve mânevî yönden çok kuvvetli insanların mevcut olduğunu tarih haber vermektedir. Asırlardır müslümanların (dinlerinin emirlerini yaşayan, oruç tutan ve az yiyen dindar müslümanların) durumu da bunu isbatlamıştır. Tabii bütün bunları görebilmek için gören göze, idrâk eden akla ihtiyaç vardır.
Fizyolojik ve Biyokimyasal Etkiler: Kan şekerinde kısmî düşme (özellikle ilk günlerde) ve kan yağlarında daha uzun vâdede düşme beklenir. Kolesterol ve büyük (sistolik) tansiyon düşer. Aslında Ramazan orucu, hafif ve orta derecede ve düzende olan, İnsüline bağımlı olmayan diabet, şişmanlık, esansiyel hipertansiyon, gastrit gibi bazı hastalıkların düzelmesi için ideal bir fırsattır.
1994’de yapılan uluslararası katılımlı “Sağlık ve Ramazan” konulu kongrede geniş kapsamlı toplam 50 çalışmada bu tip hastalıkları olanlarda orucun hastalık parametrelerinde düzelme sağladığı, kötüleşme görülmediği bildirilmiştir. Diğer yandan şiddetli hastalıkları olanlarda, tip 1 (İnsüline bağımlı) diyabet, koroner arter hastalığı, böbrek taşı gibi hastalıklarda oruç tutulmaması gerektiği kanaati ortaya konmuştur.
Psikososyal değişiklikler: Suç oranlarının Ramazan ayında azaldığı saptanmıştır. Oruç tutanlarda huzur ve sükûnet hali ön plana çıkar. Sinirli ve taşkın hareketlerin azalmasında fizyolojik bir mekanizmanın da payı olduğu düşünülmektedir: Kan şekerinin yükselmesine aşırı cevap veren İnsülin karşıtı sistem’in oluşturduğu ‘reaktif hipoglisemi’ diye bilinen, stresli bir tablo oruç tutan bir insanda gelişmez. Oruçluyken tartışmak bile yasaklanmıştır; bu da kişisel düşmanlık hisleri ve gerilimi minimum düzeyde tutar.
Bunalımı doğuran şey beklentidir. Tartışma beklentisi olmazsa gerilim azalır. Cinsel beklentiler olmadığında başıboş şehvet hisleri ortaya çıkmaz. Helâl olan gıdadan bile ümidini en azından yarım gün kesebilen “İnsan”, harama dair düşüncelerden ve beklentilerden uzaklaşmak için bulunmaz bir fırsata kavuşur. İşte
- 452 -
KUR’AN KAVRAMLARI
o nimet; oruçtur. Peygamberimiz: “Oruç, sabrın yarısıdır”2009 buyurmuşlardır. İnsanı bunalımlara ya da yanlış yollara sürükleyen de hep sabırsız olması değil mi?
Orucun Sosyal Faydaları: Fiilî bir fakirlik hali olan oruç, sosyal adâlet fikrini ve orzusunu kafalara ve kalplere işleyen bir ibâdettir. Çünkü hem, her arzu ettiğini yiyebilecek durumda olan zengin, hem de yiyeceğini bile zor temin eden insan, oruçlu iken aynı bedenî durumdadır. Zengin bir mü'mini bedenen ve rûhen fakirliğin sınırları içine çeke oruç, böylece yardım edilecek insanların sıkıntılarını pratik olarak insana yaşatır. Tedaviyi yapabilecek olana hastalığı teşhis ettirir. Yardımlaşma duygularını geliştirir.
Kiminin yiyip kiminin baktığı, zenginle fakir arasındaki kıskançlık ve düşmanlığın büyük boyutlara ulaştığı, açlıktan ölen insanların milyonları aştığı günümüz dünyasında, toplum huzurunun ve iç barışın sağlanmasında, tokun aç insanın halinden anlamasını kolaylaştırdığı için orucun sosyal faydası çok büyüktür.
Bu sebeplerden dolayı oruç tutan müslümanlar, Ramazan ayında daha çok cömert olurlar, evlerine misafir götürüp sofralarında başkalarının ve özellikle fakirlerin bulunmasına gayret ederler. Yine Ramazan ve orucun bu sosyal atmosferinden dolayı, müslümanlar, kendi mallarından, fakirlerin hakkı kabul ettikleri % 2,5 oranında bir tasarrufta bulunarak bu kesintiyi bu ayda fakirlere dağıtırlar. Akraba veya tanıdıkları, hatta tanımadıklarına bu ayda maddî yönden yardımları artar, sadaka verirler.
Her devlet, halkı ileride ihtimal dâhilinde olabilecek olan savaşa hazırlar, onun için hemen hemen her ülkede askerlik sistemi vardır. Gençler askere alınıp ileride çıkması muhtemel bir savaşın her türlü eğitimine ve zor şartlarına dayanabilecek duruma getirilmeye çalışılır. Savaş, her türlü zor şartlara sabretmeyi, aç ve susuz kalmayı gerektirebilir. Oruç, tüm insanları, ileride toplumların savaş, doğal âfet ve benzeri sosyal çalkantılarda doğabilecek zor şartlara karşı hazırlar.
Bazı yiyecekler, bazı memleketlerde hiç değilse bazı zamanlarda azalabilir, kısmen de olsa toplum veya önemli bir çoğunluk, yokluklarla, hatta açlıkla karşı karşıya kalabilir. Oruç, insanları, bazı nimetlerden mahrum kalmayı normal karşılamayı, böyle bir durum olursa, çalkantı ve kargaşalık olmadan bunları atlatmayı, böylesine sıkıntılara insanların hazır olmaları gerektiğini öğretir.
Cinsel duygulara gem vurmayı öğretmesi yönünden, toplum ahlâkını düzeltmek doğrultusunda orucun faydalarını hatırlamak yerinde olur. İnsanoğlu, içgüdüsel olarak karşı cinse eğilim duyacaktır. Fakat bunu, toplum kurallarını ve genel ahlâkı zedeleyecek boyutlara vardırırsa bir sürü problem ve kargaşa kendini gösterecektir. Bugün dünya gençliği, seks buhranını en acı şekilde yaşıyor. Aile hayatları temelinden sarsılmış, üremeler iyice azalmış, sağlıklı nesiller yerini yalnız hayvanî duygulardan başka bir şey düşünmeyen gençliğe bırakmıştır. Kız veya kadınlar, erkeklerin cinsel duygularına her yönüyle hitab edip, onu kendine ve cinsel duygularına esir etmiş, erkekler de kadınları kendi zevklerine yarayan bir makine, bir eğlence aracı olarak görmüş, karı-kocanın yatakta yaptıklarını sokakta her türlü kuralları çiğneyerek açıktan ve hiç utanmadan yapabilen, bu konuda hayvanlaşan insanlar hep tarafı kaplamıştır. Bir-iki nesil sonra, bu ahlâksızlığın sonunun nereye varacağı, endişeleri aşan bir sorudur; cevabı
2009] Tirmizî, Deavât, 87, hadis no: 3519
ORUÇ
- 453 -
da annelik-babalık kavramının bile tarihe karışabileceği, her türlü ahlâksızlığın sanat kabul edileceği, cadde ortasında karşı cinslerin, hatta eşcinsellerin birbirleriyle zinâ yapabileceği, birçok toplumun bu ahlâk buhranından dünyada bile çok büyük kayıplar ve sarsıntılar geçireceği de muhakkaktır.
İşte bütün bunları önlemenin en büyük yolu, cinsel duyguları frenlemeyi, Allah'ın yasaklarına yaklaşmamayı öğreten oruçtur. İnsan oruçlu iken (Allah'ın, oruçlunun dışındakilere helâl kıldığı) hanımı ile beraber yatmasını bile terkedecek, hele hele başkalarının kadın ve kızlarına şehvet nazarıyla bakmayacak, kötü düşünce ve sözlerden bile sakınacak, şehvetini kontrol altına alacak, zinâya ve ahlâksızlığa götüren her yoldan oruçlu olmadığı zamanlara göre daha fazla kaçacak, hem kendini hem de toplum ahlâkını en güzele götürecektir. Bunun için Yüce Peygamberimiz, orucun ahlâk ve özellikle toplum ahlâkı açısından bu faydasını şu mübârek tavsiyesiyle dile getirmiştir: “Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlenme külfetine gücü yeterse evlensin! Zira evlenme, gözü (haramdan) daha çok önler ve iffeti de o nisbette korur. Evlenme masrafına gücü yetmeyen kimse de oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için bir kalkandır.”2010 Böylece oruçlu genç, hem kendi ahlâkını korumuş, hem de topluma ahlâk yönüyle zararı olmamış olacaktır. Cinsel suç ve sapıklıkların toplumları derinden etkilediği, insanların cinsel duygularını, hem de paralar harcatarak sömüren binlerce mihrak bulunduğu günümüz dünyasında insanların oruca ve orucun yetiştirdiği talebelere ihtiyacının büyük olduğu her akıl sahibi insan tarafından kabul edilmelidir.
Orucun alıştırdığı az yemede başka faydalar da vardır. Bunlardan bir kısmına kısaca değinelim:
Az yemede kalbin/gönlün safâsı, inceliği, hassâsiyeti vardır. Gönlün Hakk'a bağlılığı artar. Çok yemekle kalp katılığı oluşur, kalbin nuru kaybolur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.): "Kalplerinizi çok yemekle öldürmeyin. Ekinleri çok suyun öldürdüğü gibi, muhakkak fazla yemekle de kalp ölür" buyurmaktadır.
Az yemekle kalpte tatlı bir hüzün, güzel bir kırıklık olur. Şımarıklık yok olur. Lüzumsuz ferah ve taşkınlığın başlangıcı olan, aynı zamanda büyük mahrûmiyetlerin sebebi olan gurur ve böbürlenme duygusu gider. Nefis açlıkla kırıldığı kadar hiçbir şeyle kırılmaz.
İnsan, açlıkta, belâları unutmaz. Zararlara ve âfetlere dûçar olanları hatırlar, sömürülen, zayıf düşürülen insanları ve fakirleri, ezilmişleri aklından çıkarmaz.
Az yemek, insana tembellik, uyuşukluk ve ahmaklık veren fazla uykuyu def eder. Çok yiyenin gafleti artar. Gafleti çok olan ise zarara uğrar ve pişman olur. Bütün bunlardan dolayı Peygamberimiz: "Âdemoğlu, midesinden daha şerli/zararlı bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter."2011 İsa’nın (a.s.) da şöyle söylediği rivâyet edilir: "Sizler karnınızı aç tutunuz, fazla yemeyiniz. Ola ki kalbinizle Rabbinizi göresiniz."
Az yemekle ibâdete devam kolaylaşır; çok yiyen, ibâdetlere zor eğilir. Az yemeyi alışkanlık yapan, az mala da kanaat eder. Sade bir hayat sürer, sıkıntısı
2010] Buhârî, Savm 10, Nikâh 2, 3; Müslim, Nikâh 1, 3; İbn Mâce, Nikâh 1; Nesâî, Sıyâm 43, Nikâh 3; İbn Mâce, Nikâh 1; Dârimî, Nikâh 2; Ahmed bin Hanbel, I/378, 424, 425.
2011] Tirmizî, Zühd 47; İbn Mâce, Et'ıme 50
- 454 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmaz. Hem kendisi, hem içinde yaşadığı sistem israftan, ekonomik ve iktisadî zorluklardan, lüzumsuz harcamalardan kurtulur. Borç-harç içinde huzursuzca yaşama, yerini "azıcık aşım, ağrısız başım" anlayışına götürür. Müslümanın kazancı, daha çok yiyebileceği rahat bir yaşama biçimine müsâitse, bunu toplum için daha hayırlı yerlere sarfeder. Az yemenin kanaati doğurduğu, kanaatin de tükenmez bir hazine olduğu dinimizce beyan edilir. Peygamberimiz (s.a.s.) de: "İktisatlı yaşayan (israf ve lüzumsuz harcamalar yapmayıp tutumlu olan) fakir olmaz" buyurmuştur.
Çok yemek, ilim ve idrâki, zekâyı azaltır. Çok yiyen değil; koşudan önce rejim yapan bir at koşuyu kazanır. İnsanın, vücudundan ve ruhundan âzamî istifadesi için de az yemesi şarttır.
Hindistan millî kahramanı Mahatma Gandhi, kendisi müslüman olmadığı halde, aynen İslâm'da olduğu gibi sık sık oruç tutar, önemli bir karar öncesi veya duâ edeceği mühim bir durum olunca, orucu ihmal etmezdi. Orucun faydalarını, müslümanlar üzerinde gördüğünü başkalarına anlatırdı.
Çok yemekte çok yorgunluk ve çok zahmet vardır. Çok yemeğe yetecek kadar para kazanmakta, yemekleri hazırlamakta, hatta yiyip sonra da hazmedeceğim diye uğraşmakta çeşitli zahmet ve meşakkatler mevcuttur. Az yemekte ise bütün bu zahmetler de azalacak, insanoğlu daha yüce işler için fazlaca vakit ayırabilecek, vakitlerini ilimle, ibâdetle geçirebilecektir.
Mü'minler, Allah'a itaat ve ibâdet etmekten başka şeylere fazla önem vermezler. Bütün bu sayılanlar, oruç tutmada esas gaye değildir. Gâye Allah'ın emirlerine sarılmaktır. Bütün bu sayılanlar, yeterince bilinirse, ibâdetler daha bir şevkle yapılmış olur. Bunlar mü'minlerin imanını arttıracak hikmetlerdir. Kâfirlerin de akıllarını kullanıp İslâm dinini seçmeleri, dünya ve âhiretlerini kurtarmaları için en güzel fırsatlardır. İslâm'da her ibâdet, dünyada bazı faydalar sağladığı için değil; Allah'a itaat ve ibâdet etmek ve O'nun emir ve yasaklarına uymak için, Allah'ın rızâsını kazanmak için yapılır. Böyle olunca, âhirette cennet müjdesi olduğu gibi, dünyada da birçok faydalar beraberce müslümanı kuşatır. Sadece oruçta değil, İslâm'ın her emir ve yasaklarına uymak, daha dünyada bile birçok tesbit edilen ve edilemeyen, sayılan ve sayılamayan faydalar sağlar. Bu dünyevî faydalar, âhiretteki büyük ödülün avanslarıdır. Allah, her emir ve yasağını bizim dünyadaki istifâdelerimiz için, aynı zamanda da bizi imtihan edip, kazananları cennetine koymak için hükmetmiştir.
Az Yemenin Dindeki Önemi ve Faydaları
Az yemede, kalbin (gönlün) safâsı, inceliği, hassâsiyeti vardır. Gönlün Hakk'a bağlılığı artar. Çok yemede kalp katılığı oluşur; giderek kalbin nuru kaybolur. Nitekim Peygamber Efendimiz'in şöyle buyurduğu rivâyet edilir: "Kalplerinizi çok yemekle öldürmeyin. Fazla suyun ekinleri öldürdüğü gibi, muhakkak fazla yemekle de kalp ölür." "Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), karnını tamamen doyurmaz ve şöyle buyururdu: "Mü'min, karnını tamamen doyurmaz."2012. Az yemek; insana tembellik, uyuşukluk ve ahmaklık veren fazla uykuyu giderir. Nefis, açlıkla kırıldığı kadar hiç bir şeyle kırılmaz. Çok yiyenin gafleti artar. O yüzden Peygamberimiz (s.a.s.) az yeme
2012] Dârimî, Vesâyâ 1, hadis no: 108
ORUÇ
- 455 -
hakkında ısrarlı tavsiyelerde bulunmuştur: “Âdem oğlu, midesinden, karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyecekse (nefsinin galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa onu üçe ayırsın: (Karnının) Üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte birini de nefesine (ayırsın; üçte birden fazlasına yemek koymasın).” 2013
Bu hadis-i şerifte mide, öncelikle bir kaba ve içerisine bir şeyler konan zarfa benzetilmekte, böylece değer itibariyle düşürülmektedir. Zira kap ve zarf, gâye değil; vâsıtadırlar. Kendi zatları sebebiyle değil; içlerine konan şeyler sebebiyle kıymet taşırlar. Öyle ise onlar değil; içlerine konan şeyler asıldır. Hadis, mîdeye ayrıca “şerli” sıfatı vererek ikinci bir değerden düşürmeye tâbi tutmaktadır. Yani mide, sıradan bir kap değil; zarar veren, şer getiren bir kaptır. Mideyi çok doldurmanın dinî, tıbbî zararları vardır; dengesiz, kalitesiz... beslenmenin nice hastalığa sebep olması söz konusudur. “Kimin fikri fazla ise yemesi azdır; kimin tefekkürü azsa yemesi çok, kalbi de katıdır.”2014;“Bu mal, tatlı ve hoştur. Ama bilin; kim onu nefsânî hırsla alırsa, yediği halde doymayan kimse gibi olur.” 2015
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: ‘Rasulullah (s.a.s.) kâfir bir misafir ağırlamıştı. Derhal onun için bir keçinin sağılmasını emretti. Keçi sağıldı. O kâfir onun sütünü içti. Sonra diğer bir keçinin daha sağılmasını emretti (adam doymadı). Bu sûretle tam yedi keçinin sütünü içti. Adam yatıp, sabah olunca müslüman oldu. Rasulullah, bir keçi sağılmasını emretti. Adam onun sütünü içti, sonra ikinci bir keçi daha sağıldı. Fakat bunun sütünü tamamen içemedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.): “Mü’min bir mideye içer; kâfir ise yedi mideye içer.” buyurdular.’2016 Hadisin başka rivâyetinde “Bu gün o mü’mindir, bir tek mideye yedi. Dün ise yedi mideye yemişti. Kâfir, yedi mideye yer, mü’min ise tek bir mideye yer.” Ve artık müslüman olan Ebû Gazvan’a “Senin dün yedi miden vardı; Bugün ise tek miden var!” 2017
Muhaddisler ve âlimler, kâfirlerin yedi mideye yemesi konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşler, cidden çok yönlü değerlendirmeler yapmışlardır. 2018Ulemâ bu konuda der ki: Hadis-i şeriflerde, dünyalık (yeme-içme) hususunda azlığa teşvik, bunda zühd ve harama gitmeden elde edilene kanaat etmeye rağbet vardır. Akıllı kimseler, hep açlığı övmüşler, çok yemeyi zemmetmişlerdir. Yeme hususunda insanlar üç kısımdır: Bir grup vardır, her yiyeceği, ihtiyaç olsa da olmasa da yer. Bu, câhil takımın amelidir. Bir grup vardır, acıktığı zaman, açlığı örtecek kadar (aşırılığa kaçmaksızın doyuncaya kadar) yer. Bir grup da vardır ki, bunlar nefislerini açlığa mahkûm ederler, bu davranışlarıyla nefsin şehvetini kırıp, dizginlemek murad ederler. Bunlar, yedikleri vakit ihtiyaçlarını örtecek kadar yerler. 2019
Peygamberimiz, aza kanaat etme ve az yeme ve beraber yiyenlerin sayısı arttıkça yemeğin bereketinin de artacağı konusundaki meşhur bir hadiste de şöyle
2013] Tirmizî, Zühd 47, hadis no: 2381; İbn Mâce, Et’ıme 50, hadis no: 3349
2014] Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 126
2015] Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 126
2016] Buhâri, Et’ıme 12; Müslim, Eşribe 186 -2063; Tirmizî, Et’ıme 20 -1820-; Muvattâ, Sıfatu’n Nebî 10 -2, 924-.
2017] Hadisin farklı rivâyetleri için bkz. K. Sitte, 11/123
2018] Bu değerlendirmelerin özeti olarak yedi sayfa tutarında açıklamalar için bkz. K. Sitte, c. 11, s. 122-128.
2019] Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 128
- 456 -
KUR’AN KAVRAMLARI
buyurur: “İki kişinin yiyeceği üç kişiye de yeter. Üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.”2020 Bu hadisin İbn Mâce’de gelen bir rivâyeti ise şöyledir: “Bir kişinin yemeği iki kişiye kâfidir. İki kişinin yemeği üç-dört kişiye kâfidir. Dört kişinin yemeği, beş-altı kişiye kâfidir.”; “Birlikte yiyin, ayrı ayrı yemeyin; zira beraber olunca bir kişilik yemek, iki kişiye de yeter. 2021
Bir zât, Rasulullah’ın yanında öğürmüştü. Rasulullah ona şöyle buyurdu: “Öğürtünü/ geğirmeni bizden uzak tut. Zira dünyada insanların en çok doymuş olanları, Kıyâmet günü en çok aç kalacak olanlardır.”2022 Hadiste öğürtü/geğirti diye tercüme edilen 'cüşâ' kelimesi: “doyma sırasında mideden çıkan gaz” diye târif edilir ki, çok yemenin belirtisidir. Rasûlullah, öğürmeyi kınamakla, onun sebebi olan çok yemeyi takbih etmiş olmaktadır; nitekim hadisin devamından, çok yemenin kötülüğü rahatlıkla anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu hadis-i şerif, çok yemenin ölçüsü hakkında bir ipucu vermektedir: Öğürme oluşturacak kadar yememek gerekir. Zira öğürme, çok yemeden oluşur. Yoksa Rasûlullah, gayr-ı irâdî olarak meydana gelen bir olaydan dolayı kimseyi kınamazdı. Öğürme irâdî değildir; ama ona sebep olan çok yeme irâdeye bağlıdır.
Münâvi, bu hadisi şu mânâda açıklar: Esasen bu derece fazla yemek, tıbben de yasaklanmıştır. İyice tokluk kişiyi şeytana yaklaştırır, nefsi azdırır ve tuğyâna atar; açlık ise, şeytanın yollarını daraltır, nefsin hâkimiyetini kırar. Böylece onların şerlerini bertaraf eder. Tokluktan insanda çok değişik arzu ve hırslar harekete geçebilir. Bu da âhiret açısından tehlikeli sonuçlar doğurabilir. 2023
Acıkmadan yemek yenmeyeceği ve mideyi fazla doldurmama ile ilgili, şu olay meşhurdur: Asr-ı Saâdette, hükümdarlardan biri Hz. Peygamber’e (s.a.s.) hizmet için bir doktor göndermişti. Bu tabip, Rasul-i Ekrem'in yanında uzun müddet kalarak ashâb ve ehl-i beytten hastaları tedâvi için beklemiş, fakat tedâviye çok az kimsenin muhtaç olduğuna şâhit olarak memleketine dönmek için izin isteyince, az hastalanmanın sebebi hakkında Hz. Peygamber, "Ashâbın iyice acıkmadıkça yemek yemediklerini ve yemekten iyice doymadan ayrıldıklarını" söylemiştir.2024 İbn Sîna da "yediğiniz yemeği hazmetmeksizin yemek yemekten sakının" diyor. 2025
Az yemek konusunda bugünün tıbbı da şöyle diyor: Sofradan doymamış olarak kalkmalı, mideyi alabildiği kadar doldurmaya çalışmamalıdır. Bazı doktorlar, yiyeceklerin miktarı, rejimden daha önemlidir derler. Mideye fenalık etmenin başlıca yolları: Çok sık yemek, çok fazla yemek, çok sıcak veya çok soğuk şeyler yemek, yeteri kadar çiğnememek, alkol vb. şeyler kullanmaktır. 2026
Eskiden kuvvetli gıdalar almakla ve çok yemekle sağlıklı olunacağı ve daha uzun yaşanacağı zannedilirdi. Hâlbuki şimdi tıp ilmi de az yemeyi tavsiye ediyor. Araştırmacılar, farelere her zamanki yedikleri normal yiyeceği azaltarak sadece yüzde kırkını verdiler. Neticede bunların ömürlerinin uzadığını gördüler.
R. Walford gibi bilim adamları, insanlar da az yer ve açlık çekerlerse daha çok
2020] Buhâri, Et’ıme 11; Müslim, Eşribe 178 -2058-; Tirmizî, Et’ıme 21 -1821-; Muvattâ, Sıfatu’n Nebî 20, 52, 928
2021] Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 129
2022] Tirmizî, Kıyâmet 38 -2480-; İbn Mâce, Et’ıme 50 -3350-
2023] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 11, s. 130
2024] Milaslı İsmail Hakkı, Tıbb-ı Nebevî, s. 22
2025] Kastalâni, el-Mevâhibu'l Ledünniye, s. 22
2026] Hemmerdinger, Midenizi Koruyunuz, Terc. Cevat Bilge, s. 31
ORUÇ
- 457 -
yaşayacaklarına inanıyor. Walford ve üç meslektaşı kendilerine iki sene süreyle az kalorili bir diyet uyguladılar. Neticede tansiyonlarının ve kandaki kolesterol seviyelerinin düştüğünü gördüler. Bugünkü tıp ilmi şişmanlığı bir hastalık, fazla yemeyi de zehir olarak kabul etmektedir. Bilim adamları, ayrıca sağlıklı ve uzun ömürlü olmak isteyenlere, sigara ve içki içmemeyi, bol jimnastik yapmayı ve az yağlı yemeyi tavsiye ediyorlar. Amerika Milli Yaşlanma Enstitüsü Araştırmaları tarafından bildirildiğine göre, küçük canlılarda ispatlanan az yiyerek daha uzun yaşama kuralı, maymunlarda ve insanlarda da geçerli olabilir.
Hayatı boyunca az yemeyi prensip edinen Peygamberimiz, ümmeti hakkında korktuğu şeylerden birini çok yeme hastalığı olarak sayar: “Benden sonra, ümmetim için üç hususta korkuyorum. Bunlar, sapık arzular, bilgiden sonra gaflet, çok yemek ve şehvetlere tutulmaktır.” 2027
İlim de kabul etmektedir ki, çok yemek zararlıdır. Romatizma, kalp hastalıkları, kan dolaşımındaki bozukluklar, şeker vb. hastalıklarda en büyük etkenlerin başında çok yemek yemek gelir. Çok yemenin sonucu, vücut lüzumundan fazla kilo alır ki, bu sebeple kalbin etrafı yağ tabakasıyla kaplandığı için, insan rahat nefes alıp veremez. Kollestrin (kanda yağ birikmesi) denilen hastalığın başlıca sebebi yine çok yemektir. Çok yemek neticesinde böbrekler vaktinden önce yorulur ve bozulur, görevini yapamaz olur. Mide doğal şeklini kaybeder, büyür, elastikiyetini koruyamaz. Dolayısıyla yenilenleri kolay kolay hazmedemez. Bu yüzden bütün vücut da rahatsız hale gelir. Çok kere mide ülseri, mide veya kalın bağırsakta çıban da meydana gelir. Bu saydıklarımız ve daha birçok rahatsızlıklar hep çok yiyip içme neticesi meydana gelen zararlardandır. Bu gibi hastalıkların oruç tutulmayan yerlerde ve oruç tutmayan kimselerde daha çok bulunduğunu hatırlatalım.
İslâm’ın yeme içme ile ilgili emir ve tavsiyelerinden, özellikle sünnete uygun olarak az yeme ile ilgili hadislerden şu yargılara varabiliriz:
Müslüman, hayatı; yalnız yeme içme, egoist duygu ve sınırsız arzuları tatmin etme felsefesine dayandıramaz. O yeme için yaşamaz; ibâdete güç yetirebilmek, kulluk bilincine katkı için ve o miktarda yer.
Yiyecek ve içecek konusundaki yasaklara uymak ve sünnete uygun tarzda yemekle insan olgunlaşır, kendi içinden gelen arzulara ve çevreden gelen zararlı çağrılara gem vurmasını, fıtratı zorlamadan, insan bu yolla kazanabilir.
Yeme içme arzusu, disipline ve düzene sokulması gereken bir duygudur. Her konuda olduğu gibi bu hususta da aşırılık ve düzensizlik dinimizce yasaklanmıştır. “Bir lokma, bir hırka” anlayışı yanlış olduğu gibi; esas ve daha kesin olarak aşırı tüketim ve oburluk yasaklanmıştır.
