بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله
HARAM - HELÂL
- 827 -
Kavram no 65
Haramlar 10
Bk. İslâm; İtaat-İsyan
Bk. Günah; Fesâd-İfsâd; Cehennem; Dalâlet
HARAM - HELÂL
• Haram; Anlam ve Mâhiyeti
• Helâl; Anlam ve Mâhiyeti
• Kur’ân-ı Kerim’de Haram ve Helâl
• Hadis-i Şeriflerde Haram ve Helâl
• Haram-Helâl Konusunda Genel Kurallar/Prensipler
• Yiyecek ve İçeceklerde Haramlar
• İsraf; Helâlı Haram Eden Ölçüsüzlük ve Taşkınlık
• Giyecekler ve Süslenmede Haramlar
• Ev Eşyalarında ve Ev Gereçlerinde Haramlar
• İş, Kazanç, Meslek ve Ticarî İlişkilerde Haramlar
• Kadın-Erkek İlişkileri ve Âile Hayatıyla İlgili Haramlar
• İnanışlar ve Taklit, Hurâfe ve Âdetlerde Haramlar
• Büyü, Gaybı Bilme İddiası ve Benzeri Konularda Haramlar
• Eğlence Hayatı, Oyun, Sporla İlgili Haramlar ve Kumar
• Sosyal İlişkilerde Haramlar
• Gayr-i Müslimlerle ve Hayvanlarla İlgili Haramlar
• Haramdan Temizlenmek; Haramı Elden Çıkarmak, Tevbe ve Helâlleşmek
• Haramın Devlet Eliyle İşlenmesi
• Haramı Helâl ve Helâlı Haram Kılma
• Şüpheli Şeyler
“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin. Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan, çokça merhamet edendir. Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi (âhir zaman peygamberinin vasıflarını) gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyâmet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.” 3732
“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” 3733
3732] 2/Bakara, 172-174
3733] 2/Bakara, 168-169
- 828 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Haram; Anlam ve Mâhiyeti
Haram, sözlükte, yasaklama, mahrum etme anlamlarına gelir. Haram, dince yapılması yasak olan şeydir. Herhangi bir şeyi yemek, bir fiili yapmak, bir davranışta bulunmak, bir sözü konuşmak dince yasaklanmış olabilir. Yükümlünün böyle şeylerden mahrum edilmesi, yani bunların ona yasak edilmesi ‘haram’ kelimesiyle ifade edilmektir.
Dinimiz, inanan insanlara birtakım şeyleri yapmayı emreder, bazı şeyleri yapmayı da yasaklar. Bunlara emirler ve nehiyler (yasaklar) denir. Yapılmaması istenen şeyler haram veya mekruhtur. Yapılması istenen şeyler de farz veya vâciptir, ya da sünnettir. Kavram olarak haram; şâri’nin (şeriat koyucunun) bir şeyin yapılmamasını kesin ve bağlayıcı bir tarzda istemesidir. İnsan dünyaya denenmek için gönderilmiştir. Kişi kendi isteği ile iyi veya kötü olabilir; İtaat edebilir veya isyan edebilir; İnanıp şükreden bir kul olabilir, kâfir olup nankörlükte bulunabilir. Rabbimiz insana iyiyi de kötüyü de Peygamberi ve Kitabı aracılığıyla bildirmiştir. Kur’an, doğruyu ve yanlışı göstermiştir. İman eden kimse, Kur’an’ın emir ve yasaklarını yerine getirmekten sorumludur. İman etmenin mantığı ve gereği, inanılan dinin emirlerini yapmak, yasaklarından kaçmaktır.
Rabbimiz kullarına bazı şeyleri yapmalarını, bazı şeyleri yapmamalarını söylüyor. Bu bir taraftan Allah’a bağlılığı, O’nu sevmeyi, O’na itaatı gösterdiği gibi; diğer taraftan da yararlı şeyleri kazanmayı, zararlı şeylerden kurtulmayı da beraberinde getirir. Allah, insana faydalıyı, güzel şeyleri emretmiş, zararlı olan şeyleri de yasaklamıştır. İslâm’ın bütün emirlerinde insan için hayır/fayda, bütün yasaklarında da şerler/zararlar vardır.
Kişi emirlere uyduğu, yasaklardan kaçındığı müddetçe imanın gereklerini yerine getirmiş, Allah’a hakkıyla itaat etmiş, Allah’ın Rabliğini doğrulamış, kendini kötülüklerden arındırmış ve şeytanın yoluna gitmediğini göstermiş olur. Haramlar, insanları çirkinliklerden ve onları aşağılık şeylerden korumak için konulmuştur. Haramlara uyma şuuru kişiyi koruyan, kişinin nefsini temizleyen, kişiyi olgunlaştıran en güzel yoldur.
Haramın Çeşitleri: Haramlar; ya ‘li-aynihî haram’, ya da ‘li-gayrihî haram’ şeklinde olurlar. “Li-aynihî haram”; kendisinde bulunan bir zarar ve kötülük sebebiyle yasaklanmış şeydir. Ölü hayvanın etini yemek, zinâ etmek, içki içmek, hırsızlık yapmak, yalan söylemek gibi.
“Li-gayrihî haram”; kendisi esasen haram olmadığı halde, başka bir sebep dolayısıyla yasaklanan şeylerdir. Başkasının malını haksız yere yemek, cumâ namazı saatinde cuma kendisine farz olanların çalışması gibi. Ekmek yemek haram değildir, ama başkasının ekmeğini çalarak yemek helâl olmaz. Çalışmak haram olmadığı halde cuma saatinde erkek müslümanların çalışması haram sayılmıştır. Çünkü o saat cuma namazına ayrılmıştır.
Bazı haramlar kesindir (kat’î haram). Bazı hususlar, Kur’an ve hadislerde açık bir sözle haram olduğu belirtilmiştir; bunu herkes anlar. Böyle bir haramı inkâr etmek kişiyi İslâm çizgisinin dışına çıkarır. Bazı haramlar ise kesin değildir (zannî haram). Bazı din âlimleri (müctehidler) ellerindeki kaynaklara (delillere) göre bir şeye haram demiş olabilirler. Ama başkaları aynı kaynağı zayıf gördüğü için ona helâl diyebilir. Bu gibi haram kararlarında müctehid din âlimlerinin görüşlerine
HARAM - HELÂL
- 829 -
başvurmakta yarar vardır. Ancak onların ictihadlarını Kur’an ve hadislerde açık bir şekilde belli olan haram hükümleri gibi saymamak gerekir. Örneğin, bazılarına göre bütün deniz hayvanlarının etleri yenir, bazılarına göre ise balığın dışındakiler yenmez. Böyle bir durumda ictihadın birine mutlak doğru, diğerine İslâm’a aykırı denilemez. Müslümanlar, hangi müctehidin delilini daha kuvvetli bulurlarsa onun ictihadıyla amel edebilirler.
Müslüman, haramlar konusunda titiz olan insandır. O haram olan bir davranışı yapmaz, haram bir şeyi yemez içmez, haram olan bir sözü konuşmaz. Farzlara dikkat eder. Bilir ki farzları terk etmek de haramdır. Haramlar, Allah’ın müslümanlar için çizdiği sınırlardır. Mü’min insan bu sınırları dikkatlice korur. 3734 Allah (c.c.), insanlar için koyduğu sınırları (hudûdu) aşanları sevmemekte, onları Cehennem azabı ile tehdit etmekte, sık sık ‘Allah’ın sınırlarına tecavüz etmeyin’ diye uyarmaktadır. 3735
Helâl; Anlam ve Mâhiyeti
Sözlükte, haram durumu terk etme, haram olan yerden ayrılma, haramlığın giderilmesi gibi anlamlara gelir. Yapılmasında herhangi bir sakınca olmayan, yapıldığı zaman kişiye günah kazandırmayan işler (ameller) için kullanılır.
Yapılması, yenilip içilmesi, söylenilmesi haram olmayan bütün işler ‘helâl’dır. İslâm’a göre yapılmasında sakınca (vebâl) olmayan her şey ‘helâl’ sınırları içerisindedir. Helâl bu açıdan mubahtan daha kapsamlıdır. Hatta birtakım helâl olan şeyleri yapmak kişiye sevap bile kazandırabilir. Mubah ve câiz kelimeleri de ‘helâl’ kelimesi yerine kullanılabilir. Mubah, yapılmasında veya yapılmamasında sevap veya günah olmayan her işe denir. Câiz de aynı anlamda kullanılmaktadır.
Helâl Ölçüsü Koyma Yetkisi: İslâm’a göre bir şeyin ‘helâl’ veya ‘haram’ olmasının hükmü insan aklına veya insanlar tarafından meydana getirilmiş otoritelere bağlı değildir. Hiç kimse kendi kafasından ‘şu helâldır, bu haramdır’ deme hakkına sahip olamaz. Hiç bir beşerî otorite sahibi de kendi anlayışına göre helâl ve haramlar tespit edip insanlara dayatamaz.
Haram kesin bir yasaktır. ‘Helâl’ ise sonuna kadar bir serbestliği ve sakıncasızlığı anlatır. İnsanlar için faydalı ve zararlı nice şeyler vardır. İnsanlar ne tek başlarına, ne de toplu olarak kendi haklarındaki mutlak faydalıyı ve mutlak zararlıyı bilemezler. Zararlı olan şeyleri bilip insanlara yasaklayan, ya da onları belli konularda serbest bırakan; ancak her şeyi insanlardan daha iyi bilen, insanlardan daha yüce olan bir makam olmalıdır.
Bir başkası için yasak hükmü koymak, onlara bazı emirler vermek; ya da bazı konularda onları serbest bırakmak; bir gücü, bir otoriteyi, bir üstünlüğü ifade eder. Yasak koyan veya emir veren, diğerlerine nisbeten daha üstün bir konumdadır. İnsanlar kul olmaları açısından birbirlerine temelden bir üstünlükleri yoktur. Öyleyse onların bir kısmının diğerleri için -İslâm’ın belirlediği şekilde- haram ve helâl koyması doğru değildir. Bu hak, yalnızca insanın asıl sahibi ve onun üzerinde sonsuz, sınırsız ve mutlak otoritesi olan Allah’a aittir. “Dillerinizin yalan yere
3734] 9/Tevbe, 112
3735] 4/Nisâ, 14; 2/Bakara, 229; 58/Mücâdele, 4 vd.; Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 252-254
- 830 -
KUR’AN KAVRAMLARI
nitelendirmesi dolaysıyla; ‘Şu helâldir, bu haramdır’ demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” 3736
İnsana yakışan, kafasına estiği gibi, işine geldiği gibi ‘helâl’ ve ‘haram’ ölçüsü uydurmak değil; Rabbin ölçülerine teslim olup, ‘helâl’ olan şeylerle yetinmek, haramlardan uzak kalmaktır. Çünkü güzel olan bir hayat, ancak ‘helâl’ olan şeyleri yapmakla sağlanır.
Eşyada Asıl Olan Mubah/Helâl Olmaktır: İslâm’a göre eşyada asıl olan mubah (helâl) olmadır. Bir şeyin yapılması, yenilmesi, kullanılması, söylenmesi açık deliller ile haram kılınmamışsa, o dinen helâldir. Ancak o şey hakkında şer’î bir yasak varsa, ya da zararlı olduğu anlaşılırsa, o zaman helâl olmaktan çıkar.
Haramlar sınırlı sayıdadır; Haram veya günah olan şeyler helâl olanlara göre çok daha azdır. İnsanlara bazı şeylerin helâl bazı şeylerin haram edilmesi, dünya sınavının bir gereğidir. Hayır ve şer ile denenmenin bir sonucudur. 3737 İnsanın önüne çok geniş bir mubah (helâl) alanı açılmaktadır. Bu ‘helâl sahada hayatı en güzel bir biçimde yaşayabilmek için bazı kurallara uymak, yasaklardan kaçınmak gerekir. Haramlar, insan için çizilmiş güvenlik ve tedbir sınırlarıdır. ‘Helâl’ olanlarla yetinilmez de haram olan şeyler yenir, içilir ve yapılırsa; insan hem günah kazanır, hem de en güzel bir şekilde (sulh halinde) Allah tarafından tanzim edilmiş olan hayatı fesâda çevirir, tekâmülün önüne engel koymuş olur.
Tekrar ifade edelim ki insanlara bir şeyi ‘helâl’ veya ‘haram’ yapma yetkisi yalnızca Allah’a aittir. Peygamberler, Allah’ın izniyle ya vahiyle bildirilen haram ve helâli açıklarlar ya da vahyin kapalı bıraktığı şeyleri yine vahyin izniyle insanlara bildirirler. Onların haram kıldıkları da tıpkı Kur’an’ın haramları gibidir. 3738
İslâm fıkhında, Kitap ve Sünnet’te açıkça belli olmayan haramlar ve helâllar hakkında yapılan ictihadlar, haram ve helâli tespit etme, mü’minleri haramlardan koruma gayretidir. Müctehidlerin ictihadları akîde yönünden bağlayıcı değildir, ama Sünnet’te yeterince açık olmayan ve orada yer almayan, ya da daha sonradan ortaya çıkan konuların çözümünde bunlara ihtiyaç vardır.
Ancak böyle bir durum olmadan, Allah’ın ve O’nun peygamberinin koyduğu çok açık haram ve helâl ölçülerini tanımayarak, İslâm’ın haramlarını helâl sayanlar, ya da başka otoritelerin İslâm’a aykırı koydukları haram ve helâl ölçülerini kabul edenler, hevâlarını veya başka şeyleri ilâh haline getirirler. Bu gibiler, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmediklerinden kâfirlerdir, zâlimler ve fâsıklardır. 3739 Kendi hevâlarından şeriat ve din uyduranlardır. 3740
Kur’an şöyle diyor: “De ki: ‘Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?…”3741 Yerde ve gökte yaratılanların -haram kılınanlar hâriç- hepsi de insanlar içindir.3742 Allah (c.c.) insanlara bütün temiz şeyleri helâl, pis (rics ve
3736] 16/Nahl, 116
3737] 21/Enbiyâ, 35
3738] Ebû Dâvud, Sünnet, hadis no: 4604, 4/200; İbn Mâce, Mukaddime 2, hadis no: 12, 1/6; Tirmizî, İlim 10, 2663, 5/37; Ahmed bin Hanbel, 6/8
3739] 5/Mâide, 44, 45, 47
3740] 42/Şûrâ, 21
3741] 7/A’râf, 32
3742] 2/Bakara, 29
HARAM - HELÂL
- 831 -
necis) olan şeyleri de haram kılmıştır. 3743
Mü’minler, helâl yoldan kazanırlar, helâl yerlere harcarlar, helâl yiyecekleri yerler, helâl içecekleri içerler, helâl davranışlarda bulunurlar, helâl eğlencelerle yetinirler; kısaca helâl anlayışı üzerine hayatlarını sürdürürler. Helâlden ayrılmayarak Allah’ın rızâsını isterler. 3744
Kur’ân-ı Kerim’de Haram ve Helâl
“O yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı...” 3745
“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” 3746
“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin. Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan, çokça merhamet edendir. Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi (âhir zaman peygamberinin vasıflarını) gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyâmet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.” 3747
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını, yalan yemin ve şehâdet ile yemeniz için o malları hâkimlere (reislere, yetkili yöneticilere veya mahkeme hâkimlerine el altından) vermeyin.” 3748
“Fâiz yiyen kimseler (kabirlerinden), tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hali, ‘alış veriş (ticaret) de fâiz gibidir’ demelerindendir. Oysaki Allah, ticareti helâl, fâizi haram kılmıştır...” 3749
“Ey iman edenler! Aranızda karşılıklı rızâya dayanan ticaret olması hali müstesnâ, mallarınızı bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size merhamet edendir.” 3750
“Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz hâriç- , dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (yoldan çıkmaktır... Kim gönlünden günaha yönelmiş olmamak üzere, zaruret olarak, açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” 3751
3743] 5/Mâide, 5
3744] Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 262-264
3745] 2/Bakara, 29
3746] 2/Bakara, 168-169
3747] 2/Bakara, 172-174
3748] 2/Bakara, 188
3749] 2/Bakara, 275
3750] 4/Nisâ, 29
3751] 5/Mâide, 3
- 832 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar. De ki: Bütün iyi ve temiz şeyler size helâl kılınmıştır. Allah’ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’tan korkun. Allah’ın hesabı pek çabuktur.” 3752
“Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilen (yahûdi, hıristiyan vb.nin) yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir...” 3753
“Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın, sınırı aşmayın. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Allah’ın size verdiği rızıktan temiz ve helâl olarak yiyin. İnandığınız Allah’tan korkup sakının.” 3754
“Ey iman edenler! Şarap (alkollü içkiler), kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı zikretmekten/hatırlayıp anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” 3755
“Hem size, hem de yolculara fayda olmak üzere deniz avı yapmak ve onu yemek size helâl kılındı. İhramlı olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı. Huzuruna toplanacağınız Allah’tan korkun.” 3756
“Allah’ın âyetlerine iman ediyorsanız, yalnızca Allah’ın adı anılarak kesilen şeylerden (hayvanlardan) yiyin.” 3757
“Üzerine Allah’ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin; bunu yapmak fısktır, Allah’ın yolundan çıkmaktır...” 3758
“Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftira ederek haram kılanlar, muhakkak ki ziyana uğramışlardır. Onlar, gerçekten sapmışlardır ve doğru yolu bulacak değillerdir.” 3759
“Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde zînetli elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin; Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” 3760
“De ki: Allah’ın, kulları için çıkardığı (yarattığı) zîneti/süsü ve güzel rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında (kâfirlerle birlikte) mü’minlerindir. Kıyâmet gününde ise yalnız mü’minlerindir. İşte, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” 3761
“...O Peygamber, onlara ma’rûfu emreder, münkerden nehy eder, onlara temiz (ve güzel) şeyleri helâl, pis (ve zararlı) şeyleri haram kılar...” 3762
“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini (kendine) din edinmeyen
3752] 5/Mâide, 4
3753] 5/Mâide, 5; ayrıca bk. 7/A’râf, 157
3754] 5/Mâide, 87-88
3755] 5/Mâide, 90-91
3756] 5/Mâide, 96
3757] 6/En'âm, 118
3758] 6/En'âm, 121
3759] 6/En'âm, 140
3760] 7/A’râf, 31
3761] 7/A’râf, 32
3762] 7/A'râf, 157
HARAM - HELÂL
- 833 -
kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” 3763
“Allah, içinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için, denizi emrinize verendir... (Bütün bunlar) O’nun lutfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir. “ 3764
“Allah, güven (ve) huzur içinde olan bir şehri misal verir ki, o şehrin (halkının) rızkı her taraftan bol bol gelirdi. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı. Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar (kendilerine) zulmederlerken azap onları hemen yakalayıverdi.” 3765
“Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helâl ve temiz olarak yiyin. Eğer (gerçekten yalnız) Allah’a ibâdet ediyorsanız, O’nun nimetlerine şükredin.” 3766
“Dillerinizin yalan yere nitelemesinden ötürü, ‘Şu helâldir, bu haramdır’ demeyin. Sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar.” 3767
“Elini bağlı olarak boynuna asma (cimri olma). Onu büsbütün de açıp savurma (israf etme). Sonra kınanmış bir halde oturup kalırsın.” 3768
“Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin. Ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner. Kimin üstüne gazabım inerse artık o, (ateşe) düşmüştür.” 3769
“Kâfirler (dünyadan) faydalanırlar, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.” 3770
“O size yeri boyun eğer yaptı. Haydi, onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin.” 3771
Hadis-i Şeriflerde Haram ve Helâl
“Helâl, Allah’ın, Kitabında (açık veya kapalı olarak) helâllığını bildirdiği; haram da, Allah’ın, Kitabında (açık veya kapalı olarak) haramlığını bildirdiği şeydir. Kitab’ın söz etmediği (yani helâl veya haram olduğunu belirtmediği ) şey de, Allah’ın affettiği (yani mubah kıldığı) şeylerdendir.” 3772
“Siz, sizi bırakıp teklif etmediğim hususlarda beni, kendi halime bırakın. Sizden evvelki ümmetler, ancak çok soru sormaları ve peygamberlerine karşı ihtilâfları sebebiyle helâk olmuşlardır. Ben, sizleri bir şeyden nehyettiğim zaman, ondan sakının. Size bir şeyi emrettiğim zaman da emrimi tutun. Gücünüzün yettiği kadar onu yerine getirin.” 3773
Abdullah bin Mes’ud şöyle dedi: “Dostlar! Bilen, bildiğini söylesin. Bilmeyen
3763] 9/Tevbe, 29
3764] 16/Nahl, 14
3765] 16/Nahl, 112-113
3766] 16/Nahl, 114
3767] 16/Nahl, 116
3768] 17/İsrâ, 29
3769] 20/Tâhâ, 81
3770] 47/Muhammed, 12
3771] 67/Mülk, 15
3772] İbn Mâce, Et’ıme 60, hadis no: 3367; Tirmizî, Libâs 6, hadis no: 1780
3773] Buhârî, İ’tisâm, 19; Müslim, Fedâil 130; İbn Mâce, Mukaddime 2; Tirmizî, İlim, 17, hadis no: 2819; Nesâî, Menâsik 1, hadis no: 2609-2610
- 834 -
KUR’AN KAVRAMLARI
de ‘Allah bilir’ desin. Zira insanın bilmediği konuda ‘Allah bilir’ demesi de bir ilimdir. Allah Teâlâ, Peygamber’ine şöyle buyurmuştur: “De ki: Kur’an’ı tebliğden ötürü sizden bir ücret istemiyorum. Ben, kendiliğinden bir şeyler uydurup size dayatmak isteyen biri de değilim.” 3774
“Rabbim buyuruyor ki: ‘Ben bütün insanları hanîf (tevhid dini, sâlim fıtrat) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar onları dinden saptırdılar. Benim helâl ettiklerimi onlara haram ettiler, insanlara Bana şirk/ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim.” 3775
“Allah Teâlâ da kıskanır. O’nun kıskanması, kulun İlâhî yasakları çiğnemesi sebebiyledir.” 3776
“İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: ‘Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” 3777
“Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak.” 3778 Rezîn rivâyetinde şu ziyâde vardır: “... Böyle kimselerin hiçbir duâsı kabul edilmez.”
“Muhakkak helâl belli, haram da bellidir. Lâkin aralarında helâle de harama da benzer şüpheli şeyler vardır ki, onları insanların çoğu bilmez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse; dinini, ırzını/insanî kıymetini korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan bir kimse, harama düşme tehlikesindedir. O, tıpkı sınır kenarında hayvan otlatan ve nerede ise yasak yerde otlatacak bir çoban gibidir. Bilin ki, her hükümdarın hudûdu vardır; Allah’ın sınırları ise haramlardır. Haberiniz olsun, bedende bir küçük et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi olur, bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o (et parçası), kalptir.” 3779
“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyeni yap! Doğruluk gönül rahatlığı, yalan ise kuşkudur.” 3780
“İyilik, ahlâkın güzelliğidir. Günah ise, kalbinde rahatsızlık uyandıran ve başkalarının muttalî olmasından hoşlanmadığın şeydir.” 3781
“İyilik, ruhunun yatıştığı (mutmain olduğu) şeydir. Kötülük ise, insanlar sana fetvâ verseler de, içini tırmalayan ve göğsünde tereddüt duyduğun şeydir.” 3782
“Kul, mahzurlu olan şeye düşmekten çekinerek mahzurlu (sakıncalı) olmayan şeyi bırakmadıkça takvâlı kişilerden olma derecesine ulaşamaz.” 3783
“Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden ötürü
3774] Buhârî, Tefsîru Sûre (30, 38), 3; Müslim, Münâfıkîn 39, 40
3775] Müslim, Cennet 63; Ahmed bin Hanbel, 4/162
3776] Buhârî, Nikâh 107; Müslim, Tevbe 36; Tirmizî, Radâ' 4
3777] Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78; Ebû Dâvud, Edeb 6; İbn Mâce, Zühd 17
3778] Buhârî, Büyû' 7, 23; Nesâî, Büyû' 2
3779] Buhârî, İman 45, Büyû’ 5; Müslim, Müsâkat 107-108; İbn Mâce, Fiten 14, hadis no: 3984; Nesâi, Büyû’ 2, hadis no: 4431; Tirmizî, Büyû’ 1, hadis no: 1219; Ebû Dâvud, Büyû’ 1, hadis no: 3329-3330; İbn Mâce, Fiten 3984
3780] Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 22, hadis no: 2637; Nesâî, Eşribe 50, hadis no: 5677; Dârimî, Büyû’ 2, hadis no: 2535
3781] Müslim, Birr 14-15; Tirmizî, Zühd 40, hadis no: 2497; Dârimî, Rikak 73, hadis no: 2792
3782] Ahmed bin Hanbel, 4/227; Dârimî, Büyû’, 2, hadis no: 2536
3783] Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 14, hadis no: 2568; İbn Mâce, Zühd 24, hadis no: 4215
HARAM - HELÂL
- 835 -
helâk oldular.” 3784
“Sözde ve işte ince eleyip sık dokuyan, haddi aşan kimseler helâk oldular.” (Rasûlullah bu sözü üç defa tekrarladı. 3785
Abdullah bin Ömer (r. anhümâ) şöyle dedi: “Biz tekellüften (gereksiz zorluklardan, külfetten) nehy olunduk.” 3786
“Ey insanlar, şüphesiz ki Allah, Tayyib’dir. Tayyibden (temiz, hoş ve helâl olandan) başka bir şey kabul etmez. Allah, mü’minlere de, Rasullere emrettiği şeyi emreder: ‘Ey Rasuller, helâl olan şeylerden yiyin ve sâlih amellerde bulunun. Çünkü Ben, sizin yaptıklarınızı bilirim.’ 3787 ve ‘Ey iman edenler, size verdiğimiz rızıkların tayyiblerinden (helâl ve hoş/temiz olanlarından) yiyin.’ 3788 buyurmuştur.” dedi. Sonra devam etti: “Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza-toprağa bulanmış bir halde ellerini semâya kaldırarak: ‘Yâ Rabbi, Yâ Rabbi’ diye duâ eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle birinin duâsı nasıl kabul edilir?” 3789
“Yedi helâk ediciden kaçının!” Sahâbîler: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?’ diye sordular. Hz. Peygamber: “Allah’a şirk/ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, nâmuslu ve hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlara zinâ isnad etmektir.” 3790
“Büyük günahlar şunlardır: Allah’a şirk/ortak koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek, haksız yere bir kimseyi öldürmek ve yalan yere yemin etmek.” 3791
“Münâfığa ‘efendi’ (efendim, sayın, beyefendi vb.) demeyin. Eğer onu efendi sayacak olursanız, Aziz ve Celil olan Rabbinizin kızgınlığını çekmiş olursunuz.” 3792
“Rüzgâr, Allah’ın kullarına bir nimetidir. Bazen rahmet, bazen de azap getirir. Rüzgârı gördüğünüz zaman ona sövmeyin. Onun hayrını isteyin; şerrinden de Allah’a sığının.” 3793
“Bir adam din kardeşine ‘ey kâfir!’ derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise söz doğrudur; yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz söyleyene geri döner.” 3794
“Mü’min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir.” 3795
3784] Dârimî, Siyer 45; Ahmed bin Hanbel, 4/127, 5/318, 330
3785] Müslim, İlim 7; Ebû Dâvud, Sünnet 5
3786] Buhârî, İ’tisâm 3
3787] 23/Mü’minûn, 51
3788] 2/Bakara, 172
3789] Müslim, Zekât 65; Tirmizî, Tefsîrul’l-Kur’an 3, hadis no: 3173; Dârimî, Rikak 9, hadis no: 2720
3790] Buhârî, Vesâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, İman 145; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10; Nesâî, Vesâyâ 12
3791] Buhârî, Eymân 16, Diyât 2, İstitâbetü'l-Mürteddîn 1; Tirmizî, Tefsîru Sûre (4) 6; Nesâî, Tahrîm 3, Kasâme 48
3792] Ebû Dâvud, Edeb 83; Ahmed bin Hanbel, V/346
3793] Ebû Dâvud, Edeb 104
3794] Buhârî, Edeb 73; Müslim, İman 111; Tirmizî, İman 16
3795] Tirmizî, Birr 48; Ahmed bin Hanbel, I/405, 416
- 836 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Sizden biriniz ‘nefsim pis ve murdar oldu’ demesin; fakat ‘nefsim yaramazlaştı’ desin.” 3796
Ebû Berze’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.), yatsı namazından önce uyumayı, yatsı namazından sonra da konuşmayı hoş karşılamazdı. 3797
“Bir erkek hanımını yatağına çağırır, o da gelmez ve kocası kendisine kızgın vaziyette gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet eder.” 3798
“Gözler de zinâ eder; onların zinâsı bakıştır.” 3799
Peygamberimiz, Hz. Ali’ye şöyle demiştir: “Ali! Arka arkaya bakma; birinci bakış hakkındır, ama ikinci bakışa hakkın yoktur.” 3800
Cerîr (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah’a (s.a.s.) ansızın görmenin hükmünü sordum. “Hemen gözünü başka tarafa çevir!” buyurdu. 3801
“Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının avret yerine bakamaz. Bir erkek başka bir erkekle; bir kadın da başka bir kadınla bir örtü altında yatamaz.” 3802
“Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla başbaşa kalmasın.” 3803
“(Yanında mahremi bulunmayan) Kadınların yanına girmekten sakının!” Bunun üzerine ensârdan birisi: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Kocanın erkek akrabası hakkında ne dersiniz?’ diye sordu. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Onlarla halvet, ölüm demektir.” 3804
Câbir (r.a.) şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a.s.) kabrin kireçlenmesini, üzerine oturulmasını ve kabir üzerine binâ yapılmasını yasakladı.” 3805
Nebî (s.a.s.), bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve övmede çok ileri gittiğini işitti. Bunun üzerine: “Adamı mahvettiniz (veya adamın bel kemiğini kırdınız)” buyurdu. 3806
“Bir yerde bulaşıcı hastalık ortaya çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyin. Bulunduğunuz yerde bulaşıcı bir hastalık ortaya çıkarsa, oradan da çıkmayın.” 3807
Huzeyfe (r.a.) şöyle dedi: Şüphesiz Nebî (s.a.s.) bize ipek ve atlastan yapılmış elbise giymeyi, altın ve gümüş kaplardan içmeyi yasakladı ve: “Bunlar dünyada kâfirlerin, âhirette ise sizlerindir.” buyurdu. 3808
“Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar.” 3809
3796] Buhârî, Edeb 100; Müslim, Elfâz 17; Ebû Dâvud, Edeb 76
3797] Buhârî, Mevâkît 23; Müslim, Mesâcid 236; Tirmizî, Mevâkît 11; Nesâî, Mevâkît 20; İbn Mâce, Salât 12
3798] Buhârî, Bed'ü'l-Halk 7, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 122; Ebû Dâvud Nikâh 40
3799] Buhârî, İsti’zân 12; Müslim, Kader 20
3800] Tirmizî, Edeb 28; Müslim, Edeb 45; Ebû Dâvud, Nikâh 43
3801] Müslim, Âdâb 4; Ebû Dâvud, Nikâh 43; Tirmizî, Edeb 28
3802] Müslim, Hayz 74; Tirmizî, Edeb 38; İbn Mâce, Tahâret 137
3803] Buhârî, Nikâh 11, Cihâd 140; Müslim, Hac 424; Tirmizî, Radâ’ 1; Fiten 7
3804] Buhârî, Nikâh 111; Müslim, Selâm 20; Tirmizî, Radâ’ 16
3805] Müslim, Cenâiz 94; Tirmizî, Cenâiz 58; Nesâî, Cenâiz 96, 98; İbn Mâce, Cenâiz 43
3806] Buhârî, Şehâdât 17, Edeb 54; Müslim, Zühd 67
3807] Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 100
3808] Buhârî, Eşribe 28, Libâs 27; Müslim, Libâs 3, 4; Ebû Dâvud, Eşribe 17; Tirmizî, Eşribe 10; İbn Mâce, Eşribe 17
3809] Ebû Dâvud, Büyû' 38, 63, 64
HARAM - HELÂL
- 837 -
“Bilmiş ol ki, haramdan gıdasını alıp büyüyen bir ete ancak ateş evlâdır.” 3810
“Muhakkak insanlara öyle bir zaman gelecek ki, o vakit kişi eline geçirdiği malı helâldan mı, yoksa haramdan mı kazandığını düşünmeyecektir.” 3811
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsı, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şâyet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” 3812
“Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (nâmusu) ve malı haramdır.” 3813
“Âdemoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinâsı bakmak, kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayakların zinâsı yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa çıkarır.” 3814
“Yollarda oturmaktan kaçının!” Sahâbiler: ‘Biz buna mecbûruz. Meselelerimizi orada konuşuyoruz’ dediler. Bunun üzerine Rasûlullah: “Oturmaktan vazgeçemeyecekseniz o halde yolun hakkını verin!” buyurdu. ‘Yolun hakkı nedir ey Allah’ın Rasûlü?’ dediler. Şöyle cevapladı: “Harama bakmamak, gelip geçenleri incitmemek, selâm almak, mârufu emredip münkerden nehy etmektir.” 3815
İbn Abbas (r.a.) şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a.s.), kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti. Buhârî’nin bir başka rivâyetinde de3816 “Rasûlullah (s.a.s.), kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lânet etti.” denilmektedir. 3817
Rasûlullah (s.a.s.) kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lânet etti.” 3818
“Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla (coplarla) insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesâfeden hissedilen kokusunu bile alamazlar.” 3819
Abdullah İbn Ömer (r.a.) şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a.s.), başın bir kısmını tıraş edip bir kısmının (perçem olarak) bırakılmasını (Amerikan tıraşı, alaburs) yasakladı.” 3820
3810] Tirmizî, Salât 429, hadis no: 609; Dârimî, Rikak 60, hadis no: 2779
3811] Buhârî, Büyû’ 35; Nesâî, Büyû’ 2, hadis no: 4432; Darîmî, Büyû’ 5, hadis no: 2539
3812] Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48
3813] Müslim, Birr 32; Tirmizî, Birr 18
3814] Buhârî, İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21; Ebû Dâvud, Nikâh 43
3815] Buhârî, Mezâlim 22, İsti'zân 2; Müslim, Libâs 114; Ebû Dâvud, Edeb 12; Tirmizî, İsti'zân 30
3816] Libâs, 61
3817] Buhârî, Libâs 62; Ebû Dâvud, Libâs 28; Tirmizî, Edeb 24; İbn Mâce, Nikâh 22
3818] Ebû Dâvud, Libâs 28; Ahmed bin Hanbel, II/325
3819] Müslim, Cennet 52
3820] Buhârî, Libâs 72; Müslim, Libâs 72, 113; Ebû Dâvud, Teraccül 14; Nesâî, Ziynet 5, 58; İbn Mâce, Libâs 38
- 838 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Rasûlullah (s.a.s.) bir gün saçının bir kısmı tıraş edilmiş bir kısmı bırakılmış bir çocuk gördü, âile fertlerini böyle yapmaktan men edip şöyle buyurdu: “Ya hep tıraş edin ya hep bırakın!” 3821
Esmâ’dan (r.a.) rivâyet edildiğine göre bir hanım Rasûlullah’a (s.a.s.): ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Yakalandığı bir hastalık sebebiyle kızımın saçları döküldü. Ben onu evlendirmiştim de. Ona saç (peruk) taktırayım mı?’ diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Saç takana da taktırana da Allah lânet etmiştir.” buyurdu.’ 3822
Abdullah bin Ömer’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.), saçlarına saç ekleten ve ekleyen, döğme yapan ve yaptıran kadınlara lânet etmiştir. 3823
“Beyaz saçları yolmayın. Zira o beyaz saç, kıyâmet günü müslümanın nûrudur.” 3824
“Ölenin arkasından yüzünü gözünü tırmalayan, yakasını paçasını yırtan, câhiliyye insanı gibi bağıra çağıra ağıt yakıp kendisine bedduâ eden bizden ve bizim yolumuzu izleyenlerden değildir.” 3825
“Kim çalıntı veya yitik bir malın yerini haber veren kimseye (arrâfa) gidip ondan bir şey sorar, söylediğini de tasdik ederse, o kişinin kırk gün hiçbir namazı kabul olunmaz.” 3826
“Kuşları ürkütüp isimlerinden, seslerinden ve hareketlerinden mânâlar çıkarmak, uğursuzluğa inanmak, kum üzerine çizgiler çizerek geleceğe yönelik hükümler çıkarmak bir çeşit sihir ve kehânettir.” 3827
“Kıyâmet günü azâbı en şiddetli olanlar, sûret (put amaçlı heykel ve resim) yapanlardır.” 3828
“İçinde köpek ve sûret (put amaçlı heykel ve resim) bulunan eve melekler girmez.” 3829
Ebu’l-Heyyâc Hayyân İbn Husayn şöyle dedi: Ali İbn Ebû Tâlib (r.a.) bana: “Seni, Rasûlullah’ın (s.a.s.) beni görevlendirdiği bir işi yapmakla görevlendireyim mi? Nerede canlı sûreti bulursan onu tanınmaz hale getir, rastladığın yüksek kabirleri de yerle bir et!” dedi. 3830
Abdullah İbn Ömer (r.a.), “hayır, Kâbe hakkı için” diye yemin eden bir adamı işitmişti. Bunun üzerine o, adama şöyle dedi: “Allah’tan başkasının adına yemin etme. Çünkü ben Rasûlullah’tan (s.a.s.) şöyle buyururken işittim: “Allah’tan başkası adına yemin eden kimse küfre veya şirke düşmüş olur.” 3831
“Yalan yere yemin ederek bir müslümanın hakkını gasbeden kimseye Allah cehennemi vâcip, cenneti de haram kılar.” Bunun üzerine bir kişi: ‘Eğer o hak, önemsiz bir
3821] Ebû Dâvud, Teraccül 14
3822] Buhârî, Libâs 85; Müslim, Libâs 115; İbn Mâce, Nikâh 52
3823] Buhârî, Tefsîru Sûre (59) 4, Libâs 83, 85, 87; Müslim, Libâs 115, 117, 119; Ebû Dâvud, Teraccül 5; Tirmizî, Libâs 25, Edeb 33; Nesâî, Ziynet 22-24; İbn Mâce, Nikâh 52
3824] Ebû Dâvud, Teraccül 17; Tirmizî, Edeb 56; Nesâî, Ziynet 13; İbn Mâce, Edeb 25
3825] Buhârî, Cenâiz 36, 38, 39, Menâkıb 8; Müslim, İman 165; Tirmizî, Cenâiz 22, 25; Nesâî, Cenâiz 17; İbn Mâce, Cenâiz 52
3826] Müslim, Selâm 125; Ahmed bin Hanbel, II/429; IV/68, V/380
3827] Ebû Dâvud, Tıb 23; Ahmed bin Hanbel, III/477, V/60
3828] Buhârî, Libâs 89, 91, 92, 95; Müslim, Libâs 96, 97, 98; Nesâî, Ziynet 113
3829] Buhârî, Libâs 88, Bed'ü'l-Halk 7; Müslim, Libâs 83, 87
3830] Müslim, Cenâiz 93; Ebû Dâvud, Cenâiz 68; Tirmizî, Cenâiz 56; Nesâî, Cenâiz 99
3831] Tirmizî, Nüzûr 8
HARAM - HELÂL
- 839 -
şey ise yine böyle midir, yâ Rasûlallah?’ diye sordu. Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Misvak ağacından bir dal parçası olsa bile böyledir.” 3832
“Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa, yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın; çünkü -bu takdirde- üçüncüleri şeytandır.” 3833
“Yanında mahremi olmayan kadınla kimse başbaşa kalmasın!” 3834
“Kim görmediği bir rüyâyı ‘gördüm’ deyip anlatırsa, âhirette yerine getirmesi mümkün olmayan bir işe, iki arpa tanesini birbirine düğümleme cezasına çarptırılır. Kim, bir topluluğun duyulmasını istemediği bir sözü öğrenmeye çalışır (kulak hırsızlığı yapar)sa, kıyâmet günü kulaklarına eritilmiş kurşun dökülür. Kim de herhangi bir canlının resim ve heykelini yaparsa, o da kıyâmette, yapamayacağı halde, ‘haydi buna can ver!’ diye zorlanarak azâb edilir.” 3835
