Cumartesi, 06 Şubat 2021 22:24

VESÎLE

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

VESÎLE


- 441 -
Kavram no 188
İmtihan 17
Bk. Şirk; İbâdet; Zikir; Murâbata
VESÎLE


• Vesîle; Anlam ve Mâhiyeti
• Vesile Sâlih Ameldir
• Ölülerden Yardım Dileme Sapıklık ve Zavallılığı
• Kabirlerle Tevessül
• Günümüzde Kabirlerle Tevessül ve Rûhâniyetten İstimdat
• Duâda Tevessül
• Duânın İstismar Edilmesi
• Kur’ân-ı Kerim’de Vesîle Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Vesîle Kavramı
• Vesile Konusunda Zayıf ve Uydurma Hadis Rivâyetleri
• Tasavvufta Vesile Anlayışı
• İstiğâse
• İstimdâd
• Tevessül Tartışmaları
• Tefsirlerden İktibaslar
“Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve O’na vesile (yaklaşma yolu) arayın ve O’nun yolunda cihâd edin, umulur ki böylece kurtuluşa erersiniz.” 2402
Vesîle; Anlam ve Mâhiyeti
el-Vesile kelimesinden türemiştir. el-Vesile: Bir şeye “istek“ ile ulaşmadır. İstek-arzu anlamını içerdiğinden “el-Vâsile“ ifadesinden daha özeldir (dar anlamdadır). Allah (c.c.) şöyle buyurur: “O’na vesile (yaklaşma yol) arayın.” 2403
Allah’a (c.c.) (yaklaştıran) gerçek vesile; ilim ve ibâdetle onun yolundan gitmek ve şeriatın güzelliklerini benimsemektir. Kurbet (Allah’a yakınlık) gibi. el-Vasil, Allah’ı arzulayandır.2404 İbnü’l-Esîr şöyle der: el-Vâsil; arzulayan, isteyen demektir. el-Vesîle; Kurbet, vasıta ve kendisiyle bir şeye ulaşılabilen ve yakınlaşma sağlanabilen şey anlamındadır. Çoğulu, “vesâil’dir. 2405
Fıkıh Usûlünde yerleşik bir prensip vardır: İbadetlerde asl olan men’ (câiz olmaması)’dir, ta ki bir delil bulununcaya kadar; adetlerde de aslolan ibahadır ta ki bir delil bulununcaya kadar. Allah’ın (c.c.) bize emrettiği ibâdetler ise mutluluk ve sıkıntı halinde ona yalvarmamız, ondan yardım istememiz ve ona sığınmamızdır. Cenâb-ı Allah buyuruyor ki: “Rabbiniz (şöyle) buyurdu; Bana duâ edin,
2402] 5/Mâide, 35
2403] 5/Mâide, 35
2404] Müfredât’tîr Rağıb el-İsfahan, s. 560-561
2405] en-Nihâye, 5/185
- 442 -
KUR’AN KAVRAMLARI
size icabet edeyim. Çünkü bana ibâdeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.”2406 Allah (c.c.) bizlere, tevessülün faydalı birçok çeşidini meşrû kılmıştır ve ona yalvaranın duâsını -diğer şartlarını da yerine getirdiğinde- icabet edeceğini taahhüt etmiştir.
Müteahhirînin birçoğu, tevessül kelimesiyle duâdaki tevessülü kasdetmişlerdir. Oysa durum -daha önce geçtiği gibi- böyle değildir. Müteahhirinin örfünde yaygın olan tevessül üç çeşittir:
1- Meşrû Tevessül: Hakkında Kitab’dan ve sahih hadislerden bir delil bulunan. Meşrû Tevessül kendi içinde üçe ayrılır.
a) Allah’ın (c.c.) güzel isimlerinden veya yüce sıfatlarından biriyle ona tevessül. Örneğin şöyle duâ etmesi gibi: “Allah’ım sen Rahmân ve Rahim’sin, Senden merhamet diliyorum...”
Bu konudaki delil şudur: “En güzel isimler Allah’ındır, o halde O’na o güzel isimlerle duâ edin.”2407 Yani Allah’a, en güzel isimlerini vesile edinerek duâ edin. Allah’ın (c.c.) yüce sıfatları da buna dâhildir. Zira Allah’ın (c.c.) isimleri, onun sıfatlarıdır. Cenâb-ı Allah Süleyman’ın (a.s.) tevessülünden şöyle söz eder; “Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına kat.”2408 Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu konudaki duâlarından şu hadis-i şerif de bu konuya değinir. “Allah’ım! Gayb ilmin ve mahlûkat üzerindeki kudretinle, eğer hayat benim için hayırlıysa beni yaşat, eğer ölüm benim için daha hayırlı ise beni öldür.”2409 Bu anlamda daha birçok hadis vardır.
b) Duâ eden kişinin işlediği amel-i sâlihle tevessülü; “Allah’ım sana olan inancımla ve senin için olan sevgimle ve Rasûlüne tabi olmamla beni bağışla.” Veya duâcı, Allah’a (c.c.) olan sevgisi, ondan korkusu ve dilekleri için yaptığı iyi işleri zikreder ve duâsında bunlarla tevessül eder. Konuyla ilgili delil şudur: “Öyle kullar ki, ‘Ey Rabbimiz! İman ettik, öyleyse bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!’ derler.”2410 Görüldüğü gibi Allah’ın (c.c.) bâğışlamasına vesile kılarak amel-i sâlih (iman)'leri anarak duâ edilebilir. Şu hadis de bunu ifade eder: “Üç kişi mağaraya girmişler ve (büyük bir kaya ile) mağara üzerlerine kopanmış. Her biri yapmış olduğu iyi işlerle tevessül ederek Rabbine yalvarmış ve kaya kapının (çıkış bölümünün) önündeki kaya yarılmış ve böylece çıkmışlar...” 2411
c) Yaşamakta olan sâlih bir insanın duâsıyla yapılan tevessül: Sahâbe-i Kiram (r.a.) zor duruma düştüklerinde Rasûlullah’a (s.a.s.) gider ve ondan kendileri için duâ etmelerini dilerlerdi.2412 Enes’den (r.a.) nakledildiğine göre, Hz. Ömer b. Hattab -onlara kuraklık bastığında- Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.) ile istiska eder ve şöyle derdi: “Allah’ım biz (zamanında) nebimizle sana tevessül ediyorduk ve sen bize su gönderiyordun. (Şimdi ise) Nebimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize su gönder.” (Enes) diyor ki: “Ve sulanıyorlardı” (yağmur yağıyordu).”2413 Bu hadiste kastedilen mana şudur: “Yağmursuz kaldığımızda, Nebîmize (s.a.s.)
2406] Mü’min, 40/60
2407] 7/A’râf, 180
2408] 27/Neml, 19
2409] Nesâî, Sehv 62
2410] 3/Âl-i İmrân, 16
2411] Buhârî, İcâre12; Müslim, Zikr 100
2412] bk. Buhârî, Cum’a 34
2413] Buharî, İstiska, 3; Fedail eshabinnebî, 11
VESÎLE
- 443 -
gider. O'ndan bizim için duâ etmesini talep eder ve onun duâsıyla sana yaklaştırdık. Şimdi ise o vefat etti. Artık bizim için duâ etmesi imkansız. Bu yüzden amcası Abbas'a yöneliyor ve ondan bizim için duâ etmesini diliyor ve onun duâsıyla Allah’a (c.c.) yaklaşıyoruz.“
A'mâ hadisi de bu kabildendir. O Rasûlullah’a (s.a.s.) gelmiş ve ondan duâ etmesini istemiştir. O da a'maya, duâsıyla Allah’a (c.c.) tevessül etmeyi öğretmiştir. 2414
2- Bid’at Olan Tevessül: Bu zâtlarla, makamla, hürmet, büyüklük ve benzeri şeylerle tevessül etmektir. Şöyle demek gibi; “Allah’ım, Muhammed’in (s.a.s.) hürmetine veya Ka’be’nin hürmetine -veya benzeri şeylerle senden diliyorum...” Bu tür “tevessüller, hakkında bid’at olduğuna dair açık delil bulunan tevessüllerdir. Bu sebeple hiçbir imamdan, cevazlarına dair bir nakil yoktur.
Hanefi kitaplarından “ed-Durru'l Muhtâr”da şöyle denmektedir: “et-Tatarhaniyye'de, el-Münteka'ya atfen, Ebû Yusuf dan o da Ebti Hanife'den naklen şöyle geçer: “Kişi Allah’a (c.c.) ancak onunla duâ edilebilir. Bu konuda cevaz verilen duâda şu âyetten anlaşılandır: “En güzel isimler Allah'ındır, o halde O'na o güzel isimlerle duâ edin.“ Rasûllerinin, nebilerinin, dostlarımın hakkı için “veya Beytin hakkı için“ türünden ifadeleri kullanmak mekruh sayılmıştır.2415 Benzeri (bilgiler) bütün Hanefi metin ve şerh kitaplarının el-Mekruhat veya el-Hazr vel-ibâha bölümlerinde mevcuttur. Onlara göre mekruh harama en yakın olandır. İmam Muhammed’e göre ise cehennem azabı açısından “haram” gibidir. Nitekim Allâme İbn Abidin bunu el-Hazr ve’libaha bölümünün başlarında açıkça belirtmiştir. Bu yüzden selef-i sâlihinden bu tür bir tevessül naklolunmamıştır. Bu tür tevessüle cevaz verenlerin ileri sürdükleri deliller ya sahih olmayan hadislerdir veya kendisinden cevaz çıkmayan nasslardır. “el-Vesile” lafzının geçtiği âyetlerle delil getirmeye çalıştıkları gibi. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ittifakla sabittir ki (burada vesileden) kasıt kurbe ve ta’ât’tır. Ayrıca az önce geçen Abbas (r.a.) ile tevessül hadisi gibi. Hâlbuki bundan ancak duâ ile tevessül olduğu anlaşılıyor. Zira, eğer zât’larla ve makamlarla tevessül etmek (câiz) olsaydı vefât etmiş olan Rasûlullah’tan (s.a.s.) vazgeçip ondan daha az fazilete sahip olan Abbas (r.a.) ile tevessül etmezlerdi. Zira Rasûlullah (s.a.s.) hürmet ve makam açısından -ölü veya diri olarak- Abbas’tan (r.a.) daha yücedir. Bunu ifade eden daha birçok deliller vardır.
3- Şirk olan Tevessül: Bu Allah’tan (c.c.) başka ölülerle, dirilerle ve hali hazırda bulunmayanlarla duâ etmek ve menfaat sağlamak, sıkıntıları gidermek için onlardan yardım istemektir. Veya ondan şefaat ve duâ dilemektir. (Şefaat ta duâ çeşitlerindendir). Bu doğru anlamda tevessül olmamasına rağmen, halkın cahil kesimi ve bazı ilim mensupları bu tevessül’ün (en azından) ihtilaflı tevessül olduğu imajını vermek amacıyla halkın kafasını bulandırıyorlar. Hâlbuki işin gerçeği, bu haram kılınan ve haramlığında icma edilen tevessüldür. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Mescidler Şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın.“2416; “Kimseye” ifadesi belirsiz isimdir ve olumsuzluk ifadesinden sonra geliyor, dolayısıyla Allah (c.c.) dostu her kişiyi ve gönderilmiş her nebiyi kapsıyor. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar
2414] Tirmizi Da’avât, 118; İbn Mace, İkame, 189
2415] Hâşiyetü İbn Âbidîn, VI/396-397
2416] 72/Cinn, 18
- 444 -
KUR’AN KAVRAMLARI
vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilir mi? De ki: Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O'na güvenip dayanırlar.“ 2417
İbn Teymiye bu konuda şöyle der; “Her kim Allah ile mahlukatı arasında -hükümdar ve teba’ası arasındaki aracılar gibi- aracılar oluşturursa, kişi kafir ve müşriktir. Öyle ki; kulların sorunlarını onlar Allah’a (c.c.) iletiyorlar, Allah (c.c.)'da kullarını onların aracılığıyla hidâyete erdiriyor ve rızıklandırıyor. Halk önce onlardan dilekte bulunuyor, onlar da Allah’tan (c.c.) diliyorlar. Kralların yanındaki aracılar gibi. Onlar halka (da) yakın oldukları için ihtiyaçları krallara onlar dile getirirler. Halk da edep göstererek kraldan dileklerini onların yapmalarını isterler. Veya halkın onlardan (önce) dilekte bulunması, belki direkt kraldan dilekte bulunmalarından daha faydalı olabilir. Çünkü o aracılar ihtiyaçlı (sıradan halk)'dan daha krala yakındır (dosttur). Her kim bu tarzda aracılar oluşturursa o kişi kâfirdir, müşrikdir. Ondan tevbe etmesi istenir eğer tevbe etmezse öldürülür.“2418 İşte bu önceki müşriklerin şirkinin aynısıdır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ diyorlar.“ 2419
Bunun Allah’a (c.c.) şirk koşmak olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.2420 Şeyh Abdü’l-Kadir el-Geylânî de, el-Ğunye adlı kitabında (ondan Nu’man el-Âlûsî) nakletmiştir.2421 Şeyh Sanâullah el-Halebî el-Hanefi de kitabında velilerin keramet yoluyla yaşam ve ölüm sonrasına etki edebileceklerini ileri sürenlere karşı böyle bir şey olmayacağını söylemiştir. 2422
‘Vesile’, sözlükte, bir şeye arzu ile ulaşmak demektir. Bir başka deyişle ‘vesile’, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için ona yakınlığından faydalanılan şey demektir. Kavram olarak ‘vesile’, Allah’a yaklaşmada kendisinden yararlanılan şeydir. ‘Tevessül’ ise vesileye baş vurmak, Allah’a yaklaşmak için bir sebep veya bir imkan aramak demektir. Vesile’nin çoğulu ‘vesâil’ dir.
Putperestlerin taptıkları putlar veya putların arkasında var zannedilen ruhlar, cinler ve melekler, bazı insanların medet umduğu ölmüşler ve azizler bile; birakın başkalarına yardım etmeyi, kendileri Allah’ın rahmetini umarak O’na yaklaşmak, O’nun sevgisini kazanmak için bir vesile arıyorlar. Öylese mü‘minler de, Allah’ın sevgisine götürecek sebepleri, imkanları arayıp bulmalılar. Bu vesilenin anlamı, Allah’a boyun eğerek, O’ndan korkarak ve O’nu razı edecek ameller işleyerek O’nun yakınlığını kazanmaya çalışmak demektir.
Kavram Olarak Vesile-Tevessül: Vesile maksadın meydana gelmesine sebep olan şey olduğuna göre kişiyi Allah rızasına götürecek bütün sâlih ameller,
2417] 39/Zümer, 38
2418] Mecmu’ul-Fetâvâ, I/126
2419] 10/Yunus, 18
2420] Allâme es-Süveydî el-İkdü’s-Semîn adlı kitabında, Şeyh Nu’man el-Âlûsî de ondan nakletmiştir. Cilâül Ayneyn, s. 442
2421] Cilâü’l-Ayneyn, s. 487
2422] Abdurrahman b. Hasen, Minhâcü’t-Te’sis ve’t-Takdis, s. 48; Şeyt Ebû’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-hak el-Azîm-âbâdî el-Hanefi, et-Ta’liku’l-Muğni alâ sünen’id-Darukutnî, el-Akziye ve’l-Ahkâm bölümü, IV/225; Ebû Eymen ed-Dımaşkî, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 345-347
VESÎLE
- 445 -
bütün hayırlı işler bir ‘vesile’dir. Bu sâlih amellerin adının değil ölçüsünün ve ilkelerinin Hz. Peygamber tarafından konulması önemlidir. Bu yola baş vurmak da ‘tevessül’dür. Mü’min, ‘Allah bizi imanımız ile’ sever deyip, bir köşeye çekilmez. O, Rabbinden ittika eder (korkup çekinir). Bununla da kalmaz, haram işlerden ve yasaklardan kaçınır, kötü ahlâkı terkeder, iradesini kullanarak Allah’ı razı edecek diğer sâlih amellere devam eder. Mü’min, farzlar vacipler dışında, nafile ibâdetlerle bu vesile yollarını arar. Peygamberimiz, mü’minin nafile ibâdetlerle Allah’a yaklaşmaya devam edeceğini haber vermektedir. 2423
Mü’mini vesileye ulaştıracak yol iman ve takvadır. Asıl vesile de, Allah’a yaklaşma niyeti ve O’nu sevme arzusudur. Bu kasıt ve niyet ile güzel ahlâk sahibi olmaya çalışır, sâlih amellere devam eder, Allah’ın rızasına uygun işlerle meşgul olur. Âyetin devamında Allah yolunda cihad etmek emredilmektedir. Allah’a yakınlık kazandıracak ‘vesile’nin cihad ibâdetiyle yakından ilgisi bulunmaktadır. Bu noktanın altını çizmek gerekiyor. Kimileri ‘vesile’yi Allah’a yaklaştıracak yol gösterici bir mürşid diye anlarlar. Hâlbuki âyetin ifadesi gâyet açıktır ve onların dediği gibi anlamanın imkanı yoktur. İlim ehli kimseler insana yol gösterebilirler, güzel ahlâk örneği olabilirler; ama kul ile Allah arasında kimse aracı olamaz. Buradaki vesile ibâdet cinsinden bir şeyle Allah’a yakınlık arama arzusudur.
Mü’mini Allah’a yaklaştıracak vesile; ilim, ibâdet ve şeriatın güzelliklerini arama ve yaşamadır. Bu, kişiyi manevi olarak Rabbine bağlar. Kul ile Allah arasındaki bağ, kulluk zilleti, Allah’a ihtiyaç duyma, O’nun önünde boyun bükme, O’nun Rububiyyetinin (Rabliğinin) karşısında ubudiyet (kulluk) yapmadır. Kaldı ki, Allah’ı bilme ve O’na ibâdet etme, Allah’a olan yakınlaşmanın olmazsa olmaz şartıdır.
Allah’a tevessül etmeyi sağlayan şeylerden biri de cihad’tır. Âyet, önce takvayı, arkasından Allah’a yaklaşmak için vesile aramayı, arkasından da cihadı emrediyor ve bunların kurtuluş sebebi olacağını açıklıyor. Bu bir anlamda iman edenlerin takva sahibi olup, sâlih amel işleyerek, Allah yolunda cihad etmelerini, kulluk görevi olarak sıralamaktır.
İman takva ile takva vesileyi aramak ile vesileyi aramak ta cihad ile tamam olmaktadır. Öyleyse, Allah’a vesile aramayı, Allah yolunda cihad’tan ayrı düşünmek, âyeti eksik anlama olur. Bu cihad ister İslâm’ın düşmanlarıyla olsun, isterse azgın nefse karşı, isterse aldatıcı şeytana karşı olsun; farketmez. Kur’an şöyle buyuruyor: “Artık her kim Rabbine kavuşmak istiyorsa, sâlih amel işlesin ve Rabbine olan ibâdetinde hiç bir şeyi ortak koşmasın.”2424 Bu âyet de ‘vesile’ konusunda önemli ip uçları veriyor. Allah’a manevi olarak kavuşmanın yolu, sâlih amel işlemek ve ibâdette hiç kimseyi ortak koşmamaktır. Bu demektir ki ilâhlara tapınmak sapıklık olduğu gibi, ibâdette aracı bulmak da sapıklıktır. Tevessül, ibâdette bir aracı, bir torpilci bulmak değil; ibâdet cinsinden bir sâlih ameli ihlasla yaparak, takvaya sarılarak ve Allah yolunda cehd ederek (çalışarak) O’nun rızasını kazanmaya çaba harcamaktır.
İbâdette, zikirde, duâda başkalarını aracı yapmak doğru değildir. Ölmüşleri, aziz zannedilenleri, yaşayan kimseleri ‘falancanın yüzü suyu hürmetine’ diyerek
2423] Buhârî, Rikak 38, 8/131
2424] 18/Kehf, 110
- 446 -
KUR’AN KAVRAMLARI
işin içine katmak vesile değildir. Duâların ve zikirlerin kabulü için uzaklarda yasayanları veya mezarlarda un ufak olmuş ölmüşleri araya koymak tevhide aykırıdır.
Kimileri duâlarını ve zikirlerini önce hocalarına (şeyhlerine) sunuyorlar, onların da bu duâ ve zikirlerini Allah’a arzetmesini istiyorlar.Bu yolla duâ ve zikirlerinin kabul göreceğini hayal ediyorlar. Hâlbuki Allah (cc) kuluna, onun şahdamarından daha yakındır, duâ edenin duâsını işitir ve karşılığını verir.2425 Rabbimiz (c.c.) kulun ibâdetinde başkalarını ortak etmesini kesinlikle yasaklıyor. 2426
Peygamberin Makamı Olarak ‘Vesile’: ‘Vesile’ aynı zamanda Cennet’te bir makamın adıdır. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Bana salavat getirdiğiniz zaman vesile’yi de deyiniz.” Denildi ki, ‘Vesile nedir ya Rasûlallah?’ Buyurdu ki; “O Cennette yüce bir makamdır ki o yalnızca bir kula verilecektir. O kulun ben olmasını ümit ederim.”2427 Bir başka hadiste şöyle buyruluyor: “Müezzini işittiğiniz zaman siz de onun söylediklerini söyleyiniz, sonra da bana salat okuyunuz. Kim bana bir salat okursa, Allah ona on salat verir (rahmet eder). Sonra benim için ‘vesile’ isteyiniz ki o, Cennette, yalnızca Allah’ın bir kuluna verilecek bir makamdır. O kulun ben olmasını dilerim. Kim bana vesile isterse ona şefaat edilir.” 2428
Ezan’dan sonra okunulan salevat, Peygamberimize ‘vesile’ isteme duâsıdır. Bir hadiste şöyle buyruluyor: “Kim müezzini işittiği zaman; ‘Allahümme rabbe hazihi’d da’veti’t tâmmeti ve’s salâti’l kâimeti, âti Muhammeden el-vesilete ve’l fazílete ve’d deracete’r rafîate ve’b’as’hu makamen mahmûden ellezi ve’adteh.’ (Ey Allahım, ey bu tam davetin sahibi, ikame edilen namazın sahibi, Muhammed’e vesile ve fazilet ver; onu, kendisine söz verdiğin yüce makama ulaştır’ derse, Kıyâmet gününde ona şefaat edilir.”2429
Tevessülün Çeşitleri: Tevessül konusunda şöyle bir soru ile karşı karşıyayız: Peygamberimizin, sahâbelerinin veya diğer sâlih mü’minlerin adıyla tevessül yapılabilir mi? ‘Falancanın yüzü suyu hürmetine, falancanın hatırı için, falancanın yüce makamı için’ şeklinde duâ edelebilir mi? Tevessül deyince birçoklarına göre bu anlam anlaşılmaktadır. Yani duâ ve ibâdette birinin adıyla hareket etmek şeklinde. Kimileri de tevessül’ü, kişiyi doğru yola götürecek bir mürşid bulma diye anlamaktadır. Bu konuyu kısa da olsa açıklamakta fayda var:
Hatırlayalım ki, yukarıda geçtiği gibi, tevessül yapmak, yani Allah’a yaklaşmak için sebep aramak Kur’an’ın emridir. Bu sebepler de ibâdet cinsinden bir şey olmalı, takva ve cihad ile çoğaltılmalıdır. Din’e sonradan sokulmuş ve bid’at halini almış şeylerle tevessül yapılamaz. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.), din adına sonradan uydurulmuş bütün âdetlere bid’at diyor ve hepsini de reddediyor.2430 Âlimler tevessülü üçe ayırmışlardır:
a) Meşrû Olan Tevessül:
1- Allah’ın yüce isimleriyle veya O’na ait sıfatlarla vesile aramak. Rabbimiz A’raf sûresinin 140. âyetinde, kendi isimleriyle duâ etmemizi söylüyor.
2425] Kaf, 16; 2/Bakara, 186
2426] bk. 18/Kehf, 110
2427] Ah. b.Hanbel, Tirmizí, nak. Ibni Kesir, 1 /514
2428] Müslim, Salât 7, Hadis no: 384; Ebû Dâvud, Salât, Hadis no: 523
2429] Ibn Mâce, Ezan 4, Hadis no: 722
2430] Müslim, Cum’a 13, Hadis no: 867
VESÎLE
- 447 -
Öyleyse, ‘Allah’ım, senin rahmetinle, lütfunla, ilminle, vb. Muhammed’e olan sevginle, bağışlanma istiyorum’ gibi duâlar meşrûdur. İslâm’ın temellerinden biri, Rasûlullah’a iman ve O’na itaat etmektir. O’na itaat etmek Allah’a itaat etmektir.2431 Peygambere itaat ederek Allah’a tevessül etmek farzdır ve iman bu itaatle tamamlanır.
2- Duâ edenin işlediği sâlih bir amelle tevessülde bulunması. Âl-i İmran Sûresi 16. ve 53. âyetlerinde buna işaret vardır. Bir hadiste geçtiği gibi, bir mağarada, mağaranın ağzını kapatan bir kaya sebebiyle mahsur kalan üç kişi işledikleri sâlih amelleri anlatarak Allah’tan yardım istediler ve mağaradan kurtuldular. 2432
3- Sâlih bir insanın duâsıyla tevessülde bulunmak. Rasûlullah’ın duâsı ve şefaatıyla ‘tevessül’de bulunmak ta câizdir. Müslümanlar O’nun sağlığında duâsıyla, Kıyâmet gününde de O’nun şefaatıyla tevessül ederler. Bazı kimseler Peygamberimize gelerek kendileri için yağmur duâsı yapmasını iştemişlerdi. O da onlar için duâ etmişti.2433 Peygamberimizin vefatından sonra başta Hz. Ömer olmak üzere bazı sahâbeler Hz. Abbas’a giderek onun kendileri için duâ etmesini istemişlerdir. Burada kastedilen Peygamberimizin duâsı ve şefaatıdır.2434 Peygamberimiz kör bir adama duâ öğreterek bu duâ ile tevessül yapmasını söylemiştir. 2435
b) Bid’at Olan Tevessül:
Peygamberimizin kendi zatıyla, Kâbe’nin veya bir makamın, kişilerin adıyla, ‘yüzlerinin suyu hürmetine’, ya da Peygamberimiz’in zatına yemin ederek tevessül yapmak birçok âlime göre câiz değildir. Sahâbeler ne yağmur duâsında, ne sağlığında veya vefatından sonra başka işlerinde, ne mezarı başında bu şekilde tevessül yapmadılar. Bununla ilgili gelen rivâyetler zayıftır. Ancak, bu şekilde tevessül yapılabileceğini söyleyen âlimler de vardır. Kesin bir haram söz konusu olmadığı için, bu şekilde tevessül yapanlara kâfir, müşrik, sapık gibi ağır ithamları yöneltmekten kaçınmak gerekir.
c) Şirk Olan Tevessül:
Allah’ın dışında başka kişilerden, ölülerden, mezarlardan, yatırlardan, şeyhlerden ve somut veya soyut putlardan, Allah’tan istenebilecek şeyleri onlardan istemek, bu anlamdaki sıkıntıların onlar tarafından giderilmesini beklemek Tevhid inancına aykırıdır. Allah’tan istenebilecek bir şey kesinlikle ne sağ ne de ölmüş kullardan istenir. Ölmüş kişilerin kendisi için Allah’a duâ etmelerini istemek te aynıdır. Bilindiği gibi ölenlerin böyle şeylere güçleri yetmez. Çünkü dünyada iken fani ve gücü çok sınırlı olan insan, öldükten sonra çürüyüp toprak olur. Kendisine bile bir hayrı olmayan kemiklerin, dirilere ne faydası dokunabilir? Ölmüşlerden medet umanların bu anlayışlarını anlamak mümkün değildir. Böyle bir tavır Allah’a ortak koşmaktır ve İslâmla bağdaşmaz.
İbâdette ve duâda zaten aracı olmaz. İslâm inancı buna izin vermemektedir. İbâdetlerinde herhangi bir şeyi, ölmüşleri veya putlarını aracı kılanlar, onlarla
2431] Nisa, 80
2432] Müslim, Zikir ve Duâ 27, Hadis no: 2743; Buhârî, Nesâî, nak. N. el-Bâni, Tevessül-Çeşitleri Hükümleri, s 53; Şamil İslam Ans. 6/346
2433] Buharí, nak. El-Bâni, Tevessül, s: 58, Ş. Isl. Ans. 6/346
2434] nak. Ibni Teymiyye, Tevessül, s: 252
2435] Ş. Isl. Ans. 6/346
- 448 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah’a yaklaşmak isteyenler müşriklerdir. Onlar, Allah’ın dışındaki bir takım varlıklardan, ya da tanrı edindikleri şeylerden istekte bulunurlar, onlara duâ ederler. Bir kulun Allah’tan istemesi gereken şeyleri onlardan isterler. Şüphesiz bütün bunlar şirk olan ‘tevessül’ yollarıdır. Kur’an şöyle diyor: “De ki: Allah’ı bırakıp da O’nun yerine kendinize ilâh edindiklerinizi çağırın yardımınıza. Onlar sizin herhangi bir sıkıntınızı gideremeyecekleri gibi, size gelecek herhangi bir belayı da savamazlar.” 2436
Duâ ve ibâdette bir başka varlığı aracı koyma sapıklık olduğu gibi buna ihtiyaç ta yoktur. Tekrar edelim ki Allah (c.c.) kullarına, kendilerinden daha yakındır. Duâ veya ibâdet edenin duâsını işitir, ibâdetini bilir ve karşılığını verir. İhlasla ibâdet edenlerden haberi vardır ve onların yaptıkları sâlih amellerin mükâfatını fazlasıyla onlara geri öder.2437 Ebû Hureyre (ra) Peygamberimiz (sav) şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Allah (cc) buyuruyor ki: ‘Ben kulumun Beni zannı ile beraberim. Bana duâ ettiği (zaman da) onun yanındayım.” 2438
Vesile Sâlih Ameldir
İnsan, fıtratının gereği Allah’a inanmaya meyilli yaratılmıştır. Zihinsel olarak O’nu inkâra yeltenenler için sebepler zinciri bir noktada mutlaka sona ermektedir. Her insanın müşâhede alanı içerisinde yer alan kevnî/âfâkî ve enfüsî âyetler fıtrî yeteneklerle bütünleştiğinde Allah’a teslimiyet (müslüman oluş) gerçekleşmektedir. Fakat yaratıcı olarak Allah’ı inkâr etmeye fıtratı elvermeyen nankör insan, ortaklar koşarak kendi özüne ve Allah’a ihânet etmekte, örtülü şirkle O’nu hayatından uzaklaştırmaya yeltenmektedir.