İnsanlar, nefsinin her isteğine uyarsa, isteklerini sınırlamazsa, hem kendileri, hem toplumları bundan zarar görecektir. Hırs ve doymak bilmeyen isteklerine; kişi, dış baskılarla değil; insanda doğuştan mevcut olan din duygusuyla Rabbindan korkarak O’nun rızâsı doğrultusunda kendisi sınır koymalıdır.
Nefis ve hevâ/aşırı istekler, insanın yapısına baskın çıkarsa, büyük savaştan insan, kendine zulmederek, kendine yazık ederek mağlup olarak çıkmış ve dünya
2027] Câmiu’s Sağîr, 1/13
- 458 -
KUR’AN KAVRAMLARI
imtihanını kaybetmiş olur.
Bedeni, akıl ve ruha tâbi kılmak gerekir. Bunun için de bedenin kuvvetini sınırlamak ve ruhun gücünü arttırmak lâzımdır.
Çok yemek, doymadan sofradan kalkmamak, hatta doyduktan sonra bile lezzetinden dolayı yemeye devam etmek, sigara ve içki gibi zararlı alışkanlıklar... bütün bunları önlemeye çalışmak, irâdeye hâkim olma mücâdelesinde gâlip gelmek için azmetmek/kararlı olmak, helâl ve temiz gıdalara dikkat etmek; dinin bu konudaki önemli tavsiyelerindendir.
Tıka basa, oburca yemeyi, israf ve lüks tüketimi yasaklayan İslâm, insanı aza kanaat etmeye alıştırdığı gibi, açların halini unutturmayıp onları doyurmayı önceliklerinin arasına aldırır. İslâm, komşusu açken tok yatmayı, müslümanlardan ayrılmak ve insanlığa ihânet olarak görür.
Müslüman, imkân nisbetinde nâfile oruç tutmaya çalışacak, özellikle evlenmeye yol bulamayan gençler orucu fazlalaştıracak ve az yiyecektir. Nefsi, yeme içmede dizginlenince, şeytanî bakış, düşünce ve duygulardan da korunmaya daha kolay alışacaktır.
Geçim sıkıntısının önemli bir sebebi, gereksiz mutfak harcamalarıdır. Sünnet çizgisinde ve selim akıl ölçüsünde gerçekten ihtiyaç olmayan yiyecek ve giyecekler devreden çıkarılırsa, bereket artacak, huzur çoğalacak, sıkıntılarsa azalacaktır.
Az yemek kanaati doğurur. Kanaat ise tükenmez hazinedir.
Sünnete uygun yenildiğinde kadınların ömrü mutfakta heder olmaktan çıkacak, kadına bu yönden yapılan zulüm, yerini hayırlı faâliyetlere bırakacaktır.
Sünnete uygun yeme içme kültürü, insanı doldur-boşalt makinesi olmaktan, sömürüye kurban olmaktan, “çok kazan çok tüket” felsefesinden kurtaracaktır.
Kur'ân-ı Kerim'de Oruç
Oruç anlamında “savm/sıyâm kelimesi ve türevleri, Kur’ân-ı Kerim’de 14 yerde geçer. 2028
"Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz (takvâ sahibi olursunuz).” 2029
“Oruç, size sayılı günler olarak yazıldı. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mâzereti olup da oruç tutmağa güçleri yetmeyenlere fidye gerekir. Fidye, bir fakir doyumu miktarıdır. Bunun dışında, kim gönüllü bir hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer gerçekleri anlıyorsanız, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” 2030“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve hidâyeti/doğruyu eğriden ayırmanın (furkanın) açık delilleri olarak kendisinde Kur’an indirilen aydır. Sizden her kim hilâli (Ramazan ayının ilk hilâlini) görürse oruç tutsun (oruca başlasın). Kim
2028] 2/Bakara, 183, 184, 185, 187, 187, 196, 196; 4/Nisâ, 92; 5/Mâide, 89, 95; 19/Meryem, 26; 33/Ahzâb, 35, 35; 58/Mücâdele, 4). “Ramazan” kelimesi de, Kur’ân-ı Kerim’de 1 yerde geçer (2/Bakara, 185.
2029] 2/Bakara, 183
2030] 2/Bakara, 184
ORUÇ
- 459 -
o anda hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk dilemez. O, sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiği için Allah’ı ta’zim etmenizi ister. Umulur ki, şükredersiniz. " 2031
“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbise gibisiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Şimdi (ve bundan sonra Ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını isteyin (arayın). Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde ibâdete çekilmiş olduğunuz (i’tikâf yaptığınız) anlarda, kadınlara hiç yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın yasak sınırlarıdır. Bu sınırları aşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.” 2032
“Sana, yeni doğan hilâl şeklindeki ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir...” 2033“Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer (elde olmayan bir sebeple) bunlardan alıkonursanız, kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban yerine varıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından gelen bir rahatsızlığı varsa oruç ya da sadaka veya kurban olmak üzere fidye vermesi gerekir. Emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesemeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun. Biliniz ki Allah’ın vereceği cezâ ağırdır.” 2034 “(Allah’la cennet karşılığı alışveriş yapanlar,) Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar (sâihûn), rukû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O mü’minleri (cennetle) müjdele.”2035 (Âyette geçen “es-sâihûn” oruç tutanlar olduğu gibi, cihad edenler ve yeryüzünde Allah’ın kudretini, güzel eserlerini ve ibret alınacak şeyleri görmek, bilgi kazanmak veya gönlünce ibâdet ve tâatını yapabilmek için seyahat edenler mânâsını da ifâde etmektedir.)
“Müslüman erkek ve müslüman kadınlar, ...oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar... Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” 2036
Hadis-i Şeriflerde Oruç ve Fazîleti
“Âdemoğlunun her ameli katlanır. (Zira Cenâb-ı Hakk’ın bu husustaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi yüz misline kadar çıkar. Allah Teâlâ (bir hadis-i kudsîde) şöyle buyurmuştur: ‘Oruç başkadır. Çünkü o sırf Benim içindir, onun mükâfatını da (dilediğim gibi) Ben vereceğim. Kulum Benim için şehvetini, yiyeceğini terketti. Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur. Oruç kalkandır/perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa ‘ben oruçluyum!’ desin (ve ona bulaşmasın).” 2037
2031] 2/Bakara, 185
2032] 2/Bakara, 187
2033] 2/Bakara, 189
2034] 2/Bakara, 196
2035] 9/Tevbe, 112
2036] 33/Ahzâb, 55
2037] Buhârî, Savm 2, 9, Libâs 78; Müslim, Sıyâm 163, 164, hadis no: 1151; Ebû Dâvud, Savm 25,
- 460 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdilermi artık kapanır, kimse oradan giremez.” 2038
“Kim Allah Teâlâ yolunda (cihad ederken) bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına, genişliği semâ ile arz arasını tutan bir hendek kılar.” 2039
“Allah yolunda bir gün oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar.” 2040
"... Oruç sabrın yarısıdır..." 2041
“Oruç bir kalkandır.” 2042
"Şüphesiz oruç, kulun kendisiyle cehennemden korunduğu bir kalkandır. (Allah Teâlâ) 'o (oruç), Benim içindir ve onun karşılığını Ben vereceğim' (buyurdu)." 2043
“Oruçlu için, birisi iftar ettiği vakit, öteki Rabbi ile karşılaştığı vakit olmak üzere iki sevinç vardır.” 2044
“Her bir iyilik için on mislinden yedi yüz misline kadar karşılık olabilir; fakat oruç başkadır. Çünkü oruç Benim içindir ve onun ecrini Ben vereceğim.” 2045
"Oruçla Kur'an kıyâmet gününde kula şefaat edeceklerdir. Şöyle ki: Oruç: 'Ey Rabbim! Ben onu gündüzleri yemekten ve şehvetlerinden men ettim, onun için beni, onun hakkında şefaatçi kıl' diyecek; Kur'an da: 'Ben onu geceleri uykusuz bıraktım, beni de onun hakkında şefaatçi kıl' diyecek. Böylece ikisi de (o kula) şefaat edeceklerdir." 2046
“Kim fazîletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” 2047
“Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır/zincire vurulur.” 2048
“Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.” 2049
Ebû Ümâme (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlü, dedim, bana öyle bir amel emret ki (yaptığım takdirde) Allah beni mükâfatlandırsın.” Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sana, orucu tavsiye ederim, zira onun bir eşi yoktur.” 2050hadis no: 2363; Tirmizî, Savm 55, hadis no: 764; Nesâî, Sıyâm 41; İbn Mâce, Sıyâm 1, Hadis no: 1638, Edeb 58, hadis no: 3823; Muvattâ, Sıyâm 58
2038] Buhârî, Savm 4, Bed’ü’l-Halk 9; Müslim, Sıyâm 166, hadis no: 1152; Nesâî, Sıyâm 43; Tirmizî, Savm 55, Hadis no: 765
2039] Tirmizî, Cihâd 3, hadis no: 1624
2040] Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm, 167-168; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihâd 3; Ebû Dâvud, Cenâiz 3
2041] Tirmizî, Deavât, 86, 87, hadis no: 3519
2042] Buhârî, Savm 9; Tinmizî, İman 8
2043] Ahmed bin Hanbel, III/396
2044] Buhârî, Savm 9
2045] Müslim, Sıyâm 164; Nesâî, Sıyâm 42
2046] Ahmed bin Hanbel, II/174
2047] Buhârî, İman 28, Savm 6; Müslim, Sıyâm 203, Müsâfirîn 175; Ebû Dâvud, Ramazan 1, Savm 57; Tirmizî, Savm 1, Cennet 4; Nesâî, Sıyâm 39; İbn Mâce, İkamet 173, Sıyâm 2, 33
2048] Buhârî, Savm 5, Bed’u’l-Halk 11; Müslim, Sıyâm 1, 2, 4, 5; Nesâî, Sıyâm 5
2049] Tirmizî, Savm 82, hadis no: 807; İbn Mâce, Sıyâm 45, Hadis no: 1746
2050] Nesâî, Sıyâm 43 -4, 165-
ORUÇ
- 461 -
“Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir.” 2051
“Kim orucu fecirden önce niyetle (kesin kılmazsa) onun orucu yoktur.” 2052
Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.), bazen olurdu bir ay boyu oruç tutmazdı ve o aydan hiç oruç tutmayacağını zannederdik. Bazen de (öylesine ara vermeden) tutardı ki, o aydan hiçbir günü oruçsuz geçirmeyecek zannederdik. Sen onu, geceleyin namaz kılarken görmek istesen mutlaka görürdün. Geceleyin uyur görmek istesen mutlaka görürdün.” 2053
Rivâyet edildiğine göre saçı başı dağınık bir adam Hz. Peygamber’e gelerek, “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’ın beni yükümlü tuttuğu orucun miktarını söyle” demişti. Peygamberimiz “Ramazan ayını oruçlu geçir” buyurmuş, adam bu defa “Bunun dışında başka oruç tutmam gerekiyor mu?” diye sormuş, Peygamberimiz de “Hayır, yükümlü olduğun başka oruç yoktur, fakat nâfile olarak tutabilirsin” cevabını vermiştir. Adam aynı şekilde sorularına devam ederek zekât, namaz ve hac konusunda bilgiler aldıktan sonra “Sana ikramda bulunan Allah’a yemin olsun ki, bu söylenenlerden fazla bir şey de yapmam, eksik de bırakmam” diyerek çekip gitmiş, Peygamberimiz de arkasından şöyle demiştir: “Şâyet dediğini yaparsa bu adam kurtulmuştur.” 2054
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) Ramazan dışında hiçbir ayı tam olarak oruçlu geçirmedi.” 2055
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) Ramazanı zikrederek buyurdular ki: “Hilâli görünceye kadar oruç tutmayın, yine (müteâkip) hilâli görünceye kadar da yemeyin. Bulut araya girerse (hava kapalı olursa) ayı takdir edin (sayıyı otuza tamamlayın).” 2056
“Ramazan ayını, hilâli görmedikçe veya sayıyı ikmal etmedikçe öne alıp başlatmayın. (Hilâli gördükten veya sayıyı tamamladıktan) sonra müteâkip hilâli görünceye veya sayıyı tamamlayıncaya kadar orucu tutun.” 2057
“Biz ümmî bir ümmetiz; ne yazı ne de hesap biliriz. Ay, şöyle şöyledir.” Yani, bir defasında yirmi dokuz, bir defasında otuz gösterdi. 2058
“Kim yalan sözü (yalanı, gıybet, dedikodu gibi günah sözleri) ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.” 2059
"Nice oruç tutan vardır ki, (haramdan sakınmadıkları için) orucundan kendisine kalan,
2051] Buhârî, Savm 26, Eymân 15; Müslim, Sıyâm 171, Hadis no: 1155; Tirmizî, Savm 26, Hadis no: 721; Ebû Dâvud, Savm 39, Hadis no: 2398
2052] Ebû Dâvud, Savm 71, Hadis no: 2454; Tirmizî, Savm 33, Hadis no: 730; Nesâî, Savm 68
2053] Buhârî, Savm 53, Teheccüd 11; Müslim, Sıyâm 180, Hadis no: 1158; Tirmizî, Savm 57, hadis no: 769
2054] Buhârî, Savm 1; Müslim, İman 9
2055] Buhârî, Savm 53; Müslim, Savm 178, hadis no: 1157; Nesâî, Savm 70
2056] Buhârî,Savm 11, 5, 13, Talâk 25; Müslim, Sıyâm 9, hadis no: 1080; Ebû Dâvud, Savm 4, hadis no: 2320; Nesâî, Savm 10, 11; Muvattâ, Sıyâm 1
2057] Ebû Dâvud, Savm 6, Hadis no: 2362; Nesâî, Savm 13
2058] Buhârî, Savm 13, 5, 11, Talâk 29; Müslim, Savm 13-15, Hadis no: 1080; Ebû Dâvud, Savm 4, Hadis no: 23129-2321; Nesâi, Savm 17
2059] Buhârî, Savm 8, Edeb 51; Ebû Dâvud, Savm 25, h. no: 2326; Tirmizî, Savm 16, h. no: 707
- 462 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sadece açlık ve susuzluktur." 2060
“Kadın, kocası varken izin almadan (nâfile) oruç tutmasın.” 2061
“Allah Teâlâ, yolcudan namazın yarısını kaldırdı, oruca da yeme hususunda ruhsat tanıdı. Ayrıca çocuk emziren ve hâmile kadınlara, çocukları hususunda endişe ettikleri takdirde, orucu yeme ruhsatı tanıdı.” 2062
“Herhangi biriniz iftar etmek istediği zaman orucunu hurma ile açsın. Hurma bulamazsa, su ile iftar etsin. Su temizdir.” 2063
“Sizden biriniz unutarak bir şey yer veya içerse, orucunu tamamlasın. Çünkü onu Allah yedirmiş ve içirmiştir.” 2064
Âmir İbn Rebîa (r.a.) anlatıyor: “Ben Rasûlullah (s.a.s.)’ı, oruçlu iken misvaklandığını sayamayacağım kadar çok gördüm.” 2065
Âişe (r.a.) şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a.s.)’in, ailesiyle ilişkide bulunup cünüp olarak sabahladığı olurdu. Sonra yıkanıp orucunu tutardı.” 2066
Nâfile Oruçlar ve Fazîleti Hakkında Hadis-i Şerifler:
Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.)’a ‘Ramazandan sonra hangi oruç efdaldir?’ diye sorulmuştu; şu cevabı verdi: “Ramazanı ta’zim için Şa’bân!” Tekrar soruldu: ‘Hangi sadaka efdaldir?’ “Ramazanda verilen!” cevabını verdi.” 2067
“Âşûra orucunun önceki yılın günahlarına keffâret olacağını Allah’tan umarım.” 2068
Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Ramazan (farz olmaz)dan önce Âşûra orucu tutuluyordu. Ramazanın farziyeti indikten sonra onu dileyen tuttu, dileyen de tutmadı.” 2069
İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.) Medine’ye gelince, yahûdileri Âşûra günü oruç tutar gördü. Onlara: “Bu da ne (niçin oruç tutuyorsunuz)?” diye sordu. “Bu, sâlih (hayırlı) bir gündür. Allah, o günde Benî İsrâil’i düşmanlarından kurtardı. (Şükür olarak) Hz. Mûsâ o gün oruç tuttu” dediler. Rasûlullah (s.a.s.): “Ben Mûsâ’ya sizden daha lâyığım (yakınım)” buyurup o gün oruç tuttu ve müslümanlara da tutmalarını emretti.” 2070
İbn Abbâs (r.a.) şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a.s.) Receb ayında bazı yıllarda öyle
2060] İbn Mâce, Sıyâm 21
2061] Buhârî, Nikâh 84, 86; Müslim, Zekât 84, h. no: 1026; Ebû Dâvud, Savm 74, h. no: 2485; Tirmizî, Savm 65, h. no: 782
2062] Ebû Dâvud, Savm 43, h. no: 2408; Tirmizî, Savm 21, h. no: 715; Nesâî, Savm 51; İbn Mâce, Sıyâm 12, h. no: 1668
2063] Ebû Dâvud, Savm 21; Tirmizî, Zekât 26, Savm 10; İbn Mâce, Sıyâm 25
2064] Buhârî, Savm 26, Eymân 15; Müslim, Sıyâm 171; Ebû Dâvud, Sıyâm 39; Tirmizî,Savm 26; İbn Mâce, Sıyâm 15
2065] Buhârî,Savm 27; Ebû Dâvud, Savm 26, h. no: 2364; Tirmizî, Savm 29, h. no: 725
2066] Buhârî, Savm 22, 25; Müslim, Sıyâm 76
2067] Tirmizî, Zekât 28, hadis no: 663
2068] Tirmizî, Savm 48, hadis no: 752
2069] Buhârî, Savm 69, Hacc 1, 47, Menâkıbu’l-Ensâr 26, Tefsîru Bakara 24; Müslim, Sıyâm 115, Ebû Dâvud, Savm 64, hadis no: 2442-2443; Tirmizî Savm 49, hadis no: 753; Muvattâ, 33
2070] Buhârî, Savm 69, Enbiyâ, 22, Fedâilu’l-Ashâb 52; Tefsîru Yûnus 1, Tâhâ 1; Müslim, Sıyâm 127, hadis no: 1130; Ebû Dâvud, Savm 64, hadis no: 2444
ORUÇ
- 463 -
oruç tutardı ki biz, ‘(gâliba) hiç yemeyecek (ayın her gününde tutacak)’ derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz, ‘(gâliba) hiç tutmayacak’ derdik.” 2071
Âişe (r.a.)anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) (bazen) oruca öyle devam ederdi ki, ‘(bu ay) hiç yemeyecek’ derdik. Bazen de öyle devamlı yerdi ki, ‘(bu ay) hiç tutmayacak’ derdik. Ben, onun Ramazan dışında bir ayı tam olarak tuttuğunu görmedim. Herhangi bir aydan Şâban ayında tuttuğundan daha fazla tuttuğunu da görmedim.” 2072
Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: “Ben Rasûlullah (s.a.s.)’ın Şâban ve Ramazan dışında iki ayı peş peşe tam olarak oruçla geçirdiğini görmedim.” 2073
Üsâme (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlü, dedim. Şâban ayında tuttuğun kadar başka aylarda oruç tuttuğunu göremiyorum (sebebi nedir?) diye sordum. Şu cevabı verdi: “Bu, Receb’le Ramazan arasında insanların gaflet ettikleri bir aydır. Hâlbuki o, amellerin Rabbü’l-âlemîn’e yükseltildiği bir aydır. Ben, oruçlu olduğum halde amelimin yükseltilmesini istiyorum.” 2074
“Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilâve ederse, sanki yıl orucu tutmuş olur.” 2075
Hüneyde İbn Hâlid, hanımından, o da Rasûlullah (s.a.s.)’ın zevcelerinden birinden anlatıyor: “Rasûlullah Zilhice’den dokuz günle Âşûra günü oruç tutardı. Bir de her aydan üç gün, ayın ilk pazartesi ile Perşembe günü oruç tutardı.” 2076
“Ramazan orucu dışında en fazîletli oruç, Allah’ın ayı muharremde tutulan oruçtur. Farzlar dışında en fazîletli namaz da gece namazıdır.” 2077
“Arafat (Kurban Bayramı arefesi) günü tutulan orucun, geçmiş yılın ve gelecek yılın günahlarına keffâret olacağına Allah’tan ümit ediyorum.” 2078
Rasûlullah (s.a.s.)’a pazartesi günü oruç tutmanın fazîleti soruldu. O da şöyle buyurdu: “O gün, benim doğduğum, peygamber olduğum (bana ilk vahiy geldiği) gündür.” 2079
Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) pazartesi ve perşembe günlerinde oruç(la sevap) arardı.” 2080
“Ameller Allah Teâla’ya pazartesi ve perşembe günleri arzedilir. Ben, amelimin oruçlu olduğum halde arzedilmesini severim.” 2081
2071] Buhârî, Savm 53; Müslim, Sıyâm 179, hadis no: 1157; Ebû Dâvud, Savm 55, hadis no: 2430
2072] Buhârî, Savm 52; Müslim, Sıyâm 175, hadis no: 1156; Ebû Dâvud, Savm 56, 59, hadis no: 2431, 2434; Tirmizî, Savm 37, hadis no: 736; Nesâî, Savm 70; Muvattâ, Sıyâm 56
2073] Tirmizî, Savm 37, hadis no: 736; Ebû Dâvud, Savm 11, hadis no: 2335; Nesâî, Savm 70
2074] Nesâî, Savm 70
2075] Müslim, Sıyâm 204, hadis no: 1164; Tirmizî, Savm 53, hadis no: 759; Ebû Dâvud, Savm 58, hadis no: 2432
2076] Ebû Dâvud, Savm 61, hadis no: 2437; Nesâî, Savm 83
2077] Müslim, Sıyâm 202, 203; Ebû Dâvud, Savm 56; Tirmizî, Mevâkît 207; Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl 6
2078] Tirmizî, Savm 46, hadis no: 749; İbn Mâce, Sıyâm 40, hadis no: 1730; Müslim, Sıyâm 196, hadis no: 1162
2079] Müslim, Sıyâm 70
2080] Tirmizî, Savm 44, hadis no: 745; Nesâî, Savm 70; İbn Mâce, Sıyâm 42, hadis no: 1739
2081] Tirmizî, Savm 44, hadis no: 747
- 464 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Abdullah İbn Katâde İbn Milhân el-Kaysî, babasından anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.), bize eyyâm-ı bîz’de yani, (hicrî) ayın on üç, on dört ve on beşinci günlerinde oruç tutmamızı emrederdi ve “bunlar yıl orucu vaziyetindedir” derdi.” 2082
“Kim her ayda üç gün oruç tutarsa işte bu, yıl orucu olur. Allah Teâlâ bu hususu te’yîden Kitabında şu âyeti indirdi: “Kim bir hayır işlerse o kendisinden on misliyle kabul edilir” (6/En’âm, 160). Bir gün, on gün yerinedir.” 2083
“Zahmetsiz ganîmet, kışta tutulan oruçtur.” 2084
“Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlenme külfetine gücü yeterse evlensin! Zira evlenme, gözü (haramdan) daha çok önler ve iffeti de o nisbette korur. Evlenme masrafına gücü yetmeyen kimse de oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için bir kalkandır.” 2085
Ashâbdan üç kişi, Rasûlullah’ın eşlerine onun gece ibâdetini sormuşlar; belki azımsayarak birincisi; “sürekli gece namazı kılmaya”, ikincisi; “sürekli oruç tutmaya”, üçüncüsü de; “kadınlardan sürekli ayrı kalmaya ve hiç evlenmemeye” karar verir. Bunu işiten Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle demişler. Fakat ben hem namaz kılıyorum, hem uyuyorum; oruç tutuyorum, tutmadığım da oluyor; kadınlarla da evleniyorum. Kim benim sünnetimi terk ederse, o benden değildir.” 2086
Ebû Hüreyre ve Âişe (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Nebî (s.a.s.) iftar etmeden orucu birbirine eklemeyi yasakladı. 2087
“İki günde oruç câiz olmaz; Fıtır günü (Ramazan Bayramının birinci günü) ve Nahr günü (Kurban Bayramı günü).” 2088
“Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri, biz müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme-içme günleridir.” 2089
“Sizden kimse, Ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamasın. Eğer bir kimse, önceden oruç tutmakta idiyse, orucunu tutmaya devam etsin.” 2090
“Cum’a gecesini, diğer geceler arasında gece namazına tahsis etmeyin; Cuma gününü de diğer günler arasında oruç günü olarak tâyin etmeyin. Ancak, birinizin tutmakta olduğu oruç arasına denk gelirse o hâriç.” 2091
“Sahur yemeği yiyin; zira sahurda bereket vardır.” 2092
2082] Ebû Dâvud, Savm 68, hadis no: 2499; Nesâî, Savm 83
2083] Tirmizî, Savm 54, hadis no: 761; Nesâî, Savm 82
2084] Tirmizî, Savm 74, hadis no: 797
2085] Buhârî, Savm 10, Nikâh 2,3; Müslim, Nikâh 1, 3; İbn Mâce, Nikâh 1; Nesâî, Sıyâm 43, Nikâh 3; İbn Mâce, Nikâh 1; Dârimî, Nikâh 2; Ahmed bin Hanbel, I/378, 424, 425
2086] Müslim, Nikâh 5; Nesâî, Nikâh 4; Dârimî, Nikâh 3; Ahmed bin Hanbel, II/158, III/341, 359, V/409
2087] Buhârî, Savm 48, 49; Müslim, Sıyâm 59; Ebû Dâvud, Savm 24
2088] Buhârî, Savm 67, Fadlu’s-Salât 6, Cezâus’s-Sayd 26; Müslim, Sıyâm 288, hadis no: 827; Ebû Dâvud, Savm 48, hadis no: 2417; Tirmizî, Savm 58, hadis no: 772
2089] Ebû Dâvud, Savm 49, hadis no: 2419; Tirmizî, Savm 59, hadis no: 773; Nesâî, Menâsik 195
2090] Buhârî, Savm 14; Müslim, Savm 21, hadis no: 1082; Ebû Dâvud, Savm 11, hadis no: 2335; Tirmizî, Savm 2,hadis no: 684; Nesâî, Savm 31, 32
2091] Buhârî, Savm 63; Müslim, Sıyâm 147, 148; Ebû Dâvud, Savm 50, h. no: 2420; Tirmizî, Savm 42, h. no: 743
2092] Buhârî, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45, h. no: 1095; Tirmizî, Savm 17, h. no: 708; Nesâî, Savm
ORUÇ
- 465 -
“Bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.” 2093
“İnsanlar iftarda acele ettikleri müddetçe hayır üzere devam ederler.” 2094
“Âdemoğlu, midesinden/karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyecekse (nefsinin galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa onu üçe ayırsın: (karnının) üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte birini de nefesine (ayırsın, üçte birden fazlasına yemek koymasın).” 2095
“Benden sonra, ümmetim için üç hususta korkuyorum. Bunlar, sapık arzular, bilgiden sonra gaflet, çok yemek ve şehvetlere tutulmaktır.” 2096
Orucun Çeşitleri
Hanefîler’e göre diğer ibâdetler gibi oruç da farz, vâcip ve nâfile çeşitlerine ayrılır. Bu üçlü ayrım Hanefîlerin, dinen yapılması gerekli olan şeyleri farz ve vâcip şeklinde iki kadameli bir ayrıma tâbi tutmuş olması sebebiyledir. Diğer mezheplerde “vâcip” terimi ise her iki kategoriyi de içine alır. Nâfile ise farz ve vâcip dışında kalan dinî ödevlerin genel adıdır.
a) Farz Oruç: Farz olan oruç denince, Ramazan orucu kastedilir ve zâten tâyin edilmiş, önceden belirlenmiş (muayyen) olan oruç da budur. Mâzeretli veya mâzeretsiz olarak tutulamadığı zaman, başka bir zaman kazâ edilmesi de aynı şekilde farzdır.