“Birbirinize kin tutmayın, haset etmeyin, sırt çevirmeyin ve ilginizi kesmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun! Bir müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terk etmesi helâl değildir.” 3836
“Zandan sakının. Çünkü zan (yersiz itham), sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının (aralarında özel) konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı övünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Allah’ın emrettiği gibi kardeş olun...” 3837
“Müslüman kardeşini hor görmesi kişiye kötülük olarak yeter.” 3838
“Bize silâh çeken bizden değildir. Bize hile yapıp bizi aldatan da bizden değildir.” 3839
“Üç sınıf insan vardır ki kıyâmet günü Allah, onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için can yakıcı bir azap vardır.” (Râvi Ebû Zer dedi ki;) Rasûlullah bu cümleyi üç kere tekrarladı. Ebû Zer: ‘Bu kimseler tam bir mahrûmiyete ve hüsrâna uğramışlar. Bunlar kimlerdir, ey Allah’ın Rasûlü?’ diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.) de şu cevabı verdi: “Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyatla satmaya çalışandır.” 3840
“Bir müslümanın, din kardeşini üç gün üç geceden fazla terk edip küs durması helâl değildir; İki müslüman karşılaşırlar, biri bir tarafa öteki öbür tarafa döner. Hâlbuki o ikisinin en iyisi önce selâm verendir.” 3841
“Müslümanın din kardeşine üç günden fazla küs durması helâl olmaz. Kim müslüman
3832] Müslim, İman 218; Nesâî, Âdâbu'l-Kudât 30; İbn Mâce, Ahkâm 9
3833] Ahmed bin Hanbel, I/222, III/339
3834] Buhârî, Nikâh 111-112; Müslim, Hacc 424
3835] Buhârî, Ta’bîr 45; Ebû Dâvud, Edeb 88; Tirmizî, Rüyâ 8; İbn Mâce, Rüyâ 8
3836] Buhârî, Edeb 57, 58, 62; Müslim, Birr 23, 24, 28, 30-32; Ebû Dâvud, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbn Mâce, Duâ 5
3837] Müslim, Birr 30
3838] Müslim, Birr 32; Ebû Dâvud, Edeb 35; Tirmizî, Birr 18; İbn Mâce, Zühd 23
3839] Müslim, İman 164, Fiten 16; Ebû Dâvud, Büyû' 50; Tirmizî, Büyû' 72; İbn Mâce, Ticâret 36
3840] Müslim, İman 171; Ebû Dâvud, Libâs 25; Tirmizî, Büyû' 5; Nesâî, Zekât 69, Büyû' 5, Ziynet 103; İbn Mâce, Ticaret 30
3841] Buhârî, Edeb 62, İsti'zân 9; Müslim, Birr 23, 25, 26; Ebû Dâvud, Edeb 47; Tirmizî, Birr 21, 24; İbn Mâce, Mukaddime 7
- 840 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kardeşini üç günden fazla terk eder ve o hal üzere ölürse cehenneme girer.” 3842
“Bir kadın, ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azâb edildi ve bu sebeple cehenneme girdi. Hayvanı hapsettiğinde ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkân vermemişti.” 3843
“İnsanlara haksız yere dünyada azâb edenlere Allah, mutlaka azâb eder.” 3844
“Ateşle (hayvanları) azâb etmek, ateşin yaratıcısından başka hiç kimse için uygun ve meşrû değildir.” 3845
Rasûlullah (s.a.s.) yüze vurmayı ve yüzü damgalamayı yasakladı.” 3846
Yeme İçmeyle ilgili Haramlar Konusunda Bazı Hadis-i Şerifler:
“Her kim helâl lokma yer, Sünnet (Şeriat) gereğince amel eder ve insanlar da onun kötülüklerinden emin olurlarsa, mutlaka cennete girer.” Bunun üzerine bir adam: “Yâ Rasûlallah, bugün halk arasında bu (vasıfta kişiler) pek çoktur’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu: “Benden sonraki asırlarda da bulunacaktır.” 3847
“Kim, helâl kazancından bir hurma değerinde bir sadaka verirse -ki Allah helâl maldan verilen sadakadan başka hiçbir sadakayı kabul etmez- işte Allah, bu helâl sadakayı sağ eli ile kabul eder. Sonra o tek hurma değerindeki sadakayı dağ gibi oluncaya kadar, sizin birinizin sütten ayrılmış tayını büyütüşü gibi, sadaka sahibi için dikkatle büyütür.” 3848
“Hiçbir kimse el emeğinden daha hayırlı yiyecek yememiştir ve Allah’ın peygamberi Dâvud da el emeğini yerdi.” 3849
“Allah, haramdan verilen hiçbir sadakayı ve abdestsiz (su veya toprakla temizlenmeden) de hiçbir namazı kabul etmez.” 3850
“Âdemoğlu, midesinden/karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyecekse (nefsinin galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa onu üçe ayırsın: (karnının) üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte birini de nefesine (ayırsın, üçte birden fazlasına yemek koymasın).” 3851
“Mal, yeşil (taze) ve tatlıdır. El açıklığıyla (cömertlik ve ikramla) onu ele geçirenin malına bereket verilir. İnsanlara zulmetmek için kazananın malı ise bereketlenmez. Onun durumu, yiyip doymayan kimse gibidir. Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır.” 3852
“Benden sonra, ümmetim için üç hususta korkuyorum. Bunlar, sapık arzular, bilgiden
3842] Ebû Dâvud, Edeb 47
3843] Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selâm 151, 152, Birr 133, 134
3844] Müslim, Birr 117-119; Ebû Dâvud, İmâre 32
3845] Ebû Dâvud, Cihad 112, Âdâb 164
3846] Müslim, Libâs 106
3847] Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 22, hadis no: 2640
3848] Buhârî, Zekât 14, Tevhid, 57; Müslim, Zekât 63; Tirmizî, Zekât, 28, hadis no: 656; Nesâî, Zekât 48, hadis no: 2515; İbn Mâce, Zekât 28, hadis no: 1842
3849] Buhârî, Büyû' 15
3850] Ebû Dâvud, Tahâre 31, hadis no: 59; Nesâî, Zekât 104, hadis no: 139; İbn Mâce, Tahâre 2, hadis no: 271-274; Dârimî, Tahâre 21, hadis no: 692
3851] Tirmizî, Zühd 47 -2381-; İbn Mâce, Et’ıme 50 -3349-
3852] Buhâri; Askalani, S. Buhâri Şerhi, c. 3, s. 335
HARAM - HELÂL
- 841 -
sonra gaflet, çok yemek ve şehvetlere tutulmaktır.” 3853
“Yiyin, için, sadaka verin ve giyinin. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (c.c.) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister.” 3854
“Gerçekten Allah, çalışıp kazanan mü’min kulunu sever.” 3855
“İnsanların yediği şeylerin en temizi (helâli), kendi kazancından olanıdır ve kişinin çocuğu onun kazancındandır.” 3856
“Ehlî eşekler, onların atları, katırları, vahşi hayvanlardan her bir kesici dişi (köpek dişi) olan, kuşlardan da pençeleri olanlar haramdır.” 3857
“Allah Teâlâ hastalığı da ilacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedâvi olun. Ancak haram olan şeyle tedâvi olmayın.” 3858
“Allah sizin için haram kıldıklarında şifâ yaratmamıştır.” 3859
“Alkollü içkiler devâ değil; derttir.” 3860
“Allah, alkollü içkileri içen kişiye Cehennem’de azab göreceklerin irinlerini içirmeye and içmiştir.” 3861
“...İçki içme. Çünkü içki, bütün şerlerin/kötülüklerin anahtarıdır.” 3862
“Her sarhoşluk veren şey hamrdır ve her hamr haramdır” 3863
“Çoğu sarhoş eden şeyin bir avucu da haramdır.” 3864
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse, üzerinde içki içilen sofraya/masaya asla oturmasın!” 3865
“Allah şaraba (alkollü içkilere), yapanına, yaptıranına, taşıyanına, taşıtanına, alım satımında bulunanına, parasını yiyenine, kendisi için satın alınanına, garsonuna ve içenine lânet etti.” 3866
“İçki içilmesini yasaklayan Allah Zülcelâl, içkinin alım ve satımını da haram kılmıştır.” 3867
3853] Câmiu’s Sağîr, 1/13
3854] Buhârî, Libas 1, 7/182; İbn Mâce, Libas 23, Hadis no: 3605, 2/1192; Nesâi, Zekât 66; K. Sitte, 16/361
3855] İbn Kesir, c. 4, s. 397
3856] Ebû Dâvud, Büyû’ 77, hadis no: 3528; İbn Mâce, Ticâre 1, hadis no: 2137-2138; Nesâî, Büyû’ 1, hadis no: 4427-4430; Tirmizî Ahkâm 22, hadis no: 1372; Dârimî, Büyû’ 6, hadis no: 2540
3857] Ebû Dâvud, Et'ıme 26, hadis no: 3790, 33, hadis no: 3806; Nesâî, Sayd 30, 31; Buhârî, Zebâih 29; Müslim, Sayd 12-16; Tirmizî; Et'ıme 1,hadis no: 1477, 1478, 1479; İbn Mâce, Sayd 13, hadis no: 3232, 3234
3858] Ebû Dâvud, Tıbb 11, hadis no: 3874
3859] Tâc, c. 3, s. 212
3860] Câmiu’s Sağîr, 1/72
3861] Tâc, c. 3, s. 145
3862] İbn Mâce, hadis no: 4034
3863] Müslim, Eşribe 73-75; Buhârî, Edeb 80, Ahkâm 21
3864] Tirmizî, Eşribe 3; Ebû Dâvud, Eşribe 5; Nesâi, Eşribe 25
3865] Tirmizî, Edeb 43; Ebû Dâvud, Et’ıme 18
3866] Tirmizî, Büyû 58; İbn Mâce, Eşribe 6
3867] Müslim, hadis no: 930
- 842 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar.” 3868
“Kazancın en şerlisi zinâ bedelidir.” 3869
Ebû Cuhayfe (r.a.) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.s.), kan alma bedelinden, kadın kölenin (haram olan) kazancından neyetti. Ve yine Rasûlullah döğme yaptırana, ribâ (fâiz) yiyene, ribâ kazancı yediricisine lânet etti. Sûret yapan musavvir kişiye de lânet etti.” 3870
“Fâiz, yetmiş çeşidi olan günahtır. Bunların en hafifi, erkeğin kendi annesi ile zinâ etmesi (veya evlenmesi) günahı kadardır.” 3871
Câbir bin Abdullah (r.a.) şöyle der: “Rasûlullah (s.a.s.); Ribâyı (fâizi) yiyene, yedirene, kâtibine ve şâhitlerine lânet etti ve “Bunlar, eşittirler” buyurdu.” 3872
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, fâiz yemeyen hiçbir kimse kalmayacaktır. Kişi, fâiz yemese bile, kendisine onun buharından/tozundan bulaşacaktır.” 3873
“Fâizi yemek için hileli yollara saptığınız, öküzlerin kuyruklarına yapışıp ziraatla geçindiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah üzerinize zilleti (aşağılanma, horlanma, zaafa düşmeyi) musallat kılar ve dininize dönmedikçe onu üzerinizden sıyırmaz.” 3874
“Haramla beslenen vücut (cennete girmez;) ona ancak ateş yaraşır.” 3875
“...Bir kimse ellerini semâya kaldırarak: ‘Yâ Rabbi, yâ Rabbi, diye duâ eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, duâsı nasıl kabul edilir?” 3876
“Kim helâl lokma yer, Sünnet (Şeriat) gereğince amel eder ve insanlar da, onun kötülüklerinden emin olurlarsa, o kişi muhakkak cennete girer.” 3877
“Sizden birinin ipini alarak odun demetini sırtlanıp onu satması, -Allah onu dilencilikten korusun- versinler, vermesinler dilenmesinden daha hayırlıdır.” 3878
“Gümüş kaptan bir şey içen kimse karnına cehennem ateşi doldurmuş olur.” 3879 Müslim’in bir rivâyetinde: “Gümüş ve altın kaplardan yiyen ve içen kimse...” şeklindedir. 3880
Dille İşlenilen Haramlarla İlgili Bazı Hadis-i Şerifler
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların emin olduğu kişidir. Muhâcir de
3868] Ebû Dâvud, Büyû' 38, 63, 64
3869] Müslim; S. Müslim ve Terc. M. Sofuoğlu, 5/87
3870] Buhârî, Büyû’ 180
3871] İbn Mâce, Ticâret 58, hadis no: 2274
3872] Müslim, Müsâkat 106; Tirmizî, Büyû’ 2, hadis no: 2277; Nesâî, Ziynet 25, hadis no: 5071-5073
3873] Ebû Dâvud, Büyû, 3, hadis no: 3331; İbn Mâce, Ticâret 58, hadis no: 2278; Nesâî, Büyû’ 2, hadis no: 44333
3874] Ebû Dâvud, Büyû' 54
3875] Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 2787; Keşfu’l Hafâ, hadis no: 2632
3876] Müslim, Zekât, 65; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an, 3173; Dârimî, Rikak 2720
3877] Tirmizî, Sıfatu'l Kıyâmet, 2640
3878] Askalâni, S. Buhâri Şerhi, c. 3, s. 335
3879] Buhârî, Eşribe 28; Müslim, Libâs 1; İbn Mâce, Eşribe 17
3880] Müslim, Libâs 1
HARAM - HELÂL
- 843 -
Allah’ın yasakladıklarını terk edendir.” 3881
“Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm.” 3882
“Allah kimi, iki çenesi ve iki budu arasındakinin şerrinden korursa, o kişi cennete girer.” 3883
“Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin, doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.” 3884
“Kul, Allah’ın râzı/hoşnut olduğu bir sözü önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onun derecesini yüceltir. Yine bir kul Allah’ın gazabını gerektiren bir sözü hiç önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onu bu sözü sebebiyle cehennemin dibine atar.” 3885
“İnsan sabahlayınca, bütün organları dil’e başvurur ve (âdeta ona) şöyle derler: ‘Bizim haklarımızı korumakta Allah’tan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.” 3886
“... İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir.” 3887
Ebû Bekre (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.): “En büyük günâhı size haber vereyim mi?” Biz: ‘Evet, yâ Rasûlallah, dedik. Rasûlullah; “Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve: “İyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmaktır” dedi. Bu son cümleyi sürekli tekrarladı. Biz daha fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için “keşke sussa” diye temennîde bulunduk.” 3888
“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete ilerit. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, fücûra/yoldan çıkmaya sürükler. Fücur da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” 3889
“Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan olarak yeter.” 3890
“Yalan olduğunu zannettiği hadisi benden nakleden kimse, yalancılardan biridir.” 3891
“En büyük yalan, görmediği düşü/rüyâyı ‘gördüm’ diye kişinin gözlerine iftirâ etmesidir.” 3892
3881] Buhârî, İman 4, 5, Rikak 26; Müslim, İman 64-65; ebû Dâvud, Cihad 2; Tirmizî, Kıyâmet 52, iman 12; Nesâî, İman 8, 9, 11
3882] Buhârî, Rikak 23; Tirmizî, Zühd 61
3883] Tirmizî, Zühd 61
3884] Buhârî, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, 50
3885] Buhârî, Rikak 23; Tirmizî, Zühd 10; İbn Mâce, Fiten 12
3886] Tirmizî, Zühd 61
3887] Tirmizî, İman 8, İbn Mâce, Fiten 12
3888] Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstiâbe 1; Müslim, İman 143; Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru Sûre (4) 5
3889] Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105; Ebû Dâvud, Edeb 80; Tirmizî, Birr 46; İbn Mâce, Mukaddime 7, Duâ 5
3890] Müslim, Mukaddime 5
3891] Müslim, Mukaddime rakamsız (-1, 9-); Tirmizî, İlim 9
3892] Buhârî, Ta’bîr 45
- 844 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“İnsanların arasını düzeltmek maksadıyla birinden ötekine uygun sözler taşıyan (veya hayırlı konuşan) yalancı sayılmaz.” 3893
Ümmü Külsûm (r.a.) şöyle dedi: “Ben Rasûlullah’ın (s.a.s.) şu üç hal dışında, halkın yalan söylemesine ruhsat verdiğini hatırlamıyorum: Savaşta, kişilerin arasını düzeltmekte, (âile dirliğini sağlamak için) kocanın hanımına, hanımın kocasına söylediği sözlerde.” 3894
“Gıybet nedir, bilir misiniz?” “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dediler. Hz. Peygamber: “Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır” buyurdu. “Söylenen ayıp, eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu. Rasûllullah şöyle buyurdu: “Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftirâ ettin demektir.” 3895
“Koğuculuk yapan cennete giremez.” 3896
“Kim (din) kardeşinin ırz ve nâmusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyâmet günü o kimseyi cehennemden korur.” 3897
“Kim İslâm’dan başka bir din adına bilerek yalan yere yemin ederse, o kişi dediği gibi (yalancının biri)dir. Kim, ne ile intihar ederse, kıyâmet günü onunla azâb olunur. Sahip olmadığı bir şeyi adayanın adağı geçersizdir. Mü’mine lânet etmek, onu öldürmek gibidir.” 3898
“Hiç kimse, bir başkasına ‘fâsık’ veya ‘kâfir’ demesin. Şâyet itham altında bırakılan kişide bu sıfatlar yoksa, o söz, onu söyleyene döner.” 3899
“Müslümana sövmek fâsıklık, onunla savaşmak küfürdür.” 3900
“Kul, herhangi bir şeye lânet ettiğinde o lânet gökyüzüne çıkar. Semânın kapıları ona kapanır. Sonra yere iner, yeryüzünün kapıları da ona kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz da lânet edilen kişiye döner. Eğer gerçekten lânete lâyık ise onda kalır, değilse lânet edene döner.” 3901
Süfyân İbn Abdullah (r.a.) şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle” dedim. Efendimiz: “Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol!” buyurdu. Ben: “Ey Allah’ın Rasûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir?” dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve: “İşte budur!” buyurdu. 3902
“Allah’ı zikretmeksizin çok konuşmayın. Allah’ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi
3893] Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101; Ebû Dâvud, Edeb 50; Tirmizî, Birr 26
3894] Müslim, Birr 101
3895] Müslim, Birr 70; Ebû Dâvud, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23
3896] Buhârî, Edeb 49, 50; Müslim, İman 168, 169, 170; Ebû Dâvud, Edeb 33; Tirmizî, Birr 79
3897] Tirmizî, Birr 20
3898] Buhârî, Cenâiz 84, Edeb 44, 73, Eymân 7; Müslim, İman 176, 177; Tirmizî, Nüzûr 16; Nesâî, Eymân 7, 11, 31; İbn Mâce, Keffârât 3
3899] Buhârî, Edeb 44
3900] Buhârî, İman 36, Edeb 44, Fiten 8; Müslim, İman 116; Tirmizî, Birr 51, İman 15; Nesâî, Tahrîm 27; İbn Mâce, Mukaddime 7, 9, Fiten 4
3901] Ebû Dâvud, Edeb 45, Tirmizî, Birr 48
3902] Tirmizî, Zühd 61, İbn Mâce, Fiten 12
HARAM - HELÂL
- 845 -
katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah’tan en uzak kimseler olduğu kesindir.” 3903
Haram-Helâl Konusunda Genel Kurallar/Prensipler
Haram hükmü konusunda şu prensipleri gözden uzak tutmamak gerekir:
1- Eşyada asıl olan mubahlıktır, yani helâl olmasıdır.3904 Bir yiyecek, içecek veya davranış, fikir ve söz hakkında açık bir haram hükmü yoksa o esasen mubahtır. Ancak yiyecek ve içecekler, hakkında açık haram hükmü olan şeylere benziyorlarsa, o zaman onlar da haram olurlar. Davranışlar, sözler ve fikirler; Kur’an’ın açık âyetlerine ve Peygamberimizin açık sünnetine aykırı olurlarsa haram hükmü gündeme gelir.
2- İslâm, müslümanlara kendileri için zararlı olan şeyleri yasaklamış, faydalı olanları da emretmiştir. Bunun yanında temiz ve faydalı olan yiyecek ve içecekleri helâl kılmıştır. “Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı.” 3905
3- Helâl ve haram hükümlerinin kaynağı Allah’tır (c.c.).
Bir şey haram olduğu için onu yememe, içmeme veya bir hareketi yapmama; yani haram hükmü verilen bir yasağa uyma, bu hükmü veren makamı yüce tanıma ve onun önünde bir ibâdettir. İnsanlar Allah’a kulluk yapmaktan sorumlu olduklarına göre helâl ve haram ölçülerini de yalnızca O’ndan almalıdırlar. İnsanlar kendi kafalarından ve işlerine geldiği gibi helâl ve haram ölçüleri koyamazlar. Bunu yapanlar Allah (c.c.) katında bir vebâl kazanırlar. “Dillerinizin yalan yere nitelemesinden ötürü, ‘Şu helâldir, bu haramdır’ demeyin. Sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar.” 3906
İnsanların hevâlarından çıkan helâl ve haram ölçülerine uyulduğu zaman yeryüzünde hep fesat olur. “Eğer hak, onların arzularına (hevâ ve heveslerine) uysaydı, gökler, yer ve bunların içinde bulunanlar bozulur giderdi…” 3907 Peygamberimiz (s.a.s.) de bazı konularda Allah’ın kendisine bildirdiği haramları ümmetine açıklamıştır. O şöyle buyurmaktadır: “Dikkat edin, bana Kitap ve onun bir misli verildi. Dikkat edin, karnı tok birinin koltuğuna yaslanarak size: ‘Bu Kur’an’a uymanız gerekir. Onda helâl bulduklarınız helâl, haram bulduklarınız haramdır (başka kaynağa ihtiyacınız yoktur)’ demesi yakındır. Dikkat edin Allah elçisinin haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir.” 3908
4- Herhangi bir kimsenin veya otoritenin haram veya helâl hükümlerini İslâm’ın ölçülerine zıt olmasına rağmen kabul etmek, onları rab olarak tanımak anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Onlar hahamlarını ve râhiplerini ayrı rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) de. Oysa kendilerine tek ilâh olan Allah’a ibâdet etmeleri emredilmişti. O’ndan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeyden uzaktır.” 3909
3903] Tirmizî, Zühd 62
3904] 7 A’râf, 32-33
3905] 5/Mâide 5; ayrıca bk. 7/A’râf, 157
3906] 16/Nahl, 116
3907] 23/Mü’münûn 71
3908] Ebû Dâvud, Sünnet, hadis no: 4604, 4/200; İbn Mâce, Mukaddime 2, hadis no: 12, 1/6; Tirmizî, İlim 10, 2663, 5/37; Ahmed bin Hanbel, 6/8
3909] 9/Tevbe, 31
- 846 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Câhiliyye döneminde cömertliği meşhur Hâtem-i Tâî’nin oğlu Adiyy bir gün boynunda altından bir haç asılı olduğu halde Peygamberimizi ziyarete geldi. Kendisine Adiyy b. Hâtem’in geldiği haber verildi. Rasûlullah (s.a.s.) o sırada bu âyeti okuyordu. Orada söylenenleri duyunca dedi ki; “Ben yahûdileri ve hıristiyanları tanırım, onlar hahamlarına ve papazlarına ibâdet etmiyorlar.” Peygamberimiz buyurdu ki; “Evet, onlar (onların önünde secde ederek) ibâdet etmiyorlar, fakat onlar halka bir şeyi helâl veya haram kılıyorlar, halk da din adamlarının bu hükümlerini kabul edip uyuyorlar. İşte onları rab haline getirmenin mânâsı budur.” Sonra Peygamberimiz onu Islâma davet etti, o da müslüman oldu. 3910
İnsanlara bir şeyi haram veya helâl yapma yetkisi yalnızca onları yaratan ve onları Ahirette hesaba çekecek olan Allaha aittir. Kur’an’ın ve Sünnet’in açık ölçülerini bir tarafa atıp, onların var olan hükümlerini reddederek; başka güç merkezlerinin ölçülerini kabul etmek, sonra da o ölçülere uygun davranmak, iman iddiası ile bağdaşmaz. Böyleleri Allah’ın yanında başka otoriteleri de rabb haline getirmiş olurlar. (Örneğin; Kur’an’da kumar açıkça haram kılındığı halde ‘piyangoyu madem ki devlet yasaklamıyor, yani oynanmasına izin veriyor; o halde böyle bir kumar helâldir’ demek devlet gücünü rab olarak saymak anlamına gelir.)
5- Haram hükmü geneldir ve herkes için geçerlidir. İslâm’da seçkin elitler ve ruhbanlar sınıfı olmadığından A şahsı için haram veya helâl olan bir şey, B şahsı için de haram veya helâldir.
6- İslâm’a göre haram da bellidir, helâl de. Arada şüpheli olan bazı şeyler olabilir. Onlardan sakınmak ise müslümanın takvâsıdır. 3911
7- İslâm’ın haram kıldığı bir şeyi helâl saymak büyük bir hatadır, Allah’ın hükümlerine korkusuzca karşı gelmektir. Ancak helâl kıldığı şeyleri insanlara haram saymak bundan daha büyük bir hatadır. Allah’ın kulları için helâl kıldığı, meşru hale getirdiği bir şeyi birileri haram kılamaz, onu insanlara yasaklayamaz. Bunu yapanlar ya da yapmaya kalkışanlar haddi aşmış kimselerdir. “De ki: ‘Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?’ De ki: ‘O, dünya hayatında mü’minlerindir, Kıyamet günü de yalnız onlarındır.’ İşte Biz, bilen bir topluluk için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.” 3912
Abdullah İbn Abbas’ın anlattığına göre adamın Peygamberimize gelerek şöyle dedi: “Ben et yediğim zaman kadınlara ilgim artıyor ve şehvetim kabarıyor. Onun için et yemeyi nefsime haram ettim.” Bunun üzerine şu âyet indi: “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, sınırı aşmayın. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Allah’ın size verdiği rızıktan temiz ve helâl olarak yeyin. Inandığınız Allahtan korkup sakının.” 3913
8- Zarûretler, bazen haramları helâl hale getirebilir. İnsan mecbur kaldığı zaman, mâzereti sona erinceye kadar haramı kullanabilir, yiyebilir. 3914
3910] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an 10, hadis no: 3292
3911] Müslim, Müsâkât 107, hadis no: 1599, 3/1219. Ebû Dâvud, Büyû’ 3, hadis no: 3329-3330, 3/243; Tirmizî, Büyû’ 1, hadis no: 1205, 3/511; Nesâî, Büyû’ 2, 7/213
3912] 7/A’râf, 32
3913] 5/Mâide, 87-88) (Tirmizî Tefsir 6, hadis no: 3054, 5/255
3914] 2/Bakara, 173; 6/En’âm, 145; 16/Nahl, 115
HARAM - HELÂL
- 847 -
Yiyecek ve İçeceklerde Haramlar
Her kültürün, her medeniyetin kendine has bir kıyafeti, kendine has mutfağı vardır. İslâm’ın da özel bir mutfağı, yemek kültür ve âdâbı vardır. Müslüman kalmanın şartları arasında, İslâm kıyafetinin muhâfazası gibi, mutfağının da korunması icap eder. Kâmil mânâda müslüman olmak için İslâm mutfağından yemek şarttır. Başka bir ifade ile, gayr-ı müslim mutfaktan beslenerek müslüman kalmak zordur, kendi kendisini aldatmaktır. İslâm mutfağında haram yiyecekler ve haramla elde edilmiş gıdalara yer yoktur. İslâm mutfağında sözgelimi, şarap, domuz, leş, yırtıcı hayvan eti, besmelesiz kesilmiş hayvan eti, böcek, haşerat yoktur. İslâm, kendine has bir medeniyettir. Kur’an ve hadis, bu kültürel müesseseye geniş yer verir. Sadece haram helâl konulara değil, en küçük âdâbına kadar her şeyini ele alır. Kendi hükmünü eksiksiz verir, bir başka kültürden taklit ve iktibasa yer bırakmaz. Müslümana, yeme içme ile hükümleri, sünnet ve edepleri öğrenip tatbik etmek düşer.
Kur’ân-ı Kerim’de Yeme İçme ile İlgili Âyetler: Yeme anlamına gelen “ekl” türevleriyle birlikte Kur’an’da 109 yerde geçer. İçme anlamına gelen “ş-r-b” kelimesi ise türevleriyle birlikte 39 yerde kullanılır. Kur’an’ın en uzun sûrelerinden birinin adı, “Mâide”, yani sofra’dır. Bu surenin baş tarafı, yiyecekle ilgili temel meseleri, haram ve helâl yiyecekleri açıklar. Kur’an’da yenilip içilmesi haram olan gıdalar sayılır, sayılan az miktardaki gıdaların dışındaki tüm yiyecek ve içeceklerin, bazı şartlara riâyet edilerek helâl olduğu belirtilir,3915 Allah’ın haram kıldıklarını helâl kılmaya veya helâl kıldıklarını haramlaştırmaya kimsenin hakkı olmadığı belirtilir.3916 Kur’an’ın bu konuda vurgu yaptığı şeylerden biri, yenilecek gıdaların “helâl ve temiz” olmasının gereğidir.3917 Helâl olan gıdalar da olsa, yeme içme konusunda aşırılığa kaçıp israf etmeyi de Kur’an yasaklar. 3918
Yiyeceklerin Temizinden ve Helâlından Faydalanmak: Helâl kılmak da, haram kılmak da Allah’a ait bir haktır. Hiç kimsenin, zühdünden, yani dünyaya rağbet etmemesinden dolayı, nefsini kırmak için ve Allah’ın mubah kıldığı bir şeyi, lezzet verdiği için haram kılması caiz değildir. Bir şey, helâl ise, nefsimizin hoşuna gidecek şekilde temiz ve lezzetli de olsa, ondan yararlanmak caiz olur. Çünkü İslâm, mubah oldukça lezzet veren şeylerden faydalanmayı kişiye yasaklamamıştır. Eğer o şey, haram ise, ondan uzak durmak ve o nitelik onda oldukça onu kullanmamak gerekir. Allah, haram kılmadığı bir zîneti, süsü veya temiz rızıkları haram sayanları reddeder. “De ki: ‘Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?’ De ki: ‘O, dünya hayatında mü’minlerindir; kıyamet günü de yalnız onlarındır.’ İşte Biz, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” 3919
Müslümana düşen, helâlinden ne bulduysa yemesi, leziz olana kendini zorlamaması ve bunu âdet ve alışkanlık haline getirmemesidir. Tiryakilik, alışkanlık yapan, onsuz yapamadığımız şeyler, giderek helâl olmaktan çıkan bir duruma gelebilir. Tiryakilik yapan gıdalardan sakınmaya çalışmalıdır. Peygamberimiz, bulduğu zaman karnını helâl yiyeceklerle doyurur, ama yemede aşırıya, lüks ve
3915] 6/En'âm, 119; 7/A'râf, 32
3916] 5/Mâide, 87; 6/En'âm, 140; 66/Tahrim, 1; 9/Tevbe, 37
3917] 2/Bakara, 168; 5/Mâide, 88; 8/Enfâl, 69; 16/Nahl, 114
3918] 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31
3919] 7/A'râf, 32
- 848 -
KUR’AN KAVRAMLARI
israfa kaçmaz ve şükreder; bulamayınca da sabrederdi. Eline geçtikçe tatlı yer, rastladıkça bal şerbeti içer, buldukça et yerdi. Bunların hiç birini özellikle yapmadığı gibi; âdet ve alışkanlık da edinmemişti.
“Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin. Ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner. Kimin üstüne gazabım inerse artık o, (ateşe) düşmüştür.” 3920
Hz. Peygamber’in sünneti, az yeme ve sofradan doymadan kalkma konusunda ciddî tavsiyelerde bulunur. Fakat bu konu, fıkıh açısından, haram ve helâl hükümleriyle yanlış değerlendirilmemelidir. İslâm fıkhı açısından hüküm şudur: Az yemek, sofradan doymadan kalkmak sünnet; doyuncaya kadar yemek câiz; doyduktan sonra yemek ise haramdır. Helâl ve temiz yiyecekleri doyduktan sonra yemeye devam etmek, öncelikle israf olduğu için haramdır. “Yiyin, için; fakat israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez.”3921 Ayrıca, doyduktan sonra yemek, fıtratı zorlamaktır ve vücuda zararı kesindir. Bu yönlerden dolayı da câiz olmaz.
Allah, insanların ve canlıların ihtiyaç duyduğu her şeyi yaratarak, yeryüzüne depo etmiştir. İnsana düşen; hem bu dünyadaki, hem ahiretteki rızkı için gayret sarfetmektir. Ama gayretin yönü ve içeriği ile rızkın helâlını veya haramını tercih etmiş olacaktır. Böylece de âhiret rızkını bu dünyadan kendisi göndermiş veya sadece burada tüketmiş olacaktır.
“Câhiller, ‘Üzümünü ye, bağını sorma’ dese de, ey müslüman! Sen, bağını sormadığın -şüpheli- üzümü yeme!”
Hamd olsun, bizlere temiz ve helâl rızıklar ihsân eden Allah’a. Şükürler olsun bizi doyuran, bizi müslüman kılan, temiz ve güzellikleri ayırabilecek özellikler bahşeden Rabbimiz’e.
Yiyeceklerin Helâl ve Haramlığı: İslâm, beden ve ruh sağlığına büyük çapta önem vermiş, sıhhati korumayı ibâdet kabul etmiş, sağlığı zedeleyici özelliği bulunan maddelerin eğlence, gıda ve tedavi için alınmasını haram kılmıştır.
Yiyecek ve içecekler konusunda tarih boyunca toplumların ve bazı filozofların düşünce ve davranışları farklı olmuştur; bunları ifrat, tefrit ve itidâl ölçüleri içinde toparlamak mümkündür. Hayvanın da insan gibi can taşıdığını, kıymaya hakkımız bulunmadığını ileri sürerek et yemeyi haram sayan Brehmenler ile bazı filozoflar ifrâta gitmişlerdir. “Vejetaryen” denilen et yemeyen, eti kendine haram sayan anlayış da bazı çevrelerce bir ayrıcalık ve inanç gibi değerlendirilir. Umumiyetle bitkiler, hayvan ve insanlar için; hayvanlar, bazı hayvanlar ile insanlar için; insanlar ise Allah’a kulluk için yaratılmıştır; tabiî nizam budur.
Brehmenler, tefrit yönünü alırken ifrâta kaçanlar da olmuştur: “Ağızdan giren değil; çıkan onu pisler” diyen Pavlos’a dayanarak yeme içme sınırını çok geniş tutan hıristiyanlar da aşırıya sapmışlardır. Meşrû yoldan elde edilen temiz ve faydalı şeyleri helâl kılan İslâm ise itidâli temsil etmektedir. 3922
Kur’ân-ı Kerim’de haram olan yiyecekler, bazı âyetlerde özetlenerek,
3920] 20/Tâhâ, 81
3921] 7/A’râf, 31
3922] 2/Bakara, 168
HARAM - HELÂL
- 849 -
bâzısında ise teferruâta girilerek ifade edilmiştir. Birinci çeşit âyetlerde “boğazlanmadan ölmüş (murdar) hayvan, vücuttan akmış kan, domuz ve Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvanlar” 3923 olmak üzere haram yiyecekler dört adettir. “Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz- boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenmiş olanlar, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fâsıklıktır.”3924 Bu âyette etleri haram olan hayvanların on çeşit olduğunu görüyoruz. Ancak bunlardan beşinci ilâ dokuzu arasındakiler, “boğazlanmadan ölmüş hayvan” mefhumuna dâhildir. Dördüncü ve onuncusu ise, “Allah’tan başkası adına kesilen” nevi içinde yer almaktadır.
Allah ve Rasulü, bazı yiyecek ve içecekleri, bazı giyecekleri, bir kısım iş ve davranışları yasaklamışlardır. Bunların bir kısmının hikmetini, haram kılınış sebeplerini açıklamışlar, bazılarını ise açıklamamışlardır. Açıklanan ve deneyerek zararlarını anladığımız nice haram ve yasaklardan uzaklaşmanın, birey ve toplum halinde insanların faydasına, iyiliğine olduğunu, ebedî saâdetlerini hedef aldığını görünce, insaflı bir düşüncenin şu neticeye varması zarûrî oluyor: “Aklımız ve bilgimizin kavrayabildiği bunca haramda, bu ölçüde büyük hikmet ve faydalar olduğuna göre, aynı kaynaktan gelen diğer yasakların da -şimdilik bilgimiz dışında kalan- hikmetleri olacaktır.”
İnsanların yasaklama ve engellemeleri -en azından başlangıçta- zararı çekmeden önce değil; zararı denedikten ve acıyı çektikten sonra olabilmektedir. İnsanın ruh ve beden sağlığı üzerindeki çalışmalar, insanlık tarihi kadar eskidir. Meselâ bin yıllık âmiyâne tecrübe ve otuz yıllık da ilmî araştırma sonunda bir yiyecek veya içeceğin insan sağlığı için zararlı olduğu anlaşılırsa, bu zarar bu kadar uzun bir zaman sineye çekilmiş olmaktadır. Daha önce aynı şekilde bilmek imkânı olsaydı elbette tedbirler de o zaman başlayacak, zarar asgariye inecekti. Durum böyle olunca ihtimaliyet hesabı -bilimsel ölçülere göre zararını bilemediğimiz, fakat- ciddî (müslümanlar açısından en temel) bir kaynağın zararlı veya haram olduğunu bildirdiği şeyden çekinmemizi gerektirir.
Böyle bir ihtimali hiçe saymak ve zararını bilimsel olarak bilemediğimiz bir şeyi sakınmadan yemek için insanlığın, bilinebilecek her şeyi bilmiş, meçhûlü kalmamış olması gerekir. Hâlbuki doğu ve batının ilim adamları, insanlığın bildiğinin, bilmediği yanında denizden bir damla, güneşten bir ışıncık kadar olduğunu itiraf etmektedirler.
Haram Yiyecekler
Bu genel değerlendirmeden sonra, haram yiyecekleri teker teker ele alabiliriz:
1- Kendiliğinden ölmüş -murdar- hayvan (meyte): Meyte’den maksat, insanlar tarafından yenilmek üzere kesilerek öldürülmüş olmayıp müdâhalesiz ölen kara hayvanıdır. Haram kılınış hikmeti için şunlar kaydedilebilir:
a- Tarih boyunca insanlar bundan tiksinmiş ve bütün semâvi din sâlikleri böyle hayvanları yememişlerdir.
3923] 2/Bakara, 172-173; 6/En’âm, 145
3924] 5/Mâide, 3
- 850 -
KUR’AN KAVRAMLARI
b- Müdâhalesiz ölen hayvanlar, genellikle şiddetli zayıflık, zehirlenme ve mikrobik hastalıklar sebebiyle ölürler. Bunların yenmesi tehlikeli neticeler doğurabilir.
c- İnsanlar bu hayvanları yemeyince yaşayan kuşlar ve hayvanlar gıda bulma imkânına kavuşurlar.
d- Murdar ölen hayvanı yiyemeyeceğini bilen sahibi, onun bakım ve tedavisine dikkat eder, kendi haline bırakmaz.
2- Akmış Kan: Hayvan şer’î usulüne göre boğazlanınca vücuttaki kanın büyük bir kısmı dışarıya akar; az bir miktar da ince damarlarda kalır. İşte bu dışarıya akan kanı yemek, içmek haramdır. İnce damarların içinde, dalak, ciğer gibi organlarda kalan kan ise akmış sayılmadığından, et ve sakatat ile birlikte yenilebilir.
3- Domuz: Domuz, doğası gereği pislik, ekşimiş, kokuşmuş nesneler yiyen, pislik içinde yüzen, pis kokan bir hayvandır. Bu sebeple de eti, başta trişin ve tenya olmak üzere birçok mikroba yuvalık etmektedir. Bu hayvanı özel bakıma tâbi tutmak ve etini tıbbî kontrolden geçirmek suretiyle muhtemel zararın önlenebileceği iddiasına karşı iki şey söylenebilir:
a- Bu tedbirler her zaman, her yerde ve her yiyen tarafından alınamaz, alınamamıştır.
b- Genel değerlendirmede de işaret edildiği üzere, domuzun haram kılınmasının hikmeti, bizim bugüne kadar bildiklerimizden ibaret değildir. Dün bilinmeyenler bugün biliniyor; yarınlar da bugünün meçhullerini -kısmen de olsa- aydınlığa kavuşturacaktır.
4- Allah’tan Başkası Adına Kesilenler: İnsan hayatına ancak Allah Teâlâ son verir. Hayvanların hayatına son vermek, yine Allah’ın kudreti ve irâdesiyle olmakla beraber insanlar, faydalanmak için öldürme fiilini işlerler. Bu faaliyete izin veren de Allah Teâlâ’dır. Hayvanı öldürürken O’nun ismini anmak, bu izni tazelemek, ölümün O’nun kudret ve irâdesiyle olduğunu hatırlamaktır. Putlara, uydurma mâbutlara kesilen, bunların adı anılarak boğazlanan hayvanlar yenmez; çünkü yaratan ve öldüren Allah’tır. Putlara ve tanrılaştırılan liderlere kesilen hayvan, O’nun iznine ve ismine dayanmamıştır. Bu yasak, aynı zamanda putperestliğin kökünü kazımak ve tevhidi perçinlemek hikmetini taşır.
