Küfür, Kâfir ve Tekfir

Küfür, Kâfir ve Tekfir (1)

Çarşamba, 20 Ocak 2021 18:49

Küfür, Kâfir ve Tekfir

Yazan

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله


Kitabın Adı:
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR -14-
KÜFÜR, KÂFİR ve TEKFİR
Yazarı:
Ahmed Kalkan
Tashih:
Ahmed Kalkan
Mizanpaj:
Ehl-i Dizayn
Kapak Tasarım:
Ehl-i Dizayn
İstanbul 2012
Baskı:
İSTANBUL MATBAACILIK
Gümüşsuyu Cad. Işık Sanayi Sitesi B Blok No:21
Topkapı-Zeytinburnu/İSTANBUL
Tel: 0 212 482 52 66
KÜFÜR, KÂFİR ve TEKFİR
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR
-14-
Ahmed KALKAN
İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde, tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda sağlar.
İTHAF
Canlı KUR’AN olmaya çalışıp toplumu KUR’AN’la canlandırmaya gayret eden ve tâğutlara karşı KUR’AN’la mücadeleyi bayraklaştıran her yaştan muvahhid gençlere…
Doğru okuyup doğru anlayan, dosdoğru yaşayıp insanları doğrultmaya çalışan
KUR’AN dostlarına…
Ümmetin ihyâsının vahdet içinde yeniden KUR’AN’a dönüşle mümkün olduğunu kavrayıp nebevî usûlle KUR’AN ve tevhid eksenli dersler ve cemaat çalışması yapan tâvizsiz dâvetçilere, her yaştan genç dâvâ erlerine…
Önsöz
Bismillâh, elhamdu lillâh, ve’ssalâtu ve’sselâmu alâ rasûlillâh.
Düzen kendi insanını yetiştirdi. İnsanımız, öyle yozlaştı, öyle seküler bir hayatı içselleştirdi ki, artık söylediği bir söze “bu küfürdür” denildiğinde, yaptığı bir davranışa, “bu davranış insanı kâfir yapar” diye ikaz edildiğinde hiç etkilenmiyor. Duyarlılığını kaybetmekten de öte bir husus bu. İman ve küfrü önemsememek, Allah rızâsını önemsememek, cenneti ve cehennemi önemsememek demektir. Küfrün temel sebebi kibir ve cehâlettir.
Küfür, realiteyi, hakikati çarpıtmaktır. Küfür, varlıktaki, yaratılıştaki güzellik ve mükemmelliği, nimet ve lütfu görmeme, görmezlikten gelme illetidir; bir fıtrat nankörlüğüdür. Akı kara, karayı ak görmektir; Görülmesi gerekeni görmemek, bakar körlüğü tercih etmektir. Küfür, bir hastalıktır, bir ârızâ ve anormalliktir. Doğal olanın, fıtratın dışına çıkmaktır. Kalpte başlayan bu hastalık, kafaya ve bütün organlara yayılır. İmanla tedavi edilmedikçe çabuk büyüyen ve tüm vücudu kaplayan bu kanser mikrobu, kişinin âhiretini ve dünyasını mahveder. İslâm’ın hâkim olmadığı çevre şartları, bu küfür mikrobunun alabildiğine yayıldığı hastalıklı ortamlardır.
İman ve küfür hükümlerinde tebliğ esastır. Tebliğ kendilerine gitmeyen ve kendilerinin de anlayıp öğrenmesine imkân bulunmayan kişileri tekfir etmemek, İslâm’ın kaidesidir. Bunlara, kâfir değil, müstaz’af adı verilir. Hakiki küfür, zarûrât-ı diniyyeden olduğu kesinlikle bilinen şeylerin tamamını veya bir kısmını kalbin tasdik etmemesidir.
İman gibi “küfür” de nötr bir kavramdır. Nesnesine (neyin küfredildiğine) göre olumlu veya olumsuz anlamda kullanılır. Meselâ tâğuta küfür, her mü’minin imandan önce yerine getirmesi gereken temel görevidir. “… Kim tâğuta küfredip inkâr eder ve Allah’a iman ederse, o, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.”1 Tâğutlar (onların yaptıkları) inkâr edilecek, onların (varsa) iyiliklerine, nankörlük yapılacaktır. Müslümanın küfrü küfr-i berâedir. Teberrî etmek, (tâğutardan, küfür toplumundan) uzaklaşmak, tanımamak, reddetmek, hâkimiyet ve otoritelerini kabul etmemek, “küfr”ün anlam sahası içerisindedir.
1 (2/Bakara, 256)
Küfür, bir kimsenin iman edilmesi gerekli esaslara iman etmemesidir ki, yalanlama ve inkârı, tasdiki terk etmeyi, ikrah, yani şiddetli zorlama ve engel bulunmadığı halde ikrarı terk etmeyi de içine alır. İmandaki tasdik gibi, küfürdeki tekzib (yalanlama) de kalble, sözle veya davranışla olur. Kalp ile yalanlama nasıl küfür ise, ikrah (zorlama) olmaksızın sözlü yalanlama da öyledir. Hatta, elfâz-ı küfrü (küfür sözünü) böyle sözle ifade etmek, daha çirkin bir düşmanlığı açığa vurmak olur. Aynı şekilde fiilî (davranışla) yalanlama da böyledir.
Küfür ehlinin sahip bulunduğu dünya imkân ve nimetlerine bakarak onların kemal ve mutluluğuna hükmetmek yanlıştır. “Küfre sapanların beldeler boyu işten işe geçip, (refah içinde) diyar diyar dolaşmaları seni sakın aldatmasın! Bütün bunlar azıcık menfaatlenmedir. Onların son varış yerleri cehennemdir. Ve ne kötü varış yeridir o!”2; “Küfre sapanlar asla sanmasınlar ki, bizim onlara mühlet vermemiz nefislerinin lehinedir.”3; “Küfredenler sakın sanmasınlar ki, yarışı kazandılar. Onlar kimseyi âciz bırakamazlar.”4; “Rablerini inkâr edenlerin durumu; amelleri fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer.”5
İşte bu eserde küfür konusu enine boyuna tahlil edilmekte, haksız tekfirin zararları ve tekfir için gerekli şartlar gibi hususlar açıklanmaktadır. Gençler arasında giderek artan dozda haksız tekfircilik yaygınlaşmakta, tekfircilik bir hastalık, hem de çabuk bulaşan bir maraz halini almaktadır.
Bazı müslümanlar, kendi din anlayışlarına uymayan bir anlayış ve inancın sahiplerini hemen tekfîr ediyor, dinden çıktıklarını söylüyorlar. Bu yaklaşım Müslümanları parçalıyor, birbirine düşürüyor, usulüne göre tenkit ve düzeltme kapısını da kapatıyor. Tekfir hastalığı yüzyıllardır İslâm toplumlarının birleşmelerinin önünde en büyük engeldir. Tekfircilik anlayışı Müslüman cemaatleri içten içe kemiren bir virüs olmuştur. Genelde tekfir hadisesi ilimde sığ olanlar ve genç Müslümanlar tarafından gündeme getirilmektedir. İslâmî yorum farklılıkları, Müslümanların kardeşliğini, yardımlaşmasını ve aynı safta ibadet ve cihad etmesini engellememelidir.
Tekfirci akımlar; ümmetin sorunlarını çözmek güdüsüyle mi bu işe kalkıştılar, İslâmî birlikteliğe katkı sağlamak ve Müslümanların yararına dönük mü hareket ediyorlar, yoksa grup, mezhep taassubu, intikam ve sığ düşünceleriyle mi hareket ediyorlar? Tekfir
2 3/Âl-i İmran, 196-197
3 3/Âl-i İmran, 178
4 8/Enfâl, 59; 24/Nur, 57
5 14/İbrahim, 18
hastalığına yakalanan bir Müslüman için öncelik, Müslümanların ümmet şeklinde birliği ve güçlenmesi değil; kendi cemaatinin düşüncesi ve diğer Müslümanlarla yaptığı münazaralarda haklı çıkma gayreti olmaktadır.
Hâlbuki Yüce Allah bize şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve Rasûlüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin. Yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız da gücünüz gider. Sabredin şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.”6; “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız ve bir birinizden ayrılmayınız.” ve “Allah kalplerinizi birleştirdi de onun nimeti sebebiyle kardeş oldunuz.”7
Küfürden sakınan, haksız tekfirden kaçınan şuurlu muvahhid mü’minlere selâm olsun!
Ahmed Kalkan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Kasım 2012, Ümraniye
6 8/Enfâl 46
7 3/Âl-i İmran 103
İÇİNDEKİLER
Küfür; Anlam ve Mâhiyeti / 11
Kur’an’da Küfür Kavramı (Nankörlük ve İnkâr) / 17
Küfrün Anatomisi / 26
Kâfirin Kalbi / 31
Küfrün Sebepleri / 32
Müslüman-Kâfir İlişkisi / 33
Kâfirlerle İlişki Çeşitleri; Savaş ve Barış / 34
Kâfir Akrabalarla İlişki / 38
Elfâz-ı Küfür / 43
Ef’âl-i Küfür / 52
Tekfir ve Büyük Günah İşleyenin İtikadî Durumu / 55
Haksız Tekfir; Bir Müslümanı Küfre Nispet Etme / 60
İtidâl/Denge / 60
Dinde Aşırılık / 61
Tekfircilik Hastalığı / 66
Tekfir Konusunda Âyet ve Hadisler / 66
Tekfir Konusunda Kurallar / 77
Tekfîre Engel Olan Mâniler / 105
Tekfîr Konusunda Yetkili Merci / 126
Mü’minlerin İnsanlar Hakkındaki Kanaati / 130
Küfrün Kısımları; Büyük ve Küçük Küfür / 132
Haksız Tekfirin Tehlikesi / 141
Küfürden Korunma Yolları / 142

- 11 -
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR

Küfür; Anlam ve Mâhiyeti

Kur’an’da Küfür Kavramı (Nankörlük ve İnkâr)