Bunun dışında, bir de keffâret olmak üzere tutulan oruç vardır. Ramazan orucunun bozulması sebebiyle tutulması gereken keffâret orucu yanında ayrıca, zıhâr, yanlışlıkla ve kazâ ile adam öldürme, hacda ihramlı iken vaktinden önce tıraş olma (halk) ve yemin için tutulacak olan keffâret oruçları da farz oruç kapsamında değerlendirilmiştir. Keffâret orucu, yapılan bir hatânın cezâsı veya telâfisi anlamını taşıdığından kişi için baştan belirlenmiş bir yükümlülük olmayıp, buna sebebiyet vermesi halinde gündeme gelebilen ârızî bir yükümlülük niteliğindedir. Bu bakımdan Ramazan orucu “muayyen farz”, diğerleri ise “gayr-i muayyen farz” olarak nitelendirilir. Ramazan orucu sadece belirli bir vakitte, yani Ramazan ayında tutulabilirken; diğerleri, oruç tutmanın mubah olduğu her zaman tutulabilir.
Ramazan orucunun kazâsı da istenilen mubah günlerde tutulabilir. Fakat İmam Şâfiî’nin kazâya kalan orucun aynı yıl içerisinde kazâ edilmesi gerektiğine ilişkin görüşü de dikkate alınarak, herhangi bir sebeple kazâya kalan orucu mümkün olan en kısa zamanda tutmaya çalışmak uygun olur.
b) Vâcip Oruç: Nezir (adak), kişinin dinen yükümlü olmadığı bir ibâdeti yapmayı kendisi için bir yükümlülük haline getirmesidir. Kişi, oruç tutmayı adamışsa, bu adak orucunu tutması vâciptir. Adak adanırken, orucun tutulacağı gün 18
2093] Müslim, Sıyâm 46, h. no: 1096; Ebû Dâvud, Savm 15, h. no: 2343; Tirmizî, Savm 17, h. no: 709; Nesâî, Savm 27
2094] Buhârî, Savm 45; Müslim, Sıyâm 48, h. no: 1098; Tirmizî, Savm 13, h. no: 699; Muvattâ, Sıyâm 6
2095] Tirmizî, Zühd 47, hadis no: 2381; İbn Mâce, Et’ıme 50, hadis no: 3349
2096] Câmiu’s Sağîr, 1/13
- 466 -
KUR’AN KAVRAMLARI
belirlenmişse, meselâ falan ayın filân günü gibi, bu muayyen bir vâcip olur ve orucun belirlenen günde tutulması gerekir. Nezredilen itikâf orucu da belirli günde tutulacağı için muayyen vâcip sayılır. Orucun tutulacağı gün belirlenmemişse gayr-i muayyen vâcip olur ve dilediği mubah bir günde tutulabilir. Başlanmış nâfile bir orucun bozulması durumunda bunun kazâ edilmesi Hanefîler’e göre vâciptir. Mâlikîler ise kazânın farz olduğunu söylemişlerdir. Şâfiî’ye ve Mâlik’ten başka bir rivâyete göre ise, nâfile orucun kazâsı gerekmez.
c) Nâfile Oruç: Farz ve vâcip olan oruçların dışında tutulan oruçlar nâfile oruç olarak isimlendirilir. “Nâfile”, gereksiz anlamına değil; farz ve vâcip olanın dışında, kısaca gerekenin dışında yapılan anlamına gelir. Daha fazla sevap kazanmak maksadıyla yapıldığı için tâbir câizse nâfile ibâdet, bir bakıma fazla mesâi yapmaktır. Nâfile oruçların sünnet, müstehap, mendup veya tatavvu olarak adlandırıldıkları da olur.
Nâfile oruç, mubah olan tüm günlerde tutulabilir. Ancak bazı günlerde oruç tutmak daha fazîletli görülerek bugünlerde oruç tutmak sünnet veya mendup kabul edilmiştir. Peygamberimiz’in sıklıkla oruç tuttuğu veya oruç tutulmasını tavsiye ettiği günler, kısaca oruç tutmanın mendup kabul edildiği belli başlı günleri görelim:
Oruç Tutmanın Mendup Olduğu Günler:
1. Şevval Orucu: Kamerî/Ay takviminde Ramazan ayından sonraki ay, Şevval ayıdır. Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır. Bu oruçların bayramın hemen arkasından peş peşe tutulması daha fazîletli olmakla birlikte ay içerisinde aralıklı olarak tutmak da mümkündür. Kazâ veya adak oruçlarının bugünlerde tutulmasıyla da aynı sevap elde edilir. Peygamberimiz’in Ramazanı oruçla geçirip buna Şevvalden altı gün ilâve eden kişinin bütün yılı oruçlu geçirmiş olacağı yönündeki ifâdesini2097, “Kim iyi bir amel işlerse, kendisine bunun on katı ecir vardır”2098 âyetiyle birlikte değerlendiren kimi âlimler, bire on hesabıyla, Ramazan orucunun on aya, altı gün Şevval orucunun da altmış güne karşılık olduğunu ve bu sûretle bütün yılın oruçlu geçirilmiş sayılacağını söylemişlerdir.
2. Âşûrâ Orucu: Muharrem ayının onuncu gününe “âşûrâ” denilir. Hz. Peygamber’in devamlı olarak bugünde oruç tuttuğu rivâyet edilmiştir. Fakat sadece o günde oruç tutulması doğru görülmemiş, bunun yanında bir önceki veya bir sonraki günün de oruçlu geçirilmesi tavsiye edilmiştir. Bir rivâyete göre Peygamberimiz Medine’ye geldiğinde yahûdilerin âşûrâ gününde oruç tuttuklarını görünce, bu orucun anlamını, yani ne için tutulduğunu sormuştu. Yahûdiler, bugünün büyük bir gün olduğunu; Allah’ın Mûsâ’yı ve İsrâiloğullarını düşmanlarından bugünde kurtardığını ve Mûsâ’nın bu sebeple bugünde oruç tuttuğunu, kendilerinin bugünde oruç tutmalarının da bundan kaynaklandığını söyleyince, Peygamberimiz “Ben Mûsâ’ya sizden daha yakınım” demiş ve bugünlerde oruç tutulmasını emretmiştir.2099 Âşûrâ orucunu câhiliyye döneminde Araplar’ın tuttuğu ve Hz. Peygamber’in de Ramazan orucunun farz kılınmasına kadar bu orucu
2097] Müslim, Sıyâm 204
2098] 6/En’âm, 160
2099] İbn Mâce, Sıyâm 41
ORUÇ
- 467 -
tutmayı emrettiği rivâyetleri de vardır.2100 Daha sonra Ramazan orucu farz kılınınca âşûrâ orucu bir yükümlülük olmaktan çıkarılmış, fakat âşûrâ günü oruç tutulması tavsiye edilmiş ve bugün oruç tutmak sünnet olarak devam etmiştir.
3. Her Ay Üç Gün Oruç: Her aydan üç gün oruç tutmak, bunu özellikle her ayın 13, 14 ve 15. günlerinde yapmak müstehap kabul edilmiştir. Kamerî takvim (ay takvimi) hesabına göre bu günlere “eyyâm-ı bîd” denir. Peygamberimiz’in özellikle kamerî ayın 13, 14 ve 15. günlerinde olmak üzere her ay üç gün oruç tutmayı tavsiye ettiği rivâyeti2101 yanında, Hz. Âişe’nin, Peygamberimiz’in her ay üç gün oruç tuttuğuna dâir rivâyeti de bulunmaktadır.
4. Pazartesi ve Perşembe Orucu: Her hafta pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak da teşvik edilmiş bir nâfiledir. Peygamberimiz’in pazartesi ve perşembe günleri oruç tuttuğu ve soruya cevâben de “İnsanların amelleri Allah Teâlâ’ya pazartesi ve perşembe günleri arzolunur; ben amelimin arzı sırasında oruçlu olmayı tercih ediyorum”2102 dediği rivâyet edilmektedir.
5. Zilhicce Orucu: Zilhicce ayının ilk dokuz gününde oruç tutmak tavsiye edilmiştir. Zilhicce ayının 10. günü Kurban bayramının ilk günüdür. Peygamberimiz’in Zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tutmayı sürdürdüğü rivâyet edildiği için Zilhiccenin ilk dokuz gününün, yani Kurban bayramından önceki dokuz günün oruçlu geçirilmesi müstehaptır. Fakat sıkıntıya ve halsizliğe sebep olacağı gerekçesiyle, hacda olanların 9. günü (arefe günü) oruç tutması mekruh görülmüştür. Peygamberimiz arefe gününün fazîletine ilişkin olarak “Arefe gününden daha çok Allah’ın cehennem ateşinden insanları âzât ettiği bir gün yoktur.”2103 buyurmuş, yine “Arefe günü tutulan orucun bundan önce ve sonra birer yıllık günahları örteceği Allah’tan umulur.”2104 dediği nakledilmiştir.
6. Haram Aylarda Oruç: Haram aylar olarak anılan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarında, perşembe, cuma ve cumartesi günleri oruç tutmak müstehaptır.
7. Şâban Orucu: Şâban ayında oruç tutmak müstehap sayılmıştır. Âişe vâlidemizin belirttiğine göre Peygamberimiz en çok orucu Şâban ayında tutmuş, Şâban ayının tamamını oruçla geçirdiği olmuştur. Fakat pazartesi, perşembe veya her ay üç gün ve benzeri gibi tutulagelen mûtat oruç dışında Şâban ayının ikinci yarısında oruç tutmak, bâzı âlimlerce mekruh kabul edildiği gibi, Şâfiî mezhebine göre haram sayılmıştır.
(Özellikle üç aylar denilen Receb, Şâban ve Ramazan ayının tüm günlerini peş peşe oruçlu geçirmek sünnette olmayan, sonradan uydurulmuş bir davranış biçimidir. Bazı insanların önemli bir sünnet gibi Receb ve Şâban ayının tümünü oruçla geçirerek oruç aylarını üçe çıkarmaları doğru değildir. Bunun yanında, Receb ve Şâban ayının bazı günlerinde oruç tutup bazı günlerini oruçsuz geçirmek çok daha fazîletlidir.)
8. Dâvud Orucu: Gün aşırı oruç tutmak, yani bir gün oruç tutup ertesi gün
2100] Müslim, Sıyâm 116
2101] Müslim, Sıyâm 181-182
2102] Ebû Dâvud, Savm 60; İbn Mâce, Sıyâm 42
2103] Müslim, Sıyâm 196
2104] Müslim, Sıyâm 197
- 468 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tutmamak, Peygamberimiz tarafından “savm-ı Dâvûd” olarak nitelenmiş ve bu şekilde oruç tutmanın fazîletli olduğu ifâde edilmiştir. Peygamberimiz bu şekildeki oruç hakkında “En fazîletli oruç, Dâvud’un tuttuğu oruçtur; o bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı” demiştir. Sahâbeden Abdullah bin Amr, “Ben daha fazlasını tutabilirim” deyince, Peygamberimiz bunun fazîletli bir şekil olduğunu ve daha fazlasını tutmaya çalışmamayı tavsiye etmiştir.2105 Bu bakımdan gün aşırı oruç tutmak, en fazîletli nâfile oruç olarak değerlendirilmiştir.
Yukarıda belirtilen günlerde oruç tutmanın fazîleti ve kişiye kazandıracağı sevaplar konusunda birçok hadis rivâyet edilmiştir. Oruç tutmanın tavsiye edildiği günler incelendiğinde bunların belirlenmesinin gelişigüzel olmayıp, belli bir periyoda göre düzenlendiği görülür. Bu bakımdan oruç tutmanın ruhî ve bedenî yararları göz önüne alındığında yılın belli zamanlarında oruç tutmak oldukça yararlı, tutulacak oruçları Peygamberimiz’in önerdiği günlerde tutmak ise oldukça sevaplıdır. Bununla birlikte, oruç tutulması haram ve mekruh olmayan günlerde kişi kendi durumuna ve tercihine göre istediği zaman nâfile oruç tutabilir.
d) Oruç Tutmanın Yasak Olduğu Günler: Dinimizde, oruç tutmanın emredildiği günler olduğu gibi; oruç tutmanın yasaklandığı veya hoş karşılanmadığı günler de vardır. Bazı belli günlerde oruç tutmanın hoş karşılanmayışının çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Yasağın mâhiyetine ve ağırlık derecesine göre, bu günlerin bir kısmında oruç tutmak haram veya tahrîmen mekruh sayılırken, diğer bir kısmında ise tenzîhen mekruh sayılmıştır.
Oruç tutmanın yasak olduğu günlerin başında bayram günleri gelir. Peygamberimiz iki vakitte oruç tutulmayacağını bildirmiştir ki, birisi Ramazan bayramının birinci günü, diğeri Kurban bayramı günleridir.2106 Ramazan bayramının sadece birinci gününde ve Kurban bayramının dört gününde oruç tutmak haramdır (bir görüşe göre tahrîmen mekruh). Bu günlerde oruç tutmanın hoş karşılanmayıp yasaklanmasının anlamı açıktır. Bayram günlerinin yeme, içme ve sevinç günleri olması yanında, her birinin ayrı bir anlamı da bulunmaktadır. Ramazan bayramı, bir ay boyunca Allah için tutulan orucun arkasından verilen bir “genel iftar ziyâfeti” hükmündedir ve bu anlamından ötürü ona “Fıtır bayramı” (İftar bayramı) denilmiştir. Ramazan bayramının ilk günü bu yönüyle bir aylık Ramazan orucunun iftarı olmaktadır. Böyle toplu iftar gününde oruçlu olmak, Allah’ın sembolik ziyâfetine katılmamak anlamına gelir ki, bunun en azından edep dışı olduğu ortadadır. Allah için kurbanların kesildiği Kurban bayramı günleri de ziyâfet günleridir. Peygamberimiz teşrik günlerinin yeme, içme ve Allah’ı anma günleri olduğunu belirtmiştir. 2107
Hayız ve nifas halinde kadınların oruç tutmaları haramdır; oruç tutmaları halinde tuttukları oruç geçerli olmayacağı gibi, günah işlemiş olurlar. Onlar bu günlere denk gelen Ramazan oruçlarını daha sonra kazâ ederler. Esâsen Şevval ayından altı gün oruç tutmanın tavsiye edilmesinin altında, kadınların ay hali nedeniyle tutamadıkları oruçları derhal kazâ etmelerine bir fırsat hazırlama düşüncesi bulunmaktadır. Şevval orucunun erkekleri de içine alacak şekilde genelleştirilmesi ise, hem kadınların bu durumlarının dikkatten kaçırılması hem de
2105] Müslim, Sıyâm 187-192
2106] Buhârî, Savm 67
2107] Ebû Dâvud, Savm 50
ORUÇ
- 469 -
orucun herkesle birlikte tutulmasının kolay oluşuna mâtuf olmalıdır.
Bazı günlerde oruç tutmak ise çeşitli sebeplerle mekruh sayılmıştır. Meselâ; sadec âşûrâ gününde oruç tutmak, yahûdilere benzemek ve onları taklit etmek anlamını içerdiği için mekruh sayılmıştır. Kimi âlimlere göre sadece cuma gününde veya sadece cumartesi gününde oruç tutmak, yılbaşı, nevruz ve mihrican günlerinde oruç tutmak tenzîhen mekruhtur. Ancak kişinin öteden beri alışkanlık haline getirdiği oruç bu günlere rastlarsa, özel olarak bu günlerde oruç tutma kastı bulunmadığı için, bunun bir sakıncası yoktur. Oruç tutmak için özellikle Cuma gününü seçmenin mekruh oluşu, bu günün müslümanların haftalık bayram günü kabul edilmesidir. Peygamberimiz, mûtat orucun denk gelmesi dışında, özellikle cuma günü oruç tutmamayı tavsiye etmiştir.
Şek günü oruç tutmak mekruhtur. Havanın bulutlu olması gibi sebepler yüzünden Şâban ayının yirmi dokuzundan sonraki günün Şâban ayına mı yoksa Ramazan ayına mı âit olduğu konusunda şüphe meydana gelirse bu güne “yevm-i şek” (şek/şüphe günü) denilir. Bu günün Ramazan ayına âit olup olmadığında kuşku bulunduğu anlamına gelir. Bu gün herhangi bir oruç tutmak mekruhtur. Şâban ayını oruçla geçiren kimsenin şek gününde orucu bırakmaması daha fazîletli olduğu gibi, mûtâdı şek gününe denk gelen kimsenin bu günde oruç tutmasında da bir sakınca yoktur. Peygamberimiz Ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamayı yasaklamıştır.2108 Âlimler bu yasaklamaya sebep olarak Ramazan orucuna ilâve yapılması endişesini göstermişlerdir. Bu bakımdan şek günü Ramazan orucuna niyetle oruç tutmak tahrîmen mekruhtur. Fakat bu günde oruç tutmak genel olarak mekruh olmakla birlikte, nâfile niyetiyle tutulan orucun geçerli olacağı, hatta bu günün Ramazanın birinci günü olduğunun anlaşılması halinde farz olan oruç yerine geçeceği söylenmiştir.
İki veya daha fazla günü, arada iftar etmeksizin birbirine ekleyerek oruç tutmak mekruhtur. Buna visâl orucu (savm-i visâl) denir. Âişe vâlidemizin belirttiğine göre Peygamberimiz müslümanlara acıdığı için visâl orucu tutmalarını yasaklamış; kendisinin bu şekilde oruç tuttuğu hatırlatılınca da “Siz benim gibi değilsiniz; beni Rabbim yedirir, içirir” 2109 diye cevap vermiştir.
Kadınların âile ve toplum içerisindeki statülerine ilişkin olarak oluşan anlayış doğrultusunda, kadının kocasından izinsiz olarak nâfile oruç tutmasının hoş olmayacağı yönünde görüşler vardır. Bu anlayışın, günümüz sosyal ve âile ilişkileri açısından genel geçer olmadığı değerlendirilebilir.
Maaş veya ücret karşılığı çalışan kimseler, iş veriminin düşmesine yol açması durumunda nâfile oruç tutmamalıdır. Buna mukabil işverenlerin Ramazan ayında, oruç ibâdetinin kolay ve rahat biçimde yerine getirilebilmesi için birtakım tedbirler almaları ve düzenlemeler yapmaları gerekir. (Laik devletin müslümanların ibâdetlerine kolaylık göstermesini beklemekse, cehennemde köşk beklemek gibidir.)
Hacılar, oruç tuttukları takdirde güçsüz ve yorgun düşme ihtimalleri bulunduğu takdirde, Zilhicce’nin 8 ve 9. günleri olan “terviye” ve “arefe” günlerinde oruç tutmamalıdır. Çünkü hac ibâdetini yaparken daha zinde ve canlı olmaları,
2108] Buhârî, Savm 11, 14; Müslim, Sıyâm 21; Ebû Dâvud, Savm 10
2109] Müslim, Sıyâm 55-58
- 470 -
KUR’AN KAVRAMLARI
öncesinde nâfile oruç tutmuş olmalarından hayırlıdır.
Orucun Rükün ve Şartları
İbâdetlerde rükün, o ibâdetin meydana gelmiş sayılabilmesi için bulunması zorunlu olan ana unsurlar demektir. Orucun rüknü, oruç süresince yeme içme ve cinsî ilişkiden uzak durma anlamına gelen “imsâk”tir. Niyet de, bazı mezheplerce rükün sayılmaktadır. Hangi durumlarda rüknün ihlâl edilmiş olacağı konusu, orucun şartları ve orucu bozan davranışlar bahsinde incelenecektir.
İbâdetin vücûb sebebi, o ibâdetin mükellef tarafından bizzat yerine getirilmesi yükümlülüğünün başladığını gösteren maddî göstergelerdir (alâmet). Meselâ, vaktin girmesi, namaz yükümlülüğünün; zenginlik zekât yükümlülüğünün sebebi sayılmıştır. Orucun vücûb sebebi ise vakittir, yani Ramazan ayının girmesidir. Buna göre, yükümlülük şartlarını taşıyan kimsenin Ramazan ayına ulaşması oruç emrinin fiilen ona yönelmesi anlamına gelir. Vücûb sebebi tâbiriyle kastedilen budur. Nitekim “... Ramazan ayına yetişen onu oruçlu geçirsin.”2110 âyeti de bu yükümlülük-sebep ilişkisini göstermektedir.
Namaz ibâdetinde vakit, namazın hem vücûb sebebi, hem de sıhhat şartı olduğundan onun sebep yönü üzerinde ayrıca durulmamıştır. Ramazan ayı ise, orucun sadece vücûb sebebi olduğundan ayrıca üzerinde durulmasına ihtiyaç vardır. Konuyu önemli hale getiren bir diğer sebep de Ramazan ayının başlangıç ve bitişinin tesbitinin nasıl yapılacağı konusunun öteden beri tartışmalı oluşudur. Literatürde bu konu, “rü’yet-i hilâl”, yani hilâlin görülmesi meselesi olarak adlandırılır.
Yükümlülük Şartları
Orucun yükümlülük şartları denince, bir kimsenin oruç ibâdetiyle yükümlü (mükellef) sayılması, farz veya vâcip bir orucun bir kimsenin zimmetinde borç olarak sâbit olması için aranan şartlar kastedilir. Fıkıh literatüründe bu şartlar, orucun vücûb şartları olarak da anılır. Oruç tutmamayı mubah kılan mâzeret halleri de, bu yükümlülük şartlarını açıklayan ilâve bilgilerdir.
Namaz mükellefiyeti için gerekli olan şartlar, yani müslümanlık, ergenlik (bülûğ) ve belli bir aklî olgunluk düzeyinde olmak (âkıl), oruç için de gerekli ve geçerlidir. Ergenlik yaşına gelmeyenler ibâdetlerle yükümlü olmamakla birlikte, alıştırmak ve ısındırmak maksadıyla, âile büyükleri onlara ara ara namaz kılmalarını ve oruç tutmalarını söylemelidir. Peygamberimiz, yedi yaşından on yaşına kadarki sürede çocuğun namaza alıştırılmasını tavsiye etmiştir. Bedenî durumlar dikkate alınmak şartıyla çocukların da aynı yaşlarda oruca alıştırılmaları uygundur.
Genel vücûb şartları yanında kişinin ayrıca oruç tutmaya güç yetirecek durumda olması ve yolcu olmaması da şarttır. Bu şartlar orucun edâsının vâciplik şartları olarak da adlandırılır. Kur'an'da belirtildiğine göre, hasta ve yolcu olan kişiler, isterlerse oruç tutmayabilirler.2111 Fakat tutmadıkları oruçları normal duruma döndükten sonra kazâ ederler. Hasta için normal durum iyileşmek, yolcu
2110] 2/Bakara, 185
2111] 2/Bakara, 184
ORUÇ
- 471 -
için ise, yolculuğun bitmesidir (ikamet). Oruç tuttuğu takdirde kendisinin veya çocuğunun zarar görmesi muhtemel olan hâmile veya emzikli kadınlar da oruç tutmayabilirler. Hatta zarar görme ihtimali kuvvetli ise tutmamaları gerekir. Durumları normale döndüğünde tutamadıkları oruçları kazâ ederler. Yaşlılık sebebiyle oruç tutmaya artık gücü yetmeyenler, bunun yerine her bir oruç için bir fakir doyumluğu olan fidye verirler. 2112
Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mâzeretler
Kur'an'da ve hadislerde, dinde insanlara zor gelecek hiçbir yükümlülüğün bulunmadığına sıklıkla işaret edildiğini, herhangi bir sıkıntı ve meşakkatin bulunduğu durumda da mükelleflere birtakım kolaylık ve ruhsatların tanınmış olduğunu biliyoruz. Bu genel ilkenin bir parçası olarak, bazı durumlarda farz olan Ramazan orucunu tutmamaya da müsâade edilmiştir. Ramazan orucunu tutmamayı mubah kılan mâzeretler (özürler) genel hatlarıyla şunlardır:
a- Sefer: Sefer (yolculuk) hali, genellikle, sıkıntı ve meşakkatli olduğu için yolcu olanlara birçok konuda kolaylıklar getirilmiştir. Yolcu olanlar için, namazın terkine değil; kısaltılmasına veya cem edilmesine ruhsat verildiği halde, namaza göre daha yorucu ve yıpratıcı olduğu için orucun terkedilmesine ruhsat verilmiştir.2113 Bununla birlikte yolcu sayılan kimsenin, eğer gerçekten bir sıkıntı yoksa ve zarar da görmeyecekse oruç tutması daha fazîletli görülmüştür.
Geceden niyetlendiği orucu tutarken, gündüzün yola çıkmak durumunda kalan kimse, Hanefîlere göre, bu orucunu tamamlasa daha iyi olur; fakat bozması durumunda keffâret gerekmez. Şâfiî ve Hanbelîler ise, Ramazan ayında Hz. Peygamber'in Mekke fethine çıktığında Kadîd denilen yere varıncaya kadar oruçlu olup orada orucunu bozduğuna dâir rivâyete dayanarak, geceden niyet edilmiş orucun bile sefer durumunda bozulabileceğini söylemişlerdir. Savaş durumu veya cephede uzun süre çatışma durumu da aynı şekilde bir mâzerettir. Bu durumlarda kalan kişi, sağlığına ve görevine uygun düşen seçeneğe göre hareket etmelidir.
b- Hastalık: Hastalık da birtakım ruhsatların sebebi olan bir durumdur. Yüce Allah, âyette hiçbir kayıt getirmeden hasta olanların, iyileştikleri bir vakitte oruç tutabileceklerini ifade etmiştir.2114 Bu bakımdan oruç tuttuğu takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından endişe eden, yahut böyle olmamakla birlikte oruç tutmakta zorlanacak olan kimseler oruç tutmayabilir veya başlamış bulundukları orucu bozabilirler. Oruç tuttuğu takdirde hasta olacağı tıbbın verilerine göre kuvvetle muhtemel olan kişinin de hasta hükmünde olduğu söylenmiştir.
c- Hâmilelik ve Çocuk Emzirmek: Gebe veya emzikli olan kadınlar, kendilerine yahut çocuklarına bir zarar gelmesinden korkmaları halinde oruç tutmayabilirler. Bunlar bir yönüyle hasta hükmünde oldukları gibi, onlara bu ruhsatı tanıyan hadisler de bulunmaktadır. 2115
d- Yaşlılık: Dinimiz oruç tutmaktan âciz olan yaşlı kimselerin oruç tutmasını
2112] 2/Bakara, 184
2113] 2/Bakara, 183-184
2114] 2/Bakara, 184
2115] Nesâî, Sıyâm 50-51, 62; İbn Mâce, Sıyâm 3
- 472 -
KUR’AN KAVRAMLARI
istememiş, bunun yerine, tutamadıkları her gün için bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermelerini öngörmüştür. Kur'an'da oruç tutmaya güç yetiremeyenlerin veya tutmaya çalıştıkları takdirde büyük bir sıkıntı çekecek olanların fidye vermeleri gerektiği ifâde edilmektedir.2116 İyileşme ümidi bulunmayan hastalar da bu hükümdedir. Ancak Ramazanda oruç tutma gücüne sahip olmayıp da, daha sonra kazâ edebilecek durumda olanlar fidye vermeyip tutamadıkları oruçları kazâ ederler. İyileşmeyen sürekli bir hastalık nedeniyle oruç fidyesi veren kimse, daha sonra oruç tutmaya güç yetirecek olsa, fidyenin hükmü kalmaz; oruç tutması ve önceki tutamadığı oruçları kazâ etmesi gerekir.
e- İleri Derecede Açlık ve Susuzluk: oruçlu bir kimse, açlıktan veya susuzluktan dolayı helâk olacağından, beden ve ruh sağlığının ciddî boyutta bozulacağından endişe ediyorsa veya böyle bir şeyin olması tecrübeye veya doktor raporuna göre kuvvetle muhtemel ise, orucunu bozması câiz olur. Hatta ölüm tehlikesi açıksa oruç tutması haram olur.