5- Meyte Sayılanlar: İlgili âyet, boğazlanmadan, başka sebeplerle öldürülen ve ölen hayvanların da yenmeyeceğini ifade ediyor. Bunların haram oluş hikmeti, meyteninki ile ortaktır. Ayrıca hayvan artığını yemek, insanın yüce vasıflarına ters düşmektedir.
6- Diğer Kara Hayvanlarından Helâl ve Haram Olanlar: Yukarıda meâli verilen âyet, sarih ve kesin olduğu için âlimler, zikredilen dört şeyin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunların dışında kalan hayvanlara gelince: Kur’an’da Rasul-i ekrem’i kast ederek “onlara temiz şeyleri helâl kılar, pis şeyleri de haram kılar”3925 buyrulur. Burada pis şeyler diye tercüme edilen “el-habîs”in tefsirinde müctehidler ihtilâf etmişlerdir. Bazı müctehidlere göre habîs, Allah ve Rasulü’nün haram kıldıklarıdır; yani haram oldukları hakkında âyet veya hadis
3925] 7/A’râf, 157
HARAM - HELÂL
- 851 -
bulunan şeylerdir; Bu sebeple haşarât, kurbağa, yengeç, kaplumbağa gibi hayvanlar haram değildir.
Ebû Hanîfe, Şâfiî gibi müctehidlere göre ise, “habîs”, umumiyetle insanların (veya Kur’an inzâl olduğu sırada Arap toplumunun) tiksindiği, iğrendiği şeylerdir; dolayısıyla yukarıda sayılan canlılar ve benzerleri haramdır. Pislik ve leş yiyen hayvanlar da “habîs”ler içinde değerlendirilmiştir. Hz. Peygamber, Hayber günü ehlî eşek etini yasaklamıştır 3926. Bu nass sebebiyle cumhûra göre ehlî eşek ve katır haramdır. At, Ebû Hanîfe’ye göre helâl değildir, İmameyn’e ve Şâfiî’ye göre helâldir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) “Bütün köpek dişli yırtıcılar ile yırtıcı pençesi olan kuşları yemeyi” yasakladığı rivâyet edilmiştir.3927 Hanefîler, bu hadiste geçen “sibkâ” kelimesini et yiyenler şeklinde anlamışlar ve bu çeşit hayvanları haram saymışlardır. İmam Şâfiî “insanlara saldıran ve parçalayan” şeklinde anladığı için tilki ve çakalı istisnâ etmiştir. İmam Mâlik, yırtıcılar için haram yerine, mekrûh tabirini kullanmıştır.
7- Deniz Hayvanları: Ulemânın ekseriyeti, deniz hayvanlarının tümünün helâl olduğu görüşündedirler. Ancak karada yaşayan ve yenmesi haram olan insan ve domuz, köpek, ayı gibi hayvanların ismini taşıyan deniz hayvanlarında ihtilâf etmişler; bazıları bunların helâl olmadığını ifade etmiştir. İmam Mâlik’e göre yalnızca deniz domuzu mekruh; diğerleri helâldır. Deniz hayvanları için helâl sınırını çok geniş tutan bu görüşün delili âyetlerdir: “Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve Allah’ın bol nimetinden faydalanmanız için denize -ki gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün- boyun eğdiren de O’dur...” 3928
Hanefîlere göre, deniz hayvanlarından yalnızca -bütün çeşitleriyle- balık helâldır. Bu hayvanın boğazlanması gerekmez. Kendiliğinden ölen yenmez. Dalga, taş, havasızlık, avlanma gibi sebeplerle öleni yenir, diğer deniz hayvanları ya iğrençtir yahut da -boğazlanmadığı için- meyte hükmündedir.
İsraf; Helâlı Haram Eden Ölçüsüzlük ve Taşkınlık
Helâl ve temiz yiyeceklerden de olsa, vücut sağlığını zedeleyecek derecede, oburca, yani israfa kaçan şekilde yiyip içmek de haramdır. Helâl yiyecekleri harama dönüştüren israf hakkında kısa bilgi vermeye çalışalım:
“İsraf”ın kelime anlamı; herhangi bir işte normal olan sınırı aşmak, aşırı olmak demektir. İhtiyaçtan fazla tüketmek, gereksiz yere harcama yapmak, savurganlık yapmak gibi anlamlara da gelir. Her türlü haddi (sınırı) aşmak, insanın ve onun içinde yaşadığı toplumun dengesini bozar, onları huzursuzluğa götürür. İster yeme içmede veya harcamalarda aşırılık olsun, isterse davranışlarda aşırılık olsun sonuç aynıdır.
Kur’ân-ı Kerim, aşırıya kaçan, harcamalarında, yeme içmelerinde ve davranışlarında dengeyi kaçıran kimselerin yaptıklarını hoş görmemektedir. İsraf, sapmaların, bozulmaların, haksızlıkların, bozgunun kaynaklarından biri olarak gösterilmektedir. Günlük yaşayışında ellerindeki malı, serveti, imkânları veya parayı gereksiz yere harcayanlar, yeme ve içmede aşırı gidenler; sınırı aşanlardır,
3926] Buhâri, Megâzi 38; Zebâih 27, 28; Müslim, Nikâh 30
3927] Müslim, Sayd 15, 16; Ebû Dâvud, Et’ıme 32; Tirmizî, Sayd 9-11
3928] 5/Mâide, 96
- 852 -
KUR’AN KAVRAMLARI
aşırı gidip dengeyi bozanlardır. “Ey Âdemoğulları! Her mescide (gidişinizde) ziynetlerinizi alın (uygun elbise giyin). Yiyin, için; fakat israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez.”3929 Buradaki ‘israf’ hem yiyecek ve eşya kullanımında aşırılık, hem de Allah’ın koyduğu helâl ve haram ölçüsüne uymamak anlamındadır. Kendini açlığa ve çıplaklığa alıştırarak veya helâl olan şeyleri kendine haram kılarak Allah’ı memnun edeceğini sananlar da önemli bir aldanış içindedirler. Allah, böyle haramı helâl, helâlı haram yapan müsrifleri (sınırı aşanları) sevmez. Öyleyse insanlar, Allah’ın nasip ettiği helâl yiyecekleri ve eşyaları kullanacaklar, güzel ve süslü elbiseler giyecekler; ama israf etmeyecekler, ölçüde ve eşya kullanımında aşırıya kaçmayacaklar. Allah’ın ölçüsüne göre, süslü elbise giymek günah değil; bilakis helâlı haram, haramı helâl sayma günahtır.
İsrafın ikinci anlamı savurganlıktır. Dünya nimetlerini Allah insanlar ve canlılar için yaratmaktadır. Bu nimetleri kullanma ve yeme arzunu da insanın içerisine koyan yine Allah’tır. Bunları yemek, içmek veya kullanmak insanın şükrünün bir gereğidir. İnsan nimetle yiyecek, ama nimeti vereni de bilecek. Savurganlık anlamındaki israf yasağı çok güzel bir ekonomik dengedir. İsraf, bu dengeyi bozar. Birisi çok harcarsa, diğerinin hakkına el atmış olur. Herkes gücüne, çalışmasına ve şartlarına göre nimetlerden yararlanır. Ancak israf edenler bu nimet dengesini bozarlar.
Kur’an, hem aşırı harcamayı hem aşırı kısmayı (cimriliği) hoş görmez. İkisi arasında orta bir tutum tavsiye eder.“Elini bağlı olarak boynuna asma (cimri olma). Onu büsbütün de açıp savurma (israf etme). Sonra kınanmış bir halde oturup kalırsın.” 3930 Peygamberimiz de buyuruyor ki: “Yiyin, için, sadaka verin ve giyinin. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (c.c.) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister.” 3931
İnsana emanet olarak verilen malı saçıp-savurmak, gerekli yerlere harcamamak, insanlar arasındaki ekonomik dengeyi bozar, kişiler arasındaki kıskançlığı artırır. Cimrilik ise yardım düşüncesini öldürdüğü gibi, ihtiyaç sahiplerine ulaşmayı da engeller; infak ve sadaka ahlâkını köreltir. Hâlbuki infak kurumu yakın akrabanın ihtiyaçlarını karşılamayı temin eder; sadaka kurumu ise insanlardan muhtaç olanları sıkıntıdan kurtarmayı sağlar.
Mülk aslında Allah’a aittir. İnsana emanet olarak geçici bir süre için verilir. Malı ve geçimlikleri helâl yoldan kazanıp helâl yola harcayanlar, Allah yolunda infak edip hak sahiplerinin haklarını verenler, israf etmeyenler mal konusundaki imtihanı kazanırlar.3932 İsrafı haram sayan dinimiz, yeme içmede azla yetinmeyi, kanaat sahibi olmayı teşvik etmiştir.
Haram İçecekler ve Keyif Vericiler (İçkiler Uyuşturucular ve Sigara)
a- İçki: Dilimizde içki, Arapçada “hamr” ve “müskir” kelimeleri, içildiği zaman azı veya çoğu sarhoşluk veren içecekler için kullanılmaktadır. İslâm dini,
3929] 7/A’râf, 31
3930] 17/ İsrâ, 29
3931] Buhârî, Libas 1, 7/182; İbn Mâce, Libas 23, Hadis no: 3605, 2/1192; Nesâi, Zekât 66; K. Sitte, 16/361
3932] Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 311-312
HARAM - HELÂL
- 853 -
bütün sarhoşluk veren içkileri haram kılmış, içmeyi yasaklamıştır: “Ey iman edenler! Şarap (alkollü içkiler), kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı zikretmekten/hatırlayıp anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçersiniz değil mi?” 3933
Âyet, içki yasağının hikmetini özlü olarak ifade etmektedir. Bugün tıp dünyası, içkinin insan sağlığına verdiği zarar üzerinde ittifak halindedir. İstatistikler ile bazı devletlerin zaman zaman teşebbüs ettiği içki yasağı, bunun, iktisadî, sosyal ve ahlâkî zararlarının en açık delilleridir. Peygamberimiz de içkinin dünya ve âhiret zararlarından bahsetmiş ve içkinin çirkinliğini belirtmiştir. “Allah, alkollü içkileri içen kişiye Cehennem’de azab göreceklerin irinlerini içirmeye and içmiştir.” 3934; “...İçki içme. Çünkü içki, bütün şerlerin/kötülüklerin anahtarıdır.” 3935
Peygamberimiz (s.a.s.) sadece içkiyi yasaklamakla kalmamış; içki içenleri bizzat cezalandırmıştır. Sahih-i Müslim’de bu husus şöyle rivâyet edilir: “Hz. Peygamber’e içki içmiş bir sarhoş getirildi. Peygamber ona yaprakları soyulmuş iki hurma değneği ile 40 kadar sopa vurdu.” 3936
Her sarhoş eden içki hamrdır ve haramdır. İslâm ulemâsına göre, azı veya çoğu sarhoşluk veren her içki, âyette geçen “hamr” mefhûmuna dâhildir ve haramdır. Bir soru üzerine Rasûlullah’ın (s.a.s.): “Her sarhoşluk veren şey hamrdır ve her hamr haramdır” 3937 buyurması bu hükmün sağlam delilidir.
Çoğu Sarhoş Edenin Azı da Haramdır: Sarhoşluk veren içkiler, zamanla alışkanlık ve bağımlılık sağladığı için az içenin giderek çoğa kaçtığı, önceleri az tesir ederken alışkanlık arttıkça aynı miktarın tesir etmediği görülmektedir. Bu sebeple içkiyi önlemenin en kesin yolu, azını ve çoğunu yasaklamaktır. İşte dinimiz de aynı yoldan yürüyerek çoğu sarhoş eden içkinin azını içmeyi de menetmiş, haram kılmıştır. İslâm müctehidlerinin büyük ekseriyeti, bu hükümde birleşmişlerdir. Rasul-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Çoğu sarhoş eden şeyin bir avucu da haramdır.” 3938
Kendisi içki içmese bile, içki içilen bir masaya, içki içilen bir yere girip oturmak da haramdır. “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse, üzerinde içki içilen sofraya/masaya asla oturmasın!” 3939
İçki Ticareti: Alkollü içkileri içmek yasak olduğu gibi, üzüm veya arpasını şarap veya bira fabrikalarına satan, onun nakliyesini yapan, dükkânında içki satan, aracı olan, içkiye direkt ve dolaylı vesile olan kimse de lânetlik bir haram işlemiştir. “Allah şaraba (alkollü içkilere), yapanına, yaptıranına, taşıyanına, taşıtanına, alım satımında bulunanına, parasını yiyenine, kendisi için satın alınanına, garsonuna ve
3933] 5/Mâide, 90-91
3934] Tâc, c. 3, s. 145
3935] İbn Mâce, hadis no: 4034
3936] Müslim; S. Müslim Ter. M. Sofuoğlu, c. 5, s. 306
3937] Müslim, Eşribe 73-75; Buhârî, Edeb 80, Ahkâm 21
3938] Tirmizî, Eşribe 3; Ebû Dâvud, Eşribe 5; Nesâi, Eşribe 25
3939] Tirmizî, Edeb 43; Ebû Dâvud, Et’ıme 18
- 854 -
KUR’AN KAVRAMLARI
içenine lânet etti.” 3940
Alkollü İlaç ile Tedâvi: Birisi Rasul-i Ekrem’e şarabı sordu. O da onu menetti. Soran adam: ‘Ben onu yalnızca ilâç ve tedâvi için yapıyorum’ deyince de: “O ilâç değil; derttir” 3941 buyurdu. Bu mealde olan hadislere dayanan âlimler, sarhoşluk veren içkilerin tedâvide kullanılmasını da câiz görmemişlerdir. Ancak, bu hüküm normal durumlara aittir. Eğer başkası bulunmadığı için içki veya alkollü ilâcı uzman ve müslüman bir doktor bir hastaya yazarsa, burada zarûret prensibi işler ve tedavi câiz olur.
b- Uyuşturucu Maddeler: Esrar, afyon, eroin, kokain, morfin gibi uyuşturucu maddeler, alkollü içkilerin tesirini de fazlasıyla taşımaktadırlar. Zararları da bu etki ölçüsünde fazladır. İslâm’ın ana kaynakları helâl ve haram olan şeylerin bir kısmını zikretmiş, geri kalanların haram ve helâl kılınma illetini taşımalarına göre hükme bağlanmasını istemiştir. Şu halde haram hükmünün illetini (sarhoş etme, uyuşturma) taşıyan bütün maddeleri vücuda almak haramdır.
c- Sigara ve Benzeri: Tütün, 15. Asırdan sonra yeni dünyadan İslâm ülkelerine girmiş, o zamandan beri de İslâm ulemâsı tütünün hükmü üzerinde durmuşlardır.
1- Tütünün mubah olduğunu söyleyenler, zararı olmadığı ve Şârî’ tarafından men edilmediği deliline dayanmışlardır. Hâlbuki:
a- Sigaranın zararı, bugün ilmen kesin olarak bilindiği için zararsız denemez.
b- Şârî’in men etmediğini söylemek de isabetli değildir. Çünkü Şârî’ her haramı ismen zikretmemiştir. Hüküm kaynakları yalnız sarîh ve hususî nasslar değildir. Nasslarda geçenlerin haram kılınış sebeplerine (illetlerine) bakılarak yapılan kıyaslar ve diğer istidlâl yolları vardır.
2- Sigara içmek mekruhtur diyenlerin dayanağı, kıyasla sabit bir hükme “haram” demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sahibi olmamalarıdır.
3- Sigara içmek (özellikle tiryakilik) haramdır diyenlerin mesnedi zarar, israf ve nafaka mükellefiyetidir. Zarar: Sigara hem içenin sıhhatine, hem de yanında bulunanların sıhhat ve rahatına zarar vermektedir. Rasul-i Ekrem (s.a.s.): “Ne doğrudan ne de karşılık olarak zarar vardır” 3942 buyurarak zarar vermeyi men etmiştir. Allah Teâlâ da “Kendinizi elinizle tehlikeye atmayın...” 3943; “kendinizi öldürmeyin...”3944 buyurmuştur. Malı faydasız yere harcamak da israftır. “Yiyin, için; isrâf etmeyin”3945 âyeti ile “Peygamber (s.a.s) malın boşa harcanmasını yasakladı”3946 hadisi, isrâfı haram kılmaktadır. Nafaka mükellefiyeti: Kocalar, babalar ve muhtaç yakınlarına bakan erkekler, nafaka (onların yiyecek, giyecek, mesken, tedâvi... ihtiyaçlarını temin) ile mükelleftir. Çoluk çocuğunun nafakasından keserek sigaraya
3940] Tirmizî, Büyû 58; İbn Mâce, Eşribe 6
3941] Müslim, Eşribe 12; Ebû Dâvud, Tıb 11
3942] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/327; Muvattâ, Akdiye, 31; İbn Mâce, Ahkâm 17
3943] 2/Bakara, 195
3944] 4/Nisâ, 29
3945] 7/A'râf, 31
3946] Buhâri, Zekât 18; Husûmât 3, İ’tisâm 3; Müslim, Akdiye 14
HARAM - HELÂL
- 855 -
para vermek haramdır.
Netice olarak denebilir ki: Bu üç sebepten birisinin gerçekleştiği yer, zaman ve durumda sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise mekruhtur. Her iki durumda da sigaranın içilmemesi, terkedilmesi dince gereklidir. Nargile ve enfiye gibi alışkanlıkların hükmü de sigara alışkanlığı gibidir.
Rabbimiz’in âyetleri ve Peygamberimiz’in açıklamaları ile belirlenen bütün bu haramlar, şüphesiz, mü’minlerin sağlığını koruma hikmetine dayanmaktadır. Bu yasaklara uymanın, -hâşâ- Allah’a bir katkısı olmaz, O âlemlerden müstağnîdir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah’ın hududuna riâyet edip haram ve helâllere itaat, insana dünya ve âhirette çok şey kazandıracaktır.
Yukarıda açıklanan maddeler dinimizde yasaklandığı gibi, İslâm’da kişinin hastalanması ve ölümüne sebep olabilecek zehirli, uyuşturucu ve zarar verici her çeşit maddeleri kullanmak, bunları yemek ve içmek de haram kılınmıştır. Sigara gibi zararları tıbben sâbit olmuş maddeleri kullanmak din açısından mahzurludur. Mü’minler, dinlerini koruyabilmek için helâllığı ve haramlığı şüpheli olan maddelerden de kaçınmakla yükümlüdürler. “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene sarıl! Doğruluk gönül rahatlığı, yalan ise kuşkudur.”3947; “Muhakkak helâl belli, haram da bellidir. Lâkin aralarında helâle de harama da benzer şüpheli şeyler vardır ki, onları insanların çoğu bilmez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse; dinini, ırzını (insanî kıymetini) korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan bir kimse, harama düşme tehlikesindedir. O, tıpkı sınır kenarında hayvan otlatan ve nerede ise yasak yerde otlatacak bir çoban gibidir. Bilin ki, her hükümdarın hudûdu vardır; Allah’ın sınırları ise haramlardır...” 3948
Doktorların, özellikle mü’min ve uzman doktorların, hastaları için sakıncalı görüp yasakladıkları maddelerin hastalar tarafından yenilip içilmesi de haramdır. 3949
Giyecek ve Süslenmede Haramlar
a - Giyinmekten Maksat: İslâm giyinmekten iki maksat güdüyor: Örtünmek (tesettür) ve güzel görünmek (ziynet). “Ey Âdemoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek giysi ve sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takvâ örtüsü ise bundan daha hayırlıdır. Allah’ın bu âyetleri öğüt almanız içindir. Ey insanoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı, babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın...” 3950; “Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin...” 3951
Bu âyetler örtünme ve kendine çeki-düzen verme konularında itidal sınırlarını çiziyor; açılıp saçılmayı da yakışıksız, rüküş giyinmeyi de mahkûm ediyor.
b- Kıyafet Temizliği: Kılık kıyafetin tesettüre uygun (örtücü) ve güzel olması yanında temizliği de İslâm’ın tâlîmâtı arasındadır: “Temizlenin, çünkü İslâm temizdir.” 3952 Müslüman toza toprağa karşı açıkta kalan el, kol, yüz, ayak gibi uzuvla3947]
Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 22, hadis no: 2637; Nesâî, Eşribe 50, hadis no: 5677; Dârimî, Büyû’ 2, hadis no: 2535
3948] Buhârî, İman 45, Büyû’ 5; Müslim, Müsâkat 107-108; İbn Mâce, Fiten 14, hadis no: 3984; Nesâi, Büyû’ 2, hadis no: 4431; Tirmizî, Büyû’ 1, hadis no: 1219; Ebû Dâvud, Büyû’ 1, hadis no: 3329-3330; İbn Mâce, Fiten 3984
3949] 2/Bakara, 195; 4/Nisâ, 29
3950] 7/A’râf, 26-27
3951] 7/A’râf, 31
3952] Tirmizî, Edeb 41
- 856 -
KUR’AN KAVRAMLARI
rını günde birkaç kere yıkamaya mecbur edilmiştir (abdest). Haftada bir iki kere bütün vücudunu yıkayacaktır (gusül).
Bir adam saçı, sakalı dağınık bir şekilde Rasûlullah’a gelmişti. Peygamberimiz (s.a.s.) düzeltmesini isteyen bir işarette bulundu, o da düzeltti. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Birinizin şeytan gibi saçı başı dağınık gelmesinden bu (şekil) daha iyi değil midir?”3953 Bir başkasını pasaklı bir elbise içinde görmüş ve şöyle buyurmuştur: “Bu adam, elbisesini yıkayacak bir şey bulamamış mıdır?” 3954; Düşük kaliteli bir elbise içinde kendisine gelen bir adamla aralarında şu konuşma geçmiştir: Rasûlullah (s.a.s.): “Malın var mı?” Adam: ‘Evet’ “Hangi çeşit mal?” ‘Allah bana her çeşit maldan verdi.’ “Mademki Allah sana mal verdi, şu halde nimet ve ikrâmının eserini/izini üzerinde görsün!” 3955
c- Altın ve Hâlis İpek Erkeğe Haramdır: Hâlis/saf ipek veya malzemesinin çoğu ipek olan giyecekler ile altını erkeğin giyecek, süs ve eşya olarak kullanması haramdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) ipeği sağ eline ve altını sol eline alarak: “bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır” demiştir.
Altın ve gümüşü kadının yalnızca ziynet eşyası olarak kullanmasına izin veren İslâm’ın erkeklere bunu haram kılmasının hikmetleri olarak şunları söyleyebiliriz:
Bu iki maden ve özellikle altın, asırlar boyu ya doğrudan doğruya para olarak yahut da para karşılığı teminat olarak kullanılmış, ekonomide büyük rol oynamıştır. Bunların ziynet ya da eşya olarak kullanılması ekonomiyi menfî yönde etkileyecektir. Yine, bunların ziynet ve eşya olarak kullanılması, toplama faydalar sağlayacak olan büyük bir sermayenin âtıl kalmasına sebep olmaktadır. Yine, Allah’ın erkekler için takdir ve tensîb buyurduğu fıtrat ve karakter altın ve ipekle süslenmeye muhtaç ve uygun değildir. Bunlarla birlikte, üste, başa; ele ayağa; eve barka serilmiş servetler dikkat, gıpta ve haset celbederler; sosyal adâlet duygusunu rencide ederler, fesâda sebep olurlar. İslâm, insanın maddî hayatı ile rûhî ve mânevî hayatı arasında ideal bir dengeyi hedef almıştır. Dışa bu ölçüde ihtimam rûhî hayatı zedelemekte, tekâmülü engellemektedir.
Kadına gelince: Onun fıtratı süse ve ziynete daha elverişlidir; diğer vasıflar yanında erkekte yiğitlik, kadında güzellik aranır. Kadına ziyneti tümüyle yasaklamak onun fıtratına ters düşer ve ağır gelir. Şâri’ onlara bu konuda ruhsat vermiş, fakat yabancı erkeklerden sakınmalarını emretmiş, ziynetlerini yoksullara iyreti/karşılıksız vermelerini tavsiye buyurmuştur.
d- Kadının Elbisesi: İslâm kadının, nâmahrem olanlara karşı örtünmesini emretmiştir. Kadın kıyafetinin şu üç ölçüye uygun olması şarttır:
1) Kadının elbisesi, vücudunu göstermeyecek kadar kalın olacaktır.
2) Göğüs, bel, kalçalar gibi şehvet çekici uzuvları teşhir edecek kadar sıkı ve dar olmayacaktır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Cehennemliklerden iki sınıf vardır ki ben onları (dünyada) görmedim: Birincisi, yanlarında bulunan öküz kuyruğu gibi kırbaçlarla halkı kırbaçlayan kimseler. İkincisi, giyinmiş çıplak, (kalçasını) oynatan,
3953] Muvattâ, Şa’r 7
3954] Ebû Dâvud, Libâs 14; Ahmed bin Hanbel, 7/357
3955] Ebû Dâvud, Libâs 14; Tirmizî, Birr 63, Edeb 45
HARAM - HELÂL
- 857 -
salınarak yürüyen, başları, salınan deve hörgücü gibi kadınlardır. Bunlar cennete giremezler, onun kokusunu da alamazlar; hâlbuki onun kokusu mesâfelerin ötesinden alınır.”3956 Bu hadiste geçen “giyinmiş çıplak” ifadesi “bazı yerlerini örtüp bazı yerlerini açan veya ince/şeffaf veya dar elbise giyen kadınlardır” şeklinde açıklanmıştır. Bu ifadeyi, “örtülü olmalarına rağmen davranışları ile karşı cinsin cinsî duygularını tahrik eden kadınlar” şeklinde anlamak da mümkündür.
3) Kadın erkeğe, erkek de kadına benzemeye özenmeyecektir. Her iki cinsin kendilerine âit özellikleri ve buna uygun kıyafetleri vardır. Karşı cinse özenti bir ruh bozukluğu ve ahlâkî sapıklıktır. Bu sebeple Peygamberimiz erkeğin kadın, kadının da erkek elbisesi giymesini menetmiş, 3957 karşı cinse benzeme özentisini lânetlemiştir. 3958
e- Süslenme: İ’tidâl dini olan İslâm, insanların yaratılıştan mevcut özellik ve güzelliklerini belirli hale getiren süsü, boyamayı, takınma ve giyinmeyi -bazı şartlarla- mubah kılmıştır. Ancak fıtratı, yaratılışın verilmiş özellik ve şekilleri değiştirme mânâsında süs, makyaj ve değiştirmeleri yasaklamış, bunları şeytanî saymıştır; çünkü şeytan şöyle demişti: “Şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler.”3959 Yaygın olan bazı süsleme ve değiştirme çeşitlerini sıralayalım:
1) Dövme yaptırmak ve dişlerin şeklini değiştirmek: Hz. Peygamber (s.a.s.) vücuduna dövme yaptıran ve yapana, (normal) dişleri yontarak şeklini değiştiren ve bunu yaptırana lânet etmiştir. 3960 Tıbbî ve estetik bakımlardan normal olan dişleri, moda olan şekle uydurmak için söktürüp yaptırmak câiz değildir. Gerek iğne batırıp açılan deliklere boyalı maddeler dökerek yapılan dövme ve gerekse diş minelerini mahveden dişleri seyrekleştirme/yontma işinin sağlık yönünden de zararlı olduğu bilinmektedir.
2) Estetik ameliyat: Büyük paralar sarfıyla burun, çene, göğüsler gibi uzuvların şeklini değiştirmekten ibâret olan estetik ameliyatın da yukarıdaki âyet ve hadislerde belirtilen haram kapsamına girdiği anlaşılmaktadır. Ancak, insanı aşağılık kompleksine iten, toplum içinde mânen işkence çekmesine sebep olan bir anormallik veya fazlalık olursa bunun izâlesi tedâvi mâhiyetindedir. Peygamberimiz (s.a.s.) güzellik için dişlerini seyrekleştirenleri lânetlemiştir.3961 Burada geçen “güzellik için” kaydı, bir ihtiyaç sebebiyle yapılan ameliyeleri istisnâ etmektedir.
3) Kaş aldırmak: Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.) lânetine kaş aldıran ve alanlar da dâhildir.3962 Kaş aldırmak, kaşın kıllarını yolarak iyice inceltmek ve kaşı yukarıya almak sûretiyle yapılmaktadır. Bu, hilkati değiştirme mâhiyetindedir. Ancak, kadının yüzünde biten kılları aldırmasını bir kısım İslâm ulemâsı câiz görür.
4) Peruk takmak: Rasûlullah’ın menettiği ve lânetlediği şeylerden biri de saçı
3956] Müslim, Libâs 125
3957] Ebû Dâvud, Libâs 28; Ahmed bin Hanbel, II/325
3958] Buhârî, Libâs 61; Ebû Dâvud, Libâs 27; Tirmizî, Edeb 34
3959] 4/Nisâ, 119
3960] Müslim, Libâs 119; Buhârî, Libâs 82-87
3961] Buhârî, Libâs 82, 84; Müslim, Libâs 120
3962] Ebû Dâvud, Teraccül 5; Buhârî, Libâs 82, 84; Müslim, Libâs 120
- 858 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dökülen veya dökülmeyen kimselerin başlarına başkalarının saçlarını koymaları veya bunları eklemeleridir. Saç takma ve eklemede hem tabii şekli değiştirmek, hem de karşısındakini yanıltmak, ona genç görünmek vardır ki, İslâm bunları hoş görmemiştir.
5) Saç ve sakalı boyamak: Peygamberimiz’in (s.a.s.) çağında yahûdi ve hıristiyan ihtiyarları ağaran saç ve sakallarını boyamazlardı; onlara benzemesinler diye yaşlı sahâbiler boyamaya teşvik edilmişlerdir.3963 Boyanın rengi üzerinde durulmuş, siyaha boyamanın cevazı tartışılmıştır. Kına kırmızısı ve kırmızı-siyah karışımı bitkisel boyalarla boyamak ittifakla câizdir. Kadınların siyaha boyamaları genellikle câiz görülmüştür. Rasûl-i Ekrem’in, kâfirlere benzememek için saç ve sakal boyama emri “teşvik emri” olarak telâkki edilmiş, bu sebeple Ebû Bekir, Ömer (r. anhumâ) gibi sahâbiler boyamış, Ali, Ubey, Enes (r. anhum) gibi sahâbiler ise boyamamışlardır.
6) Sakal bırakmak: Rasûlullah: “Müşriklere muhâlefet edin (benzemeyin); sakalları bırakın, bıyıkları kırpın” 3964 buyurmuştur. Bu ve benzeri hadisler ile tatbikata bakan cumhûr sakalı tıraş etmenin haram olduğu neticesine varmışlardır. Kadı Iyâd, bunun mekruh olduğunu söylemiştir. Aynı mâhiyette olan boyama emrini yerine getirmenin farz ve terkinin haram sayılmaması bu görüşü destekler. Bazı çağdaş âlimler bunun bir âdet meselesi olduğunu düşünerek mubah olduğunu söylemektedirler. Kardavî, sakalı tıraş etmenin mekruh olduğu görüşündedir. 3965
Ev Eşyalarında ve Ev Gereçlerinde Haramlar
Ev Eşyası: Her canlının bir yuvası, bir meskeni vardır; insanın yuvası da evidir. Peygamberimiz: “Dört şey mutluluk vâsıtalarındandır: İyi (sâliha) eş, geniş ev, iyi komşu ve rahat binek”3966 buyurarak evin insan hayatındaki önemini belirtmiş, ayrıca temiz tutulmasını istemiştir.3967 “De ki: ‘Allah’ın kulları için yarattığı güzellikleri... kim haram kılmıştır?” 3968 âyeti evin çiçekler, nakışlar ve şekiller ile süslenmesini de câiz kılmaktadır. Rasûlullah (s.a.s.): “Kalbinde zerre miktarı kibir olan kimse cennete giremez” buyurunca, bir adam: ‘kişi, elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasından hoşlanıyor?’ diye sormuş, “Şüphesiz Allah güzeldir, güzeli sever” cevabını almıştır. 3969 Ancak, bu izinler ve teşvikler mutlak değildir; bazı kayıtlar ve yasaklar vardır:
a- Altın ve gümüş kaplar, ipek sergiler: Sahâbeden Huzeyfe (r.a.) şöyle diyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bizim, altın ve gümüş kaptan yiyip içmemizi, ipek giymemizi ve ipek sergi üzerine oturmamızı men etti ve şöyle buyurdu: “Bunlar dünyada onlar (kâfirler), âhirette ise bizim içindir.”3970 Bu hadis, altın ve gümüşün kap kacak ve ev eşyası, ipeğin de sergi vb. olarak kullanılmasını erkek ve kadın bütün müslümanlara haram kılmaktadır. Gazzâlî, bu mâdenlerin ekonomik hayattan çekilerek evde kullanılmasının topluma zararını, “bu, şehrin valisini, dokumacılık veya süpürgecilikte kullanmaya benzer ki, onu hapsetmekten daha kötüdür” sözleriyle
3963] Buhârî, Enbiyâ 50, Libâs 67; Müslim, Libâs 80
3964] Buhârî, Libâs 63, 64
3965] Kardavî, İslâm'da Helâl ve Haram, s. 98-100
3966] İbn Hibbân rivâyet etmiştir
3967] Tirmizî, Edeb 41
3968] 7/A'râf, 32
3969] Müslim, İman 147
3970] Buhârî, Eşribe 28, Et'ıme 29; Müslim, Libâs 4, 5
HARAM - HELÂL
- 859 -
ifade ediyor. 3971
b- Heykel: “İçinde heykeller bulunan eve melekler (rahmet melekleri) girmez.” 3972; “Kıyâmet günü azâbı en şiddetli olacaklardan biri de bu sûretleri yapanlardır.”3973 gibi hadisler müslümanın evinde heykel bulundurmasına ve heykel yapmasına engeldir. Bunların haram kılınmalarının hikmet ve sebebine gelince:
1) Çeşitli devir, yaş ve çevrelerde heykele tapıldığı için bu hâtırayı silerek tevhidi korumak,
2) Heykeltıraşın yaratma vehmi gibi kula yakışmayan duygu ve düşüncelere kapılarak şirke veya günaha girmesini önlemek,
3) Heykel yapımının ve sanat anlayışının bir sınırı bulunmadığından sahte tanrılar, çağdaş tâğutlar, dinî semboller, çıplak kadınlar gibi İslâm’a zıt şeylerin heykelleştirilmelerine engel olmak,
4) Faydasız ve gereksiz sarfı, isrâfı, lüksü men etmek.
Heykeli büyüklere saygı ve kahramanların hâtıralarını ebedîleştirmek gâyelerine bağlayarak savunanlara karşı İslâm düşüncesi şöyledir:
1) Her zaman ve her yerde bu gibilerin heykelleri yapılmamıştır. Âdi, alçak, zâlim, müstebit, sahte kahramanların da heykelleri yapılmış, bu gerçek, mezkür hikmeti ortadan kaldırmıştır.
2) Müslümanın dünyada ebedîleşmek gibi bir gâyesi yoktur. Mü’min, Cemâl-i İlâhînin seyrinde, Fahr-i Kâinat’ın sohbetinde sonsuz mutluluklara ereceğini umduğu ebedî âlemlerin hasretini çeker.
3) İslâm’da hizmet Allah rızâsı için yapılır ve hizmet eden, bu niyeti (ihlâsı) bozulmasın diye teşhirden kaçar. İslâm’da güzel sanatların heykelden başka alanlara yönelmesinin sebebini de yukarıdaki maddelerde aramak gerekecektir. İlle heykel yapılacaksa, soyut heykelin çok geniş imkânlarından yararlanılabilir.
c- Heykel Şeklinde Oyuncak: Çocukların oynadığı bebek, hayvan vb. oyuncaklar, heykel mânâ ve mâhiyetinde olmadığı için câiz görülmüştür. Nitekim Hz. Âişe’nin evliliğinin ilk yıllarında çocukluk arkadaşlarıyla bu çeşitten oyuncaklar oynadığını Rasûl-i Ekrem görmüş ve tasvip etmiştir. 3974
d- Resim: Heykel şeklinde olmayan, kâğıt, sergi, örtü, duvar gibi yerlere yapılan resimler hakkındaki hadisler bunun mutlak olarak haram veya helâl olduğunu göstermiyor; resmin konusuna, ressam veya resmi kullananın maksadına ve kullanıldığı yere göre çeşitli hükümler getiriyor.
1) Mukaddes sayılan, tapınılan, tanrılık izâfe edilen şeylerin ve tâğutların resimlerin yapmak ve kullanmak haramdır.
2) İslâmî ahkâm ve ahlâka aykırı olan çıplak insan vb. resimlerini yapmak ve kullanmak da haramdır.
3971] İhyâ, Sabır ve Şükür Kitabı/Bölümü
3972] Buhârî, Bed'u'l-Halk 7, Meğâzî 12; Müslim, Libâs 87
3973] Buhârî, Edeb 75; Müslim, Libâs 96
3974] Buhârî, Edeb 81; Müslim, Edeb 54
- 860 -
KUR’AN KAVRAMLARI
3) Bunların dışında kalan resimlerden canlılara ait olmayanları mubahtır, yapmak ve kullanmak serbesttir. Nitekim İbn Abbas bir ressama, resim yasağını naklettikten sonra şöyle demiştir: “İlle de yapacaksan ağaçların ve ruhu olmayan şeylerin resimlerini yapman gerekir.” 3975
4) Canlılara gelince, hadislerden bir kısmı Peygamberimiz’in bunları tasvip etmediğini, diğer kısmı ise, özellikle çiğnenen sergide, yaslanılan yastıkta, oturulan minderde... olduğu zaman câiz gördüğünü ifade etmektedir. Bunlardan çıkan netice, böyle resimlerin -dinî bir takdis ve ta’zîme götürmedikçe- câiz olduğudur. Titizlik gösterilen nokta, tevhîdin korunmasıdır. Tahâvî’nin şu ifadesi bu anlayışı destekliyor: “Rivâyet ettiğimiz hadisler, elbise üzerindeki resimleri, yasaklanan resimlerin dışına çıkarmaktadır. Yasaklanan resimler, hıristiyanların kilise duvarlarına yaptıkları veya bezlere yapıp astıkları resimler kabilinden olanlardır.” 3976
Resim (sûret) hakkındaki hadislerden anlaşıldığına göre Rasûlullah, önceleri, tevhid inancı ruhlara yerleşinceye kadar resim hakkında titiz davranmış, sonraları mahzuru olmayan noktalarda ruhsatlar vermiştir. Bazı âlimler, canlı-cansız ayrımını göz önüne alarak mücessem (üç boyutlu, gölgeli) olmayan veya hayatî bir uzvu eksik bulunan resimleri de cansızlara katmış, câiz görmüşlerdir. Çünkü bunların, mezkür şekil ve eksiklik içinde canlı olmaları mümkün değildir.
Geleneksel Görüşün Eleştirisi; Put Amaçlı Olmayan Resim ve Heykelin Cevazı
Allah’a teslim olmuş muvahhid bir müslüman için sorun, Kur’ânî ilkelerin yorumlanması ve hayata geçirilmesi noktalarında odaklaşacaktır. Haramlığında şüphe bulunan hususlarda cesaret fıska; ihtiyat ise takvâya götürür. “Üzümünü ye, bağını sorma!” anlayışı materyalist inancın (veya inançsızlığın) sonucudur. Haramdan kaçınmak için, bağını sorup öğrenmediğin üzümü yememek, haramlığına dair bir şüphe varsa, ihtiyatlı davranarak sakınmak müslümana yakışan takvâdır. Sanatçı gönül eri olduğundan, Allah’ın sanatına hayran bir ruha sahip bulunduğundan, takva herkesten önce ona yakışır. Takvanın getirileri sadece öteki dünya ile sınırlı değildir. Sanattaki bu ihtiyat da, yeni konulara, orijinal ürünlere kapılar açacaktır ve tarihsel süreç içinde de açmıştır.
Kur’an ve hadisin, dini emir, yasak ve uygulamalara ters düşmemek kaydıyla tasviri esastan ve temelden yasakladığını söylemek mümkün değildir. Tasvirin haram ve mubah olmasındaki ölçünün, onun mesajı ve kullanıldığı yer olduğu söylenebilir. Yoksa, salt olarak tasvir haram ise, Hz. Âişe’nin, üzerinde sûret bulunan minder ve yastık kullanması Peygamberimiz tarafından sükût ve takrirle karşılanmazdı. Salt olarak tasvir yasak kabul edilse, günümüzdeki fotoğrafın her türlüsünün haram olması icap ederdi. Bu da konusu ve amacı ne olursa olsun, sinema ve televizyondaki her türlü görüntünün de tamamıyla haram olmasını beraberinde getirecekti. (Hâlbuki hiçbir meşhur âlim böyle düşünmemekte.) Hz. Süleyman örneğinde görüldüğü gibi, Kur’an salt olarak heykeli yasaklamaz. Kur’an put amaçlı heykelleri kesin dille ve ısrarla yasaklar.