Rabbimiz Kur'an'da insanın şirk/ortak koşmadan inanmama inadını şöyle haber vermektedir: “Onların çoğu Allah’a şirk/ortak koşmadan inanmazlar.”2439 Ortak koşmanın çeşitli biçimleri vardır: Duâ yapmada, ibâdette, itaatte, sevgide, gayb biliciliğinde, hüküm koymada, ayrıca Allah ile kendisi arasına aracı koymada gerçekleşen ortak koşmalar en yaygın şirklerdir. Allah ile kendisi arasında aracı koymak şeklinde gerçekleşen şirk, mâsum gözüken, ama tevhid’in yeryüzündeki temel amacını, Allah’tan başkasına kulluğu engelleme amacını içten içe yok etmeye yönelik sinsi bir karakter arzetmektedir.
İnsanın ortak koşmadan inanmama karakterinden dolayı tevhid üzerinde yapılan kültürel tahrifler insanın hem dünya ve hem de esas olarak âhiretini etkilemektedir. Konu ile ilgili olarak vesile şefaat ve velî kavramları, Kur'ânî düzlemde, Allah'ın irâdesine uygun bir şekilde anlaşılmayınca, inanç ve ona dayalı hayat da sağlam olmayacak, ebedî saâdet de sağlanamayacaktır. Bu üç terim, bazı kültürel ve itikadî tahriflere uğratılarak aracılık düşüncesini savunanlarca yanlış bağlamlar içinde kullanılmış ve tevhid'e zarar verici sonuçlara yol açan bir akîdevî sapma meydana gelmiştir. Sahih İslâm itikadının temel kaynağı olan korunmuş, yakînî, kesin İlâhî bildirimi içeren Kur'an, her tür ifsâda, bozulmaya, zihinsel ve pratik bulanıklığa karşı gönlümüzü ışıtan bir rehber olarak bu konuda da bize yol gösterecektir.
2436] 17/İsrâ, 56
2437] Bakara, 186
2438] Müslim, Zikir 19, Hadis no: 2675; Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları, s. 711-716
2439] 12/Yûsuf, 106
VESÎLE
- 449 -
Vesile Sâlih Ameldir: Vesile kendisiyle bir amaca ulaşmak için yapılan yakınlaştırıcı ameldir. Birçok müfessir vesileyi yakınlık diye yorumlamıştır. Diğer bir ifâdeyle vesile yaklaşma vâsıtası Allah katında yakınlık kazandırıcı, sevâba nâil kılıcı hususlardır. O halde Allah katında yakınlık kazandırıcı her güzel iş, O'na bağlılığı pekiştiren her amel vesilenin konusuna dâhildir.
Vesile Kur'ân-ı Kerim'de iki âyette geçmektedir: “Ey iman edenler, Allah’tan ittika edin/sakının. O’na vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.”2440; “O yalvardıkları da, onların (Allah’a) en yakın olan(lar)ı da Rablerine yaklaşmak için vesile ararlar. O’nun merhametini umarlar, azâbından korkarlar. Çünkü Rabbinin azâbı, cidden korkunçtur.”2441 Bu âyet-i kerimelere göre insanların Allah’a yakın diye yarar umdukları, şefaat bekledikleri, hatta duâ ile yönelip yalvardıkları varlıklar bile O’na yaklaşmak için vesile aramaktadırlar. O halde vesile sâlih amel yapmaktır. Yoksa yakınlık kursun diye Allah ile kendimiz arasında aracılar bulmak değildir.
Mâide Sûresi 35. âyette vesile aramaya yapılan çağrının hemen ardından gelen “Allah yolunda cihad” bu kavramın en iyi tefsiridir. Yani Allah yolunda her tür gayret vesilenin kapsamına girmektedir. Mü’minleri kendisinden sakınmaya dâvet eden Allah Teâlâ, takvânın vesilelerini/yollarını da bu ve benzeri birçok âyette göstermiştir. Mü’minleri mü’min yapan, Allah’a dost ve yakın yapan mücerred/soyut iman değildir. Bizi müslüman yapan, Allah’tan lâyıkıyla korkmak, Kur’an ahlâkına göre eylemlerimizi biçimlendirmek, kötü işlere, münkere bulaşmamak, iyiliği yaygınlaştırmaktır. Allah’tan sakınmak (takvâ) da soyut bir vicdan işi değildir. Muttakî olmak, eldeki tüm olanaklarla O’na yaklaşma vesileleri (yolları) aramaktan geçer. Her fırsatta yapılacak sâlih ameller Allah ile olan yakınlığımızın teminatıdır.
Allah’a yaklaşmak, yakın olmak fiziksel değildir. Zâten Allah insana şahdamarından daha yakındır. O halde sözkonusu yakınlık mânevî ve değer açısından yakınlıktır. Allah duâ ve isteklere cevap verme bakımından da insana yakındır. Nerede olursak olalım bizi işitir. O halde duâ ve istekte bulunurken de aracı koymak anlamsızdır: “Kullarım, sana Benden sorar(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Bana duâ ettiği zaman onun duâsına karşılık veririm. O halde onlar da Bana yönelsinler, Bana inansınlar ki, doğru yolu bulalar.” 2442
Allah ile insanlar arasında zaman açısından da uzaklık yoktur: “Allah’a göre, şu kimselerin tevbesi makbuldür ki, câhillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler. İşte Allah onların tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 2443
İnsanlara Allah katında ne zenginlik, ne evlât çokluğu bir yakınlık sağlar. Allah katında yakınlık sağlayıcı vesile iman edip sâlih amel işlemektir. Kur'an'da şöyle buyrulmaktadır: “Mallarınız da evlâtlarınız da size katımızda bir yakınlık sağlamaz. Ancak iman edip sâlih ameller yapanlar başka. Onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat vardır ve onlar saraylarda güven içindedirler.” 2444
2440] 5/Mâide, 35
2441] 17/İsrâ, 57
2442] 2/Bakara, 186; Ayrıca bk. 7/A’râf, 56; 11/Hûd, 61; 34/Sebe’, 50
2443] 4/Nisâ, 17; Ayrıca bk. 2/Bakara, 214; 4/Nisâ, 77; 11/Hûd, 64-81; 14/İbrâhim, 44; 21/Enbiyâ, 109; 42/Şûrâ, 17; 61/Saff, 3; 63/Münâfıkun, 10; 72/Cinn, 25
2444] 34/Sebe’, 37; Ayrıca bk. 3/Âl-i İmrân, 45; 5/Mâide, 27; 9/Tevbe, 99; 11/Hûd, 6; 46/Ahkaf, 28; 56/Vâkıa, 11; 83/Mutaffifîn, 21-28; 96/Alak, 19
- 450 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Burada tasavvuf erbâbının vesile ve kurbet kavramları üzerinde yaptıkları tahriften söz etmeden geçmek doğru olmaz. Tasavvuf felsefesine göre, Allah’a yaklaşmak için vesile olarak şeyhin eteğine yapışmak gerekir. Bu aşamadan sonra, fenâ fi’r-Rasûl (Peygamberde yok olmak) ve fenâ fi’llâh (Allah’da yok olmak, O’na ulaşmak) aşamaları gelmekte ve artık yeni bir aşamadan söz edilmemektedir.
Peki, Allah bir mekâna mı sahiptir ki, O’na ulaşma çabası içerisine girilmekte, bu boş amaç için de şeyh vesile ittihaz edilmektedir? Şüphesiz Allah mekânsal ve zamansal olarak insana uzak değildir. O halde O’na takvâ ile yaklaşmak yerine, O’nda yok olmak idealini kendisine yol olarak seçenler ciddi bir değer bulanıklığına neden olmaktadırlar. O’na yaklaşmak için sâlih amelden başka bir vesile ittihaz etmek yanlıştır. 2445
Allah’tan Başka Velî Yoktur: “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır, diriltir ve öldürür. Sizin Allah’tan başka velîniz ve yardımcınız yoktur.”2446; “Onların Allah’ın dışında kendilerine yardım edecek velîleri yoktur.”2447; “Yoksa O’nun dışında birtakım velîler mi edindiler? İşte Allah velî olan O’dur. Ölü olanları da diriltir. Her şeye güç yetiren O’dur.”2448; “Haberin olsun, hâlis olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka velîler edinenler (şöyle derler): ‘Biz bunlara bizi Allah’a daha yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz.’ Hiç şüphesiz Allah kendi aralarında, hakkında ihtilâf ettikleri şeylerde hüküm verecektir. Gerçekten Allah yalancı, kâfir olan kimseyi hidâyete eriştirmez.” 2449
Allah katında aracılığın, iltimasın mümkün olduğuna inananların hakiki anlamını tahrif ettiği kavramlardan biri de velî’dir. Dost, ahbap, arkadaş, yardımcı gibi anlamlara gelen velî, yukarıda alıntıladığımız âyetlerde de görüldüğü gibi, Allah’tan başkasına izâfe edilemeyecek bir yapıya sahiptir. Allah ile insanlar arasında şefaatin velâyetin var olduğuna inanılan muharref kültürlerde bu kavramın gerçek mânâsının içi boşaltılmış, ayrıcalıklı bir sınıfa nisbet edilir olmuştur.
Kur’ân-ı Kerim’in birçok âyetinde Allah’ın tüm mü’minlerin velîsi olduğu vurgulanmaktadır. O halde tasavvuf kültüründe olduğu gibi velîlik, evliyâ sınıfına âit değildir: “Bizim velîmiz Sensin, öyleyse bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”2450; “Allah iman edenlerin velîsidir.” 2451
Mü’minlerin tek ve gerçek velîsi Allah’tır. Allah’a dost olmak bakımından mü’minler de birbirinin velîsidirler: “İman eden erkekler ve iman eden kadınlar, birbirlerinin velîsidirler. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.” 2452
Bazı âyet-i kerimelerde de mü’minlere, kâfirlerin, zâlimlerin, şeytanların,
2445] 39/Zümer, 3
2446] 9/Tevbe, 116
2447] 42/Şûrâ, 46
2448] 42/Şûrâ, 9
2449] 39/Zümer, 3
2450] 7/A’râf, 155
2451] 2/Bakara, 257
2452] 9/Tevbe, 71; Ayrıca bk. 9/Tevbe, 74; 10/Yûnus, 62-63; 13/Ra’d, 37; 29/Ankebût, 22; 32/Secde, 4; 42/Şûrâ, 31
VESÎLE
- 451 -
yahûdi ve hıristiyanların velî ve yardımcı olamayacakları bildirilmektedir. 2453
Bütün bu âyet-i kerimelerden çıkardığımız sonuç, peygamberlerin, mü’minlerin hepsi Allah’ın velîsidirler. Allah’a dost oluş, O’nu râzı etmekten dolayıdır. Yani Allah Teâlâ, iman eden ve sâlih amel işleyen kullarını velî olarak kabul etmektedir. Aynı ilkelere inanan, aynı dâvâ için kalpleri çarpan, gönül birliği yapan mü’minler de birbirlerinin velîsidirler. Birbirlerini zâlimlere karşı koruyup kollarlar.
Sözün özü, Kur’ân-ı Kerim’de muhkem bir şekilde açıklanan velî ve evliyânın vasıfları, beşer tabiatının üzerine çıkması, fevkalâdelikler göstermesi veya günahları bağışlayan şefaatçi olması değil; tevhidî bir inanca sahip olması, sâlih amel yapması, münkerden kaçınıp iyiliği yaygınlaştırması, her türlü şirke, zulme ve haksızlığa karşı açıktan mücâdele etmesidir. 2454
Sonuç: İtikadımızın temel kaynağı Kur’an, mü’minleri tevhid konusunda hassas davranmaya yöneltmektedir. Allah’a ortak koşmaya yol açacak tüm girişimler İlâhî bildirimin ışığında önlenmiştir.
Yaşadığımız toplumda “tevhid“e zarar vermeye müsâit vesile velî ve şefaat telâkkîleri vardır. Eğer nefsimizi ve çevremizi Kur'an'ın gözüyle görmeye çalışırsak, yanlışlıkların önüne geçebiliriz. Böylece düşüncelerimizi, zihnimizi ve eylemlerimizi şirkin kirlerinden uzak tutmamız mümkün olabilir. İslâm'ın temel esaslarını oluşturan konularda Rabbimizin âyetleri şüpheye ve bulanıklığa yol açmayacak derecede açıktır. Yeter ki, sadece O'na teslim olalım. İtikadımızı şuna göre, buna göre değişir hale getirmeyelim. 2455
Ölülerden Yardım Dileme Sapıklık ve Zavallılığı
Bid’at Ehli Sapıklar Ölüden Yardım Dileme Zavallılığına Düşürülmüştür: İmam Birgivî şöyle der: “Şeriate en uzak olan bid’at, birçok insanın yaptığı gibi, ölüden murâdının husûlü için yardım istemektir. Bu hal, puta tapmak gibidir. ...Ölüden medet dilemek, şeklî bir benzeyiş değil; fiilî bir putperestlik, müşrikliktir. Ölüden yardım (dilemek avâmı) zavallılığa düşürmüştür. İnsanın büyüklüğüne inandığı ölünün kabrine tâzim ederek şirke düşmesi, ağaca, taşa taparak şirke düşmesinden kolaydır. Bu kolaylıktandır ki, çok insanlar mescitlerde duymadıkları huşû ve hudûu kabirlerde hissederler.”
“...Allah ile kendi arasında bir vâsıta ve şefaatçiyi kabule kendisini mecbur bilen adam, ya zenneder ki, Allah, kulunun istediğini bilmiyor. Yahut kendi uzaklarda olduğundan işitmiyor da böyle bir vâsıtaya muhtaç oluyor... Bir hükümdarın, kabul etmek istemediği dileği vezir ve memurlarının tesiriyle kabul ettiği gibi dünya büyüklerinin idarelerinde vâsıtaya mecbur oldukları gibi. Böyle fâsid ve bâtıl zanlara kapılan adam bilmiyor ki, padişah bu vâsıta ve müşâvirlere muhtaçtır... Bazı câhiller “ziyâret” denilen türbelere giderek kıtlık, kuraklık, düşman istilâsı gibi felâketlerden korunmak, murâdına kavuşmak için ölüden medet umarlar. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz, peygamberlerin kabirlerini mescid yaptıklarından dolayı yahûdilere ve nasârâya lânet etmiştir. Bu türlü hareketler
2453] 3/Âl-i İmrân, 28; 4/Nisâ, 139-144; 5/Mâide, 51-57, 81; 45/Câsiye, 19; 60/Mümtehıne, 1
2454] Hak Söz, sayı 11, Şubat 92
2455] Fevzi Zülaloğlu, Hak Söz, Sayı 57, Aralık 95
- 452 -
KUR’AN KAVRAMLARI
insanı İslâm’dan uzaklaştırır, putperestliğe doğru götürür. Rasûlullah’ın şiddetle men ettiği kötülükleri teşvik edenler, kendilerine uyan câhilleri uçuruma sürüklemektedirler. Türbelere, mezarlara mum yakmak, çaput bağlamak bu gibi yerlerden... bu türlü hareketlerle peygamberlere velîlelere hürmet ve tâzimde bulunduklarını sananlar... putlara tapanların, bu putlara gösterdikleri hürmete benzer. Öncekiler de, başlangıçta sevdikleri saydıkları ölülerin kabirlerine tâzimde bulunmuşlardı. Bu türlü bâtıl âdetleri terketmeyi saygısızlık sanma... bid’atlerle meşgul kalpler sünnetlerden nefret ederler... kendi bildiğince devam edenlere dikkat ederseniz, müslümanların ihyâ etmeye çalıştıkları sünnetlerden yüz çevirdiklerini, hep bid’atlerle uğraştıklarını görürüz... Peygamberlere tâzim, sünnetlerine uymakla velîlelere muhabbet, nasihatlerini dinlemekle olur... Kabirlerin üzerine türbeler binâ etmek, bunlara duâlar edip adak adamak gibi bâtıl inanç ve geleneklerin hemen hepsi putperest aşıların tezâhürleridir, müşrikleri taklit etmektir. Kabirde yatanın velî olması, şeyh olması, duâya ihtiyacı olmadığı mânâsına gelmez. Birtakım bid’at ve dalâlet ehli sapıklar, ölüye yardım için yapılan duâyı, ölüden yardım şekline çevirdiler. Ondan medet beklemek, şifâ talep etmek mânâsında bozdular. Birtakım bid’atçiler çıkarak emrolunanlardan sapmış, nehyedilenleri irtikâba başlamışlardır. Gâfil ve safdil müslümanlar maalesef bu sapıklığın yayılmasına âlet olmuşlardır.”
“Bugünkü ilim ve irfandan nasipsiz bid’atçi gürûh, meşrû ibâdetten yüzçevirerek yeni yeni âdetler icadına âdeta kendilerini mecbur bilmektedirler. İbâdet şekilleri ve vakitleri şeriat tarafından tâyin ve tesbit edilmiştir. Bu ölçünün dışında ortaya atılan âdet ve hareketler görünüşte ibâdete benzerse de elbette hakikatte hiçbir fazilet ve sevabı yoktur. Mezarlara adak adamak, bu taklidin canlı misallerinden biridir. Kabir ziyâreti için yolculuk yapıp uzun mesafeler aşmanın sevap olduğunu sanmak da bâtıl ve fâsid bir itikaddır. Yolculuğa çıkmalarına “sevap var” zannı sebep oldu ise, bu inançla sefere çıkmak, icmâ-ı müslimîn ile haramdır.”
“Kabirleri kireçlemek men edildiği halde, tantanalı kubbeler oturtmak. Ölünün şöhretini bildiren yazılar yazmak İslâm’a aykırı olduğu halde mübâlağalı kitâbeler yazıyorlar. Rasûlullah’ın izni olmadığı halde, kabrin kendi toprağından fazla olarak yığdıkları toprak üzerine kiremit, taş kireçle duvarlar yaparak sünnete muhâlefet ediyorlar. Mezar ziyâretini de bir nevi Kâbe ziyâretine benzetiyorlar. Bu türlü hareketler insanı İslâm’dan uzaklaştırır, putperestliğe doğru götürür. Rasûlullah’ın şiddetle men ettiği kötülükleri teşvik edenler, kendilerine uyan câhilleri uçuruma sürüklemişlerdir.”
“Bid’atçilerin ihdas ettikleri yeni yeni âdetlerle sünnetin kifâyetsizliğini iddiâ ve bid’atin sünnetten hayırlı olduğunu ilân ediyorlar da ondan haberleri yok. Câhil kimseler bazı evliyâ ve meşâyihe ve onların türbelerine karşı duydukları hissiyatta o kadar ifrâta düşüyorlar ki, şirke ve putperestliğe saptıklarından hiç de haberleri olmuyor. Kendilerini bu türlü hurâfelerle avutuyorlar. Hiç şer’î delile dayanmayan bu bâtıl inanışları muvâzeneli insanlar taşımazlar doğrusu.”
“Hurâfeye asla yer vermeyen Ömer’ul-Fâruk, altında Rasûlullah’a biat edilen ağacı, halkın bölük bölük ziyârete gittiklerini duyunca da kökünden kestirmişti. Çünkü bu ağaçta bir kudsiyetin varlığına inanarak ziyâret ediyorlardı.” Ebû Bekir Hallâf diyor ki: “Kolunda, sıtmadan kurtarır itikadıyla bir şey bağlı olan adamı
VESÎLE
- 453 -
Ebû Huzeyfe görünce: ‘Eğer bu bağ kolunda iken ölürsen, cenâze namazını kılmaktan vazgeçerim’ dedi.” Hz. Ömer, ağacı hemen kestirmekte tereddüt etmemiştir. Haceru’l-Esved’in karşısına dikilerek: ‘bilirim, bir kara taştan başka bir şey değilsin’ demişti. Ebû Bekir Tarsusî diyor ki: ‘Bakınız ey Allah’ın rahmetine nâil olan mü’minler! İnsanların iyilik, kötülük, şifâ, medet umdukları taşları, ağaçları görürseniz kırınız.”
“...Mum vesâire yakan müşriklerin tâzimi gibi tâzime sebep olmak da; mescid yapan da putperestlerin âdetlerini taklide yol açmaktadır. Ümmetler her ne zaman peygamberlerinin sünnetlerine bağlılıklarında lâübâliğe başlamışlarsa o zaman imanları zayıflamış, terkettikleri birçok sünnetlere ve yüksek düsturlara mukabil, şirk ve bid’atleri doğuran hurâfelere saplanmışlardır. Eğer Rasûl aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği İslâm dinini hayatlarında tam mânâsıyla tatbik ederek, bize örnek olarak yaşayan ashâb-ı kirâm olmasaydı, bu tahrifçiler, İslâm dinini de evvelki dinlerin âkıbetlerine uğratacaklar; indî te'vil ve tefsirleri ile halkı aldatacaklardı... Bâtıl fikirlerini, Rasûlullah'ın sözüne dayamak istediklerinden, hadisleri gâye ve maksadından uzak te'villerle tahrife çalışıyorlar. 2456
Kabirlerle Tevessül
İslâm, tevhide gölge düşürecek ve şirke yol açacak bütün şeyleri yasaklamıştır. Bunlardan biri, ölülerin kabirlerinin mescid haline getirilmesi veya hayır ve şer, fayda ve zarar gibi konularda onlara duâ edilmesi veya onlardan bir şeyin istenmesi olayıdır. İslâm bu gibi şeyleri kesin olarak yasaklamış ve önlenmesi için de gerekli bütün tedbirleri almıştır. Çünkü bu gibi şeyler şirke kapı açan şeylerden kabul edilmiştir.
“Sakın tanrılarınızı bırakmayın. Ved, Suvâ, Yeğûs, Yeuk ve Nesr patlarından asla vazgeçmeyin.”2457 âyetinin tefsirinde İbn Abbas ve seleften başkalarının şöyle dediği nakledilmiştir: “Bu isimler Nuh kavminden sâlih olan kişilerin isimleri idi. Öldükten sonra insanlar kabirlerini kutsallaştırmış, sonra heykellerini yaparak ibâdet etmişlerdir. Putperestliğin başlangıcı budur. 2458
Onun için Hz. Peygamber, kabirlerin namazgâh edinilmesini yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Kabrimi ibâdet edilen bir put yapma. Peygamberlerinin kabirlerini namazgâh edinen milletlere Allah’ın gazâbı çetin olmuştur.”2459 Buhârî ve Müslim’de şöyle rivâyet edilmiştir: “Allah, yahûdi ve hıristiyanlara lânet etmiştir. Peygamberlerinin kabirlerini mescidler edindiler.”2460 Yine Müslim’de vefâtından beş gün önce şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Sizden öncekiler, kabirlerini mescid edinirlerdi. Sakın kabirleri mescidler edinmeyin. Bundan sizi nehyediyorum.” 2461
Buhârî ve Müslim’de vefatına yakın Hz. Peygamber’e Habeşistan’da içinde resimler bulunan çok güzel bir kilisenin bulunduğu söylenince, şöyle buyurduğu rivâyet edilir: “Onlar, iyilerinden biri öldüğü zaman kabri üzerine bir mescid yapar ve
2456] İmam Birgivî, Çeviren Ahmed Şahin, Kriter, Haziran 84; İktibas, c. 6, s. 111, s. 31; Tasavvuf ve İslâm, E. Özkan, Anlam Y. s. 149-152
2457] 71/Nûh, 23
2458] İbn Teymiyye, el-Furkan Beyne Evliyâi’r-Rahmân ve Evliyâi’ş-Şeytan, s. 141
2459] Muvattâ, Sefer 85; Ahmed bin Hanbel, II/246
2460] Buhârî, Cenâiz 61, 62, 96, Enbiyâ 50, Salât 48; Müslim, Mesâcid 19, 23
2461] Müslim, Mesâcid 23
- 454 -
KUR’AN KAVRAMLARI
üzerinde resimler çizerler. Kıyâmet günü Allah’ın yanında insanların en kötüleridirler.”2462 Kabirlerin tapınak edinilmesini yasakladığı gibi, onlar üzerine binâ yapılmasını da yasaklamıştır.2463 Aynı şekilde kabirlerin yerin seviyesinden bir karıştan fazla yükseltilmesini de yasaklamış bulunmaktadır.2464 Yine kabirlerin alçılanmasını, badana edilmesini veya kireçle binâ yapılmasını da yasaklamıştır.2465 Kabirler üzerine oturmayı ve onlara yönelik namaz kılmayı da yasaklamıştır. 2466
Bu konuda rivâyetler çoktur. Müslim’de şöyle rivâyet edilmektedir: “Ebû Heyyâc şöyle demiştir: Ali ibn Ebî Tâlib şöyle dedi: ‘Rasûlullah’ın beni gönderdiği bir işe ben de seni göndereyim mi? Târumar etmediğin hiçbir heykel ve yerin seviyesinde düzlemediğin hiçbir kabir bırakmayasın.”2467 Yine Müslim’de bir rivâyette şöyle denilmektedir: “Fudâle İbn Ubeyd ile Rum diyarında Rodos'ta bulunuyorduk. Derken bir arkadaşımız vefat etti. Bunun üzerine Fudâle ibn Ubeyd emir vererek kabrini düz yaptırdı. Sonra şunu söyledi: ‹Ben Rasûlullah'ı kabirlerin yerle bir yapılmasını emir buyururken işittim.“ 2468
Görüldüğü gibi, İslâm tevhide gölge düşürecek veya şirke götürecek bütün şeyleri yasaklamıştır. Kabirlerin mescid haline getirilmesi, yükseltilmesi, onlara doğru namazın kılınması, alçılanması veya badana yapılmasını da yasaklamış bulunmaktadır. Nitekim daha önceki toplumların kabirler hakkında İslâm’ın yasakladığı şekillerde davrandıkları için saptıklarını da belirtmiş ve Allah’ın bu yüzden onlara lânet ettiğini, ifâde etmiştir. Durum böyle iken, İslâm âleminde kabirlerin yükseltilmesi, üzerine kubbe ve binâların yapılması, ziyâretgâh, hatta tapınak haline getirilmesi bid’atı nereden çıktı?
Bu konudaki ilk yanlışlar aşırı Şiat (gulât) taraftarlarınca ve gittikçe kurumlaşan tasavvuf bağlılarınca gerçekleştirildi. Kabirlerin üzerine binâ yapmayı, ziyâretgâh haline getirmeyi, etrafını tavaf eder gibi ziyâret edip taş ve demirleriyle teberrük etmeyi şiarları yaptılar. Daha sonra ölülerden medet ve yardım istemeyi ve hayatlarında etkili olduklarına inanmayı inançlarının bir parçası bellediler. Meselâ tasavvufun meşhurlarından Mâruf el-Kerhî’nin kabrini, duâların kabul edilmesi ve ihtiyaçların giderilmesi için ziyâret yeri yaptılar. Nitekim tasavvufçuların en akıllılarından kabul edilen el-Kuşeyrî, Risâle’sinde şunu nakletmektedir: “Bağdat halkı Mâruf’un kabri için ‘Maruf’un kabri denenmiş bir ilâçtır’ der.2469 Onun için meşhur hiçbir tasavvufçu yoktur ki, kabri üzerine bir kubbe veya binâ yapılıp ziyâretgâh haline getirilmemiş olsun.
Kabirler ve ölülerle oturup kalkan birtakım çevrelerle şeytanların nasıl oynadığını âlimler örneklerle anlatmışlardır. Meselâ puta tapanlarla şeytanlar konuştuğu gibi bir ölüden yardım isteyen yahut bir ölüyü çağıran ve onunla duâ edenlerle de şeytanlar konuşmakta ve aldatmaktadır. Mistikler bu konuda bir
2462] Buhârî, Salât 48, 54; Menâkıbu’l-Ensâr 37; Müslim, Mesâcid 16; Nesâî, Mesâcid 16; Ahmed bin Hanbel, VI/51
2463] İbn Mâce, Cenâiz 43
2464] Ahmed bin Hanbel, VI/18
2465] Müslim, Cenâiz 94, 95; Tirmizî, Cenâiz 58; Nesâî, Cenâiz 97, 98; İbn Mâce, Cenâiz 43; Ahmed bin Hanbel, III/299
2466] Müslim, Cenâiz 97, 98; Ebû Dâvud, Cenâiz 68; Tirmizî, Cenâiz 57; Nesâî, Kıble 11
2467] Müslim, Cenâiz 93; Ebû Dâvud, Cenâiz 68; Tirmizî, Cenâiz 56; Ahmed bin Hanbel, I/111, 139
2468] Müslim, Cenâiz 92; Ebû Dâvud, Cenâiz 68; Nesâî Cenâiz 99
2469] el-Kuşeyrî, er-Risâletu’l-Keşeyriyye, I/60, Dârul-Kütübi’l-Hadise, 1966
VESÎLE
- 455 -
de “İşlerin içinden çıkamadığınız zaman ölülerden yardım isteyiniz” hadisini uydurmuşlardır.2470 Hâlbuki bunu söyleyenler, şirkin kapısını açtıklarının belki de farkında değildirler.
Putperestler, hıristiyan ve yahûdilerle bid’atçıların kabirlerin yakınlarında fevkalâde birtakım halleri olmaktadır. Bu halleri sözkonusu insanlar kerâmet sanmaktadır. Şeytan sapık amellerini onlara süslemiş ve aldatmıştır. Meselâ kabrin yanına birtakım bezler bırakırlar, bir süre sonra geldiklerinde bu bezlerin düğüm haline geldiği yahut bırakıp gittikleri delinin akıllandığını ve şeytanın ondan ayrıldığını görürler. Yahut birilerinin kabrin yarılıp içinden bir insanın çıktığı ve onun imdâdına koşanın ölü olduğunu sanması gibi. Bu ve benzeri pek çok olay, şeytan tarafından insanların saptırılması için tezgâhlanmış ve insanlar aldatılmış olmaktadır. 2471
Mistikler, müslümanların bütün dünyasını vahşet, korku, dehşet ve İslâm adına işlenen cinâyetlerle dolu bir mezarlık yapmaya çabalamaktadır. Müslümanların gönüllerini kabir ve gâyelerini de kabirler yapmak için gayret etmektedir. Hayatın tümünü kabirlerdeki leşlere ve kabir meçhullerine kurban yapmak için müslümanları teşvik etmektedir. Mısır’da bir hafta geçmiyor ki, mistiklerin şirk mitolojilerine inanan ve sevenleri bir kabrin başında toplamış olmasın. Yatırların başında toplanır, onun hamdi ile tesbih eder, tevâzu ve huşû içinde kemiklerine yalvarır, İslâm’ın yasakladığı günahları işler ve gecenin karanlığında fücur ve ma’siyet bataklığına dalar çıkarlar. Bunlara da mevlitler yahut ölümsüz yıldönümleri ve hâtıra günleri adını verirler. Tören bitmeden veya dağılmadan önce mutlaka bir kabrin kemikleriyle en kısa zamanda nasıl ihtifal edeceklerini kararlaştırırlar. Mistiklerin üzerinden geçen hiçbir gece veya doğan hiçbir gündüz yoktur ki, onda kalbi bir kabrin kemiklerine bağlı olmasın veya yatır anıtına içinde özlem duymamış olsun. Gece gündüz, oturur ve kalkarken, evde ve sokakta, her zaman ve her yerde tasavvufçuların gönlünde yatan arslan, kabirlerdir. Kabirler, kabirler, kabirler! 2472
Günümüzde Kabirlerle Tevessül ve Rûhâniyetten İstimdat
Mistiklerin bid’atlerinden biri de kabirlere tevessül ve rûhânîyetten istimdat inancıdır. Kur’an ve Sünnette böyle bir inanç ve uygulama olmadığı gibi, sâlih selefin de böyle bir şey yaptığı vâki değildir. Bu inanç tamamen bâtıl İslâm dışı inançlara dayanmaktadır. Mistikler bir İslâm inancıymış gibi buna sarılmış ve insanları böyle yapmaya teşvik etmişlerdir. Yeni mistiklerin bu konuda söylediklerinden bazı örnekler verelim: “İşlerinizde bir çıkmazla karşılaşırsanız, kabir ehlinden yardım isteyin” şeklindeki mevzû hadisi naklettikten sonra izahı kabilinden Ramazanoğlu Mahmud Sami şöyle demektedir: “Ey benim ümmetim, size bir müşkilât, bir gam ve keder teveccüh edince evliyâullahın ziyâretine koşunuz ki, onların bereketiyle müşkilâtınız hal, gam ve kederiniz zâil olsun. Bunun tasavvufî izahı, kuburdan murad evliyâullahtır.” “Mescidler Allah’ındır”2473 âyetini
2470] İbn Kemal Paşa, el-Erbaîn kitabında uydurmuş, diğer mutasavvıflar da kitaplarına almış, dillerine hadis diye dolamıştır
2471] Şeytanın bu nevi aldatmaları için bk. İbn Teymiyye, el-Furkan, 137-143, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, 1390 h.