Küfrün Anatomisi

Kâfirin Kalbi

Küfrün Sebepleri

Müslüman-Kâfir İlişkisi

Kâfirlerle İlişki Çeşitleri; Savaş ve Barış

Kâfir Akrabalarla İlişki

Elfâz-ı Küfür

Ef’âl-i Küfür

Tekfir ve Büyük Günah İşleyenin İtikadî Durumu

Haksız Tekfir; Bir Müslümanı Küfre Nispet Etme

İtidâl/Denge

Dinde aşırılık

Tekfircilik Hastalığı

Tekfir Konusunda Âyet ve Hadisler

Tekfir Konusunda Kurallar

Tekfire Engel olan Mâniler

Tekfir Konusunda Yetkili Mercî

Mü’minlerin İnsanlar Hakkındaki Kanaati

Küfrün Kısımları; Büyük ve Küçük Küfür

Haksız Tekfirin Tehlikesi

Küfürden Korunma Yolları
“Gerçekten kâfir olanları (küfürlerinde bilinçli olarak ısrar eden kimseleri) inzâr etsen de etmesen de (azap ile uyarıp korkutsan da korkutmasan da) müsâvidir. Çünkü onlar iman etmezler.” 1
Küfür; Anlam ve Mâhiyeti
Küfür, “ke-fe-ra” fiil kökünden masdar olup, lügatta ‘bir şeyi örtmek’ demektir. Bu anlamıyla tohumu toprağa eken ve böylece onu örtüp gizleyen çiftçiye küffar denildiği gibi, kılıcı örttüğü için kınına, karanlığı örttüğü için geceye, yıldızları örttüğü için buluta da kâfir denir. Bazı ibâdetler ve tevbe de birtakım günahları örttüğü için bunlara da keffâre(t) denilmiştir. Yine aynı kökten gelen “küfrân” ise, nimeti örtmek, yani nankörlük yapmak demektir.
1 2/Bakara, 6
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 12 -
Günahları örten bedele de “keffâret” denilir. Kâfir kişi de Allah’ın
varlığını, âyetlerini, nimetlerini veya hükümlerini görmezlikten,
bilmezlikten gelip inkâra gittiğinden bu ismi almıştır.
Küfre sapan kimseye kâfir (çoğulu: küffâr, kâfirûn, kefere)
denilir. Küfür, imanın zıddı olduğu gibi, kâfir de mü’minin zıddıdır.
Kâfir, gerçeği örten, nimeti saklayıp inkâr eden kişi demektir.
Yaratıcı’nın en büyük nimetleri olan Allah’ın âyetleri, tevhidî iman,
peygamberlik, din, hidâyet vb. hususları saklamak veya görmezlikten
gelmek kâfirliğin en belirgin şeklidir.
Küfür, realiteyi, hakikati çarpıtmaktır. Küfür, varlıktaki, yaratılıştaki
güzellik ve mükemmelliği, nimet ve lütfu görmeme,
görmezlikten gelme illetidir; bir fıtrat nankörlüğüdür. Akı kara,
karayı ak görmektir; Görülmesi gerekeni görmemek, bakar körlüğü
tercih etmektir. Küfür, bir hastalıktır, bir ârızâ ve anormalliktir.
Doğal olanın, fıtratın dışına çıkmaktır. Kalpte başlayan bu hastalık,
kafaya ve bütün organlara yayılır. İmanla tedavi edilmedikçe
çabuk büyüyen ve tüm vücudu kaplayan bu kanser mikrobu, kişinin
âhiretini ve dünyasını mahveder. İslâm’ın hâkim olmadığı çevre
şartları, bu küfür mikrobunun alabildiğine yayıldığı hastalıklı
ortamlardır.
Küfür, bir kimsenin iman edilmesi gerekli esaslara iman etmemesidir
ki, yalanlama ve inkârı, tasdiki terk etmeyi, ikrah, yani
şiddetli zorlama ve engel bulunmadığı halde ikrarı terk etmeyi de
içine alır. İmandaki tasdik gibi, küfürdeki tekzib (yalanlama) de
kalble, sözle veya davranışla olur. Kalp ile yalanlama nasıl küfür
ise, ikrah (zorlama) olmaksızın sözlü yalanlama da öyledir. Hatta
elfâz-ı küfrü (küfür sözünü) böyle sözle ifade etmek, daha çirkin
bir düşmanlığı açığa vurmak olur. Aynı şekilde fiilî (davranışla) yalanlama
da böyledir. İman edilmesi arzu edilen mukaddes şeylere
fiilen hakaret ve alay etmek, küçümsemek ve hafife almak, bunları
bozmaya çalışmanın en çirkin küfür olduğunda şüphe yoktur.
Yalnız kalpte gizlenen küfre küfür denip de, sözlü veya fiilî olarak
açıklanan ve ilan edilen küfre küfür denilmemesi nasıl mümkün
olur? Ancak, o sözlü veya fiilî küfür izharı, “kalbi imanla dolu olduğu
halde inkâra ikrah olunan, zorlanan değil”2 şer’î istisnâyı bildiren bu
âyet gereğince zaruri bir zorlamaya dayanması hâriç. Fiilî tekzib
(davranışla ilgili küfür), iman ile bir araya gelmesi mümkün olmayan
fiili yapmaktır. Ancak fiilî tekzib (davranışla ilgili küfür) ile fiilin
yokluğu arasında büyük fark vardır. Mesela, namaz kılmamak
başka, haça tapmak yine başkadır. Namaz kılmamak küfür değilse
2 16/Nahl, 37
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 13 -
bile haça tapmak kesin küfür olur. Bu bakış açısından, amelin terkinin
fiilî yalanlama olup olmadığı şüpheli olduğundan, küfrü gerektiren
bir durum olup olmayacağında ihtilaf edilmiştir. Hâlbuki
hakaret ve hafife almayı ifade eden, aynı şekilde Mushaf’ı çirkefe
atmak, güneşe tapınmak, putlara veya heykellere secde etmek,
küfrü yayıp neşretmek, günahı ve haramı helâl; helâli de haram
saymak... gibi bizzat küfür eseri şeyler; küfür delili olduğu belli
bulunan yalancıların fiilleri -bir ikrah, yani zorlama zarureti yoksaküfür
olduğunda hiç ihtilaf edilmemiştir.
Yukarıda açıklama yapıldığı üzere, ameli terk etmenin ve her
günahın küfrü gerektirdiği söylenmiyor. Fakat bu mesele, istismar
edilerek kötüye kullanılmıştır. Ameli terk etmek iki türlüdür: Birisi
cüz’î (kısmen) terk, diğeri küllî (tamamen) terk. Yani biri terk
etmek, biri de terk etmeyi alışkanlık edinmektir. Meselâ, bazen
namaz kılmayan ile namazı terk etmeyi alışkanlık haline getiren
arasında büyük fark vardır. Namaza imanı olan, onu vazife tanıyan
kimsenin -beşer hali- ara sıra bazı üşengeçliğinin bulunabilmesi
akla uygundur. Şu halde cüz’î terk, küfür olmayabilir. Fakat
ameli terki alışkanlık edinen, namaz kılmayı hiç hatırına getirmeyen,
ömründe hiç kılmayan ve hatta kılmamaya azmetmiş bulunanların
kıble ehli (müslüman) olduklarına, Allah’a, Peygamber’e
ve peygamberlere, Kur’an’a ve âhirete, farz olan vazifelere imanı
bulunduğuna nasıl hükmedilebilir? Özetle iman, tevhid tertibiyle
bütün inanılacak şeylere bölünmez bir bağlılıkla uymak; küfür de
onlardan, birinin bile olsun, bulunmamasıdır. Yani küfür için iman
edilecek şeylerin hiçbir ine inanmamak şart değildir. Birine veya
bir kısmına inanmamak da küfürdür. İman, bir bütünlüğü gerektirir.
Küfür ise, onun tersi olduğundan, bir kısmı inkâr ile de vâki
olur; tamamının inkârı şart değildir. İman ile küfür, sade zıt değil;
birbirinin tersidirler. Ne toplanırlar, ne yükselirler; arada vasıta, iki
menzil arasında bir menzil (el-menzile beyne’l-menzileteyn) yoktur.
Bir insan ya kâfirdir; ya mü’min. Fâsık (günahkâr) da işlediği
suça göre bunlardan biridir.
İman ile küfür, iki görüş açısından düşünülür. Birisi, insanın
yalnız Allah’a karşı vaziyeti; diğeri de mü’minlere karşı vaziyetidir.
Birincisinde mü’min, yalnız Allah’ın ilmini düşünerek imanını
ve kendini ona göre kontrol ve teftiş eder. Bu noktada hem
içinden ve hem dışından sorumludur. İkincisinde, insanların ilmi
ve onlara kendini ne şekilde tanıttığını, ne gibi muâmele yaptığını,
onların ilmine karşı kendisinin ne gibi bir muameleye tabi
tutulması gerektiğini düşünerek imanını ve kendini ona göre
kontrol ve teftiş eder. Çünkü İslâm’da Allah’ın hakları, bir de
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 14 -
kulların hakları yönü; imanın bir ferdî, bir de sosyal durumu vardır.
“Allah’a, Peygamber’e kalbimde imanım var” deyip de insanlara
karşı hep küfür muamelesi yapmak İslâm imanının şiarı değildir.
Din ve imana muhtaç olan Allah değil, insanlardır.
Küfretmek, dilimizde kaba bir şekilde sövmek manasında da
âdet olmuştur ki, bu, Arapça’da yoktur. Halk arasında yaygın olan
bu mana, esasında dinî manadan alınmıştır. Önceleri küfrü gerektiren
sövmelere kullanılırken, biraz genişletilmiştir. 3
Küfür, İslâm’ın karşıtıdır. İslâmın gönderilişi sebebi, insanların
fıtrat dini olan İslâm’dan uzaklaşıp, Allah’ın ‘küfr’ dediği inkâra
düşmeleridir veya kendi hevalarına uyarak yanlış yola gitmeleridir.
“Küfür”, din dilinde, imanın zıddıdır yani imansızlıktır. Bir insanın
iman etmesi mümkünken, iman etmesi gerekirken iman etmemesidir.
Bu çeşit küfr, yalanlamayı, inkârı ve iman ilkelerini ikrar
(söylemeyi) terketmek demektir. Nasıl ki iman; imanın şartlarını,
inanç esaslarını zorlama olmadan kalp ile tasdik dil ile ikrar ise,
küfr de tam bunun karşıtıdır. İnanç esaslarını kabul etmediğini dil
ile söylemektedir veya gönlünden inanmamaktır. İman ilkelerini
yalan saymak veya açıktan açığa inkâr etmektir. Başka bir deyişle,
Allah’ın varlığını ve birliğini, peygamberliği, Hz. Muhammed’in
getirip tebliği ettiği şeyleri inkâr etmek, onları kabul etmemektir.
İman kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için “küfür” kavramı
üzerinde durmak gerekir. İslâm’ın iman kavramına yüklediği
bütün olumlu mânâların tam karşıtı “küfür” kavramında vardır.
Esasen küfr de bir iman çeşididir. Yani bazı insanlar İslâm’a inanmamayı
inanç haline getirirler veya onun yerine bir başka din bulurlar;
bunlara genel olarak “kâfir” denir.
Küfre düşene, küfre sapana veya İslâm’a inanmadığını açıktan
açığa söyleyene dinimiz “kâfir (gerçeği örten, inkâr eden)”
demektedir. Bunun çoğulu küffâr, kâfirûn veya kefere’dir. Küfür,
sözle olduğu gibi fiil (eylem) ile de olabilir. Bir kimse sözüyle,
“ben islâma, Kur’an’a, Hz. Muhammed’e inanmıyorum” veya “ben
İslâm’ın dışında başka dinlere inanıyorum” der; böylece sözüyle
küfür içinde olduğunu açıklar. Kimileri de bu sözleri söylemeseler
bile hareketleriyle, meselâ putlara taparak da küfre düşebilir.
İslâm inanç esaslarının bir kısmını inkâr eden, onlarla alay
eden veya onları küçümseyen kimseler de küfre düşerler. İman
bir bütündür, bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemek
olmaz. “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı (küfür)
3 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Y., c. 1, s. 191-192
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 15 -
ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların cezası ancak dünya hayatında rüsvaylıktır,
rezilliktir. Kıyâmet gününde de en şiddetli azâba itilmektir. Allah,
sizin yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir.”4 Bir insan “ben
müslümanım” dedikten sonra, Kur’an’da olan bütün âyetleri ve
Peygamberimizden geldiği kesin olan her şeyi kabul etmek zorundadır.
İslâm’ın ilkelerini kabul etmeyen, onları aklına sığdıramayan,
İslâm’ın prensiplerini zamana ve çağa uygun görmeyen kimselerin
bu tutumu küfürden başka bir şey değildir. Çünkü düşünerek,
aklını kullanarak iman eden kimseler, İslâm’ın prensipleri noktasında
eksiklik görmezler. İslâm Allah’ın dinidir. İlkeleri ve prensipleri
Allah tarafından tespit edilmiştir. O prensipleri beğenmemek
Allah’ın hükmünü beğenmemektir.
Müslüman olduğu halde küfür hali sayılan veya insanı küfre
götürebilecek sözleri söyleyen, bunda da ısrar edenlere İslâm mürted
demektedir. Mürtedin din yönünden hükmü “kâfir” sıfatıdır.
İman, Tevhid tertibiyle inanılması gereken bütün inanç esaslarına
inanmak ve bu esaslara uymak; küfür de bunun karşıtı bir
tutum içerisinde olmaktır. Küfür, bütün sapıklıkları kuşatan genel
bir çerçevedir. Küfür; şirk koşmak, irtidat etmek, tâğutluk yaparak
Allah’a karşı gelmek, İslâm dışı dinleri kabul ederek sapıklığa düşmek
gibi fiilleri kapsar. Şirk ve tâğutluk gibi sapıklıklar küfr içerisinde
olan kimselerin fiillerinin sonuçları ve bazı görüntüleridir.
Ancak, şirkin özel bir yeri vardır. Şirk, bir nevi Allah’ı kandırmaya
kalkışmanın, O’na inanıyor gibi görünüp O’nun yerine bir sürü
tanrılar koymanın adıdır. Küfür ise, açıktan bir inkârdır; bile bile
hakkın/gerçeğin üzerini örtmedir veya inat ederek inanmamadır.
İnsan, Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükretmesi için,
yani kulluk ve ibâdet için yaratılmıştır. İnsanın fıtratı da İlâhî nimetlere
şükretmeye uygundur. İnsan, Rabbini bilmeli, O’na teslim
olmalı ve O’nun verdiklerine nasıl şükredilmesi gerekiyorsa öylece
şükretmelidir. Ancak, insan unutkan ve haksızlığa meyilli olduğu
için, hem nimetin Sahibini unutuyor, hem de haksızlığa kalkışarak
başka tanrılara kulluk yapıyor. Elde ettiği mal ve servetle şımarıyor,
yeryüzünde kibirleniyor, haddi aşıyor, hevâ ve hevesine
uyarak yoldan çıkıyor. Mal ve dünyalıklarla eline güç geçiren kimselerin
çoğu azar ve yoldan çıkarlar. Bunlar ya kendi kafalarından
uydurdukları tanrılara inanırlar, ya da çıkarlarını sürdürmeye yarayan