Hz. Süleyman döneminde, put görevi üstlenmediği ve sadece sanat eseri
3975] Buhârî, Büyû' 104; Müslim, Libâs 99
3976] Tahâvî, Şerhu Maâni'l-Âsâr, 4/282-288
HARAM - HELÂL
- 861 -
olduğu anlaşılan heykele (timsâl) hoş gözle bakan, eleştirmeyen Kur’an’ın,3977 İbrâhim (a.s.) döneminde put görevi üstlendiği için put-heykellerle mücâdeleyi emrettiğini hatırlayalım. Aynı “timsâl” (heykel) kelimesini Kur’an bu sebepten tavır alarak ifâde eder: “İbrâhim babasına ve kavmine: ‘Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller nedir böyle?’ demişti.”3978 O büyük peygamberin ateşe atılma pahasına heykelleri kırıp devirmesini Kur’an, tüm muvahhid mü’minlere örnek olsun diye geniş şekilde açıklar.
Saygı duymak ve tapmak amacıyla yapılmış veya bu amaca hizmet eden insan heykelinin, putlaştırılmaya yol açma ihtimali olan kişilerin duvarlara asılabilecek ve saygı duyulacak resimlerinin haramlığında ittifak vardır. Tevhid inancının temel esaslarını korumak bu yasağın en büyük hikmetidir. Kendi eliyle yaptığına tapma ahmaklığını bazı insanlar, sadece eski câhiliyye döneminde değil; şu asırda ve çok yakınlarımızda bile göstermekte. Sadece imal ettiği halde “yaratma” vehmine kapılmak, çıplak kadın heykeli, sahte tanrılar, batıl dinlerin sembolleri gibi şeyler yapmaya kalkmak ve bunların demirden, tunçtan yontusu için büyük paralar sarf etmek, faydasız bir lüks, yani israf, heykelin dinen kaçınılması ve soğuk görülmesi için diğer hikmetler. Tasvir, kralların, diktatörlerin ve siyasi liderlerin büyük olduğu fikrinin halkın zihnine işlenmesine yarayan en önemli araçlardan biridir. İster resim, ister heykel şeklinde olsun, tasvir, müstehcenliğin yayılmasında da, yığınların çeşitli şekillerde saptırılmasında da geniş olarak kullanılmıştır. Bu gerekçelerden yola çıkarak, tasvir tasvip görmemiştir. Tarih boyunca her türlü canlı resmine, özellikle insan figürüne âlimler ve müslüman sanatçılar soğuk ve ihtiyatlı yaklaşmıştır.
Resim ve heykelin soyut olanına İslam hiç bir yasak koymaz. Dolayısıyla resimle veya heykelle uğraşmak isteyen ihtiyatlı müslüman için soyut resim ve heykelin kapıları ardına kadar açıktır. Modern resim ve heykel sanatı bile soyut resim ve heykele yöneldi. Minyatür modernize edilebilir, soyut resmin sınırsız imkân ve güzelliklerinden yararlanılabilir. Hat modern resme adapte edilebilir. Heykelden tebliğ amaçlı olarak da yararlanılabilir. Allah’ı, âhireti, ölümü, kulluğu hatırlatan, canlı figürlerden uzak, soyut heykel ve anıtlar gerekirse meydanlara dikilebilir. İsrafa kaçmadan ve yararlı bir şekilde müslümanca bu sanatlarla uğraşılabilir.
Put konumundaki resim ve heykeller… Hadis-i şeriflerdeki putperestliğe yol açan sûret yapmayı net şekilde yasaklayan ifadelerin, hangi amaçla olursa olsun gölgeli ve gölgesiz tüm sûret yapmaları kapsadığını düşünen eski âlimlerin değerlendirmesiyle canlıların resmi, özellikle insan figürü resimde yasak kabul edilmiş. Özellikle heykel için bu yasaklık daha net olarak vurgulanmış. Câhiliye devrinde insanların kendi elleriyle yaptıkları putlara tapmalarına şâhid olan Hz. Peygamber’in şirk ve putperestliğe sert tavır almasından daha doğal bir şey olamazdı. Tevhid inancının temel esaslarını korumak, bu yasağın en büyük hikmetidir. Kendi eliyle yaptığına tapma ahmaklığını bazı insanlar, sadece eski câhiliyye döneminde değil; şu asırda ve çok yakınlarımızda bile göstermekte. Sadece imal ettiği halde “yaratma” vehmine kapılmak, çıplak kadın resim ve heykeli, sahte tanrılar, bâtıl dinlerin sembolleri, kutsallaştırılan tâğut sûretleri gibi şeyler yapmaya kalkmak ve bunların betondan, demirden, tunçtan yontusu için büyük
3977] Bk. 34/Sebe', 13
3978] 21/Enbiyâ, 52
- 862 -
KUR’AN KAVRAMLARI
paralar sarfetmek, faydasız bir lüks, yani israf, heykelin yasak kabul edilmesi için diğer hikmetler.
Kur’an’ın direkt yasaklamamasına rağmen, tarih boyunca İslâm düşünce ve fetvâlarında canlılara ait resim ve heykellerin yasak kabul edilmesinin, bazı iddiâ ve zanların aksine, sanat için çok olumlu etkileri vardır. Biyolojik bir vâkıadır ki, kullanılmayan bir kabiliyet, kullanılmakta olan diğer yeteneği takviye eder. Meselâ bir âmânın hâfızası ve hassâsiyeti normal insanlarınkinden kat kat üstündür. Meyvesini çoğaltmak için ağacın budanması gibi canlı yaratıkların resim, yontma ve heykellerinin tasvirinden uzak kalan sanatkârın kabiliyeti diğer sahalarda daha büyük kuvvetle kendini gösterir. Hat sanatı, minyatür, arabesk, stilizasyon ve her çeşit süsleme sanatındaki müslüman sanatçının başarıları bunun delilidir. Resim ve heykelin soyut olanına İslâm’ın hiçbir yasak koymadığını, bu konuda hiçbir ihtilaf olmadığını belirtelim. Canlı varlıkların ve özellikle insanın resim ve heykelini, putperestliğe hiç âlet edilmemiş olsa bile gelenek gereği yasak sayanların bu konuda da alternatifleri çoktur. Dolayısıyla resimle veya heykelle uğraşmak isteyen için soyut resim ve heykelin kapıları ardına kadar açıktır, tarihsel süreçte de kimse bunu yasaklamamıştır. Modern resim ve heykel sanatı bile soyut resim ve heykele yöneldi. Minyatür modernize edilebilir, soyut resmin sınırsız imkân ve güzelliklerinden yararlanılabilir. Hat modern resme adapte edilebilir. Heykelden tebliğ amaçlı olarak da yararlanılabilir. Allah’ı, âhireti, ölümü, kulluğu hatırlatan, canlı figürlerden uzak, soyut heykel ve anıtlar gerekirse meydanlara dikilebilir. İsrafa kaçmadan ve yararlı bir şekilde müslümanca bu sanatlarla uğraşılabilir.
Put amaçlı veya tâğutların putlaştırılmasına hizmet eden insan ve hayvan figürlerine âit heykellerin ve dans, bale gibi etkinliklerin sanat kabul edilmesi bizim açımızdan mümkün değil. Herhangi bir şirke, küfre veya harama âlet ve vesîle olan şekliyle sanat kabul edilenlerin güzelliği de meşrûluğu da kaybolur. Genel ölçü, Allah’a yaklaştıran herhangi bir şey meşrû, Allah’tan uzaklaştıran; tâğutlara, şeytana, nefsin hevâsına hizmet eden herhangi bir şey çirkin ve yasak. Müslümana göre sanatın mutlaka bir hayra hizmet etmesi ve yalan değil, hakikat olması gerekir. Tabii ki dinî ölçüler, selim akıl ve fıtrat kalıpları içinde güzel olması, estetik, zevke uygun olması şarttır ki sanat olabilsin. Bütün bu sanatlar vecd, tefekkür ve tebliğe hizmetleri ölçüsünde dince makbuldür.
Resim ve heykele gelince... Canlı resmi, özellikle insan figürü resimde müslümanların tarihi boyunca soğuk karşılanmış. Özellikle heykel için bu soğukluk, haram ve put hükmü verilerek yasaklık yönüyle daha ileri boyutta algılanmıştır. Tevhid inancının temel esaslarını korumak, bu yasağın en büyük hikmetidir. Kendi eliyle yaptığına tapma ahmaklığını bazı insanlar, sadece eski câhiliyye döneminde değil; şu asırda ve çok yakınlarımızda bile göstermekte. Sadece imal ettiği halde “yaratma” vehmine kapılmak, çıplak kadın heykeli, sahte tanrılar, bâtıl dinlerin sembolleri gibi şeyler yapmaya kalkmak ve bunların demirden, tunçtan yontusu için büyük paralar sarfetmek, faydasız bir lüks, yani israf, heykelin yasaklanması için diğer hikmetleri kabul edilir.
Ama klasik değerlendirmelerin aksine, Kur’an’dan yola çıkarak put özelliği taşımayan resim ve heykellerin câiz olacağı görüşünü benimsemek daha doğru olur diyebiliriz. Çünkü;
HARAM - HELÂL
- 863 -
İbrâhim (a.s.) döneminde, put görevi üstlendiği için ateşe atılma pahasına devrilmesini ister. Vahyin emriyle bütün peygamberler ve muvahhid mü’minler, put-heykellerle mücâdele etmek zorunluluğunu hissetmiştir. “İbrâhim babasına ve kavmine: ‘Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller nedir böyle?’ demişti.”3979 Ve heykellere tapınma şeklinde saygı duyanlara şöyle haykırır: “Yuh olsun size ve Allah’ın dışında tapmakta olduklarınıza (put heykellere), siz aklınızı hiç kullanmaz mısınız?”3980 Elbette, yaşadığı dönemde yine put görevi üstlenip saygı duyulan heykellere Hz. Muhammed (s.a.s.), kendisi gibi tevhid önderi olan putkıran dedesi İbrâhim Peygamber gibi onları yeryüzünden kaldırmak için savaşları göze almış, her türlü mücadeleyi yaparak putları devirmiştir. Bununla birlikte, Kur’ân-ı Kerim, Süleyman (a.s.) döneminde, put görevi üstlenmediği ve sadece sanat eseri olduğu anlaşılan heykele (timsâl) hoş gözle bakar, eleştirmez.3981 Biricik önderimiz Peygamberimiz’in de Hz. Âişe’nin küçük yaşlarda iken oyuncak olarak oynadığı kanatlı at heykeli gibi put özelliği taşımayan ve saygın konumda bulunmayan eserlere hiçbir yasak koymadığını değerlendirebiliriz.
Efendimiz (s.a.s.), Tebük ya da Hayber gazvesinden dönmüştü. Hz. Aişe’nin eşyalarını koyduğu rafların üzerinde örtü vardı. Rüzgâr esti ve Hz. Aişe’nin oyuncaklarının üzerinde bulunan örtüyü bir kenarından açtı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.): “Ey Aişe bunlar nedir?” diye sordu. Aişe annemiz: “Kızlarım” diye cevap verdi. Hz. Peygamber oyuncakların arasında iki kanatlı at gördü ve: “Oyuncakların arasında gördüğüm bu nedir?” diye sordu. Hz. Aişe: “At” diye cevap verdi. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Üzerindekiler nedir?” deyince. Hz. Aişe: “Kanatlarıdır” diye cevap verdi. Efendimiz (s.a.s.): “Atın kanatları olur mu?” dediğinde Hz. Aişe: “Hz. Süleyman’ın atlarının kanatlarının olduğunu işitmedin mi?” şeklinde cevap verdi. Aişe annemiz der ki: “Rasûlullah (s.a.s.) bunu işitince, azı dişleri görünecek kadar güldü.” 3982
Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) bir seferden dönmüştü. (O yokken) ben, yüklüğün önüne, üzerinde resimler bulunan bir bez (perde) çekmiştim. Rasûlullah perdeyi görünce, çekip attı, (öfkeden) yüzü de renklenmişti. “Ey Âişe!” buyurdular, “Bil ki, kıyamet günü insanların en çok azap görecek olanı Allah’ın yarattıklarını taklit edenlerdir.” Hz. Âişe (r. anhâ) devamla: “Biz o bezi kestik, bir veya iki minder yaptık.” demiştir.3983 Bu hadîs-i şerîf, duvara asılı olduğu takdirde haram olan resmin minder yüzü yapılarak yere konulması halinde kullanılabileceğini ifade etmektedir. Yani, yasağın illeti olarak resmin yüceltilip kutsallaştırma ihtimali olunca, yasak olması söz konusudur. Yerde bulunması gibi, yüceltilip kutsallaştırılma, dolayısıyla put konumuna geçme riski olmadığında helâl hükmü taşıdığı değerlendirilir.
Ölçüyü şu şekilde güncelleştirebiliriz: Saygı duyulup putlaştırılan heykelleri ve hatta resim ve fotoğrafları bırakın sanat eseri olarak kabul etmeyi, kişiyi dinden çıkarıp müşrik yapan bir araç, put olduğu için çok çirkin ve yıkılıp yok edilesi bir nesne olarak görmek zorundadır muvahhid müslümanlar. Fakat, hiçbir put özelliği taşımayan ve salt sanat eseri kabul edilen ve başka haramlara da yol
3979] 21/Enbiyâ, 52
3980] 21/Enbiyâ, 67
3981] Bk. 34/Sebe', 13
3982] Ebû Dâvud, Edeb, 54, 62; Nesâi
3983] Buhârî, Libâs 91, 95
- 864 -
KUR’AN KAVRAMLARI
açmayan, tâğut ve küfür önderlerini de çağrıştırmayan fotoğraf, resim ve hatta heykellere Kur’an ve Sünnet, haram hükmünü koymaz (Bu konuyla ilgili olarak gerekiyorsa, İslâm’da Helâl ve Haram konusunu işleyen kitaplara ve “put” kavramına bakınız). Ama bir harama sebep oluyorsa hükmünün haram, bir şirke sebep oluyorsa hükmünün şirk olacağı da unutulmamalıdır.
Tahâvî konumuzla ilgili olarak şunları söyler: “Peygamberimiz’in (s.a.s.) İslâmiyet’in ilk yıllarında her türlü put, sûret ve resimleri menetmesinin sebebi; putperestlik üzerinden uzun bir süre geçmemiş olmasıdır. Put ve benzeri şeylere bir daha dönülüp ibadet edilmesin diye put ve ona yol açan her sûret ve resim yasaklanmıştı. Sonra İslâmiyet yayılıp, esasları iyice yerleşip anlaşıldıktan sonra putlar ve benzeri şeyler hakkındaki yasak devam etti; ama bez ve kâğıt ya da benzeri şeyler üzerine yapılan resimlere dokunulmadı, bir bakıma serbest bırakıldı. Çünkü artık bu gibi resimlere saygı gösterenler olmazdı.”
Resme Olumsuz Bakanların Delillerine ve Takvâya Gelince…
Aşağıdaki hadîs-i şerifler de put amaçlı heykel yapmanın haramlığına delâlet etmektedir:
İbn Abbas (r.a) den: “Ebu Talha’nın Resulullah’tan (s.a.s) dinlediği şu hadisi ben de ondan dinledim: “Melekler, içinde köpek ve heykel (put) olan eve girmezler.” 3984
“Benim yarattığım gibi yaratma yoluna girmeye kalkışandan daha zalim kim vardır. Şu halde onlar, haydi bir zerre yaratsınlar, bir tane yaratsınlar, bu arpa yaratsınlar.” 3985
İslâm heykel edinmeyi yasakladığı gibi, gayri müslimler için yapsa bile, onun sanatıyla uğraşmayı da haram kılmıştır. Abdullah b. Ömer, Nâfi’ye Resulullah (s.a.s)’in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “Şu sûretleri yapanlar, kıyamet gününde azab görecekler ve onlara: Yarattığınız bu sûretlere hayat verin “ denecek.” 3986
Said b. Ebû’l-Hasen’den: “Bir adam Abdullah b. Abbas’a gelerek, “Ben şu suretleri yapan (geçimini bundan sağlayan) birisiyim. Bunlar konusunda bana fetva ver.” dedi. İbn Abbas, “Bana yaklaş” dedi. Adam ona yaklaştı. Sonra, “Bana yaklaş” dedi. Adam ona yaklaştı, ta ki İbn Abbas elini onun başı üzerine koydu ve, “Resulullah (s.a.s)’den işittiğimi sana haber vereceğim; O şöyle buyurdu: “Her sûret yapan cehennemdedir. Onun yaptığı her sûrete bir can verilir ve bu, kendini yapana cehennemde azabeder.” Sen mutlaka bunu yapmak zorunda isen, ağaç veya cansız şeylerin resmini yap” dedi.” 3987
Ben bu konuda yasak içeren ifadelerin, henüz putperestliğin tüm kökleri kurutulmadığı ve yapılan sûretlerin (resim ve heykellerin) putlaştırılabileceği ihtimali ile ilgili olduğu kanaatini taşıyorum. Putlaştırılma ihtimali olmayan resim ve hatta soyut heykellerin caiz olduğu görüşüne katılıyorum. Bununla birlikte takvâ, şüpheli şeylerden kaçınmayı gerektirir. Eğer kalp tatmin olmazsa kişi şüpheli şeyleri terk etmelidir.
İslâm’da canlı resim ve heykellerin müslümanların tarihi boyunca tümden yasak kabul edilmesinin, bazı iddiâların aksine, sanat için çok olumlu etkileri
3984] Nevevî, Müslim Şerhi, Xll, 84
3985] Nevevî, Müslim Şerhi, XII, 90
3986] İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, Şerhu Sahihi’l-Buharî, Xll, 508
3987] Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, XII, 93
HARAM - HELÂL
- 865 -
de olmuştur. Biyolojik bir vâkıadır ki, kullanılmayan bir kabiliyet, kullanılmakta olan diğer yeteneği takviye eder. Meselâ bir âmânın hâfızası ve hassâsiyeti normal insanlarınkinden kat kat üstündür. Meyvesini çoğaltmak için ağacın budanması gibi canlı yaratıkların resim, yontma ve heykellerinin tasvirinden uzak kalan sanatkârın kabiliyeti diğer sahalarda daha büyük kuvvetle kendini gösterir. Hat sanatı, minyatür, arabesk, stilizasyon ve her çeşit süsleme sanatındaki müslüman sanatçının başarıları bunun delilidir. Resim ve heykelin soyut olanına İslâm’ın yasak koyduğunu zaten hiçbir kimse iddia etmez. Dolayısıyla resimle veya heykelle uğraşmak isteyen için soyut resim ve heykelin kapıları tarihten bu yana ardına kadar açıktır. Modern resim ve heykel sanatı bile soyut resim ve heykele yöneldi. Minyatür modernize edilebilir, soyut resmin sınırsız imkân ve güzelliklerinden yararlanılabilir. Hat modern resme adapte edilebilir. Heykelden tebliğ amaçlı olarak da yararlanılabilir. Meselâ Allah’ı, âhireti, ölümü, kulluğu hatırlatan ve canlı figürlerden uzak, soyut heykel ve anıtlar gerekirse meydanlara dikilebilir. İsrafa kaçmadan ve yararlı bir şekilde müslümanca bu sanatlarla uğraşılabilir.
Sanat konusunda çok az yasak vardır. Yeme-içme konusundaki birkaç yasak gibi. Geniş olan alan, meşrû olan alandır. Yasakların çoğu putçuluk, seks, fitne, fesat, israf gibi, sanatın aslına âit olmayan unsurlardır ki, şeytanın süsleyip güzel gösterdiği ârızî dış etkenlerle ilgilidir. Bunlar sanatla birlikte olmasa da yasak olan inanç ve ahlâk dışı çirkinliklerdir. Müslüman sanatkârın önünde, kabiliyetini gösterebileceği çok geniş saha vardır. Ancak, oynamasını bilmeyen gelin “yenim dar, yerim dar” der.
e- Fotoğraf: Buraya kadar dinî hükmünü araştırdığımız heykeller ile elde yapma tablolar cinsinden resimler idi. Bilinen makine ile çekilen resme (Fotoğrafa) gelince:
1) Mücessem (heykel türünde üç boyutlu) olmayan resimleri, yasaklar içine sokmayan âlimlere göre fotoğraf çektirmek ve kullanmak câizdir; yarım olanların cevazı daha da kuvvetlidir. Ancak fotoğrafın konusu ve maksadı yine önemini muhâfaza etmektedir. Çıplak veya açık kadın ve erkek fotoğrafları ile hıristiyan azizlerine, tâğutlara ve benzerlerine ait fotoğraflar harama dâhildir.
2) Sûretin haram olması için mücessem (heykel) olmasını şart koşmayan âlimlerden bir kısmı fotoğrafta -ressamın yaptığı resimde mevcut- vasıfları (illeti) bulamadıkları için bunu câiz görmüşlerdir. Bu grubun diğer ulemâsı da kimlik, pasaport, tapu vb. yerlerde kullanılmak üzere fotoğraf kullanmak ve çektirmenin bir ihtiyaç (zarûret) olduğunu göz önüne alarak bunu câiz görmüşlerdir; çünkü “hâcet (ihtiyaç) umûmî olsun, husûsî olsun zarûret menzilesine tenzîl olunur (zarûret kabul edilir).” 3988
İslâm’da ressamlık ve fotoğrafçılık mesleğinin hükmü de yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacaktır. Câiz olanı yapmak da câizdir. Konusu veya maksadı itibarıyla câiz olmayanı yapmak ve çekmek de câiz değildir.
f- Köpek beslemek: Rasûl-i Ekrem şöyle buyuruyor: “Av, tarla, bahçe, sürü (çoban) köpekleri müstesnâ olmak üzere köpek besleyen kimsenin sevâbından her gün
3988] Mecelle, madde 32
- 866 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir miktar (kıyrât) eksilir.”3989 Köpek bulunan eve meleğin girmediğini bildiren hadisler3990 de yukarıdaki hadise eklenince çıkan netice şudur: Korunma ve avlanma gibi bir ihtiyaç bulunmadan evlerde köpek beslemek İslâm’da yasaklanmış; çünkü:
1) Köpek besleyecek kadar imkânı olanların bakım ve harcamalarına yoksul, kimsesiz insanlar daha lâyıktır.
2) Tıbbın kesin açıklamalarına göre köpeklerden insanlara geçen birçok tehlikeli hastalıklar mevcuttur.
3) Köpek yoldan gelip geçeni, misafiri ve bir şey çin geleni korkutur, havlamalarıyla etrafı rahatsız eder. Bununla beraber zararı olmayan köpekler itlâf edilmez; her canlıya merhamet edilir, yardım edilir ve onlar yüzünden de ecir alınır. Bir kuyunun başında susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su veren günahkârın İlâhî afva mazhar olduğunu Rasûlullah haber vermiştir. 3991
İş, Kazanç, Meslek ve Ticarî İlişkilerde Haramlar
İş ve Meslekler: Allah Teâlâ, insanoğlunu akıl, bilgi ve emeği ile imkânları değerlendirerek ihtiyaçlarını bizzat karşılayacak kabiliyette yaratmıştır. Bu kabiliyetlerini kullanmamak ve değerlendirebilmek içinde yeteri kadar imkân vermiştir. “Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur; öyleyse onun sırtında dolaşın, Allah’ın verdiği rızıktan yiyin.”3992 Yeryüzünün boyun eğmesi, işlemeye ve verimli kılmaya müsait oluşudur. Onun sırtında dolaşymak; adım adım, karış karış araştırarak insana faydalı olan imkânları ortaya çıkarmak, işlemek, istifade etmek ve ettirmektir. Birçok hadis-i şerif de mecbûriyet ve zarûret dışında, herkesin rızkını kendi gücü ile temin etmesini emretmektedir. “... Şu üç kişiden biri olmak müstesnâ, istemek (dilenmek) kimseye helâl değildir: 1- Bir angarya yüklenen kimse ki o verdiğini almak maksadıyla ister, alınca da artık istemez. 2- Mal varlığı bir felâkete uğrayan kimse ki, geçimini sağlayacak kadar istemesi ona da helâldır. 3- Çevresinden, aklı başında üç kişinin ‘filân kimse yoksul düştü’ diyeceği kadar yoksullaşan kimse; bu da geçimini temin edinceye kadar ister. Bunlar dışında kalan talep haramdır; bunu yiyen haram yemiş olur.” 3993 “Herhangi birinizin ipini sırtına alıp bir demet odun getirerek satması -ve bununla Allah’ın onunla şerefini korumuş olması- halktan istemesinden daha hayırlıdır; onlar da ya verirler veya vermezler.” 3994 “Hiçbir kimse el emeğinden daha hayırlı yiyecek yememiştir ve Allah’ın peygamberi Dâvud da el emeğini yerdi.” 3995
İslâm ulemâsı âyet ve hadisleri bir arada değerlendirerek şu neticeye varmışlardır: Müslümanların muhtaç olduğu her meslek, zanâat ve sanâyi farz-ı kifâyedir. Toplum içinde yeterince bulunmazsa bütün müslümanlar sorumlu olurlar.
Yasak Edilen Meslek ve İşler
a- Yasak Seks (Zinâ-Fuhuş): İslâm zinâyı bütün şekilleriyle haram kılmıştır. Bir
3989] Buhârî, Zebâih 6; Müslim, Müsâkat 46, 50, 56, 58
3990] Ebû Dâvud, Tahâret 89; Buhârî, Bed'u'l-Halk 7, 17, Libâs 77; Müslim, Libâs 81
3991] Buhârî, Şürb 9, Edeb 27; Müslim, Selâm 153
3992] 67/Mülk, 15
3993] Nesâî, Zekât 80, 86; Müslim, Zekât 109;Ebû Dâvud, Zekât 26
3994] Buhârî, Zekât 50, Büyû’ 15; Müslim, Zekât 106
3995] Buhârî, Büyû’ 15
HARAM - HELÂL
- 867 -
kadın veya erkek, cinsî tahrik için çekilen resimlere modellik etmek, zinâ yaptıran açık veya gizli yerlerde çalışmak gibi bir meslek icrâ edemez.
b- Dans, Oyun vb. İslâm’da kadın-erkek ilişkileri sınırlanmış, haram ve helâl tasnifine tâbi tutulmuştur. Bunları çiğnemeyi gerektiren veya şehevî duyguları tahrik eden iş, meslek ve sanatlar haram çerçevesi içinde yer alır: Dans, bale, bazı temsil ve oyunlar, bazı gösteriler ve modellik/mankenlik burada örnek olarak anılabilir. Bunların sanat çerçevesine girmesi (daha doğrusu, sanat diye takdim edilmesi), helâl olmalarını gerektirmez; çünkü İslâm’da sanat, sanat için değil; İslâmî hedeflere ulaşmak içindir ve müslümana göre, Allah’a isyan olan hususlara sanat ve güzellik vasfı verilemez.
c- İçki ve Uyuşturucu Madde Yapımı ve Satımı
d- İslâm’a Karşı Olan veya İslâm’ın Yasak Ettiği İşlerde Çalışmak: Peygamberimiz (s.a.s.) fâiz ve içkiyi yasaklarken içkiyi îmal edip üreten, taşıyan, hizmet eden, yazan, şâhidlik eden... kimselerin de lânetlendiğini haber vermiştir: “Allah şaraba (alkollü içkilere), yapanına, yaptıranına, taşıyanına, taşıtanına, alım satımında bulunanına, parasını yiyenine, kendisi için satın alınanına, garsonuna ve içenine lânet etti.”3996 İslâm, kazanç elde etmek için iş ve ticaret gibi yolları meşrû kılmakla beraber, kapitalist, pragmatist, maddeci görüşlerden farklı olarak üç ana tedbir ve prensip üzerinde duruyor: 1- Karşılıklı rızâ, 2- İyi niyet ve dürüstlük, 3- Menfaat temin ederken başkalarını zarara sokmamak. “Ey insanlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil; karşılıklı rızâ ile yapılan ticaretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin; Allah şüphesiz ki size merhamet eder. Bunu, kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa onu ateşe sokacağız. Bu, Allah’a kolaydır.” 3997 Âyette geçen “kendinizi mahvetmeyin (öldürmeyin)” ifadesi çok düşündürücüdür. Bâtıl yollarla, başkalarının rızâ ve menfaatlerini gözetmeden elde edilen kazançlar görünüşte menfaat ise de aslında zarar ve intihardır. Dünyada intihardır; çünkü birçok suçların, cinâyetlerin, anarşinin temelinde bu âmilin önemli bir yeri vardı. Âhirette felâkettir; çünkü sağladığı haram kazanç kişiyi ateşten kurtaramayacaktır.
Ticârî Muâmelelerdeki Haramlar ve Haram Kazanç Yolları
a- Haram Olan Şeyleri Satmak: “Allah ve Rasûlü şarap, boğazlanmamış hayvan (meyte), domuz ve put satışını haram kılmıştır.” 3998; “Allah bir şeyi haram kılınca onun bedelini de haram kılar.” 3999 İçki, zina ve kumar gibi haram yollardan kazanç da haramdır: “İçki içilmesini yasaklayan Allah, içkinin alım ve satımını da haram kılmıştır.” 4000; “Çirkin eylem ve sözlerin mü’minlerin arasında yayılmasını arzu edenler (yok mu?) Onlara dünyada da âhirette de pek acıklı bir azab vardır.” 4001; “Kazancın en şerlisi zinâ bedelidir.” 4002
b- Bir Yanı Meçhul Satış: Fıkıh ve hadis kitaplarının “cehâlet ve ğarar” diye ifade ettikleri şey, akdin unsurlarından biri meçhul kalan, yahut gerçekleşmesi
3996] Tirmizî, Büyû 58; İbn Mâce, Eşribe 6
3997] 4/Nisâ, 29-30
3998] Buhârî, Meğâzî 51, Büyû’ 105; Müslim, Büyû’ 93
3999] Ebû Dâvud, Büyû’ 38, 63, 64
4000] Müslim, hadis no: 930
4001] 24/Nûr, 19
4002] Müslim; S. Müslim ve Ter. M. Sofuoğlu, 5/87
- 868 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şüpheli bulunan satıştır. Eğer bu bilinmezlik, arada anlaşmazlık çıktığı takdirde çözüm ve icrâyı imkânsız kılacak ölçüde ise satım akdi fâsiddir. “Sürüden bir koyunu, başakları olgunlaşmadan buğdayı veya arpayı, denizdeki balığı...” satmak buna örnektir. Peygamberimiz (s.a.s.) anlaşmazlık çıkmasın, bir taraf zarara uğramasın diye bu nevi satışları yasaklamıştır. 4003
c- Narh Koymak: İslâm prensip olarak piyasaya müdâhale etmez; arz ve talep gibi tabiî ve iktisâdî kurallar içinde pazarı serbest bırakır. Nitekim Peygamberimiz’in zamanında fiyatlar yükselmiş, narh koyarak fiyatları sınırlaması için kendisine başvurmuşlardı; şöyle buyurdu: “Fiyatı ayarlayan, bolluk, darlık ve rızık veren Allah’tır. Şüphesiz ben, -hiçbir kimsenin, benden talep edeceği mal ve can hususundaki bir haksızlığım olmadan- Allah’a kavuşmak emelindeyim.”4004 Ancak, fertler bu hürriyeti toplumun zararına olacak şekilde kötüye kullanırlar, ihtikâr (karaborsa), stokçuluk, lüks tüketimi körüklemek gibi yollara saparlarsa müdâhale ve sınırlama zarûrî olarak câiz görülmüştür.
d- Fiyatlarla Oynamak: İslâm’da mukavele ve piyasa hürriyeti esas olmakla beraber, hürriyetin mutlak olmadığına, toplumun menfaati ile sınırlı bulunduğuna işaret etmiştik. Fiyatların yapay olarak artmasına sebep olanlar hakkında Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Pahalılığı arttırmak için müslümanların fiyatlarına müdâhale eden kimseyi, kıyâmet gününde büyük bir ateşe oturtmayı Allah üzerine almıştır.”4005 Üretimin az, tüketimin fazla olması gibi tabiî etkenler dışında fiyatların artması bazı müdâhalelerle olmaktadır; bunlardan birkaçını örnek olarak zikredelim:
İhtikâr/Karaborsacılık: İhtikâr, bir malı (fiyatı artınca satmak üzere) piyasadan çekmek, stok etmek veya piyasaya sürmemektir. “Pazara mal getiren merzuk (rızık verilmiş), ihtikâr yapan mel’undur (lânetlenmiştir).” 4006; “Fiyatını arttırmak gâyesiyle kırk gün ihtikâr eden kimse, Allah’tan uzaklaşır; Allah da ondan uzaklaşır.” 4007
Kabz-ı mallık ve Komisyonculukla Yapay Olarak Piyasaya Müdâhale: Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), şehirdeki satıcının, köylü malını, pazara gelmeden teslim alarak azar azar pahalı satmasını yasaklamıştır.4008 Bu mânadaki birçok hadisin müşterek hedefi şudur: “Üretici malı doğrudan doğruya pazara arzedecek, araya başkaları girerek fiyatın sun’î (yapay) bir şekilde artmasına sebep olmayacaktır. Maksat bu olduğuna göre fiyat artışına sebep olmayan hizmetler, yardımlar, aracılıklar, pazarlama ve dağıtım işleri yasak değildir. Üreticinin malını tüketiciye arzeden, satıcıya müşteri bulan ve bunun için de belirli bir ücret veya yüzde alan hizmetler meşrûdur.
Menkul kıymetlerin fiyatlarını sun’î/yapay olarak artırmak veya düşürmek için başvurulan hileler, spekülatif faâliyetler de fiyatlarda oynamaktır ve câiz değildir.
4003] Müslim, Büyû’ 43; Ebû Dâvud, Büyû’ 24
4004] Tirmizî, Büyû’ 73; Ebû Dâvud, Büyû’ 49
4005] Ahmed bin Hanbel, 5/27, 50
4006] İbn Mâce, Ticâret 6
4007] Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 2896
4008] Buhârî, Büyû’ 58, 64, 68, 71; Müslim, Büyû’ 11, 12, 18, 19, 20-22
HARAM - HELÂL
- 869 -
e- Hileli Arttırma: Peygamberimiz’in men ettiği “necş” 4009 şöyle açıklanmıştır: Malı almak niyeti olmadığı halde üçüncü şahısları aldatmak için değerinden fazla fiyat vermek. Açık ve kapalı arttırma veya eksiltmelerde yapılan hile ve muvâzaalar (danışıklı pazarlıklar) da bu hadisin hükmüne dâhildir.
f- Hile ve Aldatma: Peygamberimiz bir gün pazarı dolaşırken tahıl satan birisinin yanına gelmiş, elini daldırmış, altının ıslak olduğunu görerek sormuştu: “Bu (ıslaklık) nedir?” ‘Yağmur ıslatmıştı!’ “Halkın görebilmesi için ıslak olanı üste getirseydin ya? Bizi aldatan bizden değildir.” 4010 Hadisin son cümlesi hile konusunda bir düstur mâhiyetindedir. Reklâm, malı tanıtma sınırını geçer, işe yalan ve abartma karışırsa hile ve aldatma gerçekleşmiş olur. (Şimdiki reklamların hemen hepsi helâl olan tanıtım sınırını aşmakta ve kazancı haram edecek aldatma ve yalan alanına girmektedir.)
g- Yemin: Peygamberimiz tüccarı, genel olarak çok yeminden ve özel olarak da yalan yere yeminden men etmiştir: “Yemin, malı harcama (elden çıkarma), bereketi mahvetme sebebidir.” 4011
h- Eksik Ölçmek ve Tartmak: Ölçme ve tartma konusunda elden geldiği kadar dürüst davranmak, hile yapmamak, eksik ölçü ve tartı ile satış yapmamak Kur’ân-ı Kerim’in birçok âyetine konu teşkil etmiştir.4012 İstatistik, anket ve sayım hileleri de eksik ölçme ve tartma kavramına girer. “Ölçekte ve tartıda hile yapanların vay haline...” 4013; “Kim bize hile yapar (karıştırılmış mallarla bizi) aldatırsa, bizim yaşayışımız üzerinde yaşayanlardan değildir.” 4014
i- Çalınan ve Gasbedilen Şeyi Satın Almak: Çalınan veya haksızlıkla sahibinden alınan bir şeyi bilerek satın almak bu haksız fiile yardımdır. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim, bildiği halde hırsızlık eşyayı satın alırsa onun günahına ve şerefsizliğine katılmış olur.” 4015
i- Fâiz: “Fâiz yiyen kimseler (kabirlerinden), tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hali, ‘alış veriş (ticaret) de fâiz gibidir’ demelerindendir. Oysaki Allah, ticareti helâl, fâizi haram kılmıştır...”4016 İslâm, bütün çeşitleri ve miktarlarıyla fâizi yasaklamış, haram kılmıştır. İçkinin günahı, nasıl yalnızca içenin üzerinde kalmıyorsa, fâizin vebali de sadece onu yiyene âit değildir. Fâizi ödeyen, mukaveleyi yazan ve şâhidlik edenler de günaha girmektedir. Hadiste “Allah Teâlâ’nın fâiz yiyeni, yedireni, şâhidlerini ve yazanı lânetlediği” 4017 ifade edilmiştir.
Fâiz yasağının sebep ve hikmetleri, şu maddelerle özetlenebilir:
1- Fâizli kredi kullananlar fâizi de maliyete ekledikleri için bu fazlalık sonunda tüketiciden (sermayesi olmayan, emekçi, zanaatkâr vb. dar gelirli ve
4009] Buhârî, Büyû’ 60; Müslim, Büyû’ 13
4010] Müslim, İman 164; Ebû Dâvud, Büyû’ 50
4011] Buhârî, Büyû’ 26; Müslim, İman 117, Müsâkat 131
4012] 6/En’âm, 152; 17/İsrâ, 35; 26/Şuarâ, 181-183; 83/1-6
4013] 83/Mutaffifîn, 1-6
4014] Riyâzu’s Sâlihîn Terc. 3/160
4015] Beyhakî, Sünenu’l-Kübra, V/336
4016] 2/Bakara, 275
4017] Buhârî, Büyû’ 24, 113; Ebû Dâvud, Büyû’ 4; Tirmizî, Büyû’ 2
- 870 -
KUR’AN KAVRAMLARI
fukarânın cebinden) çıkmaktadır. Böylece zengin daha zengin, fakir ise daha fakir hale gelmektedir.
2- Fâizli kapitalist sistemlerde zengin-fakir arasındaki refah farkı gittikçe büyüyeceği için bunun sonucu sosyal bunalımlar, anarşi ve fesât toplumu kasıp kavuracaktır.
3- Fâizsiz kredi insanları birbirine yaklaştırırken, fâiz uzaklaştırmakta, düşmanlık doğurmaktadır.
4- Fâizcilik, paradan para kazanan, rantiyeci, hortumcu, toplum içinde fâiz yiyip yatan, işsiz güçsüz ömür tüketen, topluma hizmetten uzak yaşayan bir sınıfın doğmasına sebep olmaktadır.
5- Fâizli kredi ile çalışan kimse gece gündüz çalışıp didinirken riziko içindedir; fâizci ise, hem emeksiz hem de endişesizdir. Bu durum, kişilerin adâlet duygusunu zedelemekte, ahlâka ve toplum dayanışmasına ters düşmektedir.
k- Sigorta Şirketi: İnsanoğlunun mutluluğu üzerinde güvenlik duygusunun büyük payı vardır. Malı, canı, değerleri üzerinde kaygısı ve korkusu olan kimse huzurlu ve mutlu olamaz. Hiçbir tedbir almadan Allah’a tevekkül, bazı havâssın hali ve kârı olabilir; ancak Rasûl’ün ümmetine tavsiyesi tedbirdir. Sigorta da dünyevî tedbirlerden biridir. Ancak sigorta, insanların istikbal endişesini, kaza ve felâkete uğrama korkusunu istismar ederse İslâm’ın bunu meşrû görmesi düşünülemez. Bilinen üç sigorta çeşidi vardır: Devlet sigortası, üyelik sigortası ve ücretli (özel) sigorta.