Kur'an'da oruç tutmamayı mubah kılan mâzeretler olarak hastalık, yolculuk ve oruca güç yetirememeden söz edilmiştir.2117 Fakîhler de oruç tutmama ruhsatını bu üç durumla sınırlı tutmayı tercih etmiş, bu üç durumun ortak özelliği meşakkat olsa bile her meşakkat halinde oruç tutulmayabileceğini söylemekte tereddüt etmişler, ihtiyatlı davranmışlardır. Bunun en başta gelen sebebi, mükelleflerin sübjektif ve değişken bir durum olan meşakkati belirlemede ölçüsüz veya kolaycı davranıp olur-olmaz bahanelerle orucu terketmesine yol açma, yani bu ruhsatı kötüye kullanma endişesidir. Bununla birlikte oruç ibâdeti, netice itibarıyla kul ile Allah arasında kalan bir yükümlülük ilişkisi olduğundan, mükelleflerin yukarıda sayılan mâzeretler ışığında kişisel inisiyatiflerini kullanması, mâzeretleri içlerine sinmediği sürece orucu terketmemeleri, haklı ve geçerli bir mâzeretinin bulunduğuna iyice kani olduklarında da anılan ruhsattan yararlanmaları isâbetli bir tutum olur.
Sıralanan bu mâzeretlerden biri sebebiyle oruç tutamayan kimse, oruca, oruçlulara ve Ramazan ayına hürmeten, mümkün oldukça bunu belli etmemelidir.
Canına veya bir uzvuna yönelik bir tehdide mâruz kalan kimsenin nasıl davranacağına ilişkin olarak kimi âlimler, zorlama karşısında Ramazan orucunu bozmayıp zulmen öldürülen kimsenin günahkâr olmayacağını; tersine dinine bağlılığını gösterdiği için büyük bir sevap kazanmış olacağını söylemişlerse de ağırlık kazanan görüş bu durumda orucu bozmanın daha doğru olacağı yönündedir. Hatta tehdit altında kalan kişi, oruç için tanınan yolculuk, hastalık gibi bir mâzerete sahip ise, zorlama karşısında orucunu bozmazsa günahkâr olur.
Düğün veya sünnet yemeği gibi bir ziyâfete çağrılan kimsenin, genel olarak diğer dâvetlerde olduğu üzere bu dâvete icâbet etmesi, dostluk bağlarının güçlendirilmesi veya ilişkilerin geliştirilmesi vb. amaçlara hizmet edeceği için teşvik edilmiştir. Nâfile oruç tuttuğu bir günde böyle bir ziyâfete çağrılan kimse, sözü edilen olumlu amaçlara hizmet edeceğinden eminse, bu dâvete icâbet etmesinin yerinde bir davranış olacağı; fakat yine de beklenmedik yararlara ve
2116] 2/Bakara, 184
2117] 2/Bakara, 184-185
ORUÇ
- 473 -
güzelliklere yol açabileceği mülâhazasıyla genel olarak bu tür dâvetlere icâbet edip orucunu bozmasında bir beis bulunmadığı ifâde edilmiştir. Başlanmış olan nâfileyi tamamlamak gerektiği kuralı sebebiyle, bozduğu bu orucu daha sonra kazâ eder.
Orucun Geçerlilik Şartları
Orucun sahih (geçerli) olması için, oruç tutmaya niyet etmiş ve orucu bozacak şeylerden kaçınmış olmak şarttır. Esasen orucu bozacak şeylerden kaçınmak, teknik anlamda rükün olmakla birlikte, ibâdetin sahih olması için kaçınılmaz bir şart olduğu için, burada sıhhat şartı olarak ele alınmıştır. Kadınlar için ilâve şart ise, onların hayız ve nifas durumunda olmamalarıdır. Peygamberimiz’in hanımlarından gelen bütün rivâyetler, onların aybaşı hallerinde namaz kılmadıkları ve oruç tutmadıkları yönündedir. Kadınlar, bu durumları sebebiyle tutamadıkları oruçları daha sonra istedikleri bir zamanda kazâ edebilirler.
Cünüplük, hayız ve nifastan farklıdır. Çünkü cünüplüğün gerçekleşmesi ihtiyarî olduğu gibi, gusletmek sûretiyle cünüplükten temizlenmek de mümkündür. Bu bakımdan cünüplük oruca başlamaya engel görülmemiştir. Bununla birlikte, mümkün olan en kısa zamanda cünüplükten temizlenmek gerekir.
a) Niyet: Diğer ibâdetlerde olduğu gibi, oruç ibâdetinde de niyet şarttır. Şâfiîler ve bazı Mâlikîler niyeti rükün saymışlardır. Her ikisine göre de, niyet edilmediği takdirde sabahtan akşama kadar aç durmak oruç yerine geçmez. Bu bakımdan, ister farz veya vâcip, isterse nâfile olsun her tür oruçta niyet şarttır. Herhangi bir oruca kalben niyet etmek, hangi orucu tutacağını kalbinden geçirmek yeterlidir.
Niyetin Vakti: her türlü oruç için mümkün oldukça, sabah vakti girmeden önce veya geceden niyet etmek, en fazîletli olanıdır. Çünkü bu sûretle hem mezheplerin bu konudaki ihtilâflarının dışında kalınmış, hem de niyet, ibâdetin başlama vaktiyle aynı zamana getirilmiş olur. Nitekim niyetin hangi vakitte yapılacağı konusu mezhepler arasında ihtilâflı olduğu gibi, niyetin vakti açısından oruç türleri arasında da fark gözetilmektedir.
1. Hanefîlere göre Ramazan orucu, nâfile oruçlar ve vakti belirtilmiş adak (nezr-i muayyen) oruçlarının niyet etme vakti, gün batımından başlayıp ertesi günün kuşluk vaktine, hatta öğle namazı vaktinin girmesinden az önceki vakte kadar devam eder. Öğle vakti girdikten sonra artık hiçbir oruca niyet edilemez. Zevalden önce nâfile oruca niyet etmenin câizliğini gösteren hadisler bulunmaktadır. Bunlardan birinde, Peygamberimiz’in bir gün Âişe vâlidemize öğle yemeği hazırlayıp hazırlamadığını sorduğu, Hz. Âişe’nin yiyecek bir şey olmadığını söylemesi üzerine Peygamberimiz’in o gün oruç tuttuğu rivâyet edilir.
Mâlikîlere göre niyetin geçerli olması için güneşin batmasından itibaren gecenin son kısmına kadar veya fecrin doğması ile birlikte yapılması gerekir. Çünkü sabahleyin, yani oruç ibâdetinin başlama vaktinde niyet edilmeyince o günün oruçlu geçirilmeyeceği belirli hale gelmiş olur. Şâfiîlere göre ise Ramazan orucu, kazâ orucu ve adak orucuna geceden niyetlenmek şarttır. Fakat nâfile oruca zevalden önceye kadar niyetlenmek câizdir.
2. Zimmette sübût bulmuş oruçlara ise, en geç imsak vaktine kadar niyet
- 474 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edilmiş olması ve orucun belirlenmesi gerekir. Orucun zimmette sübût bulması, oruç borcunun kaçınılmaz bir şekilde kesinleşmiş, sâbit hale gelmiş olması demektir. Meselâ, başlanmış fakat bir sebeple tamamlanamamış nâfile orucun kazâsı zimmette sâbit olmuş, borçluluğu kesinleşmiştir. Ramazan orucunun kazâsı da böyledir. Fakat Ramazan orucunun kendisi henüz zimmette sâbit borç sayılmaz; çünkü meselâ, kişinin ertesi gün yaşayıp yaşamayacağı belli değildir. Kişi ertesi günün herhangi bir vaktinde ölecek olsa, o günkü oruç zimmetine borç yazılmaz. Ancak, daha önceki günlerde kazâya kalan Ramazan orucu zimmetinde mevcuttur. Keffâret oruçları ile mutlak adak oruçları da zimmette sübut bulmuş borç kapsamına girmektedir. Bu çeşit oruçlara geceden veya en geç ikinci fecrin başlangıcında niyet etmek gerektiği gibi, niyet ederken tutulan orucun mutlak nezir mi, bir orucun kazâsı mı olduğunu da belirtmek gerekir. Zimmette sâbit olması kesinleşmiş oruçların îfâ zamanı için dinde belirlenmiş muayyen bir zaman olmadığı için, mükellef bu oruçları kendi belirleyeceği bir zamanda tutabilir. Öyle olunca da, hangi orucu tutacağını belirlemesi şarttır. Şayet bir kazâ orucuna ikinci fecrin doğmasından sonra niyet edilse, bununla kazâ geçerli olmayacağı için, oruç nâfileye dönüşür.
Niyet Şekli: Oruç tutup tutmayacağında tereddüt olması durumunda veya niyetin bir şarta bağlanması durumunda niyet gerçekleşmiş olmaz. Niyet, kesin azim ve karar demektir. Sahura kalkıp yeme ve içme, niyet yerine geçer. Ramazan orucu için, geceleyin niyet edilmesi ve ne orucu olduğunun belirlenmesi (tâyin) daha fazîletlidir. Meselâ, “yarınki Ramazan orucunu tutmaya niyet ettim” diye kalbinden geçirmekle (ve istiyorsa, bunu diliyle de söylemekle) belirleme yapılmış olunur. Fakihlerin çoğunluğuna göre Ramazanın her günü için ayrı ayrı niyet edilmesi şarttır. Çünkü her bir günün orucu, kendi başına bir ibâdet olup, öteki günlerde tutulan veya tutulacak olan oruçla ilişkisi yoktur; dolayısıyla bir günün orucu bozulduğu zaman, sadece o günün orucu bozulmuş olur, öteki günlerin orucu bundan etkilenmez.
Ramazanda, Ramazan orucundan başka oruç tutulamayacağı için, hangi oruca niyet edilirse edilsin, Ramazan orucu yerine geçer.
b) Orucu Bozan Şeylerden Kaçınmak: Orucun temel unsuru ve anlamı; yeme, içme ve cinsel ilişki zevklerinden uzak durmak, nefsi bunlardan mahrum bırakmak olduğu için, bu anlama gelecek davranışlar orucun bozulmasına sebep olur. Yemek ve içmek, yenilip içilmesi mûtat olan her şeyi içine alır. Sigara, nargile gibi keyif veren tütün kökenli dumanlı maddeler ile tiryâkilik gereği alınan tüm maddeler oruç yasakları kapsamına girdiği gibi, her ne sebeple olursa olsun, ağızdan alınan ilâcın da bu kapsamda yer aldığında tereddüt yoktur. Bununla birlikte, tedâvi maksadıyla iğne yaptırmanın hükmü tartışmalıdır.
Orucu nelerin bozacağı sorusuna verilecek ilk cevap: “yeme, içme, cinsel ilişkide bulunma ve bu kapsamda değerlendirilebilecek şeyler” olacaktır. Bu ölçü, açık ve anlaşılabilir olmakla birlikte, orucun anlamına aykırı davranış sayılıp sayılmayacağında tereddüt edilen bazı durumlar bulunması sebebiyle, eskiden beri fakîhler, nelerin bu kapsama gireceğini tek tek saymaya çalışmışlar, bu arada gerçekleşmesi düşünülemeyecek nâdir bazı durumların hükümlerini dahi belirleme durumunda kalmışlardır. İlmihal kitaplarında çoğu zaman tebessümle karşılanan birçok ihtimalin veya anormal durumun gündeme alınıp orucu bozup
ORUÇ
- 475 -
bozmadığının tartışmaya açılması da bu sebep ve gayretten kaynaklanmaktadır. Özel durumlar ve muhtemel seçenekler yan yana getirildiğinde de, zaman zaman orucun bozulmasını gerektiren aslî durumun gözardı edildiği, bu konudaki ölçü-kuralın geri plana itildiği olmuştur.
Orucu Bozmayan Haller:
Unutarak yemek, içmek veya cinsel temasta bulunmak,
Göze ilâç damlatmak, sürme çekmek,
Ağza-burna su vermek, ağzı burnu su ile çalkalamak,
Bakmak ve düşünmek sûretiyle boşalmak,
Bir kimse cünüp olarak sabahlasa ve gün boyu yıkan(a)masa da orucu bozulmaz.
Kan aldırmak veya hacamat yaptırmak,
Su ile ıslatılmış olsa bile oruçlu iken misvak kullanmak,
Diş çektirmek, dişler arasında kalan nohut tanesinden az olan şeyleri yemek,
Serinlemek için yıkanmak, yüzmek veya yaş bir elbise ile serinlemek.
Orucun Yasakları: Orucun yasakları, doğrudan söylenirse; yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmaktır. Tersinden söylenirse, orucun yasakları, orucun bozulmasına sebep olan şeylerdir. Yeme, içme ve cinsel ilişki yasağına dikkat edildiği takdirde oruç tutulmuş olur. Bununla birlikte, orucun bozulmasına yol açmamakla birlikte, orucun genel havasına, anlam ve gâyesine yakışmayan şeyler konusunda da dikkatli olmak gerektiği için burada günlük hayatta karşılaşılabilecek bazı durumlara kısaca işaret etmek istiyoruz:
Orucun Mekruhları: Öteden beri fıkıh ve ilmihal kitaplarında mekruh olarak nitelendirilen şeylerin bir kısmı, orucun anlam ve gâyesine yakışmayan şeyler, bir kısmı da biraz ileri gidildiği takdirde orucun bozulmasına sebep olabilecek şeylerdir. Meselâ, bir şeyi tatmak ve çiğnemek mekruhtur; çünkü ağza alınan bir şeyin yutulma tehlikesi bulunmaktadır. Fakîhler yine aynı gerekçeyle, bir insanın eşiyle öpüşmesini, ona sarılmasını mekruh saymışlardır. Esâsen bir insanın eşiyle öpüşmesi oruca zarar vermez. Nitekim Âişe vâlidemiz, Peygamberimiz’in oruçlu iken hanımlarıyla elleşip şakalaştığını ve öpüştüğünü anlatmıştır. 2118
Aşırı titizlikleri gereği misvak kullanmayı dahi mekruh sayanlar bulunmakla birlikte, âlimlerin çoğunluğu bunu mekruh görmemişlerdir. Oruçlunun normal temizlik için veya cünüplükten temizlenmek için yıkanması mekruh olmamakla birlikte, serinlemek maksadıyla yıkanması oruç esprisine aykırılık gerekçesiyle mekruh sayılmıştır. Oruçlunun güzel koku sürünmesi veya güzel kokan bir şeyi koklaması da mekruh sayılmaz.
Ayrıca, esâsen orucu bozmamakla birlikte, oruçlunun direncinin kırılmasına ve güçsüz düşmesine yol açan, kan aldırmak vb. şeyler mekruhtur. Maddeler halinde özetlersek;
2118] İbn Mâce, Sıyâm 19; Muvattâ, Sıyâm 13
- 476 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Özürsüz olarak bir şeyi tatmak ve çiğnemek,
Renksiz ve tatsız sakız çiğnemek,
Kendine güvenemeyen bir oruçlunun eşini öpmesi ve okşaması,
Kişiyi güçsüz düşürecek şekilde kan aldırmak ve hacamat yaptırmak,
Hanefiler dışında 3 mezhebe göre koku sürünmek ve özel olarak koklamak.
Orucu Bozan Şeyler
Yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak orucu bozan şeylerdir. Bunların hangi durumda sadece kazâ, hangi durumda kazâ ile birlikte keffâret gerektirdiğini görelim:
a) Kazâ ve Keffâreti Gerektiren Durumlar: Orucu bozup hem kazâ, hem de keffâreti gerektiren durumların başında Ramazan günü oruçlu iken yapılan cinsel ilişki gelmektedir. Zâten Peygamberimiz, oruç keffâreti hükmünü, o zaman vuku bulan böyle bir cinsel ilişki olayı üzerine vermiştir. Oruç keffâreti konusunda eldeki tek örnek ve delil de budur. Bu bakımdan bütün fıkıh mezhepleri, ramazan günü oruçlu iken bilerek ve isteyerek normal cinsel ilişkide bulunmanın, hem kazâ ve hem de keffâreti gerektireceği konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bir şey yiyip içmenin keffâreti gerektirip gerektirmediği konusu ise mezhepler arasında tartışmalıdır. Hanefîler, bilerek ve isteyerek bir gıdâ veya gıdâ özelliği taşıyan her türlü maddeyi almayı da bu hükme kıyas ederek, bu durumda da hem kazâ, hem de keffâret gerektireceğini söylemişlerdir.
Peygamberimiz zamanında cereyan eden ve oruç keffâretinin gerekçesi olan olay şudur:
Bir adam “mahvoldum!” diyerek Peygamberimiz’e gelmiş ve Ramazanın gündüzünde eşiyle cinsel ilişkide bulunduğunu söylemiş, bunun üzerine Peygamberimiz:
“Köle âzât etme imkânın var mı?”-Hayır, yok.
“Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?”
-Hayır. Bu iş de zâten sabredemediğim için başıma geldi.
“Altmış fakiri doyuracak mâlî imkânın var mı?
-Hayır.
Bu sırada Peygamberimiz’e bir sepet hurma getirildi. Peygamber (s.a.s.) bu hurmayı adama vererek yoksullara dağıtmasını söyledi. Adam; “Bizden daha muhtaç kimse mi var?” deyince, Peygamberimiz gülümseyerek: “Al git, bunları âilene yedir!” diyerek adamı gönderdi. 2119
Kaçınılması gereken üç şey (yeme, içme, cinsel birleşme) bilerek ve isteyerek yapılırsa, kazâ ve keffâreti gerektirir. Bunların dışında bir sebeple orucun bozulması durumunda keffâret gerekmeyip sadece kazâ gerekir.
b) Sadece Kazâyı Gerektiren Durumlar: Oruç yasaklarının başında yeme ve içme geldiğini, oruçlunun kasden yiyip içmesinin kazâ ve keffâreti gerektirdiğini
2119] Buhârî, Savm 30; Müslim, Sıyâm 81; Ebû Dâvud, Savm 37
ORUÇ
- 477 -
biliyoruz. Buna ilâve olarak Hanefî fakîhleri, beslenme amacı ve anlamı taşımayan ve esâsen yenilip içilmesi mûtat (normal, alışılmış) olmadığı gibi, insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi durumunda da orucun bozulacağını, fakat bunun keffâreti gerektirmeyeceğini söylemişlerdir. Çiğ pirinç, çiğ hamur, un, ham meyve yemek veya fındık, badem ve cevizi kabuğuyla yutmak böyledir. Bunlar, yiyecek maddesi olmakla birlikte, bunların bu şekilde yenilmesi normal değildir ve hem de bunlar bu halleriyle insanın iştah duyacağı ve yeme isteyeceği şeyler değildir. Fakîhler, şehvetin normal cinsel birleşme dışında tatmin edilmesinin de aynı kapsamda değerlendirileceğini belirtmişlerdir.
Fakîhler ağza giren yağmur, kar veya doluyu isteyerek yutmayı, su içme kapsamında değerlendirerek orucu bozacağını; fakat, kişinin kastı olmaksızın boğaza inen yağmur, kar ve dolunun orucu bozmayacağını söylemişlerdir. Kusma, kasten yapılmadığı durumlarda orucu bozmaz. Kasten yapıldığında ise, sadece ağız dolusu olması halinde, bozar.
Oruç tutma esprisi ve orucun anlam ve amacıyla pek bağdaşmayan muhtemel bütün davranışları ve olayları tek tek sıralamak mümkün olmadığı için, bu konuda şöyle bir açıklama gerektirmek doğru olur: Orucun anlamı, Allah rızâsı için, gerek beslenme, gerekse tat ve keyif alma kasıt ve arzusu içeren yiyip içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak, özetle nefsi iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmektir. Bu yasağın ihlâli sayılan her davranış orucun mânâ ve gâyesine aykırıdır. Yeme, içme ve cinsel ilişki sayılan her davranış orucu bozar, kazâ edilmesini gerektirir. Kasıtlı olarak yapılırsa hem kazâ, hem keffâret gerekir. Bayılma ve delirmenin orucu bozan şeylerden sayılması, esâsen oruç yasaklarının ihlâli ile ilgili olmayıp, bütün mükellefiyetlerde ön şart olan bilinçlilik halinin geçici veya sürekli olarak yitirilmesi ile ilgilidir. Bu halin kapladığı günlerin kazâ edilmesinin istenmeyişi de aynı sebebe bağlıdır.
Unutarak bir şey yemek ve içmekle oruç bozulmaz. Peygamberimiz, oruçlu olduğunu unutarak yiyip içenlerin oruca devam etmelerini, onları Allah’ın yedirip içirdiğini söylemiştir.2120 Fakat yanlışlıkla (hatâ) yiyip içmek, bundan farklı olup Hanefîlere göre orucu bozar. Meselâ, bir kimse oruçlu olduğunun farkın olduğu halde, kasıtsız olarak yanlışlıkla bir şey yese veya içse, diyelim ki abdest alırken ağzına aldığı sudan yutsa veya denizde yüzerken su yutsa orucu bozulur ve kazâ lâzım gelir. Şâfiîler orucu bozma kastı bulunmadığı için yanlışlıkla bir şey yiyip içmenin orucu bozmayacağını söylerken, Mâlikîler orucun anlamının (imsak) ortadan kalkmış olduğu gerekçesiyle, ister unutma, isterse yanlışlık sonucu olsun, bir şey yiyip içmekle orucun bozulacağını söylemişlerdir.
Sabah vaktinin girip girmediği konusunda şüphesi bulunan kimse yiyip içmeye devam ederken o esnâda ikinci fecrin doğmuş olduğu ortaya çıksa, oruç bozulur ve kazâ etmesi gerekir, keffâret gerekmez. Buna mukabil güneşin battığını zannederek iftar ederken güneşin henüz batmadığı anlaşılsa bu durumda kazâ yanında keffâret de gerekir. Kişi, her iki durumda da zannı ile hareket etmiş ve yanıldığı ortaya çıkmış ise de, zanların kuvvet derecesi aynı değildir. Birinci durumdaki zan güçlüdür; çünkü aslolan gecenin devam ediyor olmasıdır. İkinci durumdaki zan ise, bunun tersine zayıftır; çünkü aslolan gündüzün devam ediyor olmasıdır. Bu bakımdan güneşin batıp batmadığından şüphe eden kimse
2120] Buhârî, Savm 26; Müslim, Sıyâm 17
- 478 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hemen iftar etmemeli, durumun netleşmesini beklemelidir. İmsak ve iftar vakitlerini gösteren bir takvim ve saatin bulunmadığı durumlarda kişi, kendi bilgi ve tecrübesiyle ictihad ederek ona göre davranır.
Unutarak yiyip içtikten sonra, orucunun bozulmuş olduğu zannıyla veya gece niyetlenemeyip gündüz niyetlendikten sonra, gündüz yapılan bu niyetin niyet sayılıp sayılmayacağı zannıyla günün geri kalan kısmında bilerek bir şey yiyip içmek veya cinsel ilişkide bulunmak orucu bozar.
Orucu bozacak, fakat keffâreti de gerektirmeyecek bir davranıştan sonra, kişinin yiyip içmeye başlaması halinde, kural olarak keffâretin gerekmeyeceği belirtilmişse de, burada aslolan kişinin oruç tutma veya bozma konusundaki gerçek niyetidir. Amellerin niyetlere göre olduğu şeklindeki genel dinî ilkenin anlamı da budur.
Bir şey yiyor veya içiyorken imsak vaktinin girdiğini anlayan kimse, derhal yemeyi ve içmeyi bırakmalıdır. Bile bile yemeye veya içmeye devam etmesi halinde Hanefî imamlara göre bu kişiye keffâret gerekir.
Orucu bozduğu halde sadece kazâ gerektiren durumları özetlersek;
Beslenme veya tedavi olma amacı taşıyan bir şeyin vücuda girdirilmesi orucu bozar ve yalnız kaza gerektirir.
Oruçlu kimsenin bir gıda maddesini veya bir ilâcı meşrû bir özür sebebiyle alması yalnız kaza gerektirir.
Oruçlu kimsenin şehvetini istimnâ gibi yollarla tatmin etmesi kaza gerektirir.
İlâç Kullanmanın ve İğne Yaptırmanın Hükmü
Ağızdan alınacak hap, şurup ve pastil gibi şeylerin orucu bozacağında görüş birliği bulunmaktadır. Çünkü bunlar doğrudan mideye inmekte, esâsen tedâvi amaçlı olsa bile dolaylı olarak beslenme niteliği de taşımaktadır.
Göze, burun veya kulağa damlatılan ilâcın orucu bozup bozmayacağı konusu ise tartışmalıdır. Kimi âlimler, göze damlatılan ilâcın orucu bozmayacağı, kulak ve burna damlatılanın bozacağı görüşünde ise de, bunlardan burun içinin yemek borusuyla ve mideyle doğrudan bağlantısının bulunduğu, gözün dolaylı olarak boğaza açıldığı, kulağın ise mideyle böyle bir bağlantısının bulunmadığı düşünülürse, bunlardan sadece burna konan ilâçlar hakkında ihtiyatlı olmak gerektiği sonucu çıkar. Böyle olunca, burna enfiye çekmek, boğaza inecek şekilde bol miktarda su çekmek gibi davranışlar orucu bozar. Bu organlara konan ve tamamen tedâvi amaçlı ilâç ve damlalar ise orucu bozmaz. Çünkü bu son sayılan davranışın yeme ve içme, yani beslenme ve oruca karşı direnç kazanma faâliyeti sayılması isâbetli olmaz.
İğne yaptırma meselesine gelince; Deri altına veya adaleye zerkedilen veya damardan yapılan iğnenin orucu bozup bozmayacağı konusu, ilk fakîhlerin, yaralayıp vücuda giren bıçak vb. katı cisimler ile derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozup bozmayacağına ilişkin tartışmalarına göre belirlenmeye çalışılmıştır. Şöyle ki;
a) Ebû Hanife’nin “derin yara üzerine sürülen ve karın veya beyne ulaşan
ORUÇ
- 479 -
ilâcın/merhemin orucu bozacağı” yönündeki görüşünü alanlar, iğneyle vücuda bir şey zerkedilmesi durumunda orucun bozulacağını ileri sürmüşlerdir. Bu görüşte hareket noktası, tabiî yollar dışından da olsa vücuda bir şeyin girmiş olmasının orucu bozacağı fikridir. İğne veya damar yoluyla alınan ilâç, serum veya aşı vücudun içine akıtılmış olmakta ve bütün vücuda yayılmaktadır. Beslenme sayılıp sayılmayacağı tartışılsa bile bunların vücudu güçlendirdiği ortadadır. Bu şekilde alınan ilâç, gerek ağızdan alınsın, gerekse iğneyle zerkedilmiş olsun, hiçbir şekilde keffâret gerektirmese de orucu bozar ve kazâyı gerektirir. İlâç almak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimselerin, ya o gün oruç tutmamaları ya da ilâç almayı ve iğne yaptırmayı iftar ve sahur vakti arasına almaları gerekir.
b) Buna mukabil Ebû Yûsuf ve Muhammed’in “derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozmayacağı” yönündeki görüşünü esas alanlar ise, iğneyle vücuda bir ilâcın zerkedilmesi durumunda orucun bozulmayacağını söylemişlerdir. Ebû Yûsuf ve Muhammed, oruca “normal yollardan vücuda bir şey almaktan kaçınmak” şeklinde bir anlam yükledikleri için yaraya sürülen merhemin, karna veya beyne ulaşmış olmasının bir önemi olmayacağını, dolayısıyla bu durumda orucun bozulmayacağını söylemişlerdir.