atalar dinine bağlı kalırlar. Onlara; “gelin Allah’ın Dini olan
İslâm’a teslim olun” denildiği zaman kibirlenerek yüz çevirirler.
4 2/Bakara, 85
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 16 -
Bu gibi kimseler Allah’tan peygamberler vâsıtasıyla gelen
âyetleri kabul etmezler ve kâfir olurlar. Böylece hem nimetin
Sahibine karşı “küfran” gösterirler, nankör olurlar; hem de
İlâhî âyetlere karşı inkârcı kesilirler. Allah’a karşı küfre yeltenen
inkârcıların çoğu yeryüzünde haksız yere şımaran ve kibirlenen
kimselerdir. Kimileri de kendi aklına veya keyfine uymayı en doğru
yol olarak bilir ve kendi görüşünden başka kutsal bir şey kabul
etmez. Bazıları da atalarının izi üzerine gider. Babasını hangi din
üzerinde görmüşse körü körüne o dinin peşine gider. Doğru mu
yanlış mı, hak mı bâtıl mı diye düşünmez. Kimileri de iktidar sahibi
olunca, kendini müstağnî (kimseye ve Allah’a ihtiyacı yok) zanneder,
Allah’a ve O’nun emirlerine karşı büyüklük taslar. Allah’ın
önünde secde etmeyi kibir ve gururuna yediremez. Allah’ın gönderdiği
hükümleri beğenmez, kendi fikirlerini daha üstün tutar.
Ya da kutsal saydıkları sahıs veya putları tanrı haline getirir. Onlarla
Allah’a şirk koşarlar, o putlar adına uydurdukları inanç ve ilkeler
doğrultusunda yaşarlar ve böylece küfre düşerler.
Küfür; ortaya çıkışı açısından iki çeşittir:
Birincisi, İslâm’a göre aşağılanması (tahkir edilmesi) gereken
bir şeyi yüceltmek (tazim etmek), İkincisi de, yüceltilmesi (tazim
edilmesi) gereken şeyi aşağılamak (tahkir etmek).
İslâm’ın aşağı gördüğü, kötü veya fena dediği, günah ve haram
saydığı şeyleri yüceltmek, onları doğru saymak, o türlü düşünceleri
savunmak küfürdür. Yine İslâm’ın üstün tuttuğu (aziz
saydığı), doğru kabul ettiği bir şeyi beğenmemek, aşağı görmek,
kabul etmemek de küfürdür.
Küfredenler aslında, evrende ve insan hayatında olan realiteyi
(devam eden gerçeği) çarpıtan insanlardır. Onlar, insana ve evrene
hâkim olan gücü görmezler ve inkâr ederler. Onlar, âhiret gerçeğinin
üzerini kapatırlar. Onlar, çok açık ve anlaşılır olan âyetlere
karşı duyarsızdırlar. Onlar, şaşmaz ölçüler olan İlâhî vahyi inkâr
ederler. Daha önemlisi onlar, Allah’ın varlıklara yaptığı iyiliklere
karşı nankördürler, nimetlerin Sahibinin hâkimiyetinin üzerini
örtmeye, Onu yok saymaya çalışırlar.
Küfre düşenler; açıktan açığa Allah’ı inkâr ederler; âhirete
inanmazlar ve o güne inananlarla alay ederler. Dünya hayatını
ve onunla oyalanmayı tercih edip Allah’a ibâdet etmeyi kabul etmezler.
İslâm’ı uydurma bir din, çağın gerisinde kalmış bir düşünce
olarak düşünürler. Kur’an hakkında ileri geri konuşurlar. Allah’ın
hükümlerini reddedip kendi görüşlerini ve büyük saydıkları kimselerin
görüşlerini Allah’ın hükmüne üstün tutarlar.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 17 -
Bazı insanlar da Allah’ın kitabının bir kısmına inanıp bir kısmına
inanmazlar. Bunlar, Kitabın tümüne inanmıyor sayılırlar.5
Kur’an, küfredenlerin özelliklerini çeşitli âyetlerde sıralamaktadır.
Onların en önemli özelliği Allah’ın âyetlerini ve O’nun rızık verdiğini
yalanlamaktır. Allah’ın insanlara nimetleri yalnızca maddî
şeyler değildir. Akıl, his, idrâk, sevgi, merhamet gibi şeyler, ayrıca
Allah’ın gönderdiği hidâyet, din ve peygamberler de birer nimettir.
Küfre düşenler bunları da inkâr ederler.
Küfredenlerin dünyada mal ve güce sahip olmaları onların
mutlu ve doğru yolda olduklarını göstermez. Bilakis onlar cehennem
odunudurlar.6
Onlardan bazıları zanneder ki, kendilerine hemen acıklı bir
azap verilmemesi onların lehinedir ve dünya yarışını kazanmışlardır.
Bunlar onların boş hayalleridir. Onlar çok büyük zarara uğrayanlardır.
7
Allah, küfredenlerin dostluğunu kabul etmiyor ve onlara
düşman olduğunu açıkça beyan ediyor.8 Bu yüzden küfredenler
mü’minlere de velî (dost) olamazlar. Onlar ancak birbirlerinin
velîsi/dostu olurlar.9
Müslümanlar onlara velî ve yardımcı olmadığı gibi, onları
dâvâlarında, fikirlerinde ve mücâdelelerinde de asla desteklemezler.
10 Allah, kendi dinini alaya alay kâfirleri velî kabul eden, onlara
destek olan müslümanları yüzüstü bırakır.11
Kur’an’da Küfür Kavramı (Nankörlük ve İnkâr)
“Küfür” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 525 yerde geçmektedir.
İnkâr edip küfreden anlamındaki “kâfir” kelimesi ve çoğulu
da Kur’an’da 158 defa zikredilmiştir. Kur’an, imana yüklediği tüm
anlamların zıtlarını küfür kelimesine yüklemiştir. Zaten küfür de,
bir inançtır; olumsuz bir inanç. Göğüsler iman için açıldığı gibi,
küfür için de açılır.12 Kur’an’a göre, küfrün en sık belirişi insanın
nimetleri inkârı, yani nankörlüğüdür. Allah, insanların yaratıcısı,
onları rızıklandıran, onlara sayısız nimet veren, yaşatan... bir İlâh
ve Rab’dir ki, en küçük bir iyilikte bulunana teşekkür edildiği gibi,
5 2/Bakara, 84-85
6 3/Âl-i İmrân, 196
7 3/Âl-i İmrân, 178; 8/Enfâl, 59
8 3/Âl-i İmrân, 151; 2/Bakara, 96
9 8/Enfâl, 73; 3/Âl-i İmrân, 28; 4/Nisâ, 139
10 28/Kasas, 86
11 3/Âl-i İmrân, 149
12 16/Nahl, 106
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 18 -
nimetleri karşısında Allah’a da şükretmek gerekir. “Beni zikredin,
ben de sizi anayım; bana şükür edin; küfr (nankörlük) etmeyin.”13
Allah’a şükretmek, sahip olunan nimetlerin yalnızca O’ndan
olduğunu kalpten kabul etmek olduğu gibi, bu kabulü de gerek
sözlü, gerek fiilî amellerle göstermektir. Fakat insan, unutkan ve
haksızlığa eğilimli, aynı zamanda iyilikleri kendinden, kötülükleri
başkasından bilen bir niteliğe sahip olduğundan iki durumda
sahip olduğu nimetlerin Allah’tan olduğu gerçeğini gizlemeğe
kalkışır. Bu iki durumdan biri ve en çok görüleni; aşırı nimetler,
zenginlik, mal, evlat ve refah içinde yüzme; diğeri ise darlık ve
sıkıntı içinde bulunmadır. Bunlardan birincisi şükretmemenin en
önemli nedenidir ve bu yüzdendir ki, kâfirler daha çok zenginler
içinden çıkar. Çünkü onlar, zenginliklerinin ve içinde bulundukları
refah durumunun sona ermeyeceği, bunun kendi kazançları olup
akıl ve becerilerinden kaynaklandığını zannederler. “İnsanlar (küfür
üzerinde) tek bir ümmet olmayacak olsalardı Rahman’ı küfür/inkâr edenlerin
evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine binip çıkacakları merdivenler
yapardık. Ve evlerine kapılar ve üzerlerine yaslanacakları koltuklar, kanepeler
ve nice süsler. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçimliğidir.
Âhiret ise Rabbi’nin katında müttakîler içindir.”14
“Karun, Mûsâ’nın kavmindendi. Onlara karşı bağy etti. Biz kendisine
öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarlarını taşımak güçlü bir topluluğa
ağır geliyordu. Kavmi ona demişti ki: ‘Şımarma, Allah şımaranları
sevmez...’ ‘Bu, bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi’ dedi.”15
İnsan, bazen darlık ve sıkıntı ânında da küfürde bulunur: “İnsana
Kendimiz’den bir rahmet tattırsak onunla sevinir. Ellerinin öne sürdüğünden
dolayı kendilerine bir kötülük dokunsa, muhakkak insan çok
küfredici (olur).”16
İşte, gerek sıkıntı ve darlık, gerekse bolluk ve ferah anında tiksindirici
bir istiğna ve şımarıklıkla veya umutsuzlukla insan Allah’a
karşı kâfir kesilir. Demek ki, küfrün temelinde, aynı şirkte olduğu
gibi bir bakıma nefse tapınma, bencillik ve istiğna vardır ve küfür
Allah’ı hakkıyla tanımamak, O’nun verdiği nimetlerin O’ndan
olduğu gerçeğini sözle, davranışla ve kalben örtmek, gizlemektir.
Sözgelimi, insan fizikî yapısını beğenir ve ‘şükredeyim diye Allah
beni güzel yarattı’ demez; ‘ne kadar güzelim!’ der ve insanlar karşısında
güzelliğiyle övünür. Sahip olduğu yetenek ve becerilerin
13 2/Bakara, 152
14 43/Zuhruf, 33-35
15 28/Kasas, 76, 78, 81; ve yine Bk. 18/Kehf, 32-37
16 26/Şuarâ, 48
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 19 -
bütünüyle Allah’tan olduğunu unutur, insanların içine çıkıp ‘şunu
şöyle yaptım, şu kadar kabiliyetliyim’ der; fakat ‘Allah, bana bu
beceri ve yetenekleri vermiş, o halde bunları verene teşekkür olarak
O’nun yolunda kullanayım’ diye düşünmez.
Çok mala sahiptir, güzel bir evde oturmaktadır, güzel giysiler
içindedir; Hz. Süleyman gibi “Bu, Rabbimin fazlındandır; şükür mü
edeceğim, yoksa küfür mü, diye beni denemek için. Kim şükrederse kendisi
için şükreder; kim de küfrederse muhakkkak Rabbim müstağnîdir,
çok kerem sahibidir.”17 demesi ve bunun bilinciyle hareket etmesi
gerekirken, Karun gibi ‘bu bana bilgimden dolayı verildi’ der,
hele bir de güç ve kuvveti varsa insanlar üzerinde bağy eder ve
tam bir tağut kesilir. İnsan, bu şekildeki küfrüne haset, hırs, kibir
gibi olumsuz nitelikler de ekleyince, artık Allah düşüncesini zihninden
atmaya, O’nu evrende hüküm sahibi görmemeye ve yok
saymaya kadar gider. Bazılarıysa kendilerine daha önceden apaçık
delillerle bildirilen Allah’ın âfakta ve enfüsteki âyetlerinden
bazılarını örtmeğe girişir. Kitaplarını veya gönderdiği kitaplardan
birini, peygamberlerin tamamını veya bir kısmını, âhireti, melekleri
veya kaderi, peygamberlerin Allah’tan getirdiği esaslardan birini
veya bir kaçını kabul etmemeğe yönelir. Bazıları, “peygamber
Allah’tan ne getirdiyse inandım” der, fakat hareketleriyle bunu
yalanlar. Temel emir ve yasaklarlardan bazılarını yerine getirmez,
getirmeye getirmeye bu emir veya yasağın üzerine bir örtü çeker
ve artık yanında “yok” hükmüne geçer.
Allah’ı, âyetlerini veya hükümlerini örten, daha çok da Allah’ı
ve O’nun hükmünü yok saymaya çalışan, nedenleri görüp ötesini
göremeyen, duyularının ulaşamadığı şeyleri yok sayan, evrenin
yaratılışını, meydana gelen olayları rastlantı, zorunluluk gibi bir
takım hayalî etkenlere bağlayan, bilmeden her bir zerreyi ilahlaştıran
veya Allah’ın âyetlerinin birini, bir kaçını veya tamamını
tanımamaya yönelenlerin artık kalpleri de örtülür; basiretleri yok
olur, akılları işlemez, dilleri hakkı söylemez hale gelir. Böylelerinin
kalpleri mühürlenmiştir ve bunlar için uyarı, korkutma hiçbir etki
yapacak değildir: “Gerçek şu ki, kâfir olanları uyarsan da uyarmasan
da onlar için birdir, iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını
mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için
(dünya ve âhirette) büyük bir azap vardır.”18; “Andolsun, elçilerimiz onlara
açık deliller getirmişlerdir. Fakat, önceden yalanladıklarından ötürü
inanmaya yanaşmadılar. Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler.”19;
17 27/Neml, 40
18 2/Bakara, 6-7
19 7/A’râf, 101
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 20 -
“Kalpleri vardır, ama onlarla gerçeği kavramazlar; gözleri vardır, fakat onlarla
görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. Hayvanlar gibidir onlar,
hatta daha da sapık/yoldan çıkmış...”20; “Allah katında bütün hayvanların
en şerlisi, akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.”21
Bu anlatılanlar, küfrân-ı nimet yani nimetlere küfürdür. Bu
küfrün çeşitlerinden biridir. Türkçede nankörlük denen nimetlere
küfür, küfrün temelini oluşturduğu gibi, nimet kelimesinin kapsamı
içine mal, mülk, göz, kulak gibi maddî ve yetenek, beceri, düşünce,
akıl gibi manevî varlıklardan daha çok; risâlet, din, hidâyet
vb. girer. Şu halde, Allah’a ve O’ndan gelen herhangi bir şeye yönelen
örtme, gizleme, tanımama işi, küfür kavramının kapsamı
içindedir.22
Nimetlere nankörlük (küfran-ı nimet), nimetin eksilmesine ve
azaba sebep olur. Küfrânın zıddı olan şükrân (şükretmek) ise, nimetlerde
artışa yol açar. “Eğer şükrederseniz, (nimetlerimi) arttırırım;
eğer küfrâna giderseniz, muhakkak ki azâbım çok şiddetlidir.”23
Küfrâna karşı böyle sert bir tavır takınılması sebepsiz değildir.
Kur’an, küfrün her türünde nankörlükle yalanlamanın beraber
bulunduğuna dikkat çeker.24 İmandaki tasdik ve itiraf, burada yerini
inkâr ve yalanlamaya bırakmaktadır. İnsana şah damarından
daha yakın olan Allah’ı25 görmezlikten gelmeye kalkmak, insan
onuruna yakışmamaktadır. Bunun içindir ki Kur’an, küfre sapanları