Bunlardan birincisi, İslâm’da en kâmil mânada gerçekleşmiştir. Bütün vatandaşların kazâ, felâket, angarya yüklenme ve yoksulluk karşısında İslâm devletine (beytü’l-mâle) başvurma hakkı vardır. Üyelik sigortası: Meselâ bir iş koluna mensup üyelerin içlerinden birisi kazâ veya felâkete uğradığı, yardıma muhtaç olduğu zaman yardım edilmek üzere periyodik bir meblâğ vermeleriyle gerçekleşir. Bu da meşrûdur, teşvike değer bir sigorta çeşididir. Ücretli (özel) sigortaya gelince; bir sigortacının kazâ, yangın, ölüm ve benzeri durumlarda zararı ödemek, bunlar meydana gelmezse hiçbir şey ödememek, para sigortacıya kalmak üzere bir şahısla ücretli sigorta akdi yapmasıyla vücut bulur. Bu şekil, özellikle sigortacının kazancı açısından İslâmî hükümlere aykırıdır. Ancak, zarûret halinde câiz olabilir. 4018
l- Tahvil: Tahvil, alınıp satılabilen fâizli borç senedi mâhiyetindedir. Tahvili ister devlet çıkarsın, ister özel şahıs ve şirketler çıkarsın, esası fâiz karşılığında borç almaktır. İslâm fâiz alıp vermeyi haram kıldığına göre tahvil alıp satmak, bu yoldan kazanç elde etmek de helâl değildir.
Dövize endeksli tahvil ve döviz karşılığı borç alma: Tahvil alanın parasının değerini de koruyarak gelir sağlamasını mümkün kılmak ve tahvil alım-satımını teşvik etmek için başvurulan yeni bir yol da tahvile yatırılan parayı, daha doğrusu tahvilin nominal değerini, tahvil ihracı sırasında geçerli kura göre dolar ve Euro gibi bir dövize bağlamak ve ana para, Türk lirası olarak iâde edilirken, iâde sırasındaki kura göre tahvil bedelini ödemektir. Dövize endeksli tahvillerde fâiz de ödendiği için bu işlem İslâm hukuku bakımından câiz olmamaktadır.
4018] Geniş bilgi için bk. Hayreddin Karaman, İslâm’a Göre Banka ve Sigorta
HARAM - HELÂL
- 871 -
Borçlanmaların karz-ı hasen (güzel borç, Allah rızâsı dışında karşılık beklemeden borç/ödünç para vermek) şeklinde olmasını Kur’an tavsiye etmektedir.4019 Dövize veya altına bağlı ödünç alıp verme işlemleri de paranın değer kaybını önlemeye, dolayısıyla borç verenin zarara girmesine engel olmaya yönelik tedbirlerdir.
m- Rüşvet: “(Kişi ve toplum haklarını kendi zimmetine geçirmek için) Rüşvet alana, verene ve aracı olana Allah lânet etsin!” 4020
n- Emeği sömürmek: “İşçiye hakkını, teri kurumadan veriniz.” 4021; “Ben kıyâmet gününde üç kişinin hasmıyım. Bana verdiği sözden cayanın, hür bir kimseyi satıp hakkını yiyenin, bir işçiyi çalıştırıp hakkını tam olarak vermeyenin.” 4022
o- Hırsızlık, gasp: “Ey iman edenler! Aranızda karşılıklı rızâya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size merhametlidir. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu yaparsa (bilsin ki) onu ateşe sokacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır.” 4023
Haram Kazanç Yolları: Aslında helâl olan, fakat içki, kumar, fuhuş ve fâiz parası gibi haram yollarla kazanılmış olan paralarla alınan gıda maddelerini yemek de haramdır. Böyle haram parayla elde edilen yiyecekler, farkında olmasak bile beden ve ruh sağlığımız açısından sakıncalı, âhiret gıdalarına ulaşma açısından engelleyici özelliktedir. Kur’an, helâl ve temiz gıdalardan yememizi emretmiş, maddî bakımdan temiz olsa da, haram olan gıdalar, manevî yönden temiz değildir.
Mü’min, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyaçlarını karşılamak ve gücü yetiyorsa toplumdaki ihtiyaçları gidermek için Allah’ın meşrû kıldığı, helâl yollardan geçimini temin etmeye çalışacaktır. Geçim zorluğunu bahane ederek haram yollardan para kazanmaya çalışmak, dünyada zulme ve sömürüye sebep olmak, âhirette ilâhî azaba uğramak demektir. Peygamberimiz bu gerçeği şöyle açıklar: “Haramla beslenen vücut (cennete girmez;) ona ancak ateş yaraşır.” 4024
Haramla beslenen kimse, Allah’tan uzaklaşacağı için, duâsı da Allah tarafından kabul edilmeyecektir. “...Bir kimse ellerini semâya kaldırarak: ‘Ya Rabbi, ya Rabbi, diye duâ eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, duâsı nasıl kabul edilir?”4025 Müslümanın yiyeceğine, içeceğine, giyeceğine ve diğer ihtiyaçlarına dikkat edip, bu konuda haramlardan tüm gücüyle uzak durması gerekmektedir. Helâl lokmanın getireceği nimet de büyük olacaktır: “Kim helâl lokma yer, Sünnet (Şeriat) gereğince amel eder ve insanlar da, onun kötülüklerinden emin olurlarsa, o kişi muhakkak cennete girer.” 4026
Allah’a hakkıyla kulluk yapan, temiz ve helâl rızıklardan başkasını istemeyip
4019] 2/Bakara, 245; 5/Mâide, 12; 57/Hadîd, 11, 18; 64/Teğâbün, 17; 73/Müzzemmil, 20
4020] Câmiu’s Sağîr, 2/124
4021] İbn Mâce, hadis no: 2443
4022] İbn Mâce, hadis no: 2442
4023] 4/Nisâ, 29-30
4024] Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 2787; Keşfu’l Hafâ, hadis no: 2632
4025] Müslim, Zekât, 65; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an, 3173; Dârimî, Rikak 2720
4026] Tirmizî, Sıfatu'l Kıyâmet, 2640
- 872 -
KUR’AN KAVRAMLARI
nimetlere şükreden sâlih kullara, Allah dünyada da güzellikler ve zenginlikler verir. Nankörlük edenlerin kendilerine gelmesi için, onları cezalandırır: “Allah, güven (ve) huzur içinde olan bir şehri misal verir ki, o şehrin (halkının) rızkı her taraftan bol bol gelirdi. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı. Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar (kendilerine) zulmederlerken azap onları hemen yakalayıverdi.” 4027
İslâm âlimlerine göre kazanç yollarının fazilet sırası şöyledir: 1. Cihad, 2. Ticaret, 3. Ziraat, 4. Zanâat. Bu yollarla kazanç sağlamanın hükmü:
a- Kendine, âilesine ve borçlarını ödemeye yetecek kadar kazanmak farzdır.
b- Fakirlere bakmak, akrabaya ikrâm etmek için bundan fazlasını kazanmak müstehaptır.
c- Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için kazanmak mubahtır.
d- Helâl kazanç ile de olsa övünmek, yarışmak, azgınlık ve taşkınlık yapmak için kazanmak mekrûh veya haramdır. 4028
Kadın-Erkek İlişkileri ve Âile Hayatıyla İlgili Haramlar
A- Kadın-Erkek İlişkilerinde Haramlar
Cinsî Duygu: İnsanların üremesi, nesillerinin devamı, birleşmeye, birleşme karşı cinse ilgi duymaya bağlı olduğundan Allah, onu şehvet denilen duygu ve cinsî uzuvlar ile teçhiz etmiştir. Buna göre, cinsî tatmin bir gâye değil, vâsıtadır; hedefi üremedir. Cinsî duygu ve meyil karşısında insanlar üç gruba ayrılır:
1. Hiçbir sınır tanımadan şehvete teslim olan ve tatmin arayanlar; Freudçular, haz ahlâkı sâlikleri kâfirler gibi.
2. Şehvet duygusunu ve meylini öldürmek isteyenler; bazı hıristiyan mezhepleri ve maniheistler gibi.
3. Bu kabiliyet ve duyguyu yaratılış gâyesine uygun bir şekilde kullananlar, hak din mensupları gibi. Hak din İslâm, şehvet duygusunun irâdî tatminini evlilik bağı içinde câiz görmüş, bunu teşvik etmiş, hem zinâyı ve ona götüren yolları, hem de bu duyguyu öldürme teşebbüslerini haram kılmıştır.
a- Zinâ: “Sakın zinâya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur.” 4029 âyeti zinâyı haram kılan delillerden biridir. İslâm’da evlilik dışı cinsî ilişki haramdır; çünkü bu, nesebin/soyun karışmasına, nesillerin mahvolmasına, âilelerin dağılmasına, hısımlık bağlarının kopmasına, bulaşıcı hastalıkların yayılmasına, kadının eşya gibi pazarlanmasına, şehvet duygusunun azarak ahlâkı dejenere etmesine sebep olmaktadır. Bu kadar zararlı ve çirkin bir fiili yalnızca ceza müeyyidesiyle ortadan kaldırmak mümkün değildir. Tahrik ederek zinâya götüren davranışları menetmek, yolları kapamak gerekir. İslâm sadece zinâyı yasaklamakla yetinmez; zinâya yaklaşmayı,4030 ona götüren yolları da yasaklar. İşte bu sebepledir ki İslâm
4027] 16/Nahl, 112-113
4028] El-İhtiyâr, IV/171-172
4029] 17/İsrâ, 32
4030] 17/İsrâ, 32
HARAM - HELÂL
- 873 -
aşağıdaki maddelerde zikredilen tedbirleri almıştır.
b- Yabancı Kadınla Yalnız Kalmak: “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa, yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın; çünkü -bu takdirde- üçüncüleri şeytandır.”4031 “Yanında mahremi olnayan kadınla kimse başbaşa kalmasın!” 4032 Bu hadisler, bir kimsenin eşi ve nikâh düşmeyen yakın akrabâ ve hısımları dışında kalan kadınlarla yalnız kalmasını haram kılmaktadır. Böyle bir durum hem karşı cins için tahrik edicidir, hem de dedikoduya sebep olabilmektedir.
İnsanların -nikâh düşecek, evlenmeleri câiz olacak- uzak akrabalarıyla beraber olmayı önemsemedikleri için Hz. Peygamber (s.a.s.) buna da dikkati çekmiştir: “Kadınların yanına habersiz/izinsiz girmekten sakının!” buyurunca, onlardan birisi; ‘kocanın akrabası hakkında (kayınbirâder gibi) ne dersiniz?’ diye sormuş ve şu cevabı almıştır: “İşte bunlar (mânevî) ölümdür.”4033 Bu hadise göre bir müslüman kadın, kocasının kardeşi, kocasının yeğenleri, kendisinin veya kocasının amcaoğulları ve dayıoğulları gibi hısımlarının yanına açık çıkmayacak, onlarla yalnız kalmayacaktır; çünkü bunlar ona (yengeye) yabancıdır, nâmahremdir.
c- Karşı Cinse Şehvetle Bakmak: Bir müslümanın şehvetle bakabileceği kadın, yalnızca eşidir. Bunun dışında hiçbir kimseye şehvetle bakmak câiz değildir. Şehvetle bakmanın objektif ölçüsü “devamlı bakmak”tır. Bir müslüman, yolda gözü kapalı veya devamlı başı önünde yürüyecek değildir. Karşısına gelen kadın ve erkeği de istemeyerek de olsa görecektir; ancak gördüğü kimseye tekrar bakınca veya bakışını devam ettirince yasak sınıra adımını atmış olur. Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Ali’ye şöyle demiştir: “Ali! Arka arkaya bakma; birinci bakış hakkındır, ama ikinci bakışa hakkın yoktur.” 4034; “Gözler de zinâ eder; onların zinâsı bakıştır.” 4035 Şehvetsiz olarak bakmaya ve bakılabilecek yerlere gelince; bu konu Kur’an’da izah edilmiştir: “Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar. Bu, onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar; ziynetlerini / süslerini, kendiliğinden görüneni müstesnâ, açmasınlar! Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar; ziynetlerini/süslerini, kocaları veya babaları veya kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınları veya câriyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler! Saâdete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah’ın hükmüne dönün.” 4036
Bu âyet kadına, avret yerlerini istisnâ edilen yakınları dışındaki kimselerden başkasına göstermemesini, erkeğe de yabancı kadınların avret yerlerine bakmamasını emrediyor. Rasûl-i Ekrem de bir hadisinde: “Erkek erkeğin avretine, kadın da kadının avretine bakmasın. Vücudunun bir kısmı çıplak iken erkek erkeğe, kadın kadına temas etmesin (çıplak vücutları birbirlerine değmesin).” 4037 Burada karşımıza ziynet ve
4031] Ahmed bin Hanbel, I/222, III/339
4032] Buhârî, Nikâh 111-112; Müslim, Hacc 424
4033] Buhârî, Nikâh 111; Müslim, Selâm 20
4034] Tirmizî, Edeb 28; Müslim, Edeb 45; Ebû Dâvud, Nikâh 43
4035] Buhârî, İsti'zân 12; Müslim, Kader 20
4036] 24/Nûr, 30-31
4037] Müslim, Hayz 7, 74; Tirmizî, Edeb 38; Ahmed bin Hanbel, III/63
- 874 -
KUR’AN KAVRAMLARI
avret diye iki mefhum çıkıyor.
Avret: Açılması, gösterilmesi ve bakılması yabancılara veya herkese haram olan yerlere (organlara) avret denir.
1- Erkeğin erkeğe ve karısından başka kadınlara karşı avret yerleri: Göbeği ile diz kapağı arasında kalan bölgelerdir.
2- Kadının müslüman kadınlar ile mahrem (kendileriyle evlenmesi devamlı yasak/haram olan akraba ve yakınları; nâmahrem olmayanlar) akrabasına karşı avret yeri: Hanefî ve Şâfiîlere göre erkeğin erkeğe karşı olan avret yeri ölçüsündedir. Mâlikî ve Hanbelîlere göre yüz, baş, boyun, eller ve ayaklar (Hanbelîlere göre dizden aşağısı) müstesnâ olmak üzere bütün vücudu avrettir.
3- Kadının yabancı erkekler ile müslüman olmayan kadınlar karşısında avret yeri: Yüzü, elleri ve Hanefîlerde bir rivâyete göre ayakları müstesnâ olmak üzere bütün bedenidir.
4- Câriyenin yabancı erkekler karşısında avret yeri cumhûra göre göbeği ile dizkapağı arasıdır (Erkeğin erkeğe karşı avreti gibidir). Bu görüşün Peygamberimiz’e dayanan bir delili yoktur. Hz. Ömer’in kavli ile ihtiyaca dayandırılmıştır. Zâhirîlere göre bu bakımdan câriye ile hür kadın arasında fark yoktur, cariyenin de (el, yüz, ayak müstesnâ) bütün vücudu avrettir. Çünkü bu ikisinin avret konusundaki farklılığını ayırmak için naklî ve sağlam delil gerekir; sağlam delil de yoktur. Bu konuyu biraz daha geniş ele alalım:
Câriyelerin Avret Yeri; Dine Bundan Büyük İftira Olamaz: “Örtünmelerini Din Yasaklıyor!”
Câriyeler konusundaki tartışmalardan biri de, câriyelerin hür kadınlar gibi örtünmesinin yasak olduğu inancıdır. Bu konuda açık bir âyet ve hadis bulunmamaktadır. Hz. Ömer’in, rivâyetlere göre, başörtülü bir câriye gördüğünde (Y.Ö.K. gibi) onu kamçıladığı ve “Ey kokmuş câriye! Hür kadınlara mı benzemek istiyorsun?” dediği iddiâ edilmiştir. Bu rivâyet üzerine binâ edilen fıkhî hükümler, dinin nasıl yozlaştırıldığının önemli verilerindendir. (Kur’an’ın örtünme ile, fitne ve fuhşa giden yolların tıkanmasıyla, genel ahlâkla, câriyelerin normal kadın statüsüne çıkarılması ve câriyeliğin kaldırılmasına giden yolla... ilgili tüm hükümleri gözardı edilmiş, bu konulardaki âyetler görmezden gelinmiş, Rasûl’ün sünnetinden de aksine hiç delil bulunmamış olmasına rağmen bir sahâbeden gelen rivâyetin sıhhati de değerlendirilmemiş, sözgelimi, kütüb-i sitte gibi sahih kabul edilen hadis kitaplarında da olmamasına rağmen sahih kabul edilmiş ve de sahih olsa bile Kur’an ve Sünnet çerçevesinde te’vil ve yorumu yapılması gerektiği halde bu rivâyet, her hükmü iptal edecek şekilde tek başına hüküm kaynağı olmuştur.) Meselâ Hanefî mezhebine göre câriyenin başörtüsüz namaz kılması gerekir.
Dört mezhebe ve özellikle Mâlikî mezhebine göre, kadınların örtünmesi ile ilgili Kur’an âyetleri, sadece hür kadınlara mahsustur ve câriyenin avreti, erkek gibi diz kapağı ile göbeğinin arasıdır. Ayrıca câriyelerin satışında tanınmasını temin edecek kadar yerlerine bakılabilir, hatta göğüslerine ve benzeri yerlerine dokunulabilir, etinin yumuşaklığı-sertliği kontrol edilebilir4038 şeklinde4038]
Daha geniş bilgi için bkz. Hüseyin Hatemi, İlâhi Hikmette Kadın, İşaret Y. İst, 1995, s. 257 vd.
HARAM - HELÂL
- 875 -
ki fetvâlarla zihinlerimizde savaş esirlerinin satıldığı pazarlar canlanıyor ki, bu pazarlarda câriyelerin satılışında ahlâk kuralları da bir tarafa itiliyor ve iffetli olmak isteyen müslüman olmuş câriyeler emîru’l-mü’minîn tarafından kırbaçlanıyor. Oluşturulan bu tablo, Kur’an’ın insana verdiği değer ve Rasûlullah’ın kölelikle mücâdelesine karşı yapılmış bir ihânettir. Bir yandan İslâm’ın köleliği kaldırdığından övgüyle bahsedilirken öte yandan İslâm topraklarında köle pazarları düşünmek nasıl bağdaşabilir? Atalarının köle pazarları ve harem dairelerini meşrûlaştırma çabasıyla oluşturulan bu çarpık inancın Kur’anî ve mantıkî hiçbir temeli olamaz. 4039
Câriyenin avret yeri konusunda, sınırları tâyin eden bir âyet olmadığı gibi, sahih bir hadis de yoktur. Zâhirîlerin dışında cumhûrun görüşü, câriyenin avret yerinin erkeğinki gibi olduğudur. Fakat Zâhirîlerin dışında, bu görüşe katılmayan az da olsa âlimler vardır. Meselâ, el-Hasenu’l-Basrî’ye göre, evlenen veya kişinin kendi için edindiği câriyenin başını örtmesi gerekir. Atâ’ya göre câriyenin namazda başını örtmesi müstahaptır.
Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebinde, câriyenin avreti ile erkeğin avreti arasında ayrım yapılmamaktadır. Zâhirîlere göre ise câriye, bu konuda hür kadınlar gibidir. Hanefîlere göre câriyenin avreti, erkeğin avreti gibidir. (Erkeğin avretine ek olarak karnı ve sırtı ile iki yanı da avret sayılır.) Çünkü Hz. Ömer, bir câriyeye şöyle demiştir: “Ey Deffâr! Başörtüsünü at, yoksa hür kadınlara mı benzemek istiyorsun?” (Zeylaî bu hadis rivâyeti hakkında “gariptir” demiştir. Kütüb-i Sitte’de bulunmayan bu mânâdaki bir hadis rivâyetini -ehl-i sünnete göre sahâbenin sözü de hadis kabul edilmiştir- Abdürrazzak Hz. Ömer’den rivâyet etmiştir. Beyhakî de bu hadisi rivâyet etmiştir.) Aynı zamanda câriyeler, efendilerinin ihtiyaçlarını karşılamak için âdet olarak iş elbiseleri ile dışarı çıkarlar, dolayısıyla güçlükleri gidermek için yabancılar, mahremleri gibi kabul edilmiştir. Mâlikî mezhebine göre, câriyeler avret konusunda aynen erkekler gibidir. Câriyenin namazda avret yeri, uyluklar ile birlikte iki müstehcen uzuvdur. Bu uzuvlardan bir kısmı açıldığı zaman, yahut kişi uyluğunun tamamını veya bir kısmını açtığı zaman, vakit içinde namazını kesin olarak iâde etmelidir. Şâfiîlere göre câriyenin avret yeri erkeğin avret yeri gibidir. Çünkü her ikisinin başı avret olmamak bakımından birbirine benzemektedirler. Baş ile kollarının açılmasına ihtiyaç vardır. Hanbelî mezhebine göre, câriyenin avret yeri erkeğinki gibi olup diz kapağı ile göbeği arasıdır. Çünkü Amr bin Şuayb’tan rivâyet edilen merfû hadiste şöyle buyurulmuştur: “Sizden biri erkek kölesini, câriyesi veya hizmetçisi ile evlendirirse, bu câriye yahut hizmetçinin avret yerine hiç bakmasın. Çünkü göbeği ile diz kapağı arası avret yeridir.” 4040
Bir fıkhî fetvâdan daha alıntı yapalım: “Kişi, kendi câriyesiyle istifraş edebilir, onu yatak hizmetlerinde nikâhsız olarak kullanabilir. Başkalarının câriyeleri de, mahrem olan kadınlar gibidir. Erkekler, mahrem (nikâhları kendilerine haram olan, birinci derecede yakın akrabalar) kadınların bakabilecekleri ziynet yerleri gibi, başkalarının câriyelerinin ziynet yerlerine de bakabilir ve dokunabilirler. Ama mahrem kadınlarında olduğu gibi göbekle diz kapağı arasına bakmaz ve dokunmazlar. Bu konuda kanıt, şu olaydır: Hz. Ömer, örtülü bir câriye görmüş,
4039] H. Koç, a.g.m., s. 40
4040] Vehbe Zuhayli, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, Risâle Y. c. 1, s. 458-465
- 876 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çubukla örtüsüne dokunup: “Şu başörtünü at, ey kokmuş! Hür kadınlara mı benzemek istiyorsun?” demiş. Bu da câriyenin başına, saçına, kulağına... bakmanın helâl olduğunu gösterir. Yine Ömer (r.a.) satılmakta olan bir câriyenin yanına geldi, eliyle kadının göğsüne vurdu ve: “Haydi, alın!” dedi. Eğer câriyenin göğsü haram olsaydı, elbette Ömer ona dokunmazdı. Kaldı ki insanlar, câriyenin alım-satımı esnâsında kadının derisinin yumuşaklık ve sertliğini öğrenmek isterler. Çünkü buna göre kadının fiyatı değişir. Bundan dolayı câriyenin avreti de diğer mahrem kadınların avreti gibi sayılmıştır. Bunlarla yalnız başına bulunmak, beraber yola gitmek câizdir. Hem bakıp hem dokunduğu zaman şehvetinin uyanacağından korkan kimse, yalnız bakmakla yetinir. Fakat satın almak istediği câriyeye istek (şehvet) duysa da, yine bakabilir; hatta Ebû Hanife’ye göre (şehvetle) dokunabilir de.”4041 Bu anlayış sonucu, müslüman bir câriyenin namaz kılarken bile başını örtmesine müsâade edilmemiş; bu zulüm, kitaplarda müslümanlara İslâm adına tavsiye edilebilmiştir.
Bu fıkhî görüşlere rağmen, Kur’an ve Sünnet ekseninde olayı değerlendirdiğimizde, erkekleri fitneye düşürecek her türlü kıyafet ve açıklığın yasaklandığını, kadın ve kızların örtünmelerinin dinin şiarlarından olduğunu belirtmeliyiz. Kur’an, toplumu âdî şehvet duygularından korumak, güzel ahlâkı korumak için normal bir giyim emretmiştir. Kadının erkeklerin şehvet nazarlarını üzerine çekmeyecek biçimde sokağa çıkmasına müsaade edilmiştir. Müslüman câriyeler için tesettürün erkeklerinkiyle aynı olması, Kur’an ve Sünnetten değil; tarihin yanlış örfünden kaynaklandığı kanısındayız.
Âyet ve hadislerde kadının örtünmesi konusundaki emirlerde câriyelerin istisnâ edilmediği, emrin genel olduğu değerlendirilmelidir. “Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu boğaz, baş, gerdan, kol, bacak ve kulakları gibi yerlerini) açıp göstermesinler.”4042 Bu âyette Allah, mü’min kadınların örtünmelerini emrediyor. Mü’min câriyelerin açılmalarına izin veren herhangi bir âyet de kesinlikle yoktur. “Allah, bülûğa ermiş kadının namazını başörtüsüz kabul etmez.”4043 ve “Kadın bülûğ çağına erince elleri ve yüzü dışında başka yerlerinin başkasına görünmesi helâl olmaz.”4044 şeklindeki hadisleri, bu konuyla ilgili de değerlendirmek zorunda olduğumuz kanaatini taşıyoruz. Yoksa, çarşıda sokakta câriyelerin göbeklerinin üstü açık, yani üstsüz veya şeffaf bir giysiyle dolaştıklarını düşündüğünüzde bunun İslâm âdâbı ile ne kadar bağdaşacağını ve bunun dinin verdiği bir hak olduğunu nasıl iddiâ edersiniz?
Karı-kocanın birbirine karşı avreti: Yoktur.
Avrete bakmayı men eden hadise göre yukarıda açıklanan yerlere şehvetli veya şehvetsiz bakmak ve bunları açmak haramdır. Avret yerleri ancak kimsenin görmediği yerde (tuvalet ve banyo gibi) ve cimâ esnasında açılabilir. Bazı durumlarda zarûret miktarını aşmamak şartıyla doktor, ebe, sünnetçi, şâhid ve hâkim karşısında da açılabilir. Evlenecek kimse, aday kızın yüzüne -şehvetle de olsa- bakabilir.
4041] Bedâyiu's-Sanâyi fî Tertîbi'ş-Şerâyi', c. 6, s. 2956; Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 3, s. 244
4042] 24/Nûr, 31
4043] İbn Mâce, Tahâre 132; Tirmizî, Salât 160; Ahmed bin Hanbel, IV/151, 218, 259
4044] Ebû Dâvud, Libâs 31
HARAM - HELÂL
- 877 -
Ziynet: Yukarıda mealini verdiğimiz Nur sûresi 31. âyeti, kadınlara -istisnâ edilen şahıslar dışında- kimseye ziynetlerini göstermemelerini emrediyordu. Ziynet, kadını güzel gösteren yüz, saç, makyaj, takı ve mücevherât, elbise gibi şeyleri içine almaktadır. Âyette bunlardan hangisi kastedilmiştir? “Kendiliğinden açılan, açılması, gösterilmesi doğal olan” ziynet nedir? Cumhûra göre elbise, kapanması gereken ziynete dâhil değildir. Buradaki ziynetten maksad; el, boyun, baş, kol, ayak gibi ziynet takılan yerlerdir. Peki, bunlardan hangisi “kendiliğinden açılan”a dâhildir? Eski müfessir ve fakîhler arasında “dış elbiseden başka her taraf örtülmelidir”, “eller ve yüz hâriç”, “eller, bilek ve yüz hâriç her taraf” diyenler olmuştur. Eller ve yüzün istisnâ edilmesi görüşü ağır basmaktadır.
Örtü ve Elbise: Zikredilen âyet ve hadisler kadın ve erkeğin avret yerlerini örtmelerini emrediyor ve açmalarını haram kılıyor; fakat örtmek için yeni bir elbise modeli getirmiyor; “hımâr: Başörtüsü”, “cilbâb: Dış giysi” gibi eskiden beri giydikleri elbise ile Şârî tarafından istenildiği gibi örtünmeleri emrediliyor. Bazı kimseler Kur’an’daki: “Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını (cilbâblarını bürünmelerini) söyle; bu onların tanımmalarını ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.” 4045 âyetinde geçen “cilbâb” kelimesine “çarşaf” mânâsı vererek kadının ancak çarşafla dışarı çıkabileceğini, başka elbise ile örtünmenin câiz olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu iddiânın isâbetsiz olduğunu ve İslâm’ın istediği örtünmenin eşarp, pardesü, geniş ve kalın giysiler ile de, daha başka ülkelerdeki meşrû farklı giysilerle de olabileceğini gösteren deliller vardır:
1- Nûr sûresi 31. âyette başörtüsünden (hımâr) söz edilmektedir. Hımâr, başı ve yakayı örten başörtüsüdür, çarşaf değildir. Aynı âyette geçen “cüyûb” ise gömlek ve entârinin yakasıdır. Şu halde kadınlar geniş entâri ve başörtüsü ile örtünebileceklerdir. Âyet, o zaman kadınların böyle giyindiklerine delâlet etmektedir.
2- “Cilbâb” kelimesine tefsir ve lügatlerin verdiği mânâ şunlardan ibârettir: Başörtüsü, tepeden tırnağa örten örtü, dış elbise, örtü, başörtüsü ile ridâ arası bir elbise. Bu kadar mânâ içinden yalnız çarşafı almak ve diğerlerini reddetmek için bir delil yoktur.
3- Hz. Âişe’den rivâyet edildiğine göre cilbâb âyeti gelince, ensâr kadınları etekliklerini ortadan yırtarak başörtüsü yapmış ve kargaları andıran siyah başlıkları ile Rasûlullah’ın arkasında namaz kılmışlardır. Bu rivâyet, cilbâba çarşaf değil; başörtüsü mânâsı verildiğini göstermektedir.
Netice olarak diyebiliriz ki, önemli olan usûlünce örtünmedir; elbisenin adı ve modeli muayyen değildir. Her kadın ve erkek, şart ve imkânlarına göre elsisesini seçer ve örtmesi gereken yerlerini örter. Avret yerlerini gösterecek kadar ince veya şehvet çeken yerlerini belirtecek kadar dar elbise giymekten sakınır. İnce, şeffaf elbiselerin giyilmemesi hakkında hadisler vardır.
d- Dokunmak: Mahrem (nikâhı haram) olan yakın akrabânın avret olmayan yerlerine bakmak câiz olduğu gibi, şehvetsiz dokunmak da câizdir. Yaşlı, şehvettten kesilmiş yabancı kadın ve erkeklerin mahrem olmayan yerlerine dokunmak, meselâ ellerini öpmek de câizdir. Çocuklar da bu hükümde yaşlılar gibidir. Genç
4045] 33/Ahzâb, 59
- 878 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve birbirine yabancı erkek ve kadınların -her ne kadar birbirinin avret olmayan (el-yüz gibi) yerlerine bakmaları câiz ise de- şehvetten emin olmaları halinde bile aynı yerlere dokunmalarını fukahâ ekseriyeti câiz görmemiş, bunun daha ziyâde tahrik edici olduğunu göz önüne almışlardır. Bazı âlimler ise burada da şehveti esas almış, şehvetin söz konusu olmadığı durumlarda, meselâ el sıkışmanın câiz olduğunu söylemişlerdir. Hadiste (eğer sahihse) yasaklanan “dokunma” ifadesi, Türkçe’ye “okşama” diye tercüme edeceğimiz şekilde cinsel yönden hoşlanarak dokunma anlamında ele alınmalıdır.
e- Kadın-erkek beraber bulunması: İslâm, kadın-erkek ilişkilerini sınırlamış olmakla beraber kadını dört duvar arasında hapsetmemiştir. İslâm’ın ilk devrinden beri müslüman kadınların savaşa katıldıklarını biliyoruz. Ayrıca Rasûlullah (s.a.s.), eşi Sevde’ye: “Allah, ihtiyaçlarınız için evden çıkmanıza izin vermiştir.”4046 ve ümmetine hitâben: “Allah’ın hizmetçilerini (kadınları), Allah’ın mescidlerine gitmekten men etmeyin.”4047 buyurarak kadınların ilim, alış-veriş, düğün, ibâdet gibi meşrû sebeplerle dışarı çıkabileceklerini ifâde buyurmuştur.
Kadın ve erkeklerin küçük yaştan itibaren beraber bulunmaları ve serbest ilişki içinde yetişmelerinin saldırganlığı azaltacağı, birtakım komplekslerin doğmasını önleyeceği nazariyesi İslâmî toplumlar için geçerli değildir. Diğer toplumlar arasında da gerçeğin hayâle uymadğı âşikârdır. Bu sebeple İslâm, kız-erkek beraberliğini serbest bırakmamış, kayıt ve şartlara tâbi kılmıştır. Bir müslümanın evine, akrabâsı dışında kalan dost ve arkadaşlarının da gelmesi doğaldır. Bu durumda kadın ve erkeklerin beraber oturması ve evin kız ve kadınının misafirlere hizmet etmesi söz konusu olabilir. Ashâb-ı kirâmdan Ebu Üseyd evlenirken düğün gecesi, Hz. Peygamber ve dostlarını dâvet etmiş, fakat onlar için yemek hazırlamamış, bir şey de ikrâm edememiştir, anca eşi (gelin) geceden, bir taş kabın içinde hurma ıslatmış, Hz. Peygamber yemeğini bitirince bitirince bunu ezip sulandırmış (şerbet yapmış) ve misafirlere ikram etmiştir. 4048
İbn Hacer, Aynî gibi Buhârî şârihlerinin işaret ettiği üzere bu hadis-i şerif ve benzerlerinden şu netice çıkarılmıştır: Kadın, kocasının arkadaşlarına hizmet edebilir, ancak bu durumda tesettüre (örtünmeye) riâyet etmesi, tarafların kötü duygulara kapılmaktan emin olmaları, tahrik edici davranışlardan kaçınmaları şarttır. Evin dar olması, ancak bir odanın ısıtılmış bulunması, bir büyüğün sohbetinden kadınların da faydalanmalarını sağlamak gibi durumlarda -şartlara riâyet edilerek- kadınlar, erkeklerle beraber oturabilirler. Bu durumların dışında ayrı oturmak evlâdır. Müslüman kadın ve kızlarımızın çoğunun, gerektiğinde nâmahrem erkeklerle beraber oturduğunda kıyâfet ve davranışına gerekli titizliği göster(e)mediklerini gözden uzak tutmamalıyız. Özellikle böyle durumlarda kadın dişiliğiyle değil, kişiliğiyle bulunmalı, kadınsı tavır, gülüş, şaka, cana yakınlık vb. fitneye yol açabilecek tavırlardan uzak olmalıdır. Yine kıyâfetine, ev dışında gösterdiği (veya göstermesi gereken) itinâyı göstermelidir. Günümüzde yüz kızartıcı filmlerin gösterildiği tevizyon karşısında birbirine yabancı (nâmahrem) kadın ve erkeklerin, genç kız ve delikanlıların beraber oturmaları, çirkin sahneleri birlikte seyretmeleri hiç şüphesiz İslâm ahlâk ve ahkâmına tümüyle aykırıdır.
4046] Buhârî, Nikâh 115
4047] Müslim, Salât 136; Buhârî, Cum'a 13
4048] Buhârî, Nikâh 77; Müslim, Eşribe 86
HARAM - HELÂL
- 879 -
f- Cinsî Sapıklık; Homoseksüellik veya Sevicilik: Erkek veya kadının, kendi cinsinden birisi ile cinî ilişki kurması (homoseksüellik, sevicilik) bir sapıktır, yaratılış gâyesine, fıtrî ve doğal temâyüllere aykırıdır. Ahlâkî çöküntünün ve çürümüşlüğün bir tezâhürü olan bu çirkin fiilin çok eskilere dayandığını, Lut (a.s.) gibi bazı peygamberlerin bununla mücâdele ettiklerini, bazı kavimlerin bu yüzden helâk olduğunu Kur’ân-ı Kerim’den öğreniyoruz 4049. İslâm ulemâsı bu fiilin haram olduğunda birleşmiş, ancak dünyevî cezâsının zinadan ağır olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
g- El ile Tatmin: Eli ile oynayarak boşalma âdeti özellikle yeni yetişen gençler arasında yaygındır. İmam Mâlik: “Onlar eşleri ve câriyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar; doğrusu bunlar yerilmezler. Bu sınırları aşmak isteyenler; doğrusu bunlar aşırı gidenlerdir.” 4050 âyetine dayanarak “bu davranışın sınırı aşmaya dâhil ve haram olduğunu” ileri sürmüştür. Ahmed bin Hanbel ve İbn Hazm’a göre “menî, vücudun dışarı atmaya muhtaç olduğu bir şeydir; onu eliyle atan, kan aldıran gibidir ve câizdir.” Ancak Hanbelî fukahâsı bunu “zinâya düşme tehlikesi ve evlenme imkânından mahrum bulunma” şartlarına bağlamışlardır. Bu davranış, İmam Şâfiî’nin son ictihadına göre haramdır. Hanefîlere göre tahrîmen mekruhtur; ancak “yapmadığı takdirde zinâya düşeceğinden korkan bir gencin affedileceği umulur” denilmiştir. Alışkanlık yaptığı ve sıhhati bozduğu takdirde yasak fiiller arasına gireceği şüphesizdir.
h- Hayvan ile Cinsî Münâsebet: Cinsî sapıklık çeşitlerinden birisi de hayvan ile cinsî ilişki kurmaktır. Bu çirkin fiil, hem kadın ve hem de erkek için haramdır. Cumhûra göre zinâ sayılmadığı için yapana had gerekmez, ama tâzir cezâsı verilir.
Evlenilmesi Haram Olan Kadınlar
1- Müşrik kadınlar: Allah’a şirk/ortak koşan kadınlarla, onlar iman edinceye kadar, evlenmeyin. (Allah’a ortak koşan hür kadın,) Hoşunuza gitse dahi, mü’min bir câriye, müşrik hür kadından iyidir. Ortak koşan erkekler de iman edinceye kadar, onları (kadınlarınızla) evlendirmeyin. (Allah’a şirk koşan hür erkek) hoşunuza gitse dahi, mü’min bir köle, müşrik hür adamdan iyidir. (Zira) Onlar ateşe çağırıyorlar. Allah ise izniyle cennete ve mağfirete çağırıyor. İman edenlere âyetlerini açıklıyor ki öğüt alsınlar.”4051 Bu âyet, mü’minlere, Allah’a şirk koşanlarla evlenmeyi yasaklamakta, onlara kız verip onlardan kız almayı haram kılmaktadır. Müşriklerle yapılmış eski evlilikler sona erer.4052 Veya bir evli bir erkek veya kadın şirke düşünce nikâh bağı kopar.
Müslüman olmayanlar, ehl-i kitap da değil iseler onlarla evlenmek müslüman erkek ve kadınlar için haramdır.4053 Ehl-i kitap olan gayr-ı müslimlere gelince, bunlardan kız almak câizdir; müslüman erkekler yahûdi ve hıristiyan kadınlarla evlenebilirler.4054 Ancak, bunlara kız vermek câiz değildir; yani müslüman kadınlar müşrik ve dinsizlerle evlenemeyecekleri gibi, yahûdi ve hıristiyan erkekler ile
4049] 11/Hûd, 165-166; 26/Şuarâ, 77-81
4050] 23/Mü'minûn, 6
4051] 2/Bakara, 221
4052] 60/Mümtehine, 10
4053] 2/Bakara, 221
4054] 5/Mâide, 5
- 880 -
KUR’AN KAVRAMLARI
de evlenemezler.4055 Genellikle evlerde erkekler hâkimdir, son söz çoğunlukla onlarındır. Bir müslüman kadın, müslüman olmayan erkekle evlenirse onun çevresine girecek, doğacak çocuklar da gâlip ihtimalle babanın dinine tâbi olacaktır. Ayrıca kadının dinî hayatı da tehlikeye girecektir. Müslüman erkek, gayr-ı müslim kadınla evlendiği takdirde hem bunun hidâyete kavuşması ihtimali artacak, hem de çocuklara baba hâkim olacaktır. Müşrik ve dinsiz kadının ruhu ilâhî bir dine yatkın olmadığı için onunla evlenmek her yönüyle daha çok rizikoludur, o yüzden haramdır.