Eskiden fetvâhâne ve daha sonra 1948 yılında Ezher Üniversitesi Fetvâ Komisyonu tabiî delikler dışından vücuda giren bir şeyin orucu bozmayacağı yönünde fetvâ vermiştir. Çünkü bu tedâvi yönteminin, ağız yoluyla ilâcın yutulmasına benzemediği açıktır. Bu noktadan hareketle, astım ve nefes darlığı sebebiyle ağza sıkılan spreyin zerrecikler halinde içeri gittiği doğru olsa bile bunların akciğerden öteye geçmediği ve mideye ulaşmadığı, gıda ve susuzluk giderme özelliği de taşımadıkları; bu sebeple bunların da orucu bozmayacağı ileri sürülmüştür. Ayrıca, belli hastalıklara karşı korunmak maksadıyla yapılan aşıların hükmünde de tartışma bulunmakla birlikte, bu tür aşılarla vücuda mikrop verilerek bağışıklık kazandırmaya çalışıldığı, dolayısıyla bunların beslenme amaçlı olmadığı söylenerek oruca zarar vermeyeceği görüşü ağırlık kazanmıştır.
Hangi görüş alınırsa alınsın, burada inisiyatif, tercih, karar ve tabii ki sorumluluk, mükellefe âit olacaktır. Söz konusu olan şey, bir ibâdettir ve Allah rızâsı için yapılmaktadır. "Fetvâsını alsan da kalbine danış!" emir ve tavsiyesi bu konuda önemlidir. Bu bakımdan, oruç tutan bu şuurdaki insanların, gerekmediği halde, hiç açlık, susuzluk ve sıkıntı hissetmeden oruç tutmak için bu yola tevessül edeceklerini düşünmek son derece anlamsızdır. Çünkü aklı olan herkes gâyet iyi bilir ki, içeriği boşaltılmış ve anlamı yozlaştırılmış ve göstermelik hale getirilmiş bir ibâdetin hiçbir faydası olmadığı gibi, böyle yapan kişi sonuçta sadece kendisini kandırmış olacaktır.
Esâsen dinimiz hasta olan veya tedâvi sürecinde olan kişilerin oruç tutmamasına ruhsat vermektedir. Bu bakımdan ilâç kullanmak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimseler, hem iyi bir tedâvi görüp sağlığına kavuşmak, hem de ibâdetlerini ileride huzûr-ı kalp ile ve içe sinerek yapabilmek gâyesiyle tedâvileri tamamlanıncaya kadar oruç tutmayabilirler. Bu, tamamıyla kendilerinin karar vereceği bir konudur. Bununla birlikte bu kimseler, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyor ve bu ibâdet ayının mânevî havasından kopmak istemiyorlarsa, oruç için başka bir engelleri de yoksa ikinci grup fakîhlere âit ve ağırlıklı bulunan fetvâyı esas alabilir, oruçlu oldukları halde
- 480 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tedâvi ve aşı amaçlı iğneleri yaptırabilirler.
Oruçlu İçin Müstehap Olan Şeyler
Orucun geçerliliği ile doğrudan ilgili olmamakla birlikte, oruç tutmayı biraz daha kolaylaştırmak üzere Peygamberimiz’in bazı tavsiyeleri olmuştur. Bunların başında sahur yapmak gelir. Sahur, ikinci fecirden az önceki vakit olan seher vaktinde yenilen yemek demektir. Sahura kalkmakla hem bir şeyler yenilerek oruç için enerji toplanmış, hem de bir sünnet yerine getirilmiş, seher vaktinin feyiz ve fazîletinden yararlanılmış olur. Bu bakımdan bir yudum su ile de olsa sahur yapmak ve sahur yemeğini mümkün olduğunca, gecenin son vaktine denk getirmeye çalışmak uygun olur. Peygamberimiz’in sahura kalkmayı teşvik ve tavsiye eden birçok hadisi bulunmaktadır: “Oruç tutmak isteyen sahurda bir şeyler yesin.”2121; “Sahura kalkın, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.”2122; “Sahur yemeği ile gündüz tutacağınız oruca ve öğle üzeri uykusuyla da (kaylûle) teheccüd namazına kuvvet kazanın.” 2123
Peygamberimiz, sahuru mümkün olan son vakte denk getirmeyi teşvik ettiği gibi, iftarın da vakit girer girmez yapılmasını teşvik etmiştir. Bu iki teşvikten çıkarılabilecek anlam, ibâdetin mümkün olduğunca kolay hale getirilmesidir. İftar vakti girdiğinde yemeğe oturmadan namaz kılmak isteniyorsa, yine de biraz su veya bir hurma ile orucu açıp, ondan sonra namaz kılmak yerinde olur.
Oruç açılırken duâ edilmesi sünnettir. Herkes içinden geldiği gibi zikrini, şükrünü ve yakarışını ifâde edebilir. Örnek olması bakımından öteden beri yaygın olarak yapılan bir duâyı buraya alalım: “Allahumme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü, fa’ğfirlî mâ kaddemtü vemâ ahhartü.” (Allah’ım! Senin rızân için oruç tuttum, Sana iman ettim, Sana tevekkül edip güvendim ve Senin rızkınla iftar edip orucumu açtım; benim geçmiş ve gelecek günahlarımı affet, bağışla!”
Varlıklı kimselerin, özellikle durumu iyi olmayan kimselere iftar yemeği yedirmesi, güzel ve sevap bir davranıştır. Peygamberimiz, “Oruçluya iftar ettiren kimse, oruçlunun sevabında bir eksilme olmaksızın, oruçlunun alacağı kadar sevap alır”2124 buyurmuştur. İftar yemeklerini, zenginler arasında bir lüks ve gösteriş yarışı haline getirmekten, israf sayılacak gereksiz harcamalardan kaçınmak gerekir. Yine varlıklı kimselerin, her zamankinden daha fazla olarak, Ramazanda ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunması beklenir. Varlıklı kimselerin bulunduğu bir bölgede akşam ne ile iftar edeceğini düşünen insanların kalmamış olması gerekir. Bu hem müslümanlığın yüksek bir amacı, hem de oruç ibâdetinin verdiği kalp inceliğinin bir gereğidir. Aksi bir durum, elbette ki varlıklı kimselerin vicdanını rahatsız edecektir.
Sabah namazının vaktini geçirmemek kaydıyla, cünüp sabahlamak câiz ise de, ibâdete başlarken temiz olmak düşüncesiyle daha önce gusletmek uygundur. Hayız ve nifastan temizlenen kadınlar için de aynı durum geçerlidir. Bununla birlikte, cünüp olarak sabahlayan kimsenin gerekli dikkati göstermek şartıyla,
2121] Müsned, III/367, 379
2122] Buhârî, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45
2123] İbn Mâce, Sıyâm 22
2124] Tirmizî, Savm 82; İbn Mâce, Sıyâm 45
ORUÇ
- 481 -
oruçlu iken banyo yapması câizdir. Âişe vâlidemizin bildirdiğine göre Peygamberimiz, bazı kereler cünüp olarak sabah namazı vaktine girmiştir.
Oruç, kişinin Rabbiyle gönül bağını güçlendiren, ona mânevî ve derûnî bir haz tattıran, irâde eğitimine ve kalp inceliğine yol açan ibâdetlerden olduğu için oruç tutan kişi, zâten dilini kötü, çirkin, başkalarını rencide edecek boş ve gereksiz sözlerden koruyacaktır. Oruç, bu tesiri tam meydana getiremiyorsa, oruç tutan kimsenin bu sonucu ve etkiyi elde etmek için çalışması, oruçlu iken söz ve davranışlarına daha çok dikkat etmesi gerekir. Hele müslümanların birbirleri hakkında kötü kanaate sevkedecek ve ilişkilerini bozacak yalan, çirkin söz, gıybet ve söz taşıma gibi, dinimizce hiçbir zaman hoş görülmeyen davranışlar, orucun mânevî haline taban tabana zıt şeylerdir. Peygamberimiz, orucun bu yönünü anlatmak üzere; “Yalan konuşmayı bırakmayan, yanlış davranışlardan kaçınmayan kimsenin kendini aç ve susuz bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.”2125 buyurmuştur. Aslolan ibâdeti amacına uygun yapmak, ibâdetin zevkini tatmaktır. İbâdetlerin hakkı verilmeye çalışıldığı takdirde bunun önce kişinin kalp ve vicdanındaki olumlu etkileri, sonra da toplumdaki olumlu sonuçları çok belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktır. Peygamberimiz bu noktaya işaretle; “Hiçbiriniz oruçlu iken kötü lâf söylemesin; bağırıp çağırmasın, hatta kendisine ağır sözler söyleyen (küfreden) birine dahi, sadece ‘Ben oruçluyum!’ demekle yetinsin.” 2126 buyurmuştur.
Ramazanın mânevî atmosferini daha iyi hissedebilmek için Kur’an okumak, eksikliğini hissettiği bilgileri öğrenmeğe çalışmak yerinde olur. Ayrıca her Ramazanda mutlaka Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe anlamı, mukabele okur gibi bir defa okunmalı, imkân varsa tefsirlere mürâcaat edilmeli, genel hatlarıyla Kur’ân-ı Kerim’in içeriği hakkında bilgi sahibi olunmalı, daha derin ve detaylı bilgiye ihtiyaç hissedilen konularda, o alanda yazılmış eserlere veya bizzat ehliyetli ve takvâ sahibi hocalara başvurulmalıdır.
İtikâf: Fıkıh terimi olarak itikâf, bir mescidde ibâdet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak inzivâya çekilmek demektir. Hadis kaynakları Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretten sonra her yıl Ramazanın son on gününde itikâfa çekildiğini, hanımlarının da genelde Rasûl-i Ekrem’le aynı zamanda, kendi hücrelerinde itikâf yaptığını naklederl.2127 Peygamberimiz’in Ramazanın son on gününde daha fazla ibâdet ettiği bilinmektedir. Âişe vâlidemizin belirttiğine göre Rasûl-i Ekrem Ramazanın son on gününe girildiğinde bütün geceyi ihyâ eder; âilesini uyandırır ve kadınlardan ayrı kalırdı.
Hz. Peygamber’in bu tatbikatından hareketle âlimler, oruçlunun özellikle Ramazanın son on gününde itikâfa girmesini müstehap kabul etmişlerdir. Hatta Hanefîler, Hz. Peygamber’in bunu devamlı yapmış olmasından hareketle itikâfı kifâî nitelikte müekked sünnet saymıştır. İtikâf bir ibâdet nevi olduğundan itikâfa girenin mükellef olması, itikâfa bir mescidde girmesi ve niyet etmesi gerekli görülür. Kadınlar evlerinin bir odasında itikâfa girerler.
İtikâfa girmek, nefsi yasaklardan korumada daha etkili bir yöntem olduğu gibi, Ramazanın son on gününde olması tahmin edilen Kadir gecesine rastlama
2125] Buhârî, Savm 8, Edeb 51; Ebû Dâvud, Savm 25; Tirmizî, Savm 16
2126] Buhârî, Savm 2; Müslim, Sıyâm 160
2127] Buhârî, İ’tikâf 3; Müslim, Hayz 6; Tirmizî, Savm 80
- 482 -
KUR’AN KAVRAMLARI
imkânı ve umudunu da arttırır. İtikâf, insanı dünyevî meşgalelerden uzaklaştırıp daha fazla ibâdete vesile olması yanında, genel anlamda hayatın anlamı üzerinde tefekkür etme imkânı da sağlar. İnsanların zaman zaman böyle derin tefekküre ihtiyacı vardır. İtikâf, bu tefekkürü gerçekleştirmek için bir fırsat olarak kullanılabilir.
Orucun müstehaplarını maddeler halinde özetlersek:
Sahurda, bir yudum su içmek gibi az da olsa bir şey yemek ve sahuru gecenin son vaktine geciktirmek,
İftarı akşam namazını kılmadan önce acele yapmak,
İftar sırasında duâ okumak,
Diğer oruçlu kimselere ihsan ve ikramda bulunmak, en güzeli de yoksul oruçlulara iftar vermek,
Sabah vakti girmeden guslü gerektiren hallerden temizlenmek,
İlimle uğraşmak, Kur’ân-ı Kerim okumak, zikir yapmak, Peygamberimize Salât ve Selâm getirmekle meşgul olmak,
Dili gereksiz ve boş sözlerden korumak,
Özellikle Ramazanın son 10 gününde itikâfa girmek.
Orucun Kazâsı
a) Ramazan Orucunun Kazâsı: Ramazandan bir gün veya daha fazla oruç tutmayan kimselerin, bunları kazâ etmeleri gerektiğinde görüş birliği vardır. Tutmama hastalık, yolculuk, hayız, nifas ve benzeri özürler sebebiyle, yahut kasten veya yanılarak niyeti terketmek sûretiyle olabilir. Her ne sebeple olursa olsun gününde tutulamamış Ramazan orucunun kazâ edilmesi gereklidir. Aynı şekilde keffâret, adak veya başlanıp bozulmuş nâfile oruçların kazâsı da gereklidir. Başlanıp tamamlanmamış nâfile oruç meselesinde, Şâfiîler hiçbir şekilde kazâyı gerekli görmezken, Mâlikîler sadece kasten bozma durumunda kazâyı gerekli görmüşlerdir.
Ramazan orucunun kazâsı, yasak günler dışında her zaman yapılabilir. Şâfiîlere göre ise bir Ramazanda kazâya kalmış orucun, gelecek Ramazana kadar kazâ edilmesi gerekir. Bir Ramazanın kazâ borcu yerine getirilmeden, öteki Ramazan gelecek olursa, kazâ borcuna ilâveten bir de fidye ödeme yükümlülüğü ortaya çıkar.
b) Keffâret Orucu: Ramazanda özürsüz olarak oruç tutmamak büyük günahtır. Müslüman kişinin mâzeretsiz olarak oruç yemesi, son derece uzak ihtimaldir. Bununla birlikte Ramazanda mâzeretsiz olarak kasten oruç yemek, Ramazanın saygınlığını ihlâl etmek anlamına geleceği için keffâret ödemek gerekir. Keffâret için genel olarak önerilen üç seçenekten sadece ikisinin günümüzde tatbik imkânı vardır ki, bunlardan birisi iki ay peş peşe oruç tutmak, ikincisi 60 fakiri doyurmaktır. Toplumsal şartlar gereği ve bir anlamda köleliğin kaldırılması hedefine yönelik olarak önerilen köle âzât etme seçeneği köleliğin kalkmasıyla uygulama dışı kalmıştır.
ORUÇ
- 483 -
Hanefîler, keffâret seçeneklerinde sıra gözetmenin gerekli olduğunu savundukları için öncelikle iki ay peş peşe oruç tutmayı, bu mümkün olmazsa diğer seçenek olan altmış fakiri doyurma seçeneğinin uygulanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Mâlikîler ise, sıra gözetmeksizin herhangi bir seçeneğin yerine getirilmesini yeterli görmüşlerdir.
Araya hayız ve nifas gibi doğal mâzeretlerin girmesi durumu keffâret orucunun peş peşe oluş özelliğine zarar vermez. Bu haller geçtikten sonra yeniden niyet edilerek kalınan yerden devam edilir.
Ramazanda oruç bozmanın keffâretle cezâlandırılmasının altında, Ramazanın saygınlığına karşı işlenmiş bir suç bulunması yatar. Ramazanda oruç bozmak, Ramazan ayına ve Ramazan orucuna yapılmış bir hürmetsizlik olduğu için böyle yapan kimsele için keffâret öngörülmüştür. Bu espriyi dikkate alan bazı fakîhler, keffâreti oruç tutmamanın değil; orucu bozmanın cezâsı olarak değerlendirip, Ramazan ayında Ramazan orucuna niyet edilmediği takdirde oruç yemenin keffâreti gerektirmediğini söylemişlerdir.
Fakat bu görüş, pek anlamlı ve isâbetli görünmemektedir. Çünkü niyet etsin veya etmesin, Ramazanda Mâzeretsiz olarak oruç yiyen/tutmayan kişi, Ramazan orucuna olmasa bile Ramazan ayına saygısızlık etmiş olmaktadır. Öte yandan, bir Ramazanda birden fazla oruç yemek durumunda sadece bir keffâretin öngörülmesi, keffâret konusunda tek başına orucun değil; bir bütün olarak Ramazanın göz önünde tutulduğunu göstermektedir. Şayet keffâretin sebebi, Ramazan orucu olacak olsaydı, bozulan her bir Ramazan orucu için keffârete hükmedilmesi gerekirdi.
Esâsen Ramazan ile Ramazan orucunu birbirinden ayırmak da gerçekte mümkün değildir. O halde Hanefîlerin ortaya attığı bu görüşün anlamı nedir? Öyle sanıyoruz ki, Ramazan ayı ile Ramazan orucunun birbirinden ayrılması, zihnen mümkün olsa bile gerçekte böyle bir şeyin mümkün olmadığını elbette onlar da bilmekteydiler. Fakat hukuk tekniği bakımından kendi görüşleri arasındaki tutarlılığı kaybetmemek ve bu yönden tenkide mâruz kalmamak için bu ayrımı yapmak durumunda kalmışlardır. Bu bakımdan teknik bir ayrıntının soncu olan bu görüşü, aslî bir görüş gibi değerlendirip, "canım, niyet etmediğimiz zaman keffâret gerekmiyormuş" düşüncesiyle, işi hafife indirgeyerek, Ramazandan oruç tutmamak yanlış olduğu gibi, böyle yapan kişi, kendi kendini kandırmış olur. Bu kimse ayrıca, dinin temel vecîbelerinden birini hafife aldığı, gerek Ramazana, gerek oruca saygısızlık ettiği için büyük günah işlemiş olur. Keffâretin gerekip gerekmemesi teknik bir konudan ibâret olup, mâzeret olmadıkça, Ramazan orucu konusunda titiz davranmak gerekir. Ramazanda özürsüz olarak oruç tutmayan kimse, günahkârdır. Peygamberimiz, mâzeretsiz olarak Ramazanda bir gün oruç yiyen kimsenin ömür boyu oruç tutsa da o günün borcunu gerçekten ödemiş olmayacağını ifâde etmiştir.
c) Fidye: Fidye konusunu içeren âyetteki "ve ale'llezîne yutîkûnehû"2128 ifâdesinin, dil açısından oruca güç yetiremeyenler anlamına gelebileceği gibi, zorlukla güç yetirenler anlamına da gelebileceği dile getirilmiştir. Hatta kimi
2128] 2/Bakara, 184
- 484 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rivâyetlerde, "Sizden Ramazan ayına yetişenler o ayda oruç tutsun."2129 meâlindeki âyet nâzil oluncaya kadar, fidye âyetinden hareketle, ashâbdan dileyenin oruç tuttuğu, dileyenin de tutmayıp fidye verdiği, bu âyet nâzil olduktan sonra ise oruç tutmaya gücü yetenler hakkında fidye hükmünün kaldırılıp sadece hasta ve yaşlılar için bir ruhsat olarak devam ettirildiği belirtilmektedir.2130 Hz. Peygamber ve sahâbenin uygulamasının da bir sonucu olarak âyetteki "Oruç tutmakta zorluk çekenler" ifâdesiyle, şeyh-i fâni (düşkün ihtiyar) denilen yaşlı kimselerin kastedildiği yaygın olarak benimsenmektedir.
Buna göre âyet, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlıların tutamadıkları oruç için fidye vermesi hükmünü getirmiş olmakta ve fidyenin miktarını "bir fakir doyumluğu" olarak belirlemektedir. Ağır bir hastalığa yakalanan ve iyileşme umudu bulunmayan hasta, orucu ileride kazâ etme ihtimali çok düşük olduğu için, bu ihtimal yok sayılarak şeyh-i fâni gibi değerlendirilmiş ve fidye hükmü kapsamına alınmıştır. Bu kimselerin, tekrar sağlıklarına kavuşup oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edilmediğinden tutulamayan orucun, aynı cinsten bir ibâdetle telâfîsi talep edilmemiş, ibâdet şevkinden mahrum kalmamaları için, bunun yerine "her bir oruç için bir fakiri doyurma" şeklinde, orucun mâhiyetiyle alâkalı olması yanında, sosyal amacı da bulunan bir telâfî şekli önerilmiştir.
Her geçen gün bünyesi zayıflayan hasta ve yaşlılar, tutamadıkları her bir oruç için bir yoksulu doyurabilecekleri gibi, bir fakir doyumluğu fidyeyi Ramazan başında veya sonunda, nakit para veya mal olarak da verebilirler. Bu fidyeyi sağlıklarında ödeyemezlerse, fidyenin ödenmesini vasiyet etmeleri gerekir. Böyle bir vasiyetin mevcûdiyeti ve terekenin üçte birinin de yeterli olması halinde mirasçıların bu fidyeyi ödemeleri, dinî bir vecîbedir. Vasiyeti yoksa veya terekenin üçte biri fidyeyi karşılamaya yeterli değilse, mirasçıların teberru kabilinden bunu ödemeleri tavsiye edilmiştir.
Fidye yoluyla telâfi biçimi, devamlı hastalık ve yaşlılık sebebiyle oruç tutamayanlara mahsus olup bu iki durumun dışındaki mâzeretler, oruç tutmamaya veya başlanmış bir orucu bozmaya ruhsat teşkil etse de, tutulamayan oruçlar için fidye ödenmesini câiz kılmaz. Fakatbu kimseler kazâ edemeden vefat etmişlerse, mirasçıların aynı şekilde bu oruçlar için de fidye vermesi İslâm âlimlerince câiz, hatta mendup görülmüştür. Çünkü kazâ borcunu geciktirmemek gerekli ise de, burada söz konusu olan terk, başlangıçta mâzerete, devamında ise ileride kazâ etme ümidi taşınan hoş görülebilir bir ihmale dayalıdır. Ayrıca vefat, bu kimsenin orucunu kazâ etme imkân ve ihtimalini ortadan kaldırdığından yaşlı ve hasta için söz konusu olan acz halinin bunlar için de söz konusu edilmesi mümkündür. Orucu sağlığında kasten terkeden kimseler için ölümden sonra fidye verilip verilmeyeceği, aşağıda ıskat-ı savm konusunda açıklanacağı üzere, tartışmalıdır.
Tutulamayan oruçların fidyesi, birçok yoksula verilebileceği gibi, toplam tutar topluca bir yoksula da verilebilir. Ebû Yûsuf'a göre ise tek fidyenin birkaç yoksul arasında bölüştürülmesi de mümkündür.
Fidye olarak bir yoksulu fiilen doyurma, genellikle pratik olmadığı için, başlangıçta yoksul doyumluğunun gıda maddesine çevrilmesine ihtiyaç duyulmuştur.
2129] 2/Bakara, 185
2130] Müslim, Sıyâm 149-150
ORUÇ
- 485 -
Buğday, hurma, arpa gibi gıda maddelerinin başlıca tarımsal üretimi oluşturması ve bu maddelerin yaygın olarak bulunması sebebiyle yoksul doyumluğu için başlangıçta getirilen oldukça pratik olan bu çözüm, ileriki dönemlerde, tarımsal üretim anlayışının değişmesine bağlı olarak üretim biçim ve ilişkilerinin değişmesi sebebiyle sıkıntı doğurmuş ve ülkemizde olduğu gibi fakir doyumluğu nakde çevrilmeye başlanmıştır. "Bir fakiri bir gün doyurma" şeklindeki ölçü sâbit ve değişmez olmakla birlikte, bunun tekabül edeceği nakit veya mal, toplumun üretim biçim ve ilişkilerine, geçim şartlarına ve ekonomik seviyesine göre değişebilir. Hanefî fakîhlerinin o dönemlerde belirledikleri ölçüye göre bir fakir doyumluğu olan fidye miktarının, buğday cinsinden karşılığı ve dengi yarım sâ'; arpa, hurma veya kuru üzümden karşılığı ise bir sâ'dır. Oruç fidyesinin tutarı, fıtır sadakası tutarına denktir. Günümüzde fitrenin (sadaka-i fıtr) miktarı, mükellefe kolaylık olsun diye, her yıl para olarak duyurulur. Fakat "bir fakir doyumluğu" esprisi gözden kaçırılıp, fıkıh mekteplerinin büyük ölçüde kendi dönemlerinin üretim biçimlerini ve geçim standartlarını dikkate alarak tesbit ettikleri buğday, arpa, hurma miktarları esas alınarak her yıl, fitre miktarının buğdaydan şu kadar, hurmadan şu kadar diye açıklanması yanlış anlamalara yol açabilmektedir. "Fakir doyumluğu"nun ne demek olduğu herkes tarafından anlaşılmakla birlikte, bu doyumluğun, paraya çevrildiği vakit, hesabın yapıldığı yiyecek maddesine göre değişmesi makul karşılanmamaktadır. Bir fakir doyumluğunun, günümüzde, asgarî geçim ve hayat standardı, asgarî geçim endeksi gibi ekonomik verilerden hareketle bölgelere göre ayrı ayrı hesaplanması mümkün ve daha sağlıklı olmakla birlikte, hiç değilse, hesapta esas alınan buğday, arpa, hurma ve üzümün tekabül ettiği ortalama miktarın asgarî tutar olarak açıklanıp, ötesinin mükelleflerin ortalama aylık veya yıllık geçim standartlarına göre ayarlamasına bırakılması daha uygun görünmektedir.
d) Iskat-ı Savm: Iskat-ı savm, birinin sağlığında iken yerine getirmediği oruç borcunun fidye yoluyla telâfî edilmesi, düşürülmesi anlamına gelmektedir.
İbâdetler, anlam ve amaç yönüyle, öncelikle bireysel/kişisel fenomenler oldukları için, kural olarak niyâbet ve vekâlet kabul etmezler. İslâm dini, her alanda olduğu gibi, ibâdetlerin îfâsında da sadeliği, kolaylığı ve güç yetirilebilir olmayı esas almış; bu ilkenin gereği olarak, ibâdetin îfâsında sıkıntı doğuracak durumlar için bazı kolaylıklar tanıdığı gibi, ibâdetin öngörülen ilk ve aslî biçimiyle yerine getirilemediği durumlarda birtakım telâfî mekanizmaları ve nâdiren de olsa alternatif îfâ biçimleri önermiştir. Bazı istisnâî durumlarda niyâbete izin verilmesi (bedel haccı), söz konusu durumun ibâdet içeriğinin dışında kalan başka mülâhazalarla açıklanabilmektedir. Kural, ibâdetlerin özellikle ve sadece mükellef tarafından ve öngörülen biçimlere uyularak yerine getirilmesidir.
Esâsen, tekrar sağlığına kavuşup oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edilmeyen hasta ve yaşlı kimseler için âyette önerilen fidye yoluyla telâfî şekli, sonraları hükmün konuluş amacına uygun görülmeyebilecek zorlama yorumlarla ıskat-ı savm (ve arkasından ıskat-ı salât) anlayış ve tatbikatına dönüşmüştür.
Fidye hükmü, ilk olarak bir mâzeret sebebiyle oruç tutamayan ve bunu kazâ etmeden ölen kimseleri içine alacak şekilde genişletilmiş ve mirasçıların bu oruçlar için de fidye vermesi câiz, hatta mendup bir davranış olarak görülmüştür. Bu meselede, fakîhler kazâ etmemenin nedenleri üzerinde durarak, kişinin
- 486 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ölmeden önce orucu kazâ etme imkânına sahip olması durumu ile bu imkâna sahip olmasına rağmen ihmal sebebiyle tutmamış olması durumu arasında ayırım yapma eğilimi göstermişlerdir. Kimi fakîhler, orucunu kazâ etme imkânı bulamadan vefat eden kimseyi yaşlı ve sürekli hasta kimselerin durumuna kıyas ederek, mirasçılarının fidye vermesini vâcip görmüşse de, fakîhlerin çoğunluğu mâzeret sebebiyle bu kimseden mükellefiyetin ve kazâ borcunun sâkıt olduğu ve mirasçıların da fidye vermesinin gerekmediği görüşündedir. İmkân bulduğu halde orucunu kazâ etmeden vefat eden kimse hakkında ise, fakîhlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber'in oruç borcuyla ölen kimse adına her bir gün için bir fakirin doyurulmasını emreden hadisinin2131 genel ifâdesinden hareketle mirasçılarının fidye ödemesini gerekli görürler.