2472] İbrahim Sarmış, Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm, Yöneliş Y. s. 181-184
2473] 72/Cinn, 18
- 456 -
KUR’AN KAVRAMLARI
açıklarken de şöyle diyor: “Evliyâullah’ın verdiği bir mânâya göre mescidden murad kalptir.” 2474
“Onun için o büyüklerimize bir fâtiha üç ihlâs okuyun, gönderin rûhâniyetlerine. İstimdat edin. Şirk olmaz mı? Olmaz. Çünkü Allah’ın sevgili kullarını Allah için sevmek sevaptır. Rasûlullah Efendimiz buyuruyorlar: “Sizden biriniz beni... sevmedikçe...”2475 Sanki şeyhler ve ölüler Allah’ın peygamberi konumunda?!
“Evliyâullah Allah’ın sevgili kulları, Allah’ın rızâsını kazanmış kullar vefatlarından sonra da insanlara müessirdirler. Yani tasarruf sahibidirler. Yani sizinle münâsebetleri vardır, alâkaları vardır. Rüyamıza girerler, nasihat ederler, ikaz ederler.” 2476
“(Zikirde) dördüncü edeb, rûhâniyetten istimdattır.”2477 “Bazı mürid de şeyh vefat ettikten sonra kendisine râbıta yaptırmıştır. Bazısı da ‘meyyit âhirete intikal ettikten sonra dünyaya iltifatı kalmaz’ demiştir. Bu kanaat, nefsinde kemal iddia edenlerin hatasından da büyüktür. Bu söz evliyâullah indinde tasarrufâtı inkârdır. Bunda ittifak vardır. Evliyâullah’ın tasarrufâtı âhirete intikal ettiklerinde de bâkîdir. Onun için Hz. İmam tarikat el-Maruf Şah Nakşibend, Şeyh Abdülhalik Gücdüvanî’nin rûhâniyetinden feyz almıştır. Hâlbuki bu ikisi arasında beş adet vâsıta (beş nesil) vardır.” 2478
“Cenâb-ı Hak, kulunun yükü ağırlaşınca, anâsırdan tecrid eder de rûhen mutasarrıf kılar. Zira ruhta telsiz sürati vardır. Onun için tasarruf daha süratli, ihâtalı ve kolay olur.” 2479
Mistikler ölülerden medet etme ve rûhâniyetten istimdadı o dereceye vardırmışlardır ki, bu konuda ölüleri Allah derecesine bile vardıranlar olmaktadır. Meselâ tevessül ve istimdad konusunda bunlardan biri Allah ile Rasûlullah’tan isteme arasında bir fark olmadığını bile söylemektedir. Şu ifâdeye bakınız: “Yâ Rabbi! Rasûl-i Ekrem kadir ve kıymeti için benim ihtiyacımı gider’, ‘Ya Rasûlallah, benim ihtiyacımı gider’, ‘Allah’ım! Onunla ihtiyacımı gider’ sözleri arasında fark yoktur. Doğrusu, Peygamberin zâtından istemek ile zâtı ile Allah’tan istemek arasında fark yoktur.”2480 Bu konuda Muhammed Nazım Kıbrısî şöyle diyor: “Bu meclise Berzahta bulunan evliyâullahtan olsun, hayattakilerden olsun, rûhânî olarak birisi geldimi bu meclisteki kimselere aslî olan saâdet mührünü vurur ki, bu mecliste şakî otursa said olur. Cehennemlik kimse oturursa cennetlik sıfata döndürecek mühürle onu mühürlerler.”2481 Râbıta ve Tevessül kitabında yine şöyle diyor: “Çünkü peygamberlerin mûcizeleri ve evliyânın kerâmetleri ölümleriyle kesilmez. Onlar kendi kabirlerinde diridirler. Namaz kılarlar ve hacca gi2474]
Ramazanoğlu Mahmud Sami, Musâhabe, 6/152
2475] M. Esad Coşan, Tasavvufa Giriş, 14
2476] M. Esad Coşan, a.g.e., 13
2477] M.Z.Kotku, Tasavvufî Ahlâk, 2/246
2478] M.Z.Kotku, a.g.e., 2/241-242
2479] Ali Erol, Hâtıratım, 41
2480] İsmail Çetin, Gözyaşı, s. 4, sayı 14, Temmuz-Ağustos 1988; Râbıta ve Tevessül, 392-414
2481] Tasavvufî Sohbetler, 49; İstanbul’u evliyânın idare ettiği, İngiliz milletinin tümüyle müslüman olacağı, kıyâmet alâmetlerini evliyânın durdurabildiği, insanların bütün günahlarını temizleyip âhirete günahsız gönderdikleri konusunda bk. a.g.e., 87-96
VESÎLE
- 457 -
derler.” 2482
Duâda Tevessül
Tevessül; aracı kılmak mânâsında olup, kendisiyle herhangi bir gayeye ulaşmak için aracı kılınan sebebe de vesile denilir. Vesile edinilen şey, amel ve şahıs olmak üzere iki kısma ayrılır: Amel ile tevessül; şahıs ile tevessül.
Amel ile tevessül: Bir kimse sâlih bir amelini vesile edinerek Allah’a duâ edip herhangi bir dilekte bulunabilir. Hz. Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa erebilesiniz.”2483 Bu âyet, mücerret iman ile yetinmeyip, Allah’tan korkmayı, fena ahlâktan ve fena amelden sakınmayı emretmekte; Allah’a yaklaşmak için, haramlardan kaçmanın yanında farzları yerine getirmeyi, bunun da ötesinde güzel işler yaparak kendimizi Allah’a sevdirmeyi tavsiye etmektedir.2484 Bu âyetteki “vesile” kelimesini “Allah’ın râzı olacağı ameller” olarak anlamak gerekir.
Şahıs ile tevessül: Allah'ın sevdiği bir kul olarak bilinen bir kimseyi vesile edinerek Allah'tan talepte bulunmak mânâsına gelir. Bu da üç şekilde olabilir:
1. Vesile kılınan Hz. Peygamber (s.a.s.) ise, çoğunluk bunu câiz görmüştür.
2. Peygamberimiz’in dışındaki bir şahıs ise; bunu da iki kısımda ele almak gerekir:
a- O an için hayatta olan sâlih ve muttakî birini vesile edinerek Allah’tan talepte bulunmak. Bu da o şahsı alıp birlikte duâ etmek şeklinde olur. Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer dönemlerinde, bu iki zatın; Peygamberimiz’in amcası Hz. Abbas’ı önemli duâlarında yanlarında bulundurdukları ve onunla tevessül ettiklerine dair rivâyetler vardır.2485 Fakat, bu rivâyetlerde dikkatimizi çeken nokta, bu iki halifenin, o an için vefat etmiş olan Hz. Peygamber’i vesile edinerek (“onun yüzü hürmetine” diyerek) duâ etmiyorlar da, Rasûl’e o gün için en yakın olan ve hayatta olan amcasına tevessül ediyorlar. Vesile edilecek kişinin hayatta olup olmaması önemli olmasaydı, o iki güzide sahâbe, o gün vefat etmiş olan Rasûlûllah’a tevessül ederlerdi. Ama böyle yapmadılar. Bu noktanın gözden kaçırılmaması gerekir. Dolayısıyla, bugün hayatta olup da sâlih ve muttakî olduğu, Allah’a yakın olduğu zannedilen şahıslarla birlikte biz de duâ edebiliriz. Buna kimse itiraz edemez. Çünkü sâlih ve muttakî kimselerin duâlarının kabul edilmeye daha yakın olduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz: “Allah, ancak muttakilerin (yaptığı şeyi) kabul eder.“ 2486
b- Vefat etmiş olduğu halde, Allah dostu ve Allah’a yakın olduğu zannedilen bir şahsı vesile edinerek Allah’tan talepte bulunmak: Bu şekilde ölmüş birini vesile edinerek duâ edileceği konusunda ne Kur’an’da, ne sünnette bir delil yoktur. Kur’an’da Rabbımız duâ mâhiyetinde yüzlerce âyet vahyederek bize duânın nasıl yapılacağını da öğretmiştir. Bu âyetlerin hiçbirinde Allah ile kul arasına bir şey konularak duâ ettirilmemiş, doğrudan doğruya Allah’a duâ yapılacağı
2482] Râbıta ve Tevessül, Heyet, Umran Y. s. 412; İbrahim Sarmış, a.g.e., s. 270-272
2483] 5/Maide, 35
2484] Bk. Elmalılı III/1669
2485] Bu konudaki hadisler için, bk. S. Buhâri, Tecrid, III/287 ve s. 228
2486] 5/Mâide, 27
- 458 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gösterilmiştir. Peygamberimiz’in duâlarına baktığımızda, onun duâlarını hep vasıtasız, herhangi bir şeyin “yüzü hürmetine” olmaksızın, direkt Allah’a yaptığını görmekteyiz. Şüphesiz Rasûlullah bizim için örnektir. Biz, dinimizi onun örnekliğinde öğrenmek zorundayız. Yine Peygamberimiz’in hayatında ona iman etmiş, onunla beraber yaşamış ve Kur’an’da Allah’ın övgüsüne mazhar olmuş sahâbilerin de duâ ederken, ölmüş herhangi bir şahsı (buna Rasûlullah da dâhildir) vesile edinerek duâ ettiklerini görememekteyiz. Bu konuda hiçbir rivâyet yoktur. Meselâ; Sahabilerin, Rasûlullah'ın vefatından sonra, “Onun yüzü hürmetine...“ diyerek duâ ettiklerini bilmiyoruz.
Kısacası vefat etmiş şahısları vesile edinerek duâ etmek Kur’an ve sünnetin ruhuna uymamaktadır. Hayatta olanlarla birlikte duâ etmek de nihâyet bir ruhsattır. Yoksa duânın gereklerinden biri değildir. Elmalılı bu konuda şöyle der: “Duâ hakkındaki Bakara 186. âyetinde cevap, tashih edilmeden doğrudan doğruya buyrulmuş, vasıta kaldırılmış, yakınlık da duânın kabulü ile açıklanmıştır ki, bunda büyük bir nükte vardır: Cenâb-ı Allah, duâda kulu ile kendisi arasına bir aracının girmesini istemiyor ve sanki şöyle diyor; ‘kulum vasıtaya duâ vaktinin dışında muhtaç olabilirse de, duâ vaktinde benimle onun arasında vasıta yoktur, Ben ona yakınım.” 2487
Sâlih kimselerin adını anarak, onları vesile edinerek duâ yapmanın daha doğru olduğunu iddia edenlerin bu konuda ileri sürdükleri gerekçe şudur: “Biz günahkâr insanlarız. Bizim dışımızda Allah’a yakınlık sağlamış, O’nun yanında hatırı sayılan kimseler vardır. Bizler dünya hayatında bir büyüğün yanına işimizi yaptırmaya giderken nasıl ki onu tanıyan, onun da sevdiği kişilerle gittiğimizde işimizin gerçekleşme şansı daha yüksekse, aynı şekilde Allah’tan herhangi bir talepte bulunurken de tek başına gitmektense O’nun sevdiği kullarıyla gitmek daha iyi olur. Ayrıca, mesela, bir cumhurbaşkanıyla görüşmek istediğimizde nasıl onunla direkt görüşemiyor ve önce sekreteri, yardımcısı gibi kimseleri geçerek ona ulaşıyorsak, kâinatın yöneticisi olan Allah ile de direkt görüşmek olmaz. Mutlaka arada Ona yakın olan, Onun sevdiği birilerinin olması gerekir. Biz tek başına müracaat edemeyiz.”
Bir defa Cenâb-ı Allah’ı, herhangi bir varlıkla kıyaslamak yanlıştır. O’nun eşi ve benzeri yoktur. Dünyadaki devlet başkanlarının sekreteri ve yardımcısı olduğu halde Allah’ın yardımcısı ve sekreteri yoktur, O tektir. Yine dünyada halk ile devlet başkanı arasındaki ilişkilerde resmiyet geçerli olduğu halde, insanlar ile Allah arasında resmiyet yoktur. Sonra, insanların kendilerinin günahkâr olduğunu, dolayısıyla tek başına Allah’ın huzuruna gidemeyeceklerini söyleyerek mutlaka tevessüle gerek duymaları sadece duygusal bir zandır, bir felsefedir. Hâlbuki Cenâb-ı Allah günahkârların günahlarını itiraf edip tevbe etmelerinden çok hoşlanıyor. Rasûl-i Ekrem, şöyle buyuruyor: “Kulun tevbe etmesi ile Allah’ın hoşnutluğu ıssız bir çölde devesini kaybedip sonra onu bulan sizden birinizin sevincinden daha fazladır.” 2488
Dinde sadece iyi niyet duyguları yeterli değildir. İyi niyetle birlikte yapılan işin şeklinin de dinin ölçülerine uyması gerekir. Yukarıda ifade ettiğimiz “Ben çok günahkârım. Allah’ın yanına bu halimle tek başıma gidemem...” gibi
2487] Hak Dini Kur’an Dili, 2/Bakara, 186. âyetin tefsiri
2488] Riyâzu’s-Sâlihîn, s. 53
VESÎLE
- 459 -
duygular görünürde Allah karşısında tevâzu ve zilleti ifade ediyor. Evet bu duygular çok güzel. Ama bu doğru duygulardan hareketle sanki Allah’ın huzuruna çok günahkâr olanlar tek başına gidemezmiş gibi bir sonuca varılmaktadır. Hâlbuki Cenâb-ı Allah, Kitabının hiçbir yerinde “çok günahkâr iseniz tek başınıza değil; sevdiğim kişilerle beraber tevbe ve duâ edin” demiyor. Rasûlullah’tan da, bu konuda bize herhangi bir şey ulaşmamıştır. Görüldüğü gibi, sadece zanlarımızla hareket ediyoruz. Hâlbuki din, zanlar üzerine değil; nasslar üzerine kurulur.
Biz, Allah’a yakın olmayı arzu ediyorsak, bu, Allah’a yakın olmuş herhangi bir kişiye, bedenen yakın olmakla gerçekleşmez. Allah’a yakın olmuş kimseler nasıl yaşıyorlarsa biz de ancak onlar gibi yaşamak suretiyle Allah’a yakın olabiliriz. Mürşidler, âlimler, müttakîler, kendilerine tâbi olanlara Allah’ın râzı olacağı yolu ve yaşamı gösterirler. Onlar da gösterilen bu hayatı amele dönüştürürse kendileri de Allah’a yakın olurlar. Yoksa mücerred onların yanında bulunmakla bu gerçekleşmez. Şüphesiz Allah’a yakın bildiğimiz şahıslar da bu yakınlıklarını Allah’ın râzı olacağı amellere borçludurlar. Yani Allah’a sâlih amel işleyerek yakınlık kazanmışlardır. Peygamberimiz, kızına şöyle söyler: “Ya Fâtıma! Nefsini ateşten kurtar. Çünkü ben, senin için Allah’tan bir şeyi savamam.”2489 Görüldüğü gibi, Allah’a yakın olmak için, Peygamberimiz’in kızı dahi olmak yetmiyor. Mutlaka Allah’ın râzı olacağı ameller içinde olmak gerekiyor.
Kısacası, Kur'an ve sünnetin bizden yapmamızı istediği en uygun ve en güzel duâ, herhangi bir kimseyi vesile edinmeksizin, direkt Allah'a yalvararak yapmamız gereken duâlardır.
Duânın İstismar Edilmesi
Daha önce de söylenildiği gibi, duâ kulun kendisini sürekli Allah’a muhtaç hissedip, Allah’ın huzurunda zillet ve yoksulluk duyguları içinde elini açıp O’nunla diyaloga geçmesi ve O’na ihtiyaçlarını arz etmesidir. Rasûlullah’ın bir rahatsızlık duyduğu zaman, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini yatmadan önce okuduğu, ellerine üfledikten sonra vücudunu baştan ayağına kadar meshettiği ve bunu üç defa tekrar ettiği rivâyet edilmektedir.2490 Yine, Hz. Âişe (r.a.) “Rasûlullah, ehlinden biri hastalandığı zaman Muavvizeteyn’i (Felak ve Nâs sûrelerini) okur, üflerdi. Ben de O hastalandığı zaman Ona aynısını yaptım.” diyor. 2491
Hiçbir rivâyette Peygamberimiz’in, duâ cümlelerinin herhangi bir şeye yazılıp boyuna veya vücudun herhangi bir yerine asılmasını tavsiye ettiğini görmemekteyiz. Ancak, ne zaman başladığını bilmemekle birlikte Rasûlullah’tan yıllar sonra, duâların herhangi bir cisme yazılarak muska şeklinde vücudun herhangi bir yerinde (genellikle boyunda) taşıma uygulamasının başladığını biliyoruz. Bu mesele, âlimler arasında tartışmalı olup, böyle bir uygulamaya câiz diyen birtakım âlimler olmakla birlikte, cevaz vermeyen âlimlerin delilleri daha kuvvetlidir. Kadı Ebûbekir, Tirmizî şerhinde şöyle diyor: “Kur’an âyetlerinin yazılarak insan üzerinde taşınması Rasûlullah’tan bize ulaşmış bir sünnet değildir. Sünnet olan,
2489] Buhâri, Müslim, Tirmizî
2490] Hak Dini Kur’an Dili, 9/6351
2491] Buhâri, Müslim -Tac Terc. 3/742-
- 460 -
KUR’AN KAVRAMLARI
hasta kimseye okunmasıdır, boyuna asılması değil.” 2492
Sünnet olmayan ve bazı âlimlerin de cevaz vermediği âyet ve duâların (veya belirsiz işaretlerin) yazılıp muska şeklinde taşıma uygulaması, daha sonraki dönemlerde birtakım kötü niyetli insanların istismarına yol açmış ve bu insanlar tarafından kazanç yolu haline getirilmiştir.
Hayatlarını hevâları istikametinde sürdürürken Allah’a pek ihtiyaç duymayan, Allah’ın hayatına müdâhale etmesine müsaade etmeyip istediği gibi yaşayan insanlar bile satılan bu muskaları alıp çeşitli durumlarda bu muskaların veya Allah’ın kendilerini korumasını bekliyorlar. Bilindiği gibi, duâ bir çağrıdır, dâvettir. Bir varlığa ne kadar çok ihtiyaç hissediyorsanız onu o kadar çağırırsınız (duâ edersiniz). Duâ, boyuna asılmakla yapılmaz. Duâ, hissetmektir; duymaktır. Tamamen ruhun bir eylemidir. Duâ olayını maddîleştirmek doğru değildir. Duâyı muskacılık şeklinde uygulamanın bir başka sakıncası da şudur: Muska taşıyan kimseler başlangıçta şifayı Allah’tan beklemiş olsalar bile zamanla bu duygular, takınılan muskaya yönelerek o cisim kutsallaştırılıyor. Sanki şifanın Allah’tan değil de; o cisimden kaynaklandığına dair duygular oluyor ki, bu çok tehlikeli ve tevhide aykırı hususlar içermektedir. Hatta, bazen insanlar arasında, birbirlerine muska verip de, “al bunu tak; bu çok iyi bir muskadır. Ben çok faydasını gördüm.” gibi ifadelerin sarf edildiğini çoğumuz biliriz. Böylece o cisimler kutsallaştırılmaktadır.
Kısacası; biz duâ olayının Kitap ve sünnetin ruhuna uygun bir şekilde asr-ı saâdette Peygamberimiz’in uyguladığı şekilde ve istismar etmeden ve istismarcılara fırsat vermeden icrâ edilmesini tavsiye ediyoruz.
Yusuf El-Kardavi’nin muska konusunda yazdıklarından kısa bir alıntı yapalım: “Tevhid inancı, Allah’ın kâinatta yarattığı sebeplere başvurmayı reddetmez. Ancak, tevhid inancına ters düşen; belâyı defetmek veya belâ gelmeden ondan korunmak maksadıyla Allah’ın câiz görmediği gizli sebeplere sığınmaktır. Mesela, mavi boncuk takmak veya asmak şirktir. Araplar, câhiliye döneminde cinlerin şerrinden korunmak veya göz değmesini önlemek amacıyla mavi boncuk takarlardı. İslâm, bu inancı ortadan kaldırdı. Ve Allah’tan başka hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin zarar ve musibetleri kaldıramayacağını onlara tebliğ etti. İmam Ahmed bin Hanbel, şu hadisi nakleder: “Kim temîme (nazar için boncuk) takarsa, Allah, onun işini tamamlamasın. Kim bir bir ved’at (katır boncuğu) takarsa, Allah onu korumasın.” Başka bir rivâyette, “Kim temîme (nazar boncuğu) takarsa müşrik olur.”
Temîme takmanın anlamı: Nazar boncuğunun hayır getirip şerri defedeceğine inanarak kalbini ona bağlamaktır. Bunun şirk olmasına gelince, zararı defetmek için Allah’tan başkasına yapılan bir istek vardır. Hâlbuki Allah şöyle buyurur:: “Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, hiç kimse onu gideremez. Ve eğer sana bir hayır ihsan ederse, zaten O her şeye kadirdir.”2493 Halkın muska çeşitlerine isim verdiği “camia”, “hirz”, “hicap” ve bunlara benzer şeyler; mavi boncuk kabilinden olup şirke götüren büyük suçlardandır. Güç yetiren her müslümana, bunları kaldırıp atmak vâciptir.
Muska, sadece Allah’ın âyetleri veya yüce isim ve sıfatları ile yazılmışsa,
2492] A. Rıza Karabulut, Ruhlar Âlemi, s. 103
2493] 6/En’âm, 17
VESÎLE
- 461 -
yasaklanan muskalar arasına girer mi, yoksa onlardan istisna edilip takılması câiz mi? Bu konuda selef ihtilâf etmiş, kimi ruhsat vermiş, kimi de men etmiştir. Bizim tercih ettiğimiz görüş ise, ileri süreceğimiz delillerden dolayı, Kur’an âyetleri yazılmış olsa da, bütün muskaların câiz olmadığıdır.
Hiçbir muska câiz değildir. Çünkü;
1- Muskaların her çeşidi yasaklanmıştır. Bu konudaki hadisler, âyetle yazılan muskaları istisna etmemiştir.
2- Sebeplerin önünü kapatmak ilkesi (seddü’z-zerîa): İçinde Kur’an yazılan muskaların takılması câiz görülürse, diğer muskaların takılmasına kapı açılır. Şer kapısı açıldı mı, bir daha kapanması zor olur.
3- İnsanları Kur’an’a önem vermemeye sevk eder. Çünkü böylece insanlar, yazılan âyetleri pis yerlerde, tuvalette, cünüp, hayız ve benzeri durumlarda üzerlerinde bulundururlar.
4- Muskacılıkta Kur’an’la istihzâ etme ve onun amacına ters faâliyet gösterme durumu da vardır. Çünkü Allah, insanları karanlıktan çıkarıp, nura kavuşturmak ve en doğru yola iletmek için Kur’an’ı indirdi. Nazardan koruması, kadınlara ve çocuklara muska veya tılsım olarak asılması için indirmedi.
Üfürükçülük: Tevhid inancına ters düşen hususlardan biri de üfürükçülüktür. Câhiliye devrindeki insanlar, cinlerden yardım bekleyerek, bazı musibet ve felâketleri önlemek amacıyla, Arapça olmayan anlamsız bazı kelimeleri, ağızlarında geveleyip dururlardı. İslâm geldi, bunları yasakladı. Nitekim, hadis-i şerifte: “Şüphesiz üfürükçülük, mavi boncuk, muska, her türlü sihir ve tılsım şirktir.”2494 buyrulmaktadır.
Rivâyete göre; Bir gün Abdullah bin Mes’ud, hanımının boynunda bir iplik gördü. Bu nedir?” deyince, hanımı: “sıtma için okunmuş bir iptir.” dedi. İbn Mes’ud, ipi çekerek kopardı, attı. Sonra şöyle dedi: “Andolsun ki, Abdullah ailesi şirkten uzaktır. Rasûlullah’tan işittim, buyurdu ki; “Şüphesiz üfürükçülük, nazar boncuğu, muska, sihir ve tılsım şirktir.” Hanımı dedi ki: “Gerçekten gözüm atıyordu, filan yahudiye tedavi için gidip geliyordum. Gözümü afsunladı; atması durdu. Abdullah bin Mes’ud dedi ki: “Bu, şeytanın işidir. Şeytan eliyle dokunuyor, afsunladığı zaman elini çekiyor. Hâlbuki, Rasûlullah’ın okuduğunu okusaydın, sana kâfi idi. Allah’ın Rasûlü şu duâyı okurdu: “Ağrıyı kaldır ey nâsın rabbi! Şifa ver, Sen şifa verensin. Şifandan başka şifa yoktur. Hiçbir ağrıyı ihmal edip bırakmayacak şekilde şifa ver.” 2495
Kur’ân-ı Kerim’de Vesile Kavramı
“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”2496 Tefsirciler buradaki ‘vesile’yi, emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızasını kazandıracak sebeplerle mü’mini Allah’a yakınlaştıracak şey diye açıklamışlardır.2497
2494] Ebû Dâvud, İbn Mâce
2495] Tevhid’in Hakikatı, Yusuf El-Kardavi, Saff Y. s. 70-75
2496] 5/Mâide, 35
2497] Muh. Ibn Kesir, 1/511
- 462 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Yalnız buradaki yakınlık mekan yönünden bir yakınlık değil, sevgi ve O’nun rızasına bir yakınlıktır. Kimleri de buradaki ‘vesile’yi, ‘sevgi ile kendinizi Allah’a sevdirmeye çalışınız’ şeklinde açıklamışlardır.
el-Vesile kelimesi Kur’an-ı Kerim’de iki yerde kullanılmıştır: 1) Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya yol) vesile arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”2498 İbn Cerîr, âyeti şöyle tefsir eder; “O’na vesile arayın” yani “onu hoşnud edecek ameller işleyerek ona yaklaşmayı dileyin.” 2499
Hâfız İbn Kesir de şunu kaydediyor: “O’na vesile arayın” İbn Abbas (r.a.)’dan “yaklaşma” diye nakledilmiştir. Mücahid, Ebû Vail el-Hasen, Katâde, Abdullah b. Kesîr, Südd”ı, İbn Zeyd ve daha birçok kişi aynı görüşü paylaşıyor. Katâde âyeti şu şekilde tefsir eder: O’na boyun eğerek ve onu hoşnud edecek ameller işleyerek ona yaklaşın. Mezkûr imamların söylemek istedikleri de budur ve bu konuda müfessirler arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. 2500
2. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınmağa değer.” 2501
İbn Mes’ud (r.a.) şöyle açıklar; (Âyet) bir grup Arap hakkında nâzil oldu. Bunlar bir kısım cinlere tapıyorlardı. Cinler müslüman oldular. Onlara tapmakta olan insanlar ise (bunu) anlamıyorlar. Diğer bir rivâyette ise “insanlar cinlere ibâdeti bırakmadılar” diye geçer.2502 Hafız İbn Hacer ise şöyle açıklar: “Cinlere ibâdet etmekte olan insanlar yine onlara tapmaya devam ettiler. Oysa ki cinler artık müslüman olduklarından ve onlarda rablerine vesile aradıklarından dolayı bundan razı olmuyorlardı.“ İbn Hacer, “Vesile'den kasıt, kurbet'tir“ der.2503 el-Mu’cemu’l Vasît’te kurbet şöyle tanınırladır: “İyi ameller işlenerek kendisi ile Allah’a yaklaşılabilen”dir.
İbn Kesir’in sözü dikkate alındığında görülüyor ki şu noktada müfessirler arasında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir: Vesile’den kasıt; Allah’a boyun eğerek ve onu razı kılacak işler yaparak ona yaklaşmaktır. Bunun da Kitab ve Sünnet dışında bir yerden anlaşılması imkânsızdır.
“Kullarım sana Benden sorarlarsa ben (onlara) yakınım. Bana duâ edenin duâsına icabet ederim. O halde çağrıma karşılık versinler. Bana iman etsinler. Umulur ki doğru yola ererler.” 2504
“En güzel isimler Allah’ındır. Onlarla Allah’a duâ edin, isimlerinde ilhada düşenleri terk edin. Onlar yaptıklarının karşılığını göreceklerdir.” 2505
“Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibâdette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” 2506
2498] 5/Mâide, 35
2499] Tefsir’üt-Taberî, VI/226
2500] İbn Kesir Tefsîr, II, 53
2501] 17/İsrâ, 57
2502] Müslim, Tefsir, 28, 29, 30; Buhârî, Tefsir, 7
2503] Fethu’l Bârî, VIII, 249
2504] 2/Bakara, 186
2505] 7/A’râf, 180
2506] 18/Kehf, 110
VESÎLE
- 463 -
“Mescidler Şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın.” 2507
“De ki: ‘Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilir mi? De ki: Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O’na güvenip dayanırlar.” 2508
Hadis-i Şeriflerde Vesîle Kavramı
“Allah yahudi ve hırıstiyanlara lânet etsin, peygamberlerinin ve sâlih kişilerinin kabirlerini mescid yaptılar.” 2509
“Her kim bizim bu işimizde (dinde) onda olmayan bir şey ortaya koyarsa o merduttur.” 2510
“En doğru söz Allah’ın kitabıdır, en güzel yol Muhammed (s.a.s.)’in yoludur, işlerin en kötüsü sonradan icad olunanlardır (muhdest)’dır. Sonradan (dinde) icad edilen her şey bid’attır. Bütün bidatler sapıklık (dalalet)’tır. Her sapıklıkta ateştedir.” 2511
Hz. Ali: “Rasûlullah’ın beni gönderdiği bir iş için seni gönderiyorum. Yerden yüksek ne kadar kabir varsa yık ve ne kadar heykel varsa yerle bir et.” 2512
“Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini aynen (kelime kelime) tekrar edin. Sonra bana salât u selâm okuyun. Zîra kim bana salât u selâm okursa Allah da ona on misliyle rahmet eder. Sonra benim için el-Vesîle’yi taleb edin. Zîra o, cennete bir makamdır ki, mutlaka Allah’ın kullarından birinin olacaktır. Ona sahip olacak kimsenin ben olmamı ümid ediyorum. Kim benim için Allah’tan el-Vesîle’yi taleb ederse, şefaat kendisine vâcib olur.”2513 Hadisin ilk cümlesi Buhârî’de de2514 rivâyet edilmiştir.