sözü değil; bağırıp çağırmayı duyan sağır, dilsiz ve körlere
benzetmektedir.26 Şuur ve iman nimetini teperek hayvanlaşan bir
varlığın, hayvan olarak yaratılan bir canlıya denk olmak gibi bir
şansı ve liyakati de olamaz. Böyle birisi, hayvandan daha aşağılara
iner ve hayvanların en kötüsü, en zararlısı olur. “Şu bir gerçek ki, Allah
katında hayvanların en şerlisi, küfre sapıp da imana gelmeyenlerdir.”27
Durum böyle olduğuna göre, küfür ehlinin sahip bulunduğu
dünya imkân ve nimetlerine bakarak onların kemal ve mutluluğuna
hükmetmek yanlıştır. “Küfre sapanların beldeler boyu işten işe
geçip, (refah içinde) diyar diyar dolaşmaları seni sakın aldatmasın! Bütün
bunlar azıcık menfaatlenmedir. Onların son varış yerleri cehennemdir. Ve
20 7/A’râf, 179
21 8/Enfâl, 22
22 Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Kırkambar Y., s. 339-340
23 14/İbrahim, 7
24 Bk. 84/İnşikak, 22; 85/Bürûc, 19; 57/Hadîd, 19; 64/Teğâbün, 10
25 50/Kaf, 16
26 2/Bakara, 171
27 8/Enfâl, 55
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 21 -
ne kötü varış yeridir o!”28; “Küfre sapanlar asla sanmasınlar ki, bizim onlara
mühlet vermemiz nefislerinin lehinedir.”29; “Küfredenler sakın sanmasınlar
ki, yarışı kazandılar. Onlar kimseyi âciz bırakamazlar.”30; “Rablerini
inkâr edenlerin durumu; amelleri fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu
küle benzer.”31
Ne yazık ki, işin esasını göremeyen küfür mensupları, bir kuruntu,
bir kasılma, yani istikbar ve istiğna içindedirler.32 Küfür ehlinin
sayısız nimete nankörlük içinde bulunmalarından dolayı, Allah
onları dostluğa kabul etmez; ancak mü’minler, Allah’ın dostları
olarak anılır. Allah da kendisini onların dostu olarak belirtir.33 Allah,
kâfirleri sevmez. Onların gönüllerine dostluk ve muhabbet
duygusu yerine korku yerleştirilmiştir.34
Durum böyle olduğu içindir ki, mü’minler de küfre sapanları
dost edinmemelidirler. Kâfirler ancak birbirlerine dost olur,
mü’minlere dost olamazlar.35 Mü’minler, onları veli, dost edinemedikleri
gibi, onlara arka çıkma, destek verme yönüne de asla
gidemezler.36 Hele onlara boyun eğmek, bir mü’minin onuruyla
asla yan yana gelemez. Onlarla mücadele etmek gerekir. Ve bu
mücadelede onlara şiddetli davranmak da esastır. “Kâfirlere boyun
eğme, itaat etme ve bununla (Kur’an ile) onlara karşı olanca gücünle
büyük cihad yap, büyük bir savaş ver.”37; “Ey Peygamber! Kâfirlere ve
münâfıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.”38; “Muhammed
Allah’ın rasulü, elçisidir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı şiddetli,
çetin; kendi aralarında merhametlidirler.”39
Mü’min, dinini alaya alıp eğlence yerine koyan ve Allah’ın nimetlerini
inkâr ve nankörlük yolunda kullanan,40 nimetlerden yararlanıp
yemede hayvanları andıran41 bir topluluğu ne sevip onlarla
dostluk kurabilir, ne de onlara güvenebilir.42 Onlara güvenenler,
28 3/Âl-i İmran, 196-197
29 3/Âl-i İmran, 178
30 8/Enfâl, 59; 24/Nur, 57
31 14/İbrahim, 18
32 Bk. 38/Sâd, 2; 67/Mülk, 20
33 47/Muhammed, 11
34 Bk. 3/Âl-i İmran, 151; 30/Rûm, 44; 2/Bakara, 276; 3/Âl-i İmran, 32
35 Bk. 8/Enfâl, 73; 3/Âl-i İmran, 28; 4/Nisâ, 139, 144
36 28/Kasas, 86
37 25/Furkan, 52
38 9/Tevbe, 73
39 48/Fetih, 29
40 14/İbrahim, 28
41 47/Muhammed, 12
42 5/Mâide, 57
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 22 -
yüzüstü bırakılırlar.43 Zaten güven, imanla ilgilidir; inkârla değil.
İman’ın bir anlamı emin olmak, güvenmek (Allah’a) ve güvenilir
olmaktır (insanlara). Mü’min, küfrün alay konusu ettiği iman kardeşlerine
onur ve güç; kâfirlere ise zillet ve eziklik getirici, aziz ve
üstün olmalıdır.44
Küfre sapanlar zâlimdirler45 ve zâlimler, düşmanlığa müstahak
biricik hedeftirler. Tâğut uğruna savaşan46 ve mallarını Allah yolundan
insanları alıkoymak için harcayan,47 Allah’ın indirdiği ile
hükmetmeyen48 ve mü’minlere gelen hakikatlere sırt çevirenlere
gönülden sevgi ve güven (meveddet) beslemek, destek vermek
akıl işi değildir.49 Bunlar, iflâh etmeyecek bir güruhtur.50
Küfür, üretilen değerleri, sergilenen amelleri işe yaramaz hale
getirir. “İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini Allah
boşa çıkarmıştır.”51 “Fitne, adam öldürmekten daha büyük bir günahtır.
Onlar(kâfirler) eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar
size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner de kâfir olarak
ölürse, onların yaptıkları işler, dünyada da âhirette de geçersiz sayılmıştır.
Onlar cehennemliktir ve orada devamlı kalırlar.”52 Ceza suç cinsinden
verilir. Onlar, Allah’ın âyetlerini ve nimetlerini görmezden
geldikleri için, onların yaptıkları gerçekten iyi şeyler varsa onlar
da görmezden gelinip yok sayılıyor. Allah’ın nimetlerine nankörlük
yapanların, kendi küçük iyiliklerinin takdirle karşılanmasını
beklemeleri ikinci bir nankörlük olduğu gibi, aynı zamanda zulümdür
de.53
İslâm âlimleri, meydana geliş şekli, sebebi ve yeri itibariyle
küfrü beşe ayırmışlardır:
1- Küfr-i inkârî: Allah’ı, Peygamber’i ve onun Allah’tan getirmiş
olduğu esasları kalpten kabullenmemek ve dille de inkâr etmek.
2- Küfr-i cühud: Kalben Allah’ı bilip kabul etmek, fakat dille
inkâr etmek.
3- Küfr-i inâdî: Kalben hakikatı bilip dille de zaman zaman itiraf
43 3/Âl-i İmran, 149
44 5/Mâide, 54
45 2/Bakara, 254
46 4/Nisâ, 76
47 8/Enfâl, 36
48 5/Mâide, 44
49 60/Mümtahine, 1
50 23/Mü’minûn, 117; 28/Kasas, 82
51 47/Muhammed, 1
52 2/Bakara, 217
53 Kur’an’ın Temel Kavramları, s. 333
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 23 -
etmek, fakat haset, kin, şan, makam gibi endişelerle İslâm’ı kabullenmemek.
4- Küfr-i Nifak: İnanılması gereken şeyleri dille ikrar etmek, fakat
kalben inanmamak.
5- Küfr-i Cehlî: İnsanın iman ettiği halde, cehalet sebebiyle
zarurat-ı diniyyeden olan şeyleri inkâr etmesi. Günümüzde en
yaygın küfür çeşidi budur.
Yukarıdaki tasniften yola çıkarak kâfirlerin de kendi aralarında
şu kısımlara ayrıldığını söyleyebiliriz:
a- Allah hakkında bilgisi olmayan, bildirildiğinde de kabul etmeyen
kâfirler. Firavun bunlardandır. Mûsâ (a.s.) ona İslâm’ı tebliğ
ettiğinde, Firavun “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka ilah
bilmiyorum.”54 demişti. Yani, kanunu ben koyarım, sizi ben yönetirim
diyor.
b- Allah’a ve Rasülü’ne inanır, inandığını Ebû Talip gibi ikrar
da eder, ama makamı, şanı, şöhreti, rütbesi uğruna İslâm’ı kabul
edemez.
c- Diliyle inandığını söyler, ama kalbinden iman etmez;
münâfıklar gibi.
Kalbinde imanı olmadığı halde, dışa karşı mü’min görünene
“münâfık”; Müslümanlıktan sonra dinden dönene “mürted” denir.
İki veya daha çok ilah olduğunu söyleyen, Allah’a başkasını ortak
koşan kimseye “müşrik”; Yahudilik veya hıristiyanlık dinine bağlı
olanlara “kitabî” veya “ehl-i kitap” adı verilir.
İman esaslarından birini inkâr etmek küfürdür. İslâm’da iman
konuları bir bütündür. İnanılması gereken esaslardan herhangi
birisini inkâr etmek, bütünü inkâr etmek anlamına gelir. Kur’ân-ı
Kerim’in tamamını veya bir âyet ya da bir hükmünü, bir emir ve
yasağını bile inkâr etmek küfürdür. Kur’an’a bir şey ilave etmek,
Kur’an’ın kendisi, bir sûresi veya bir âyeti ile ya da dinden olan bir
hükümle alay etmek, onu küçümsemek ve hafife almak da kişiyi
iman dairesinden çıkarıp küfre düşürür. Kur’an’da veya sahih hadislerde
bildirilen ve üzerinde ihtilaf bulunmayan İslâmî emir ve
yasaklardan birisini inkâr etmek küfürdür. İçki, kumar, zina gibi
yasakları helâl saymak bu niteliktedir. Allah’ın haram kıldıklarını
işleyip, farzlarını yerine getirmemek, onları küçümsemekten,
inanmamaktan kaynaklanıyorsa, bu durum da küfürdür. Kısaca,
Allah’ın emir ve yasaklarını, bütün İslâmî hükümleri kabul ederek
54 28/Kasas, 38
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 24 -
İslâm’ı bir nizam olarak görmek iman gereğidir. Bunlardan bir kısmını
reddetmek veya İslâm’ın, çağımızda uygulanmasının mümkün
olmadığını ileri sürerek bir hümünü bile olsa reddetmek küfürdür;
bunu yapan kimse kâfir olur.
İslâm’ın itikadî, iktisadî, ictimaî, hukukî ve ahlâkî kanunlarıyla
hükümran olmadığı toplumumuzda, mü’minler, günah olmasına
rağmen amelî yönden bazı tavizler verse bile iman bakımından
taviz veremezler. Aksi takdirde kâfir olur, âhiretin ebedî azabına
müstahak olmuş olurlar.55 Allah’a, O’nun seçtiği hayat önderi Hz.
Muhammed’e (s.a.s.) ve Kur’an kanunlarına imanı korumak, her
türlü küfre ve nifaka karşı nefretle direnç göstermek her mü’minin
baş görevi ve ebedî azaptan korunmanın biricik vesilesidir.
Allah’a inandığı halde, O’na tam anlamda güvenememek,
şartlar ne olursa olsun mutluluk ve kazancın, Allah’ın emir ve
yasakları çevresinde olduğuna itimat edememek küfre götürür.56
Bütün nimetlerin Allah’tan olduğuna, O’nun takdiri ile insanlara
ulaştığına, Rabbimizin sebepler yaratarak insanları nimetlendirebileceğine,
dolayısıyla Allah’ın haram kıldığı yollardan rızık
aramamak gerektiğine bütün varlığımızla inanmamak da küfre
götürür.57
Yapılan amelleri Allah’a kulluk için, O’nun emri olduğu için
değil de; çeşitli gayeler için yapmak imansızlığa ileten bir davranış
şeklidir.58 Mü’minin bütün söz, iş ve davranışları, tüm hayatı ve
ölümü, âlemlerin Rabbi Allah içindir. Mü’min; ahlâk, ilim, sanat,
vatan, bayrak ve halk için değil; yalnız ve yalnız Allah için, O’nun
emri ve yasağı olduğu için konuşur ve susar; yapar ve sakınır.
Mü’min, bu sayılan değerleri ancak Allah’a kulluk için ve O’nun
izin verdiği şekilde yüceltir ve uğrunda mücadele verir.
Yaratmak ve kanun yapmak hakkı yalnız Allah’a ait iken;
Allah’tan gayrı güçlerin, fert ve kurumların, kesin emirler vermek,
yasaklar koymak, helâl kılmak, haram kılmak hakkı olduğunu kabul
etmek de küfre götürür. Çünkü İslâm’da egemenlik/hâkimiyet
yalnız Allah’a aittir. Halkın, parlamentoların, Allah’ın emir ve yasakları
ile çelişen ve çatışan karar alabileceğine ve bu kararların
İslâm açısından meşru olabileceğine inanmak, böyle düşünmek
kesinlikle küfürdür.59
55 2/Bakara, 217
56 10/Yûnus, 54; 14/İbrahim, 31
57 16/Nahl, 53; 65/Talak, 3
58 6/En’âm, 162; İbn Mâce, hadis no: 4205
59 7/A’râf, 54; 9/Tevbe, 31; 33/Ahzâb, 67
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 25 -
Hakkında kesin İlâhî hükümler olmayan konularda, -bilim, uzmanlık,
istişare ve referandum verilerine itaat gibi- Allah’ın itaat
edilmesine izin verdiklerinin dışındaki düşünce sistemlerine
ve gayr-ı İslâmî kurumlara itaat da küfre götürür. Mü’min, İslâm
nizamına teslim olmayan kendi nefsine, ilahî kanunlar açısından
değerlendirme yapmayan bilim ve politika adamlarına ve İslâm
dışı temeller üzerine kurulmuş kurumlara itaat edemez. Allah’a
isyan hususunda insanlara ve kurdukları kurumlara itaat yoktur.60
Din hürriyetimizi kısıtlayan toplumumuzda, aramızda vasiyet,
miras, alım-satım, nikâh, boşanma gibi işlerimizi, Allah’ın indirdiği
ölçülere göre değil de; bu ölçülere zıt prensiplere göre -gönül
rızâsıyla- düzenlemek, “devir değişti” gibi hezeyanlarla Allah’ın
kanunlarının geçerli olamayacağına inanmak da küfre götürür.61
İslâm’ın iman, ibâdet, hukuk, iktisat ve ahlâk dallarına ait bir
tek hükmünü dahi küçümsemek, modası geçtiğine inanmak; yani
artık kısas fikri geçerliliğini kaybetti; faiz yasağına yer yok; kadınların
örtünmelerine gerek yok; karşılıklı rızâ oldukça, ya da devletin
korumasına aldığı ve uygulanması için gösterdiği yerde zinada
sakınca yok; beş vakit namaz biraz fazlacadır gibi ve benzeri fikirlerin
bir tekini dahi benimsemek küfürdür. Zira İslâm bir bütündür.
Onun bütün hükümleri yücedir ve tartışma üstüdür.62
Amel bakımından kusurlu olsalar da, mü’min iş, sanat ve ilim
adamları dururken onlara ilgisiz kalıp; kâfir ve münâfıklara muhabbet
beslemek ve onlarla Allah’ın müsaade etmediği konularda
yardımlaşmak da İslâm’a ve mü’minlere ihânet olduğu için küfürdür.
63
Mal ve mevki gibi dünya nimetlerini düşüncelerimizin ve çalışmalarımızın
tek gayesi edinmek, âhiret hayatını hedef alarak