Bir grup fakîh de, Hz. Peygamber'in, oruç borcuyla ölen kimse adına velîsinin oruç tutmasını tavsiye etmesini veya buna izin vermesini2132 esas alarak ölenin yakınlarının onun adına oruç tutmasının câiz olduğunu söylerken, Zâhirîler bunun câiz değil; vâcip olduğunu ileri sürmüşlerdir. Fakîhlerin çoğunluğu ise, ölen adına fidye verilmesini emreden hadisi ve kimsenin bir başkası namına namaz kılamayacağı ve oruç tutamayacağı yönündeki sahâbî görüşlerini2133 esas alarak ve namaz, oruç gibi bedenî ibâdetlerde hiçbir şekilde -mükellefin hayatında veya ölümünden sonra- niyâbetin geçerli olmayacağı genel kaidesini işleterek, ölen adına yakınlarının veya üçüncü şahısların oruç tutmasını, namaz kılmasını uygun görmemişlerdir. Bunlar mezkûr hadisteki "yerine oruç tutma" ifâdesiyle oruç yerine geçecek olan fidye vermenin kastedildiğini, Hanbelîler başta olmak üzere fakîhlerin bir kesimi de bu istisnâî hükmün Ramazan orucu için değil de; ölenin adayıp da yerine getiremediği adak oruç borcu için geçerli olabileceğini söylerler.
Mükellefin oruç borcunun vefâtından sonra fidye ödenerek düşürülmesi (ıskat-ı savm) arzu ve teşebbüsünün, sürekli mâzereti sebebiyle oruç tutamayan veya geçici mâzereti sebebiyle oruç tutamayıp daha sonra da bu orucunu kazâ edemeden vefat eden kimselerin durumuyla sınırlı kalması beklenirken; hangi dönemde başladığı tam olarak bilinemeyen, fakat hicrî II. asrın sonlarına doğru ortaya çıkmış olması muhtemel olan bir yorum ve kıyaslama ile sağlığında mâzeretsiz olarak oruç tutmamış ve kazâ da etmemiş kimse adına vefâtından sonra fidye verilebileceği ve bu fidyenin ölenin oruç borcunu ıskat etmesinin muhtemel olduğu görüşü gündeme gelmiş ve uygulama alanına girmeye başlamıştır. Bu görüş, sağlığında mâzeretsiz olarak oruç tutmayıp kazâ da etmeyen kimsenin vefât etmekle kazâ etme imkânını yitirdiği için, mâzerete binâen oruç tutamayan kimsenin durumuna kıyâsen bu kimse adına da fidye verilebileceği, vasiyeti varsa kıyasın daha güçlü olacağı gerekçelerine sahiptir.
Hanefî kaynaklarında, İmam Muhammed'in ölenin vasiyeti olmasa bile mirasçıların onun oruç borcu için fidye vermesinin Allah'ın dilemesine bağlı olarak yeterli olacağını söylediği rivâyet edilir. Ölen adına yakınlarının oruç tutabilmesinden söz eden hadisin ve İmam Şâfiî'nin bu yöndeki eski görüşünün daha sonraki dönem Şâfiî literatüründe geniş bir yoruma tâbi tutulup kasten terkedilen
2131] İbn Mâce, Sıyâm 50; Tirmizî, Savm 23
2132] Buhârî, Savm 42; Müslim, Sıyâm 152; Ebû Dâvud, Savm 41
2133] Muvattâ, Savm 43
ORUÇ
- 487 -
ve kazâ da edilmeyen oruçlar dahil her türlü oruç borcu için söz konusu edildiği, ölen kimse adına oruç tutacak kimsenin onun yakını olmasının şart görülmediği, yakınların bilgisi olsun olmasın üçüncü şahıslarında da ücretli-ücretsiz böyle bir oruç tutabileceği görüş ve tartışmalarının yer aldığı görülür. Sonuç itibarıyla, âyette sadece oruç tutmaya gücü yetmeyen sürekli mâzeret sahibi kimseler için öngörülen fidye yoluyla telâfî mekanizması, konuluş amaç ve anlamını aşarak, mâzeretli veya mâzeretsiz olarak orucu terkedip, kazâ etmeden ölen herkese teşmil edilmiştir.
Her ne kadar içerisinde mâsum ve insancıl duygular barındırdığı iddia edilebilirse de ıskat-ı savm ve ıskat-ı salât anlayışının yeşerip, her türlü mantıkî ve dinî ölçüler zorlanarak oldukça geniş bir kullanım alanına kavuşturulması, ibâdetlerin aslî fonksiyonlarının gözardı edilip, nasıl birtakım şeklî şart ve gösterilere indirgenmiş "borçtan kurtulma törenleri"ne dönüştüğünün bir göstergesi mesâbesindedir. Ruhun Allah'a yükselişini sembolize ettiği gibi, kişinin kendini geliştirip isbat etmesine katkı sağlayan ve insan için daha birçok mânevî ve derûnî yararlar içeren ibâdetlerin sıradan bir borç ödeme çerçevesinde değerlendirilmesi, ibâdetlerin ruh ve amacına aykırı olduğu gibi, insanların sağlıklarında ibâdetleri îfâda tembellik etmesine ve ihmalkâr davranmasına da yol açabilmektedir.
Vefat eden kimsenin yakınlarının müteveffânın uhrevî mes'ûliyetini azaltacak bir şeyler yapabilme yönündeki iyi niyeti anlaşılabilir bir durumdur; fakat bu niyetin doğru kanalize edilerek şâri' tarafından öngörülmüş genel ölçüleri aşmayacak biçimlerde gerçekleştirilmesi gerekir. Şâri', mevcut biçimlerin saptırılması neticesinde oluşan biçimlere göre değil; kendi önerdiği ölçülere göre davranılmasını ister. 2134
Oruç, Niçin Ramazan Ayında Tutulur?
Orucu, mâlum olduğu gibi Ramazan ayında bir ay boyunca tutmak farzdır. Ramazan ise kamerî bir aydır. Ramazan, Kur'an'ın indirildiği ve içinde Kadir gecesi denilen çok fazîletli bir gece bulunduğu, amellerin sevabının kat kat verildiği çok kıymetli bir aydır. Oruç da bu ayda tutulur. Diğer aylarda tutulan oruçlar nâfiledir, yani fazladan sevap kazanmak için tutulan oruçlardır. Bu farz oruç için Ramazan'ın, yani kamerî bir ayın seçilmesinde de birtakım hikmetler vardır.
Kamerî yıl, güneş yılından 10-11 gün daha eksiktir. Böylece her yıl, güneş yılına nazaran Ramazan 11 gün kadar önce gelir. Böylece otuz yıl boyunca yılın her günü mutluka müslüman tarafından oruçlu geçirilmiş olur. Yılın içerisinde uzun günler, kısa günler vardır. Hem sıcak ve hem de soğuk günler mevcuttur. Böylelikle bütün bölgelerdeki müslümanlar, devletlerin her birinde orucun miktar ve şiddeti açısından eşit olurlar. Şayet güneş aylarından biri seçilmiş olsaydı, sıcak bölgelerde yaşayan müslümanların payı, soğuk bölgelerde yaşayan müslümanların payından daha ağır olurdu. Kimi, hayat boyunca uzun günlerde oruç tutarken, kimi de hayat boyu kısa günlerde oruç tutmuş olurdu. Ama kamerî ay seçildiğinden 30 yıllık bir devre içerisinde herkesin çektiği şiddet eşit seviyede olur.
2134] Y. Apaydın, a.g.e. s. 384 vd.
- 488 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Bir kimse yazın kavurucu sıcaklarında olduğu kadar, kışın dondurucu soğuklarında da bu mahrûmiyetlere alışmış olur. Çeşitli meyveler ve değişik yiyecekler için belli mevsimler vardır. Böylece her bir devrede müslüman, belli zamanlarda her yiyeceğe karşı kendisini tutabilme alışkanlığını kazanır. Buna karşılık oruçlu bulunduğu müddetçe yiyeceğin bir çeşidinden hayat boyu mahrum kalmamış olur.
Ramazan ayının oruç ayı olarak seçilmesinin ve insana bir yıl içerisinde dilediği ayı seçme yetkisi verilmemesinin zikrettiğimiz faydalarının yanında, ayrıca birçok sosyal etkileri vardır: Müslümanlara birlik şuuru aşılanmaktadır. Müslümanlar, topluca ve düzenli bir şekilde Allah'a teslim olmaya alışmaktadır. Onun için müslümanların bulunduğu bölge ve memleketlerden birinde Ramazan hilâli görüldüğünde dünyadaki bütün müslümanların oruca başlamaları gerekir. Böylece müslümanların tümü bir günde, aynı zamanda bir medreseye, büyük mânâlar taşıyan Ramazan okuluna girmiş olurlar.
Ramazan ayının hilâlinin gözle görülmesiyle başlaması, ayın başlangıcı konusunda takvim ve hesabın yanlış çıkabilme ihtimalinden dolayı, Ramazan hilâlinin gözle görülmesine itibar edilmesinde de büyük hikmetler vardır: Ramazan ve oruca hazırlanan bütün müslümanlar, ayın başlangıcını tespit etmeye, araştırmaya ve uyanık olmaya, başka egemen güçlerin ve devletlerin onu kandıramayacağı seviyeye yükselmeye gayret edecek, heyecanla beklediği misafirini karşılamaya ve yolunu gözlemeye çıkacaktır. Bir ay boyunca da kıymetli misafirini candan bir sevgiyle ağırlamaya, ona ikram etmeye, bu konuda fedâkârlıklara katlanmaya çalışacaktır. Başka zihniyetlerin, devlet ve egemen güçlerin, hatta takvimlerin Rabbıyla kendi arasına, sevdiği oruç ve Ramazan'la kendi arasına girmesine müslüman fırsat vermemiş olacaktır. Hilâli, yani Ramazan ayının başlangıcını bizzat kendisi gözetleyecek ve tespit edecektir.
İslâm'ı, müslümanları, Ramazan ve orucu yeterince tanımamış insanlar, bir ay boyunca (ülkelere ve iklimlere göre)12 ilâ 19 saat arası değişen bir zaman boyunca bir insanın ağzına sigara dâhil hiçbir şey koymaması, hanımıyla beraber bulunmaması gibi mahrûmiyetleri gözünde büyütüp müslümanların bunlara nasıl katlandıklarını belki acıyarak düşünebilir. Hâlbuki incelendiğinde görülür ki, müslümanlar, Ramazan ve oruçtan hiç şikâyet etmezler, bu fedâkârlıklara severek katlanırlar. Allah'ın emirlerine ve yasaklarına riâyet etmenin daha dünyadayken avans olarak verilmiş zevklerinin tadına vâkıf olurlar. Yoklukta varlığı, zindandayken saray hayatını, buruk üzüntü ve hüzünde en güzel, en tatlı güzellikleri yaşarlar. Bunları tatmayan ve yaşamayan bilmez. Balı ne kadar anlatırsak anlatalım, karşımızdakine bunu yeterince tanıtıp sevdiremediğimiz, tattıramadığımız müddetçe o kimse balın güzel tadını tümüyle kavrayamayacaktır.
Bir ay müddetle oruç tutan, ahlâk, fazîlet, sosyal yardım ve Allah için fedâkârlık gibi dersleri alan, eğitim ve öğretimini başarıyla tamamlayan müslüman, Ramazan ayının sonunda diplomasını alacak, bayram yapacaktır. Allah'ın emir ve yasaklarına teslim olmanın mutluluk ve sevincini dünyadayken böyle yaşayacak ve esas bayram olan öteki âlemdeki cenneti de ancak böyle fedâkârlıklar neticesi elde edeceğini düşünecek, kendini yarınki büyük bayramları hak etmeye İslâm'a teslim olmaya adayacaktır.
ORUÇ
- 489 -
Ramazan Ayı ve Fazîleti
Kamerî aylardan dokuzuncusunun ismi olan Ramazan, müslümanların oruç tutmakla mükellef oldukları, dinimizce yüce ve kutsal kabul edilen aydır. “Ramazan”, Arapça bir kelimedir. Bu mübârek aya Ramazan isminin verilmesindeki hikmet şöyle belirtilmiştir:
1- Yaz sonunda, güz mevsimimin evvelinde yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur mânâsına “ramdâ” kelimesinden alınmıştır. Bu yağmurun yeryüzünü temizlediği gibi, Ramazan ayı da mü’minleri günah kirlerinden temizler. Nitekim bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim fazîletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” 2135
2- Güneşin şiddetli harâretinden taşların yanıp kızması anlamına olan “ramad” kelimesinden alınmıştır. Böyle kızgın yerde yürüyenin ayakları yanar, zahmet ve meşakkat çeker. Bunun gibi, oruç tutan kimse de açlık ve susuzluğun harâretine katlanır, meşakkat çeker, içi yanar. Kızgın yer, orada yürüyenlerin ayaklarını yaktığı gibi, Ramazan da mü’minlerin günahlarını yakar, yok eder.
3- Kılıcın namlusunu veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için yalabık iki taşın arasına koyup dövmek anlamına olan “ramd”dan alınmıştır. Bu aya Ramazan isminin verilmesi de Arapların bu ayda silâhlarını bileyip hazırladıklarından dolayıdır. 2136
Ramazan ayına “on bir ayın sultanı” denilmiştir. Bu ayın özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Kur’ân-ı Kerim’de ismi açık olarak geçen tek ay Ramazan ayıdır.
2- Kur’ân-ı Kerim, bu ay içerisinde indirilmiştir. Yüce Rabbimiz; “Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidâyeti ve hakkı bâtıldan ayırmayı açıklayan Kur’an, bu ayda indirildi.”2137 buyrulmuştur.
3- Kur’ân-ı Kerim’de, “bin aydan daha hayırlı”2138 olduğu belirtilen Kadir gecesi bu ay içerisindedir.
4- Dinimizin beş temelinden biri olan oruç ibâdeti bu ayda üzerimize farz kılınmıştır. Kurân-ı Kerim’de; “Sizden kim bu aya şâhid olursa (yetişirse) oruç tutsun”2139 buyrulur. Ramazan ayı girince şartlarını taşıyan kimselere oruç farz olur.
5- Fıtır sadakası vermek, bu aya mahsus bir ibâdettir.
6- Terâvih namazı da bu aya mahsus ibâdetlerimizdendir. Bu konuda bir hadis-i şerif rivâyeti şöyledir: “Kim inanarak ve sevabını umarak Allah rızâsı için teravih namazı kılarsa geçmiş günahları bağışlanır.” 2140
7- İtikâfa girmek: Ramazan ayının son on gününde itikâfa girmek sünnettir.
2135] Buhârî, İman 28, Savm 6; Müslim, Sıyâm 203, Müsâfirîn 175; Ebû Dâvud, Ramazan 1, Savm 57; Tirmizî, Savm 1, Cennet 4; Nesâî, Sıyâm 39; İbn Mâce, İkamet 173, Sıyâm 2, 33
2136] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Y. c. 1, s. 531
2137] 2/Bakara, 185
2138] 97/Kadir, 3
2139] 2/Bakara, 185
2140] Buhârî, Terâvih 1
- 490 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Hz.Peygamber (s.a.s.) Ramazan ayının son on günü girince elini eteğini toplar, geceyi ihyâ eder ve ev halkını uyandırırdı.”2141 Yine Hz. Âişe’den (r.a.) şöyle rivâyet edilmiştir: “Hz. Peygamber, Ramazanın son on gününde vefatına kadar itikâfa girdi. İrtihalinden sonra da zevceleri itikâfa devam ettiler.” 2142
8- Ramazan ayında Kur’ân-ı Kerim’i okumak, hayır ve hasenâtta bulunmak: İbn Abbas’dan (r.a.) şöyle rivâyet edilmiştir: “Rasûlullah (s.a.s.) insanların en cömerdi idi. Onun bu cömertliği Ramazan ayı girip de kendisiyle Cebrâil (a.s.) karşılaştığı zaman daha da artardı. Cebrâil (a.s.) Ramazan ayı çıkıncaya kadar her gece Rasûlullah (s.a.s.) ile buluşup, Rasûlullah Kur’an’ı arzeder (okur)du. Rasûlullah, Cebrâil ile buluştuğunda insanlara rahmet getiren rüzgârdan daha cömert, daha faydalı olurdu.” 2143
Hadis-i şeriften Ramazan ayında Kur’ân-ı Kerim’i hatmetmenin sünnet olduğu anlaşıldığı gibi, gücü yetenlerin çokça sadaka vermeleri, hayır ve hasenâtta bulunmalarının da büyük sevap olduğu anlaşılmaktadır. Enes’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber’e (s.a.s.); “Hangi sadaka daha fazîletlidir?” diye sorulunca, “Ramazan ayında verilen sadaka” buyurmuştur. 2144
Ramazan ayı dinimizce en fazîletli ve mukaddes bir aydır. Bu konuda Peygamber Efendimiz’den birtakım hadis-i şerifler rivâyet edilmiştir:
“Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır/zincire vurulur.” 2145
Rivâyet edildiğine göre saçı başı dağınık bir adam Hz. Peygamber’e gelerek, “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’ın beni yükümlü tuttuğu orucun miktarını söyle” demişti. Peygamberimiz “Ramazan ayını oruçlu geçir” buyurmuş, adam bu defa “Bunun dışında başka oruç tutmam gerekiyor mu?” diye sormuş, Peygamberimiz de “Hayır, yükümlü olduğun başka oruç yoktur, fakat nâfile olarak tutabilirsin” cevabını vermiştir. Adam aynı şekilde sorularına devam ederek zekât, namaz ve hac konusunda bilgiler aldıktan sonra “Sana ikramda bulunan Allah’a yemin olsun ki, bu söylenenlerden fazla bir şey de yapmam, eksik de bırakmam” diyerek çekip gitmiş, Peygamberimiz de arkasından şöyle demiştir: “Şâyet dediğini yaparsa bu adam kurtulmuştur.” 2146
Ramazan Mektebi
Ramazan ayı, mü’minler için bir eğitim ve öğretim ayıdır. Bu ay, ibâdetler ve hayırlar için özel ve verimli bir aydır. Kur’an’ın indirilmeye başlandığı bu aydaki bu hâtırayı ebedîleştiren İslâm Dini, inandıkları Kur’an’ın sunduğu hayat düzenini yaşayabilmeleri için, mü’minlerin muhtaç olduğu bedenî ve ruhî eğitimi bu feyizli aya tahsis etmiştir. Ramazan ayını incelediğimizde, onun dünyamızın amelî eğitim yaptıran çok güçlü bir mektebi olduğunu görürüz. Bu yüce mektebin namaz, oruç, fıtrat, Kur’an okumak ve dinlemek, çok çok zikir yapmak gibi müfredâtını uygulayan, geçmiş on bir ayın muhâsebesini yapan ve gelecek on
2141] Buhârî, Kadr 5
2142] Buhârî, İtikâf 1
2143] Buhârî, Savm 7
2144] Tirmizî, Zekât 28; Durak Pusmaz, İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 221-222
2145] Buhârî, Savm 5, Bed’u’l-Halk 11; Müslim, Sıyâm 1, 2, 4, 5; Nesâî, Sıyâm 5
2146] Buhârî, Savm 1; Müslim, İman 9
ORUÇ
- 491 -
bir aya bedenen ve rûhen hazırlanan ve böylece İslâm Dininin hayat düsturlarını yaşama coşkusuyla dolan mü’minler Yüce Mevlâ’mızdan rahmet ve rızâ diploması alırlar. Ramazan okulunda arzedilen bu olumlu neticeyi alabilmek için Ramazan eğitiminin tek hedefi, mü’min hayatının biricik gâyesi olan ibâdetlerle, ciddî bir İslâm insanı olarak kaynaşmak lâzımdır.
İbâdet; Yüce Rabbimizin namaz, oruç, zekât, hac, Hakk’a çağrı, mü’minlerle beraberlik, adâlet ve cihad gibi her bir emrini uygulamaktır. Peygamberimizin öğütlediği af, merhamet, tevâzu, sevgi ve saygı gibi ahlâkî güzellikleri yaşamaktır. Fâiz, zinâ, içki, kumar, bencillik, zulüm, riyâ ve yalan gibi İlâhî yasaklardan sakınmaktır. Hayatının her bir safhasında gerçekleştirmekle emrolunduğu ibâdet hayatını mü’min, özellikle Ramazan ayında tabiîleştirecektir. Dinimizin, tatbik etmediği emirlerini îfâ etmek, kaçınmadığı yasaklarından sakınmak için nefsini kontrol altına alarak ciddî bir eğitime tâbi tutacaktır. Ramazan bir eğitim ayı olduğu için, çeşitli kusurları ve faydasız alışkanlıkları olan mü’minler bu mübârek ayı nefisle cihad mevsimi bilmelidirler. Her çeşit haram ve kötü alışkanlıklardan kaçınma ve ihmal ettikleri İslâmî görevlerini yeniden hayata geçirme hususunda nefsiyle sıkı bir savaş vermelidirler.
Hayat nizamı olan Kur’an’ın Peygamberimize indirilmeye başlandığı Ramazan ayında mü’minler, nefislerine Kur’an terbiyesini tatbik etmelidir. Nefislerini fiilen Kur’an hayatına intibak ettirirken Kur’an’la fikrî bağlarını geliştirmeye çalışmalıdır. Peygamberin sünnetini izleyerek Ramazan ayında özellikle Kur’an’ı okumaya, dinlemeye, anlamaya, yaşamaya önem vermelidir. Kur’ân-ı Kerim’in Allah’ın Kitabı olduğuna iman eden insanlar olarak Kur’an âyetlerini bu Ramazan ayında nâzil oluyormuş gibi imanî bir heyecanla okumalı, dinlemeli ve üzerinde tefekkür etmelidir. Ramazan ayı, her şeyden önce Kur’an ayıdır, her dönem ve her yerdeki müslümanlar açısından böyle kabul edilmeli ve gereği yapılmalıdır. Kur’an okumasını bilmeyenler, Ramazan gecelerini bu öğrenime ayırmalıdır. Kur’an okumasını bilenler de Kur’an’dan dersler tâkip etmeli, fakat yalnız yüzünden okuma ile yetinmemelidir. Kur’an mealleri ve tefsirleri veya Kur’an âyetlerini açıklayıcı değişik konulardaki mûteber eserleri okumalı, vakitlerini değerlendirmelidir. Öz ifâdeyle Ramazan, mü’minler için bir eğitim ayı olduğu gibi bir öğretim ayı da olmalıdır. 2147
Günümüzde Ramazanlar, dinî ve mânevî özelliklerinden soyutlanarak folklorik planda hayata yansıtılmaktadır. İnsanımızı yönlendiren düzen ve kurumları, belediyeler ve özellikle medya Ramazanı "ibâdet ve mâneviyât ayı" olmaktan çıkarıp eğlence ayı olarak değerlendirmektedir. Ramazan çadırları konser salonu görevi de yapmakta, müzik parçaları bu ibâdet ayında teravihlerdeki salevatları bastırmaktadır. Televizyonlar, diğer zamanlardan daha fazla eğlenceye, tiyatromsu şeylere, ortaoyunu ve kuklalara... yer ayırmaktadır. "Ah eski Ramazanlar!" Sanki asr-ı saâdetteki her ânı ibâdet coşkusuyla değerlendirilen Ramazanları hasretle hatırlayıp ona özenmektedir bunu söyleyenler. Hayır, bu güzel arzudan değil bu nostaljik iç geçirmeler... Ya niçin, Lâle Devrinden sonra ve özellikle Tanzimatla birlikte yabancı ve yabancılaşmış insanların Direkler arası gibi eğlence mekânlarındaki gayr-i İslâmî faşingleri, festivaller, câhilî örfler, lüks ve isrâfa âit hâtıralar ve onları canlandırma gayretleri; Rum ve Ermeni şarkıcıların bozuk şive
2147] A. Rıza Demircan, İslâm Nizamı, c. 1, s. 330-333
- 492 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve bozuk ahlâkla icat ve icraatları olan kantolar ve bayağı ve de cıvık eğlenceler için... Bir de Ortaoyunu ve meddah...
Açlık ve sabır ayı olan Ramazan, halk açısından tıkınma ayıdır. Günler öncesinde piyasa canlanır, koşturmacalar başlar, gıdalar Ramazanda midelere havâle edilmek için evlere yığılır, depolanır. Kadınlar, Kur'an okumaya ve nâfile ibâdete, kültürlerini arttırmaya vakit ayıramasınlar diye mutfaklara hapsedilir; yağlılar, börekler, çörekler, Ramazan yemekleri adı altında bitmeyen uğraşlarla meşgul edilir. Medya "Ramazan Yemekleri" ve "Yemek Târifleri" programları yapar. "Oruç kafası" diye nitelenen sinirlilik, acelecilik, iftar öncesi telâş ve özellikle trafikteki keşmekeşlik ve kazâ yoğunluğu... Tek kelimeyle sabırsızlık ve stres. Sebep de "oruç kafası!" Oruç insanda sabır kapılarını sonuna kadar açar, açlık da insanı olgunlaştırırken insanımız bırakın oruç tutmayı hakkıyla yerine getirmeyi, aç bile kalamamış, akşam tıka basa yedikten sonra sahurda da gün boyu hazmedilemeyecek yağlı ve hamur işleriyle kilo artırmaya çalışmıştır. Buna rağmen sinirlenmenin ve sabırsızlığın suçu oruca yüklenir, bir ibâdete hiç bağdaşmayacak kadar çirkin ve yalan şekilde iftirâ atılır. Ramazanda daha bir tembellik ortaya çıkar, uyku ve uyuşukluk ile geyik muhabbetleriyle, işi rolantiye alıp boş vakitle geçirilir zamanlar. İtikâf yoktur, hatta adını bile telaffuz etmekte zorlanır halkımız. Câmi cemaatine anket yapılsa, "İtikâf nedir?" diye, bilenler çok az çıkacak, onlar içinde de uygulayanlar hemen hiç bulunmayacaktır. Mukabeleye meal ve hele tefsir hiç katılmayacak, tefekkür ve kültürel çalışmalar Ramazan'da da artmayacaktır.
Kapitalist işverenler, ağır işler vermeye, işçisini ezip sömürmeye Ramazan'da da devam edecek, mesai ayarlamasına gitmeyeceklerdir. Laik düzenin, Ramazanda ayrıcalık göstermesi beklenmemelidir tabii; o yine askerlere, memurlara, okullardaki öğretmen ve öğrencilere iftar saatine uygun ayarlamalara, Ramazanın mânevî yapısına uygun düzenlemelere gitmeyecektir.
Hâlbuki Ramazan, her şeyden önce Kur'an ayıdır, tefekkür ve muhâsebe ayıdır, diriliş ve devrim ayıdır, arınma, yenilenme ayıdır. İlim ve kültürle değerlendirilen, ibâdeti günün ve gecenin her dakikasına yayma gayreti gösterilen, mânevî özelliklerin, takvâ, sabır ve tevbenin öne çıktığı aydır. Namazlarını aksattığından mü'min olduğu tartışılabilecek kişinin, Ramazanla iman tazeleyip namazlı mü'min hale geleceği, namazlıların, namazı huşû ile ikame etmeye ve nâfile ibâdetlere alışabileceği bir ortamdır. Evet, Ramazan güzel alışkanlıkların edinileceği aydır. Terâvihler, nâfile ibâdetlere, sahurlar teheccüd saatinde kalkıp gece namazına alışmak için büyük bir fırsat olduğu gibi, mukabeleler, Kur'ansız ve Onun anlaşılması ve yaşanması için gayretsiz günün geçirilmemesi gerektiğini öğretir, alıştırır.