“Ezanı işittiği zaman kim: ‘Allâhümme Rabbe hâzihi’dda’veti’ttâmme ve’ssalâti’lkâimeh âti Muhammedeni’l-Vesîlete ve’lfadîlete veb’ashu makâmen mahmûdeni’llezî va’adtehu. (Ey bu eksiksiz davetin ve kılınan namazın sahibi! Muhammed’e Vesîle’yi ve fazîleti ver. O’nu, va’adettiğin -bir rivâyette va’adettiğin üzere- makam-ı Mahmûd üzere ba’s et (dirilt)’ derse, ona Kıyâmet günü mutlaka şefaatim helâl olur.” 2515
Açıklama: 1- Son iki hadis, ezan dinleme adabını öğretmekte ve ezanı dinleyince okunması gereken duâyı haber vermektedir. Ayrıca, duâda vesile ve mâkam-ı Mahmûd’un zikri geçmektedir.
Şimdi bunları kısa kısa açıklayalım:
Ezanı Dinleme Âdâbı: Bu birbirini takiben yapılması gereken birkaç davranış gerektirmektedir: Müezzinin sözlerini tekrar etmek, Rasûlullah’a salât u selâm okumak vesîle duâsını okumak. Bunları kısaca açıklayalım:
2507] 72/Cinn, 18
2508] 39/Zümer, 38
2509] Buhârî, Salât 48, Cenâiz 62, 96, Enbiyâ 50, Meğâzî 83; Müslim, Mesâcid 19, 23
2510] Buhârî, Sulh 5; Müslim, Akdıye, 17
2511] Müslim, Cum’a 43; Nesâî, Salâtu’l Ideyn 22
2512] Müslim, Cenâiz 93
2513] Müslim, Salât 11, h. no: 384; Ebû Dâvud, Salât 36, h. no: 522; Nesâî, Ezan 33, h. no: 2, 23; Tirmizî, Salât 154, h. no: 208; İbn Mâce, Ezân 4, h. no: 720
2514] Ezân 7
2515] Buhârî, Ezân 8; Ebû Dâvud, Salât 28, h. no: 529; Tirmizî, Salât 157, h. no: 211; Nesâî, Ezân 38, h. no: 2, 26; İbn Mâce, Ezân 4, h. no: 722; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 8/323
- 464 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Ezanı Tekrar: Hadiste, “işitme” şartıyla ezanın tekrarı emredilmektedir. Şu halde müezzin görülse ve fakat uzaklık veya sağırlık gibi bir sebeple ezan duyulmasa, tekrar gerekmez.
Ezanın tekrarı demek, başka meşguliyetleri terketmek demektir. Hanefî âlimleri bu hadisten hareketle Kur’ân okumak, zikretmek, duâ etmek, konuşmak, selam almak gibi her çeşit meşguliyetin terkini ve okunan ezanın tekrarını “vacib” addetmişlerdir. Zâhirîler ve İbnu Vehb de bu hükme varırlar. Müteakip rivâyet tekrarın keyfiyyetini daha sarîh olarak açıklayacaktır. Burada şimdiden dikkat çekmemiz gereken husus şudur: Müezzin “hayye alâ’s-salâh, hayye ale’l-felâh” (haydi namaza, haydi kurtuluşa)” dediği zaman bu ibâre aynen tekrar edilmeyip buna bedel “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm (Günaha karşı korunmak ve ibâdet yapmak için gerekli kuvvet ancak Allah'tandır)“ denilecektir. Hanefîlerden bazılarına göre müezzin Hayye alâ'l-Felâh“ deyince, işiten: “Mâ şâallahu kâne ve mâ lem yeşe’ lem yekün” “Allah'ın dilediği olur dilemediği olmaz“ demelidir. “es-Salâtu hayrun minennevm“ yerine de sadakte ve bererte demelidir. “Bunların da aynen tekrarı müezzini alay yerine geçer“ denmiştir.
Ezanı tekrar etmemeyi meşrû kılan bazı sebepler vardır: Namazda veya helada olmak, cinsî münasebette bulunmak gibi. Bu durumlarda tekrar gerekmez. Bunun dışında genç-ihtiyar, kadın-erkek, temizcünüp, nifaslı herkese tekrar vâcibtir.
Hulvânî: “Namaz farz olmayana tekrar vacib olmaz“ demiştir. Bazı âlimler, “Ezanı namazda işiten kimse, namazdan çıkınca tekrar etmelidir“ demiştir. Şunu da kaydedelim ki hadisten: “Namazda olan kimse işittiği ezanı tekrar edecek olsa namazı bozulmaz, yeter ki hayye ala'ssalât, hayye ala'lfelâh demesin, bunlar kişiyi namaza çağrıdır, namazı bozar, bunlara bedel lâ havle velâ kuvvete illâ billâh diyecek olursa namazı bozulmaz çünkü bunlar zikirdir“ hükmü de çıkarılmıştır. “Çünkü emir âmmdır, Musallîyi hariç tutacak bir karîne yoktur, bu çeşit emirler vücûb ifade eder“ denmiştir. İmam Şâfiî bu görüştedir.
Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî mezheplerine göre -ki cumhur-u fukahanın hükmü de böyledir- hadisteki emir vücûb değil, istihbab ifade eder. Hanefîlerden Tahâvî de bu kanaattedir.
Âlimler müezzini “aynen tekrar” meselesini kayıtlarlar. Sözgelimi o “duyurmak” maksadıyla yüksek sesle okuduğu halde işiten, “zikir” maksadıyla gizlice tekrar eder. Ancak telaffuz etmeksizin zihninden mânayı geçirmesi, emrin yerine getirilmesinde yeterli olmayacaktır.
Birkaç ayrı ezan okunması halinde ilk okunanın tekrarı yeterli midir konusu da medâr-ı bahis olmuştur. Nevevî: “Mezhebimizde bu meseleyle ilgili rivâyete rastlamadım“ demiştir. Ancak bazı âlimler: “Sebep taaddüd ettiği için her birine icabet etmesi gerekir“ hükmüne varmıştır.
Ezanı tekrar meselesini bitirirken şunu da belirtelim: Ezanı tekrar işine müstehap diyen cumhur, Müslim'deki bir başka rivâyeti esas almıştır. Bu rivâyete göre Rasûlullah (s.a.s.) bir müezzinin ezan okuduğunu işitir. Müezzin Allahu ekber deyince “ale’l-fıtrati (fıtrat üzere oldu) der. Eşhedü en lâ ilâhe illallah deyince “harace mine’n-nâr (ateşten kurtuldu) der. Bazı âlimler: “Rasûlullah, ezan sırasında, müezzinin söylediklerinden bir başka şey söylediğine göre, ezanı
VESÎLE
- 465 -
tekrar müstehabtır, vacib değildir“ diye netice çıkarırlar. Bu istidlale şöyle cevap verilmiştir: “Hadiste, Rasûlullah ‹ın tekrar etmediği tasrih edilmemiştir, müezzinin söylediklerini aynen tekrar etmiş olması da câizdir, ancak râvi, adet olanla yetinip onu rivâyet etmemiştir, sadece adet olana ziyade edilen sözü rivâyet etmiştir.“ Keza şu mülahaza da ilave edilmiştir: “Belki de bu hadis, Rasûlullah ‹ın tekrar emrinden önce cereyan eden durumu anlatmaktadır.“ Yani bidâyette tekrar emredilmemiştir, ancak Efendimiz sonradan ezanın tekrarını emretmiştir, esas olan da nâsih olan son emirdir. 2516
Rasûlullah’a Salât u Selâm: Ezan okununca, yapılması emredilen ikinci husus, Rasûlullah’a (s.a.s.) salât okunmasıdır. (Cuma sabahları, kandil günleri, yatsı ezanlarından sonra veya Erzurum ve çevresinde olduğu gibi beş vakit ezandan sonra ilâve edilen salât u selâm, menşeini bu emr-i nebevîden almış olabilir.) Salât duâdır, Cenâb-ı Hakk’tan rahmetini talebtir. Rasûlullah ‘a okunacak salâtın belli bir formülü vardır denebilir. “Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. (Rabbim Muhammed’e ve O’nun âli’ne rahmetini bol kıl)” şeklinde yapılacak salât rivâyetlerde gelen en kısa salâtlardandır. En mükemmeli, namazda son tahiyyatta okunan salli bârik duâsıdır. Cenâb-ı Hakk’ın salât etmesi, rahmet kılması, mağfirette, afda bulunması demektir. Her hayrın on misliyle kabul edilmesi ilâhi kanun olması sebebiyle2517 Rasûlullah için yapılan bir salât duâsına mukabil Cenâb-ı Hakk on rahmet verecektir. 2518
Da’vetu’t-Tâmme: Ezandan sonra okunacak duâda birkaç tabir geçmektedir: “Ed-Da’vetu’t-Tâmme”, “el-Vesîle”, “el-Fazîle”, “Makâm-ı Mahmûd.” Önce ed-Da’vetu’t-Tâmme’yi açıklayalım. Zîra duâ “Ey bu da’vetu’ttâmme’nin ve kılınan namazın sahibi Allah’ım...” diye başlamaktadır. Beyhakî’nin bir rivâyetinde “Allahumme innî es’eluke bi-hakkı hâzihi’d-da’veti’t-tâmmeti şeklinde gelmiştir. Yani: “Allah'ım, senden şu da'vet-i tâmme hakkı için istiyorum...“
Bundan murad hususunda âlimler şu açıklamayı yapmışlardır: Bu tevhid dâveti'dir, şu âyette olduğu gibi: “lehû da’vetu’l-hakk “Hak olan da’vet ancak O’nadır.”2519 Denmiştir ki: “Tevhid da’veti tamdır. Çünkü şirk noksanlıktır. Tam demek, içerisine tegayyür ve tebeddül girmez. Haşir gününe kadar bâki kalır” demektir. Tevhid, “tam” sıfatına layık olan yegane da’vettir, onun dışında kalan her şey fesada maruz olabilir. İbnu’t-Tîn: “Ezan tam sıfatıyla tavsif edilmiştir, çünkü içerisinde sözlerin etemmi (en eksiksiz olanı) mevcuttur. Bu da “Lâ ilâhe illâllah” dır” der. Tîbî de ezanın başından Muhammedu’r-Rasûlullah cümlesine kadar olan kısmın da’vet-i tâmme’yi teşkil ettiğini, hay’ale’nin (hay’ale, hayye alâ’s-salât’tır). “Yukıymûne’s-salâte” âyetinde kastedilen -ve başlanan namaz diye tercüme ettiğimiz -essalâtu'lkâime'yi teşkil ettiğini söylemiştir. Şu ihtimal de ileri sürülmüştür: Muhtemeldir ki, buradaki es-Salât'tan murad ed-Duâ'dır, kâime' den murad da eddâime'dir. Kim bir şeyi devam üzere yaparsa o şeye kaim oldu denir, bu hale göre, essalâtu'lkâime, edda'vetu't-Tâmme'yi beyan etmiş olmaktadır. Mamafih duâda kastedilen essalat'ın o anda kılınması için çağrısı yapılan namaz olması da muhtemeldir. İbn Hacer bu ihtimalin azher (daha kuvvetli) olduğunu belirtir.
2516] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 8/323-325
2517] 6/En’âm, 160
2518] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 8/325
2519] 13/Ra’d, 14
- 466 -
KUR’AN KAVRAMLARI
el-Veslîle'ye gelince, bu lügat olarak bir büyüğe yaklaşmayı sağlayan vasıta, aracı mânasına gelir. Hadiste bununla cennetteki yüce bir makam kastedilmiş olmaktadır. Nitekim, sadedinde olduğumuz rivâyet vesîle'yi dile getiren rivâyetlerden Rasûlullah ‹ın onunla ilgili olarak yaptığı tarifi ihtiva eden vechidir: “Zîra o (el-vesîle), cennette bir makamdır...“ buyurmakta, bu makamı Allah'ın bir kişiye vereceğini belirtmekte ve tevâzu olarak bu kimsenin kendisi olması hususundaki temennisini ifade buyurmaktadır. Öyle ise, daha net ifade ile el-Vesîle, cennetteki en yüce makamdır, bu makam tek bir insana verilecektir, o da Peygamber Efendimiz’dir (s.a.s.).
Bu yüce makama vâsıl olan, Allah'a yakındır; böylece Efendimiz, günahların affı dâhil her çeşit ebedî lütuflara mazhariyet için şart olan ilâhî yakınlığı elde etmeye vesîle olmuş olur. Şu halde baştaki mânâ böylece tahakkuk etmiş olmaktadır.
el-Fazîlet: Rasûlullah için Vesîleden sonra taleb edilen ikinci şey, el-Fazîlet'dir. Bunun da Vesîle gibi diğer mahlukâta nasib olmayacak bulunan ziyade bir mertebe olduğu veya Vesîle'yi tefsir mahiyetinde geldiği söylenmiştir.
Makam-ı Mahmûd: Bu da cennette bir makamdır. Öyle bir makam ki, o makamda bulunan kimse övgüye mazhardır. Övgü, belli bir kıymet ve kemal ve fazilet; bir kelime ile kerâmetler sebebiyle olur. Burada mutlaktır, yani pek çok üstünlüklerle övgüye mazhar olunan bir makamdır. Duâ, çeşitli te'villere göre: “O'nu Kıyâmet günü dirilt ve Makâm-ı Mahmûd'a çıkar“ veya “...makâm-ı Mahmûd'u O'na ver“ veya “...O'nu makâm-ı Mahmûd üzere dirilt“ mânalarında anlaşılabilir.
Nevevî, bu makam mübhem olmadığı halde, hadiste nekre gelmiş olmasını, sanki âyetten hikaye tarzında zikredilmiş olmasıyla açıklar. Zîra Makâm-ı Mahmûd âyet-i kerîme'de zikredilmektedir: “Asâ en yeb’aseke mekamen mahmûdâ” “Ümid edebilirsin, Rabbin seni bir Makâm-ı Mahmûd'a gönderecektir.“2520 Mâmafih, bazı rivâyetlerde, “el-makamu’l-mahmûdu” diye ma'rife olarak da gelmiştir.
Vesile Konusunda Zayıf ve Uydurma Hadis Rivâyetleri
Bid’at olan tevessülü câiz görenler, birçok hadisi kendileri için delil olarak göstermişlerdir. Bu hadisleri incelediğimizde, iki tür etrafında kümelendiğine şâhit oluruz.
a) Rasûlullah’a (s.a.s.) nisbeti sahih olan, fakat onların istek ve arzularını desteklemeyen hadisler. “Âmâ sahâbî hadisi” gibi.
b) Rasûlullah’a (s.a.s.) nisbeti sâbit olmayan hadis rivâyetleri. Bu hadislerin de bazısı onların iddiâlarına delâlet etmekte, bazısı ise etmemektedir. Böyle sahih olmayan hadis rivâyetleri çoktur. Biz burada yaygın olan birkaçını zikretmekle yetineceğiz:
Ebû Saîd el-Hudrî’den merfû olarak rivâyet edilmiştir. “Kim namaz kılmak üzere evinden çıkar ve ‘Allah’ım! Senden isteyenlerin Senin katındaki hakkı için Senden istiyorum. Yürüyüşüm hakkı için Senden istiyorum. Çünkü ben ne kibirlenmek ne de böbürlenmek için ve ne görsünler ve ne de duysunlar diye evden çıktım. Senin kızmandan
2520] 17/İsrâ, 79
VESÎLE
- 467 -
sakınmak ve Senin rızânı talep etmek için çıktım. Bu sebeple cehennem ateşinden beni korumanı ve günahlarımı örtmeni senden istiyorum. Çünkü günahlarımı bağışlayacak ancak Sensin’ diyerek duâ ederse Allah o kişiye rızâsıyla yönelir ve ona yetmiş bin melek istiğfar eder.”
Bu hadisi Ahmed bin Hanbel Müsned’inde2521 rivâyet eder. İbn Mâce de rivâyet etmiştir. 2522
Bu hadis zayıftır. Çünkü hadisi Ebû Saîd el-Hudrî’den rivâyet eden, Atiyetü’l-Avfî’dir. Atiye de zayıftır. Nevevî, el-Ezkâr’da, İbn Teymiyye el-Kaidetu’l-Celîle’de, Zehebî de el-Mîzân’da bunun benzerini söylemişlerdir. Zehebî, ed-Duâfâ c. 1, s. 88’de, ittifakla zayıf kabul edildiğini söyler. Heysemî, Mecmau’z-Zevâid’de2523 birkaç yerde aynı şeyi söylerken Buseyri de zayıf olduğunu vurgular. 2524
Sıddık Han’ın kendisinden rivâyet ettiği Bilal’in hadisi: “Allah’ın Rasûlü namaza giderken şöyle bir duâ okuyordu: “Allah'ın adıyla Allah'a iman ettim. O'na dayandım. Güç ve kuvvet Allah'tandır. Allah'ım! Senden duâda bulunanların ve bu çıkış sebebinin, bu yönelişimin hakkı için, hiç şüphesiz ben şefaatli çıkmadım.“
Hadis rivâyeti böylece devam ediyor. Bu hadisin senedi kesinlikle zayıftır. Senetteki el-Vazi yalancıdır. Bu kişi, ittifakla zayıf ve münkeru’l-hadistir. İbn Ma’n ve Nesâî, onun güvenilir birisi olmadığını söyler. El-Hakîm, “o mevzû hadis rivâyet eder” demiştir.2525 Zayıf olduğu kesindir. 2526
Ebû Umâme’nin şöyle dediği rivâyet edilir: “Allah Rasûlü sabah ve akşam şöyle duâ ederdi: “Allah'ım! Yalnız Sen tapılmaya ve anılmaya müstehaksın. Gökleri ve yeri aydınlatan yüzünün nûru hakkı için, Sana ait her hak için ve Senden isteyenlerin hakkı için Senden bu akşam ve sabah vaktinde beni kabul buyurmanı ve kudretinle beni cehennemden korumanı istiyorum.“
El-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid’de2527 şöyle diyor: Râvîlerin arasında Fudayl bin Cübeyr vardır. Bu kişi zayıftır, zayıf olduğu ittifakla sâbittir. Bana göre de (el-Elbânî) zayıf olduğu kesindir.2528 Rivâyetin uydurma olma ihtimâli yüksektir.2529
Enes bin Mâlik’in şöyle dediği rivâyet edilir: “Ali’nin annesi, Hişam’ın oğlu olan Esed’in kızı Fâtıma ölünce, mezar kazmak için Ebû Eyyûb el-Ensârî, Ömer ibnu’l-Hattâb ve zenci bir genci çağırır. Mezar bittiğinde, Allah Rasûlü gelir ve içinde yan yatarak şöyle duâ etmeye başlar: “Dirilten ve öldüren yalnız Allah'tır. O, ölümsüz bir hayata sahiptir. Annem Fâtıma binti Esed'in günahlarını affet, ufkunu aç. Nabî'nin ve benden önce peygamberlerin hatırı için kabrini genişlet. Çünkü ancak Sen erhamu'r-râhimînsin!“ 2530
Ümeyye bin Abdullah bin Hâlid bin Esid’in şöyle dediği rivâyet
2521] 3/21
2522] Bu konuda el-Ehâdîsu’d-Daîfe, no: 24’e bakılabilir
2523] 5/236
2524] Muhammed Nâsıruddin el-Elbânî, Tevessül, Guraba Y. s. 134-140; A. Yıldırım, 275
2525] el-Elbânî, a.g.e. s. 140-142
2526] A. Yıldırım, s. 276
2527] c. 10, s. 117
2528] el-Elbânî, a.g.e., s. 142-143
2529] A. Yıldırım, s. 276
2530] Zayıftır, bk. el-Elbânî, a.g.e., s. 143-146; A. Yıldırım, s. 273-274
- 468 -
KUR’AN KAVRAMLARI
edilir: “Allah Rasûlü fakir muhâcirlere tevessül ederek, Allah’tan fetih talebinde bulunuyordu.”2531 Umeyye bin Hâlid anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) “Fakir olan muhâcirler hürmetine müslümanlara zafer ve yardım ihsân etmesini Allah'tan dilerdi.“ Hadisi Taberânî rivâyet etmiştir. Ancak hadisi rivâyet eden Umeyye bin Hâlid'in Hz. Peygamber'le görüşüp görüşmediği tartışmalıdır. Genel olarak kaynaklar onun Hz. Peygamber'le görüşmediği ve ondan mürsel hadisler rivâyet ettiğini kaydederler.
Ömer ibnu’l-Hattâb (r.a.)’dan merfû olarak şöyle bir hadis rivâyet edilmiştir: “Âdem hata işlediği zaman dedi ki: ‹Ey Rabbim! Muhammed'in hakkı için Senden af diliyorum.' Allah dedi ki: ‹Ben onu yaratmadan nasıl Muhammed'i tanıdın?' Âdem dedi ki: ‹Ey Rabbim! Sen beni elinle yaratıp rûhundan bana üflediğin zaman, başımı kaldırdığımda Arş'ın sütunları üzerinde ‹Lâ ilâhe illâllah, Muhammedun Rasûlullah' yazılı olduğunu gördüm. Böylece anladım ki, mahlûkattan ancak en sevdiğini ismine izâfe eder, isminle beraber zikredersin.' Allah da dedi ki: ‹Seni affettim. Eğer Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım.“ Bu hadis rivâyeti kesinlikle zayıf veya uydurmadır. Aynı zamanda Kur’an’a da muhâliftir.2532 Rivâyetin uydurma olduğu açıktır. 2533
“Benim makamımla tevessülde bulunun! Zira benim Allah katındaki makamım büyüktür!” Bu hadis rivâyetini, onlardan bir kısmı da şu ifâdelerle rivâyet etmiştir: “Allah’tan bir şey istediğiniz zaman, benim makamımla isteyin. Çünkü benim makamım, Allah indinde büyüktür.” Hadis kitaplarında böyle bir rivâyet yoktur. Bu rivâyetler asılsız ve bâtıldır. Bunu, ancak hadisten haberdar olmayan bazı câhil kişiler rivâyet etmişlerdir. Bu rivâyet uydurma olmalıdır. 2534
“Ömer’in zamanında bir ara kıtlık başladı. Bu günlerde, adamın biri Nebî’nin kabrine gelerek şöyle demeye başladı: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Ümmetin için Allah’tan yağmur talep et! Zira onlar helâk oldular.’ Adama, rüyasında ‘Ömer’e git’ denilir.” Rivâyet devam ediyor. Bu rüyayı gören kimsenin Bilal ibnu’l-Hâris el-Muzeni adında bir sahâbî olduğu söylenir. Bu rivâyet zayıftır.2535
Dârimî, Sünen’inde,2536 Ebû Nu’man, Said bin Zeyd, Amr bin Mâlik el-Nerî kanalıyla, Ebu’l-Cevzî Evs bin Abdillah’ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir:”Medine halkı şiddetli bir kıtlığa dûçar olmuştu. Bu durumu Âişe’ye ilettiler. ‘Nebî’nin kabrini koruyun ve üstünde göğe bakar bir pencere açın’ dedi. Onlar da dediğini yaptılar. Ardından öyle bir yağmur yağdı ki, otlar yeşerdi ve develer çatlarcasına semizleşti. Bu nedenle o yıla ‘çatlak (fıtık) yılı’ adı verildi.” Üç sebepten bu rivâyet zayıftır, hüccet sayılmaz. 2537
Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde, ihtiyaç sahibi bir kişi bu ihtiyacından dolayı, Hz. Osman ile görüşmek için uzun süre yanına gidip geliyor, fakat Hz. Osman, ona aldırış etmiyor ve ihtiyacını görmüyordu. Bir gün Osman bin Huneyf ile karşılaştı ve durumunu ona şikâyet etti. O da kendisine: ‘Git, güzel bir abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâ eyle: ‘Allah’ım,
2531] Bu rivâyet zayıftır, bk. el-Elbânî, a.g.e., s. 146-148
2532] Bk. el-Elbânî, a.g.e., s. 148-163
2533] A. Yıldırım, s. 274-275
2534] bk. el-Elbânî, a.g.e., s. 163-166
2535] bk. el-Elbânî, a.g.e., s. 166-174
2536] 1/44
2537] bk. el-Elbânî, a.g.e., s. 178-183
VESÎLE
- 469 -
rahmet peygamberi olan Muhammed’inle (s.a.s.) Sana yöneliyorum. Onun hatırı ile Senden diliyorum. Yâ Muhammed, ben seninle Rabbime ihtiyacımı gidermesi için yöneliyorum. İhtiyacım hallolsun’ de, sonra da hâcetini Allah’a arzet’ dedi. Adam da kendisine söyleneni yaptı. Sonra Hz. Osman’a gitti. Kapıcı gelip adamın elinden tuttu ve onu huzura çıkardı. Hz. Osman bu zâta dedi ki: ‘Gel yanıma otur, ihtiyacın nedir onu söyle.’ Bu zat diyor: Hz. Osman ihtiyacımı yerine getirip bana şöyle dedi: ‘Kusura bakma, şimdiye kadar hiç ihtiyacını hatırlamadım, onun için geç kaldı. Ne zaman bir ihtiyacın olursa sen hemen gel, ihtiyacını hallederim.”
Rivâyeti Beyhakî rivâyet etmiştir. Kaynaklar olayın râvîlerinden Şebîb bin Said’in sika olduğunu kaydetmek ise de, kıssayı ondan nakledenlerden oğlu İsmail hakkında bilgi vermemekte, diğer râvî İbn Vehb ise sika kabul edilmemektedir.2538 Elbânî ise bu kıssanın zayıf ve münker olduğunu söyler.2539 Görüldüğü gibi isnâdında problem bulunan ve Hz. Osman’ın kişiliyle bağdaşmayan2540 bu olay, konuyla ilgili kabul edilebilecek bir delil hüviyetinde değildir. 2541
İbn Abbas’tan nakledilen bir habere göre Hayber yahûdileri Gatafan kabilesiyle savaşır, karşılaştıklarında hep Hayber yahûdilerini hezimete uğratır, yahûdiler de şu duâ ile Allah’a sığınırlardı: ‘Allah’ım! Kitabımızda yazıldığını gördüğümüz Nebî’ni gönder de müşrikleri cezâlandırıp öldürelim.’ ‘Allah’ım! Tevrat’ta vasıflarını bulduğumuz âhir zamanda gelecek Peygamberinle Sana tevessül ediyoruz, bize yardım et!’ ‘Allah’ım! Ümmî olan Nebi’nle Sana tevessülde bulunuyoruz, bize fetih ve zafer ihsan eyle!”
Hâkim'in garip olarak nitelendirdiği rivâyetin râvîlerinden Abdulmelik bin Hârun bin Antere muhaddislerce zayıf ve yalancı kabul edilmiştir.2542 İbn Teymiyye bu rivâyeti Abdulmelik bin Hârun bin Antere’nin yalanıyla bilinen kimse olmasından dolayı kabul etmemektedir. Uydurma olduğu açıktır. 2543
Ebû Hureyre’den, Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu: “Bir kimse bana salât u selâm getirirse Allah Teâlâ ruhumu iâde eder ve ben o kimsenin selâmına karşılık veririm.”
Hadisi Ebû Dâvud, Ahmed bin Hanbel ve Beyhakî rivâyet etmişlerdir. Heysemî isnâdında bulunan Abdullah Yezid el-İskenderânî’yi tanımadığını, Mehdî bin Ca’fer’in sika olmasına rağmen bunda ihtilâf olduğunu bildirmektedir. İsnâdında problem bulunan rivâyete ihtiyatla yaklaşmak gerekir (zayıftır). 2544
Ebû Hureyre’den, Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Bir adam tanıdığı bir kabrin yanından geçip selâm verirse, kabir sahibi o kişinin selâmını alıp onu tanır.”
Suyûtî rivâyeti Hatîb Bağdâdî’nin ve İbn Asâkir’in Ebû Hureyre’den rivâyet ettiğini söylemekte ve herhangi bir hüküm vermemektedir. Mûteber kabul edilen
2538] İbn Ebî Hâtim, el-Cerh, IV/359; Zehebî, Mîzân II/262; İbn Adî, el-Kâmil IV/30-31; İbn Hacer, Tehzîb IV/306-307
2539] Tevesssül, s. 126
2540] Tevessül, 130-131
2541] Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, TDV Y. s. 272
2542] Ukaylî, ed-Duâfâ, III/38-39; Hâkim, Müstedrek, II/263
2543] A. Yıldırım, s. 276-277
2544] A. Yıldırım, s. 278
- 470 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kaynaklarda yer almayan rivâyetin uydurma olma ihtimali bulunmaktadır. 2545
Utbe bin Gazvan merfû olarak şöyle rivâyet etmiştir: “Sizden biriniz bir şeyini kaybeder ve dostu olmadığı bir yerde birinden yardım isterse şöyle desin: ‘Ey Allah’ın kulları, bana yardım edin’ desin. Çünkü Allah’ın bizim göremediğimiz kulları vardır. Bu tecrübe edilmiştir.” 2546
Heysemî, isnâdındaki Yezid bin Ali’nin Utbe’ye ulaşmadığını ve birkısım râvîlerin zayıf kabul edildiğini belirtmektedir. Elbânî de rivâyetin zayıf olduğunu belirtir. 2547
İbn Abbas merfû olarak şöyle rivâyet etmiştir: “Allah’ın yeryüzünde hafaza melekleri dışında melekleri vardır. Bunlar ağaçtan düşen yaprakları yazarlar. Sizden birisi çölde yolunu kaybederse, ‘Ey Allah’ın kulları, bana yardım edin!’ diye bağırsın.”