yaşamamak, öz ifadeyle dünyayı âhirete tercih etmek de yalnız
inkârcıların vasfı olduğundan, neticesi İslâm’dan kopmak olan bir
tutumdur.64
İslâm’la tezat teşkil eden bu tür zihniyet, iş ve davranışlardan
kafamızı, kalbimizi ve diğer organlarımızı arındırmazsak, imanımızı
kaybetmemiz kaçınılmaz olur. Mü’min, amelden küçük tavizler
vermekle, yani Allah’ın emir ve yasaklarının tümüne göre
hayatını düzenlememekle imanını zaafa uğratır, ama mümkün
60 33/Ahzâb, 48; 68/Kalem, 9
61 5/Mâide, 50; 4/Nisâ, 60
62 5/Mâide, 44-45; 4/Nisâ, 14; 58/Mücadele, 20
63 4/Nisâ, 44; 9/Tevbe, 23-24; 58/Mücadele, 22
64 11/Hûd, 15-16
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 26 -
ki imanını yitirmez. Fakat yukarıda sunulan örneklerde olduğu
gibi, İslâm’ın iman nizamı ile ilgili konularda önem vermemezlik
sebebiyle tâviz verirse imanını yitirir. Dünyası manasını kaybeder.
Bâtıl fikir ve yaşantıların kölesi olur, tüm yaptığı hayırları neticesiz
kalır, ahiret hayatı mahvolur. “Gerçek mü’minler, Allah’a ve rasulü
Hz. Muhammed’e iman eden ve sonra da şüpheye düşmeyen, (inancının
hâkimiyeti uğrunda) mallarıyla ve canlarıyla mücadele vermiş olanlardır.
İşte gerçek doğrular onlardır.”65
Küfrün Anatomisi
Zaman içerisinde peygamberlerin yolundan sapanlar, Allah’ın
büyüklüğünü inkâr ederek kendilerinin büyüyebileceklerine inanmışlar.
Kendi akıllarını kendilerine put yapmışlar. İçlerinde soyut
bir şekilde olan putlarını dışarıda somutlaştırarak tapınma ihtiyacını
gidermişler. Ateşe, Zeus’a, Minerva’ya, ineğe, Ahuramazda’ya,
Apollon’a tapınanlar, aslında kendilerine tapınmakta ve kendi çıkarlarını
güvence altına almaktalar. Hz. İbrahim, bu kendi çıkarları
için put yapan putperestlere: “Aranızda muhabbet vesilesi olsun
için Allah’ı bırakarak putları tanrı edindiniz”66 diyerek onların putperestlik
hâlet-i rûhiyelerini çizmiştir. Aslında putperestler, putların
konuşmadığını, fayda ve zarar veremeyeceğini, başına konan bir
sineği kovamayacağını biliyorlardı. Günümüzdeki putperestler de
ataları gibi putu maske olarak kullanıp kendi menfaatlerine tapınmaktadırlar.
“Ben ateistim, hiçbir tanrıya inanmam” diyen insanın kendine
tapındığını haber verir Rabbimiz.67 Kendine tapınan bu insan, birgün
kendinin de öleceğini, kendisini bu dünyaya getiren gücün
mutlaka bir gün onu götüreceğini görünce, kendinden daha güçlü
birine inanma ihtiyacını hissetti. Nuh’un (a.s.) oğlu gibi koca
dağlara sığınmaya,68 tabiata iman etmeye başladı.69
Karıncanın incecik belindeki çelik kuvvet, bülbülün minnacık
göğsünde şakıyan ve hiç tekrarı olmayan musiki, aynı toprakta
biten mor menekşe, kırmızı lale, beyaz gül, şeker kamışı, acı biber,
bir damla kanda milyonlarca canlıya verilen rızık, kendi iç dünyasında
meydana gelen değişimler, bütün bunları evirip çeviren
birinin ilmini ve kudretini gösteriyor. Son dönemlerde batıda yapılan
araştırmalar, insanları Rabbine biraz daha yaklaştırdı. Deniz
65 49/Hucurât, 15; Ali Rıza Demircan, İslâm Nizamı, Eymen Y., c. 2, s. 30-32
66 29/Ankebut, 25
67 25/Furkan, 43
68 11/Hûd, 43
69 45/Câsiye, 14
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 27 -
altında yaşayan binlerce canlının doğumu, yaşamı ve ölümünde
tesadüfe yer olmadığı, aynı topraktan meydana gelen şeker pancarıyla,
bir kazandaki yiyeceği acı yapacak acı biberin şekerli çıkmadığı
görülünce bütün bu elementleri birleştiren fotosentezi
oluşturan ve keşfedilen bu kanunları koyan biri arandı ve neticede
Allah inancına dönüldü. Bütün bunları bilen ve görenler, bunları
yaratan üstün güce inanmak mecburiyetinde kaldılar. Çünkü
kendileri dahi o kanuna uygun olarak doğup büyüyüp ölüyorlar.
Fakat tabiattaki âyetlerin yaratıcısının Allah olduğuna inananlar,
Kur’an âyetlerine inanmak istemediler. Çünkü Kur’an
âyetlerine inanmak, çıkarlarını zedeliyordu. Mekke müşrikleri de
Allah’ın tabiattaki tek egemen güç olduğunu kabullenmelerine
rağmen, İslâm’ı kabullenmiyorlardı. İslâm, monarşik bir idare olan
Mekke yönetimine son veriyor, insanın insana hâkimiyetini ortadan
kaldırıyordu. İslâm; kumara, faize, rüşvete, karaborsaya, aldatmaya
dayalı haksız kazancı yasaklıyordu. Kadının şehvet metaı
gibi alınıp satılmasını engelliyordu. Aklı perdeleyen, ailelerin sönmesine
sebep olan uyuşturucuları yasaklıyordu. Bütün bunlardan
çıkar sağlayanlar inkâr ettiler.
Allah’a inandıkları halde, bu tip insanların müslüman olmalarını
engelleyen kara perde, gönül cevherlerini kapatan kara pas,
benlik pisliğinin kalplerine attığı pastır. “Hayır, onların kazandıkları
kalplerini paslandırdı.”70 Allah’ın varlığına inandılar, ancak O’nun
adâleti, kendilerinin zulme dayalı çıkarlarını engellediği için atalarının
koyduğu cahiliyye dönemi kanunlarının yürürlükte olmasını
istediler.
Rabbimiz: “Câhiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen
bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?”71 âyetiyle,
Allah’tan daha güzel hüküm koyacak birinin olmadığını ilan ederken,
bir kısım insanlar Allah’ın dışında tağutlar huzurunda yargılanmak
istedikleri, ‘Allah’ın indirdiği Kur’an’a ve O’nun Rasûlüne
gelin’ dendiğinde O’ndan yüz çevirdikleri için kâfir oldular. Tapındıkları
putlara kendilerini Allah’a yaklaştırması için tapındıklarını
söyleyen müşrikler, diktikleri putlarla gönül ufuklarını kapatmışlar.
72
“Onlar, Allah’ı bırakıp kendilerine fayda da zarar da vermeyen şeye
taparlar. Kâfir, Rabbine karşı olanların yardımcısıdır.”73
70 83/Mutaffifin, 14
71 5/Mâide, 50
72 Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Y., c. 1, s. 92 -96
73 25/Furkan, 55
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 28 -
Kâfirler
Kâfir Kelimesinin Anlam Sahası
Sözlükte, bir şeyin üzerini örten demektir. “Küfr” kelimesinden
türemiştir. Nitekim, insanları tamamen örttüğü için geceye,
tohumun üzerini örttüğü için çiftçiye bu anlamda “kâfir” denilmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’e göre “kâfir”; küfr/inkâr eden, İslâm’ı kabul
etmeyen, İslâm’ı ve Kur’an’ı inkâr eden demektir. Kâfir, bir anlamda,
Allah’tan gelen Hakk’ı kabul etmeyip, üzerini örten kimsedir.
Kur’an, “küfr” kelimesini ve türevlerini sık sık kullanmaktadır.
Çünkü küfr imanın, kâfir ise mü’minin karşıtıdır. “Kâfir”, inkârcıdır
ve nankördür. Hem Allah’tan gelen haberleri kabul etmez, hem
de Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükretmeyip nankörlük
yapar. Kâfir, Allah’ın âyetlerine karşı inatçıdır. Peygamberler onları
Hakk’a dâvet ettikleri halde onlar, inkârlarına devam etmişlerdir.
Bir çoğu Hakk’ın ne olduğunu bildikleri halde, çeşitli sebeplerden
dolayı Hakkın üzerini örtmektedirler.
Kur’an’ın Kâfir Dedikleri
Kur’an, bütün inkârcılara “kâfir” demektedir. Bu isim onların
ortak ismidir. Böyle bir ismi yaptıkları fiiller, tuttukları yol veya kabul
ettikleri inanç sebebiyle almışlardır. Kur’an’da bu şekilde anılan
bütün grupların özelliği, Allah’tan gelen Hakk’a uymamaları,
Peygamberleri dinlememeleri, Hz. Muhammed’ten sonra Kur’an’ı
inkâr etmeleridir.
Kur’an, bazen müşriklere (Allah’a ortak koşanlara)74, bazen
“ehl-i kitap” da dediği hıristiyan ve yahûdilere,75 bazen âhireti
inkâr edenlere,76 bazen Allah’ın rahmetinden ümidini kesenlere,77
bazen de Allah’ı ve Peygamberi inkâr edenlere “kâfir” demektedir.
78
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim.
Bana şükredin, küfr etmeyin (nankörlükte bulunmayın).”79 Allah’a
şükretmek, eldeki nimetlerin hepsinin Allah’tan geldiğini kabul
etmek, bunu diliyle itiraf ettiği gibi tavır ve davranışlarla, Allah’ın
sözünü dinlemekle yerine getirmek demektir. Ancak insan kimi
74 25/Furkan, 55
75 5/Mâide, 17, 52, 73; 9/Tevbe, 307
76 6/En’âm, 150
77 12/Yusuf, 87
78 4/Nisâ, 150-151
79 2/Bakara, 152
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 29 -
zaman gaflet eder, şeytana aldanır, hevasına uyar ve ni’metlerin
asıl sahibini unutur. Elindeki mal, refah, bolluk, çocuk, zenginlik
gibi rızıkları veren Yaratıcının adının üzerini örtmeye çalışır. Elindeki
her şeyin kendi çabasının sonucu olduğunu zanneder. Kişi o
zaman zenginlik ve güçlü olma (istiğnâ) duygusuna kendini kaptırır,
âlemlerin Rabbine karşı “kâfir” olur.
Allah’a karşı “kâfir” olanlar, genellikle kibirlenenler ve şımaranlardır.
Bunlar aşırı bir bencillikle kendi hevalarına uyarlar ve
Allah’ı ve O’na ait ilâhlığı tanımazlar.
Kâfir olan kimseler aynı zamanda “câhil” olan kimselerdir.
Çünkü onlar ne kendilerini tam olarak tanıyabiliyorlar, ne de
Allah’ın yüceliğini. Nitekim aklını kullanan kimseler yerlerde ve
göklerde yaratılan her şeyin birer ‘âyet’ olduğunu ve bunların da
Allah’ın yüce kudretine delil olduğunu anlar. Bunları ve niçin yaratıldıklarını
düşünmeyenler, Yaratıcıyı inkâr etmeye devam ederler.
Birtakım insanlar da, âlemlerin Rabbini kendi anlayışlarına
göre düşünürler. Peygamberlerin ve Kur’an’ın anlattığı Allah
inancı yerine, kendi akıllarından uydurdukları ilâhlara Allah diye
inanırlar. Bunlar da inkârcı kimselerdir.
Peygamberleri ve onların getirdiği ilâhî vahyi inkâr edenler
de elbette ‘kâfir’ olurlar. Çünkü Kur’an’ın anlattığı peygamberlerin
hapsi de Tevhid dinini tebliğ etmişlerdir. Kur’an’da yer alan
bütün hükümleri ve konuları kabul etmek, Peygamberimiz Hz.
Muhammed’ten bizlere ulaşan kesin haberlere inanmak imanın
gereğidir. Bunlardan bir kaçını veya hepsini reddeden elbette
müslümanlıktan çıkar, kâfirler grubuna girer. İslâm’ın iman konuları
bir bütündür. Kelime-i Tevhid söyleyen herkes bunlara tümüyle
iman eder. İman ilkelerinden birini veya bir kaçını kabul etmemek,
insanı kâfirliğe götürür.
Kâfirler mü’minlere, velî olamazlar. Onlar birbirlerinin velisidir.
80 Onlar âireti, Allah’a kavuşup hesap vermeyi, Allah’ın indirdiği
hükümlerle hükmetmeyi, Peygamberlerin dâvetine uymayı,
mü’minlerin ibâdet ettiği Allah’a ibâdet etmeyi, Hakkın hakim
olmasını kabul etmezler.
Allah kâfirleri kesinlikle sevmez,81 Allah, kâfirlere düşmandır.82
Onlar için cehennem hazırlamıştır.83 Bu âyetler gibi Kur’an’da
80 5/Mâide, 51
81 3/Âl-i İmran, 32
82 2/Bakara, 198; 4/Nisâ, 102
83 2/Bakara, 104; 4/Nisâ, 37; 17/İsrâ, 8 vd.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 30 -
kâfirler ve onların özellikleri hakkında çok sayıda âyet vardır.
Kur’an, bütün insanları güzel bir dil ile İslâm’a inanmaya, Rab
olarak yalnızca Allah’a bağlanmaya ve yalnızca O’na kulluk yapmaya
dâvet ediyor. Kim bu çağrıya olumlu cevap verirse kurtulur.
Kur’an’ın bu dâveti kıyâmete kadar devam edecektir.84
Kâfirlerin Özellikleri
Küfredenlerin bazı özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Onların kalpleri hakka karşı kapalıdır; çünkü onu duymak,
onu kabul etmek istemiyorlar.85
2- Onlar hak ile sürekli bir mücadele içerisindedirler, hakkın
duyulmaması, insanların hakka yanaşmaması için, Allah hakkında
İslâm hakkında sürekli mücadele eder, karşı korlar.86
3- Onlar müslümanlara ve İslâma karşı hoşgörülü değillerdir,
saldıracakmış gibi davranırlar. Ellerinden gelse müslümanları kendi
dinlerine döndürmeye çalışırlar.87
4- Onlar şeytanın en iyi dostları ve askerleridirler.88
5- Kendi hevâlarına (aşırı isteklerine) tanrı gibi önem verirler,
hevalarının peşinden giderler.89
6- Gözleri hakka karşı kör olduğu için, yaptıkları kötü işleri iyi
zannederler.90
7- Onlar İslâmla, onun ilkeleriyle ve müslümanlarla alay eder
dururlar, müslümanları ve dinlerini eğlence yerine korlar.91
8- Onlar, İslâma ve onun ilkelerine karşı kibirli davranış gösterirler,
Allah’a karşı büyüklenirler.92
9- Onlar dünyaya, dünya malına, paraya, makamlara aşırı bir
şekilde bağlıdırlar.93
10- Küfredenler aslında kendilerine ve başkalarına çok zarar
verdikleri ve İslâm karşısında direnip, günahlara, kötülüklere,
84 Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y., s. 326-327
85 17/İsrâ, 46
86 31/Lokman, 20; 22/Hacc, 3
87 2/Bakara, 217
88 7/A’râf, 146; 16/Nahl, 63
89 30/Rûm, 29; 25/Furkan, 43
90 18/Kehf, 100-101; 23/Mü’minûn, 63
91 7/A’râf, 51; 2/Bakara, 22; 25/Furkan, 41