2- İddetini Doldurmamış Kadınlar: Boşanmış, fakat iddetini doldurmamış kadınlarla evlenilemez. İddetini tamamlayan kadın, bir veya iki talakla boşanmış kocasıyla anlaşırsa tekrar kocasına dönebilir: “Boşanmış kadınlar, üç kur’ (üç âdet veya üç temizlik süresi bekleyip) kendilerini gözetlerler (hâmile olup olmadıklarına bakarlar). Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri (karınlarında çocuk bulunduğunu saklamaları) kendilerine helâl olmaz. Kocaları da bu arada barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Erkeklerin, kadınlar üzerinde(ki hakları), bir derece daha fazladır. Allah azîzdir, hakîmdir.”4056 Üç boşama hakkını da kullanmış olan koca, artık boşadığı karısına dönemez. Şâyet kadın başka biriyle evlendikten sonra boşanır da eski kocasıyla evlenmek isterse o zaman eski karı koca yeniden evlenebilirler. Bunun amacı, kadını erkeğin despotluğundan kurtarmak, onu oyuncak haline getirmesini önlemektir: “Erkek yine boşarsa, artık bundan sonra kadın, başka bir kocaya varmadan, kendisine helâl olmaz. O (vardığı adam) da kadını boşarsa, Allah’ın sınırları içinde duracaklarına inandıkları takdirde (eski karı-kocanın) tekrar birbirlerine dönmelerinde kendilerine bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. (Allah) Bunları bilen bir toplum için açıklamaktadır. Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde, (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Bu, sizin için daha iyi ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”4057 Kocası ölen kadın, dört ay on gün bekledikten sonra istediğiyle evlenebilir. Ama iddetini tamamlamadan evlenemez. 4058
3- Neseb, Süt ve Nikâh Nedeniyle Haram Olanlar: “Geçmişte olanlar hâriç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu, edepsizlik ve iğrenç bir şeydir. Size (şunlarla evlenmek de) haram kılındı: Analarınız, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren (süt) analarınız, süt bacılarınız, karılarınızın anaları, birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız -eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize bir günah yoktur-, kendi sülbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hâriç. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. (Savaşta esir olarak) ellerinize geçenler dışında, evli kadınlar(la evlenmeniz) de haramdır.”4059 Bu âyetlerde haram kılınanlar özetle: Üvey anne, anne, öz kız, kız kardeş, hala, teyze, kardeş kızı, bacı kızı, süt anne, süt kız kardeş, kayın vâlide, birleştiği kadının kızı, oğlunun karısı (gelin), iki kız kardeşi birlikte almak
4055] 2/Bakara, 221; 60/Mümtehine, 10
4056] 2/Bakara, 228
4057] 2/Bakara, 230, 232
4058] 2/Bakara, 234-235
4059] 4/Nisâ, 22-24
HARAM - HELÂL
- 881 -
ve evli kadınlarla evlenmektir. Bunlar içinde müşrik, iddetli ve yetim kızlar ve iki bacı ile evlenme yasağı geçicidir. Yani müşrik kadın tevbe edip şirkten dönerse; iddetli, süresini doldurursa; yetim kızlara adâlet uygulanırsa bunlarla evlenilebileceği gibi, kız kardeşlerden biri ölür veya boşanırsa diğeriyle evlenilebilir.
a- Neseb dolayısıyla haram kılınanlar: Nisâ sûresi, 23 ve 24. âyetlerde belirtildiği şekilde nesep (kan yoluyla yakınlık, akrabalık) sebebiyle evlenilmesi haram olan kadınlar 7’dir:
1. Anneler: kendi annesi, babasının ve annesinin anneleri, ne kadar yukarı çıkarsa çıksın bütün kök anneler, nineler haramdır.
2. Kızlar: Gerek kendi çocukları, gerekse oğlunun veya kızının kızları, torunları, ne kadar aşağı inerse insin, zürriyetinden türeyen bütün kızlar haramdır.
3. Kız kardeşler: Ana baba bir, anne bir yahut baba bir bütün kız kardeşleriniz. Anne veya baba tarafından nesep ortaklığı olmayan kız haram değildir. Kız kardeşin kız kardeşi eğer erkeğin kız kardeşi değilse haram olmaz. Meselâ Ali’nin baba bir kız kardeşinin, başka bir adamdan olan anne bir kız kardeşi, Ali’ye helâldır.
4. Halalar: Babaların, dedelerin kız kardeşleri olan bütün halalar.
5. Teyzeler: Annelerin ve ninelerin kız kardeşleri olan büyük, küçük bütün teyzeler.
6. Kardeşin kızları: torunları, bütün yeğenleri.
7. Kız kardeşin kızları: Bu yoldan olan bütün yeğenler.
b- Süt nedeniyle haram olanlar:
1. Kişiyi emzirmiş olan sütannesi. Ve nineleriniz. Sütanne, kişiyi emziren kadın yahut bu kadının nesep veya sütanneleri, nineleridir. Bunların hepsi emene haramdır.
2. Sütkızkardeşleri: “Doğum dolayısıyla haram olanlar, emzirme ile de haram olur.”4060 Bu hadis-i şerife göre süt yüzünden haram olanların da kıyas yoluyla yedi olduğu, fakat Kur’ân-ı Kerim’de yalnız ikisinin anılmasıyla yetinildiği anlaşılır.
c- Nikâh nedeniyle haram olan kadınlar:
1. Kadınlarınızın anneleri: Zifaf olsun olmasın, nikâhladığınız bütün kadınların anneleri (kayınvâlideleriniz) size haramdır.
2. Birleştiğiniz kadınlarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız.
3. Sülplerinizden olan oğullarınızın eşleri (gelinleriniz). Kur’an’daki bu ifade, bütün torunların eşlerini kapsar.
4. İki kız kardeşi birlikte almak da haramdır. İki kız kardeşi birlikte nikâhlamak bâtıldır. Nikâhın sahih olması için birinin ölmüş veya boşanmış olması ve boşananın iddetini tamamlaması lâzımdır.
4060] Buhârî, Nikâh 20, 27; Müslim, Radâ 2; Ebû Dâvud, Nikâh 6; İbn Mâce, Nikâh 34; Dârimî, Nikâh 48; Ahmed bin Hanbel, I/275
- 882 -
KUR’AN KAVRAMLARI
5. Evli kadınlarla nikâhlamanız da haram kılınmıştır: Gerek müslümanların, gerek zimmîlerin, gerek harbîlerin nikâhı altında bulunan bütün kadınlarla evlenmek haramdır. Ancak, savaşta esir düşerek özgürlüğünü yitirip câriye alınanlarla evlenmek haram değildir.
4- Fuhuş kadınları/Fâhişeler: “Zinâ eden erkek, zinâ eden veya şirk koşan kadından başkasıyla evlenmez. Zinâ eden kadın da zinâ eden veya ortak koşan erkekten başkasıyla evlenmez. Böyleleriyle evlenmek mü’minlere haram kılınmıştır.”4061 Bu âyette, zinâ eden erkeğin, ancak zinâ eden veya şirk koşan kadınla evleneceği; zinâ eden kadının da ancak zinâ eden veya şirk koşan bir erkekle evleneceği; böyle kimselerle evlenmenin, mü’minlere haram kılındığı bildirilmektedir.4062 Bir müslüman erkeğin fâhişe kadınla evlenmesi kesinlikle câiz değildir. Zinâ yapan ve bunu gizlemeyen erkek de böyledir.4063 Ancak, tevbe eden, nefsini ıslah eyleyenler müstesnâdır. Başından zinâ geçtiği bilinen, fakat buna devam etmeyen mü’min kadın ve erkek ile evlenmek mekruh olmakla beraber, nikâh akdi sahih (evlilik geçerli) olur. Ulemânın çoğu bu görüştedir.
B- Âile Hayatı ile İlgili Haramlar
Eşler Arasında İlişkide Haramlar:
a- Hayız ve lohusalık hallerinde birleşme: Bazı dinler, eşler arası cinsî münâsebet konusunda ifrâta düşmüş, hayız halinde bile yaklaşmayı mubah kılmış, bazıları ise bu durumda yatak ve odaları ayırmaya kadar gitmişlerdir. İslâm, hayız ve lohusalık hallerinde yalnızca birleşmeyi haram kılmış, bunun dışında bir yasak koymamıştır.4064 Bu durumlarda birleşmenin tıbbî ve psikolojik sakıncaları bilim adamlarınca ta tespit edilmiştir.
b- Kadınlara anüslerinden yaklaşma: Dinî irşâdın önem verdiği husus, insanlara birleşmenin şekil ve tekniği üzerine bilgi vermek değil; fıtrat ve hedefe aykırı davranışları düzeltmektir. Bu cümleden olarak, şekil ile ilgili bir soru üzerine şu âyet nâzil olmuştur: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin.” 4065 Bundan bir âyet önce “Allah’ın size buyurduğu yoldan yaklaşın” buyurulmuş, Peygamberimiz de “kadınlara anüslerinden (arkalarından) yaklaşmayın”4066 demiştir. Bu nasslara göre şekil/teknik konusunda bir sınırlama yoktur; ancak birleşme yolu tektir, bu da üremeyi mümkün kılacak yoldur.
c- Yatak odasında geçenleri başkalarına anlatma: Karı-koca arasındaki cinsî ilişkinin aralarında bir sır olarak kalması ve yatak odasında geçenlerin dışarıda anlatılmaması istenmiş, bu sırrı ifşâ edenlere “insanların kötüsü” ve “şeytan” denilmiştir. 4067
d- Çocuk düşürmek ve kürtaj (çocuk aldırma): Evliliğin gâyelerinden birisi ve belki en başta geleni, neslin devamı, müslümanların çoğalmasıdır. Bu yüzden gebeliği önlemenin tamamen serbest/mubah olmadığı vurgulanmıştır. Bununla
4061] 24/Nûr, 3
4062] Ayrıca bk. 4/Nisâ, 25-26; 5/Mâide, 5
4063] 24/Nûr, 3
4064] 2/Bakara, 222
4065] 2/Bakara, 223
4066] Tirmizî, Tahâret 102, Radâ 12; Ahmed bin Hanbel, I/86; 6/305
4067] Buhârî, Nikâh 69; Müslim, Talâk 26
HARAM - HELÂL
- 883 -
birlikte, meşrû bir sebebe bağlı olarak, çocuk istemeyen çiftin, karşılıklı rızâ ile doğum olmasın diye tedbir alması câizdir. Alınan tedbirlerin en eskisi ve Hz. Peygamber zamanında tatbik edileni azildir. Azil, birleşmenin sonuna doğru erkeğin çekilmesi ve erlik suyunu dışarı akıtmasıdır. Sahâbeden Câbir’in ifâdesiyle Kur’ân-ı Kerim nâzil olurken sahâbe azli tatbik ederlerdi; bunu yasaklayan bir âyet nâzil olmadı.4068 Rasûlullah’a azlin hükmü sorulduğu zaman bunu men etmedi; ancak, Allah’ın dilediği zaman çocuğu yaratacağını, buna engel olunacağının düşünülmemesini ifade buyurdu. 4069
Çocuğu aldırmak veya ilkel usullerle düşürmek azle benzemez. Azilde henüz vücuda gelmemiş bir varlığın oluşmasını engelleme söz konusudur. Burada ise, hem bir insan çekirdeğinin imhâsı, hem de ana hayatının tehlikeye düşürülmesi bahis konusudur. Düşürme ile aldırma (kürtaj) arasındaki fark, ananın sağlığı yönünden önemlidir. Her ikisi de câiz olmamakla beraber düşürmede ananın hayatı tehlikeye girdiği için sakıncası daha da büyük olmaktadır. Uzman ve müslüman bir doktorun, anayı kurtarmak için ceninin alınmasına karar vermesi halinde zarûret prensibi işler ve bu takdirde çocuğu almak câiz olur.
e- Karı-koca haklarına riâyetsizlik: “Kadınların -normal ölçüler içinde- vazifeleri kadar hakları da vardır.”4070 Özellikle çocuklarına karşı, yalnız erkek değil, kadın da çobandır.4071 Bu hadisteki çobandan maksat, sorumluluk taşıyan, himâyesine verilenleri koruyan, muhâfaza edendir. Peygamberimiz bir soru üzerine kadının koca üzerindeki haklarını şöyle açıklamıştır: “Yediğin zaman ona da yedirmek, giydiğin zaman ona da giydirmek, yüzüne vurmamak, hakaret etmemek, küsüp evi terk etmemek.” 4072
Kocanın hakları ve kadının vazifeleri olarak da: “Kocanın istemediği kimseyi eve almamak, izinsiz dışarı çıkmamak, meşrû isteklerini yerine getirmek, yatağını terk etmemek, gücü yettiğince hoşnut kılmaya çalışmak” sayılmıştır.4073 Kusur ve aksaklıklarda karşılıklı sabır, tahammül, iyi niyet esastır: “Onlarla (kadınlarla) güzellikle geçinin, eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin; hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.” 4074 Rasûl-i Ekrem şöyle buyuruyor: “Üç kimsenin namazı başından yukarı bir karış bile yükselmez: Kendisini istemedikleri halde bir cemaate imam olan kişi, eşi kendisine darılmış olduğu halde geceleyen kadın, birbirine hasım olan iki kardeş.” 4075
Geçimsizlik: Bütün iyi niyet ve gayretlere rağmen huzur bulunamaz, geçim sağlanamazsa ve suç kadında ise önce kocanın te’dib hakkı vardır: “... Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihâyet dövün. Site itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın...”4076 Koca te’dib hakkını sırayla öğüt, küsme ve hafifçe dövme şeklinde kullanacaktır. Dövme, son çaredir ve bazı kadınlar için başka çare bulunmadığı göz önüne alınarak izin verilmiş,
4068] Buhârî, Nikâh 96; Müslim, Talâk 26, 27
4069] Buhârî, Büyû' 109; İbn Mâce, Nikâh 30
4070] 2/Bakara, 228
4071] Buhârî, Nikâh 81, 90; Müslim, İmâre 20
4072] Ebû Dâvud, Nikâh 41; İbn Mâce Nikâh 3
4073] Hâkim, el-Müstedrek, II/188-190
4074] 4/Nisâ, 19
4075] İbn Mâce, İkame 43; Tirmizî, Salât 149
4076] 4/Nisâ, 34
- 884 -
KUR’AN KAVRAMLARI
fakat sınırlama yapılmıştır:
a- Peygamberimiz hayatı boyunca hiçbir zaman kadına el kaldırmamış, “(kadınlarınızı) dövenleriniz hayırlınız değildir.” 4077; “Akşam belki de birleşeceği karısını insan nasıl döver?” 4078 buyurmuştur.
b- Yüze, tehlikeli yerlere vurmayı ve iz bırakacak kadar vurmayı men etmiştir. Şu halde buna ancak mecâzen ve psikolojik tesiri bakımından “dövme” denebilir. Âile bağını koparmamak için son çare olarak gösterilmiş yine de acı bir ilaçtır. Bu tedbirler de problemi çözmezse hakemlere başvurulur: “Karı kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin âilesinden bir hakem ve kadının âilesinden bir hakem gönderin; bunlar düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur...” 4079 Kusur erkekte olduğu takdirde kadının da hakeme ve hâkime başvurma hakkı vardır. Hakemlerin doğrudan veya hâkim vâsıtasıyla ayırma selâhiyetleri de vardır. Ayrıca kadın bir bedel üzerinde anlaşarak ayrılmayı talep edebilir.
f- Çocuğun haklarına riâyetsizlik: Çocuğun nafakası, bakımı, terbiyesi, tahsili, maddî yönleriyle babaya, mânevî yönleriyle ana ve babaya âit bir borçtur. Ana ve babanın çocukları arasında fark gözetmemesi, meşrû bir sebebe dayanmadan, birisine diğerinden fazla ayrıcalık göstermemesi gereklidir. Ana veya babanın sağlığında, hibe yoluyla çocuklarına farklı şeyler vermesi konusunda, Rasûl-i ekrem: “Çocuklarınıza eşit davranın, çocuklarınıza eşit davranın...” 4080
g- Ebeveynin haklarına riâyetsizlik: Çocuklarınana ve babalarına sevgi ve saygı duymaları, sözlerini dinlemeleri ve muhtaç oldukları zaman onlara bakmaları evlâtlık borçlarıdır. “Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir; zira annesi onu, karnında güçlüklere göğüs gererek taşımış, onu acı çekerek doğurmuştur. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer.” 4081; “Rabbin yalnız kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi emretmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı ‘öf!’ bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle.” 4082
İslâm’da kulun emrine itaat, bu emrin meşrû olmasına bağlıdır. Meselâ ana-baba evlâdını, Allah’a şirk koşmaya zorlasalar onlara itaat edilmez, fakat bu durumda bile onlara kötü söylemek câiz değildir.4083 Rasûlullah (s.a.s.) buyuruyor: “Size büyük günahların en büyük üçünü haber vereyim mi?” ‘Evet yâ Rasûlallah!’ “Allah’a şirk koşmak, ana babaya baş kaldırmak ve (yaslandığı yerden oturumuna gelerek) dikkat edin; yalan söz, yalan şâhidlik!” 4084
İnanışlar ve Taklit, Hurâfe ve Âdetlerde Haramlar
İslâm tevhid dinidir; zâtında ve sıfatlarında Allah Teâlâ’nın bir ve tek olduğunu, O’ndan başka hiçbir varlığın ibâdete, kulluğa, mutlak itaate lâyık bulunmadığını ilân etmiş, bu birliği dinin temeli kılmıştır. Bu temel inanca aykırı inançlar
4077] İbn Mâce, Nikâh 51; Ebû Dâvud; Nesâî, Ahmed bin Hanbel
4078] Ahmed bin Hanbel, 4/17; Buhârî, Nikâh 93
4079] 4/Nisâ, 35
4080] Ebû Dâvud, Büyû' 83; Buhârî, Hibe 12-13;Müslim, Hibât 13
4081] 46/Ahkaf, 15
4082] 17/İsrâ, 23
4083] 31/Lokman, 14-15
4084] Buhârî, Edeb 6, Şehâdât 10; Müslim, İman 143, 144
HARAM - HELÂL
- 885 -
küfür, bu tevhid inancına aykırı davranışlar ise en azından haramdır. Bu davranışlardan yaygın olanlarını kısaca saymaya çalışalım:
a- Câhiliye Âdet ve Gelenekleri: İslâm dini geldiği zaman insanlar, bugün olduğu gibi çeşitli kavimlere, büyük küçük topluluklara mensup bulunuyorlardı. Bu toplulukların kendilerine âit inançları, âdetleri, gelenek ve görenekleri vardı. İslâm’dan önceki çağa “câhiliye çağı”, bu çağın İslâm’a aykırı bulunan âdet ve inançlarına da “câhiliyye âdetleri” denilmektedir. Müslüman, saâdet dini islâm’a girerken câhiliyye inanç ve âdetlerinden soyunmak, arınmak, bu saâdet iklimine öyle girme mecbûriyetinde idi. Bu, Lâ ilâhe illâllah demenin, önce Allah’tan başka tüm ilâhları reddetmenin, tâğuta başkaldırmanın ve iman etmenin gereği idi. Rasûlullah ve O’nun yolundakiler, câhiliyye âdetleriyle mücâdele edip müslümanları bunlardan arındırmaya çalışmışlardır. İşte bu mücâdele ve arındırma faâliyetinin, bid’a ve gelenek kavramlarıyla yakın alâkası vardır.
b- Irkçılık: Farklı kavim ve kabileden olmayı bir üstünlük ve övünme, başkalarını hor görme, zulüm vâsıtası kılmak haramdır. İnsan ancak kendi irâdesiyle kazandığı vasıf ve özellikle övülür veya kınanır. İman, ibâdet, Allah korkusu (takvâ), güzel ahlâk, bilgi ve mârifet, hüner bunlar arasındadır. Arap, Türk, Kürt, İngiliz, beyaz, siyah, Batılı, Doğulu olmak kimsenin elinde değildir. Şu halde övme ve yerme konusu da yapılamaz. Hele ırkçılık yaparak güçlünün zayıfı ezmesi ve hor görmesi için bu konuları kullanması asla câiz olamaz. Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor: “Asabiyete çağıran, bunun için çarpışan, bunun için ölen Bizden değildir.” Sordular: ‘Asabiyet nedir yâ Rasûlallah?’ Cevap verdi: “Kavmine zulümde (haksız olduklarında) yardım etmendir.”4085 Efendimiz (s.a.s.) Vedâ Hutbesinde de bütün dünyaya şunları ilân etti: “Ey insanlar! Şüphe yok ki Rabbiniz birdir. Dikkat edin! Arabın yabancıya, yabancının Araba, kırmızının siyaha, siyahın kırmızıya -takvâ ölçüsü dışında- bir üstünlüğü yoktur; en üstün olanınız en takvâ olanınız, Allah’a karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” 4086
c- Bid’atler: Peygamberimiz (s.a.s.) zamanında olmayan veya meşrû telakkî edilmeyen bir inanç, ibâdet veya dinî anlayış ve davranış bid’at kavramı içinde yer almaktadır. Herhangi birhareket, âlet veya anlayışın dinî yönü olmadıkça; yani iman ve ibâdet, sevap ve günah çerçevesine sokulmadıkça bid’atle alâkası yoktur. Hacca giderken deveye değil de uçağa binmek bid’at değildir; çünkü bunun inanç, ibâdet, sevap, günah kavramı ile bir ilgisi yoktur. Türbelere horoz ve mum adamak, ölünün başında mum yakmak bid’attir; çünkü bu bir inanca dayanmakta, bununla sevap umulmaktadır. Hâlbuki dinimizde böyle bir inanç, ibâdet ve sevap yolu yoktur.
d- Allah’tan Başkasına Yalvarıp Duâ: “Ancak Sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz.” 4087 Duâ bir ibâdettir ve ibâdet ancak Allah’a yapılır. “Dikkak et, hâlis din Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine birtakım evliyâ/dostlar edinenler, ‘onlara, bizi Allah’a yaklaştırsanlar diye kulluk ediyoruz’ derler...”4088 Müşriklerin bu gerekçesine benzer şekilde tevessül anlayışına sahip olan ve Allah’la arasına mutlaka aracılar koymak ihtiyacını hissedenler, bu âyetlerin hükmünü iyi düşünmeliler. Türbe4085]
Ebû Dâvud, Edeb 112; Müslim, İmâre 57
4086] Beyhakî, Sünenu’l-Kübrâ, 5/139
4087] 1/Fâtiha, 5
4088] 39/Zümer, 3
- 886 -
KUR’AN KAVRAMLARI
lerin etrafında toplanan, dede ve tekkelere, yatırlara kurbanlar kesen, adaklar adayan, ellerini kaldırarak ölülerden medet, imdat, şifâ... bekleyen kimselerin harama girmekle kalmadıkları ve imanlarını da tehlikeye düşürdükleri bir gerçektir.
e- Uğursuz Saymak: İnsanlar, eskiden beri bazı yer, zaman, şahıs ve şeyleri uğursuz veya uğurlu saymışlar, bu inanca göre karar verdikleri, hareket ettikleri olmuştur. Hiçbir ilmî ve dinî esasa dayanmayan bu inanç İslâm’da reddedilmiş, uğur veya uğursuzluğu insanların kendi inanç ve davranışlarında aramaları istenmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “...Uğursuzluk diye bir şey yoktur; cüzzamlıdan -aslandan kaçar gibi- kaçın.”4089 Câhiliyye devrinde Araplar baykuşun, ölünün kemikleri veya ruhundan meydana geldiğine, ürküttükleri hayvanların sağ veya sollarından karşı yöne gidişlerine göre uğur veya uğursuzluğa inanırlardı. Bazı gün, şahıs, eşya ve yerleri uğursuz saymak, ölüm veya felâketten söz ederken kulak çekip tahtaya vurarak korunmaya çalışmak da aslı astarı olmayan inanç ve davranışlar arasındadır.
f- Nazarlık, Nal, Muska vb. Kullanmak: Birden ortaya çıkan veya sebebi bilinmeyen hastalıklara yakalanmamak veya tedâvi etmek üzere başvurulan birtakım tedbirler vardır. Nazarlık, at nalı, at kafası, çeşitli muskalar takma, kurşun dökme, tütsü yapma bunun bazı örnekleridir. Bunlar, tıb yönünden bir faydası olmadığı, üstelik bâtıl inançları devam ettirdiği için haram kılınmışlardır. Peygamberimiz (s.a.s.) nazarlık kullanmayı men etmiş, bu gibi şeyleri asan kimselerin bey’atlerini kabul etmemiştir. 4090
Büyü, Gaybı Bilme İddiası ve Benzeri Konularda Haramlar
a- Büyü/Sihir: Dilimizde “büyü, afsun, cadılık, nirenk, füsun” gibi kelimelerle ifâde edilen “sihir”; “birtakım acâyip işler vâsıtasıyla alışılan ve bilenene uymayan (fevkalâde) tesirler meydana getirmektir” şeklinde târif edilmiştir. Sihrin gözbağcılık denilen ve gerçek olmayan çeşidi yanında, vesvese ve telkine dayanan insan psikolojisini etkileyen tesiri olan çeşidi de vardır. “Sihirbazlar mârifetlerini ortaya koyunca insanların gözlerini sihirlediler ve onları ürküttüler, büyük bir sihir yaptılar.”4091 âyetinin baş tarafı birinci çeşit sihre, sonu da ikinci nevine işaret sayılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim sihri yasaklamış, haram ve küfür saymıştır. Sihir, itikadı bozduğu, tevhid inancına zarar verdiği, kontrolü mümkün olmadığı için kötüye kullanıldığı ve aldatma, iğfal, zarar vâsıtası olduğu için haram kılınmış, sihirbazın/büyücünün felah bulamayacağı ifâde buyurulmuştur.4092 Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) sihir hakkında şöyle buyurmuştur: “(Fertleri ve toplumu) Mahveden yedi şeyden sakının!” Sordular: ‘Bunlar nedir yâ Rasûlallah?’ Buyurdu: “Allah’a şirk/ortak koşmak, sihir, haksız olarak Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, fâiz yemek, yetim malı yemek, savaş günü düşmandan yüz çevirmek (kaçmak), mü’min ve habersiz namuslar kadınlara iftirâ etmek.” 4093
4089] Buhârî, Tıb 19, 25, 43-45; Müslim, Selâm 102
4090] Nesâî, Ziynet 17; İbn Mâce, Tıb 39
4091] 7/A’râf, 116
4092] 20/Tâhâ, 69
4093] Buhârî, Vesâyâ 23, Tıb 48; Müslim, İman 144
HARAM - HELÂL
- 887 -
b- Allah’tan Başkası Gaybı Bilemez: İnsanoğlunun kendi bilgi vâsıtalarıyla bilmesi, öğrenmesi mümkün olmayan şeyler vardır: Allah, ruh, cennet, cehennem, sırat, mîzan, geleceğimiz bunlardan birkaçıdır. Bu gibi varlıklar “gayb âlemi”ni; görüp bildtiğimiz, kendi vâsıtalarımızla hakkında bilgi edinebildiğimiz şeylerin toplamı ise “şehâdet âlemi”ni oluşturur. Gayb âlemi hakkında Allah, kullarına vahiy gibi bir yolla bilgi verir. Çok eski zamanlardan beri insanlar, gayb âlemini merak etmiş, hakkında bilgi edinmek istemiş, bazı açıkgözler de bunu istismar ederek güya gâibden haber vermeye başlamışlardır. Eskiden bu işle meşgul olan kâhinler, arrâflar, falcılar, cinciler... vardı; günümüzde bunlara ek olarak medyumlar, ruhçular, astrologlar var. Bu kişiler, çeşitli vâsıtalardan istifâde ederek insanların geçmişi, geleceği, ruhlar âlemi gibi gayb haberleri verdiklerini iddiâ etmektedir. Bunlara inanmayanlar yanında inananlar da vardır. Hâlbuki Peygamberimiz, Allah’ın en seçkin kulu olmasına rağmen, O’nun hakkında Kur’an diliyle şöyle buyurulmuştur: “De ki: Allah’ın dilemesi dışında ben kendim bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Gaybı/görülmeyeni bilseydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi.” 4094 Allah’tan başka hiçbir varlığın gaybı bilmediğini şu âyet kesin bir şekilde ortaya koymaktadır: “De ki: Göklerde ve yerde gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur...” 4095
Peygamberimiz: “Gayb habercisine (arrâfa, kâhine) inanan kimsenin kırk gün namazının kabul olunmayacağını” 4096; “ona inanan kimsenin, kendisine gönderilen (Kitabı, vahyi) inkâr etmiş olacağını”4097 ifâde buyurmuştur. Kendisine, “bazı söyledikleri doğru çıkıyor” diyenlere, Allah’a âsi olan cinlerin, edindikleri bazı bilgileri, bir doğrunun yanına yüz yalan katarak bu kâhinlere ulaştırdıklarını, bunlar vâsıtasıyla halkın inancını bozduklarını, onları sapıklığa düşürdüklerini söylemiştir.4098 Bu kesin deliller karşısında müslümanların, gâipten haber verdiğini iddiâ eden kimseleri dinlememeleri, onlara inanmamaları gerekir. Onları dinlemeleri haramdır.
c- Ruh Çağırma Adı Verilen Cincilik: Günümüzde özellikle sosyete denilen tabaka arasında yaygın olan ruh çağırma olayı da bir nevi modern kâhinliktir. Birçok tecrübeler, medyumların madde ötesi bir varlıkla temas kurdukları kanaatini vermektedir. Ancak bunun ruh olduğu ve söylediğinin gerçeğe uygunluğu sâbit değildir. Elmalılı merhûmun ifâdesiyle “bunların büyük ruhları ve şahsiyetleri çağırıp getirme iddiâları yalan olduğunda şüphe yok ise de habis ruhları ve sefil şahsiyetleri afsunlayıp topladıkları ve bu sûretle yüce ruhlara zarar vermeye çalıştıkları muhakkaktır.” 4099
Ruh çağırma seanslarında, gelenin ruh olduğu belli değildir; cin olması ihtimali daha kuvvetlidir. Gelen varlığın veya hayâlin verdiği haber ve bilgiler, yalan ve yanlış ile karışıktır. Dinimiz, maddî ve mânevî menfaat sağlamak gâyesiyle ve İslâm inancına uymayan telâkkîler, anlayışlar içinde bu işlerle uğraşmayı ve mesnetsiz iddiâlara inanmayı yasaklar.
d- Fal ve Falcılık: Eskiden yazılı oklarla, günümüzde burç, yıldız, kahve, bakla,
4094] 7/A’râf, 88
4095] 27/Neml, 65
4096] Müslim, Selâm 125; Ahmed bin Hanbel, II/429, IV/68
4097] Tirmizî, Tahâret 102; İbn Mâce, Tahâret 122
4098] Buhârî, Bed’u’l-Halk 6, 11, Tıb 46, Edeb 117; Müslim, Selâm 122, 123
4099] Hak Dini Kur’an Dili, 8/6365
- 888 -
KUR’AN KAVRAMLARI
iskambil kâğıdı gibi vâsıtalarla yapılan falcılık da bir nevi gâipten haber vermedir; çünkü gelecek (müstakbel) gaybdır. Bu sebeple her çeşit falcılık ile bunlara inanmak haramdır. 4100
Eğlence Hayatı, Oyun, Sporla İlgili Haramlar ve Kumar
a- Şaka ve Mizahta Yasak Olan Hususlar:
1- Şaka, latife, nükte gibi mizahî özellikler, insan hayatında yemekteki tuz gibi olmalı, aşırıya kaçmamalı, kişinin işi gücü mizah olmamalıdır. Fazla şaka yapmak, kişinin ağırlığını ve ciddiyetini giderir, şaka ile gerçeğin karıştırılmasına sebep olur.
2- Hiçbir kimse ile alay edilmemeli, şeref ve nâmuslara dil uzatılmamalıdır. “Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir.” 4101
3- Güldürmek için yalan söylenilmemelidir. Peygamberimiz şaka için de yalan söylemeyi kesin şekilde yasaklamaktadır. “Etrafındakiler gülsün diye konuşup da yalan söyleyene yazık, çok yazık!” 4102
b- Tavla Oyunu: “Tavla oynayan elini domuzun etine ve kanına batırmış gibi olur.”4103 “Tavla oynayan Allah ve Rasûlünün emrini dinlememiş olur.” 4104 hadislerini göz önüne alan cumhûr tavla oynamanın haram olduğu hükmünü benimsemişlerdir. İskambil kâğıdı ile oyunların da tavla gibi olduğu değerlendirilir. Tavla, şansa da dayanan ve zarla oynanan oyun olduğu, iskambil de yine şansa dayandığı ve kumar aracı/oyunu olduğu için câiz olmaz. Said bin el-Müseyyeb’in de dâhil bulunduğu bazı din bilginleri ise hadislerin kumara âit olduğunu, kumarsız tavla oynamanın (bunlara düşkünlük göstermemek ve kumara âlet etmemek şartıyla) câiz olduğunu söylemişlerdir.
c- Satranç: Satranç, sahâbe devrinde İslâm dünyasınca tanınmış ve hükmünde görüş ayrılığı meydana gelmiştir: Sahâbeden Hz. Ali, Abdullah İbn Ömer, mezheplerden Hanefî ve Hanbelîlere göre haramdır. İbn Abbas, Ebû Hüreyre, İbn Sîrîn, Said bin el-Müseyyeb, İbn Cübeyr gibi sahâbe ve tâbiûn fukahâsına göre mubah; Şâfiî ve Mâlikîlere göre haram değil, mekruhtur. Nevevî’nin nakline göre tenzîhen mekruh nev’indendir.
Satrancı haram saymak için sağlam bir delilin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Diğer mubah oyunlar gibi bunun da câiz olması, şu şartlara bağlıdır:
1- Oynamaya dalıp namazı geçirmemek; düşkün/hasta olup çokça zamanını bununla harcamamak,
2- Kumara âlet etmemek,
4100] 5/Mâide, 3
4101] 49/Hucurât, 11
4102] Tirmizî, Zühd 10; Ebû Dâvud, Edeb 80
4103] Müslim, Şi'r 15; İbn Mâce, Edeb 43
4104] Ebû Dâvud, Edeb 56
HARAM - HELÂL
- 889 -
3- Oyun sırasında dilini kötü sözlerden sakınmak; rakîbe veya ortalığa çirkin sözler sarfetmemek.
d- Kumar: İslâm kumarı kesin olarak yasaklamış, haram kılmıştır. Bunu yaparken belli bir şeklini kasd etmemiş, mânâ ve neticesini hedef almıştır. Hangi âlet ve metodla oynanırsa oynansın, oyunun -önceden belli olmayan- sonunda taraflardan biri veya birkaçı kâr ya da zarar edecekse kumar gerçekleşmiş demektir. Meselâ, birçok kişi, aralarında para toplayıp çekilecek kura veya yapılacak yarışma vb. sonunda içlerinden bir kısmı buna sahip olacak, diğerleri kaybedecekse kumardır. “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şüphesiz şeytan işi pisliklerdir; bunlardan kaçının ki saâdete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı zikirden/anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bundan vazgeçtiniz değil mi?” 4105 meâlindeki âyet, kumarı hem haram kılmakta, hem de bu hükmün hikmetlerini sıralamaktadır. Kumarın haram kılınmasındaki hikmetleri şöyle sayabiliriz:
1- Müslüman, hayat ve kazancı şansa ve tesâdüfe değil; aldığı tedbir ve verdiği emeğin sonucuna bağlamalıdır.
2- Başkasının malı haramdır; bunu almanın yolu ya -çeşitli şekilleriyle- mübâdele (ticâret vb. yolla el değişimi) veya bağış vb. dir; kumar haksız kazanç yoludur.
3- Kaybeden, verdiğine râzı görünse bile, kalbinden üzüldüğü ve kazanana kin ve düşmanlık duyduğu şüphesizdir.
4- Kaybeden kazanmak, kazanan bu zevki yeniden tatmak için tekrar oynarlar ve bu hal, giderek alışkanlık kazandırır, kişiyi kumarcı yapar.
5- Kumar ibâdetlere engel olur.
6- Kumarın zararı bireylerle sınırlı kazmaz; topluma sirâyet eder. Üretime katılmayan, işsiz-güçsüz, kumar oynamakla vakit öldüren kimselerin çoğalmasına sebep olur.
e- Piyango ve Toto: Piyango, sayısal, spor toto, loto, altılı ganyan, müşterek bahis gibi düzenlenen ve oynananlar da kumardır. Bunlar, daha büyük kalabalıkların oynadığı, Milli Piyango gibi bazılarında devletin oynattığı ve bundan para kazandığı kumardır, kumarın bütün unsurlarını içine almaktadır. Bunlardan bazı tesis ve hayır(!) kurumlarının yararlanması, İslâmî açıdan mâzeret değildir; çünkü İslâm, kendi toplumu içinde, menfaat vaad etmeden hayra yardımcı olması mümkün olmayan fertlerin bulunacağını düşünmez. İslâm’ın getirdiği ve öngördüğü devlet, ekonomi, hukuk, toplum ve ahlâk düzeni gerçek hayır kurumlarını yaşatmak için kumar düzenlemeye muhtaç değildir. Müslümanların iyilik ve hayır yapmaları için “Allah rızâsı”, teşvik unsuru olarak yeterlidir.
f- Müzik: Müzik; kadın veya erkek tarafından ses ve âlet (çalgı) ile icrâ edilen bilinen sanatın bütün çeşitlerine şâmildir. Hatta sadece enstrümantel âletlerle veya sadece sesle de müzik icrâsı söz konusudur. İslâmî hüküm bakımından bu sınıf ve şekiller arasında fark vardır. Ayrıca müziğin icrâ edildiği yer ve maksadın, müzikle beraber sergilenen diğer yan unsurların da hükme tesiri söz konusudur.
4105] 5/Mâide, 90-91
- 890 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Müziğin hükmünü tâyin eden delillere geçmeden önce fıkıh mezheplerinin telakkîsini özetleyelim:
1- Hanefî mezhebine göre müzik icrâsı ve bunu dinlemek haramdır. Bu hüküm, bir değnek ve çubuğun bir yere âhenkli bir şekilde vurulmasını dahi içine almakta ve haram sayılmaktadır. Hükmün bazı istisnâları vardır: Savaşta vurulan kös (büyük savaş davulu) ile düğünlerde çalınan tef. Müzik, başkalarına dinletme için değil de, kendini dinlendirmek ve yalnızlığı defetmek için yapılırsa İmam Serahsî’ye göre câizdir; Merğınânî’ye göre bu da haramdır. İmam Ebû Yusuf’a sormuşlar: “Düğün dışında, meselâ kadının ve çocuğun kendi evinde tef çalmasına ne dersin?” Şu cevabı vermiş: “Bunda kerâhet yoktur. Aşırı oyun ve teğannî olursa onu mekruh görürüm.” Hanbelî mezhebi de bu konuda -genel çizgileriyle- Hanefî mezhebi gibidir.
2- İmam Şâfiî ve İmam Mâlik’ten ikişer görüş nakledilmişti. Bunlardan birine göre bu iki imam müziği mekruh saymışlar, diğerine göre ise -yanında bir haram işlenmediği, harama âlet edilmediği takdirde- mubah görmüşlerdir. (Şâfiî mezhebinden Gazzâlî ile Mâlikîlerden Kettânî’nin görüşlerine aşağıda daha genişçe yer verilecektir.)
3- Zâhiriyye mezhebi ile genellik tasavvuf tarikatları müziğin bütün çeşitleriyle mubah olduğunu müdâfaa etmişlerdir.
Müziğin lehinde ve aleyhinde görüş bildiren fıkıh bilginleri bazı âyetlerden delil getirmek istermişlerse de4106 bunların müziği hedef aldığı kesin değildir. Yani Kur’an’da direkt olarak müziğin haramlığı veya helâllığı ile ilgili bir hüküm yoktur. Hadislere gelince; Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.) düğün, bayram, karşılama gibi münâsebetlerle icrâ edilen müziği tasvip ettiği, düğünlerde bunu teşvik eylediği sağlam rivâyetlere dayanmaktadır. Ayrıca, müziğin -bir harama âlet edilmeden- haram kılındığına dair sahih bir hadisin bulunmadığı belirtilmiştir.
El-Kettânî, Hz. Peygamber devri kültür ve medeniyetinden bahseden iki büyük ciltlik eserinde (et-Terâtibu’l-İdâriyye) müziğe 25 sayfa ayırmış, bütün çeşitleriyle câiz olduğunu gösteren deliller getirmiş, bu konuda yazılmış 20 eserin ismini vermiştir.4107 Bu müellifen tespitine göre sahâbeden Hz. Ömer, Osman, Abdurrahman bin Avf, Ubeyde bin el-Cerrâh, Sa’d bin Ebî Vakkas, Ebû Mes’ud, Bilâl, Abdullah bin ez-Zübeyr, Hassân, İbn Amr, el-Muğîre bin Şu’be gibi zatların müzik dinledikleri rivâyet edilmiştir.
İmam Gazzâli, İhyâ isimli eserinin 35 sayfasını bu meseleye ayırarak bütün söylenenleri tahlil etmiş, delilleri karşılaştırmış ve şu neticeye varmıştır: Müzik, ister ses ister âlet ile olsun tek hükme bağlı değildir: Haram, mekruh, mubah ve müstehap olabilir. Şöyle ki:
1- Dünya arzusu ve şehvet hisleri ile dolup taşan gençler için yalnızca bu duyguları tahrik eden müzik haramdır.