Elbânî bu rivâyetin İbn Abbas'ın mevkufu olduğunu söyler. 2548
İbn Mes’ud’dan, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sidne birinin bir hayvanı ıssız bir yerde kaybolursa ‹Ey Allah'ın kulları, bana yardım edin!' diye bağırsın. Allah'ın yeryüzünde hazır kulları vardır, ona yol gösterirler.“ 2549
Heysemî, isnâdında zaif râvî Ma’rûf bin Hassân bulunduğunu söyler. Elbânî de rivâyete zayıf der.2550 Said Havvâ, bu (son üç rivâyetle) ilgili şöyle değerlendirmelerde bulunur: Mutasavvıfların, şeyhleri ve velîleri çağırma ve onlardan bir şeyler isteme konusunu genişçe ele almalarında dayandıkları rivâyetlerin tümü bunlardır. Bunları araştırdığın zaman mutasavvıflar için sağlam bir delil olmadıklarını görürsün. Utbe bin Gazvân’ın rivâyeti munkatı’dır, özellikle akaidle ilgili meselelerde kendisiyle ihticac edilemez, sağlam bir delil değildir. İbn Mes’ud’un rivâyetine gelince, bu rivâyet zayıftır. Akaidle ilgili meselelerde delil kabul edilmediği gibi, fıkhî meselelerde de delil kabul edilmez. İbn Abbas’ın rivâyetine gelince, hasen (sahihden bir aşağı derece) derecesine ulaşan yalnızca budur. O da meleklerden bahsetmektedir. Melekler hakkındaki bir nassı başkalarına hamletmemiz bir hatâdır.2551 Bu rivâyetlerin zayıf oldukları ve konuyla (mutasavvıfların yanlış tevessül anlayışlarıyla) ilgilerinin olmadıkları göze çarpmaktadır. 2552
2545] A. Yıldırım, s. 280
2546] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 17/118
2547] Daîfe, II/109-111, h. no: 655
2548] Elbânî, Daîfe, II/111-112
2549] Ebû Ya’lâ, Müsned, IX/177, h. no: 5269; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, X/217
2550] Daîfe, II/108, h. no: 655
2551] Said Havva, Terc. Cengiz Yağcı, Ruh Terbiyemiz, s. 312
2552] A. Yıldırım, s. 281-282
VESÎLE
- 471 -
Tasavvufta Vesile Anlayışı
İmam Ebû Hanife ve İmam Ebû Yusuf, Hz. Peygamber de dâhil olmak üzere, herhangi bir kimsenin Allah katındaki şeref ve hürmeti ile tevessülde bulunmayı kerih/çirkin görmüşlerdir.2553Âlûsi, Hz. Peygamber dışında hiçbir insanın mertebesi ile tevessül edilemeyeceğini, Allah katındaki kıymet ve mertebesi olduğuna kesin kanaat getirilmeyen bu kişilerle tevessülün, Allah'a karşı büyük bir cüret anlamına geleceğini söyler. 2554
Tasavvuf ehlinde, Allah’ın sevdiği kullarını vesile ederek duâ etmek çokça yaygındır. Sahih hiçbir hadis olmadığı halde, hadiste bunun ispatı olduğunu söylerler. Silsile ehlinde şecere okumak çokça yapılan bir âdettir. Bunun da amacı ve hakikati tevessüldür. 2555
Tasavvuf büyüklerinden Ma’rûf Kerhî,2556 bir gün Serî Sakatî’ye,2557 “Allah’tan bir hâcet isteyeceksen, bana yemin ederek, ‘Ma’rûf’un hürmetine’ diyerek iste” demiştir. 2558 Yine Marûf, bir gün yeğenine: “Allah Teâlâ’dan bir ihtiyacını isteyeceğin zaman, ona benimle iste, yani ‘Yâ İlâhî! Onun hakkı için murâdımı ve dileğimi ver’ de. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle duâ ederdi: “Allah’ım! Dilek sahiplerinin senin üzerindeki hakkı için, sana rağbet edenlerin hakkı için ve sana doğru attığım adımlar hürmetine istekte bulunuyorum.”2559 (Not: Hadisin kaynağı bulunamamıştır, mûteber kaynaklarda yoktur.)
Tasavvufta tevessül, daha çok vefat etmiş peygamberler ve evliyâyı aracı kılarak Allah’tan bir şeyler istemek mânâsına kullanılır (Hicrî 7. Asırdan itibaren tevessül ve vesile ile ilgili müstakil eserler yazılmaya başlamıştır. O zamana kadar yazılan tasavvufî eserlerde tevessül ve vesileye hiç yer verilmemiştir. İlk dönem tasavvufunda “İnsanın Allah’a daha çok yaklaşması için mutlaka bir aracıya ihtiyacı vardır” fikri yoktur. Yine aynı dönemde Allah’a duâ ederken birini araya katmaktan veya sağ ya da ölmüş birinden istimdât etmeden ve istiğâsede bulunmadan hemen hiç bahsedilmemektedir.2560 Bu anlamda tevessül, Allah Teâlâ’ya yaklaşmak, huzurunda mânevî itibar ve derece bulmak yahut bir faydanın elde edilip zararın def edilmesiyle ihtiyacını gidermek için sâlih bir amel veya zatla Cenâb-ı Hakk’a yakınlık sağlamaktır.2561 (Herhangi bir arzusu veya isteği olan kişinin “Allah’ım! Şu sıkıntımın giderilmesi veya şu isteğimin gerçekleşmesi için falan zâtın senin katındaki yeri, mevkii, hakkı, hürmeti adına/hatırına senden istiyorum” diyerek duâ edip ihtiyacını Cenâb-ı Hakk’a arzetmesidir.)
Allah Kur’an’da mü’minlerin vesile edinmesini emretmiştir. Pek çok rivâyette de bu mâhiyette emirler mevcuttur. Tevessülle ilgili nassların ihtivâ ettiği mânâ
2553] İbn Teymiyye, Mecmûatu’r-Resâil, I/31; Elbânî, Tevessül, s. 68-69; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, V/318; Ahmet Yıldırım, a.g.e., s. 273
2554] Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, VI/128; Ahmet Yıldırım, 273
2555] Eşref Ali Tanevî, Hadislerle Tasavvuf, -Haz. Zaferullah Daudî, Ahmet Yıldırım-, İst. 1995, s. 268
2556] ö. 201/816
2557] ö. 257/870
2558] Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, -Haz. Süleyman Uludağ-, İst. 1981, s. 116; F. Attâr, Tezkiretu’l-Evliyâ, s. 353
2559] Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliyâ, VIII/364; Abdurrahman Câmî, Nefâhatu’l-Üns, s. 163-164
2560] İsmail Çalışkan, K.K.’e Göre tevessül ve Vesile Kavramı, s. VII-VIII
2561] Curcânî, et-Ta’rîfât, s. 307
- 472 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yeterli olmasına rağmen, istenilen şeye daha hızlı ulaşabilmek için Allah’a yapılan duâlar yanında, O’na yakın olduğuna inanılan ve daha önce vefat etmiş kimselerin ruhlarından yardım istenmesi yoluna gidilmesiyle, tasavvuf yeni bir tevessül anlayışını ortaya çıkarmıştır. Tasavvuf ehli arasında kabul gören tevessül anlayışı budur. Bu anlayışa ilk tepkiyi İbn Teymiyye göstermiştir.
Tasavvufçu yazarların kabul ettiği, diğer âlimlerin kabul etmediği tevessül çeşitleri zât ile tevessül ve ruhlarla tevessül diye ikiye ayrılır:
1) Zâtla tevessül: Zât ile tevessül de iki kısma ayrılır:
a- İyilerin Allah katındaki mertebesi ile tevessül: Bu şöyle gerçekleşir: “Yâ Rabbi! Falan zâtın senin katındaki hürmetine veya hatırına sıkıntımı gider, isteğimi yerine getir, duâmı kabul et!” şeklinde yaptığı duânın kabul görmesi veya bu anlayışa göre daha hızlı bir sonuç alınacağını ümit ederek duâ edilir. Bu çeşit tevessülü kabul edenlerin dayandıkları birtakım hadis rivâyetleri vardır. Bu rivâyetlerin tümünün uydurma veya zayıf olduğunu “Vesile Konusunda Zayıf ve Uydurma Hadis Rivâyetleri” başlığı altında verdik.
b- İyilerin Allah Katındaki Hakkı ile Tevessül: Bu da şöyle gerçekleşir: “Yâ rabbi! Falan iyi kulunun hakkı için şu ihtiyacımın giderilmesini ve şu arzumun gerçekleşmesini Senden istiyorum...” şeklinde duâda bulunmak. Bu çeşit tevessülü kabul edenlerin de hemen hepsi uydurma veya zayıf olan rivâyetlere dayandığı bilinmektedir. Bu çeşit tevessülü kabul edenlerin dayandıkları hadislerin çoğunun, isnad yönüyle zayıf veya uydurma olduğu yapılan incelemelerden anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu durum bu çeşit tevessülün meşrûiyetini tartışmalı bir hale sokmaktadır. “Falan kişinin, Peygamberin veya Kâbe’nin hakkı için” denilerek yapılan duâ Ebû Hanife’ye göre mekruh2562, İmam Muhammed’e göre haramdır.2563 Burada Allah’a âit olan bir hak anlayışını başkasına devretme ve belirli bir şahıs zikretme sözkonusudur. Böyle bir tevessülün çirkin olduğu, insanları sadece Allah’a yöneltmeyi amaç edinen İslâm’ın tevhid anlayışına ters düştüğü, dayanakları da çürük olduğu için reddedilmelidir.
2) Ruhlarla tevessül: Ruhlarla tevessül kabir ziyâretine bağlı olarak çıkmış bir olgudur. Ancak, ruhlarla tevessülün meşrûluğu tevhid yönüyle müslümanlar açısından tartıtışılagelmiştir. Bu anlayışın çıkış kaynağı bazı mezarlara kudsiyet atfetme ve özellikle bazı sâlih insanlara âit kabirlerin çevrelerinin maddî ve mânevî musîbetlerden kurtuluş yeri olarak telâkkî edilmesi olmuştur. Bu da ruhlarla tevessül olarak isimlendirilen bir anlayışın doğmasına sebep teşkil etmiştir.
En çok tartışılan ve sert eleştirilerin konusu olan ruhlarla tevessül, özellikle sâlih/iyi insan olduğu kabul edilen kişilerin ruhlarıyla yapılan tevessüldür. Denilebilir ki, tevessül denilince genelde onun bu türü anlaşılmaktadır. Ruhlarla tevessül, ya karşı karşıya kalınılan sıkıntıların giderilmesi ve umut edilen şeylerin elde edilmesi gâyesiyle doğrudan doğruya ölülerin ruhlarına seslenme ve onlardan yardım isteme tarzında veya kabirlere gidilerek, burada iyi olduğu kabul edilen insanların ruhlarının hürmetine Allah’tan yardım talep etme, yahut duâ etmek için özellikle mezarlıkların tercihi gibi birkaç şekilde icrâ edilmektedir. Tasavvuf klasiklerinde böyle konular müstakil olarak işlenmemekle birlikte, bazı
2562] el-Fetâva’l-Hindiyye, V/318
2563] Reşid Rızâ, Tefsiru’l-Menâr, XI/372-373
VESÎLE
- 473 -
tasavvufî eserlerde bu bilgilere rastlamaktayız. Elimizdeki ilk sûfî hal tercümesi kitabı olan Sülemî’nin2564 Tabakatu’s-Sûfiyye’sinden itibaren bütün kaynakların ortaklaşa verdikleri bilgi, Ma’rûf Kerhî’nin2565 kabrinin gece gündüz, sürekli olarak ziyâret edildiği, ziyâretçilerle dolup taştığı, derdi olan binlerce insanın onun vâsıtasıyla şifâ aradığı konusudur. Şu cümle asırlardan beri bu anlayışı belgelemektedir: “Ma’rûf’un kabri tecrübe edilmiş, denenmiş bir tiryaktır, bir ilâçtır, bir devâdır.” 2566
Âhirete intikal etmiş peygamberlerin veya evliyâdan olduğu kabul edilen iyi insanların ruhlarından yardım istemek İbn Teymiyye ve İbn Kayyim gibi birçok âlime göre kesinlikle meşrû değil; hatta şirk veya şirkin temelidir.2567 Ruhlarla tevessülü benimseyen mutasavvıfların ruhun ölümsüzlüğü ve tecrübeye dayalı amelî deliler yönüyle dayandıkları (delil olması tartışılacak) birtakım delilleri vardır. Bu tevessülün özellikle Hz. Peygamber ve sâlih insanların ruhlarıyla yapılmasının daha makbul olduğunu iddiâ ederler.
Tasavvuf ehline göre bazı ârifler velînin vefatından sonra, hayatında olduğundan daha kuvvetli bir kerâmete sahip bulunduğunu ifâde etmişlerdir. Zira onlar mahlûk ile alâkayı kesmi, rûhu sadece Yaratana yönelmiştir. Allah Teâlâ onunla tevessülde bulunanların isteklerini verir.2568 Bu kanaatin ispatı hususunda benimsenen temel prensiplerden birisi de budur. Sûfî inancına göre görünmeyen âlemin temsilcisi olan velîler (ircâlu’l-gayb), bu dünyada oradan aldıkları bir misyonu (ilâhî görevi) yerine getirmektedirler. Bu velîler yaşayan bazı insanlar olabileceği gibi, âhirete intikal etmiş velîlerin ruhları da olabilir. 2569
Birkısım âlimler ruhlardan yardım istenilmesi ve ruhların bazı tasarrufa sahip bulunabileceği fikrine şiddetle karşı çıkmışlar ve bu fikri benimseyenlere âit delilleri tenkide tâbi tutarak mukabele etmişler, hatta kişiyi şirke götürdüğünü söylemişlerdir. 2570
Ayrıca şunu belirtmekte fayda vardır: İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre yaratılmasına ve gerçekleşmesine sadece Cenâb-ı Hakk’ın muktedir olduğu şeylerin ölü veya diri bir kuldan istenmesi câiz değildir. Yardım istenilen rûhun veya şahsın yaratıcı değil, sadece şefaatçi oldukları kabul edilse bile bu tarz duâ zâhirî anlamda başka ilâhların varlığın ihsas ettirir ve imanı tehlikeye düşürür. 2571
Büyük bir problem olarak telâkkî edilen tevessül meselesinde titizlik gösterilen nokta tevhid inancının korunmasıdır. Bilindiği gibi duâ bir ibâdettir ve ibâdet ancak Allah’a yapılır. Yardım da -vâsıtalı vâsıtasız- yalnız Allah’tan gelir.
Tasavvufçuların bu yanlış ve mesnetsiz tevessül anlayışını savundukları halde, bazen bu görüşleriyle çelişik tavsiyelere de rastlanır. Hatta bu konuda câiz
2564] ö. 412/1021
2565] ö. 201/816
2566] Sulemî, Tabakatu’s-Sûfiyye, s. 85; Kuşeyrî, Risâle, s. 116; Attâr, Tezkiretu’l-Evliyâ, s. 353; vd.
2567] İbn Teymiyye, Kaidetun Celîletun fi’t-Tevessül ve’l-Vesîle, s. 16-18; İbn Kayyım, Medâricu’s-Sâlikîn, I/375
2568] Nebhânî, Şevâhidu’l-Hak fi’l-İstiğâseti bi Seyyidi’l-Halk, s. 120
2569] Erol Güngör, İslâm Tasavvufunun Meseleleri, s. 101, 109
2570] Tenkid edenlerin delilleriyle ilgili olarak bk. Ali Ataç, s. 85-99
2571] Hayreddin Karaman, İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri, -c.1- s. 101; Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, Konya, 1986, s. 49
- 474 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmayan görüşü savunup câiz olana karşı çıktıkları olur. Kuşeyrî’nin Risâlesinde bulunan şu ifâde birisinden bir şey istemekle ilgili mesele konusunda çelişkilerine bir örnektir: “Bana duâ et, diyen birisine sûfîlerden bir zât şu cevabı vermişti: ‘Allah ile arana yabancı bir şahsı vâsıta kılman Allah’tan ne kadar uzak kaldığını göstermeye kâfîdir.” 2572
İstiğâse
İstiğâse: Sıkıntılı anlarda sıkıntının giderilmesini isteme demektir. İstiğâse, “ğavs” kökünden türemiştir. Lügatta “ğavs”, sıkıntılı durumlarda yardım dileme anlamına gelir. Kendisinden yardım istenene de “müstağâs” denir. 2573
Kendisinden yardım istenenin, yardım istenen hususun üstesinden gelebilecek durumda olması tabiîdir. Değilse, yardım istemenin bir anlamı yoktur. Bu sebeple beşer üstü bir gücü gerektiren bir husus insanlardan istenemez. İnsanlardan ancak onların güçleri dâhilinde olan şeyler istenir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: “İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın.”2574 “Fakat onlar, dinde yardım isterlerse (onlara) yardım etmeniz gerekir.”2575 buyrulmaktadır.
“Başınız dara düştüğünde mezardakilerden yardım dileyin” şeklindeki uydurma bir hadise2576 dayanarak özellikle tasavvuf ehlinden bazıları, hazır bulunmayan veya ölmüş olan salih kişilerden yardım isteneceğini söyler ve buna “istiğase” adını verirler. Oysa hazır bulunmayan veya ölmüş olan bir kimseden yardım istemek, duâ kapsamına girer. İslâm inancına göre ise, duâ sadece Allah’a yapılır. Kendisine duâ edilenin sadece Allah olması gerektiği, Kur’an’ın birçok âyetlerinde belirtilmiş, başkasına duâ etmenin sapıklık olduğu gâyet açık bir şekilde ifade edilmiştir. Söz konusu âyetlerden birkaçı şöyledir:
“Allah’ı bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların duâlarından habersizdirler.”2577; “Gerçek duâ, ancak O’na yapılır. O’ndan başka çağırdıkları ise, kendilerinin hiçbir isteklerini karşılayamazlar.”2578; “Yahut duâ ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden kaldırıp) açıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün hâkimleri kılıyor?”2579; “Rabbiniz Allah’tır, mülk O’nundur. O’ndan başka çağırdıklarınız ise bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir.” 2580
Kendisinden yardım istenen kişinin salih bir kişi olması ile olmaması arasında bu açıdan bir fark yoktur. Burada önemli olan, onun yaratılmış olmasıdır. Nitekim “De ki; ‘O’ndan başka (kendilerinde bir şeyler) sandığınız kimseleri çağırın, onlar ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de (onu) başka bir yana çevirebilirler. O yalvardıkları da, onların (Allah’a) en yakın olanları da Rablerine yaklaşmak için vesile ararlar, azabından
2572] Kuşeyrî, Risâle, s. 438-439; Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, TDV Y. s. 268-283
2573] İbn Fâris, Mu’cemu Makayîsi’l-Luğa, Mısır 1971, IV. 400
2574] 5/Mâide, 2
2575] 8/Enfâl, 72
2576] Alûsî, Rûhu’l Meânî, Beyrut t.y. VI, 125
2577] 46/Ahkaf, 5
2578] 13/Ra’d, 14
2579] 27/Neml, 62
2580] 35/Fâtır, 13
VESÎLE
- 475 -
korkarlar.”2581 âyetlerinde kendilerine yalvardıklarından maksadın Hz. Uzeyr, İsâ ya da melekler olduğu selef âlimlerinden bir kısmı tarafından belirtilmiştir. 2582
Taberânî’nin “el-Mu’cemu’l Kebir”inde naklettiği bir hadiste şöyle denilmektedir: Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında mü’minlere eziyet eden bir münafık vardı. Hz. Ebû Bekir: “Kalkın bu münâfık hususunda Rasûlullah’tan (s.a.s.) istiğâsede bulunalım“ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah; “Benden istiğâsede bulunulmaz; ancak Allah'tan istiğâsede bulunulur“ buyurdu. 2583
Yardımın sadece Allah’tan isteneceğine dair nasslardan biri de, namazımızın her rekâtında okuduğumuz Fâtiha sûresindeki: “İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn: Sadece Sana ibâdet eder ve sadece Senden yardım dileriz” âyetidir. Müfessirler, “iyyâke” sözcüğünün, “na’budu ve nestaîn” sözcüklerinden önce zikredilmesinin hasr ifade ettiğini söylerler. Yani başkasına değil, sadece sana ibâdet ederiz ve başkasından değil, sadece senden yardım dileriz. 2584
Müfessir Fahruddin er-Râzî, “iyyâke nestaîn”in tefsirini yaparken şöyle demektedir: “Senden başkasından yardım istemem. Çünkü başkasının bana yardımı, ancak bana yardım etmesi için ona yardım etmenle mümkündür. Başkasının yardımı, ancak senin yardımınla gerçekleşebileceğine göre, bu aracılığı kaldıralım ve yardımı sadece senden isteyelim.” 2585
Netice olarak istiğase sadece Allah’a yapılır. Mezarda yatan ya da yanımızda hazır bulunan veya bulunmayan herhangi bir salih kişiden istiğâsede bulunmak, güçlerinin yetmediği bir şeyi onlardan istemek olur ki, bu, İslâm inancıyla bağdaşmayan bir husustur. Ancak kişinin salih birine giderek kendisi için duâ etmesini istemesi câizdir. Buna dair pek çok sahih rivâyet vardır. 2586
İstimdâd
Sözlükte “tehlikeli durumlarda yardım isteme, imdada çağırma” anlamına gelen istimdâd, tasavvufta “peygamber ve velîlere (evliyâlara) sığınıp herhangi bir dileğin gerçekleşmesi için onlardan yardım dilemek” mânâsında kullanılmıştır. Ağlayarak ve feryat ederek yardım isteme eylemi için istiğâse, istiâze ve ilticâ kelimeleri de kullanılmaktadır. Mânevî yardımda bulunma gücüne sahip olduğuna inanılan büyük velîlere gavs denir. Önemli bir tasavvuf kavramı olan himmetin de böyle bir işlevi vardır.
Kur’an’da ve hadislerde müslümanların birbirine yardımcı olmaları teşvik edilmiştir.2587 Bu yardım fiil, söz, fikir, bilgi ve duâ şeklinde olabilir. Fakat âyetlerde bir peygamberin veya velînin mâneviyâtından yardım istenebileceğinden söz edilmediği için bu hususta çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Sûfîler, hayatta olsun veya olmasın bir velînin mâneviyâtından yardım dilemenin câiz, hatta gerekli olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre çok uzakta bile olsa bir
2581] 17/İsrâ, 56-57
2582] Kurtubî, el-Camîi’l Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1966, X, 279; Ebu’s-Suûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Kahire t.y., V, 179
2583] Tabarânî’den naklen, İbn Teymiye, İbn Teymiye Külliyâtı, İstanbul 1986, I, 183
2584] Ebû’s-Suûd, a.g.e, I, 16-17
2585] er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Tahran t.y., I, 254
2586] Âlusi, a.g.e., VI, 125; M. Sait Şimşek, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 213-214
2587] 5/Mâide, 2; 8/Enfâl, 72, 74; Buhârî, Mezâlim 3-4; Müslim, Zikir 86-88; Tirmizî, Hudûd 3
- 476 -
KUR’AN KAVRAMLARI
velî kendisinden istimdâdda bulunanların yardımına yetişme gücüne sahiptir. Hayatta olan velîlerin mâneviyâtından bu şekilde yardım isteme düşüncesinin ilk sûfîlerden itibaren mevcut olduğu bilinmektedir. Ma’rûf-i Kerhî2588 yeğenine, “ihtiyacın olan bir şeyi Allah’tan talep ettiğin zaman beni aracı kılarak iste” demiş2589, mürîdi Serî es-Sakatî’ye benzer bir tavsiyede bulunmuştur. Muhammed bin Ali el-Kettânî velînin Allah’la kulları arasında vâsıta sayıldığını belirtmiş, kendisinin gavs olduğunu îmâ etmişti.2590 Ölümlerinden sonra da velîlerin rûhâniyetinden istimdâdda bulunma çok eski bir glenektir. Nitekim Ma’rûf-i Kerhî’nin kabri etkili bir şifâ kaynağı olarak kabul edilmiş2591, Hâce Abdullah-i Herevî vâsıtasıyla insanların pek çok ihtiyacının görüldüğüne inanıldığından kendisine “pîr-i hâcât” denilmiştir. Tarikat mensupları, özellikle tarikatlarının silsilesinde yer alan şeyhler aracılığıyla Allah’tan kendilerine feyiz ve yardım geldiğine inanmışlardır. Öte yandan ilk sûfîler arasında istimdâdın câiz olmadığını söyleyenler de vardır. Bâyezîd-i Bistâmî, insanın insandan imdat istemesini hapisteki bir kişinin yine hapiste bulunan bir kişiden yardım istemesine benzetmiştir.2592 Bazı sûfîler de ölmüş velîlerden yardım istemenin doğru olmayacağını ifâde etmişlerdir. İşrâkiyye ekolüne bağlı filozoflarla onların etkisinde kalan Fahreddin er-Râzî gibi kelâmcılar ise yatırların rûhâniyetinden faydalanmanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. 2593
İstimdâdı benimseyenler tarafından ileri sürülen başlıca deliller şunlardır: 1. İstimâd “Allah nezdinde değerli bir kul olan velînin şefaatçı olması” anlamına gelmektedir. Allah’ın kendilerine şefaat etme izni verdiği kullarının bulunduğu ve bunların âhirette şefaat edeceği,2594 ayrıca O’na yakın olmak amacıyla vesîle edinmenin gerektiği Kur’an’la sâbit olan bir husustur.2595 Peygamberler gibi ledünnî ilimleri Allah’tan vâsıtasız alabilen velîler hayatta olmasalar bile istimdâdda bulunan insanlara yardım edebilirler.2596 2- Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Peygamber’in haklarında istiğfarda bulunduğu kimselerin affedileceği bildirilmiştir,2597; istimdâd da buna benzemektedir.2598 3- Duâların her konuda etkili olduğu âlimlerce kabul edilen bir husustur. Velîlerden yardım istemek onların Allah nezdinde makbul olan duâlarını talep etmek demektir. 4. Günahkâr bir kulun doğrudan Allah'a yönelmesi uygun olmadığından İlâhî dostluğu kazanmış bulunan velîlerin aracı kılınması gerekir.2599 Bunların yanında bazı hadislerle Hz. Ömer’in yağmur duâsına çıkarken Hz. Abbas’ı yanına alıp onun yüzü suyu hürmetine Allah’tan yağmur dilemesi de2600 delil olarak gösterilmiştir. 2601
2588] ö. 200/816
2589] Ebû Nuaym, Hilye, 8/364
2590] Hatîb, Târîhu Bağdâd, III/75; Şa’rânî, et-Tabakat, I/110
2591] Sülemî, Tabakat, s. 85; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 61
2592] Sülemî, Tabakat, s. 126; İbn Teymiyye, el-İstiğâse, I/474
2593] el-Metâlibu’l-Âliyye, VII/275-277; İbn Teymiyye, Kaide Celîle, s. 24
2594] 2/Bakara, 255; 20/Tâhâ, 109
2595] 5/Mâide, 35; Mahmud Şükrî el-Âlûsî, I/253
2596] Hâlid el-Badâdî, Risâle fî hakkı’r-Râbıta ve’l-İstimdâd mine’l-Evliyâ, s. 20-25
2597] 4/Nisâ, 64
2598] Yûsuf Şevkî el-Ûfî, Hediyyetu’z-Zâkirîn ve Hüccetü’s-Sâlikîn, s. 8
2599] Reşid Rızâ, Tefsîru’l-Menâr, IV/119; VIII/375; XI/391
2600] Buhârî, İstiska 3
2601] Zâhid Kevserî, İrgâmu’l-Merîd, s. 3
VESÎLE
- 477 -
Kelâm âlimleri genellikle sûfîlerin istimdâdla ilgili görüşlerine temas etmemiş, fıkıhçıların çoğu ise bunun mekruh olduğunu söylemekle yetinmiştir.2602 Bu konuda sûfîleri en çok eleştirenler hadisçilerle Hanbelî fakihleridir. Bunlara göre ileri sürülen deliller sûfîlerce benimsenen anlamda bir istimdâdı kanıtlayıcı mâhiyet taşımaz. Zira delillerin bir kısmı zayıf, bir kısmı da doğrudan doğruya istimdâd konusuyla alâkalı değildir. nitekim delil olarak zikredilen şefaat âyetleri âhiretle ilgili olup bunlarda hiçbir şekilde istimdâda temas edilmemiştir. Bunun yanında Hz. Peygamber’in, haklarında istiğfarda bulunduğu kimselerin İlâhî affa mazhar olacağı belirtilmekteyse de bu âyet münâfıklardan bahseden bir grup âyet içinde yer almakta olup konunun istimdâdla ilgisi yoktur. Duâ ile istimdâd farklı şeyler olup duânın istimdâdla özdeşleştirilmesi söz konusu değildir. Günahkâr bir kulun tevbe için doğrudan Allah’a yönelmeyip bir velîyi aracı kılmasına gelince, Kur’ân-ı Kerim’de yer alan tevbe âyetlerinden herhangi bir aracıdan bahsedilmemekte, aksine doğrudan Allah’tan mağfiret talep edilmesi istenmektedir. Ayrıca Fâtiha sûresinde de sadece Allah’a ibâdet etme ve sadece O’ndan yardım isteme yolu emredilmektedir. Sûfîlerce delil olarak gösterilen bazı rivâyetler sahih olmadığı gibi, Hz. Abbas’la ilgili olayda da ashâb doğrudan Allah’tan yardım dilemiştir.
İstimdâdı benimseyenler, ihtiyaç veya sıkıntı içinde bulunan kişinin Hz. Peygamber’den sonra velîden yardım isteyebileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak “Allah’ın dostu” mânâsındaki velînin tip olarak değilse de şahıs olarak kim olduğunu belirlemek mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerim mü’minlerin Allah’a, O’nun da mü’minlere dost olduğunu ifâde etmiş, peygamberlerden başka kimseyi tezkiye etmemiş ve kişilerin mânevî güce sahip olduklarını zannedip kendilerini temize çıkarmalarını da yasaklamıştır. 2603
Kur’an’da ve sahih hadislerde istimdâd kelimesi geçmemekle birlikte “medd” kökünden türeyen ve “yardım etmek” anlamına gelen “imdâd” fiili kalıbında kullanılmış ve Allah’ın melek göndermek sûretiyle mü’minlere yardım ettiği haber verilmiştir.2604 Bu âyetler yardımın Allah’tan isteneceğini açıkça ifâde etmektedir. Ayrıca Kur’an’da duânın ancak Allah’a yapılabileceği, Allah’ın duâları işittiği ve onlara icâbet ettiği, darda kalan kişinin bu sırada Allah’tan başkasına yalvarmadığı, insanları her türlü sıkıntı ve felâketten Allah’ın kurtaracağı, Allah’tan başka varlıklara duâ etmenin tevhidi ihlâl edeceği bildirilmiştir.2605 İnsanların sadece Allah’a sığınıp doğrudan doğruya O’na duâ etmeleri gerçek dindarlığın bir gereği, Allah’tan başkasından medet ummaya kalkışmak ise câhiliyye âdeti olarak değerlendirilmiştir. 2606
İstimdâd konusunda sûfîlerin görüşünü ağır bir şekilde eleştiren Takıyyuddin İbn Teymiyye pek çok eserinde bu meseleyi ele almış, ayrıca Kaide Celîle fi’t-Tevessül ve’l-Vesîle ve’l-İstiğâse adıyla iki risâle kaleme almıştır. Ona göre bir müslümanın Hz. Peygamber'i vesîle edinerek Allah'tan kendisini nimet ve rahmete ulaştırmasını veya zarardan korumasını istemesi câizdir.2607 Bunun yanın2602]
Merğınânî, el-Hidâye, IV/96
2603] 53/Necm, 32
2604] 3/Âl-i İmrân, 123-125
2605] 6/En’âm, 63; 7/A’râf, 128; 10/Yûnus, 106; 72/Cinn, 20
2606] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 8/6399
2607] el-İstiğâse, I/474
- 478 -
KUR’AN KAVRAMLARI
da bir kişinin takvâ sahibi bir mü’minden kendisi için duâda bulunmasını ricâ etmesi de mümkündür. Ancak, bir müslümanın, yanında bulunmayan veya ölmüş olan kişilere sığınması, onlardan yardım istemesi haramdır. İbn Teymiyye peygamberlerden bile istimdâdda bulunmanın tasvip edilemeyeceğini ve “bazı işlerinizde kararsızlık içinde bulunursanız ölülerden yardım isteyiniz” şeklindeki sözün hadis olmadığını belirtir.2608 İbn Kayyim de hocası İbn Teymiyye’nin görüşlerine katılır.2609 Muhammed bin Abdülvehhâb bu konuda İbn Teymiyye’yi tâkip ederek darda kalındığında Allah’tan başkasından yardım istemeyi bir nevi şirk saymıştır.2610 Yûsuf en-Nebhânî ise Şevâhidu’l-Hak adlı eserinde İbn Teymiyye’nin görüşlerini eleştirmiştir.