Giderek dünyevîleşen, bireyselleşen insanımızın unutmaya yüz tuttuğu ikrâmı, misafir ağırlamayı, infakı hatırlatır ve yeniden alışkanlık haline getirtir Ramazan; iftarlarla, sadaka-i fıtır ve zekâtlarla bu ayda fakirlere ekstra yapılan yardımlarla... Ramazan, kötü alışkanlıkları bırakmak için bulunmaz bir fırsattır. İçkiciler bile Ramazanda içmez veya çok azaltır. Cehennem kapıları kapandığı gibi, meyhane ve kimi haram eğlence yerlerinin kapılarına da Ramazanda kilit vurulur. Bir mü'min açısından Ramazan, hâlâ sigara gibi kötü alışkanlıkları varsa, sabahtan akşama kadar içmediğine göre, akşamdan sabaha kadar da
ORUÇ
- 493 -
içmeyebileceğini, irâdesine sahip olmanın çok da zor olmadığını kendisine öğretir. Sık sık çay içmeden, kahve keyfi yapmadan, çerez ve benzeri abur cubur atıştırmadan yapamayanlara, sık sık yiyip içmeden edemeyenlere, bu alışkanlıklarından vazgeçmeleri için en güzel imkânları gösterir Ramazan. Az yemeyi, diyet ve rejimi, iştahı kontrol edebilme, yeme ve içme irâdesine sahip olabilme alışkanlıklarını kazandırır/kazandırmalıdır.
Enes’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, Şâban ayının son günü Allah’ın Rasûlü ashâba şöyle hitap buyurdu: “Ey insanlar! Büyük ve bereketli bir ay gölgesini üzerinize saldı. Bu ayda bin aydan daha hayırlı olan bir gece (Kadir gecesi) vardır. Allah bu ayın orucunu farz kıldı. Gecelerini ibâdetle (değerlendirmeyi) öğütledi. Allah’ın sevgisine ermek için kim bu ayda bir hayır yaparsa Ramazanın dışında yetmiş farz yapan kişi gibi sevap kazanır. Kim de bu ayda bir farz yaparsa bu ayın dışında yetmiş farz yapan kişi gibi sevap alır. Bu ay sabır ayıdır. Sabrın mükâfâtı ise Cennettir. (Bu ay) yardımlaşma ayıdır. Mü’minlerin rızıklarının arttırılacağı aydır. Kim bu ayda bir oruçluya iftar verirse, bu onun günahlarının bağışlanmasına ve nefsinin Cehennemden kurtulmasına (sebep) olur. Ayrıca, oruçlunun sevabından bir kısmı eksiltilmeksizin ona oruçlunun mükâfâtı gibi mükâfât verilir. Bu ay, evveli rahmet, ortası mağfiret/bağışlanma ve sonu da Cehennemden kurtuluş olan bir aydır. Her kim, yönetimi altında bulunan kişinin işini azaltırsa Allah onu bağışlar ve onu Cehennemden kurtarır. Bu ayda dört ameli çok yapınız. (Bunlardan) İkisi ile Rabbinizi râzı edersiniz. İkisini yapmaya ise daima muhtaçsınız. Rabbinizi râzı edeceğiniz iki amel Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehâdet (etmeniz) ve O’ndan affınızı dilemenizdir. Yapmaya muhtaç olduğunuz iki amel ise, Allah’tan Cenneti istemeniz ve Cehennem ateşinden O’na sığınmanızdır. Her kim oruçluya su içirirse, Allah ona benim havzımdan su içirir ve o Cennete girinceye kadar bir daha susamaz.” 2148
Kur’an’sız Ramazan, İçi Boş Sahte Cennet Gibidir
Ramazan ayını diğer aylardan üstün kılan nedir? Ramazan’ın özelliklerini sayarak diğer aylardan farkını anlamaya çalışalım:
Ramazan, oruç ve az yeme ayıdır.
Ramazan, nefisle cihad ayıdır, olgunluk ve sabır ayıdır.
Teravih başta olmak üzere nâfile ibâdetlerin daha çok yapıldığı ibâdet ayıdır. Zekât ve fıtır sadakasının verildiği bereketli bir aydır.
Fakirlerin hatırlanıp gözetildiği cömertlik ayıdır. Bu ayda bol bol
Şeytanların ve şeytânî arzuların bağlandığı rahmet ve mağfiret ayıdır.
Kötü alışkanlıkların terk edilip iyi alışkanlıklar edinilmeye çok müsait bir aydır.
Ramazan, bir okuldur.
Ama Kur’an onu, bütün bu özelliklerinden başka bir özellikle tanıtıyor. Bunlar doğrudur, ama Ramazanı Kur’an’ın tanıttığı gibi tanıtmaya yetmez. Rabbimiz onu bize Kur’an’ın indirildiği ay olarak tanıtıyor. Evet, Kur’an’a göre Ramazanın en önemli özelliği, bu ayın Kur’ân-ı Kerim ayı olmasıdır. Ramazan gücünü, şerefini ve güzelliğini Kur'an'dan almaktadır. “Ramazan ayı ki, insanlara dosdoğru yolu
2148] et-Terğîb, II/94-95; Hayâtu’s-Sahâbe, 3/384
- 494 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gösteren ve hakkı bâtıldan ayırma ölçüsü ve hidâyet için belgeler içeren Kur'an onda indirilmiştir…” 2149
Ramazan ayının değerli oluşu, insanlığı kurtaracak mesajın bu ayda indirilmesinden kaynaklanmaktadır. Kur’an’ın indirildiği gece bin aydan hayırlı olduğuna göre,2150 Kur'an'ı okumaya, anlamaya ve yaşamaya ayrılan bir gün de, bin aydan daha hayırlı olacağı değerlendirilmelidir. Her gün ve gece Kur'an'a uygun olarak ihyâ edilmelidir. Kur’an’ı indiriliş gayesine uygun olarak okuyup hükümlerini ferdî olarak itikadî, ibâdî, ahlâkî ve ekonomik bütün yönleriyle yaşarsak, sosyal ve siyasal hayata hâkim kılıp tatbik ettirme çabasında bulunursak, yani vahyi gönlümüze ve yaşayışımıza indirirsek, o zaman biz de bin insandan hayırlı oluruz, böyle yaşadığımız gün ve geceler de bin aydan üstün olur.
Değeri Kur'an'dan kaynaklanan Ramazan, Kur'an'dan daha çok önemsenirken, Kur'an ihmal edilmiştir. Kur’an’ın indiriliş amacına uygun yaşadığımız gün ve gece bizim için Kadir gecesi, böyle yaşadığımız ay bizim için diğer aylardan çok üstün Ramazan’dır. Yoksa rahmet çeşmesinin büyüklüğü, ondan yararlanmasını bilmeyen, susuzluğunu gidermek için su kabını veya ağzını çeşmenin altına yerleştir(e)meyen kimseler için hiçbir şey ifade etmez.
Çeşme, bindört yüz yıldır akmaktadır. Bu güne kadar onun hayat veren lezzetli suyunu içenleri suladığı, nimetlendirip dirilttiği gibi, hâlâ canlandıran rahmet suyunu sunmaya devam etmektedir. Ama biz, kabımızı o çeşmenin altına tutmuyor, çeşmeden yararlanmayı bilmiyorsak suç elbette çeşmenin değil; bizimdir. Karanlıklarda yaşayan insan çeşmenin yolunu unutmuş olabilir, ama çeşmenin suyundan az da olsa tatmış olanların yapmaları gereken büyük görevleri olmalıdır. Hele o çeşmenin yanı başındaki yangınları farkeden itfaiyeci (dâvet ve tebliğci) görevini yapmıyorsa, karanlıktan yararlanarak yangını çıkaran ve değişik araçlarıyla yangını körükleyenler kadar, o da suçlu değil midir? Kendilerini ve toplumlarını değiştirmek isteyenlere Kur'an yardıma hazırdır; referansları, örnekleri ortadadır. Değişim ve dönüşüm projelerini, kendisine yöneleceklere sunmaya, yol göstermeye, yollarını aydınlatmaya hazır beklemektedir.
Ramazan, Kur’an’ın kendisine indiğini bilen ve ona göre hayatını tanzim eden kimselerin Ramazan’ıdır. Kur’an’ı ve hükümlerini önemsemeyen, ya da başka şeyleri Kur’an’a tercih eden, Kur’an’a ters ilke ve yaşama biçimlerini reddetmeyen kimseler için, yani Kur’an’sız, Kitapsız yaşayanlar için Ramazan da yoktur bayram da. Kur’an kendisine inmemiş gibi Kitapsız şekilde yaşayan insanlar, Kur’an’dan yararlanamadığı gibi, Ramazan’dan da nasip alamazlar.
Bugün fert ve toplumları Kitap yönlendirmiyor. Vatandaşa "Kitapsız!" denildiğinde hemen herkes bu sözü büyük bir hakaret kabul eder, ama yaşayışıyla bu sözü hak edip etmediğini düşünmez. Kitapsız toplumdur câhiliyye toplumu, onlar Kitab’ın kendilerini ve toplumlarını eğitip yönlendirmesini istemezler. Kitabı öğretmesi gereken okullar Kitapsız okuldur; Kitabı göndereni ve Kitabı eğitime karıştırmazlar, O Kitab’ın yeri yoktur resmî kurumlarda. Mahkemeler, Meclis ve tüm kurumlar Kitapsız olduğu gibi, mü’minlerin elindeki (fazla fonksiyonu olmasa da) Kitab’ı (ç)almak için bin bir gerekçe ve hüküm koymaktan çekinmez.
2149] 2/Bakara, 185
2150] 97/Kadr, 3
ORUÇ
- 495 -
Devlet, Kitapsız devlettir. Kitabın bir âyetini, bir hükmünü bile uygulamaz. Öldükten sonra sorulacak sorulardan birinin "Kitabın ne?" sorusu olacağı hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. "O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şâhitlik eder."2151 “Kitabın ne?” sorusuna o gün Kitaptan uzak yaşayan insan "falan gazete", "filânın nutku", "falan anayasası", ya da "şu kanal", "bu televizyon"... diyebilir. Yani, “Kitabım” diye iddia edilen Allah'ın Kitabı yerine, kişiye yön veren, o kimsenin O Kitap'tan fazla okuyup baktığı, etkilendiği, itaat edip uyduğu ne ise, insanın organları yalan da söyleyemeden onları itiraf edecektir. "Kitabım Kur'an" sözü bir tekerleme ve bir iddiadan mı ibârettir, yoksa tümüyle yaşayışımıza yön veren gerçeği mi yansıtmaktadır? İnanmak, inandığını yaşamaktır. Ateşin yakıcı olduğuna inanan, kolay kolay elini ateşe uzatmaz. Bir ilke, bir kanun fert ve toplum hayatında ilgi ve saygı görüyor, tatbik olunuyorsa onun varlığının anlamı ve değeri vardır. Yok, sadece varlığına ve gerekliliğine inanılmakla yetiniliyor da fertlerin irâdelerine ve toplum hayatının akışına yön vermiyorsa onun mevcudiyetinin fiilî bir önemi yoktur. "Allah, şu Kur'an'la amel eden toplumları yükseltir. Onun izinden gitmeyenleri de alçaltır." 2152
Tevhidî çizgide yaşamaya çalışan mü’minler Kitapsız değildir, Kitapsız olamazlar. Onları Kitabullah yönlendirir. Eğitimleri, cemaat çalışmaları Allah’ın Kitabını daha iyi anlamaya yöneliktir. Medya organlarının, nutukların, herhangi bir beşerin yazdığı kitabın Allah’ın Kitabının yerini tutamayacağını bilirler ve ona göre tercihlerini yaparlar. Onlar hiçbir şeyin Kur’an’dan daha önemli olmadığının bilinci içindedir. İçinde hiç yanlışın olmadığı, her emrine mutlak itaat edilmesi gereken ve sözlerin en güzeli olan kelâmın, Allah’ın kitabı Kur’an olduğuna inandıklarını tüm davranışlarıyla ispat etmeye çalışırlar.
Kur’an, muvahhid mü’minin başucu kitabıdır, hayat kitabıdır, müracaat kitabıdır. Hakemdir, ölçüdür, furkandır. Kur’an mü’minler için ana yasadır. Ona ters hiçbir hüküm ve kanunu kabul etmez, edemez muvahhid kimse.
Ölü kitabı değildir Kitaplı mü’min için, muska kitabı değildir Kur’an. Hatmetmek için hatmetmenin Kitaplı olmaya yetmeyeceğini bilir muvahhid mü’min. Dostlar alışverişte görsün kabilinden, yasak savma cinsinden Ramazanlarda Kur’an’ı kabından çıkarıp hatim etmeyle işin biteceğini hiç mi hiç düşünmez. Ashâb: “Bize Kur’an’dan önce iman veriliyordu” demişlerdi. Şirksiz ve şeksiz iman olmadan okunan Kur’an, insanın hidâyetini değil, hüsrânını arttırabilirdi çünkü. “Biz, Kur’an’da mü’minlere şifâ ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. Ama bunlar, zâlimlerin hüsrânını, kayıplarını arttırır.”2153 Kim gönlündeki, başta şirk olmak üzere, her çeşit mânevî hastalıkları Kur’an’la tedavi etmezse, Allah ona başka bir yoldan asla şifâ vermez. Âyette dünya, türlü hastalıklarla dolu bir hastaneye, Peygamber bir doktora, Kur’an da şifâ veren ilaca benzetilmiştir. Kur’an’a itaat eden mü’min, bu âyetlerle şifaya ve rahmete kavuşur. Buna karşılık, hastanın ilaçtan yararlanmak istemeyişi de onun hastalığını arttıracaktır.
Kur’an’ı anlamak ve yaşamaktır Kitaplı mü’minlerin dertleri. Onlar Kur’an’a tâbi olmak, ona itaat etmek için okurlar. Bilirler ki, Kur’an hüdâdır, hidâyettir, yol göstericidir. Onlar Kur’an’ı yaşama niyetiyle okuyup anlamayı en büyük zikir,
2151] 36/Yâsin, 65
2152] Riyâzü's-Sâlihin ve Terc. II, 341
2153] 17/İsrâ, 82
- 496 -
KUR’AN KAVRAMLARI
en önemli ibâdet kabul ederler. Onları kimse Allah adına kandırıp Kur’an’ı anlayamayacaklarını söyleyemez. Başkalarının, hata yapma ihtimali büyük olan beşerin, üstad ve şeyhlerin kitaplarına yönlendirip Kur’an’ı onlara yasak kılamaz. Eğer başka kitabı Kur’an’a tercih eden bir tavrı görseler, öyle bir eûzü çekerler ki, sadece cin şeytanları değil ins şeytanları da kaçar onlardan.
Onlar mezarda yatanları affettirsin diye değil, ses sanatkârları gibi güzel ses gösterilsin diye değil, mevlitlere çeşni katsın diye değil; kendilerine gösterdiği yoldan gidip Allah’a yaklaştırsın diye Kur’an okurlar.
Sadece Kur’an’la yetişen “canlı Kur’an” sıfatına en lâyık şahsiyet, “Onun ahlâkı Kur’an’dı.”2154 denilen Yüce Önderimiz Peygamberimiz’in izinden giden muvahhid mü’minler de canlı Kur’an olmaya, ahlâkını, yaşayışını tümüyle Kur’an’ın yön verdiği tevhidî inkılâbı her alanda gerçekleştirmeye aday olmaya çalışan insanlardır. Onlar bilirler ki, insanların en hayırlısı Kur’an’ı (metnini okumayı, anlamını, hükümlerini, nasıl yaşanacağını, çevreye nasıl hâkim kılınacağını) öğrenen ve başkalarına öğreten kimselerdir. Onların evleri Kur’an okuludur. Ailecek Kur’an’ı anlamaya ve yaşamaya çalışırlar.
Bütün mûcizevî yönlerinin yanında Kur'an, tarihin akışını değiştirmiş, en köklü değişiklikleri gerçekleştirmiş, en sağlam nizamı oluşturmuş, pratikte muhteşem meyvelerinin görüldüğü, her isteyene nimetlerini sunan bir ağaçtır. Kendisine yönelenlere sırlarını açan, hazinelerini saçan gökten inen muazzam bir sofradır. Göklere doğru tırmanmak, yükselmek isteyenlere Allah'ın uzattığı kopmaz bir iptir. Tarihin şâhit olduğu en büyük devrim, Kur'an'ın gerçekleştirdiği inkılâptır. Kur'an, kişileri kısa zamanda, tepeden tırnağa değiştirdiği gibi; toplumları da nuruyla ihyâ etmiş, diriltmiş, değiştirmiş, dönüştürmüştür.
Fert planında sözgelimi, Ebû Cehil'in samimi arkadaşı, eli silahlı katil adayı Ömer, Peygamber'i öldürmeye giderken kendisi dirilmiş, dinlediği Kur'an onu bir anda değiştirivermiştir. Kızını toprağa diri diri gömen Ömer, Kur'an sayesinde insanları ihyâ eden, karıncayı ezmemek için yere dikkatli basan merhamet ve adâlet timsali Hz. Ömer oluvermişti. Fert planında tek tek yaşanan bunun gibi sayısız örnekler yanında, Kur'an, toplumu da, düzeni de kökten değiştirmiştir. Kabile halinde yaşayıp, sık sık birbirlerine saldıran, o güne kadar tarihte ciddi varlık gösteremeyen, devlet ve medeniyet nedir bilmeyen baldırı çıplak insanlar, Kur'an'ın gerçekleştirdiği inkılâp sayesinde çok kısa bir zaman içinde üç kıtada at koşturan, en büyük devlet olmuşlar ve en güzel medeniyet oluşturmuşlardı.
Ashâbı dirilten, canlandıran, adam eden Kur’an bizi de ihyâ eder. Yeter ki Kur’an’a yaklaşımımız ashâbınki gibi olsun.
Kur'an çağ kapatıp çağ açmıştır. Hemen her konuda olduğu gibi, câhiliyyenin çağ anlayışı da câhilcedir. İnsanlığın hattındaki en büyük fay kırılmasını da, hakkı görmek istemediği için görmezden gelir, farklı çağ anlayışını zanna ve uydurmalara dayanarak savunur. İslâm'ın çağ anlayışı, tevhid mücâdelesini yansıtan olaylarda, vahyin verdiği doğru haberler ışığındadır. İlk insan, aynı zamanda ilk peygamberdir. Ulu'l-azm denilen büyük peygamberler de çağ kapatıp çağ açmış devrimci liderlerdir. Nuh tufanı, o tarihte ve sonraki etkileriyle yeni bir çağı belirler. İbrahim (a.s.) putperest çağa destansı meydan okumaları ve mücâdeleleriyle
2154] Müslim, Musâfirîn, B. 18, Hds. 139
ORUÇ
- 497 -
tevhid çağını yeniden oluşturan inkılabın köşe taşıdır. Mûsâ (a.s.) ve İsa (a.s.) da öyle. Ve en büyük inkılâp, Kur'an'ın yaptığı inkılâp; en büyük inkılâpçı da Hz. Muhammed’dir (s.a.s.). Kur'an'la câhiliyye çağı kapanmış; mutluluk çağı başlamıştır. Kur'an'la birlikte Kur'an'ın oluşturduğu yeni çağın adı asr-ı saâdet; inkılâpçı insanın adı da müslüman'dır artık. Diğer devrimler, adına inkılâp denilemeyecek basit, sınırlı, sahte, avutucu değişimlerdir. Daha doğrusu zindanları değiştirmenin adına devrim denilmeye başlanmıştır. Karanlıklar, zulümler, zindanlar arasındaki değişikliğin adına devrim; küçük değişikliklerin veya tahmine ya da uydurmaya dayanan zaman dilimlerinin adı çağ olamaz.
İnsanlık, bugün bilmem kaçıncı câhiliyye çağının karanlıklarında yaşıyor. Peki, Kur'an, aynı Kur'an olduğuna göre, bugünkü câhiliyyeyi niye değiştiremiyor? Bugünkü insanlar Kur'an okudukları halde, niçin karanlıklardan sıyrılıp değişik bir kimliğe bürünemiyor? Yani Kur'an, niye artık tevhidî bir inkılâp yapamıyor? Kur'an değişmemiştir, ama Kur'an okuyanlar başkalaşmıştır. Kur'an anlayışı, Kur'an'a bakış, Kur'an'a yaklaşım değişmiştir. Kur'an, aynı Kur'an'dır, ama Kur'an'a yönelmesi gereken insan, Kur'an'a ashâb gibi yönelmiyor.
Kur'an bu ayda indirildiğinden, müslümanların Kur'an'la bağlarını sağlamlaştırması Ramazan'daki ilk görevleridir. Okumayı bilmeyenlerin hemen öğrenmesi, bilenlerin Kur'an'ı çokça okuması ve anlamlarını öğrenmeye ve yaşamaya gayret etmesi, Kur'an'ı meal ve tefsiriyle okumaya çalışması, Allah'ın emir ve yasaklarını ilk elden öğrenmesi gerekmektedir. Kur’ân-ı Kerim’in Allah’ın Kitabı olduğuna iman eden insanlar, Kur’an âyetlerini bu Ramazan ayında nâzil oluyormuş gibi imanî bir heyecanla okumalı, dinlemeli ve üzerinde tefekkür etmelidir. Bireysel, sosyal, siyasal, ekonomik tüm problemlerin Kur'an'ı terk etmenin, onu tatbik etmemenin ürünü olduğunu, çözümün de Kur'an'ın tüm hükümleriyle hayata geçirilmesiyle mümkün olacağını unutmamalıyız. Ramazan, mü’minler için bir eğitim ayı olduğu gibi bir öğretim ayı da olmalıdır.
Böyle olduğu halde, evlerimiz Kur'an kursuna, Kur’an okuluna dönüşmemekte, vaktimizi Kur'an ilimleri doldurmamaktadır. Halkın en dindarları, formalite icabı ve âdet olarak mukabele ile yetinmekte, düşünmeden, anlamadan, hayatına geçirme endişesi duymadan sadece lafzını hızlı bir şekilde okumakta ve Kur'an'a karşı görevin en fazla hatim etmekten ibâret olduğunu zannetmektedir.
Bizi dünyada da âhirette de kurtaracak ve hidâyet/rehberlik için indirilmiş bulunan Kur'an’ı duvarlara, kitaplığa terk etmekten, onu süslü kabının içinde mahpus tutup tutuklu hayatı yaşatanların Ramazan’dan alacakları pay, en fazla açlık olacaktır.
Her durumda Kur’an’a müracaat etmemiz, Kur’an öğrenciliğini her türlü uğraşılarımızın önüne almamız gerekiyor. Kur’an okuyalım, bol bol okuyalım; ama güzel ses gösterisi için değil, anlamadan hatim için değil, ölülere okumak için değil, kendimiz için, ihyâ olmak için. Kur’an’sız hayat, Peygamber’siz hayat, hayat bile değildir; ölüdür Kitapsız, öndersiz insan: “Ey iman edenler! Hayat verip sizi diriltecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlüne uyun, onların emrine icâbet edin.” 2155
2155] 8/Enfâl, 24
- 498 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an’ı sadece okuduğumuz için değil; esas olarak hayatımıza geçirip uyguladığımız, Onu yaşadığımız için ibâdet kabul etmeliyiz. Hızlı hatim yapmakla, Kur’an okuma yarışmaları, hâfızlık yarışmalarıyla Allah’ın rızâsına ulaşılmaz. Kur’an’ı yaşama, Kur’an’ı hayata ve çevreye en güzel ve en çok tatbik etme yarışı yapmalıyız.
Arapça metnini yüzünden düzgün okuyabilmek, hatta sadece hâfız olmak çok önemli değildir, “hamele-i Kur’an” olmayı hedeflemeliyiz; O’nu yüklenmeli, O’nu taşımalı, O’nu yaşamalı, O’nu yaşatmalıyız. O’nun üzerimize yüklediği görevleri yerine getirme gayretimiz, her işimizin her faaliyetimizin, her istirahatımızın önüne geçmeli. Kur’an’la yatıp Kur’an’la kalkmalı, Kur’an insanı olmalıyız. Ahlâkımız Kur’an olmalı, ayaklı Kur’an, canlı Kur’an olmayı hedeflemeliyiz.
Kur’an ve Ramazan aynasında kendimize çeki düzen vermek zorundayız. Ruhumuzun, iç dünyamızın röntgenini çekseler, iftiharla başkalarına gösterebilecek şekilde yaşamalıyız. Kur’an’ın diriltici mesajlarıyla ayaklanmalı, yattığımız yerden kalkmalı ve kıyâmetimize kadar kıyamda olmalı, kıyamda/ayakta ölmeye çalışmalıyız.
Selâm olsun canlı Kur’an adayı (her yaştan) genç muvahhidlere! Kur’an talebesi olmayı hayat boyu sürdürecek, Kur’an’ı öğrenip öğretmeyi, yaşayıp yaşatmayı hiçbir hazineye değişmeyecek Kur’an dostlarına!
Rü’yet-i Hilâl; Hilâlin Görülmesi
Kamerî aylar, adından da anlaşıldığı gibi, başlangıcı ve bitişi ayın hareketlerine göre belirlenen aylardır. Ramazan orucu, Ramazan ayında tutulduğundan ve Ramazan ayı da ay takvimine göre her sene değiştiğinden, oruca başlayabilmek için öncelikle, Ramazan ayının başladığını tesbit etmek gerekmektedir. İslâm dininin temel ibâdetlerinden olan namazın vakitleri, güneşe göre; oruç ve hac ibâdetlerinin vakitleri ise, ayın dünya etrafındaki dönüşlerine göre belirlenmiştir. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Sana hilâlleri soruyorlar. De ki: ‘Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.”2156 Kamerî aylar, hilalin batıda görülmesiyle başlar. Hilalin tekrar batıda görünmesi bazen yirmi dokuz, bazen de otuz gün sürdüğünden, kamerî ayın başlangıcını tesbit etmek, ancak onu izlemekle mümkündür. İslâm’ın temel ibâdetlerinden oruç ve haccın tam zamanında yapılabilmesi için hilalin izlenmesi gerekmektedir. Hilâli izleme, ibâdete bir zemin hazırladığı için aynı zamanda bir ibâdettir. “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve hidâyeti/doğruyu eğriden ayırmanın (furkanın) açık delilleri olarak kendisinde Kur’an indirilen aydır. Sizden her kim hilâli (Ramazan ayının ilk hilâlini) görürse oruç tutsun (oruca başlasın)...”2157 Bu âyet, oruç ibâdetinin başlangıcını hilâlin görülmesine bağlamıştır. Dolayısıyla hilâlin rü’yeti/görülmesi ile oruca başlanır.
Peygamberimiz “Hilâli (Ramazan hilâlini) görünce oruca başlayın ve hilâli (Şevval hilâlini) görünce bayram edin. Hava bulutlu olursa içinde bulunduğunuz ayı otuza tamamlayın.”2158 buyurmuştur. Bir başka hadiste de “Hilâli görmedikçe başlamayın, hilâli görmedikçe bayram etmeyin. Hava bulutlu olur da hilâli göremeyecek olursanız, ayı
2156] 2/Bakara, 189
2157] 2/Bakara, 185
2158] Buhârî, Savm 5, 11; Müslim, Sıyâm 3-4, 7-10
ORUÇ
- 499 -
otuza tamamlayın.”2159 buyrulmuştur. Bunun için Şâban ayının 29. gününden itibaren hilâli görmek için araştırmalar yapmak gerekmektedir. Aynı şekilde, Ramazan ayının çıkıp Şevval ayının girdiğini anlamak, dolayısıyla bayram günü oruç tutmuş olmamak için bu defa Ramazanın 29. gününden itibaren hilâl gözetlenir ve görülmeye çalışılır. Şâban ayının yirmi dokuzunda hava bulutlu olur da ay görülemezse, kamerî aylar bazen 29, bazen 30 çektiğinden, Peygamberimiz’in direktifi doğrultusunda Şâban ayının otuz çektiği farzedilerek ona göre davranmak gerekir.
Bir hadislerinde peygamberimiz “Biz ümmî bir toplumuz; hesap ve okuma yazma bilmeyiz. Şunu biliriz ki ay, ya 29 ya 30’dur.”2160 buyurmuştur. Rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz hilâli gördüğü vakit Ramazanın bereketli ve huzurlu geçmesi için duâ ederdi.