2- Vakitlerinin çoğunu buna veren, müzikle meşgul olmayı âdet haline getiren kimse için mekruhtur.
4106] 31/Lokman, 6; 39/Zümer, 18
4107] et-Terâtibu'l-İdâriyye II/120-145
HARAM - HELÂL
- 891 -
3- Güzel sesten zevk alma dışında bir duyguya kapılmayan kimse için müzik mubahtır, serbesttir.
4- Allah sevgisi ile dolup taşan, duyduğu güzel ses kendisinde yalnızca güzel sıfatları harekete geçiren kimse için müstahaptır.
Gazzâlî, incelemesini sürdürürken müziğin, duruma göre ya mubah veya mendûb olduğunu, onu haram kılan şeyin kendisi değil; dıştan ârız olan beş sebepten ibâret bulunduğunu ifâde ederek şöyle devam ediyor:
1- Şarkı söyleyen kadın olur, dinleyen de kadın sesinin şehvetini tahrik edeceğinden korkarsa dinlemek haramdır. Burada haram hükmü müzikten değil; kadının sesinden gelmektedir. Aslında kadının sesi haram değildir; ancak şehveti tahrik ederse Kur’an okumasını bile dinlemek haram olur. (Hanefîlerden Buhârî şârihi allâme Aynî de “Bayramda iki câriyenin okuduğu şarkıyı Hz. Peygamber’in ve Ebû Bekir’in dinlediklerinden hareketle aynı neticeye varmıştır. 4108
2- Müzik âleti, içki meclislerinin sembolü olan âletlerden ise bunu kullanmak haram olur; diğerleri mubah olmakta devam eder.
3- Şarkı ve türkünün güftesi bozuk, İslâm inancına ve ahlâkına aykırı ise bunu müzikli veya müziksiz söylemek ve dinlemek haramdır. (Özellikle günümüzdeki bazı şarkı sözlerindeki Allah’a, Allah’ın kaderine isyan, sevgiliyi tanrılaştırma gibi küfür lafızlarını tepkisiz dinlemek veya dillendirmek, haramdan da öte küfür kabul edilebilir.)
4- Gençliği icabı şehevî duyguların mahkûmu olan bir kimse aşırı derecede müziğe düşkün olur, müzik onun yalnızca cinsî arzusunu tahrik ederse onun müzikten uzak durması gerekir.
5- Sıradan bir insanın müzik, şehvetini de İlâhî aşkını da tahrik etmediği halde bütün vakitlerini alır, onu başka işlerden alıkorsa yine haram olur.
Müzik, sözleri ve ritmiyle kişiyi Allah’a yaklaştırıyorsa, haramlardan uzak olduğu ve Allah’a yaklaştırdığı oranda mubah, hatta müstahap olur. Tersine; kişiyi şeytana, yaklaştırıyor, haramlara dâvet ediyor veya haramlara âlet ediliyorsa, o oranda mekruh ve haram olur. Özellikle televizyon kanallarının çoğunda veya gazino gibi haram işlenen yerlerde müzik; günümüzde danssız, müstehcen kıyafetli kadınsız, içkisiz, yani çeşitli haramlar olmadan icrâ edilmiyorsa, müziğin bu şartlarla haram olduğu değerlendirilir. Ama bu müziğin kendisinden değil; icrâ edildiği ortamdan kaynaklanmaktadır. Bunun yanında, yeşil pop da denilen ezgi türündeki ve daha çok dinî hisleri etkilemeye yarayan müzik parçalarını dinlemek veya söylemenin haram olduğunu söylemek için hiçbir ciddî delil yoktur.
g- Sinema ve Televizyon: Sinema ve televizyon hem göze hem de kulağa hitap eden önemli birer haber, öğretim, eğitim ve eğlence vâsıtasıdır. Bu araçların kendilerine haram demek mümkün değildir; onlarda gösterilen ve duyurulan şeylere bakarak hüküm vermek gerekir. Herhangi bir ülkenin televizyon ve sinemalarındaki durum göz önüne alınarak -genel mânada ve istisnâları dışarıda tutarak- helâl veya haram demek de uygun olabilir. Perde ve ekranlarında daha çok İslâm inanç, ahlâk ve ahkâmına aykırı filmler gösterilen, bu doğrultuda
4108] Aynî, Umdetu'l-Kari, c. 3, s. 360
- 892 -
KUR’AN KAVRAMLARI
propaganda ve reklamlar yapılan sinema ve televizyon yayınlarını seyretmenin haram olacağı âşikârdır. Ancak bu güçlü öğretim ve eğitim araçlarını hayra âlet etmek; iyi, doğru ve güzel olanı göstermek ve duyurmak da mümkündür.
h- Hayvan Dövüştürmek: İslâm öncesinden günümüze kadar uzanan bir âdet de horoz, manda, tosun, kaz gibi hayvanları dövüştürüp seyretmek ve eğlenmektir. Zevk ve eğlence uğruna hayvanlara eziyet etmekten ibâret olan bu âdeti Peygamberimiz yasaklamıştır 4109. Yine, av kasdı olmaksızın canlı hedefler üzerine atış yapmak, herhangi bir hayvanı hedef tahtası yapmak yasaklanmıştır. 4110
i- Boks, Pankreas Güreşi Gibi Sporlar: Rasûlullah (s.a.s.) yüze vurmayı ve yüzü damgalamayı yasakladı.” 4111 İslâm, spor adı altında da olsa, haksız olarak bir kimseye zarar vermeyi, ona acı çektirecek darbelerle dövmeyi, özellikle yüze vurmayı yasaklar. Boks ve pankreas güreşinde rakibe merhametsizce vurmak, acı çektirmek söz konusudur, o yüzden haramdır. Tehlikeli sporların, meselâ araba yarışlarının da câiz olmadığını söyleyebiliriz.
Yine, spor adı ve görüntüsü altında, müstehcen kıyafetler ve dans figürlerinin sergilendiği buz pateni gibi sporların yapılması ve seyredilmesi câiz değildir. Bayanların spor kıyafetlerinin (voleybol, basketbol, atletizm vb. hemen her spor dalında, bunları erkeklerin seyretmelerini câizlikten çıkaracak ölçü(süzlük)de olduğunu unutmamak gerekiyor.
Ayrıca, fanatik (aşırı tutkun, büyük fedâkârlıklar yapıp putlaştıracak) şekilde, bir takımı tutmak, o takım sporcularını yüceltip “Allah’ı sever gibi sevmek”, “en büyük şu takım, başka büyük yok” gibi küfür lafızlarıyla slogan atmak veya bu gibi sözleri söylemek de imanı tehlikeye götüren ve en azından haram olan hususlardır.
Yine, günümüzde nice sporun kumara âlet edildiği görülmektedir. At yarışları, aslî yapısıyla belki mâsum, meşrû ve güzel bir spordur, ama günümüzde hemen hiç kimse bunun spor tarafıyla meşgul olmamaktadır. Bu spor dalı, tümüyle kumar aracı olarak görev yapmaktadır. Altılı ganyan gibi adlarla insanlar spor adıyla kumarbaz yapılmaktadır. Yine Spor Toto, Loto gibi futbol maçlarıyla ilgili tahminler kumar olarak değerlendirilmektedir.
Sosyal İlişkilerde Haramlar
Müslümanların, âileden ümmete kadar uzanan küçük - büyük topluluklarında hâkim ilişki, esas doku ve temel yapı kardeşliktir. “Mü’minler, birbirleriyle ancak kardeştirler; öyle ise (dargın olan) kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah’tan sakının ki size merhamet etsin.”4112 Allah Rasûlü de şöyle buyurur: “Birbirinize hased (çekememezlik) etmeyin, sırt çevirmeyin, kin beslemeyin, ey Allah’ın kulları, kardeş olun!” 4113; “Sizden biriniz, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe, (gerçek ve kâmil) mü’min olamaz.” 4114 Bu din kardeşliğine zarar veren, karşılıklı haklara tecâvüz sayılacak söz, fiil ve davranışlar haram kılınmıştır. Bunların önemli bir kısmı şunlardır:
4109] Ebû Dâvud, Cihad 51; Tirmizî, Cihad 30
4110] Ebû Dâvud, Cihad 51; Tirmizî, Cihad 30
4111] Müslim, Libâs 106
4112] 49/Hucurât, 10
4113] Buhârî, Edeb 57; Müslim, Birr 24
4114] Buhârî, İman 7; Müslim, İman 71, 72
HARAM - HELÂL
- 893 -
a- Küsmek ve Darılmak: Meşrû bir sebeple ve terbiye maksadıyla olmaksızın bir müslümanın din kardeşine üç günden fazla küsmesi, selâmı-sabahı kesmesi câiz değildir. “Bir müslümanın, kardeşi ile üç günden fazla dagın durması helâl olmaz. Üç günü doldurunca hemen ona gidip selâm vermelidir; o da selâmına karşılık verrirse ikisi ecirde (sevapta) ortak olurlar, karşılık vermeyen günaha batmış, selâm veren dargınlıktan çıkmış olur.” 4115 Akraba arasında dargınlığın sorumluluğu daha büyüktür: “Hısımlık bağı arşa asılmıştır; şöyle der durur: ‘Benimle ilişki kuranla Allah da ilgilensin, benimle ilişkisini kesenden Allah da alâkasını kessin!” 4116 İlginin karşılıklı olduğunu, karşı taraf ilgiyi kestiği için ona alâka göstermemek hakkı doğduğunu söylemek mümkün değildir; çünkü şöyle buyurulmuştur: “İlgi gösteren, karşılık veren değil; sen ona ilgi göstermediğin halde akrabalık bağına riâyet edendir.” 4117
Fertler, kendi aralarındaki anlaşmazlık ve dargınlığı gidermek için bizzat gayret ve fedâkârlık etmeleri gerektiği gibi, onları tanıyan diğer müslümanların da görevi onları anlaştırmak ve barıştırmaktır. “...(Dargın olan) Kardeşlerinizin arasını ıslah edin/düzeltin...”4118 İlâhî emri ve Rasûl’ün bu konuda teşviki vardır: “Size namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şey göstereyim mi?” ‘Evet, ey Allah’ın Rasûlü’ dediler. Devam buyurdu: “Arabulmak, barıştırmaktır; çünkü aranın bozulması kökünden kazır; ‘saçı kazır’ demiyorum, dini kazır.” 4119
Eğer küsme ve dargınlık, karşı tarafın meşrû olmayan bir fiil ve davranışından ileri geliyor ve onu yola getirmeyi hedef alıyorsa bu meşrûdur. Nitekim Peygamber Efendimiz ve ashâbı, Tebük seferine -mâzeretleri bulunmadığı halde- katılmayan üç sahâbîye böyle yapmışlar, affedildikleri âyetle bildirilinceye kadar elli gün onlara selâm vermemiş, yanlarında oturmamış ve konuşmamışlardır.
b- Alay Etmek, Ayıplamak, Ad Takmak: Kardeşlik bağlarını gevşeten veya koparan sebepler içinde bu üç davranışın önemli ve yaygın bir yeri vardır. Ne maksatla olursa olsun bir kimseyle alay etmek, ayıbını yüzüne vurmak ve hoşlanmadığı bir ad takmak câiz değildir. “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın; belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendinize dil uzatmayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; imandan sonra fâsıklık/yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zâlimlerdir.” 4120
c- Kötü Zan (Sû-i Zan): Bir müslümana bütün din kardeşleri iyi insandır. Bir insanın iyiliği değil; kötülüğü isbata muhtaçtır. Aksi sâbit olmadıkça karşısındaki mü’min hakkında hüsn-i zan (iyi sanmak) ve iyi kanaat sahibi olmak esastır: “Ey iman edenler! Çok zanın çoğundan sakının; zira sanının (zannın) birkısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin, gıybet etmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bundan tiksindiniz. Allah’tan ittika edin/sakının. Şüphesiz Allah tevbeleri daima kabul edendir, çok merhametlidir.” 4121 Rasûlullah (s.a.s.)
4115] 23 Ebû Dâvud, Edeb 47; Buhârî, Edeb 57; Müslim, Birr
4116] Müslim, Birr 17; Ahmed bin Hanbel, II/164
4117] Buhârî, Edeb 15
4118] 49/Hucurât, 10
4119] Tirmizî, Kıyâmeh 56; Ebû Dâvud, Edeb 50
4120] 49/Hucurât, 11
4121] 49/Hucurât, 12
- 894 -
KUR’AN KAVRAMLARI
de: “Zandan sakının; çünkü sanı, sözün en yalanıdır”4122 buyuruyor.
d- Kusur Araştırmak: Güvensizliğin içteki etkisi “kötü zan”, dıştaki etkisi ise, kötü zannı isbatlamak için, kişinin peşine düşüp onu göz hapsinde tutmak, kusurunu araştırmaktır (tecessüs). Yukarıda mealini verdiğimiz Hucurât, 12. âyeti bunu da yasaklamıştır. Eğer bir kimse kusurunu, günahını gizliyorsa bunu açığa vurmak, rezil etmek câiz değildir. “Kim bir ayıbı örterse, sanki kabrine diri gömülmüş bir yavruyu kurtarmış olur!” 4123 İnsanların gizli kusurlarını açıklamak, âleme duyurmak fayda yerine zarar getirir; onlardaki utanma duygusunu yok eder, sosyal kontrolün etkisini azaltır ve ıslâhı güçleştirir. Aynı sebeple, Peygamberimiz müslümanlara, izinsiz olarak evlerin içine bakan kimsenin gözünü çıkarabileceklerini söylemiş,4124 Kur’ân-ı Kerim, izin almadan bir kimsenin evine girmeyi men etmiştir. 4125
e- Gıybet (Arkadan Çekiştirmek): “... Kimse kimseyi çekiştirmesin, gıybet etmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bundan tiksindiniz...” 4126 Bu âyet, arkadan çekiştirmeyi yasaklamakla kalmıyor, gıybetin çirkinli ve iğrençliğini gözler önüne sererek onu, ölmüş kardeşin etini yemeye, yani yamyamlığa benzetiyor. Hz. Âişe, Efendisine, eşi Safiyye’nin kısa boylu olduğundan bahsedince şöyle buyurdu: “Öyle bir söz söyledin ki, denize katsan onu kirletir!” 4127 Efendimiz ashâbına sordu: “Gıybet nedir, biliyor musunuz?” ‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir’ dediler. “Din kardeşini, hoşuna gitmeyen bir şey ile anmandır (arkasından hoşlanmayacağı bir sözü söylemendir). Söylediğin, gerçekten onda varsa gıybet etmiş olursun; söylediğin onda yoksa iftirâ etmiş olursun.” 4128 Hadise göre, bir kimsenin arkasından, duyduğu takdirde hoşlanmayacağı -dinî veya dünya işlerine âit, bedeniyle, ahlâkıyla, soyuyla ilgili- bir eksiklik veya kusurunu söylemek gıybettir ve haramdır. Eğer söylenen şey o kimsede yoksa iftirâ edilmiş olur ki, bu daha büyük bir günahtır ve haramdır.
Gıybet eden, yani arkadan çekiştiren haram işlediği gibi, bunu dinleyen ve önlemeyen kimse de ona katılmış olmaktadır. Bu sorumluluktan kurtulmak için ya önlemek veya -buna gücü yetmiyorsa- dinlememek gerekir. “Gıyâbında din kardeşinin nâmus ve şerefini koruyan kimseyi Allah cehennemden âzâd edecektir.” 4129; “Bir kimse, kardeşini bir kusur ile ayıplarsa, o kusuru işlemeden o kimse ölmez.” 4130 Bir kimseyi ister yüzüne karşı, ister arkasından kınamak, ayıplamak, kusurlarını yüzüne vurmak, başkaları içinde mahcup etmek; aradaki kardeşlik bağını gevşetir, gönülleri karartır, fayda yerine zarar getirir. Bunun için de haram kılınmıştır. Ancak, bazı durumlar, istisnâî haller, doğru olmak ve iyi niyete dayanmak şartıyla bunu daha faydalı ve zarûrî kılar; bu takdirde gıybete ruhsat verilmiştir:
1- Şikâyet: Haksızlığa uğrayan kimse, sırf kendisini tatmin, gazabını teskin için değil; hakkını almak veya suçluyu cezalandırmak için onun yaptıklarını
4122] Buhârî, Edeb 57, 58
4123] Ebû Dâvud, Edeb 38; Buhârî, Menâkıb 24
4124] Buhârî, Diyât 15; Müslim, Edeb 43, 44; Ebû Dâvud, Edeb 127
4125] 24/Nûr, 27-28
4126] 49/Hucurât, 12
4127] Tirmizî, Kıyâmeh 51; Ebû Dâvud, Edeb 35
4128] Müslim, Birr 70; Ebû Dâvud, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23
4129] Ahmed bin Hanbel, 6/461
4130] Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyâme 17, hadis no: 2620
HARAM - HELÂL
- 895 -
söyleyerek şikâyet edebilir.
2- Islah teşebbüsü: Bir kimsenin, meşrû olmayan bir davranışını gören kimse, bizzat onu düzeltmeye çalışır; eğer bir başkasının bu konuda daha başarılı olacağını umuyorsa ona da söyleyebilir.
3- Fetvâ sormak: Bir olayın dinî hükmünü öğrenmek şahısları zikretmeyi gerektiriyorsa, gerektiği kadarı söylenebilir.
4- Müslümanları korumak: Bir müslüman birisiyle evlenmek, ortak olmak, iş akdi yapmak... ister ve onun hakkında tanıyanlardan bilgi almak isterse -sırf soranı muhtemel zarardan korumak için- sorulanın kusurlu yönleri söylenebilir. Kezâ bir âlim veya mürşidin (böyle zannedilen birisinin) etrafında toplananlar saptırılmak, itikadları bozulmak gibi bir tehlikeye mâruz iseler ikaz edilebilirler. İmam Gazzâlî’nin deyişiyle bu ikazı yapanların kendilerini kontrol etmeleri gerekir; kendisini aleyhte konuşmaya, ikaz etmeye sevkeden duygu müslümanlara şefkat midir, yoksa hakkında konuştuğu kişiyi kıskanması, gözden düşrümek istemesi midir? İkinci ihtimal söz konusu ise, söylenen gıybete girer. Ayrıca, isnad edilen vasıf, bir zan ve kanaate değil; kesin delillere dayanacaktır; meselâ İslâm iman ve anlayışı çerçevesi içinde meydana gelmiş mezhep, meşrep, ictihad, yorum veya metoddan dolayı görüş ayrılıklarında taraflardan biri diğeri hakkında “kâfir, münâfık, sapık, fâsık” gibi vasıfları kullanamaz. Bu ağır vasıflar, ancak üzerinde ittifak edilen dinî esaslara kesin olarak aykırı inanç ve davranışlar için kullanılabilir.
5- Anlatmak/Tanıtmak için: Bir kimsenin kel, topal gibi bir lakabı olup bu söylenmeden onu tanıtmak mümkün değilse “Topal Hasan, Uzun Kemal” gibi bir ifâde kullanılabilir.
6- Fıskını, günahını gizlemeyen, açıkça yapan bir kimseyi o günah ile anmak da câiz görülmüştür.
7- Şahısların değil de topluluk ve grupların kusurlarını söylemek de gıybet sayılmamıştır.
f- Söz Taşımak: Kırıcı, üzücü, dargınlığa sebep verecek sözleri birinden diğerine taşımak (nemîme) haramdır. “Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyin!” 4131 meâlindeki âyet, kovuculuğu da kötü huylar arasında sayarak men etmiştir. “Kovucu cennete giremez.” 4132 hadisi de bununne büyük bir günah olduğunu göstermektedir.
g- İftirâ: Yukarıda sayılan gıybet, ayıp arama, sû-i zan yasakları, aynı zamanda nâmus ve şerefi koruma için tedbirlerdir. İftirâ ve özellikle nâmusa/iffete iftirâ da bunların başında gelir. “İffetli, habersiz mü’min kadınlara zinâ isnâd edenler dünya ve âhirette lânetlenmişlerdir. Kendi dilleri, elleri ve ayakları yapmış olduklarına şâhidlik ettikleri gün onlar büyük azâba uğrayacaklardır...” 4133; “Mü’min erkek ve kadınları, yapmadıkları bir şeyden ötürü incitenler şüphesiz iftirâ etmiş ve apaçık bir günah yüklen4131]
68/Kalem, 10-14
4132] Buhârî, Edeb 50; Müslim, İman 169-170
4133] 24/Nûr, 23-24
- 896 -
KUR’AN KAVRAMLARI
miş olurlar.” 4134 meâlindeki âyetler, iftirânın, nâmus ve şereflere dil uzatmanın çirkinliğini, ağırılığını açık şekilde ortaya koymaktadır. İffete iftirânın (kazf) cezâsı yalnıca âhirette değildir; dünyada da maddî ve mânevî cezâsı vardır; İslâm devleti, müslüman ve ahlâklı kadınların nâmusuna dil uzatan, iffetli kadına fâhişe diyen kimselere çok ağır cezâlar vermek zorundadır.
h- Adam Öldürme: Müslümanların ve onlarla savaş halinde olmayan gayr-ı müslimlerin hayatı, İslâm’ın teminatı altındadır; hiç kimse böyle bir cana son veremez. “Kim bir kimseyi -öldürdüğü kimseye (kısas olarak) veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan- öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur; kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları kurtarmış olur...” 4135; “Kim bir mü’mini kasden öldürürse, cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir.” 4136 Rasûlulullah da şöyle buyurmuştur: “Dünyanın yok olup gitmesi, Allah yanında, bir müslümanın öldürülmesinden daha hafiftir.” 4137
Eğer öldürme olayı, bir müdâfaa sonucu olmayıp, iki tarafın katıldığı kavga sonunda meydana gelmişse, sorumluluk da ortakdır: “İki müslüman birbirine silah çekip saldırınca cehennemin kenarına gelmiş olurlar; biri diğerini öldürünce ikisi de oraya girer.” Sordular: ‘Katili anladık; öldürülen niçin giriyor yâ Rasûlallah?’ “O da diğerini öldürmek istemişti!” 4138
i- İntihar: Bir başkasının hayatına son vermek haram olduğu gibi, kendi canına kıymak da haramdır; çünkü hiçbir kimse hayatını satın alarak veya kendi irâdesi ve imkânıyla sahip olmamıştır; hayat Allah’ın emânetidir, onu alma hakkı yalnızca O’na âittir. “Kendinizi öldürmeyin; şüphesiz Allah size acımaktadır.” 4139 meâlindeki âyet -insan ne kadar acı çekerse çeksin- intiharı haram kılmaktadır. Çünkü ölüm, insan için daha hayırlı hale gelince insana -kendinden daha merhametli olan- Allah onun hayatına son verecektir.
“Haksız yere -Allah’ın haram kıldığı- cana kıymayın.” 4140 meâlindeki âyet, bazı durumlarda insanın ölümü hak edeceğini, ancak bu durumda toplumun (İslâm devletinin) -adâlet müessesesi vâsıtasıyla- onun hayatına son verebileceği ifâde etmektedir. Bu da şu yollarla olur:
1- Kısas: Birisini haksız yere öldüren ölüm cezasına çarptırılır: “Sizin için kısasta hayat vardır.” 4141
2- Hadd: Evli olan kimsenin, dört kişi fiil halinde görecek kadar açık zinâ yapması ölüm cezasına sebep teşkil eder.
3- İrtidâd: İslâm’a girdikten sonra ondan çıkarak küfrünü açıklamak. Bir hadis, bu üç durumu bir arada ihtivâ etmektedir: “Şu üç şeyden biri sebebiyle olmadıkça müslümanın kanı helâl olmaz: Cana karşı can, evli zinâkâr, dinini terkedip cemaatten
4134] 33/Ahzâb, 58
4135] 5/Mâide, 32
4136] 4/Nisâ, 93
4137] Nesâî, Tahrîm 2; Tirmizî, Diyât 7
4138] Buhârî, Fiten 7; Müslim, Birr 126, Fiten 16
4139] 4/Nisâ, 29
4140] 6/En'âm, 151
4141] 2/Bakara, 179
HARAM - HELÂL
- 897 -
ayrılan.” 4142
k- Mal Dokunulmazlığı: İslâm, özel mülkiyeti, kişilerin mal mülk sahibi olmalarını -helâl kazanç, hibe, miras gibi meşrû yollardan elde edilmiş olmak şartıyla- câiz görmüş, mülkiyet hakkını korumak için tedbirler almıştır. Bu tedbirler, sosyal adâleti temin ve ceza tedbirleri olmak üzere ikiye ayrılabilir.
Sosyal Adâlet: Sosyal adâletten maksat, toplumun her ferdine fırsat eşitliği tanımak ve herkesin insana yaraşır şekilde yaşam imkânlarını temin etmektir. Bu, İslâm devletine görev olarak verilmiştir. Ayrıca zekât, nafaka, yardımlaşma, fâizsiz borç verme, vakıf ve hayır kurumları da bu tedbirler arasında anılmaya değer.
Cezâ Tedbiri: Bir kimseyi, özel mülkiyet düşmanlığına sevkeden haklı sebepleri ortadan kaldırıp sosyal adâleti temin ettikten sonra sıra cezâ müeyyidesine gelir. Mal dokunulmazlığıyla ilgili yaptırımların hem maddî, hem de mânevî olan çeşitleri vardır:
l- Hırsızlık ve Gasp: Hırsızlık ve gasp haram kılınmış, hırsızlık suçuna karşı ağır cezalar konmuştur. “Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah’tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.” 4143
m- Haksız Kazanç: Bir başkasının malına, meşrû olmayan, rızâsına dayanmayan yollarla el uzatmak yasaklanmış, haram kılınmıştır.
n- Rüşvet: Haksız bir menfaat sağlamak üzere yetkili kişilere menfaat sağlamak şeklinde tarif edebileceğimiz rüşvet yasaklanmış, alan, veren ve aracı olan lânetlenmiştir.4144 “İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile günah işleyerek ele geçirmek için iş başındakilere yedirerek mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin.”4145 Rüşvet almayı câiz kılan hiçbir sebep yoktur. Ancak rüşvet vermeye iki durumda ruhsat verilmiştir:
1- Bir haksızlığı (zulmü) önlemek veya kaldırmak için başka çare yoksa,
2- Bir hakkı elde etmek için başka bir yol bunamazsa.
Gayr-i Müslimlerle ve Hayvanlarla İlgili Haramlar
A- Gayr-ı Müslimlerle İlişkiler
Müslüman olmayan insanlar (kâfirler), yahûdi ve hıristiyanlar gibi ehl-i kitap ile bunların dışında kalan müşrik, putperest ve dinsizler/ateistler olmak üzere iki gruba ayrılır. Müslümanlarla karşılıklı ilişkileri bakımından kâfirlerin ortak yönleri bulunduğu gibi, farklı yönleri de vardır. Şu âyet, bütün kâfirleri kapsamına almaktadır: “Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve onlara karşı âdil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah âdil olanları sever. Allah, ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasak eder. Kim onları dost edinirse, işte
4142] Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kasâme 25, 26
4143] 5/Mâide, 38
4144] Tirmizî, Ahkâm 9; Ebû Dâvud, Akdıye 4
4145] 2/Bakara, 188
- 898 -
KUR’AN KAVRAMLARI
onlar zâlimlerdir.”4146 Âyetin açık ifâdesine göre müslümanlara karşı savaşmayan, düşmanca davranışlarda bulunmayan kâfirlere “birr” ve “adâlet” ile muâmele yapılacaktır. “Birr”den maksat, herkese kendi durum ve statüsü içinde iyi davranmak, iyilik etmektir. Kâfirlerin dost (evliyâ), sırdaş (bitâne) edinilmesini men eden âyetler4147 ile iyilik ve adâleti tavsiye eden âyetler nasıl te’lif edilecektir? Yapılan te’lif ve tefsirler arasında meâlini verdiğimiz âyete en uygun düşeni şudur: Kâfirler kendi hallerinde yaşıyor, İslâm’a ve müslümanlara karşı bir hareket ve davranışta bulunmuyor iseler onlarla ilişki “İslâm’a dâvet ve adâlet” çerçevesi içinde olacaktır. Kâfirler İslâm’a ve müslümanlara karşı bir tutum ve davranış içinde iseler onlara yardımcı olmak, sır vermek, taraflarını tutmak hiyânettir, haramdır.
Kâfirler içinde ehl-i kitabın ve ehl-i zimmetin (zimmîlerin) özellikleri vardır: Ehl-i kitabın yiyeceği -bazı istisnâlar dışında- müslümanlara helâldır. Ehl-i kitap kadınlarla müslüman erkeklerin evlenmesi câizdir. İslâm ülkesinin vatandaşı olmuş kâfirlere, arada bir ahid ve anlaşma (zimmet) olduğu için zimmî, ehl-i zimmet denir. Zimmîler, din ve inanç dışında kalan sahalarda, müslümanlarla eşit haklara sahiptirler. Bir hadise dayanan formül şöyledir: “Lehimize olan onların da lehine; aleyhimize olan onların da aleyhinedir.” Bu statüye tâbi olan gayr-ı müslimlerin haklarını savunmayı bizzat Rasûlullah üzerine almıştır: “Bizimle anlaşması olana (zimmî vb.) haksızlık eden veya gücünün üstünde yükleyen yahut da rızâsı olmadan bir şeyini alan kimse, kıyâmet günü karşısında Beni bulacaktır.” 4148
Kâfirlerle alış-veriş yapmak câizdir. Fakat müslümanlar, kâfirlerin dinlerine ve dinî davranışlarına katılma, benimseme, beğenme, taklit ve özenme mânâsı taşıyan davranışlardan sakınma hususunda titizlik göstermelidir. 4149
Mü’minleri bırakıp kâfirleri dost kabul etmek haramdır. Onların İslâm’a zıt olan dinî inanç ve kutsallarını, dinî kıyâfet ve ibâdetlerini alıp taklit etmek, özellikle bu konularda onlara benzemek haramdır. Onların bayramlarını, İslâm dışı yaşayış biçimlerini, ideoloji ve dünya görüşlerini almak, bu konularda onlara benzemek onlardan sayılmaktır.
Hayvanlara Karşı Tavır ve Onlarla İlgili Haramlar
İslâm, müslümanın bir insana, gayr-ı müslim bile olsa kötülük yapmasını veya onu rahatsız etmesini nasıl mubah kılabilir? Hâlbuki her canlıya acımayı tavsiye etmekle ve yabanî hayvana bile sertliği yasaklamaktadır.
İslâm, bugün hayvana acıma düşüncesiyle kurulmuş dernek ve cemiyetleri on üç asır geçmişti. O, hayvana acımayı imanın bölümlerinden; hayvana şiddet ve katılığı cehennemin gereklerinden saymıştır. Hz. Peygamber’in ashâbına anlattığına göre; “Bir adam susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeği görünce kuyuya inerek ayakkabısı ile su çıkarmış ve ona doyuncaya kadar içirmiştir. (Devamla Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:) “Allah onun bu hareketini hoş görmüş ve onu bağışlamıştır!” Bunun üzerine ashâb, ‘Yâ Rasûlallah! Hayvanlardan da sevabımız var mı?’ diye sormuşlar ve Hz. Peygamber de: “Her canlı yürekte bir sevap vardır” cevabını
4146] 60/Mümtehine, 8-9
4147] 5/Mâide, 52; 3/Âl-i İmrân, 119
4148] Ebû Dâvud, İmâret 33
4149] Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Helâller Haramlar (özetlenerek)
HARAM - HELÂL
- 899 -
vermiştir. Allah’ın mağfiretini gerektiren bu olayın yanıbaşında Hz. Peygamber, Allah’ın azâbını ve gazabını gerektiren bir başka durumu tasvir etmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Bir kadın, ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azâb edildi ve bu sebeple cehenneme girdi. Hayvanı hapsettiğinde ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkân vermemişti.” 4150
Peygamberimiz, canlı bir hayvanı hedef tahtası yapmayı yasaklamıştır. Av kasdı olmaksızın canlı hedefler üzerine atış yapmak, herhangi bir hayvanı hedef tahtası yapmak yasaklanmıştır.4151 İbn Ömer (r.a.) atıcılığı öğrenmek için tavuğu nişan olarak kullanan kimseleri gördüğü zaman “Peygamber (s.a.s.) bu gibi hallede canlı bir varlığı vâsıta olarak kullanan kimseyi lânetlemiştir” 4152 dedi. Horoz vb. hayvanları döğüştürme yasaklanmıştır: Abdullah bin Abbas da der ki: “Peygamber (s.a.s.) hayvanları birbirine saldırtmayı nehyetmiştir.”4153 Yine zararlı haşerat da olsa hayvanları yakmayı yasaklar: “Ateşle (hayvanları) azâb etmek, ateşin yaratıcısından başka hiç kimse için uygun ve meşrû değildir.” 4154 Yüzü dağlanmış bir merkep gördüğü zaman, “hayvanın yüzünü dağlayan ve hayvanın yüzüne vuranları lânetlediğimi duymadınız mı?” 4155 buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerim, câhiliyye devri insanlarının, hayvanların kulaklarını yarmalarını ayıplamış ve bunu şeytanın işi olarak vasıflandırmıştır 4156. Hayvanları kurban veya et için keserken İslâm en kolay ve güzel şekilde hayvanların boğazlanmasını, bıçağın keskin olmasını ve hayvana gösterilmemesi gerektiğini, bir hayvanı bir diğerinin önünde kesmemeyi tavsiye eder. Dünya insanları, hayvan haklarını koruma dernekleri, hayvancılar... hayvana acıma hususunda hayal güçlerini bile geçen bu tür dikkati başka bir yerde görebilmiş değillerdir! 4157
Haramdan Temizlenmek; Haramı Elden Çıkarmak, Tevbe ve Helâlleşmek
Haram yoldan bir şey elde eden, kazanan kimse pişman olur, tevbe etmek ve sorumluluktan kurtulmak isterse üç şey yapması gerekecektir: Pişmanlık duygusu ile Allah’a kalbini açıp yalvarmak, bağışlanmasını dilemek, haramı mülkünden çıkarmak, sahibine/ehline vermek.
a- Tevbe: Kitap ve Sünnet, Allah Teâlâ’nın tevbeyi kabul buyurduğunu, pişman olup af dileyenleri bağışladığını ifâde eden sayısız nassı (âyet ve hadisi) içerir. Haram işleyen -ayrıca kul hakkına da tecâvüz etmiş olsun veya olmasın- Allah’a karşı suç işlemi, O’nun emrini tutmamış, yasaklarını çiğnemiştir. Bunun telâfî yolu, samîmî bir pişmanlık içinde Tevvâb, Rahmân, Rahîm, Ğafûr, Settâr... olan Allah’a yalvarmak, boyun eğip bağışlanmayı dilemektir.
b- Haramı Mülkünden Çıkarmak: Haram işlerken aynı zamanda kul hakkına tecâvüz etmiş, hırsızlık, gasp, aldatma, hile, fâizcilik, kumar gibi yollardan
4150] Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selâm 151, 152, Birr 133, 134
4151] Ebû Dâvud, Cihad 51; Tirmizî, Cihad 30
4152] İbn Mâce; Nesâî
4153] Ebû Dâvud, Cihad 51; Tirmizî, Cihad 30
4154] Ebû Dâvud, Cihad 112, Âdâb 164
4155] Ebû Dâvud
4156] 4/Nisâ, 119
4157] Yusuf el-Karadavî, İslâm'da Helâl ve Haram, s. 358-360
- 900 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir mal ele geçirmiş ise bunu mülkünden çıkarması, uzaklaştırması gerekecektir. Haram mal, belli ve muayyen bir şey ise onu ayırmak kolaydır. Bir hayvan veya eşyayı gasbeden ve tüketmemiş bulunan kimse onu kolayca mal varlığından ayırır ve sahibine verir. Durum böyle değilse, ortaya çıkan ihtimalleri şöylece sıralamak mümkündür:
1- Haram mal, helâl ile karışmış olup tahıl, para, yağ gibi mislî (emsâli/denk olan benzeri ile ödenmesi mümkün) olursa, iki ihtimal vardır: Birincisi, haramın miktarı bellidir; bu takdirde o miktar mal (buğday, arpa, yağ...) ayrılır. İkinci ihtimal ise, haramın miktarı belli değildir; bu takdirde zann-ı gâlibe göre hareket edilir. Haram olması kuvvetle muhtemel olan miktar çıkarılır. Helâl olduğu kesin bulunan miktarı bırakıp şüpheli olanlar da dâhil olmak üzere geri kalanı çıkarmak ve ayırmak ise takvâ yoludur.
2- Helâl ile karışmış bulunan haram mal ev, toprak vb. gibi her biri ayrı değer taşıyan cinsten mal ise burada sulh ve karşılıklı rızâ esasına göre helâlleşmek söz konusu olacaktır. Helâlleşmede hak sahibine malını aynen iâde etmek esastır. Bu mümkün olmazsa misli (emsâli, benzeri), bu da mümkün olmazsa değeri verilir.
c- Haram Malın Verileceği Yer: Tevbe edenin, mal varlığından ayırdığı haram malı sahibine ve ehline vermesi de ona düşen bir vazifedir. Kime, nereye, nasıl vereceğine gelince karşımıza yine çeşitli ihtimaller ve şıklar çıkmaktadır:
1- Haram malın sahibi belli ise malı kendisine verilecektir. Sahibi ölmüş ise hak, vârislerine âittir. Malın, sahibi kaybolmuş ise -Fıkh’ın mefkud bahsinde açıklanan müddet geçinceye kadar- beklenecek, bu arada meydana gelen artışlar da sahibi adına muhâfaza edilecektir.
2- Malın sahibi belli olmakla beraber bulunmasından ümit kesilmiş, vâris bırakmadan ölmüş olabilir veya gizlice alınan, zimmete geçirilen ğânîmet malında olduğu gibi- hak sahipleri pek çok olabilir ve bunları bulup, teker teker haklarını kendilerine teslim etmek mümkün olamaz (Çünkü ğânîmetin beşte biri çıkarıldıktan sonra geri kalan, bütün gâzilerin hakkıdır). Bu takdirde haram malın fakirlere tasadduku söz konusudur. Haram malın, fakirlere sadaka olarak verilmesinin câiz olup olmadığı tartışılmıştır. İslâm âlimlerinden bir grup, haramın mülk olmadığını veya temiz bir mal olmadığını göz önüne alarak fakirlere, sadaka olarak verilemeyeceği görüşünü benimsemişlerdir.
Gazzâlî bu görüş ve açıklamayı da -yerine göre uygun ve tutarlı bulmakla beraber nakil ve kıyas delillerine dayanarak aksi görüşü; yani haramın tasadduk edilebileceği görüşünü benimsiyor. Delillerine gelince:
Naklî delil: Hz. Peygamber (s.a.s.) bir cenâze defninden dönerken bir Kureyşli kadının verdiği ziyâfete dâvet edilmiş, önüne konulan kızartılmış koyun, “haram olduğunu” bildirince “bunu kaldırın ve esirlere yedirin” buyurmuştur. Bu esirlerden maksadın, muhtaç mahpuslar (hapiste yatanlar) olduğu açıklanmıştır.4158Bizans’ın İran’a gâlip geleceğini bildiren Kur’an haberini4159 müşriklerin yalanlayıp alaya almaları üzerine Hz. Ebû Bekir onlarla iddiâya girmiş, Kur’an haberi tahakkuk edince iddiâya bağlı develeri karşı taraftan almıştı. Ancak bu arada kumar ha4158]
Tirmizî, Savm 3
4159] 30/Rûm, 1-5
HARAM - HELÂL
- 901 -
ram kılındığı -mezkûr iddiâ kumar hükmünde olduğu- için Rasûlullah (s.a.s.) bunları tasadduk etmesini emretmiştir. Sahâbe ve tâbiûndan bu konuda, aynı hükmü destekleyen başka nakiller de vardır.