92 39/Zümer, 59-60; 71/Nuh, 7; 41/Fussilet, 15
93 45/Câsiye, 114
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 31 -
fesatlara, isyanlara sebep oldukları için zâlimdirler. Şüphesiz ki
Allah’ın âyetlerini yalan sayandan zâlimi olamaz.94
11- Onlar, Hakkı duymadıkları için ölü gibidirler.95
12- Ölümden ötesine bakmazlar.96
13- Onlar bâtıl olan şeylere iman ederler.97
14- Onlar eninde sonunda pişman olacaklar, yaptıkları hatayı
anlayacaklar, tuttukları yolun yanlışlığının farkına varacaklar ama
iş işten geçecek.98
Kâfirin Kalbi
Kâfirin nankörlük fiilini işlerken, kalbinin nasıl bir durumda
bulunduğu Kur’an’da açıklanır: “Hiç olmazsa azabımız kendilerine
gelince yalvarmaları gerekmez miydi? Fakat kalpleri katılaşmış ve şeytan
yaptıklarını onlara cazip göstermişti.”99; “Eğer, Kur’an’la dağlar yürütülse
de, yer parçalansa da, ölüler onunla konuşsa da (kâfirler yine ona
inanmazlardı).”100; “Bizimle olan antlaşmalarını bozdukları için, onları lanetledik
ve kalplerini katılaştırdık.”101; “Biz, onlara göz, kalp ve kulak verdik,
işitmeleri ve kalpleri onlara fayda vermedi. Çünkü her zaman Allah’ın
âyetlerini inkâr ettiler. Şimdi de dört bir yandan bir zamanlar alay ettikleri
şey kendilerini kuşattı.”102; “Kur’an’ı düşünmeyecekler mi, yoksa kalpleri
üstünde kilitler mi var?”103; “Yaptıkları şey, kalplerini pasa boğdu.”104
Kâfirlerin uğrayacağı cezalar hakkında Kur’an’ın yer yer ayrıntılara
girerek izah ettiği çok sayıda âyet vardır.105
94 6/En’âm, 21; 7/A’râf, 37
95 39/Zümer, 45
96 13/Ra’d, 5; 23/Mü’minûn, 35-37
97 29/Ankebût, 67
98 25/Furkan, 27-28; Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y., s.
369- 372
99 6/En'âm, 43
100 13/Ra'd, 30-31
101 5/Mâide, 14
102 46/Ahkaf, 26
103 47/Muhammed, 24
104 83/Mutaffifin, 14
105 Meselâ, bk. Bakara, 39, 104, 161-162, 210, 217, 257; Al-i İmran, 11, 56, 151,
176-177; Nisa, 56; Maide, 36-37; 86; En’am, 70; A’raf, 38, 40-41, 50-51; Yunus,
4, 7-8; Hud, 111; Ra’d, 5; İbrahim, 2-3; 16-17; Nahl, 24-25, 29, 104;
Kehf, 29, 106; Hacc, 19-22, 51, 57; Nur, 57; Furkan, 34; Ankebut, 68; Secde,
14; Ahzab, 64-65; Fâtır, 7, 36; Zümer, 32; Fussılet, 26-28; Şura, 8, 26; Zuhruf,
74-76; Casiye, 10-11; Muhammed, 11; Teğabün, 10; Hakka, 35; İnşikak,
24; Fecr, 1-5.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 32 -
Küfrün Sebepleri
a- Büyüklenme (istikbar): Küfrün sebeplerinin başında büyüklük
taslama gelir. “Küfredenler, cehenneme sunuldukları gün, onlara
‘Siz, dünya hayatında bütün iyi şeylerinizi tükettiniz ve onlardan gönlünüzce
faydalandınız. Fakat bu gün, hem dünyada haksızca büyüklük taslamış
olmanız, hem de fasıklık etmeniz dolayısıyla alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız’
denir.”106 Cehennemdeki kâfir kuluna Allah şöyle
seslenir: “Sana, âyetlerim gelmişti de, onları yalanlamış, büyüklük taslamış
ve kâfirlerden olmuştun.”107 “Mûsâ şöyle dedi: ‘Ben, hesap gününe
inanmayan her kibirlenen (mütekebbir)den Rabbime sığınırım.”108 İblis’in
Âdem için Allah’a secde etmemesinin sebebi de kibir idi. “Meleklerin
hepsi onun için secde etmişti; yalnız İblis hâriç. O, büyüklenmiş ve
kâfirlerden olmuştu.”109
b- Haddi aşmak (taşkınlık): Küfrün sebeplerinden biri de
Kur’an’da “beğâ” fiili ile anılan Türkçesi “başkalarına karşı aşırı
kibri yüzünden haksız ya da hukuksuz davranışlarda bulunmak”
olan durumdur. “Eğer Allah, rızkı kullarına (ölçüsüz) verseydi, mutlaka
yeryüzünde bağy ederler, küstahlaşırlardı. Ama O bir ölçü dâhilinde
dilediğini indiriyor.”110 “Karun, Mûsâ ümmetindendi. Ama o, toplumda
kendini bilmez bir bağî/taşkın oldu. Biz ona öyle bir hazine vermiştik ki,
onun anahtarları güçlü bir topluluğa ağır geldi. Milleti ona, ‘böbürlenme,
Allah, taşkınlık edenleri sevmez. İyilik yap, Allah’ın sana verdiği ile dünyadan
nasibini unutmadan âhiret yurdunu ara ve dünyada fesat çıkarmaya
niyetlenme. Allah, bozgunculuk yapanları hiç sevmez.”111
c- Haset: Küfrün sebeplerinden birisi de haset, yani çekememezliktir.
Bilhassa Yahudi ve Hıristiyanlar, bekledikleri son peygamberin
kendi içlerinden değil, Arap kavminden çıkmış olmasını
hazmedemediler ve inkâr ettiler. Oysa peygamberi kendi öz
çocuklarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı.112 “Kitap ehlinden olanların
çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki haset yüzünden,
imanınızdan sonra sizi tekrar küfre çevirebilmeyi arzularlar.”113
d- Düşmanlık: Haset, düşmanlığı doğurur. Bu sebeple küfürde
inat baş gösterir. “Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil
106 46/Ahkaf, 20
107 39/Zümer, 59
108 40/Mü'min, 27
109 38/Sâd, 72-74
110 42/Şûrâ, 27
111 28/Kasas, 76-77
112 Bk. 2/Bakara, 146
113 2/Bakara, 109
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 33 -
ve Mikâil’e düşman olursa, Allah da şüphesiz kâfirlerin düşmanıdır.”114
e- Utüv ve tuğyan (çılgınlık, azgınlık): İnsanlar bilhassa refah
içinde zengin bir hayat yaşamaya başladıkları zaman çılgınlık ve
azgınlık sebebiyle Allah’a ve O’nun vahyine karşı burun kıvırıp,
meydan okuyarak küfrün alçaklığına saplanıyorlar. “Oysa biz, bize
kavuşmayı ummayanları azgınlıkları (tuğyanları) içinde bırakırız da bocalayıp
dururlar.”115
f- İstiğnâ (kendisini yeterli görmek zannı): İnsanın kendi kendini
yeterli görmesi ve kendi dışında ilahî bir güce ihtiyacı olmadığını
zannetmesi yeni değildir. Teknolojinin baş döndürdüğü dünyamızda,
insanlar, bu ürünlerinin kulu olarak Allah’ı unutmuşlar
ve yaptıklarına tapınmaya başlamışlardır. “Hayır, doğrusu insan, istiğna
ederek (kendi kendine yeterli olduğunu zannederek) tuğyan/azgınlık
etmektedir. Oysa dönüş Rabbinedir.”116
g- Cebbarlık: İnsanın büyüklük taslayarak, kendi kendine yeterliliğini
tahakküm biçiminde ortaya koymasına cebbarlık denir.
Bu da küfrün sebeplerindendir. Kendini bu pozisyonda gören bir
insan, Allah’a iman ihtiyacı duymaz, O’nu tanımaz. “İşte Allah, her
büyüklük taslayan ve cebbar kalbe böyle mühür vurur.”117
Müslüman-Kâfir İlişkisi
Küfür ehliyle mücâdele esastır. “İnsanlar ‘Allah’tan başka ilâh yoktur,
Muhammed O’nun rasûlüdür’ deyinceye kadar kendileriyle savaşmaya
emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını benden
korumuş olurlar. Ancak dinî cezalar müstesna; iç yüzlerinin hesâbı/
muhâsebesi ise Allah’a aittir.”118
Küfür ehliyle mücâdele esastır. Müslüman, zaman ve şartların
durumuna göre savaş(a)mıyorsa bile onlara en azından “Ey kâfirler!
Ben sizin tapmakta olduklarınıza ibâdet etmem. Sizin dininiz size; benim
dinim bana!”119 deyip, onları reddettiğini göstermek zorundadır.
“Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylerinize, putlarınıza da
yuh olsun! Siz, akıllanmaz mısınız?”120
114 2/Bakara, 98
115 10/Yûnus, 11
116 96/Alak, 6-8
117 40/Mü'min, 35
118 Buhârî, Cihad 102, İman 17; Müslim, İman 8; Ebû Dâvud, Cihad 104;
Tirmizî, Tefsir 78; Nesâî, Zekât 3; İbn Mâce, Fiten 1; Dârimî, Siyer 10
119 109/Kâfirun, 1, 6
120 21/Enbiyâ, 67
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 34 -
Kâfirlerle İlişki Çeşitleri; Savaş ve Barış
İslâm’ın temel hedefi barıştır. Çünkü Yüce Allah insanlığın huzurunu
istemektedir. Bunun sağlanması, İslâm’ın bütün insanlara
tanıdığı temel hakların verilmesiyle mümkündür. Zira bu haklar,
bütün insanlara yaratılışta Allah tarafından verilmektedir. Allah
Teâlâ, ilâhî temele dayalı tahrif edilmemiş bütün dinlerde (ki bütün
ilâhî dinlerin aslı ve temel adı İslâm’dır) bu hakları insanlara
eşit olarak vermiş, üstünlüğü de iman ve takvâya bağlamıştır.121
İslâm dışındaki tüm dinler, haktan uzak olduğu veya tahrif edilip
hakla bâtıl karıştırıldığı için, günümüzde bu temel hakları gereği
gibi insana veren sadece İslâm’dır. Başka dinler, ideolojiler ve dünya
görüşleri, dün olduğu gibi bugün de insanı doğru bir şekilde
tanımadıkları için insan hakları konusunda da aşırılıklardan, istismar
ve zulümlerden, oyalama ve kandırmacalardan kurtulamamışlardır.
İslâm’a göre, bütün insanlığın temeli birdir.122 Allah’ın
bildirdiği esasları kapsamayan Ehl-i Kitab’ın içinde bulunduğu
muharref dinin, istenilen huzuru ve dostluğu sağlaması da mümkün
görülemez. Çünkü ilâhîlik vasfını kaybeden inançlar, insanlığın
fıtratına uymamaktadır.
Kur’an’ın hedefi sulh ve barıştır. “...Sulh daha hayırlıdır.”123 Düşmanlık
ve kötülük, aslında ve temel olarak Allah’ın istemediği,
şeytanın arzu ve isteklerinden ibarettir. Dolayısıyla insanlar arasında
fesadın, fitnenin, kötülüğün olması, insanların Allah’ın
emirlerinin dışına çıkmalarından kaynaklanır. “Ey iman edenler!
Hep birden silm’e/barışa girin. Şeytana ayak uydurmayın. O sizin apaçık
düşmanınızdır.”124 Âyette geçen “silm” kelimesi, hem İslâm, hem
de barış anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber’in yaptığı savaşları
incelediğimizde, savaşların hakkın önüne konulan engellerin
kaldırılması amacını güttüğünü, saldırılara karşı müdâfaa özelliği
taşıdığını, savaşa mecbur kalındığı için böyle bir yola başvurulduğunu
görürüz. Bu savaşların birtakım haklı gerekçeleri vardır.
Geçerli meşrû sebep olmadan savaşa izin verilmez. Bu sebepler
şunlardır:
a- Haksızlığa Uğramak: Konuyla ilgili olarak Yüce Allah şöyle
buyurur: “Zulme/haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin
karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye
elbette kadirdir.”125 Dikkat edilirse, izin verilen savaş değil;
121 49/Hucurât, 13
122 4/Nisâ, 1
123 4/Nisâ, 128
124 2/Bakara, 208
125 22/Hacc, 39
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 35 -
savunmadır. İslâm’a göre savaş, sadece Allah için (fî sebîlillâh)
ve Allah’ın kendileriyle savaşılmasına izin verdiği kimselere karşı
yapılır. İslâm devletinin varlık hikmeti ve ana görevi olarak koruması
gereken insanların temel hakları beş madde ile değerlendirilir.
Bunlar; din (özgürce dinini yaşayıp uygulama ve tebliğ hakkı),
can (yaşama hakkı), akıl, nesil (ırz, şeref ve namusun korunması,
nesilleri her yönüyle sağlıklı yetiştirme hakkı) ve mal emniyetidir.
Bunları ve bu gibi hakları korumak için savaş, mazlum duruma
düşene yardım ederek zulme karşı koymak, bir insanlık görevidir.
Savaş; hak ve hukuku korumak, adâleti tesis etmek, kötülükleri
önlemek, insanların temel görevlerini rahatça yerine getirebilme
ve temel haklarını koruyabilmelerini sağlamak için yapılır. Yoksa,
başkasının hak ve hukukunu elinden almak için savaş yapılmasını
İslâm doğru görmez.
b- Fitneyi Önlemek, Tevhîdi/Allah’ın Birliğini Ortaya Koymak:
“Onlarla savaşın ki, fitne ortadan kalksın; din yalnız Allah’ın olsun. Eğer
onlar (fitneden ve savaştan) vazgeçerlerse, artık zâlimlerden başkasına
düşmanlık yoktur.”126 İmtihan gereği insanların başlarına belâlar
gelebilmektedir. Çünkü kalbinde Allah korkusu olmayan insanın
yapamayacağı kötülük yoktur. Allah’tan korkmayan insan fitne
de çıkarır, iftira da edebilir, başka insanların haklarını da çiğneyebilir.
İşte Yüce Allah, insanların huzurunu temin için gerekirse
savaş yapılmasını, yerine göre farz veya mubah kılmaktadır. Burada
fitne kavramı, başta “Allah’a şirk koşmak, başkalarına kulluk,
fesat/anarşi, öldürme, zulüm, müslümanlar arasında çıkarılan
tefrika, İslâm’ın dışındaki Allah’ın râzı olmadığı dinlerin ve hayat
görüşlerinin yayılması” olarak anlaşılır. Fitne, başta münâfıklar
olmak üzere, müşrikler ve ehl-i kitap olanlar ve hatta bazı müslümanlar
veya müslüman zannedilenler tarafından çıkarılabilir, ya
da körüklenebilir. Kur’an, bütün insanları, insanlar arasında fitne/
huzursuzluk çıkaranları haber vermekle kalmayıp bunun neticesinin
herkesi etkilediğini belirtir: “Öyle bir fitneden sakının ki, aranızda
yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz (hepinize zararı erişir). Bilin ki
Allah’ın azabı çetindir.” 127
Hangi Kâfirlerle Savaşmadan İyi Geçinilebilir? Allah Teâlâ,
dostlarımızı ve düşmanlarımızı sayar. Mü’minleri bırakıp kâfirleri
dost kabul etmemize izin vermez. Ancak bu durum, onlarla her
durumda ilişkileri kesmemizi veya savaşmamızı gerektirmez. Aksine,