Öte yandan insanları vâsıta edinerek (tevessül) Allah’tan yardım istemeyi doğru bulmayan hadisçilerle Hanbelîler ve bunun mekruh olduğunu söyleyen Hanefîler kişinin kendi amel ve ibâdetlerini vâsıta kılmasını câiz görmüşlerdir. Buna göre bir mü’minin, “Allah’ım! Senin rızânı kazanmak amacıyla şu hayırlı işi yaptığım için“ veya “Elimde imkân bulunduğu halde şu günahı işlemediğim için beni sıkıntıdan kurtar“ şeklinde duâ etmesi câizdir. Nitekim bir mağarada mahsur kalan üç kişinin kurtulmak amacıyla en değerli amellerini Allah katında vesîle kıldıkları bildirilmektedir.2611 “Allah katında vesîle arayın.”2612 meâlindeki âyeti de bu yönde yorumlayanlar olmuştur.
Kişinin doğrudan Allah’tan yardım istemesi, tehlikeli ve sıkıntılı zamanlarda sadece O’na sığınması, İslâm’ın itikad ve ibâdet ilkeleri açısından tercih edilecek yegâne davranıştır. Açık ve kesin nasslara dayanmayan istimdâdın yanlış anlama ve istismâra müsâit olduğu şüphesizdir. Ancak bazı sûfîlerin ve halktan bazı kesimlerin iyi niyete dayanan böyle bir davranışını küfür (şirk-i hafî) saymak da tevhid inancını benimseyen bir müslüman hakkında isâbetsiz verilmiş bir hüküm niteliği taşır. 2613
Tevessül Tartışmaları
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin çoğunluğu tevessülün meşrûluğunda uzlaşmışlar ve bu konuda âyetleri ve sahih hadîsleri delil getirmişlerdir. Ancak Müslümanların bir kısmı, Kitap, Sünnet ve bu ümmetin selefinin amelinde ifadesini bulan tevessül kavramının niteliğini anlamada sorunlarla karşılaşmışlar, “tevessül”ü, İslâm’ın temel dinamikleri ve Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) metod çizgisiyle çelişir tarzda yanlış anlamışlardır. Bu konuda zayıf ve uydurma hadîsleri delil edindikleri gibi tevessül hakkındaki âyetleri yanlış anlayışlarına uygun biçimde te’vil ederek daha da ileri gitmişlerdir.
Bilindiği gibi bizler Kitap ve Sünneti anlamada ihtilâfa düşersek Selef-i Sâlihîn’in anlayışına başvururuz. Zira onlar âyetler ve hadîsleri anlamada insanların en bilgilileri ve en doğru sözlüleridir. Onlar Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) tanıklığıyla bu ümmetin en hayırlılarıdır. “İnsanların en hayırlıları benim
2608] Kaide Celîle, s. 157; Mecmûatu’r-Resâil, I/15 vd.
2609] İğâsetu’l-Lehfân, I/201-228
2610] Kitâbu’t-Tevhîd, s. 49-50
2611] Buhârî, Edeb 5; Müslim, Zikir 100
2612] 5/Mâide, 35; 17/İsrâ, 57
2613] Yusuf Şevki Yavuz, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 23, s. 363-364
VESÎLE
- 479 -
çağımdakilerdir. Sonra onların peşinden gelenler, sonra da onların peşinden gelenler...” 2614
Allah’a ve Rasûlüne (s.a.s.) iman eden herkesin hevâya tâbi olmaktan kaçınması gerekir. Zira hevâ, Allah’ın yolundan saptırır. Allah ve Rasûlüne (s.a.s.) iman eden herkes Selef-i Sâlihîn’in (Sahâbe, Tâbiûn ve Etbau’t-Tâbiîn) yoluna tâbi olmalıdır. “Her kim kendisine doğru yol belli olduktan sonra Rasûl’e muhâlefet eder ve mü’minlerin yolundan başkasına tâbi olursa onu döndüğü yola çevirir ve cehenneme sokarız. O ne kötü bir yerdir!”2615; “Muhacirler ve Ensar’dan öncü kimseler ve onlara güzellikle tâbi olanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razıdırlar. Allah, onlara ebedî kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Bu büyük bir kazançtır.”2616; “Bana yönelenin yoluna tâbi ol.” 2617
Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Benden sonra yaşayanlarınız pek çok ihtilâf görecektir. Benim ve Raşid Halifelerimin Sünnetine sımsıkı sarılın. Dinde sonradan uydurulan işlerden sakının. Dinde uydurulan her şey bid’attir. Her bid’at de sapıklıktır.”2618 “Ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri hâriç tümü cehennemdedir.” Ashâb: “Kurtulanlar kimlerdir ey Allah’ın Rasûlü?” diye sorunca, “Benim ve ashâbımın yolundan gidenlerdir” buyurdu.2619
Ashâbın büyüklerinden Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) şöyle der: “Kim bir yol tutacaksa ölmüş kimselerin yolunu tutsun. Bunlar Muhammed’in (s.a.s.) ashâbıdır. Onlar bu ümmetin en hayırlısı, kalben en temizi, ilim olarak en derini ve amellerde dengeli davranıp aşırıya kaçmayanları idiler. Allah, onları Peygamberine arkadaş olsunlar, dinini nakletsinler diye seçmişti. Onların ahlâkı ile ahlâklanın, gittikleri yoldan gidin. Zira onlar dosdoğru bir yol üzereydiler.” 2620
Ahmed bin Hanbel (r.a.) der ki: “Bizce sünnetin metodu, Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) ashâbının yoluna sımsıkı yapışmak, onları örnek almak ve bid’atleri terk etmektir.”2621 İmam Evzâî (r.a.) şöyle der: “İlim, Muhammed’in (s.a.s.) Ashâbından gelen şeylerdir. Bundan başkası ilim değildir.”2622 İmam Mâlik (r.a.) şu beyti çokça söylerdi:
“Din işlerinin en hayırlısı Sünnet olandır
İşlerin en şerlisi uyduruk bid’atlerdir.”
Tevessül, “vesile edinmek” olduğuna göre “vesile” bir anahtar kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Konuyu kavramak, bu kavramı tanımaktan geçer. “Vesile” sözlük anlamıyla, kendisiyle başkasına yakın olunan, taleb edilene içten bir yakınlık ve ona yol aramaktır. “Vessele il Allah’i tevsîlen” Allah’a yakınlaştıran bir amel işledi demektir.
İbn Esir “en-Nihaye fî Garib-il Hadîs ve’l-Eser”de şöyle der: “Vesile: Kendisiyle
2614] Buhârî, 3449; Müslim, 3851
2615] 4/Nisâ, 115
2616] 9/Tevbe, 100
2617] 31/Lokman, 15
2618] Ebû Dâvûd, Sahih
2619] Tirmizî, Sahih
2620] Beğavî, Şerhu’s-Sunne
2621] Lâlkâî, Şerhu Usûli İtikadi Ehli’s-Sunne
2622] İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-İlm
- 480 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir şeye ulaşılan, ona yaklaşılan şey. Çoğulu: Vesâil. Örnek olarak ezan hadîsi verilebilir. “Allahumme âti Muhammedeni’l-vesile.” Denilmiştir ki buradaki vesileden kasıt, kıyâmet günündeki şefaattir. Başka bir görüşe göreyse cennet menzillerinden bir menzilin adıdır. Hadîste murad olunan, Allah’a yakınlıktır.”
Râgıb el-İsfahanî “Müfredâtu Elfâzı’l-Kur’ân”da şunları yazar: “Vesîle; arzu ile bir şeye yol arama, ulaşma. Vesîle, vasîleden daha özel bir anlam taşır. Zira arzu ve istek içerir. “O’na (yaklaştıracak) bir vesile arayın / arzulayın.”2623 Allah’a yaklaştıracak vesilenin gerçek anlamı, ilim ve ibâdet ile çizdiği yolda gitmek, kurbet/Allah’a yakın olmak gibi şeriatın yüce mertebelerine yol aramaktır. Vâsil, Allah’a rağbet duyandır.
Vesile’nin diğer bir anlamı da, sultanın yanındaki menzil, derece ve yakınlıktır. Vesile ayrıca hadîste geçtiği gibi cennetteki yüce makamın da adıdır. “Benim için Allah’tan vesile’ye isteyin. Zira o, cennetteki bir menzildir.” 2624
Vesîle; İslâmî terminolojide, Allah’a yaklaştıracak bir sebep edinmektir. Kişinin Allah’a yakınlığı, Allah katında yüksek bir derece elde etmek, bir ihtiyacını gidermek, bir faydayı celb, bir zararı defetmek ve hem dünya hem de âhirette istediğini elde etmek için Allah’a ve Rasûlüne itaati ve sâlih ameller işlemesiyle gerçekleşir. Allah’a tevessülde bulunmak ancak Allah’ın çizdiği sınırlar dâhilinde olur. 2625
Vesile Kavramının Şer’î Anlamı:
Şer’î vesile üç esasa dayanır.
1- Kendisine tevessülde bulunan: Bu, üstünlük sahibi Allah’tır.
2- Tevessülde bulunan: Bu, Allah’a yakınlık istemeye muhtaç zayıf kuldur. Bu yakınlıktan fayda umarak ya bir ihtiyacını gidermek ya da bir zararı başından savmak ister.
3- Kendisiyle tevessülde bulunan: Bu vesile diye adlandırılan, kişiyi Allah’a yaklaştıran sâlih ameldir.
Vesile’nin Allah’a yaklaştıran, ihtiyacı gideren faydayı sağlaması şu şartların oluşumuyla gerçekleşir:
1- Allah’a tevessülde bulunan kul sâlih bir kul olmalı, ameliyle yalnız Allah’ın vechini gözetmelidir.
2- Kendisiyle tevessülde bulunulan amel, Allah’ın kendisine nasıl yaklaşılacağını kullarına göstermek için dininde var kıldığı amellerden olmalıdır.
3- Meşrû amel, Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) edâ ettiği şekle uygun olmalı; ne ziyade ne de noksan olmamalı, tayin edildiği zaman ve mekânda yerine getirilmelidir. Aksi takdirde bid’at işlenmiş olur.
Buradan hareketle bid’atin kişiyi Allah’a yaklaştırmayıp aksine uzaklaştırdığı görülebilir. Allah’a bid’at işleyerek ibâdet eden kimse; hakkıyla ona ibâdet
2623] 5/Mâide, 35
2624] Müslim, Kitâbu’s-Salât
2625] Bk. İbn Kesir, cilt 2, s. 52; Fethu’l-Bârî c. 10, s. 12
VESÎLE
- 481 -
etmiş sayılmaz. Bu üç şart yerine geldiğinde vesile meşrûluk kazanır ve “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve ona doğru vesile arayın, yolunda cihad edin. Umulur ki kurtulursunuz.”2626 âyetinin kapsamına girmiş olur. Bu âyet, farzlar ve vaciplere ziyade olarak yapılacak taatlerle Allah’tan yakınlık isteme konusunda mü’minler için bir emir bildirgesidir. Bu emir bildirgesi, sâlih amellerle vesile isteme konusunu da içermektedir. Bu âyet, şer’î tevessülün ispatında da bir delil niteliği taşır. Bu konuda âlimlerin arasında bir ihtilâf yoktur. İhtilâf, tevessülün nasıl yapılacağı konusundadır. Dört imam ve diğerlerinden, şeriatın maksatlarını bilip, gereğince amel eden âlimlerin sahih tevessül anlayışı üzerinde olduklarını bilmek bile başlı başına bir delil olarak yeter. Bu anlayışa göre, meşrû tevessül İslâm’da asıldır, bid’at olarak buna sokuşturulan şeyler ise merduttur, reddedilir.
Bizler, bu ümmetin sâlih selefinin yolunda yürüyen âlimlere tâbi oluruz. Büyük sahabi Huzeyfe b. Yemân’ın vasiyetine uyarak, Kelâm ilmi ve İslâm’a sokuşturulmuş felsefe bağlılarına tâbi olmaktan kaçınırız. Bu vasiyet şöyledir: “Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) ashâbının ibâdet etmediği hiçbir ibâdet şeklini kabullenip de bunlarla ibâdet etmeyin. Öncekiler (yani ashâb) sonradan gelenlere söyleyecek söz bırakmamıştır. Allah’tan korkun ey kurra topluluğu! Sizden öncekilerin yolunu tutun.”
Tevessülün Çeşitleri
Kitap ve Sünnetin Kavranması: Tevessülün çeşitleri bulunduğuna göre şer’î tevessülü bid’at tevessülden ayırmak gerekmiştir. Bu ayrımı yapabilmek için de bize çelişkili gelen noktaları açığa kavuşturacak bir şaşmaz ölçüye ihtiyaç vardır. Bu ölçü, Allah’ın Kitabı, Rasûlü’nün Sünneti ve Selef-i Sâlihîn’in bu ikisini kavrama metodudur. Allah, bizi Kitap ve Sünneti hakem olarak kabul etmeye çağırmıştır. “Ey iman edenler! Allah’a, Rasûlüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüzde Allah’a ve Rasûlüne havale edin. Bu, en hayırlısıdır ve en güzel çözüm yoludur.” 2627
İbn Kesir (r.a.) bu âyetin tefsirinde şöyle der: “Rasûl’ün (s.a.s.) getirdiği şeriat yolundan başkasına uyan bir taraftadır, şeriat ise öbür tarafta. Böyle kimse kendisine açık bir şekilde hak belli olduktan sonra kasden, bilerek bu tavrı almış bulunmaktadır.” “Mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa” kavline gelince bu ilk sıfatıyla birlikte değerlendirilir. Ancak bu muhalefet, şari’in nassına karşı olabileceği gibi Muhammed ümmetinin ittifak ettiği iyice bilinen bir konudaki icmâa karşı da olabilir. Peygamber’i tazim, mü’minleri şereflendirme bâbında bu icmâda bir hatâdan korunmuşluk söz konusudur. Bu konuda pek çok sahih hadîs vardır ve biz “Usûl Hadîsleri” adlı kitapta bunlardan delil olabilecek birkaçını zikretmiş bulunmaktayız.
Âlimlerden bir kısmı icmâ konusundaki delâleti uzak bulsa da uzunca bir düşünmeden sonra icmâın en güzel ve en kuvvetli istinbat yollarından biri olduğu görülür. Bu yüzden Allahu Teâlâ şöyle vaidde bulunmuştur: “Onu döndüğü yola çevirir ve cehenneme koyarız. O ne kötü bir yerdir.” Yani, eğer mü’minlerin yolunu bırakıp yanlış yola girerse, istidrac olarak bu yolu güzel ve süslü göstermekle ona
2626] 5/Mâide, 35
2627] 4/Nisâ, 115
- 482 -
KUR’AN KAVRAMLARI
karşılık verir ve âhirette cehennemi ona mesken kılarız. Zira hidâyetten çıkan kimsenin kıyâmet gününde cehennemden başka gidecek yolu yoktur. 2628
Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri hariç tümü cehennemdedir.” Ashâb, ‘Bunlar kimlerdir ey Allah’ın Rasûlü?’ diye sorunca, “Benim ve Ashâbımın yolundan gidenler” diyerek cevap vermiştir. 2629
Niçin Sahâbe’nin Kavrayışıyla Sınırlıyoruz?: Bu hadîsin ışığında Kitap ve Sünnetin anlaşılmasını niçin Sahâbe’nin anlayışıyla sınırladığımız daha iyi kavranacaktır. Sahâbe, akide konusunun kavranmasında birçok özelliğiyle ön plâna çıkmaktadır. Bu özelliklerden en önemlisi şunlardır:
1- Onlar vahyin inişine tanıklık etmişler ve olayların akışına göre Rabbinden vahy almaktayken Peygamber (s.a.s.) ile birlikte yaşamışlardır. Bu yüzden onlar, vahy ve iniş sebeplerinde, Allah ve Rasûlünün muradının ne olduğu konusunda insanların en bilgili olanlarıdır.
2- Peygamberlerin havarileri ve yakın dostları, risalet konusunda ve bununla ilgili hükümler noktasında insanların en çok bilenleridir. Gerek akide gerek şeriat konularında incelikleri bilen, hakikatleri idrak eden bu kimseler, insanların ilim ve amel yönüyle en mükemmel örnekleridir. Sonradan gelenlerden onlardan daha mükemmel olamazlar.
3- Sahâbe arasında akide noktasında bir ihtilâf olmamıştır. Onlar, tüm açıklığıyla Peygamber’den (s.a.s.) almış oldukları akidede tam bir ittifak içerisindeydiler. Oysa ictihad ve ihtilâfa açık fer’î hükümler noktasında böyle bir ittifak söz konusu değildir. Yine de delil ortaya konduğunda tereddütsüz boyun eğerlerdi.
4- Sahâbe-i Kirâm (r.anhum) takıldıkları konularda Allah Rasûlü’ne (s.a.s.) sorarlardı. Bu, iyi bilinen bir husustur.
Bu hususlar gereğince her Müslüman, ashâbın (r. anhum) Kitap ve Sünneti kavrama metoduyla sınırlı kalmak zorundadır. Ümmette mevcut ihtilâfları gidermek ve ümmeti hayırlı konumuna tekrar getirmek böyle mümkündür. Allah ve Rasûlünün beyan ettiği bu ölçü gereğince tevessülün açıklamasına geçiyor ve Allah’ın yardımıyla diyoruz ki:
Âlimler, tevessülü iki kısma ayırmışlardır.
1- Meşrû Tevessül,
2- Bid’at Tevessül.
Meşrû Tevessül ve Çeşitleri
Meşrû tevessül, inanç, söz veya fiil olsun, Allah’ın sevdiği ve razı olduğu vacib ve müstehab ibâdetlerle O’na yaklaşmaktır. Meşrû tevessül Allah’ın kitabı, Rasûlünün sünneti ve bu ümmetin Sâlih Selefinin amelinde geldiği gibi üç çeşittir.
1) Allah’a Esmâü’l-Hüsnâ’sı (Güzel İsimleri) ve Yüce Sıfatları ile Tevessül
Allah’a güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla tevessül, mü’min kul için en yararlı, en büyük ve en hayırlı vesilelerdendir. Zira mü’min kul, duâsında boş çıkmaz ve
2628] İbn Kesir, Kasımî Tefsiri, cilt 5, shf. 457-475
2629] Tirmizî
VESÎLE
- 483 -
Rabbinin icabetinden mahrum kalmaz. Bu konudaki delillerden biri şu âyettir: “Güzel isimler Allah’ındır. Onlarla Allah’a duâ edin ve Allah’ın isimlerinde ilhada sapanları bırakın. Onlar, yaptıklarının karşılığını göreceklerdir.” 2630
Sünnetteki delil ise Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) şu sözüdür. “Tasası çoğalan desin ki: ‘Allahım! Şüphesiz ben Senin kulunum. Kulunun ve ezriyenin oğluyum. Alnım (kaderim) elindedir. Hakkımda Senin hükmün geçerlidir. Hakkımda kazâ buyurduğun adâlettir. Nefsini isimlendirdiğin, bir yarattığına bildirdiğin kitabında indirdiğin veya katındaki gayb ilmine sakladığın tüm isimlerinde Sen’den Kur’ân’ı kalbimin baharı, göğsümün nuru, hüznümün gidericisi, tasamın gidişi kılmanı isterim’ desin. Allah, bu kimsenin hüznünü ve tasasını giderir ve yerine sevinç verir.” 2631
Yine bu delillerin biri, Allah Rasûlü’nün teşehhüdde “Baba da olmayan oğul da olmayan, doğurulmuş olmayan, bir dengi bulunmayan Ehad ve Samed Allah! Senden günahlarımı bağışlamanı dilerim. Şüphesiz seni Gafursun, Rahim’sin” diyen birine işittiğinde “Bağışlandı, bağışlandı” diye üç kere söylemesidir.2632 Allah Rasûlü’nün duâlarından biri de şudur: “Ey Hayy, ey Kayyûm! Rahmetinden imdat dilerim.” 2633
Bu ve benzeri hadîsler, Allah’ın isimlerinden veya sıfatlarından biriyle tevessülde bulunmanın meşrûluğunu gösterir. Bu şekilde tevessül, Allah’ın sevip razı geldiği işlerden olduğu için Allah Rasûlü böyle yapmıştır. Bize düşen Allah Rasûlü’nün duâ ettiği şekilde duâ etmektir. Bu, kendi uydurduğumuz duâlardan bin kere daha hayırlıdır.2634 Ashâb, Tâbiûn ve Etbau’t-Tâbiîn bu şekilde duâ etmişler, âlimler ve müctehid imamlar katında da böyle olagelmiştir. İnşallah kıyâmete dek böyle de sürecektir. Müslüman, duâsından önce isteğine uygun düşen ismi anmalıdır. Örneğin rahmet istiyorsa Rahman ismini, bağışlanma istiyorsa Gafur ismini anması uygun düşer.
Bu şer’î duâlar uydurduğumuz duâlardan çok daha hayırlıdır. Zira biz Allah Rasûlü’ne (s.a.s.) tâbî olmakla emrolunduk “Rasûl size neyi verdiyse alın, sizi neden alıkoyduysa ondan da sakının.” 2635
2) Allah’a Yapılan Sâlih Amel ile Tevessülde Bulunmak
Müslümanın duâsında şunları demesi buna örnektir. “Allahım! Sana olan imanım ve sevgim, Rasûl’ün Muhammed’e (s.a.s.) tâbi oluşum ve ona iman edişim hürmetine benden belâları gider, beni rahata erdir.” Duâ eden, yalnızca Allah’ın vechini umarak işlediği sâlih ameli anmalı, onunla Allah’tan istemelidir. Allah’a iman, namaz, oruç, hac, sadaka, cihad, sınırda nöbet tutmak, Kur’ân okumak, Allah’ı zikretmek, tesbihatta bulunmak, Allah Rasûlü’ne salâtü selâm getirmek, istiğfarda bulunmak, Allah’a duâ etmek, hayır işleyip haramları terk etmek sâlih ameller cümlesindedir.
Bu çeşit tevessülün meşrûluğuna delil olan âyetler şunlardır: “İbrahim ve İsmail Beyt’in (Kâbe’nin) temellerini yükseltirken (şöyle duâ ettiler): “Rabbimiz! Bizden bu ameli kabul buyur. Şüphesiz sen çokça duyan, çokça bilensin. Rabbimiz! Bizi
2630] 7/A’râf, 180
2631] Ahmed bin Hanbel, Müsned, Sahih. Silsiletü Ehadîsi’s-Sahiha -199-
2632] Ebû Dâvûd, Sahih
2633] Tirmizî, Sahih
2634] Elbânî, Tevessül, Çeşitleri ve Hükümleri
2635] 59/Haşr, 7
- 484 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve soyumuzu sana iman edenler kıl, bize (haccın) menasiklerini göster ve bizleri bağışla. Şüphesiz sen tevbeleri çokça kabul eden ve çokça rahmet gösterensin.” 2636
“Derler ki: Rabbimiz! Bizler iman ettik. Günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru!” 2637
“Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Rasûlü’ne tâbi olduk. Bizi şahid olanlarla yaz.” 2638
“Rabbimiz! Rabbinize iman edin diyerek imana çağıran bir münadiyi işittik ve iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötü amellerimizi ört ve bizim canımızı iyiler zümresiyle birlikte al.” 2639
Sünnetten delil ise Sahihayn’de geçen Mağara Ashâbının kıssasıdır. Hadîs kısaca şöyledir: “Önceki ümmetlerden üç kişi bir fırtına zamanı korunmak için bir mağaraya sığınır. Ancak bir kaya mağaranın girişine düşerek onları mahsur bırakır. Kurtulmak için herbiri yapmış oldukları sâlih amelleri anarak Allah’a tevessülde bulunurlar. Allah da Kayayı aralar ve onları bu durumdan kurtarır.” 2640
Kulun Allah’a karşı âcizliğini dile getirip yardım dilemesi de bu çeşit tevessülün kapsamına girer. “Bana zarar dokundu. Sen merhametlerin en merhametlisisin diye Rabbine seslenen Eyyüb’ü de an.”2641 Yûnus kıssasında olduğu gibi kulun nefsine zulmedip Allah’a durumunu arz etmezsi de bu kapsamdadır. “Sen’den başka ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Şüphesiz ben zâlimlerden oldum.” 2642
Hz. Ebû Bekr (r.a.) hadîsini de bu bağlamda ele almak gerekir. Hz. Ebû Bekr (r.a.) Allah Rasûlü’ne (s.a.s.) “Bana namazımda duâ edebileceğim bir duâ öğret” deyince Allah Rasûlü (s.a.s.): “De ki: ‘Allahım! Ben, nefsime çokça zulmettim. Günahları ancak Sen bağışlarsın. Katından bir mağfiretle beni bağışla ve bana merhamet et. Şüphesiz Sen Gafursun, Rahim’sin“ buyurmuştur. “Allahım! Sana tevbe ettim. Beni Bağışla!” diyerek kulun Allah’a tevbede bulunması da bu tevessülün kapsamına girer.
3) Sâlih Kimselerin Duâsı ile Allah’a Tevessül
Kul, şiddetli bir sıkıntıya veya büyük bir musibete rastgeldiğinde tek başına Allah’a yönelmeye yüz bulamayıp takva ehli gördüğü, Kitap ve sünnette ilim sahibi bildiği bir kimseden durumunun düzelmesi için Allah’a duâ etmesini talep edebilir.2643 Bu çeşit tevessül, Kitap ve sünnetten delillerin işaret ettiği gibi meşrûdur. Kitaptaki deliller şunlardır:
“Rabbimiz! Bizi ve bizi imanda geçmiş bulunan kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde iman edenlere karşı kin bırakma. Rabbimiz! Sen Rauf’sun, Rahim’sin.”2644 Yine oğullarının Yakub’a aleyhi’s-selâm dediği gibi: “Dediler ki: Ey Babamız! Bizim için bağışlanma
2636] 2/Bakara, 127-128
2637] 3/Âl-i İmrân, 16
2638] 3/Âl-i İmrân, 53
2639] 3/Âl-i İmrân, 193
2640] Buhârî; Müslim
2641] 21/Enbiyâ, 83
2642] 21/Enbiyâ, 87
2643] Tevessül, Çeşitleri ve Hükümleri, Elbânî
2644] 59/Haşr, 10
VESÎLE
- 485 -
dile. Bizler günahkâr olduk. Dedi ki: Sizler için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. O, Gafur’ dur, Rahim’dir.” 2645
Sünnetteki deliller de şunlardır: “Müslümanın, gıyabında kardeşi için yapmış olduğu duâ kabul görür. Kardeşi için her hayır duâsında başında dikilen bir müvekkel melek, ‘Âmin ve bir misli de senin için olsun’ der.” 2646
Ve Enes b Mâlik’ten (r.a.) edilen şu rivâyettir: “Ömer b. Hattab, kıtlık vakti Abbâs b. Abdulmuttalib ile istiska’ya (yağmur duâsına çıkınca) demiştir ki: “Allahım! Sana Peygamberimiz (s.a.s.) ile tevessülde bulunurduk, Sen de bize su indirirdin. Şimdiyse Peygamberimizin amcası ile sana tevessülde bulunuyoruz. Bize su indir.” Enes (r.a.) der ki: “Gerçekten yağmur inmiştir.”2647 Hz. Ömer’in (r.a.) sözündeki anlam şudur: Bizler Peygamberimizi (s.a.s.) kast ederek ondan duâ istiyor, bu duâ ile de Allah’a yakınlık umuyorduk. Şimdiyse Peygamberimiz (s.a.s.) Rabbine kavuşmuş olduğundan bizim için duâda bulunması mümkün değildir. Bu nedenle hayatta bulunan amcasından bizim için duâda bulunmasını talep ediyoruz.
Meşrû tevessülün çeşitleri bunlardır. Bunların dışındaki tevessül çeşitleri ise herhangi bir delile dayanmış değildir.
Meşrû tevessül çeşitlerinin hükümleri farklıdır:
a) Vâcip: Allahın isimleri, sıfatları, iman ve tevhid ile tevessül.
b) Müstehab: Sâlih ameller ve sâlih kimselerin duâsı ile tevessül.
Buradan hareketle, darlık ve musibet bid’at ve ma’siyetleri terk edip Allah’tan korkarak, ondan hayz ederek ve ona taatte bulunarak meşrû vesilelerle Allah’a tevessülde bulunmanın her Müslümanın görevi olduğunu söyleyebiliriz.
“İşte dosdoğru yolum budur. Ona tâbi olun. Başka yollara uymayın. Bu yollar sizi onun yolundan ayırır. Allah sakınasınız diye size böyle emreder.” 2648
“Rabbinizden size indirilene tâbi olun. Ondan başkasına dost edinip uymayın. Ne kadar az ögüt alıyorsunuz.” 2649
“Farkında olmaksızın, ansızın size azap gelmeden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline tâbi olun.” 2650
Bid’at Tevessül ve Çeşitleri
Bid’at tevessül; sevmediği ve razı gelmediği söz, fiil ve inançlarla Allah’a yakınlık aramaktır. Bu tevessül türü şeriatta sabit değildir. Buna rağmen tevessülde bulunanların pek çoğu Allah’ın şeriatında var kıldığı ve onlara çağırdığı tevessül türlerinden gaflete düşüp uzaklaşmışlardır. Bid’at tevessülle uğraşları, onları meşrû tevessül türlerinden mahrum bırakmıştır. Meşrû tevessül hakkında bilgi sahibi olduktan sonra bid’atte ısrarları tüm çabalarının boşa gitmesine neden
2645] 12/Yusuf, 98
2646] Müslim, -2733-
2647] Buhârî, -964
2648] 6/En’âm, 153
2649] 7/A’râf, 3
2650] 39/Zümer, 55
- 486 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olmuştur. Böylece Rabbimizin geçmiş ümmetler hakkında haber verdiği duruma düşmüşlerdir. “Onlara kesin deliller verdik. Kendilerine ilim geldikten sonra ancak aralarındaki kinden dolayı ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin kıyâmet günü ayrılığa düştükleri konuda aralarında hüküm verecektir.” 2651
Bu durumun sebebi, tevessülün tevkîfî bir ibâdet oluşudur (Tevkîfî: İctihada, yoruma gerek bırakmayan. Nasıl gelmişse öylece uygulanması gereken demektir). Şeriatta sınırları belirlenmiş tevessül kavramı, bid’at tevessül türlerini barındırmamaktadır. Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) sünnetiyle uyuşmayan bir amel bid’attir ve onunla Allah’a yakınlık ve ibâdet câiz olmaz.