Kıyas delili: Haram malın sahibi bulunmadığına göre, geriye iki ihtimal kalmaktadır: Ya imhâ etmek, örneğin denize atmak ya da fakirlere vermek. Denize atılırsa bunun ne adama, ne malın sahibine ve ne de fakirlere faydası olacaktır. Hâlbuki fakirlere verildiği zaman bunun hem onlara faydası dokunacak, hem de duâlarından malın malın sahibi faydalanacaktır. Karşı tarafın “biz ancak helâl ve temiz olanı tasadduk edebiliriz” sözü yerinde olmakla beraber, buraya uymamaktadır. Çünkü haramı yemeyip fakire veren kimse bu işten kendisi için ecir ve sevap beklemiyor; yalnızca haramdan kurtulmak istiyor; bunu da malı zâyi ederek değil; fakirlere vererek yapıyor. “Kendimiz haramı nasıl yemiyorsak fakirlere de yedirmeyiz” sözüne de Gazzâlî şu cevabı veriyor: Bu mal, haram yoldan kazanana haramdır; ancak yukarıda verdiğimiz nakiller bunun fakirlere helâl olduğunu ifâde etmektedir. Şu halde fakir için harama değil; helâle râzı olmak söz konusudur. (Bize göre, günümüzde böyle bir haram mal, temiz paraya karıştırılmadan vergi vb. yollarla devlete verilecek giderler için kullanılır. Haram mülk olmadığından aynı miktar temiz para Allah yolunda infak edilir. Bunun iki sebebi vardır: Bir; o haram para, kişinin kendi malı değildir; o olmasaydı, nasıl olsa temiz parasından giderini karşılayacaktı. İki: Ceza, amelin/suçun cinsinden olmalı, bir seyyieyi silmek için kendi cinsinden bir hasene işlemelidir. Para cinsinden bir suçun silinmesi, para cinsinden bir sevapla olur. Onun için temiz ve helâl paradan o miktar infak edilmelidir. Bu yapılınca, sadakanın/infakın sevabına da girmiş veya günahın keffâreti için bunu değerlendirmiş olacağız, Gazzâlî’nin tavsiyesine göre maddî kaybımız olmayacak; mânevî kazancımız olacaktır.)
3- Malın belli bir sahibi yoksa, meselâ devlet hazinesi veya âmme malından, haksız bir şekilde alınmış, zimmete geçirilmiş ise helâlleşmek için bu malın âmme menfaatlerine, bütün müslümanların faydalandıkları hizmet ve hayırlara sarfı gerekmektedir; meselâ yol, köprü vb. burada örnek olarak zikredilebilir 4160
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şâyet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” 4161
Haramın Devlet Eliyle İşlenmesi
Müslüman insanın müşrik düzenlerin egemenliği altında yaşamak zorunda kalması, başlıbaşına bir problemdir, aynı zamanda müslümanlar için ardı arkası gelmeyen problemlerin de kaynağıdır. İşte, uygun şartların gerçekleşmesi halinde müslümanlara hicret etme emrinin veriliş sebebi de budur. (Söz konusu bu şartlar:
1- Hicret edeceği yerin maksadına uygun olması,
2- Müslümanların bu konuda -varsa- yetkili emîrinin veya makamının hicret
4160] İhyâ, II/127-132; H. Karaman, Günlük Hayatımızda Helâller Haramlar, s. 189-193
4161] Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48
- 902 -
KUR’AN KAVRAMLARI
etme emir ve isteği,
3- Hicret edebilecek imkâna sahip olmaktır. Çünkü müslüman insan, gayr-ı İslâmî müşrik düzenlerin egemenliğinde yaşadığı sürece, her zaman için islâmî bir hayat sürdürmek ve İslâm’a göre yaşamak isteği karşısında egemen düzenin sürekli olarak engeller ürettiğini görecektir.
Problem kimi zamanbazı müslümanlar için, özellikle böyle bir müşrik düzenin çatısı altında İslâm’ın özünü kavramak imkânını ve fırsatını yakalayamamış kimseler için, İslâmî bir hayatı sürdürememek boyutlarını daha da aşar, onun karşısında inancına mal olacak türden problemler çıkartır. Söz konusu bu problemler kimi zaman düzenin bu alanda özel olarak görevlendirdiği elemanlar aracılığı ile dahi üretilebilir. İslâm’ı gereği gibi bilmeyen, daha doğrusu kulaktan dolma, yarım yamalak bir şekilde çevrelerinden ya da atalarından öğrenegeldikleri yanlış ve haktan uzak, bilgi sanılan birikimlere dayanarak ahkâm kesenlerin tahribatını buna eklersek, islâmî olmayan bir düzenin çatısı altında yaşamak durumunda olan insanların -özellikle de İslâm’ı gereği gibi öğrenebilmek fırsatını bulamamış kimselerin- problemlerinin hangi boyutlara kadar ulaşabileceğini kestirmek gerçekten güçtür.
İşte müşrik ve câhilî düzenlerin egemenliği altında yaşayan birtakım müslümanların karşı karşıya kaldıkları problemlerden birisi de, birtakım işlerin devlet eliyle işlenmesi halinde, bunların işlenmesinden yalnızca devletin sorumlu olacağı, ferdin bu alanda herhangi bir sorumluluğunun olmayacağı ya da olsa bile çok az olacağı kanaatidir. Bu yanlış kanaatten hareketle birçok kimse, “eğer devlet eliyle fâizin alınıp verildiği kurumlar kurulmuş ise, vatandaşın fâiz alıp vermesinde bir sakınca yoktur; devlet eğer tesettürü emretmiyorsa, ana baba ya da koca da bu iş üzerinde o kadar durmuyorsa, şer’an mükellef bir hanımın örtünüp örtünmemesi, üzerinde fazlaca durulacak türden bir problem değildir; içkinin serbestçe içildiği, yahut fuhşun açıkça işlendiği, her türlü ahlâksızlığın eğlence ve sanat merkezleri adını taşıyan çatılar altında işlenebildiği ve devletin de bu alanda izin verdiği, hatta teşviklerde bulunduğu bir yerde artık bu gibi haramların işlenmesinin ciddî bir vebali olmasa gerek; devlet, bizzat kendisi çeştli yollarla kumar oyunlarını teşvik ediyorsa, artık bunun vebali -eğer varsa- herhalde devletin olmalıdır...” gibi kanaatler, müslümanın haramı kolaylıkla işlemesini sağlamakla kalmıyor, bu gibi kanaatlere kendisini kaptırması halinde itikadî bakımdan büyük bir sarsıntı geçirmesine sebep teşkil ediyor. Çünkü müslüman, böyle bir ortamın ve bu tür propagandaların etkisi altında kalarak, haramı helâl görmek, vebalsiz görmek gibi bir bakış açısına, bir anlayışa sürükleniyor. Haramı helâl kabul etmenin, itikadî bakımdan ne kadar büyük bir tehlike teşkil ettiğini söylemeye gerek yoktur.
Burada müslümanın dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır, onlara kısaca değinmekte yarar vardır:
1. İslâm’ın devletten beklediği ya da İslâm adına hükmetmek üzer var olan bir devletin varlığının asıl sebebi, Allah’ın emir ve hükümlerinin, İslâm şeriatinin istisnâsız bütün hükümlerinin yaşanmasını sağlamak ve kolaylaştırmaktır. Devleti, şeriatin emrettiklerinin kolaylıkla işlenebilmesini sağlamak için gerekli her şeyi sağlamakla görevli olduğu gibi, şeriatin yasakladığı ve toplum hayatında herhangi bir şekilde varolmasını istemediği her türlü ahlâkî, fikrî, amelî ve sosyal
HARAM - HELÂL
- 903 -
rahatsızlık, âfet ve kötülüğün kökünü kesmekle yükümlüdür. Hatta bu tür rahatsızlıkların başgöstermemesi için gereken ön tedbirleri almakla da yükümlüdür.
2. İslâm’ın meşrû gördüğü yollarla başa geçmemiş, İslâm’ın hedef ve maksatlarını gâye edinmemiş, İslâmî değerlere iman etmeyen kimselerin esasen müslümanları yönetebilme hak ve selâhiyetleri yoktur. Bu yönetimlerin mekanizmalarında yer alanlar hangi yolla başa geçmiş olurlarsa olsunlar ve yapısında yer aldıkları siyasal ve sosyal düzenin adı ne olursa olsun, durum değişmez. Dolayısıyla bu tür yönetimlerin yönetici kadroları, -gayri meşrû emir ve izinleri bir tarafa- şeriatın emrettiği ve izin verdiği şeyleri müslümanlara emretmek hak ve yetkisine dahi sahip değildirler. Çünkü emredebilmek yetkisine sahip olabilmek için şeriatın öngördüğü ve müsâade ettiği bir yolla başa geçmek ve gereken şart ve nitelikleri taşımak vazgeçilemez bir şarttır. Dolayısıyla, İslâm ile hükmetmemeyi esas alan düzenlerin, mâhiyetleri ne olursa olsun, verdikleri emir ve hükümlerin müslüman için en ufak bir değer taşımaları ve asgarî bir itibara dahi sahip olmaları mümkün değildir.
3. Hiç kimsenin Allah’ın emir ve hükümlerine aykırı teşrî’ yapma (kanun koyma) yetkisi yoktur. Değil İslâm ile hükmetmemeyi esas amaç edinen beşerî düzenler, değiş İslâm’ın öngörmediği bir yolla müslümanların başına gelmiş yönetim ve yöneticiler, İslâm ile hükmeden yönetimlerin dahi, hatta bütün müslümanların ve hatta bütün beşeriyetin dahi Allah’ın ve Rasûlünün koyduğu bir hükmü olsun değiştirme yetkileri yoktur. Bu husus, dinin kesin gerçeklerinden biridir. Allah’ın emir ve hükümlerine aykırı hüküm koymaların ve bunların kabul edilmesinin küfrü gerektirdiği, dinin apaçık gerçeklerindendir, yani zarûrât-ı diniyyedendir.
Buna göre, dinen yasak olduğuna dair kesin bilgiye sahip olunduktan sonra, çağımızda şu veya bu şekilde müslümanlara musallat olmuş beşerî düzenlerin helâl ve harama dair koydukları yasaları, yaptıkları teşrîleri/hükümleri kayıtsız ve şartsız olarak reddetmek gerekir. Onların bu haramların işlenmesini sağlayıcı ve kolaylaştırıcı bütün kurum ve mekanizmaları İslâm açısından reddedildiği gibi, bu kurumların işlemesinde ve işletilmesinde de herhangi bir görev ve fonksiyon yüklenmek de müslüman için câiz değildir. 4162
Bazı Haramlara veya Dinî Emirlere Karşı Tavır: Kur’ân-ı Kerim’in açık ve kesin hükümleriyle ya da mütevâtir sünnetle yasaklanan bir haram eylemin çağımızda geçersizliğini ya da yersizliğini söylemek ve bu haramları çiğneyenleri savunmak da günümüzde çokça görülen itikadî sapmalardan bir tanesidir. Esasında bu tür iddia ve itirazlar, İslâm’ın evrensel ve çağlarüstü bir din ve bu dini gönderenin insanların her zamandaki tüm ihtiyaçlarını bilen, çok merhametli bir zât olduğunu inkâr anlamındadır. “on dört asır önce gelmiş bir dinin ve bedevî Araplara gönderilmiş bir peygamberin öğretilerinin, modern çağın meselelerini ne oranda bir yeterlilikle ele alabileceği” hususunda tereddüt etmektedirler. İslâm’ın günümüz şartlarına uygun çözümler getiremediğini iddia etme cür’etinde bulunan hem itikadî ve hem kültürel anlamda câhiller, İslâm’ın başka çağların ve ortamların ürünü olduğunu söyleyerek bu tür şüpheleri topluma yaymak ve Allah’ın dinine iftira atmak istemektedirler.
4162] M. Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, s. 316-320
- 904 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Yüce Rabbimiz, bütün insanların kıyâmete kadarki ihtiyaç ve problemlerinin neler olacağını bilerek Hz. Muhammed Mustafa’yı son peygamber, dinini ve şeriatını da son din ve şeriat yapmıştır.4163 O, Yüce Allah’ın bütün insanlığa göndermiş olduğu bir peygamberdir.4164 Onun şeriatı ve peygamberliği insanlık için bir zorluk ve sıkıntı sebebi değil; başka sona bir rahmettir.4165 Allah’ın ona göndermiş olduğu din, son din olduğu gibi, eksiksizdir. Bu eksiksizliği ve mükemmelliği ile o, insanlık için kâmil bir nimetinin ifadesi ve tecellîsidir.4166 Bu ve diğer özellikleri dolayısıyla Allah katında geçerli olan biricik din, İslâm’dır.4167
İslâm’ın her çağın, her kuşağın ve her türlü şart ve ortamın meselelerine çözüm getirecek kimlikte olduğunu bilip kabul etmek, İslâm’ın tüm haram ve helâllerinin, yani yasak ve müsâadelerinin en doğru, en âdil, en mükemmel çözümler olduğunu benimsemek bir iman meselesidir. Buna rağmen, İslâm’ın yetersiz olduğunu ileri sürmek ya da çağın gereklerine cevap veremeyeceği türünden iddialarda bulunmak, açık ve kesin delilleri yalanlamak, Allah’ın âyetlerine ters düşen bir iddiâ olacağından kesin ve apaçık bir küfürdür. Bu konuda şüphe ve tereddütün hükmü de aynıdır. Çünkü kat’i olaras sâbit olmuş naslarda şüphe ve tereddüt de küfürdür.
Fâizin gereğini savunmak, İslâm’ın bazı suçlar için öngördüğü cezâları kabul etmemek ya da olumsuz herhangi bir şekilde (ağır olmakla, zâlimlikle vs.) nitelemek, İslâm’ın kesin delille sâbit herhangi bir haram hükmünün günümüzde gereksizliğini ya da uygulanmasının imkânsızlığını ileri sürmek, İslâm’ın şu ya da bu şekilde düzeltilmesi gerektiğini, bazı hükümlerinin ve tümünün çağa uydurulması gerektiğini savunmak gibi iddiâlar hep küfürdür.
Bu tür iddiâ ve tezlerin ortak özellikleri şunlardır: Bu hükümler şu anda gereksizdir ya da bu haramlar bu çağa uygun değildir. Bu iddiâ ve ifadeler ise, doğrudan doğruya Allah’ın ilim ve hikmetine karşı girişilen bir hücumdur. Yani doğrudan doğruya Allah’a iman ile bağdaşmasına imkân olmayan yaklaşımlardır. İkinci olarak, kesin delillerle sâbit olmuş hükümlerin, haramların gereksizliğini veya günümüzde uygulanamayacak şekilde devrinin geçtiğini, yetersizliğini söyleyerek bu hükümlerin değiştirilmesini istemek demektir. Bu da, kesin delille sâbit olmuş hükümleri reddetmek anlamındadır. Allah’ın dininden başka bir din aramak, Allah’ın hükümlerinden başka hükümlerle hükmetmeye kalkışmak demektir. Bu ise küfürdür, zulümdür, fâsıklıktır.4168 Aynı zamanda Kur’an’ın hükümlerini beğenmeyen müşriklerin, başka bir Kur’an getirmesi veya onda değişiklikler yapması için teklifte bulunan müşriklerin tavırlarının aynısını şu kadar asır geçtikten sonra tekrarlamaktır. Oysa Peygamber de dâhil olmak üzere hiçbir kimseye böyle bir yetki verilmiş değildir: “Onlara âyetlerimiz açık açık okununca bizimle karşılaymayı ummayanlar dediler ki: ‘Bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir!’ De ki: ‘Onu kendiliğimden değiştiremem. Ben, ancak bana vahyolunana uyarım...” 4169
4163] 33/Ahzâb, 40
4164] 7/A'râf, 158; 34/Sebe', 28
4165] 21/Enbiyâ, 107
4166] 3/Mâide, 3
4167] 3/Âl-i İmrân, 19
4168] 5/Mâide, 44, 45, 47
4169] 10/Yûnus, 15
HARAM - HELÂL
- 905 -
Allah’ın indirdiği hükümlerin dışında hükümler koymak, başlıbaşına ve tevbe edilmediği takdirde asla bağışlanmayacak, cezâsı ebediyyen cehennemde kalmak olan bağışlanmaz bir suçtur. Bundan ayrı olarak Allah’ın hükmünden başka bir hüküm gösterip bunun Allah’tan olduğunu ileri sürmek ise, Allah’a karşı bir iftirâdır ve ötekinden geri kalmayan ikinci bir suçtur: “Şüphe yok ki onlar, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı uydurman için seni fitneye düşürmek istiyorlar (bunu yaptığın takdirde) o vakit seni dost edinirlerdi. O takdirde de Biz sana hayatın da ölümün de kat kat azabını tattırırdık.” 4170 “Eğer Bize karşı bazı sözler uydurmuş olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalar, sonra da onun şah damarını koparırdık.” 4171
Görüldüğü gibi, Kur’an’ın, İslâm’ın birtakım hükümlerinin değiştirilmesini ya da kaldırılmasını istemenin asıl amacı, mü’minleri fitneye düşürmek, ayaklarının hak yoldan kaymasına zemin hazırlamaktır. Çağdaş câhilî düzenlerin, müslümanlara ve İslâmî hareketlere karşı uygulama ve tavırlarında bu amaç ve doğrultudaki komplolar önemli bir yer tutmaktadır. Câhilî düzen ve yönetimler bunu başarabildikleri takdirde ve bu amaçlarına ulaşabildikleri oranda kendilerini başarılı kabul eder ve İslâm adına girişilen hareketlerden, asıl çizgiden uzaklaşıp sapmaları oranında hoşnut olurlar. Tabii aynı oranda da o hareketin İslâm’la, Kur’an’la ilişkisi kalmaz. 4172
Haramı Helâl ve Helâlı Haram Kılma
Helâl ve Haram Kılma Sadece Allah’ın Hakkıdır: İslâm, helâl ve haram kılma yetkisini sınırlandırmış, halkın nazarında veya Allah katında dereceleri ne olursa olsun bu yetkiyi insanların elinden almış ve onu yalnız Allah’ın hakkı olarak kabul etmiştir. Bir haram hükmünü Allah’ın kullarına yüklemeye ne hahamların, ne papazların, ne hocaların, ne devlet yetkililerin, meclis veya kanunların yetkisi vardır. Bu helâl ve haram hükmünü veren kimse, Allah’ın hakkını çiğnemiş ve yalnız Allah’a âit olan bu teşrîî hükümde haddini aşmış olur. Bu hükümleri koyan insan ve kurumların hükmünü kabul edip ona göre hareket eden insan da; onları Allah’ın ortağı kabul etmiş sayılır ve onun bu hareketi de küfür kabul edilir: “Yoksa Allah’ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşrû kılacak ortakları mı vardır?” 4173
Kur’ân-ı Kerim, helâl ve haram hükmünü hahamların ve papazların ellerine teslim eden ehl-i kitabı haber verir. “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek Allah’tan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ilâh yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” 4174 Bir gün Adiy bin Hâtem, henüz müslüman olmadan önce, hıristiyanken Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gelmişti. Peygamber’in bu âyeti okuduğunu duyunca; “Onlar, haham ve papazlarına ibâdet etmiyorlar ki?!” demiş ve bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: “Evet! Onlar helâlı haram, haramı da helâl yaptılar. Hıristiyanlar da onlara tâbi oldular. İşte bu, onların birbirlerine ibâdetidir.” 4175
Hiç kimsenin Allalh’ın emir ve hükümlerine aykırı kanun ve hüküm koyma, haram (yasak) ve helâl (serbest kılma) hükmü vermeye yetkisi yoktur. Bırakın
4170] 17/İsrâ, 73-75
4171] 69/Haakka, 44-46
4172] M. Beşir Eryarsoy, a.g.e. s. 264-266
4173] 42/Şûrâ, 21
4174] 9/Tevbe, 31
4175] Tirmizî, Tefsûru Sûre
- 906 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kâfirleri, müslümanların, âlim ve müctehidlerin, İslâmî bir yönetimin, hatta bütün beşeriyetin dahi Allah’ın ve Rasûlünün koyduğu bir tek hükmü olsun değiştirme yetkileri yoktur. Allah’ın haramların helâl (yapılabilir, serbest), helâllarını da haram (yapılamaz, yasak) kabul etmek, Allah’ın emir ve hükümlerine aykırı hüküm koymak ve bunları kabul etmek, bir mü’mini kâfir yapmaya yeterlidir. “... Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendisidir.” 4176; “Yoksa onlar (İslâm öncesi) câhiliyye idâresini mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” 4177
Beşerî düzenlerin helâl ve harama dair koydukları yasaları, yaptıkları teşrîleri/hükümleri kayıtsız ve şartsız olarak reddetmek gerekir. Allah’ın indirdiği hükümlerin dışında hükümler koymak, Allah’ın haramlarını helâl, helâllarını haram etmek, başlıbaşına ve tevbe edilmediği takdirde asla bağışlanmayacak, cezâsı ebediyyen cehennemde kalmak olan affedilmez bir suçtur.
Tıpkı bunlar gibi, Kur’an, Allah’ın izni olmadan helâl ve haram hükümlerini kendi kafalarına göre veren müşrikleri de haber vermektedir: “De ki: ‘Bana söyleyin: Allah’ın size indirdiği rızkın bir kısmını haram, bir kısmını helâl kıldınız. Bunu size Allah mı bildirdi, yoksa Allah’a karşı yalan mı uyduruyorsunuz?” 4178; “Dillerinizin yalan yere nitelemesinden ötürü, ‘Şu helâldir, bu haramdır’ demeyin. Sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar.”4179 Bu âyetlerden İslâm hukukçuları ittifakla kabul etmişlerdir ki: Helâl ve haram kılma hakkı yalnız Allah’ındır. Kendilerinin görevi de helâl ve haramı sadece tebliğ etmektir.
Helâlı Haramlaştırma: İslâm, Allah’ın hükmünü değiştiren, bir delile dayanmadan kendi kafalarından helâllaştırma ve haramlaştırma yapanları, Allah’ın geniş tuttuğu alanı insanoğluna daraltanları çok ağır bir şekilde suçlamıştır. Hz. Peygamber, bu mutaassıp sapıklığa karşı her türlü silahı kullanarak savaş ilan etmiş, hükümleri değiştirenleri kötüleyerek onların helâk olacaklarını haber vermiştir: “Değiştirenler helâk olmuştur.” 4180 İslâm hanîf (tevhid ve fıtrat) dinidir. Bunun zıddı şirktir. Helâlı haram kılmak, haramı helâk kabul etmek de şirk özelliğidir: “Rabbim buyuruyor ki: ‘Ben bütün insanları hanîf (tevhid dini, sâlim fıtrat) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar onları dinden saptırdılar. Benim helâl ettiklerimi onlara haram ettiler, insanlara Bana şirk/ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim.” 4181
Gerçekten helâlı haram kılmak, şirktir. Bunun için Kur’ân-ı Kerim, müşrik Arapları, bu şirklerinden, putlarından ve kendilerine helâl kılınan hubûbât ve hayvanları Allah’ın izni olmadan haramlaştırdıklarından şiddetli bir şekilde azarlamıştır. Meselâ, onların yaptıklarından bir tanesi bahîra’yı, sâibe’yi, vasîle’yi ve hâm’ı haram kılmışlardır. Câhiliyye devrinde müşrikler bir deve beş defa doğursa ve sonuncusu erkek olsa; o devenin kulaklarını yararlar, ona binmeyi haram sayarlar ve onu kesilmemek, üzerine yük yüklememek ve sudan yahut otlaktan uzaklaştırılmamak üzere ilâhları için serbest bırakırlar, tanrılarına adarlardı ki,
4176] 5/Mâide, 44
4177] 5/Mâide, 50
4178] 10/Yûnus, 59
4179] 16/Nahl, 116
4180] Ahmed bin Hanbel; Müslim; Ebû Dâvud
4181] Müslim, Cennet 63; Ahmed bin Hanbel, 4/162
HARAM - HELÂL
- 907 -
buna “bahîra”, yani kulağı yarılmış ismini verirlerdi. Yine, bir insan yolculuktan dönse veya bir hastalıktan kurtulsa bir deveyi serbest bırakırdı ki buna bahîra gibi “sâibe” ismi verilirdi. Eğer bir hayvan dişi doğurursa; o, kendilerine âitti. Erkek doğurursa; ilâhlarına âitti. Her erkek, hem dişi doğurursa “bu kardeşine yetişti” derler, erkeği ilâhları için serbest bırakırlar, onu kesmezlerdi. İşte bu bırakılana “vasîle” ismi verilirdi. Bir erkek hayvan yavrusunun yavrusuna aşılarsa; onun için “sırtını korudu” derler ve ondan sonra o hayvana ne binilir, ne de bir şeyler yükletilirdi. Bu tür hayvanlara da “hâm” ismi verilirdi. Kur’ân-ı Kerim, onların bu türlü haram kılma hükümlerini reddederek bu dalâlette devam etme sebebi olarak babalarını taklit etmelerine hiçbir özür kabul etmez: “Allah bahîre’yi, sâibe’yi, vasîle’yi, hâm’ı (kulağı yarılan, salıverilen, erkek-dişi ikiz doğuran, on defa yavrulamasından dolayı yük vurulmayan hayvanların adanmasını) emretmemiştir. Fakat kâfirler Allah’a karşı yalan uydururlar ve çoğu da düşünmezler. Onlara, ‘gelin Allah’ın indirdiği kitaba ve peygambere uyun!’ denildiğinde, ‘atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter’ derler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyse?!” 4182
“De ki: Allah’ın, kulları için çıkardığı (yarattığı) zîneti/süsü ve güzel rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında (kâfirlerle birlikte) mü’minlerindir. Kıyâmet gününde ise yalnız mü’minlerindir. İşte, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz. De ki: ‘Rabbim sadece açık ve gizli fenâlıkları, günahı ve haksız yere tecâvüzü, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah’a şirk/ortak koşmanızı, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” 4183 Hicretten sonra müslümanlar arasında çok mutaassıp, çok katı, güzel şeyleri kendi nefsine haram kılmak gibi, acı bir hayata, hıristiyanlıktaki ruhbanlık gibi bir hayata yönelenler oldu. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, onları İlâhî sınırda durduracak ve İslâm yoluna döndürecek muhkem âyetler indirdi: “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın, sınırı aşmayın. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Allah’ın size verdiği rızıktan temiz ve helâl olarak yiyin. İnandığınız Allah’tan korkup sakının.” 4184
Şüpheli Şeyler
Allah’ın rahmet pınarından bir damla da; helâl ve haram hususunda kullarını karanlıkta bırakmamasıdır. Helâlı beyan etmiş, haramı da açıkça bildirmiştir. “Allah haram olanları size uzun uzun anlatmıştır.” 4185 Helâl olduğu apaçık olan bir şeyi yapmakta herhangi bir sakınca yoktur. Fakat haram olduğu apaçık olan bir şeyi işlemek için de hiçbir izin yoktur.
Açık helâl ile açık haram arasında bir sınır vardır ki, o da helâl veya haram olduğu birçok insan tarafından anlaşılmayan veya haram olduğu karıştırılan şüpheli dediğimiz sınırdır. Bu anlaşılmama veya karıştırma, ya delillerin bu konulardaki kapalılığı veya bizzat delilin olaya tatbik edilmesinin şüpheli oluşu dolayısıyladır. Mü’minler, dinlerini koruyabilmek için helâllığı ve haramlığı şüpheli olan maddelerden de kaçınmakla yükümlüdürler. “Sana şüphe vereni bırak; Sana kuşku vermeyene sarıl! Doğruluk gönül rahatlığı, yalan ise kuşkudur.”4186 buyuran
4182] 5/Mâide, 103-104
4183] 7/A’râf, 32-33
4184] 5/Mâide, 87-88
4185] 6/En'âm, 119
4186] Tirmizî, Sıfatu'l Kıyâmet 22, hadis no: 2637; Nesâi, Eşribe 50, hadis no: 5677; Dârimî, Büyû 2, hadis no: 2535
- 908 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Peygamberimiz’in bu konudaki emir ve tavsiyesi şöyledir: “Muhakkak helâl belli, haram da bellidir. Lâkin aralarında helâle de harama da benzer şüpheli şeyler vardır ki, onları insanların çoğu bilmez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse; dinini, ırzını/insanî kıymetini korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan bir kimse, harama düşme tehlikesindedir. O, tıpkı sınır kenarında hayvan otlatan ve nerede ise yasak yerde otlatacak bir çoban gibidir. Bilin ki, her hükümdarın hudûdu vardır; Allah’ın sınırları ise haramlardır. Haberiniz olsun, bedinin içinde bir küçük et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi olur, bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o (et parçası), kalptir.” 4187
İslâm, müslümanın bu gibi şüpheli şeylere düşmekten sakınmasını takvâ kabul etmiştir. Müslüman, böylece apaçık bir harama sürüklenmekten kendini korumuş olur. Bu, İslâm’ın terbiye çeşitlerinden biridir. “Kul, mahzurlu olan şeye düşmekten çekinerek mahzurlu (sakıncalı) olmayan şeyi bırakmadıkça takvâlı kişilerden olma derecesine ulaşamaz.” 4188
4187] Buhârî, İman 45, Büyû’ 5; Müslim, Müsâkat 107-108; İbn Mâce, Fiten 14, hadis no: 3984; Nesâi, Büyû’ 2, hadis no: 4431; Tirmizî, Büyû’ 1, hadis no: 1219; Ebû Dâvud, Büyû’ 1, hadis no: 3329-3330; İbn Mâce, Fiten 3984
4188] Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 14, hadis no: 2568; İbn Mâce, Zühd 24, hadis no: 4215
HARAM - HELÂL
- 909 -
Helâl ve Haram Konusuyla İlgili Âyetler
A- Haram kelimesi ve türevleriyle ilgili Âyetler (83 yerde): 2/Bakara, 85, 144, 149, 150, 191, 194, 194, 173, 194, 196, 198, 217, 217, 275; 3/Âl-i İmrân, 50, 93; 4/Nisâ, 23, 160; 5/Mâide, 1, 2, 2, 2, 3, 26, 72, 87, 95, 96, 96, 97, 97; 6/En’âm, 119, 138, 139, 140, 143, 144, 145, 146, 146,148, 150, 151, 151; 7/A’râf, 32, 33, 50, 157; 8/Enfâl, 34; 9/Tevbe, 5, 7, 19, 28, 29, 29, 36, 37, 37, 37; 10/Yûnus, 59; 14/İbrâhim, 37; 16/Nahl, 35, 115, 116, 118; 17/İsrâ, 1, 33; 21/Enbiyâ, 95; 22/Hacc, 25, 30; 24/Nûr, 3; 25/Furkan, 68; 27/Neml, 91, 28/Kasas, 12, 57; 29/Ankebût, 67; 48/Fetih, 25, 27; 51/Zâriyât, 19; 56/Vâkıa, 67; 66/Tahrîm, 1; 68/Kalem, 27; 70/Meâric, 25.
B- Helâl kelimesi ve türevleriyle ilgili Âyetler (51 yerde): 2/Bakara, 168, 187, 196, 228, 229, 230, 275; 3/Âl-i İmrân, 50, 93; 4/Nisâ, 19, 23, 24, 160; 5/Mâide, 1, 1, 2, 2, 4, 4, 5, 5, 5, 87, 88, 96; 7/A’râf, 157; 8/Enfâl, 69; 9/Tevbe, 37, 37; 10/Yûnus, 59; 11/Hûd, 39; 13/Ra’d, 31; 14/İbrâhim, 28; 16/Nahl, 114, 116; 20/Tâhâ, 27, 81, 81, 86; 22/Hacc, 30, 33; 33/Ahzâb, 50, 52; 35/Fâtır, 35; 39/Zümer, 40; 48/Fetih, 25; 60/Mümtehine, 10, 10; 66/Tahrîm, 1, 2; 90/Beled, 2.
C- Helâl ve Haram
a- Helâl ve Haramda On Emir: 6/En’âm, 151-153.
b- Haramla Helâl Bir Olmaz: 5/Mâide, 100
c- Helâlı Haram Kılmak: 5/Mâide, 87; 6/En’âm, 138-140, 143-144; 7/A’râf, 32.
d- İyice Bilmeden, Helâl ve Haram Hakkında Hüküm Vermenin Kötülüğü: 16/Nahl, 116-117.
e- Haramdan Tevbe: 5/Mâide, 93.
D- Helâl Olan Şeylerden Yemek
a- Helâl ve Temiz Olan Şeylerden Yemek: 2/Bakara, 168, 172; 5/Mâide, 5, 87-88; 6/En’âm, 118-119, 142; 16/Nahl, 114.
b- Yenmesi Helâl Olan Şeyler: 5/Mâide, 1, 4-5; 22/Hacc, 30.
c- Ehl-i Kitab’ın Kestiğini ve Yemeklerini Yemek: 5/Mâide, 5.
d- Allah’ın Adıyla Kesilenlerin Yenmesi: 6/En’âm, 118-119.
e- Yemede İçmede Zarûret (Şiddetli İhtiyaç, Çaresizlik): 2/Bakara, 173; 5/Mâide, 3; 6/En’âm, 145; 16/Nahl, 115.
E- Yenmesi Haram Olan Şeyler
a- Yenmesi Haram Olan Şeyler: 2/Bakara, 173; 5/Mâide, 3; 6/En’âm, 145; 16/Nahl, 115.
b- Murdar (Ölü ve Boğazlanmayan Hayvan): 2/Bakara, 173; 5/Mâide, 3; 6/En’âm, 145; 16/Nahl, 115; 22/Hacc, 30.
c- Kan: 2/Bakara, 173; 5/Mâide, 3; 6/En’âm, 145; 16/Nahl, 115.
d- Domuz Eti: 2/Bakara, 173; 5/Mâide, 3; 6/En’âm, 145; 16/Nahl, 115.
e- Allah’tan Başkası İçin Kesilenler: 2/Bakara, 173; 5/Mâide, 3; 6/En’âm, 138, 145; 16/Nahl, 115.
f- Boğularak Ölen Hayvan: 5/Mâide, 3.
g- Düşerek Ölen Hayvan: 5/Mâide, 3.
h- Başka Bir Hayvan Tarafından Öldürülen Hayvan: 5/Mâide, 3.
i- Putlar Adına Kesilen Hayvan: 5/Mâide, 3.
j- Besmelesiz Kesilen Hayvan Eti: 6/En’âm, 121.
F- İçki (Alkol) ve Alkollü İçkiler:
a- İçkide Büyük Günah Vardır: 2/Bakara, 219.
b- Sarhoşken Namaza Yaklaşmamak: 4/Nisâ, 43.
c- İçkinin Rızık Olması: 16/Nahl, 67.
d- İçki Yasağı: 5/Mâide, 90-91.
e- İçkinin Tevbesi: 5/Mâide, 93.
G- İçki Yasağı Hakkındaki Âyetlerin İniş Sırası
a- İçki Rızıktır: 16/Nahl, 67.
b- İçkide Büyük Zarar ve Günah Vardır: 2/Bakara, 219.
c- Sarhoşken Namaza Yaklaşmamalıdır: 4/Nisâ, 43.
d- İçki Haramdır: 5/Mâide, 90-91.
H- Bazı Yiyecek Maddeleri
a- Kudret Helvası: 2/Bakara, 57; 7/A’râf, 160; 20/Tâhâ, 80.
- 910 -
KUR’AN KAVRAMLARI
b- Sirke: 16/Nahl, 67.
c- Soğan: 2/Bakara, 61.
d- Tuz: 25/Furkan, 53; 35/Fâtır, 12.
e- Mercimek: 2/Bakara, 61.
f- Kabak: 2/Bakara, 61.
g- Sarmısak: 2/Bakara, 61.
h- Sebze: 2/Bakara, 61.
j- Et: 2/Bakara, 173, 259; 5/Mâide, 3; 6/En’âm, 145; 16/Nahl, 14, 115; 22/Hacc, 5, 37; 23/Mü’minûn, 14; 35/Fâtır, 12; 49/Hucurât, 12; 52/Tûr, 22; 56/Vâkıa, 21.
k- Süt: 16/Nahl, 66; 47/Muhammed, 15.
l- Bal: 16/Nahl, 68-69; 47/Muhammed, 15.
Konu ile İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 484-487
2. Tefhimu’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 119
3. Fi Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 324-327
4. Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 338-342
5. Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 3, 678-679
6. Hulâsatü’l-Beyan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neş. c. 1, s. 288-291
7. Mefatihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 4, s. 210-243
8. El-Mîzan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 594-597
9. El-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, İmam Kurtubi, Buruc Y. c. 2, s. 454-478
10. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, c. 1, s. 280-286
11. Et-Tefsîru’l-Hadis, İzzet Derveze, Ekin Y. c. 5, s. 160-162
12. Muht. Taberî Tefsiri, İmam Taberi, Ümit Y. c. 1, s. 127-128
13. Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. c. 1, s. 47
14. Furkan Tefsiri, Hicazi, Vahdet Y. c. 1, s. 122-124
15. Min Vahyi’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 3, s. 153-156
16. Safvetü’t Tefâsir, Muhammed Ali es-Sâbûnî, Ensar Neşriyat, c. 1, s. 210-213
17. El-Esâs fi’t-Tefsîr, Said Havva, Şamil Y. c. 1, s. 415-426
18. Ruhu’l-Furkan Tefsiri, Mahmud Ustaosmanoğlu, Siraç Kitabevi Y. c. 2, s. 201-213
19. Bakara Sûresi Tefsiri, Ramazanoğlu, Mahmud Sami, Erkam Y. s. 222-223
20. Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sabuni, Şamil Y. c. 1, s. 123-134, 455-465
21. TDV İslâm Ansiklopedisi, T.D.V. Y. c. 16, s. 97-106; c. 17, s. 173-178
22. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. Hamdi Döndüren, c. 2, s. 334-337
23. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 7, s. 289-367, c. 8, s. 168-172
24. İslâm’da İnanç, İbâdet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, c. 2, s. 229-231
25. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Y. Abdülaziz Bayındır, (Haram ve Helâl md:), c. 2, s. 140-141, 148-149; (Günah md:), c. 2, s. 126-129; (İsmet md:) Mehmet Bulut, c. 2, s. 284-287; (Tabu md:) Süleyman Sayar, c. 4, s. 37-39
26. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 252-256, 262-264
27. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 261-265
28. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılâb Y. c. 2, s. 56-60
29. Kur’an’da Değişim, Gelişim ve Kalite Kavramları, Bayraktar Bayraklı, İFAV Y. s. 237-239
30. Sütun, Sezai Karakoç, Diriliş Y. c. 2, s. 410-412
31. Yazılar, Sezai Karakoç, Diriliş Y. s. 53
32. Dinde Ölçülü Olmak, Abdurrahman b. El-Luveyhık, Kayıhan Y. s. 419-424
33. Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, Tushihiko İzutsu, Pınar Y. s. 310-317
34. Selefin İzinde, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. s. 193-210
35. Bu Böy ledir, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y. c. 2, s. 51-72, 139-162
36. İlâhi Kanunların Hikmetleri (Sünnetullah), Abdülkerim Zeydan, İhtar Y. s. 269-285
HARAM - HELÂL
- 911 -
37. İman ve Tavır, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y. s. 264-266, 316-320
38. İslâmi Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 172-173, 182
39. Unutulmaz Sözler ve Nükteler Antolojisi, Mehmet Dikmen, Cihan Y. s. 126, 138-140
40. Risâle-i Nur’dan Vecizeler, Hazırlayan Şaban Döğen, Gençlik Y. s. 423, 471
41. İman Küfür Sınırı, Ahmed Saim Kılavuz, Marifet Y. s.
42. İslâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, Mehmet Erdoğan, Mrm. Üniv. İl. Fak. Vakfı Y.
43. Hukuku İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Y.
44. İslâm’da Helâl ve Haram, Yusuf el-Karadavi, Hilâl Y.
45. Günlük Hayatımızda Helâller ve Haramlar, Hayreddin Karaman, Türkiye Diyanet Vakfı Y.
46. Hayatın İçinden Fıkıh, Vecdi Akyüz, Rağbet Y.
47. Helâl-Haram, Mehmet Paksu, Nesil Basım Yayın
48. İslâm’da Helâler ve Haramlar, İbn Hace Heytemî, Kayıhan Y.
49. İslâm’da Helâller ve Haramlar, İsmail Mutlu, Mutlu Y.
50. Haram Olan Eylemler, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat
51. İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, Süleyman Uludağ, Türkiye Diyanet Vakfı Y.
52. Büyük Günahlar, Hâfız Zehebî, Ankara Fazilet Y.
53. Büyük Günahlar, Bilâül Uzun, Hak Y.
54. Büyük Günahlar, Celal Yıldırım, Uysal Kitabevi Y.
55. İslâm Açısından Mûsiki ve Semâ, Süleyman Uludağ, İrfan Y.
56. İslâm’da Resim ve Heykelin Yeri, Osman Şekerci, Çanakkale Seramik Fabrikası Y.
57. İslâm’da Sanat, Resim ve Mimari, Nusret Çam, Şahsi Y.
58. Görsel Sanatlar ve İslâm, Heyet, İSAV İlmî Neşriyat Y.
59. Din veTıp Açısından Domuz Eti, Asaf Ataseven, Türkiye Diyanet Vakfı Y.
60. Din ve Tıp Açısından Tüp Bebek, Muhammed Ali Barr, Nesil Y.
61. Kur’an’da Günah Kavramı, Sadık Kılıç, Hibaş Y.
62. Kur’an’da Şer Problemi, Lutfullah Cebeci, Akçağ Y.