tüm insanlara iyilik esastır. Savaş da, muhâtaplarımızı yok
etmeyi değil; onları İslâm’laştırarak kurtarmayı veya kurtulmak
126 2/Bakara, 193
127 8/Enfâl, 25
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 36 -
istemeyen o zâlimlerden diğer insanları kurtarmayı hedeflemek
şartıyla meşrû görülür. İslâm, hangi inanç ve anlayıştan olursa olsun,
birtakım özellikleri taşıyan insanlarla müşterek hareket etmeye
engel olmaz; aksine teşvik eder. Zira, insanlar arasında barışın
temini, öncelikle müslümanlarla, daha sonra diğer insanlarla
karşılıklı ilişki içinde bulunmakla sağlanır.
Dünyada her insanın müslüman olması beklenilemez; bu,
Allah’ın sünnetine ve sınavına aykırıdır. “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin
hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, mü’min olmaları
için insanları zorluyor musun? Allah’ın izni olmadan hiç kimse iman edemez.
O, murdarlık (azabını), akıllarını kullanmayanlara verir.”128 Kâfirlerle,
iman eden insanlar, devamlı beraber yaşamak mecbûriyetinde kalabilir.
Hz. Peygamber, Medine vesikasında farklı din mensuplarıyla,
müşrik ve ehl-i kitap bütün insanlarla savunma anlaşması
yapmıştır. 129
Bunun için, kendileriyle bazı ilişkiler kurulabilecek, anlaşma
yapılabilecek gayr-ı müslimlerde bulunması gereken, temel özellik;
İslâm’a ve müslümanlara düşman olmamalarıdır. Kendi inanç,
düşünce ve yaşantıları doğrultusunda hareket edip mü’minlere
düşman olmayan ve müslümanların düşmanlarına yardım etmeyenlerle
dünyevî bazı anlaşmalar yapabilir, onlarla bazı ilişkilere
girebilir, onlarla iyi geçinebiliriz. “Allah sizinle din uğrunda savaşmayan,
sizi yurdunuzdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve âdil davranmanızı
yasak etmez. Allah adâletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda
savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için yardım
edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa, işte zâlimler
onlardır.”130
Alım ve satımda, hediyeleşmede kâfirlerle muâmelede bulunmak
gibi şeyler, onları velî ve dost kabul etme kapsamına girmez.
Ancak, haram işlerde bunlara yardım ve gayr-ı meşrû konularda
kâfirlere yararı dokunacak şeylerin alınıp satılması, meselâ, savaşta
yararlanılacak silâh gibi araç gereçlerin onlara satışı câiz değildir.
“İyilik ve takvâda (Allah’ın yasaklarından sakınma üzerinde) yardımlaşın;
günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun;
çünkü Allah’ın cezası çetindir.”131 Peygamberimiz de (s.a.s.) zaman zaman
müşriklerle alım satımda bulunmuştur.132 Ancak, kâfirlerden
alınan şeyler hakkında ve onlarla her türlü ilişkiler konusunda çok
128 10/Yûnus, 99-100
129 Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, s. 226-228
130 60/Mümtehine, 8-9
131 5/Mâide, 2
132 Buhârî, 4/410, hadis no: 2216; Ahmed bin Hanbel, 5/137, hadis no: 3409
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 37 -
titiz ve ihtiyatlı davranılmalı, onların İslâm’a ve müslümanlara
düşmanlıklarından dolayı verebilecek zararlar düşünülmelidir.
Her türlü kültürel faâliyetler, özellikle İslâmî ilimler ve yorumlar,
sanat etkinlikleri, eğlence araç ve yöntemleri gibi itikadı,
toplumun ifsâdı ve salâhını, fıkhı (haram-helâlı) ilgilendiren konularda
kılı kırk yaran bir tavır takınılmalıdır. Unutmayalım ki zehir,
billûr kâseler içinde ve leziz gıdalar içine gizlenerek sunulur.
Bugün insanlar eliyle üretilen fikir ve düşünce sistemleri, düzenler,
eğitim ve çevre şartları gibi insanları derinden etkileyen
araçlar, Allah ve Rasûlüne savaş açmış durumdadır. Eğitim ve öğretim,
düşünce sistemleri, fikir akımları, ırkçılık, beşerî ideolojiler,
misyoner faâliyetleri, dinsizlik propagandaları, Darwinizm, materyalizm,
sosyalizm, siyonizm, hümanizm, laiklik, özgürlük anlayışı,
sanat faâliyetleri, sinema, tiyatro, medya, ilân ve reklâm
araçları, dünya görüşleri, futbol ve müzik tutsaklığı, kapitalizm
ve tüketim alışkanlıkları, insanları fıtratlarından ve Allah’ın dostu
olma özelliklerinden sıyırmak için en dehşetli silâhlar ve şeytanî
araçlar olarak kullanılıyor. Bu kadar çok yönlü ateş altında kalan
savunmasız, câhil ve her şeyden önemlisi kâmil imandan mahrum
bırakılan halk, elbette Allah’a dostluğa giden yolu bulamıyor, bilinçsiz
de olsa şeytanın dostluğuna meylediyor.
Lâ ilâhe illâllah diyen bir müslümanın, İslâm akîdesi ile çelişen
her türlü fikir ve akımdan uzaklaşması, Allah’ın indirdiğine aykırı
her kanun, yasa, nizam, tüzük, düzenleme ve düzenden uzak
olduğunu açıkça bildirmesi ve yaşayışıyla göstermesi gerekir ki,
gerçekten tüm ilâhları reddetmiş olsun. Peygamber’in amcası Hz.
Abbas’ın dediği gibi, lâ ilâhe illâllah diyen kimse, bu sözüyle bütün
(kâfir) dünyaya savaş açmış olduğunu bilmelidir. Kâfirler bütün
güçleriyle İslâm’a ve gerçek müslümanlara saldırırken, müslümanın
gündelik işlerle uğraşıp savaşçı olmaması düşünülebilir mi?
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvâlar ve
şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe
yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.”133 Çağdaş müslümanın
öyle bir derdi yok. O işiyle, aşıyla ve keyfiyle meşgul. Bahâneler de
çok: “İmkânlarımız yok, taşlar da bağlı...” Filistin’li çocuklardan
öğrenin bağlı taşları koparıp fırlatmanın yolunu, imanın en büyük
imkân olduğunu, Allah’ın tarafını seçenin direnişini...
Gayri müslimlerin ziyâret edilmeleri de, onlara dinin tebliğini
amaçlıyorsa meşrûdur. Dinî bir maslahat ya da önemli mâzeret
yoksa ziyaret uygun görülmemiştir. Gayri müslimlere ait küfür
133 4/Nisâ, 76
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 38 -
şiarları ve alâmetleri ile ilgili olarak kendilerini tebrik etmek, onları
kutlamak, bayramlarını tebrik ittifakla haram kabul edilmiştir.
Kim bir kulu, bir isyanından, haram fiilinden, bid’atinden ve
küfründen ötürü tebrik eder veya kutlarsa, bu kimse Allah’ın sınırını
aşmış, Allah’ın gazabını üzerine çekmiş olur. Müslüman da
kabul edilseler, zâlimlerin belli bir makama gelmelerini kutlamak
da böyledir; hele kutlanılan o makam tâğutî bir makamsa, bu,
tâğutun kabulü anlamına gelir ki, imanla bağdaşmaz.
İslâm’a aykırı davranışlarda bulunan fâsık kimselere tâzimde
bulunmak, onlara “efendim, beyim, paşam!” demek de haramdır.
“Münâfık olan kimseyi ‘efendim’ (sayın, saygıdeğer, paşam, beyefendi!)
diye çağırmayın. Şayet o kimse efendi, bey yapılacak olursa, siz
bu durumda aziz ve celil olan Rabbinizin gazabını çekmiş olursunuz.”134
İbn Kayyım’ın belirttiği gibi, bu tür insanlara; “devlet büyüğü, ulu
devlet başkanı veya ey yüce falan” diye de lakap verilip bu tür ünvanlar
kullanılamaz. İbn Kayyım’ın belirttiği gibi, bu tür insanlara;
“devlet büyüğü, ulu devlet başkanı veya ey yüce falan” diye de lakap
verilip bu tür ünvanlar kullanılamaz. Sözgelimi ilköğretimde
çocuklara küfrü dayatan “andımız” denilen ifadeleri bir mü’min
söyleyemez, bir mü’min öğretmen söyletemez: “Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime
ant içerim.” Bu sözler elfâz-ı küfürdür.
Bugün müslümanların kâfirler arasında bir selin içindeki köpük
ve çer-çöp gibi olmasının temel sebeplerinin başında, düşman
edinmeleri gereken kâfirleri dost kabul etmeleri yatmaktadır.
Dünyada izzetin, onurun, devletin; âhirette cennetin bedeli,
Allah’ı ve Allah taraftarlarını dost; şeytanı ve şeytanın askerlerini
düşman kabul etmek ve dostluk ve düşmanlığını ispatlayacak
davranışlarda bulunmaktır.
Kâfir Akrabalarla İlişki
İslâm’da esas bağ, din bağıdır. Hangi ırktan, hangi soydan olursa
olsun sadece müslümanlar birbirlerinin kardeşidir,135velîsidir.136Bir
mü’min, aralarında din bağı bulunmayan yakın akrabalarını velî/
dost kabul edemez.
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve
kardeşlerinizi velî/dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte
134 Ebû Dâvud, Sünen, Edeb, hadis no: 4977; Mişkâtu’l-Mesâbih, 3/1349,
hadis no: 4780
135 49/Hucurâct, 10
136 9/Tevbe, 71; 5/Mâide, 55
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 39 -
onlar zâlimlerin kendileridir.” 137; “De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız,
kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından
korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler (evler, konaklar,
köşkler) size Allah’tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten
daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah
fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” 138; “Allah’a ve âhiret gününe
iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da
olsa- Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.
İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir.
Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada
ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut
olmuşlardır. İşte onlar, hizbullahtır/Allah’tan yana olanlardır. İyi bilin ki
hizbullah/Allah taraftarları, kuşkusuz felâha/kurtuluşa erenlerdir.” 139
Ashâb-ı kiram, Allah ve Rasûlüne dostluğun, onların düşmanlarına
düşmanlığın en güzel örneklerini vermişlerdir. Meselâ Ebû
Ubeyde, Uhud’da babası Cerrah’ı öldürmüş, Hz. Ebû Bekir de savaşta
oğlu Abdurrahman’a karşı çıkmak istemiş, ama Hz. Peygamber
izin vermemiş, Mus’ab bin Umeyr, Uhud’da kardeşi Ubeyd bin
Umeyr’i öldürmüştü. Aynı şekilde Ömer bin Hattâb, Bedir’de dayı
Âs bin Hişam’ı, Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ebû Ubeyde amcazâdeleri
olan Utbe, Şeybe ve Velid bin Utbe’yi öldürmüşlerdi.
İnsanlar arasındaki yakınlığın asıl sebebi din birliğidir. Allah’ın
dinine inanmış ve peygamberleri tasdik etmiş kimseler birbirlerinin
mânevî akrabası, yakını ve dostudurlar. Bunların aralarında
mânevî bir birlik (vahdet) vardır. Mü’minlerle kâfirler ırk ve soy
bakımından birbirlerinin akrabası olsalar bile bu akrabalığın Allah
katında hiçbir değeri yoktur. Nitekim Hz. Nûh’un oğlu iman
etmediği için, Allah Teâlâ onu Nûh peygamberin âilesinden saymamıştır:
“Nûh Rabbine duâ edip dedi ki: ‘Ey Rabbim! Şüphesiz (boğulmuş
olan) oğlum da âilemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen
hâkimler hâkimisin.’ Allah buyurdu ki: EyNûh! O asla senin âilenden değildir.
Çünkü o, sâlih olmayan bir amel sahibi idi (kâfirdi). O halde hakkında
ilmin olmayan bir şeyi Benden isteme. Ben sana câhillerden olmamanı
tavsiye ederim.”140
Bütün bunlarla birlikte İslâm, âile bağlarına çok önem verir.
Mü’min olmayan akrabalarla her durum ve şartta ilginin kesilmesini
emretmez. Onlardan İslâm’a ve müslümanlara düşmanlık gelmez
ise, İslâm onlara karşı iyilik yapmayı ve onları ziyâret etmeyi
137 9/Tevbe, 23
138 9/Tevbe, 24
139 58/Mücâdele, 22 Ve yine bk. 64/Teğâbün, 14.
140 11/Hûd, 45-46
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 40 -
yasaklamaz. “Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın.
Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya (eş dost ve
arkadaşa), uzak komşuya, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın;
Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”141
Özellikle müşrik de olsalar, ana babaya ihsanla/iyilik ve güzellikle
davranmayı, onlarla sıcak ilişkiler içine girilmesini arzular: “Biz insana
ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu
nice sıkıntılarla taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun
için) önce Bana, sonra da ana babasına şükretmesini tavsiyede bulunmuşuzdur.
Dönüş ancak Banadır. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan
bir şeyi (körü körüne) Bana şirk/ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat
etme. Onlarla dünyada iyi geçin...”142
Bu âyette de görüldüğü gibi, şirk konusunda ana baba dâhil
hiçbir kimseye itaat edilmemesi, ama müşrik bile olsalar ana babaya
iyilik yapılması emredilmektedir. Nitekim Hz. Âişe’nin kardeşi
Esmâ’ya (r.a.), müşrik annesini ziyâret edip iyilik yapması için Hz.
Peygamber’in izin verdiği bilinmektedir.143
Müslüman olmayan ebeveyne de infak vâciptir; dinleri farklı