Nitekim Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sünnetimizle uyuşmayan bir ameli işleyenin bu ameli geri çevrilir.” 2652 Müslümanlara nasihatı İslâm risaletini tebliğ ve bu konuda malumat olsun amacıyla bid’at tevessül çeşitlerinden bir kısmını aktarmaya çalışacağız.
1) Allah’a Şahısların Konumu ve Allah Katındaki Değerleriyle Tevessül
Bid’at tevessül çeşitlerinden biri yarattıklarından birinin katındaki konumuyla Allah’tan istekte bulunmaktır. Örneğin: “Allahım! Peygamberinin katındaki konumu hürmetine ... veya filân kulunun katındaki yeri hürmetine senden isterim” demek. Ayrıca Peygamber hakkı için, falan kulun hakkı için Allah’tan dilekte bulunmak da bu türdendir.
“Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”2653 âyetiyle Allah tarafından kapsamlılığı belirlenen Kur’ân’da böyle bir tevessül türünü görememekteyiz. Aynı şekilde kendisine “Peygamberimiz size her şeyi öğretmiş hatta abdest bozmayı bile...” şeklinde söylenen söze, “Evet. Abdest bozarken kıbleye yönelmekten, sağ elle temizlenmekten, üç tastan azıyla temizlenmekten, tezek veya kemik ile temizlenmekten bizi sakındırdı.”2654 diyerek karşılık veren Selmân-ı Fârisî’nin ihtişamını ortaya koyduğu sünnette de böyle bir tevessül türü göze çarpmamaktadır. Yine, Allah Rasûlü’nün her hareketini bize aktaran ashâbının fiilinde de böyle bir uygulama yoktur. Allah Rasûlü’nün haberlerini bize aktaran hadîs âlimleri de böyle bir konudan bahsediyor değillerdir. Dolayısıyla bu uygulama bid’attir.
İslâm’ın emrettiği, Allah’tan güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla istemektir. “Yâ Allah, Yâ er-Rahmanu’r-Rahimîn, Yâ Zü’l-Celâli ve’l-ikram” demek, diğer isim ve sıfatları da Allah’ın “Güzel isimler Allah’ındır. Allah’a onlarla duâ edin.”2655 kavline uyarak anmak ismi vardır. Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yüzden bir eksik, doksan dokuz (99) ismi vardır. Kim bunları sayarsa cennete girer.”2656 Bu nedenle İmam Ebû Hanife (r.a.) “Allah’tan başkasını anarak Allah’tan istemeyi kerih görüyorum.”2657 demiştir.
Müslümanın duâ ederken şunları demesi de uygundur: “Allah’ım! Sana, Peygamberine ve kitabına olan imanımla; sana, peygamberine ve filan kuluna olan
2651] 45/Câsiye, 17
2652] Müslim, -1718-, Kitabu’l-Akdiye
2653] 6/En’âm, 38
2654] Müslim, -626-, Kitabu’t-Tahâre
2655] 7/A’râf, 18
2656] Müslim, -2677-, Kitabu’z-Zikr
2657] Dürrü’l-Muhtar, cilt 2, s. 630
VESÎLE
- 487 -
sevgimle ihtiyacımı gidermeni, derdimi savmanı senden dilerim” veya: “Allahım! Derdimi gidermen, ihtiyacımı yerine getirmen için, bana şu imkânları sağlamam için Rahmet Peygamberi olan Peygamberin Muhammed’e (s.a.s.) bağlılığım ve sevgimle Sana yöneliyor ve Sen’den istiyorum.” Bu çeşit tevessüller meşrûdur ve inşallah karşılık da bulacaktır.
Görüldüğü gibi Müslümanlar olarak ancak Allah ve Rasûlünün göstermiş olduğu şekillerde Allah’a yaklaşmamız mümkün olmaktadır. “Yoksa onların Allah izin vermediği halde kendilerine dinde hükümler getiren ortakları mı var? Ayrım sözü olmasaydı aralarında hüküm verilirdi. Zâlimler için acıklı bir azap vardır.” 2658
Falanın ve filânın hatırı için Allah’tan istekte bulunmak, bu ümmetin selefinin2659 bilmediği türden bid’at davranışlardır. Bid’at tevessülün bu türü kişiyi İslâm’dan çıkarmaz. Ancak, şirke giden yolu engellemek amacıyla yasaklanmıştır. Bu tür davranışlar bir Müslümanı şirke sürükleyebilir. Allah’ın bir devlet başkanı gibi aracıya muhtaç olduğu şeklinde bir inanç, yaratanı yaratılmışsa benzetmek olacağından peygamberler ve sâlihlerin hatırına Allah’tan isteyenlerin böyle bir inanç taşımaları onları büyük şirke götürecektir. Bu durum, puta tapan Mekkelilerin durumuyla bir paralellik söz etmektedir: “Biz onlara (putlara) ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.” 2660
Allah, yaratılmışlarla kıyas edilmez. Kuluna rızası gerektirmez. Gazabından öz hiçbir aracının şefaati kurtaramaz. Bu yakıştırmalar ancak karşılıklı olarak birbirlerine yardımları dokunan kullar hakkında geçerlidir. Allah ise hiçbir aracıya ve hiçbir kimsenin yardımına ihtiyaç duymayan tek yaratıcıdır. “Göklerde ve yerde kendilerine rızık sağlamaya güç yetirmeyen Allah’tan başkalarına tapıyorlar. Allah hakkında misâller vermeyin. Şüphesiz Allah bilir, sizler bilmezseniz.” 2661
Bu nedenle Sahâbe vefatından sonra Allah Rasûlü (s.a.s.) ile tevessülü bırakıp Abbâs’a (r.a.) yönelmiş, ondan duâ istemiştir. Bu durum, Allah Rasûlü ile tevessülün zatıyla değil duâsıyla olduğunu gösterir. Vefatından sonra amcası Abbâs’a gittiklerinde şöyle duâ etmiştir. “Allah’ım! Belâ ancak günahla iner, tevbeyle giderilir. İnsanlar Peygamberine olan yakınlığımdan dolayı benimle sana yöneldiler. İşte günahlarla sana açılan ellerimiz ve işte tevbe ile sana yönelen alınlarımız! Bizi bereketli yağmurlar ile sula!” Râvî der ki: “Derken gökte dağ gibi bulutlar belirdi ve insanları suya kandırdı.” 2662
Görüldüğü gibi, duâlarında “Allah’ım! Peygamberinin hatırına bizi sula” demedikleri gibi Peygamber’in vefatından sonra da “Allah’ım! Abbâs’ın hatırına bizi sula,“ dememişlerdir. Zira bu tür bid’at duâları Sahâbe Allah Rasûlü’nden (s.a.s.) öğrenmemiştir ve Allah’ın kitabında da bunun aslı yoktur. Bu nedenle böyle bir uygulamaya gitmemişlerdir. Vefatından sonra birinin hatırıyla tevessül câiz olsa elbette Allah Rasûlü (s.a.s.) ile tevessül öncelik kazanırdı.
“Nefislerine zulmettikten sonra sana gelip Allah’tan bağışlanma dileseler, Peygamber de onlar için bağışlanma dileseydi, Allah’ı tevbeleri çokça kabul eden ve merhametli
2658] 42/Şûrâ, 21
2659] Sahâbe, Tâbiûn, Etbau’t-Tâbiîn
2660] 39/Zümer, 3
2661] Nahl, 16/73-74
2662] Fethu’l-Bârî, cilt 2, s. 577
- 488 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bulacaklardı.” 2663
Yukarıdaki âyet Allah Rasûlü (s.a.s.) hayattayken onunla nasıl tevessül edildiğine ışık tutmaktadır. Bu arada Hz. Ömer’in Abbâs (r.anhumâ) ile tevessülünün anlamı da açıklık kazanmaktadır. Nitekim Enes’den (r.a.) rivâyet edilen şu hadîs bu anlamı pekiştirmektedir. Allah Rasûlü cuma günü hutbedeyken adamın biri kaza işlerinin görüldüğü yöndeki kapıdan mescide girerek Allah Rasûlü’ne (s.a.s.) yöneldi ve “Ey Allah’ın Rasûlü! Mallar helâk oldu. Yollar kesildi. Allah’a duâ et de yağmur yağsın” diye seslendi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.s.) ellerini göğe açarak “Allah’ım! Bize bereket indir! Allah’ım! Bize bereket indir. Allahım! Bize bereket indir!” buyurdu.
Enes (r.a.) der ki: “Allah’a andolsun ki gökte tek bir bulut belirtisi bile yoktu. Görüşünüzü engelleyecek bir ev de mevcut değildi. Sonra gökyüzünde kalkan biçiminde bir bulut belirdi. Göğün ortasına gelince yayıldı sonra yağmur yağmaya başladı. Allah’a and olsun Cumartesi günü güneş görmedik.”
Ertesi Cuma aynı kapıdan başka bir adam girerek hutbedeyken Allah Rasûlü’ne (s.a.s.) “Ey Allah’ın Rasûlü! Mallar helâk oldu. Yollar kesildi. Allah’a duâ et de şu yağmur dinsin” deyince Allah Rasûlü (s.a.s.) ellerini kaldırarak buyurdu ki: “Allah’ım! çevremize, üzerimize değil. Allah’ım! tepelere ve tümseklere, vadilerin ortasına ve ağaçlıklara.” Enes (r.a.) der ki: “Yağmur dindi. Biz de çıktığımızda güneşin altında yürüdük.”
Apaçık bir şekilde görülmektedir ki, Sahâbe’nin, sağlığında Allah Rasûlü (s.a.s.) ile tevessülü duâsı ileydi, zatıyla veya hatırıyla değil. Ayrı durum Abbâs (r.a.) ile tevessülde de gündeme gelmiş, duâsı ile tevessülde bulunmuşlardır. Amaç Abbâs’ın (r.a.) hatırı veya zâtı olsaydı, Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) zatını ve hatırını bırakıp da amcasına yönelmezlerdi. Sahâbe’nin bu tavrı, her ne kadar kimse ulaşmasa da Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) makamıyla tevessülün câiz olmadığına delildir. Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) makamıyla tevessül, Mekke müşriklerinin âyette geçen tavırlarını andırmaktadır: “Biz onlara (putlara) ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.” 2664
Konumu ne olursa olsun bir yaratılmışla veya hatırıyla tevessülde bulunmakla bir menfaat sağlayıp, herhangi bir zararı savabileceği inancını taşımak büyük şirktir. Allah korusun insanı dinden çıkarır.
Kur’ân ve Sünnette şirke ve harama giden yolları engelleme hususunda kesin delâlet taşıyan pek çok delil vardır. Seddü’z-Zerâî denilen bu durum, haramlara götürebilme durumunda bazı mübahların haram görülmesidir. Kur’ân’da Seddü’z-Zeraî kaidesine tanıklık eden âyetlere örnek olarak şu âyeti verebiliriz: “Allah’tan başkasına duâ edenlere sövmeyin ki onlar da ilimsiz bir şekilde düşmanca Allah’a sövmesinler.” 2665 Allah, aslen meşrû olduğu halde, tapınanların yanında putlara sövmekten sakındırmıştır. Zira bu durumda müşrikler öfkelenecek ve cahilce Allah’a söveceklerdir.
Seddü’z-Zerâî kaidesine Sünnetten delil olarak da, Allah Rasûlü’nün (s.a.s.)
2663] Nisâ, 4/64
2664] Zümer, 39/3
2665] En’âm, 6/108
VESÎLE
- 489 -
kabirlerin üzerine mescid bina edilmesini yasaklaması verilebilir. Bu yasağın nedeni, türlü şekillerde şirke kayma tehlikesinin varlığıdır.
2) Evliya ve Sâlih Kimseler İçin Duâ Etmek ve Adak Adamak
Allah’ın dininde sâlih kimselere duâ etmek, onlardan imdat dilemek, makamlarıyla tevessülde bulunmak ve onlara adak adamak yoktur. Bunlar, tevhidi ortadan kaldıran ibâdetteki şirklerdir.
Bir kimsenin “Ey seyyidim falan, ey mevlâm filan, elimden tut, benim için şöyle yap, benim için Allah’a şöyle duâ et, senden ve Allah’tan dilerim, derdimi gider, bana şefaat et,“ gibi sözler söylemesi veya “Meded ya Rasûlullah !” demesi, tevekkülde bulunurken Hıristiyanların “Ey Mesih! Ey Meryem!” dedikleri gibi “Ey Ali!, Ey Hüseyin!, Ey Abdülkadir Geylânî” diyerek yakarması şirk sözlerden sayılır.
Ölülere adak adamak da meşrû bir vesile değildir. Bir kimsenin “Ey seyyidim filan! Allah bana rızk verirse, benim şu dileğim gerçekleşirse senin için şöyle yapacağım,“ şeklinde sözler söylemesi, Allah’tan başkasına adak adaması, bir ibâdeti Allah’tan başkası için sarf etmesi anlamına gelir. İslâm, bu tür işlerden uzaktır.
“Kendi zanlarıyla Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan pay ayırarak “Bu Allah’ın, bu da ona ortak koştuklarımızındır“ dediler. Allah’a ortak koştukları için ayırdıkları Allah’a ulaşmaz. Allah için ayırdıklarıysa ortak koştuklarına ulaşır. Ne kadar da kötü hüküm veriyorlar.” 2666
“Allah’tan başka duâ etikleriniz de sizin gibi kullardır. Doğrular iseniz onlara duâ edin de size karşılık versinler.” 2667
“Allah’tan başka duâ ettiklerimiz bir çekirdek zarına bile sahip değillerdir. Onlara duâ etseniz duânızı duymazlar. Duysalar bile karşılık veremezlerdi. Kıyâmet günü koştuğunuz şirki inkâr edeceklerdir. Sana her şeyden haberdar olan Allah gibi kimse haber veremez.” 2668
“Kıyâmet gününe dek kendisine karşılık veremeyecek olan Allah’tan başkasına duâ eden kimseden daha sapık kim olabilir? Onlar, duâlarından gafildirler. İnsanlar hoşrolunduğu vakit onlara düşman kesilecek ve ibâdetlerini inkâr edeceklerdir.” 2669
Görüldüğü gibi Allah’tan başkasına yönelip duâ etmek, peygamberlerin ve sâlih kimselerin kabirleri üzerine kubbe yapmak, türbeleri başında mum yakmak, girişlere perdeler asmak gibi cahil kimselerin yaptığı ameller, Peygamber’in (s.a.s.) sünnetinden, Ashâbının ve günümüze dek onlara tâbi olanların yolundan değildir. Bu ümmetin Selef-i Sâlihîn’i (r. anhum)Allah’ın buyurduğu gibi, duânın yalnızca Allah’a has kılınan bir ibâdet olduğu inancındadır.
“Kullarım sana benden sorarlarsa, (bilsinler ki) ben yakınım. Bana duâ edenin duâsına icabet ederim. O halde bana karşılık versinler, bana iman etsinler. Umulur ki doğru yola ererler.” 2670
2666] En’am, 6/136
2667] A’raf, 7/194
2668] Fâtır, 35/13-14
2669] Ahkâf, 46/5-6
2670] Bakara, 2/186
- 490 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Mescidler Allah’ındır. Allah ile beraber bir başkasına duâ etmeyin.” 2671
“Dini ona has kılarak Allah’a duâ edin.” 2672
“Kâfirler istemese de dini Allah’a has kılarak ona duâ edin.” 2673
“Allah sana bir dert verirse ondan başka bunu giderecek yoktur. Sana bir hayrı dokunursa bil ki, O, her şeye güç yetirendir.” 2674
“Duâ ettiğinde zor durumda kalana icabet ederek zorluğu gideren ve sizleri yeryüzünün halifeleri kılan kimdir? Allah ile beraber başka bir ilâh mı? Ne kadar da az düşünüyorsunuz.” 2675
Allah Rasûlü (s.a.s.), sahâbesine şu gerçeği öğretmiştir.
Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur. “Duâ ibâdettir.”2676 (Bu hadîs, duânın en önemli ibâdet türlerinden biri olduğuna işarettir. Nasıl ki namaz, peygamber veya veli için kılınmazsa duâ da Allah’tan başka ne bir peygambere ne de bir veliye edilemez.)
“İstediğinizi Allah’tan isteyin. Yardım dilediğinizde de Allah’tan yardım dileyin.” 2677
Kur’ân’da soru ve cevap hakkındaki âyetleri araştırdığımızda insanların Allah Rasûlü’ne (s.a.s.) pek çok konuda sorduklarını, bunlara cevap olarak gökten vahy geldiğini ve Allah Rasûlü’nün de (s.a.s.) insanlara bunlardaki hikmetleri bildirdiğini görmekteyiz.
Bu konuyla ilgili âyetlerden bazıları şunlardır:
“Sana ganimetleri soruyorlar. De ki: Ganimetler, Allah ve Rasûlü’nündür.” 2678
“Sana içki ve kumar, soruyorlar. De ki: Onlarda büyük bir günah ve insanlar için fayda vardır. Günahı, faydasından büyüktür. Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Bağışlamadır. Allah, âyetlerini size böylece açıklar. Umulur ki düşünürsünüz.” 2679
“Sana hayzı soruyorlar. De ki: O bir ezâdır. Hayızlıyken kadınlardan uzak durun.”2680
“Sana yetimleri soruyorlar. De ki: Onları ıslâh etmek hayırlıdır.” 2681
“Sana kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: Size temiz şeyler helâl kılındı.” 2682
Bu âyetler, Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) hükümler ve tebliğ noktasında Allah ile
2671] Cinn, 72/18
2672] Gafir, (Mü’min), 40/65
2673] Gafir, 40/14
2674] En’âm, 6/17
2675] Neml, 27/62
2676] Tirmizî, Sahih -2590-, Ebvâbu Tefsir-il Kanun
2677] Tirmizî, Sahih (2034), Ebvâbu Sıfati Kıyâmet
2678] Enfâl, 8/1
2679] Bakara, 2/219
2680] Bakara, 2/222
2681] Bakara, 2/220
2682] Mâide, 5/4
VESÎLE
- 491 -
kulları arasında bir vasıta olduğunu göstermektedir. Oysa Allah Rasûlü’ne (s.a.s.) sorulan soru duâ konusunda olunca “De ki...” denilmemiş, direkt cevaba geçilmiştir.
“Kullarım sana benden sorarlarsa (bilsinler ki) ben yakınım. Bana duâ edenin duâsına icabet ederim. O halde bana karşılık versinler, bana iman etsinler. Umulur ki doğru yola ererler.” 2683
Bu âyet, duânın Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) diğer peygamberlerin ve velilerin aracılığına gerek duymadığının göstergesidir. Zira Allah yakındır, kulunun duâsını işitir ve icabet eder.
Duâ, uluhiyetin özelliklerinden birisi olmaktayken nasıl Allah’tan başkasına duâ ibâdetini sarfedebiliriz? “Onlara duâ etseniz duânızı işitmezler. İşitseler bile size karşılık veremezler. Kıyâmet günü koştuğunuz şirki inkâr edeceklerdir. Her şeyden haberdar olan Allah gibi kimse sana haber veremez.” 2684
Bu özelliklerden herhangi birini bir yaratılmışsa veren kimse onu Yaratan’a benzetmiştir. Bu, benzetmelerin en çirkinidir. “Onun bir benzeri gibisi yoktur. O, çokca işiten, çokca görendir.” 2685
Allah, kendisinden başkasına duâ etmeyi ibâdet olarak isimlendirmiştir: “De ki! Ben Allah’tan başka duâ ettiklerinize ibâdet etmekten alınkondum.”2686
Allah, peygamberlere velilere ve cinlere duâ edenlere karşılık vermiş, onlara ihtarda bulunmuştur. “De ki: Sizden belâyı gidermeye veya çevirmeye güç yetiremeyen Allah’tan başka iddia ettiğiniz ilâhlara duâ edin. Duâ ettikleri de hangileri daha yakın olacak diye Rablerine vesile arar, Allah’ın rahmetini umar ve azabından korkarlar. Şüphesiz Rabbinin azabı sakınılası bir şeydir.” 2687
“Sana fayda ve zarar veremeyecek olan Allah’tan başkasına duâ etme. Eğer bunu yaparsan şüphesiz zâlimlerden dursun.” 2688
Mekke müşrikleri de Allah’ın biricik yaratıcı ve rızk verici olduğuna inanmaktaydılar. Ama onlar putlarla sembolize edilen velilere duâ ederek onları Allah’a yaklaştıran birer vasıta kabul ediyorlardı. Ancak Allah, onların bu vasıtalarını kabul etmemiş ve onları küfürle nitelemiştir. “Dikkat edin! Halis din Allah’ındır. Ondan başkasını dost edinenler, ‘Onlara (putlara) ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz’ derler. İhtilâf ettikleri konuda Allah hükmünü verecektir. Allah, yalancı kâfire hidâyet etmez.” 2689
Müşrikler, Allah’a şirk koşmalarına rağmen şiddet ve musibet anlarında yalnızca Allah’a duâ etmekteydiler. Ancak Allah onlardan razı olmamış, şiddet anlarında kendisine has kılınan duâlarını kabul etmemiştir. Zira onlar rahatlık zamanı duâ ibâdetinde Allah’a şirk koşmuşlardır. “Sizi karada ve denizde gezdiren odur. Gemideyken tatlı bir rüzgârın yürüttüğü ve bununla sevindikleri sırada sert bir fırtına çıkıp
2683] Bakara, 2/186
2684] Fâtır, 35/13-14
2685] Şûra, 42/11
2686] En’âm, 6/56
2687] İsrâ, 17/56-57
2688] Yunus, 10/106
2689] Zümer, 39/3
- 492 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dalgalar ve her yönden geldiğinde, her yerden kuşatıldıklarını anladıklarında dini yalnız Allah’a has kılarak duâ ederler. (Derler ki:) ‘Bizi bu durumdan kurtarırsan şükredenlerden olacağız.’ (Allah) onları kurtardığında ise yeryüzünde haksız yere taşkınlık yaparlar.” 2690
Bu amellerin tümü tevhidle, nebi ve Rasûllerin gönderiliş amacı olan tüm varlıklara ibâdet etmeyi bırakıp ortağı olmayan bir Allah’a yönelme ilkesiyle çelişir. Peygamberler, sâlih, halis ve şeriata uygun olmadıkça Allah’ın amelleri kabul etmeyeceğini, şirk üzere ölenin işlediği şirk hariç tüm günahları bağışlayacağını bildirmişlerdir.“Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındakileri dilediği kimseye bağışlar. Allah’a ortak koşan büyük bir iftirada bulunmuştur.” 2691
3) Evliyanın Ruhları İçin Kurban Kesmek Ve Kabirleri Başında Saygı İçin Dikilmek
Bazı cahil Müslümanlar velilerin türbeleri başında, şehitliklerde, belirli dönemlerde kubbelerin civarında kurban keserler; hastalarını bu gibi yerlere götürürler; saygı duruşunda bulunup orada gecelerler; bu gibi türbe ve kabir sahiplerinden şefaat dilerler, onlara seslenecek duâ talep ederler; ayrıca onlardan meded umarlar. Bu davranışların tümü, Allah’ın dininde olmayan sapık bid’atler olup şirk ve cahiliyye toplumlarının yapageldikleri amellerdir.
“Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.” 2692
“Bildiğiniz halde Allah’a eşler koşmayın.” 2693
Bu bâtılda ısrar edenle onu tasdikleyenin hükmü birdir. Bu da şirktir. İmandan sonra küfre sapmaktır.
Bid’at tevessül çeşitlerine sımsıkı yapışarak meşrû tevessül yollarından yüz çeviren, Kitap ve Sünnette sabit olmalarına rağmen duâlarında bunları kullanmayan pek çok insan, cidden şaşırtıcı bir manzara arz eder.
Bunlar, uydurdukları duâlara ve tevessül çeşitlerine bel bağlarlar. Oysa bunları ne Allah dininde var kılmış, ne de Rasûlü (s.a.s.) hayatında bir kerecik kullanmıştır. İlk üç kuşak Müslümanlarda2694 ifadesini bulan Selef-i Sâlihîn’in (r. anhum) anlayışında da böyle şeyler yoktur.
Bid’at ehli tevessül kavramıyla öyle oynamıştır ki onu gerek lûgat gerekse şer’î anlamından soyutlayarak şirkin ve haramın her türünün bulaştığı bir “meded umma“ şekline indirgemiştir.
Bu tavır, onları Allah’tan istemekten uzaklaştırmış ölülerin türbelerine sığınır kılmıştır. Ölümsüz, her zaman diri olan Rablerini bırakıp toprakta çürümüş olanlara yönelmişlerdir. Allah’tan korktuklarından ziyade onlardan korkmuşlardır. Bir de utanmadan iman iddiasına yeltenirler. Allah’tan başkasıyla, bir veli ya da sâlih bir kimse adına yemin etmeleri istendiğinde çehreleri değişerek gerçeği itiraf ederler. Şüphesiz bu, büyük şirktir. Zira onlara duydukları korku, Allah’a duydukları korku gibidir. Belki daha da fazladır. Oysa korku, Allah’a mahsus
2690] Yunus, 10/22
2691] Nisâ, 4/48
2692] Nisâ, 4/36
2693] Bakara, 2/22
2694] Sahâbe, Tâbiûn, Etbau’t-Tâbiîn
VESÎLE
- 493 -
kılınması gereken bir ibâdettir. Zarar vermek ve fayda sağlamak sadece Allah’ın elindedir.
Allah’tan yüz çevirip başkasına bağlanmak o noktaya geldi ki insanlar Allah’tan başkasının adına yemin verir, darlık ve bollukta veliler ve sâlih kimselerden meded umar oldular. Bu nedenle işlemiş oldukları şirk cahiliyye şirkini de fersah fersah geride bırakmış oldu. O cahiliyye şirki ki, Allah şöyle tasvir ediyor: “Gemiye bindiklerinde dini Allah’a has kılarak duâ ederler. Allah, onları sağsalim karaya çıkarınca da ona ortak koşarlar.” 2695
Günümüz müşrikleriyse ne darlık ne de bollukta Allah’ın adını akıllarına getirmezler. Kesintisiz bir şirk atmosferinde yaşayıp durmazlar. Gariptir ki, kendisini ilme nisbet eden bazı dinde gayret sahibi kimseler, insanlara katıksız tevhidi öğretecekleri yerde peygamberlerin gönderilme nedeni olan bu temel konuyu davetlerinde üçüncü beşinci sıraya koymaktadırlar. Üstelik bir de bu konuyu gündeme taşıyanlardan nefret edebilmekte daha kötüsü insanların da nefret etmelerini sağlayabilmektedirler. Bu tavrın sebebi sorulduğunda verdikleri cevap ilginçti: Tevhid konusunu gündeme getirip bid’atlerden sakındırmak Müslüman kitleyi bölmekteymiş (?!) İslâm saflarında kopmalar meydana getirmekteymiş (?!) Oysa safları bölen bid’atten sakındırmak değil bizzat bid’atin kendisidir. Tevhid, bütünleştiricidir. Bütünlüğü koruyucudur. Tevhidin aslı bir kelimede bir araya gelmektir. Nerde kaldı bunların birlik iddiası?!
Allah, bu gibileri kitabında ne de güzel tavsif ediyor: “Yoksa daha düşük olanı iyisiyle mi değişiyorsunuz.” 2696
Selefin Bid’at Konusundaki Sözleri
Abdullah b. Ömer (r.a.) der ki: “İnsanlar ne kadar güzel görse de tüm bid’atler sapıklıktır.”2697
Abdullah b. Mes’ûd da (r.a.) şöyle der: “Sünnetteki iktisad, bid’atteki içtihattan daha hayırlıdır.” 2698
Yine der ki: “Sizden öncekilere uyun, bid’at çıkarmayın. Size yetecek bir miras bırakıldı. Geçmişlerin bıraktığı bu mirasa yapışın.”2699
Büyük Tâbiî Hasan b. Atıyye rahimehullah sünnete bağlılığı tasdikleyen şu sözü söylemiştir: “Allah karşılığında benzeri bir sünneti çekip almadıkça bir kavim dininde bid’at çıkarmaz. Sonra kıyâmet gününe dek o sünneti iâde etmez.” 2700
İmam Evzâî (r.a.) şöyle der. “Bid’at çıktığında ilim ehli onu inkâr etmezse gün gelir bu bid’at Sünnet diye bilinir” 2701
İmam Eyyub es Suhtiyânî (r.a.) der ki: “Bid’at sahibi, bid’atinde çaba
2695] Ankebût, 29/65
2696] 2/Bakara, 61
2697] Lâlkâî, a.g.e.
2698] Lâlkâî, a.g.e.
2699] Dârimî, Sünen
2700] Dârimî, Sünen. Senedi sahihtir.
2701] Hatib, Şerefu Ashâbi’l-Hadîs. Senedi Sahihtir
- 494 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gösterdikçe Allah’tan uzaklaşır.” 2702
İmam Süfyan-ı Sevri de (r.a.) şunları söyler: “Bid’at şeytana ma’siyetten daha sevimli gelir. Zira m’asiyetten tevbeyle kurtulunur ancak bid’atin tevbesi olmaz.” 2703
Müslümanların Tevessül Konusunda Sapmalarının Nedenleri
1) Taklit
Taklit, bir kimsenin sözün delilini bilmeden kabul etmek, delilsiz görüş bildirenin tarafına geçmektir. Mukallid ise delilini bilse de bir kimsenin görüşünü aksi ispatlansa bile kabulde ısrarcı olandır. Taklidin ilim olmadığı konusunda ilim ehli arasında ayrılık yoktur. Dolayısıyla mukallid bir kimse de alim olarak nitelenmez. Allah taklidi kınamış ve birçok âyette ondan sakındırmıştır. “Onlara ‘Allah’ın indirdiğine ve Rasûl’e gelin’ denildiğinde ‘Bize babalarımızdan gördüğümüz yeter’ derler. Ya babaları bir şey bilmeyen, doğru yolda bulunmayan kimseler idiyse?!” 2704
Bu kimseler bağnazca babalarını taklit etmişler, Allah’ın hidâyetinden yüz çevirmişlerdir. Bir de derler ki: Biz size gönderileni inkâr ederiz. Allah onları şöyle tanımlar: “Allah katında canlıların en şerlisi sağır, dilsiz ve bir şeye akıl erdiremeyenlerdir.” 2705
Allah, daha sonra onları İbrahim’e (aleyhi’s-selâm) verdikleri cevaptan ötürü ayıplar: “(İbrahim, kavmine) Şu tapmakta olduğunuz heykeller nedir? Dediler ki: “Babalarımızı onlara tapar bulduk.” 2706
“Âlimlerini ve rahiplerini Allah’tan başka rabler edindiler.” 2707
Huzeyfe b. Yemân (r.a.) bu âyet hakkında şöyle der: “Allah’ı bırakıp da bu kimselere tapmadılar. Ancak helâl kıldıklarını helâl, haram kıldıklarını da haram bildiler.” 2708 Dolayısıyla helâl - haram tayin etmede Allah ve Rasûllerini bırakıp bu kimseleri yetkili tanıdılar.