Hilâlin Görülme Vakti: Hem güneş battıktan sonra daha kolay görüleceği, hem de başlayacak günün hilâli olmasının netleşeceği düşüncesinden dolayı âlimlerin büyük çoğunluğu, hilâlin gündüz değil; güneş battıktan sonra (güneşin battığı yer civarında) görülmesine itibar edileceğini söylemişlerdir. Ebû Hanife, İmam Muhammed, bir sonraki geceye âit olma ihtimalinden dolayı, zeval vaktinden önce veya sonra olmasına bakmaksızın, gündüzün görülen hilâli ile Ramazan orucuna başlanamayacağı gibi, Ramazan orucunun bittiğine de hükmedilemeyeceği görüşündedir. Diğer mezheplerin görüşü de bu yöndedir. Ebû Yûsuf ise, zevalden sonra görülecek hilâli sonraki geceye; zevalden önce görülecek hilâli ise, iki gecelik olmayan hilâlin zevalden önce görülemeyeceğine ilişkin cârî tecrübî bilgiye dayanarak, önceki geceye âit saymıştır.
Hilâlin, güneş battıktan sonra görülmesi, kamerî takvime göre içinde bulunulan ayın sonunu, bir sonraki ayın başlangıcını gösterir. Hilâl, ilk doğduğunda çok ince olduğu ve çok kısa bir süre sonra kaybolduğu için, ilk günün hilâlini görmek, büyük bir dikkat ve tecrübeyi gerektirir. O anda hafif bir sis bulunması durumunda hilâlin görülmesi mümkün olmaz. Bunun için Peygamberimiz bu gibi durumlarda içinde bulunulan ayı, otuz güne tamamlamayı emretmiştir. Hilâli gözetleyen ve gördüğünü beyan eden kimsenin, âdil olması şarttır.
Dünyanın yuvarlak olması sebebiyle hilâlin bir yerde görülürken başka yerde görülmemesi mümkündür. Buna “ihtilâf-ı metâlie”, yani ayın doğuş yer ve vakitlerinin değişmesi denilir. Oruca başlarken, ihtilâf-ı metâlie itibar edilip edilmeyeceği hususunda Şâfiîler, ihtilâf-ı metâlie itibar edileceğini, dolayısıyla bir yerde görülen hilâlin oraya uzak yerler için geçerli olmayacağını söylemişlerdir. Şâfiîlerin bu konuda sağlam dayanakları bulunmamaktadır. Cumhur ulemâ ise, ilk dönemlerden beri, ihtilâf-ı metâlie itibar edilmeyeceğini, bir yerde görülen hilâlin diğer yerler için de geçerli olacağını söylemişlerdir.
Rü’yet-i hilâl konusundaki asıl tartışma şudur: Ramazan hilâlinin görülmesinde baş gözüyle görmeye mi itibar edilecektir, yoksa bu hususta astronomik hesaplara dayanmak câiz midir? Eski fakîhlerin büyük çoğunluğuna göre rasathane hesaplarına itibar edilmez. Hilâlin görülmesi gerçekleşmediği takdirde
2159] Buhârî, Savm 11, 5, 13, Talâk 25; Müslim, Sıyâm 9; Ebû Dâvud, Savm 4; Nesâî, Savm 10, 11; Muvattâ, Sıyâm 1
2160] Buhârî, Savm 11, 13, Talâk 29; Müslim, Sıyâm 13-15; Ebû Dâvud, Savm 4; Nesâi, Savm 17
- 500 -
KUR’AN KAVRAMLARI
önceki ayı otuza tamamlamakla kamerî ay başlar. Şâfiîlerden bazı âlimlerle çok az sayıdaki hanefî âlimlere göre ise, rasathane hesaplarına da itibar edilir. Ancak, eski fakîhlerin dönemlerinde astronomi ilmi bu günkü kadar gelişmemişti. Bugün, ayın çıplak gözle görülebilir esasına göre çok ince hesaplar ve gözlemler yapılabilmektedir. Diğer yandan ise; sahih senedlerle rivâyet edilen hadislerde Rasûlullah, hilâllerin sübûtunu, hilâlin gözle görülmesine bağlamaktadır. Bu anlamda rivâyet edilmiş bütün hadislerin hiçbirinde hesaba itibar edileceğine dair bir işaret mevcut değildir.
İslâm dini, belli bir zümrenin değil; her sınıf ve toplumdan insanların dinidir. Hilâlin gözle gözetlenmesi, havas-avam herkesin imkânı dâhilinde olan bir husustur. Hesap esas alındığı takdirde, ancak bu işten anlayanlar, tahkikî bir bilgiye dayanarak hilâli tesbit edebilirler. Genel halk tabakası ile bu işten anlamayanlar onları taklit etmek zorunda kalırlar. Tahkikî bir bilgiye dayanarak bütün müslümanların Ramazan orucuna başlamaları ve bayram yapmaları mümkün olmaz. Bununla beraber, rü’yeti esas alan âlimlerden bir kısmı, hilâlin hesapla kesin olarak tesbit edilebileceğini (belki o zamandaki âletlerin ve gelişmelerin yetersizliği veya o âlimlerin iletişimsizliği veya güvensizliği ile) de kabul etmezler. Hanefîlerin bu husustaki genel görüşleri, astronomi bilginlerinin ayın hareketlerini esas alarak yaptıkları hesaplara itibar edilerek Ramazan ayının girdiğinin ilân edilemeyeceği şeklindedir. 2161
Astronomik hesapla hilâlin tesbit edileceğini kabul etmeyenlerin görüşleri şöyledir: Astronomi ilminin sonuçları inkâr ediliyor değildir. Ancak, hilâlin gözlenmesi, nassla sâbit olan bir ameldir. Nitekim Hanefî ulemâsı bunun vâcib olduğunda ittifak etmiştir. İlmin ilerlemiş olması, herhangi bir vâcibi ortadan kaldırmaz. Kaldı ki; gözle görmenin kalbe vereceği güven ve rahatlıkla, takvim yaprağına bakmak arasında büyük bir fark vardır. Hesaplar kesin olsa bile bunları yapanlar hatâdan mâsum değildir. Nitekim memleketlerin takvimlerinin birbirinden farklı oluşu da bunu göstermektedir.
Rü’yeti esas alanlar, şâhitlerin yalan şâhitlik etme ihtimali üzerinde de durarak, bunun mümkün olduğunu kabul eder ve derler ki: Şeriat zâhir ölçüleri esas almıştır. Her şâhitlik hakkında bu durum söz konusudur. Bâtını ise ancak Allah bilir. Bu ihtimali hesaba katan Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Orucunuz, oruç tuttuğunuz gündür. Fıtır (Ramazan) bayramı, bayram yaptığınız gündür. Kurban bayramınız da, bayram yaptığınız gündür.” 2162
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Bir ay yirmi dokuz olabilir. Hilâli görmeden oruca başlamayın ve hilâli görmedikçe orucu açmayın. Şâyet hava kapalı olursa (görmenize engel olursa) onu takdir edin.”2163 Bu hadis-i şerifte zikredilen “onu takdir edin” ifâdesinden neyin kastedildiği hususunda âlimler arasında görüş farklılıkları vardır:
a) İmam Mâlik, İmam Şâfiî, İmam Ebû Hanife, selef ve halefden cumhûr-i ulemâ, diğer hadisleri delil göstererek, bunun mânâsının “şâyet hilâli göremezseniz ay’ı tam sayı olan otuza göre takdir edin” olduğunu söylemişlerdir.
2161] Fetâvâ-yı Hindiyye, I/197
2162] Tirmizî, Savm 11
2163] Müslim, Sıyâm 3, Ebû Dâvud, Savm 4
ORUÇ
- 501 -
b) İmam Ahmed bin Hanbel ise, “şâyet hilâli göremezseniz onun bulut altında olduğunu takdir edin” mânâsını ifâde ettiğini bildirmiş ve ayın yirmi dokuzunda hava açık olur da hilâl görülmezse, otuza tamamlanacağını; buna mukabil, hava bulutlu veya sisli olur da görülmezse, hilâlin var sayılacağını ve o ay’ın yirmi dokuz kabul edileceğini söylemiştir.
c) İbn Şüreyh, İbn Kuteybe gibi bir kısım âlimler ise, buradaki “onu takdir edin” ifâdesinden “şâyet hilâli görmezseniz, astronomik hesaplara göre onu takdir edin” anlamının kastedildiğini ileri sürmüşlerdir.
Hesaba itibar edileceğini söyleyenlerin delilleri: Peygamber (s.a.s.)’in “Biz ümmî bir ümmetiz; yazı bilmeyiz, hesap bilmeyiz” şeklindeki hadisi o günkü bir vâkıayı dile getirmektedir. Hz. Peygamber, İslâm ümmetinin bu hal üzere devam edeceğini söylemiyor. Hesaba başvurmanın müneccimlik ve kâhinlikle de bir ilgisi yoktur. Kâhinler, yıldızların hareketlerinden fert ve toplumun geleceği hakkında mânâ çıkarır, kehânetlerde bulunurlar. Oysa rasathane hesapları bir ilimdi, ilmî usullerle neticeye varır.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de güneş, ay ve yıldızların belli ölçüler dâhilinde hareket ettiklerini, kâinatın tamamına bir nizamın hâkim bulunduğunu ve bu nizama bir değişikliğin ârız olmadığını haber vermektedir. Astronomi ile meşgul olanlar, hassas âletlerle donatılmış rasathanelerde bu hareketleri hesap ederler. Hilâlin hesapla tesbiti müslümanlar arasında birliği sağlar. Böylece müslümanlar aynı günde oruca başlama ve aynı günde bayram yapma imkânına kavuşmuş olurlar. Hesaba itibar edilmesini savunan âlimler, bu delillere ek olarak, orucun da namaz gibi bir ibâdet olduğunu, namaz vakitlerini tesbit ederken nasıl hesaba itibar ediliyorsa, oruç konusunda da hesaba itibar edilmesi gerektiğini söylerler.
Şâfiî âlimlerden İmam Sübkî, hesaba itibar etmenin ötesinde, hesabın esas alınması gerektiğini savunur. Ona göre şâhitler, hilâli gördüklerine dâir şâhitlik etseler, hesap ehli de o gün görülmeyeceğini söyleseler, hesap ehlinin görüşüyle amel edilir. Çünkü hesap, kesindir; şâhitlerin şâhitliği ise zannîdir. Aynı mezhebe bağlı İbnu’l-Hacer ise, bu durumda hesaba uyabilmek için hesap uzmanlarının ittifakını şart koşar.2164 Bu görüşte olan âlimler, her hesap uzmanına güvenilemeyeceğini, vereceği bilgiye dinî bir ibâdet dayandırılacağından mü’min ve âdil olması gerektiğini belirtirler.
Bir kimse, Şevval hilâlini gördüğünü veliyyü’l-emr veya kadı’ya mürâcaat ederek beyan ederse, onlar tasdik ettiği anda Ramazan bayramı ilân olunmuş demektir. Laik olan (yani din ile devlet işlerini ayrı mütâlaa eden) devletler Ramazan ayının başlangıcını ve bayramını ilân etme hakkına sahip değildirler. Zira bu, dinî (İslâmî) bir meseledir. Onların bu konuda velâyet hakkı yoktur. Velev ki ilân etsele dahi, hükmen geçerli değildir. Zira velâyet hakkı bey’at sonucu ortaya çıkar. Hâlbuki laik devlet, hangi dinden olursa olsun, bütün vatandaşları eşit kabul etmek durumundadır. Nasıl yahûdilerin ve hıristiyanların bayram günlerini ilân etmiyorsa, müslümanların bayram günlerini de ilân edemez. Ettiği takdirde, vatandaşlar arasında eşitliği bozmuş ve din istismarı yapmış olur.
Son yıllarda rü’yet-i hilâl konusunda, farklı siyasî coğrafyalarda bulunan
2164] İbn Âbidin, s. 227
- 502 -
KUR’AN KAVRAMLARI
müslümanlar arasında bir ihtilâf görülmektedir. Bunun giderilmesi için rü’yet-i hilâl toplantıları yapılmış ve bazı kararlar alınmıştır. Fakat pratikte bu kararların hiçbir faydası olmadığı müşâhede edilmektedir. Müslümanlar yine ayrı ayrı günlerde Ramazan orucuna başlamakta ve farklı günlerde bayram etmektedirler. Bunun sebebini Kemâlüddin İbnü’l-Hümam’ın şu tesbitinde bulmak mümkündür: “Müslümanların kendi içlerinden bir emîr seçmelerinin sebebi; İslâm’ın emirlerini (ve hükümlerini) hakkı ile edâ etmek içindir.”2165 O, bu ifâde ile siyâsî şuurun temelini tesbit etmiştir. Mü’minlerin kendi içlerinden seçtikleri bir emîre itaat etmeleri, nassla emrolunmuştur. Günümüzde bu mâhiyette bir emîr sahibi bulunmadığı için rü’yet-i hilâl konusundaki ihtilâflar devam edecektir. Mükellef olan her mü’min, bu durumu iyi düşünüp tâğûtî güçlerin din istismarı karşısında direnmelidir. Tâğûtî güçleri reddetmenin bir iman meselesi olduğu asla unutulmamalıdır. 2166
Kadir Gecesi ve Fazîleti
“Gerçekten Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sana haber veren oldu mu? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. O gece melekler ve ruh (Cebrâil), Rablerinin izniyle her bir iş için peyderpey inerler. O gece selâmettir, esenliktir; bu fecrin doğuşuna kadar devam eder.”2167 Sözlükte kadir (kadr) kelimesi, “hüküm, şeref, güç, yücelik” gibi anlamlara gelir. Dinî literatürde ise “leyletü’l-kadr” şeklinde Kur’ân-ı Kerim’in indirildiği gecenin adı olarak kullanılır. Aynı adı taşıyan 97. sûre bu gecenin fazileti hakkında nâzil olmuştur. Sûrede Kur’an’ın Kadir gecesinde indirildiği ve sözü edilen gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu belirtilir. Müfessirler, hayırlı olanın bu gecede yapılan amel olduğunu, bin ayın ise içinde Kadir gecesinin bulunmadığı bir süreyi ifâde ettiğini belirtirler. Ancak genel bir rakam konumunda bulunması ve ism-i tafdîlden sonra gelmesi dikkate alınarak bu sayının çokluktan kinâye olabileceğini söylemek de mümkündür.
Allah’ın insanlara peygamberler vâsıtasıyla son hitabı ve nihâî mesajı olan Kur’ân-ı Kerim’i indirmesi, insanlığın hidâyetinde bir dönüm noktası teşkil ettiği için bu olayın gerçekleştiği gece özel bir anlam taşır. Kadir gecesinin önemine işaret eden bir hadiste, önceki ümmetlerin uzun ömürlü olmaları sebebiyle fazla sevap kazanma imkânına sahip bulunmalarına karşılık müslümanlara Kadir gecesinin verildiği belirtilir.2168 Kadr sûresinde bildirildiğine göre bu gecede Allah’ın izniyle melekler ve Cebrâil yeryüzüne iner ve gece boyunca yeryüzüne barış ve esenlik hâkim olur.
Kadr sûresinde verilen bilgiler, Kur’an’ın Ramazan ayında2169 ve bütün hikmetli işlerin kararlaştırıldığı mübârek bir gecede2170 indirildiğine dâir âyetlerle birlikte ele alındığında Kadir gecesinin Ramazan ayı içinde bulunduğu sonucu ortaya çıkar. Bu gecenin daha çok Ramazanın son on veya yedi günündeki tekli gecelerde aranması gerektiğine dâir hadisler2171 gecenin tesbitiyle ilgili bazı
2165] K. İbnü’l-Hümâm, Kitâbu’l-Müsâyere, s. 265
2166] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 288-291
2167] 97/Kadr, 1-5
2168] Muvattâ, İ’tikâf 6
2169] 2/Bakara, 185
2170] 44/Duhân, 3-4
2171] Buhârî, Fazlu Leyleti’l-Kadr 2-3; Müslim, Sıyâm 205-220
ORUÇ
- 503 -
ipuçları vermektedir. Bu hususta sahâbeden gelen rivâyetlerde en çok Ramazanın 27. gecesi öne çıkıyorsa da2172 bu rivâyetler ihtilâflı olduğundan kesinlik ifâde etmemektedir. Bazı nakillerde Hz. Peygamber’in Kadir gecesinin vaktini haber vermeye teşebbüs ettiği, ancak o sırada bir konuda anlaşmazlığa düşen iki sahâbînin Rasûlullah’a başvurması üzerine buna fırsat bulamadığı, daha sonra da konunun zihninden silindiği bildirilir. 2173
Kadir gecesinin kesin olarak belirlenmemesinin hikmeti üzerinde duran âlimler, bu durumun gecenin feyzinden istifâde etmek için daha uygun olduğunu söylemişlerdir. Zira Kadir gecesinin bildirilmesi halinde müslümanlar sadece o geceyi ihyâ etmekle yetinebilirlerdi. Hâlbuki kısmî belirsizlik sâyesinde mü’minlerin Kadir gecesi ümidiyle bütün Ramazan gecelerini ibâdet şuuru içerisinde geçirmeleri söz konusudur. Ayrıca Kadir gecesinin bildirilmemesi yoluyla müslümanların bilerek ona saygısızlık göstermeleri veya tâzimde aşırıya kaçmaları önlenmiş olur.
Bir hadiste Kadir gecesini ihyâ edenlerin günahlarının affedileceği müjdelenmiştir: “Kim Kadir gecesini, fazîletine inanarak ve alacağı sevabı Allah’tan bekleyerek ibâdet ve tâatla geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”2174 Ramazanın son on gününe girildiğinde Hz. Peygamber, dünyevî işlerden uzaklaşıp i’tikâfa çekilir, geceleri daha çok ibâdet ve tefekkürle geçirdiği gibi âilesini de uyanık tutardı.2175 Hz. Âişe vâlidemiz demiştir ki; Rasûlullah (s.a.s.)’e: “Ey Allah’ın Rasûlü! Kadir gecesine rastlarsam nasıl duâ edeyim?” diye sordum. Rasûlullah (s.a.s.): “Allahümme inneke afüvvün tuhıbbu’l-afve fa’fu annî; Allah’ım! Sen affedicisin, affı seversin, beni de affet!” diye duâ et, buyurdu.”2176 Bu sebeple müslümanlar, Ramazan ayının son on gecesini ve özellikle âlimlerin çoğunluğunun işaret ettiği 27. geceyi, kulluk bilinci içinde ibâdet ederek ve geçmişte yaptıkları hataları bir daha tekrarlamamaya kesin karar vererek geçirmeye özen gösterirler. 2177
“Oruç tutun, sıhhat bulursunuz.” 2178
"Komşusu açken tok yatan Biz’den değildir." 2179
"Az yiyenin içi nurla dolar." 2180
"Tıka basa yiyip içmekten sakının. Bu, bedeni yıpratır, hastalık getirir." 2181
"Tembellik ve karın büyüklüğünden Allah'a sığınırım." 2182
"Az ye, çok yaşa!" 2183
2172] Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn 179-180, Sıyâm 220-221; Ebû Dâvud, Şehru Ramazân 2, 6; Tirmizî, Savm 72
2173] Buhârî, Fazlu Leyleti’l-Kadr 4; Müslim, Sıyâm 217; Dârimî, Savm 56
2174] Buhârî, Fazlu Leyleti’l-Kadr 1; Müslim, Salât’'l-Müsâfirîn 175-176
2175] Buhârî, Fazlu Leyleti’l-Kadr 5, İ’tikâf 1; Müslim, İ’tikâf 1-5; Tirmizî, Savm 73
2176] Tirmizî, Deavât 84; İbn Mâce, Duâ 5
2177] M. Sait Özervarlı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 24, s. 124-125
2178] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2179] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2180] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2181] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2182] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2183] Hadis-i Şerif Rivâyeti
- 504 -
KUR’AN KAVRAMLARI
"İnsanın kalbi, tarladaki ekin gibidir. Yemek de yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda da kalbi öldürür." 2184
"Tok olan, cümle cihanı tok sanır, / Aç olan, âlemde ekmek yok sanır."
"Az yemekdir âdeme mahz-ı şifâ / Çok yemekten olur emrâz-ı belâ."
"Yiyin efendiler, yiyin; bu hân-ı iştihâ sizin; Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!" 2185
"Açlık, en iyi terbiyedir."
"Eğer açlık derdi olmasaydı, ne avcı tuzak kurardı, ne de kuş tuzağa düşerdi."
"Çok sakladığımız yemek, bizden ekşimek suretiyle intikam alır."
"Kokutmadan yemez eti ayılar."
"Tok iken yemek yiyen mezarını dişiyle kazar."
"Açın halini tok bilmez; hastanın halini sağ bilmez."
"Azıcık aşım, ağrısız başım"
2184] Hadis-i Şerif Rivâyeti
2185] T. Fikret
ORUÇ
- 505 -
Oruç Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Savm/Sıyâm Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler (14 Yerde): 2/Bakara, 183, 184, 185, 187, 187, 196, 196; 4/Nisâ, 92; 5/Mâide, 89, 95; 19/Meryem, 26; 33/Ahzâb, 35, 35; 58/Mücâdele, 4. B- Oruç Tutmak
a- Orucun Farziyeti: 2/Bakara, 183, 185.b- Oruç Günleri Ramazan Ayıdır: 2/Bakara, 185.c- Oruç Tutanların Mükâfatı: 9/Tevbe, 112; 33/Ahzâb, 35; 66/Tahrîm, 5.d- İmsâk Vakti: 2/Bakara, 187.e- İftar Vakti: 2/Bakara, 187.f- Oruç Gecelerinde Eşine Yaklaşmak: 2/Bakara, 187.C- Oruçta Kolaylık
a- Oruçta Kolaylık Vardır: 2/Bakara, 185.b- Hastaların Orucu: 2/Bakara, 184-185.c- İhtiyarların Orucu: 2/Bakara, 184.d- Yolcuların Orucu: 2/Bakara, 184-185.D- Ramazan Ayı
a- Kur’an Ramazan Ayında İnmiştir: 2/Bakara, 185.b- Ramazan Ayı Oruç Ayıdır: 2/Bakara, 185.E- Keffâret Oruçları
a- Hatâen Öldürmenin Keffâret Orucu: 4/Nisâ, 92.b- Yeminin Keffâret Orucu: 5/Mâide, 89. c- İhramlının Keffâret Orucu: 5/Mâide, 95.d- Zıhâr Keffâreti: 58/Mücâdele, 4.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Fi Zılâli'l-Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 348-358
2. Hak Dini Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 514-529-544
3. Tefhimu’l-Kur’an, Mevdudi, insan Y. c. 1, s. 124-127
4. Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 372-383
5. Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 3, 703-711-717
6. Hulâsatü'l-Beyan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 308-311-315
7. Mefatihu'l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 4, s.319-345-365
8. El-Mîzan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c.2, s. 1-41
9. El-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'an, İmam Kurtubi, Buruc Y. c. 2, s. 529-553-576
10. El-Esâs fi’t-Tefsîr, Said Havvâ, Şamil Y. c. 1, s. 458-483
11. Rûhu’l Furkan, Mahmut Ustaosmanoğlu, Siraç Kitabevi Y. c. 2, s. 269-287-309
12. Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat c. 1, s. 300-310
13. Et-Tefsîru'l-Hadis, İzzet Derveze, Ekin Y. c. 5, s. 175-187
14. Safvetü't-Tefâsir, Muhammed Ali Es-Sâbuni, Ensar Neşriyat, c. 1, s. 222-228
15. Kur'an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. c. 1, s. 51-52
16. Min Vahyi'l Kur'an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 4, s. 18-29
17. Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sabuni, Şamil Y. c.1, s.153-180
18. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 16, s. 348-391
19. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. (Oruç; Yusuf Kerimoğlu, Akif Köten), c. 5, s. 147-151, (Ramazan; Durak Pusmaz), c. 5, s. 221-222, (Rü’yet-i Hilâl) c. 5, s. 288-291
20. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (Y. Vehbi Yavuz), Risale Y. c. 3, s. 158-16219. Kur'anî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mîr, İnkılab Y. s. 155-156
21. İhyâi Ulûmi'd-Din, İmam Gazâlî, Bedir Y. c. 1, s. 643-675
22. İslâm’da Oruç, Muhammed Mahmud Savvaf, Hikmet Y.
23. Oruç, Mehmed Zahid Kotku, Seha Neşriyat
24. Oruç Risalesi, Hamit İskender, Bayrak Y.
25. Oruç Nasıl Tutulur; Üsküdar Yayınevi, Üsküdar Y.
26. Oruç Zekât, İsmail Mutlu, Yeni Asya Gazetesi Neşriyat
27. Orucun Hikmetleri ve Kadir Gecemiz, Abdülkadir Duru, Özden Y.
28. 40 Hadisle Ramazan ve Oruç, Mehmet Paksu, Nesil Basım Yayın
29. Namaz ve Oruç, H. Şeyh Şirali Bayat, Sekaleyn Y.
30. Ramazan ve Takvâ Eğitimi, M. Es’ad Coşan, Seha Neşriyat
31. Peygamber Efendimiz’in Ramazan Hayatı ve Oruç Âdâbı, Yaşar Bozyiğit, Şahsi Y.
32. Psiko-Sosyal Açıdan Oruç, Veysel Uysal, Türkiye Diyanet Vakfı Y.
33. Ramazan Orucu ve Kurban, Ali Arslan Aydın, Kültür Basım Yayın Bir. Y.
34. Ramazan ve Kur’an, Mehmet Pamak, İlkyay Y.
35. Ramazan-İktisat-Şükür Risalesi, B. Said Nursi, Sözler Y./İhlâs-Nur Neşr./Yeni Asya Gaz.. Neşr.
- 506 -
KUR’AN KAVRAMLARI
36. Ramazan-Nâme, Âmil Çelebioğlu, M.E.B. Y.
37. Ramazan Ufku, Ahmet Kurucan, Işık Y.
38. Ramazan Vaazı, Yusuf Tavaslı, Tavaslı Y.
39. Ramazan-Otuz Mev’ıza, Yakup Altın, Salah Bilici Kitabevi Y.
40. Ramazan Karşılaması, Ahmet Rasim, Arba Y.
41. Hanefi ve Şafiilere Göre Oruç ve Zekât, İsmail Mutlu, Mutlu Y.
42. Oruç: Hıristiyanlıkta Bir Yaklaşım, Derek Pirince, Çev. Hande Taylan, Müjde Y.
43. Dört Rükün, Ebul Hasen Ali Haseni en-Nedvî, Çev. İsmet Ersöz, İslâmî Neşriyat, s. 177-237
44. İlmin Işığında İslâmiyet, Arif A. Tabbâra, Çev. Mustafa Öz, Kalem Y. s. 271-275
45. Hitabeler, Ebu’l A’lâ Mevdûdî, Hilâl Y. s. 153-165
46. İslâm’da Nefis Tezkiyesi, Said Havva, Petek Y. s. 60-64
47. İlmihal, Heyet, İSAM Y. c. 1, s. 379-417
48. Sızıntı'dan Tıbbî Gerçekler, Hakkı Gökbel, TÖV Y. s. 84-90
49. İslâm'a Göre Câhiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, Ali Osman Ateş, Beyan Y. 89-112
50. Kur'an'da Kulluk, Zekeriya Pak, Kayıhan Y. s. 262-265
51. İbâdet mi Âyin mi? Mustafa Karataş, Dersaadet Y. s. 122-128
52. Hadis ve Psikoloji, Muhammed Osman Necati, Fecr Y. s. 329-331
53. İslâm Nizamı, A. Rıza Demircan, Eymen Y. c. 1, s. 30-34, 330-335
54. Dirilişin Çevresinde, Sezai Karakoç, Diriliş Y. s. 116-119
55. Farklar, Sezai Karakoç, Diriliş Y. s. 137-139
56. Sütun, Sezai Karakoç, Fatih Y. c.1, s. 7-12, 16-18, 77-79, 86-91, 194-196, 260-261
57. İslâm, Sezai Karakoç, Fatih Y. s. 45-60
58. Kıyamet Aşısı, Sezai Karakoç, Diriliş Y. s. 69-77, 101-103
59. Yeryüzü, sayı 16, 26
60. Haksöz, sayı 24

 
Okunma 1294 kez