Selef âlimleri ve müçtehid imamlar da taklitten sakındırmışlardır. Zira taklit, ayrılık ve Müslümanlar safında zayıflık nedenidir. Birlik, tâbi olmada ve ihtilâf durumunda Allah ve Rasûlü’nün görüşüne yönelmededir. Bu nedenle Sahâbeyi tüm meselelerde tek bir kişiyi otorite bilip taklit ederken göremiyoruz. Dört İmam da görüşlerinde bağnaz davranmamıştır. Kendilerine hadîs ulaşınca görüşlerinden dönmeyi bir fazilet bilmişlerdir. Ayrıca kullandıkları delilleri bilmeksizin kendilerinin taklit edilmesini de yasaklamışlardır. Taklitten sakındırma konusunda onların sözlerine kulak vermek gerekir.
2702] Muhammed b. Vaddah, Bid’atter ve Onlardan Sakındırmak
2703] Lâlkâî, a.g.e.
2704] Mâide, 5/104
2705] Enfâl, 8/22
2706] Enbiya, 21/52
2707] Tevbe, 9/31
2708] Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, cilt 10, shf. 174
VESÎLE
- 495 -
2) Dört İmamın Taklitten Sakındıran Sözleri
İmam Ebû Hanife (r.a.) der ki: “Hadîs sahih olursa, mezhebim odur“2709
İmam Ebû Hanife (r.a.) yine der ki: “Nereden aldığımızı bilmeksizin sözümüzü kabullenmek bir kimseye helâl olmaz.2710
Yine onun sözlerinden bir kaçı:
“Delilimi bilmeden benim görüşümle fetva verene yazıklar olsun...“
“Bizler insanız. Bugün bir söz söyler, yarın ondan döneriz.“
“Yazık sana ey Yakub! Benden her duyduğunu yazma. Bugün bir görüşte olurum, yarın onu terk ederim. Yarın bir görüş bildiririm, öbür gün onu terk ederim.“
“Allah’ın Kitabına ve Rasûl’ün haberine aykırı bir görüş bildirdiysem onu terk edin.” 2711
İmam Mâlik de (r.a.) der ki: “Ben bir insanım. Doğru söyleyebilirim, yanılabilirim de... Görüşüme bakın. Kitap ve Sünnete uyan her şeyi alın, uymayanları da terk edin.” 2712
Yine onun sözü: “Peygamber (s.a.s.) hâriç, sonrakilerin sözü alınır da, bırakılır da...” 2713
İmam Şâfiî’ye (r.a.) geçelim. Der ki: “Dediğimin aksine nakil ehli katında Allah Rasûlü’nden (s.a.s.) geldiği sahih olan her meselede hayattayken de, öldükten sonra da ben dönüyorum.” 2714
“Hiç kimse yok ki! Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) sünnetinden bir şeyler kaçırmış olmasın. Ne zaman bir görüş bildirir veya bir usûl ortaya koyarım da onun aksine Allah Rasûlü’nden bir söz nakledilir. Benim sözüm; Allah Rasûlü’ nün (s.a.s.) söylemiş olduğudur.” 2715
“Müslümanlar, kendisine Allah Rasûlü’nden bir Sünnet zahir olup da başka birinin sözü için bunu bırakana yaptığının helâl olmadığı noktasında icmâ etmişlerdir.” 2716
“Kitabımda Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) Sünnetine aykırı bir şey bulursanız Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) Sünnetini alın, benim dediğimi bırakın.” 2717
“Hadîs sahih olursa, mezhebimdir.“2718
“Peygamber’den (s.a.s.) dediğimin aksine bir rivâyet sahih olduğu halde beni
2709] İbn Abidin, Haşiye, cilt.15, s. 63
2710] İbn Abidin, Haşiye
2711] İbn Abdilberr, İntika
2712] Fulânî, Îkaz
2713] İbn Abdilberr, Câmi; Fulânî, İkaz
2714] İbn Kayyum, İ’lâm
2715] Fulânî, İkaz
2716] Fulânî, Îkaz, s. 68
2717] İbn Ebî Hatim, Âdâb-ı Şâfiî, s. 63
2718] Nevevî, Mecmu’ul-Fetevâ
- 496 -
KUR’AN KAVRAMLARI
görüş bildirirken görürseniz, bilin ki aklım başımda değildir.“2719
“Benden duymazsanız da Allah Rasûlü’nden (s.a.s.) gelen her hadîs benim görüşümdür.”
“Allah Rasûlü’nden (s.a.s.) dediğimin aksine sahih bir hadîs varsa, onun hadîsi kabul edilmeye daha lâyıktır. Bu durumda beni taklit etmeyin.” 2720
“Beni taklid etmeyin. Mâlikî, Şâfiî’yi, Evzâî’yi, Sevrî’yi taklit etmeyin. Aldıkları yerden siz de alın.” 2721
“Cüzzî’nin, Mâlik’in, Ebû Hanife’nin görüşleri neticede birer görüştür. Bence hepsi birdir. Hüccet, ancak nakledilen haberlerdedir.” 2722
“Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) hadîsini reddeden helâk olmanın eşiğindedir.” 2723
İmamların (r. anhum) bu konudaki sözleri daha pek çoktur. Bu sözler, derin kavrayışlarının birer göstergesidir.
“Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan başka dostlar edinip de uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz.” 2724
Büyük âlim Muhammed Emin Şenkıtî rahimehullah der ki: “Sonradan gelenlerin, sahâbe ve diğer hayırla anılan çağlarda yaşamış olanlara muhalefet ettiği taklit türü, tüm âlimleri bırakıp tek bir şahsa bağnazca tutunmaktır. Bu tür taklit hakkında ne Kur’ân’da, ne de Sünnette bir delil yoktur. Ne sahâbeden ne de hayırla anılan çağlarda yaşamış birinden nakledilen bir söz de mevcut değildir. Bu taklit, imamların sözlerine de aykırıdır. Onlardan hiçbiri, tüm âlimleri bırakıp bir şahsın görüşlerine bağlanmayı söz konusu etmemiştir.
Belli bir şahsı taklit, hicretin dördüncü asrında ortaya çıkan bir bid’attir. Aksini iddia eden ilk üç asırda belli birini taklit eden bir kimse göstersin. Gösteremez, çünkü böyle bir şey yoktur.2725
3) Bazı Âyetleri Alıp Diğerlerini Terk Etmek
Bazı âyet ve hadîsleri alıp diğerlerini görmezden gelmektir. İşlerine geldiği için aldıkları âyet ve hadîsler aslında ne anladıkları gibidir, ne de görüşlerini destekler bir mahiyet taşır. Sahih tefsirini kavramış değillerdir ya da alâkasız bir şekilde te’vile yeltenirler.
Örnek olarak şu âyeti verebiliriz: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na vesile arayın.” 2726 Burada vesileden amaçlanan, taat ve razı kılacak şekilde amelde bulunmak Allah’a yakınlık sağlamaktır. Bu konuda müfessirler arasında ihtilâf yoktur. İbn Kesir tefsirinde müfessirlerin bu konudaki ittifakını nakleder.
4) Vesile Âyeti Hakkında Müfessirlerin Görüşleri
2719] İbn Ebî Hatim, Âdâb-ı Şâfiî
2720] İbn Ebî Hatim, Âdâb-ı Şâfiî. s. 63
2721] İbn Kayyum, İ’lâm
2722] İbn Abdilberr, Câmi
2723] İbn Cevzî, Menakıb
2724] A’raf, 7/3
2725] Edvâu’l-Beyan, cilt 7, s. 458
2726] Mâide, 5/35
VESÎLE
- 497 -
“De ki: Sizden bir zararı gidermeye veya çevirmeye güç yetiremeyen, Allah’tan başka ilâh olarak nitelediklerinize haydi duâ edin! Duâ ettikleri, hangileri daha yakın olacak diye Rablerine vesile ararlar. Rahmetini umarak azabından korkarlar. Şüphesiz Rabbinin azabı sakınılası bir şeydir.” 2727 Bu âyette vesile Allah’a yakın olmaktır.
Allah, sâlih kimseler konusunda ileri giderek Allah’ın hakkını kullarına sarfedenlere hitabında der ki: Allah’tan başka taptıklarınız sizin gibi nefislerine fayda veya zarar vermeye güç yetiremeyen kullardır. Bu haldeyken başkalarına nasıl yaptırımda bulunabilirler. Bu kimseler meşrû bir şekilde Allah’a yakınlık ararlar. Rahmetini umar, azabından korkarlar. Allah’ın azabından ancak hüsrana uğramışlar emin olur.
Bu âyetle Allah’tan başkasından meded ummanın mübahlığına delil getirenler Allah’ın kelâmını gerçek anlamından saptırmış olmaktadırlar.
Allah’ın emrettiği vesile razı kılacak sâlih amelle Allah’a yakın olma talebidir. İnanç konularındaki dengeli görüşlerinde ve kavrayışlarının derinliğinde ümmetin ittifak ettiği müfessirler arasında bu konu tartışmasız böyledir.
İbn Kesir (r.a.) tefsirinde bu âyet hakkında şunları der: “Allah’ı mü’min kullarına takvayı emrederek buyuruyor. Takva, taat ile birlikte anıldığında murad, haramlardan kaçınmak ve yasakları terk etmek olur. Allah, bundan sonra “O’na vesile arayın” buyuruyor.
Süfyan-ı Sevrî Talha’dan, Talha Atâ’dan, o da İbn Abbâs’dan rivâyet etmiştir ki: “Vesile yakınlıktır.” Mücâhid, Ebû Vail, Hasan, Katâde, Abdullah b. Kesir, Süddî, İbn Zeyd de (r.anhum) böyle demiştir. Katâde der ki: “O’na vesile arayın; O’na, razı kılacak amel ve tâatle yaklaşın demektir.” Şu imamlar da böyle söylemiştir. Bu konuda müfessirler arasında ihtilâf yoktur.
Büyük müfessir âlim Muhammed Emin Şankıtî bu iki âyetin2728 tefsirinde2729 şunları söyler: “Âlimlerin çoğu, buradaki vesile’nin Muhammed’in getirdiklerine uygun şekilde emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak Allah’a yaklaşmak olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Zira bu, tek başına Allah’ın rızasını kazanmaya ileten, katındaki dünya ve âhiret hayırlarını elde etmeyi sağlayan yoldur.” 2730
5) Hz. Ömer’in Hz. Abbâs İle Tevessülü
Sahih anlamından farklı algıladıkları hadîslerden biri daha önce açıkladığımız Hz. Ömer’in Abbâs’la (r.anhumâ) tevessül etme hadîsidir. Bu hadîsi şöyle yorumlarlar: Hz. Ömer, Allah Rasûlü’ne yakınlığından dolayı Abbâs’ın zatı ile tevessülde bulunmuştur.
Bu yoruma verilecek en güzel cevap, Hz. Muâviye’nin ve yanındaki Müslümanların kıtlık vakti yağmur yağması için Yezid b. Esved el-Cüreşî ile tevessülde bulunmasıdır. Yezid, ellerini kaldırıp duâ edince yağmur inmeye başlamıştır. 2731
2727] İsrâ, 17/56-57
2728] 17/İsrâ, 56-57
2729] Tefsir-i İbn Kesir – 5/Mâide, 35
2730] Eduâu’l-Beyan, cilt 2, s. 86
2731] İbn Asakir, Tarih. Senedi Sahihtir. Elbanî, Tevessül. Kitabında sahihlemiştir
- 498 -
KUR’AN KAVRAMLARI
6) Âmâ Hadîsi:
Âmâ hadîsi de bu türdedir. Bir âmâ Allah Rasûlü’ne gelerek: “Gözlerimi açması için Allah’a duâ et” deyince Allah Rasûlü “Dilersen duâ edeyim, dilersen bu duruma sabret. Ancak sabır senin için daha hayırlıdır.” diye karşılık verir.2732 Âmâ, “Duâ et,“ diyerek isteğini yineler. Bunun üzerine Allah Rasûlü ona güzel bir şekilde abdest alarak iki rekât namaz kılmasını ve şöyle duâ etmesini emreder. “Allah’ım! Rahmet peygamberi olan Peygamberin Muhammed’le (s.a.s.) sana yöneliyor, senden istekte bulunuyorum. Ey Muhammed! Şu ihtiyacımın giderilmesi için seninle Rabbime yöneldim. Allah’ım! Peygamberini bana şefaatçi kıl.” Adam denileni yaptı ve gözleri açıldı. 2733
Hadîsin anlamı açıktır. Âmâ, Allah Rasûlünden (s.a.s.) kendisi için duâ etmesini istemiştir. Aynı zamanda Rasûlü’nün duâsını kabul etmesi için Allah’a da duâ ederek “Allah’ım! Peygamberini bana şefaatçi kıl” demiştir. Anlaşılacağı üzere âmânın tevessülü, Allah Rasûlü’nün ne makamı, ne de zatı ile olmuş değildir. Allah Rasûlü (s.a.s.) ona bu şekilde öğretmeyip yukarıdaki duâyı öğretmiş ayrıca kendisi de onun için duâda bulunmuştur.
Birinin makamıyla tevessülde bulunanlara, hadîste delil olabilecek bir durum söz konusu değildir. Hadîs, bilakis meşrû tevessüle delildir. Zira sâlih kimsenin duâsı söz konusudur. Cahil kimseler, Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) hadîste geçen şu sözünü görmezden gelmektedirler: “Dilersen senin için duâ ederim” Ayrıca âmânın “duâ et” sözü de dikkatlerinden kaçmış görünmektedir.
7) Peygamber’le Tevessül Üç Kısımdır
Tüm bunlardan zatlar ile tevessülün meşrû olmadığı anlaşılmaktadır. Allah Rasûlü (s.a.s.) ile tevessül ise Muhammed b. Sâlih el-Useymin’in belirttiği gibi üç kısımdır:
a) O’na iman ve bağlılık ile tevessülde bulunmak. Bu, sağlığında câiz olduğu gibi vefatından sonra da câizdir.
b) Duâsıyla tevessülde bulunmak, ondan duâ istemek. Bu, sağılığında câizdir ancak vefatından sonra câiz olmaz. Zira ölmüş kimseden duâ istenmez. Bu câiz olsaydı Hz. Ömer, Abbâs ile tevessülde bulunmaz, kabre gelerek Allah Rasûlü’nden duâ talep ederdi.
c) Allah katındaki makam ve mevkii ile tevessülde bulunmak. Bu, ne sağlığımda ne de vefatından sonra câiz değildir. Zira bu kişinin amelinden olmadığı için istenilen amaca ulaştırmaz. Dolayısıyla “vesile” kavramının kapsamı dışındadır.
Birisi, “Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) kabrine gelip benim için istiğfarda bulunmasını ve Allah katında bana şefaat etmesini istesem bu câiz olur mu?” şeklinde bir soru yöneltse verilecek cevap “Câiz değildir.” olacaktır. Bunun üzerine “Allah şöyle buyurmuyor mu?” diyerek Şu aşağıdaki âyeti okusa: “Nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi Rasûl de onlar için bağışlanma dileseydi
2732] Bu karşılıkta şu rivâyete işaret vardır: “İki sevgili uzvunu (gözlerini) alarak sınadığım kulum güzel bir şekilde sabrederse bunun karşılığı cennettir.” (Buhârî)
2733] Tirmizî; Ahmed, Sahih
VESÎLE
- 499 -
Allah’ı, tevbeleri çokça kabul eden, merhametli bulacaklardı.” 2734
Ona, “Evet, Allah böyle söylüyor. Ancak dikkat edilirse (zulmettiklerinde) diyor. Buradaki (iz) Arapçada geçmiş zaman zarfıdır. (İz) yerine gelecek zaman bildiren (iza) zarfı kullanılsaydı, anlam (zulmederlerse) olacaktı ki bu durumda Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) vefatından sonrası için de bağışlanma isteme söz konusu olabilecekti. Ancak (iz) kullanılmak suretiyle bağışlanma isteği Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) yaşadığı dönem ile sınırlanmış olmaktadır.
Ayrıca Allah Rasûlü’nün belirttiği gibi şu üç şey haricinde ölmüş kimsenin amel defteri kapanır. “Sadaka-i Cariye, faydanılan ilim ve kendisine duâ eden sâlih bir evlât.”2735 Dolayısıyla ölmüş bir kimsenin başkası için bağışlanma talebinde bulunması mümkün değildir. Kaldı ki amel defteri kapanmış olduğundan kendisi için bile bağışlanma isteyemez. 2736
8) Aslı Olmadığı Gibi Dinin Asıllarına Aykırı Gelebilen Zayıf, Uydurma Hadîs Ve Eserlerle Amelde Bulunmak.
Örnek olarak böyle birkaç hadîsi ele alabiliriz.
a) “Makamımla tevessülde bulunun. Allah katında makamım büyüktür.” Bu hadis, Allah Rasûlü’ne (s.a.s.) bir iftiradır. Güvenilir hadîs kitaplarında böyle bir rivâyete rastlamak mümkün değildir.
Muhaddis Elbanî (r.a.) şunları der. “Şüphesiz Allah katında Rasûl’ün makamı büyüktür. Allah, Kitabında Mûsâ’yı aleyhi’s-selâm Allah katında itibarlı biriydi2737 diye nitelemiştir. Bilindiği gibi Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. Mûsâ’dan aleyhi’s-selâm daha üstündür. Şüphesiz Rabbi katında ondan daha değerlidir. Ancak bu, makamıyla tevessülü gerektirmeyen başka bir durumdur.
Bu durumdan duâlarının kabulü için makamıyla tevessül edilebileceğini çıkaranlar şüphesiz mantık kurallarının yardımıyla böyle bir sonuca varmaktadırlar. Oysa bu gibi konular mantık kurallarının işlemediği gaybî konulardır. Kesinlikle delil niteliği taşıyabilecek sahih nakl ihtiyaç vardır.2738 (Makamla tevessülü inkâr edenin makamı da inkâr ettiğini sanmak büyük hatâdır. Bu, sadece bid’ati inkârdır).
b) “Âdem işlemiş olduğu günahtan dönünce dedi ki: “Ya Rab! Muhammed hakkı için beni bağışlamanı diliyorum.” Allah da ona şöyle karşılık verdi: “Ey Âdem! Daha onu yaratmadığım halde Muhammed’i nereden bildin?” Dedi ki:“Ya Rabi! Beni elinle yaratıp ruhundan üfleyince başımı kaldırdım. Arşın direklerinde Lâ ilâhe İllallah Muhammedu’r-Rasûlullah sözünü yazılı gördüm. Bildim ki sen ancak en çok sevdiğin kimseyi adının yanında anarsın. Bunun üzerine Allah: ‘Seni bağışladım’ buyurdu ve ekledi: ‘Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım.”2739 İmam Zehebî (r.a.) “Mizan”da, “Bu, bâtıl ve uydurma bir haberdir” der.
c) “Kim evinden namaz için çıkıp “Allahım! Sen’den isteyenlerin hakkı için Sen’den
2734] 4/Nisâ, 64
2735] Müslim
2736] Useymin, Mecmu’, s. 81
2737] 33/Ahzâb, 69
2738] Silsiletü’l-Ehadîs ed-Daife ve’l-Mevduâ; No: 22; Ayrıca Tevessül ve Vesile, İbn Teymiyye
2739] Silsiletü’l-Ehadîs ed-Daifa ... No: 25; Elbanî
- 500 -
KUR’AN KAVRAMLARI
isterim. Ne bir kötülük ne de zulüm için evden çıkmadım. Şu gidişim hakkı için Sen’den isterim’ derse Allah ondan razı olur ve bin melek onun için istiğfarde bulunur.”2740 İbn Teymiyye ve Zehebî bu hadîsi zayıf olduğunu belirtmişlerdir.
d) “Darda kaldığınızda kabir ehline başvurun.” İbn Teymiyye der ki: “Bu hadîs, Allah Rasûlü’nün hadisini bilenlerin icmâı ile O’na iftira edilmiş bir yalandır. Hiçbir âlim böyle bir sözü hadîs olarak nakletmemiştir, hiçbir güvenilir hadîs kitabında da böyle bir hadîs yoktur.2741
e) “Öldüren ve dirilten daima diri ve ölümsüz olan Allah! Anam Fatıma binti Esed’i bağışla. Sorguda hüccetini telkin et. Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerin hakkı için girdiği yeri geniş kıl. Sen, merhametlilerinin en merhametlisisin.”2742 Hadîs zayıftır.
f) “Hayatım sizin için hayırlıdır. Konuşursunuz, sizinle konuşulur. Vefatım da sizin için hayırlıdır. Bana amelleriniz arz olunur. Hayır görürsem Allah’a hamdeder, şer görürsem sizin için Allah’tan bağışlanma dilerim.”2743 Ulemâ zayıf görmüştür bu rivayeti. bütün rivâyet yollarıyla zayıf olduğunu söyler.
g) “Allah Rasûlü (s.a.s.) sabahladığında muhacirlerin fakirleri ile Allahtan yardım isterdi.” Hadîs, mürseldir, zayıftır.
h) “Ömer zamanında insanlara kıtlık isabet etti. Adamın biri Allah Rasûlü’nün kabrine gelerek: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ümmetin için Allah’tan yağmur iste, helâk oldular” diye seslendi. Adama rüyasında, ‘Ömer’e git...’ denildi.”2744 Hadîs zayıftır.
ı) Ebû’l-Cezvî’den rivâyet edilmiştir ki: “Medine halkı şiddetli bir kıtlığa uğradı. Hz. Âişe’ye gelip şikâyette bulundular. Hz. Âişe onlara, “Peygamberlerin kabrine bakın ve göğe doğru kabrinde bir delik açın, böylece gök ile arasında tavan bulunmasın” diye tembihte bulundu. Ravî der ki “Bunu yaptılar. Öyle yağmur yağdı ki otlar yeşerdi; develer semizledi; çatlayacak hale geldi. Bu sene ‘Bolluk senesi’ olarak nitelendi.”2745 Senedi, delil olmayacak kadar zayıftır.
j) Ali b. Meymun’dan rivâyet edilmiştir ki: “Şâfiî’yi şöyle derken işittim: “Ben, Ebû Hanife ile teberrük etmekteyim. Her gün kabrine gelir, onu ziyaret ederim. Kabrine vardığımda bir hacetim varsa iki rekât namaz kılar, kabri başında Allah’tan bu hacetimin giderilmesini dilerim. Çok geçmeden dileğim yerine gelir.” 2746
Bu rivâyet bâtıldır. İbn Teymiyye bu kıssa hakkında şöyle der: “Bu yalandır. Nakil ilmini bilen yanında yalan oluşu gün gibi açıktır. Şâfiî Bağdad’a geldiği vakitler Bağdad’da duâ etmek için gidilen bir kabir mevcut değildi. Bu bid’atler Şâfiî’nin çağında ortaya çıkmamıştır. Şâfiî, bilindiği gibi Hicaz’ı Yemen’i, Şam’ı, Irak’ı ve Mısır’ı gezmiş, peygamberlere, sahâbelere, tâbiîlere ait pek çok kabir
2740] Silsiletü’l-Ehadîs ed-Daifa ... No: 24; Elbânî
2741] Tevessül ve Vesile, İbn Teymiyye
2742] Elbânî, Silsile
2743] Bezzâr, Müsned; Elbanî, Silsile’de no: 975
2744] Elbanî, Tevessül, s. 131
2745] Elbanî, Tevessül, s. 140
2746] Elbanî, Silsile, 22
VESÎLE
- 501 -
görmüştür. Şüphesiz bu kabirlerin sahipleri Ebû Hanife ve benzeri âlimlerden çok daha üstündür. Bu durumda Şâfiî niçin başka yerde değil de sadece onun kabri başında duâda bulunsun?!”
Sonra; Ebû Yusuf, Muhammed, Züfer, Hasan b. Ziyad ve çağındaki birçok Ebû Hanife talebesi, ne onun ne de başka birinin kabri başında duâ etme ihtiyacı duymamışlardı. Ayrıca Şâfiî’nin fitne korkusuyla kabirlere tazimde bulunmayı kerih gördüğünü daha önce zikretmiştik.
Bu gibi rivâyetleri akıldan ve dinden nasibi olmayanlar uydurmaktadır. Bu hikâyelerde anlatılanlar meçhul, aslı - astarı bulunmayan şeylerdir. 2747
Bid’at ve heva ehlinin kendine delil kıldığı zayıf, uydurma ve yalan rivâyetlerden örneklediğimiz bunlardır.
Son Söz: Allah’a, güzel isimleri ve yüce sıfatları, sâlih amel ile yapılan tevessülün dışındaki uygulamalar delilsizdir. Müslümanlar, şirke kapı açabilecek bu uygulamalardan kaçınmalıdırlar.
Muvahhid kul, kendisini ya büyük şirke ya küçük şirke veya haram kılınmış bir bid’ate sürükleyen bid’at tevessül şekillerinden kendi menfaati gereği sakınmalı, uzak durmalıdır.
Bu tür uygulamalar, duâdan beklenen karşılığı iptal eden taşkın davranışlardır. Zira Allah, Kendi koyduğu kurallar dâhilinde yapılmayan duâyı kabul etmez.
Muvahhid kul, duâsını, Kur’ân ve Sünnette geçen duâlardan seçmeye gayret göstermelidir. Kitap ve Sünnetteki duâlar gibisi yoktur. Onların sağladığı faydayı hiçbir duâ sağlayamaz. Bu duâlar, kabul edilmeye daha lâyık olduğu gibi kişiye büyük bir sevap da kazandırılır.
Meşrû ve bid’at tevessül konusunda geniş bilgi sahibi olmak isteyenler şu kitaplardan faydalanabilirler:
1- Kaidetun Celiyye fî’t-Tevessül ve’l-Vesile: Bu kitap İbn Teymiyye’nindir.
2- et-Tevessül - Envâuhu ve Ahkâmuhu. Nasıruddin Elbanî’nindir
3- et-Tevassul ilâ Hakikati’t-Tevessül: Muhammed Nesib er-Rıfzî.
4- Tuhfe’tü’l-Kâri Fi’r-Redd-i Alâ’l-Gamarî: Hammad b. Muhammed
5- Hazihi Mefahîmuma: Sâlih b. Abdulaziz Âli Şeyh
6- Sıyane’tü’l-İnsan An Vesvese’tü’ş-Şeyh Dahlan: Muhammed Beşir es Sehsevânî.
7- Gaye’tü’l-Emânî fî’r-Redd-i Ala’n-Nebhanî: Ebû’l- Mezlî el-Alûsî.
8- Akide’tü’l-Mü’min: Ebû Bekr el-Cezâirî.
9- Keyfe Nefhemu’t-Tevessül: Muhammed b. Cemil Zeyno
10- Fetava Lecneti’d-Daime li’l Buhusi’l-İlmiyye ve’l-ifta: cilt 15, shf. 330. 2748
2747] İbn Teymiyye, İktidâus-Sırati’l-Müstakîm, s. 165
2748] Abdullah bin Abdulhamid el-Eserî, Çeviren: Bilal Kasımoğlu, Meşrû, Bid’at Tevessül Çeşitleri ve Hükümleri
- 502 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Vesîle Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Kur’ân-ı Kerim’de “Vesîle” Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 2 Yerde): 5/Mâide, 35; 17/İsrâ, 57.
B- Duâda Vesîle; Duâda Aşırı Gitmekten Sakınmak: 7/A’râf, 55, 180, 205; 20/Tâhâ, 7.
C- İbâdet, Yalnız Allah’a Yapılır: 1/Fâtiha, 5; 2/Bakara, 21-22, 83; 4/Nisâ, 36; 6/En’âm, 3, 102, 162; 10/Yûnus, 3; 11/Hûd, 2, 123; 16/Nahl, 52; 17/İsrâ, 23; 19/Meryem, 65; 39/Zümer, 2, 66; 41/Fussılet, 37-38.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Tevessül, Çeşitleri ve Hükümleri, Muhammed Nâsıruddin el-Elbânî, Guraba Y.
2. Ebû Eymen ed-Dımeşkî, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 345-347
3. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y., c. 22, s. 245-246
4. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Yayınları, s. 711-716
5. Et-Tefsîru’l-Hadis, Muhammed İzzet Derveze, Ekin Y. c. 7, s. 85-89
6. Kelâm ve Tasavvuf Açısından Tevessül, Ali Ataç, İst. 1993, (Basılmamış doktora tezi)
7. Kur’ân-ı Kerim’e Göre Tevessül ve Vesile Kavramı, İsmail Çalışkan, Ank. 1992, (Basılmamış yüksek lisans tezi)
8. Tevessül ve Râbıta, Rifat Okudan, Ank. 1992 (Basılmamış yüksek lisans semineri)
9. Vesile ve Tevessül Hadislerinin Kaynak Değeri, Zekeriya Güler, İst. 1977 (basılmamış çalışma)
10. Tevessül, İsmail Çetin, Dilara Y. İsparta, 1992
11. Duâda Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk, Abdülaziz Bayındır, Süleymaniye Vakfı Y.
12. Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Abdülaziz Bayındır, Süleymaniye Vakfı Y.
13. Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm (Dün-Bugün), İbrahim Sarmış, Yöneliş Y.
14. Râbıta ve Tevessül, Dilâver Selvi, E. Yıldırım, K. Yıldız, Ö. Yıldız, Umran Y. İ st. 1994
15. Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Ahmet Yıldırım, TDV Y. s. 268-283
16. Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 213-214 (M. Sait Şimşek)
17. TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV Y. c. 23, s. 363-364 (Yusuf Şevki Yavuz)
18. Kur’an ve Sünnet Işığında Râbıta ve Tevessül, İst. 1995
19. Kur’an’ın Temel Kavramları, s. 618-620
20. İslâm Nasıl Yozlaştırıldı?, s. 644-648
21. Vesile Sâlih Ameldir, Fevzi Zülaloğlu, Haksöz, sayı 57, Aralık 95
22. Kütüb-i Sitte, c. 8, s. 323-328, no: 6(2437)-7 ve açıklaması
23. Duâ Bilinci, Hasan Eker, Denge Y.
24. Kur’an-ı Kerim’e Göre Duâ, Mehmet Soysaldı, Yeni Ufuklar Neşriyat

Okunma 1351 kez
Bu kategorideki diğerleri: « VELÎ / DOST VESVESE »