da olsa, kişi muhtaç olan anne babasına bakmakla yükümlüdür.
Bir müslümanın durumu müsait iken, ana babasını sıkıntı ve zorluk
içinde kıvranır vaziyette bırakması, tabii ki, bir iyilik ve ihsan
sayılmaz. Halbuki Kur’an, her şartta ana babaya ihsan ve iyiliği
emretmektedir.144 Allah, akraba ile ilgisini keseni kötülemiş,145
akrabanın haklarına riâyet etmeyenin günah işlediğini bildirmiş,
yakınları kâfir de olsalar, Allah, bunların haklarını yakınlarına
vâcip kılmıştır.”Akraba ile alâkayı kesen cennete giremez.”146 Demek
ki, sevgi, velî kabul etmek, onları sırdaş edinmek başka şeydir;
kâfir akrabaya nafaka temin etmek, onları ziyâret etmek, onlara
ihsanda bulunmak ise daha başka bir şeydir; bunlar birbirine karıştırılmamalıdır.
“Eşleriniz ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır, sakının
onlardan!”147
Bir Müslümanı Kâfir Yapan Tavırlar
Bir müslümanın İslâm’dan çıkmasına sebep olacak bazı durumları
şöylece özetleyebiliriz.
141 4/Nisâ, 36
142 31/Lokman, 14-15
143 Buhârî, Hîbe hadis no: 2620; Müslim, Zekât hadis no: 1003
144 2/Bakara, 83; 4/Nisâ, 36; 6/En’âm, 151; 17/İsrâ, 23; 31/Lokman, 14-
145 4/Nisâ, 1
146 Buhârî, Edeb, hadis no: 5984; Müslim, Birr, hadis no: 2556
147 64/Teğâbün, 14
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 41 -
Müslüman olduğu halde, Allah’a şirk koşmak; Allah’ın dışında
bir kimseye, bir otoriteye, putlara tapınmak, Allah’tan istenecek
yardımı ölülerden veya mezarlardan istemek, birtakım örgütleri
veya devletleri Allah gibi düşünmek kişiyi İslâm’dan çıkarır, müşrik
yapar.
İslâm’ın küfür dediği şeyler konusunda şüphe etmek de küfrü
gerektirir. İslâm da bellidir, onun dışındaki bâtıl yollar da bellidir.
148 Küfür olan konularla ilgili olarak “acaba onlar da doğru olabilir
mi?” düşüncesi İslâm inancına aykırıdır. Onlar doğru olsaydı,
İslâm’ın Hz. Muhammed ve Kur’an’la gönderilmesine ne lüzum
vardı? Bütün bâtıl dinler, bütün İslâm dışı ideolojiler, insanlar adına
nisbet edilen hayat sistemleri İslâm tarafından reddedilmektedir
(Kapitalizm, Komünizm, Hinduizm, Yahûdilik, Hıristiyanlık,
Demokrasi, Marksizim, laisizm, Kemalizm ve diğerleri).
Peygamberimiz’in bize bildirdiği bazı şeyleri beğenmemek,
onlara karşı yüzü buruşturmak, râzı olmamak.149
Müslümanlara karşı kâfirlerle işbirliği yapmak, onlara yardım
etmek.150
İslâm’ın ilkelerine, şeriata karşı gelmek, onlarla alay etmek,
onların yerine başka otoritelerin veya kişilerin görüşlerini daha iyi,
güzel veya çağdaş bulmak.
Kesin deliller ile ümmetin icmâsı ile sâbit olmuş, dinden sayılan
hükümlere karşı gelmek, onları kabul etmemek.
Bunlar veya bunlara benzer davranışlar ve sözler bir müslümanı
dinden çıkarabilir, mürted yapabilir. Bunlar birer hükümdür
ve müslümanları din konusunda dikkatli olmaya teşviktir, onları
tehlikeden sakındırmaktır. Kişi ya inanır, ya inanmaz. Ama tutarlı
olması gerekir; inandığı dinin gösterdiği gibi inanması ve yaşaması
lâzımdır. İslâm, Allah’ın dinidir ve ona nasıl inanılması gerektiği
ortaya konulmuştur. O, insanların görüşü değildir ki, dileyen dilediği
gibi kullansın. 151
Ortam ve çevre şartları İslâmî değil; câhiliyye yapısı arzettiğinden,
günümüzde insanlar, İslâm’ı doğru bir şekilde kavrama ve
sırât-ı müstakîm çizgisini kolaylıkla sürdürme imkânlarına yeterince
sahip değildir. İslâm dışı, hatta İslâm’a düşman düzen ve buna
bağlı kurum ve kuralların etkisiyle her an bâtıl yollara bilinçsiz
148 Bk. 2/Bakara, 256
149 Bk. 47/Muhammed, 9
150 Bk. 9/Tevbe, 65-66
151 Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 458-459
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 42 -
de olsa dalma riskiyle karşı karşıyadır günümüz insanı. Bunlardan
bazısı, belki imanını tümüyle giderecek ve kişiyi mürted yapacak
durumda değilse de, bir kısım insan bilerek ve seçerek İslâm’dan
farklı yollar/ideolojiler/dinler edinmektedirler. Bu kimselerin
mâzîsinde İslâm’ı gerçek anlamıyla bilip bir bütün halde kabul
etme ve yaşama gayreti var iken, sonradan bilinçli bir tercih sonucu
dinini değiştirme sözkonusu olmuş ise, -neûzü billâh- mürtedlik
vuku bulmuş olur. Mü’min iken kişinin müşrik ve mürted olması
sonucunu veren birtakım söz ve fiillere şunlar örnek gösterilebilir:
Müslüman bir kimsenin kendi irâdesiyle açıkça; ‘Ben Allah’a
ortak koşuyorum’ demesi yahut Allah’ın varlığını inkâr etmek,
peygamberleri reddetmek ya da bir tek peygamberi dahi yalanlamak
gibi küfrü gerektirici bir söz söylemek, açıkça küfrü gerektiren
-Mushaf’ı ya da bir parçasını pisliğe atmak gibi- bir fiil işlemek,
namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi İslâm’ın kesin bir
hükmünü inkâr etmek, farz namazların, -bunların bir rekâtinin
bile olsa- farz olduğunu, dinin emri olduğunu reddetmek gibi
veya farz olmadığı kesin delillerle sâbit bir hükmün farz olduğuna
-meselâ farz namazlara bir rekât ilâve etmek gibi- inanmak,
peygamberliğin insanların kendi gayretiyle kazanılabileceğini ileri
sürmek gibi hususlar küfrü gerektirir. Bu gibi küfrü gerektiren
inanç ve tavırlar önceden müslüman bir kimse tarafından kabul
ediliyorsa, bu kimse mürted olur.
Çağımızda ortaya çıkan birtakım şartlar vardır ki, müslüman
kimse iman açısından bunların da hükmünü bilmelidir. Bunların
en başında hiç şüphesiz Allah’ın indirdiği hükümlerin dışındaki
hükümler ile hükmetmek gelir. Konuyla ilgili olarak Abdülkadir
Udeh’den alıntı yapalım: “Çağımızda reddetmek, kabul etmemek
yoluyla küfrün açık örneklerinden bir tanesi de, Allah’ın şeriatiyle
hükmetmeyi kabul etmemek ve onun yerine insanlar tarafından
konulmuş hükümleri, kanunları uygulamaya koymaktır. Çünkü
İslâm dininde asıl olan kural, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmenin
farz, ondan başka kanun ve hükümler ile hükmetmenin ise
haram olduğudur. Kur’ân-ı Kerim’in bu hususa dair nasları gâyet
açık ve kesindir.
İslâm şeriatine aykırı her türlü yasa ve hükmün bâtıl olduğu
hususunda fakîhler ile ilim adamları arasında görüş ayrılığı bulunmamaktadır.
Yine onların ittifakına göre İslâm dışı hükümlere
itaat gerekmez, hatta İslâm şeriatine aykırı olan her şey, müslümanlara
haramdır. İsterse bu haramı emreden ya da mubah kılan
egemen otorite ya da başkası olsun. Yine ittifakla kabul edilen hususlardan
bir tanesi de şudur: Sahih olduğuna inandığı bir te’vile
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 43 -
dayanmaksızın müslümanlardan her kim Allah’ın indirdiklerinden
başka hükümler ortaya atarsa, o kimseler hakkında Yüce Allah’ın
verdiği “kâfir, zâlim ve fâsık” hükümleri verilir. Meselâ, başka
bir hükmü ondan daha üstün, daha güzel gördüğü için İslâm’ın
öngördüğü cezaları ve hükümleri uygulamaktan yüz çeviren bir
kimse, kesinlikle kâfirdir, daha önce iman etmiş ise bu tavırlarıyla
mürted olur.
İttifakla kabul edilen hususlardan bir diğeri: Allah’ın ya da
peygamberinin emirlerinden herhangi birisini reddeden bir
kimse, bunu ister şüphe ve tereddüt yoluyla, isterse de terk ve
kabul etmemek yoluyla, isterse de o hükme teslim olmamak dolayısıyla
reddedecek olursa İslâm’dan çıkar, mürted olur. Çünkü
sahâbe-i kirâm, zekât vermeyi kabul etmeyenleri mürted olarak
değerlendirmişlerdir. Yüce Allah kendisinin ve Rasûlünün hükmünü
teslimiyetle kabul etmeyenlerin kâfir olduklarına dair açık
hükmünü indirmiştir: “Rabbine andolsun ki, onlar kendi aralarındaki
anlaşmazlıklarda Senin hükmüne başvurmadıkça ve verdiğin hükmü,
içlerinde bir sıkıntı olmaksızın tam bir teslimiyetle kabul etmedikçe
iman etmiş olmazlar.” 152
Elfâz-ı Küfür
Elfâz’ın tekili olan lafız (lafz); söz, kelime ve ifade demektir.
Küfür ise “kefera” fiilinden masdar olup, sözlükte; bir şeyi örtmek
anlamına gelir. Kalbindeki imanını örten kimseye de bu yüzden
münkir veya kâfir denilmiştir. Bir terim olarak, kişiyi küfre düşüren
ve dinden çıkmasına sebep olan sözlere “elfâz-ı küfür” adı
verilir.
Bir mü’mini küfre düşüren sözler beşe ayrılır. Bunlar: İstihzâ,
istihfaf, istihkar, istihlâl ve istinkârdır. İstihzâ, dinin esaslarından
birini alaya almak; istihfâf, inanılması gereken ve zarûrât-ı diniyye
denilen prensipleri küçümsemek, hafife almak; istihkar, dinle
ilgili temel esasları ve dinin mukaddes saydıklarına hakaret etmek,
çirkin sözler söyleyip sövmek; istihlâl, bir haramı helâl kabul etmek
veya bir helâlı haram saymak; istinkâr ise bir İslâmî hükmü
açıkça inkâr etmek veya dince mukaddes olan şeylere inanmayıp
küfretmek.
Allah’ın varlığı veya birliğini inkâr etmek, bu konuda şüphe
içinde olmak, bunu sözle ifade etmek insanı küfre sokar. Allah’ın
zâtı, sıfatları, fiilleri, isimleri, emirleri, yasakları hakkında şaka
152 4/Nisâ, 65; Abdülkadir Udeh, et-Teşrîu’l-Cinî el-İslâmî, Beyrut, 2/708-710
-İslâm Ceza Hukuku ve Beşerî Hukuk
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 44 -
yollu da olsa alay ederek küçümseyici konuşmak ve Allah’a çirkin
sözler söylemek kişiyi dinden çıkarır. “Allah ile O’nun âyetleriyle,
O’nun Rasûlü ile alay mı ediyorsunuz? Boş yere özür dilemeye kalkışmayın.
Siz imandan sonra küfre düştünüz.”153 Allah’ın sıfatlarından
birini dahi olsa inkâr etmek küfürdür. Allah’ı yarattıklarından
herhangi bir kimseye veya şeye benzeten; bir canlı veya cansız
varlığı Allah’a, sıfatlarını Allah’ın sıfatlarına benzeten; Allah’ın
doğmuş veya nesil bırakmış olduğuna inanmak veya Allah’ı herhangi
bir eksiklik ya da kusurla itham edip bunu dille söylemek
kişiyi İslâm’dan çıkarır.
“Allah bile bana bunu emretse bu işi yapmam.” diyen kimse;
Allah’ın affedeceği konusunda ümidini tümüyle kesen kişi kâfir
olur. Yine, aşırı umutla Allah tarafından hiçbir hesaba çekilmeyeceğine
veya cezaya uğramayacağına inanan kimse kâfir olur.
Yine kendisinden veya Allah’a yakın olduğunu sandığı bir kişiden
ibâdetlerin düştüğünü, ibâdet yapma gereği kalmadığını kabul
eden veya şatahat cinsinden küfür sözleri söyleyen kimse, meselâ
“Ene’l-Hak; ben Hakk’ım, Cenâb-ı Hakk’ım” diyen kimse kâfir olur.
Peygamberlik kurumunu önemsememek ve peygamberlikle
alay etmek, onlar hakkında küçük düşürücü sözler söylemek istihkar
(hakaret ve sövme) sayılır. Bu yüzden herhangi bir peygamberi
küçük gören, alay eden ve O’na ezâ veren dinden çıkar. “Şüphe
yok ki, Allah’a ve Rasûlü’ne eziyet verenlere Allah dünyada ve âhirette
lânet etmiştir. Onlara çok küçük düşürücü bir azap hazırlamıştır.”154;
“Münâfıklardan öyleleri vardır ki, peygamberi incitiyorlar ve ‘O her söyleneni
dinleyen bir kulaktır’ diyorlar. De ki, ‘O sizin için bir hayır kulağıdır;
Allah’a da inanır, mü’minlere de. İman edenleriniz için bir rahmettir.
Allah’ın Rasûlüne eziyet verenlere ise acıklı bir azab vardır.”155
Hz. Peygamber’e hakaret dinden çıkardığı gibi, mukaddes kitaplara
ve Kur’ân-ı Kerim’e hakaret veya mukaddes kitapların aslını
inkâr edici sözler söylemek küfürdür. Kur’an’la, bir sûresi veya
âyetiyle alay etmek, onu küçümsemek küfürdür. Meleklere hakaret
etmek, alay etmek, ayıplamak, onları küçük görmek küfürdür.
Cebrâil’in vahyi getirirken hata ettiğini, Hz. Ali yerine yanlışlıkla
Hz. Muhammed’e (s.a.s.) vahyi verdiğini söylemek de kişiyi dinden
çıkartır. Azrâil’e, ölüm meleği olduğu için hakaret etmek, meleklerin
dişi olduğunu söylemek de küfürdür. Sahâbeleri tekfir ederek,
onların mü’min olmadığını söylemek de küfür kabul edilmiştir.
153 9/Tevbe, 65
154 33/Ahzab, 57
155 9/Tevbe, 61
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 45 -
Sahâbeyi küçümsemek, alay etmek ve onlara buğz etmek ise
bid’at ve sapıklıktır.156 Bir kimsenin, kendisine ya da bir başkasına
vahiy indiğini iddia etmesi ya da değişik ifadelerle peygamber
olduğu iddiası küfürdür. Hz. Muhammed’in (s.a.s.) son peygamber
olduğunu kabul etmemek, yeni bir peygamberin geleceğini
bekliyor olmak insanı kâfir yapar. Herhangi bir şahsı (meselâ Hz.
Ali’yi, şeyh ya da evliya kabul edilen birini veya Atatürk’ü) Hz.
Muhammed’den (s.a.s.) üstün görmek ya da onunla eş değerde
tutmak küfürdür.
“Filan kimse peygamber bile olsa ona inanmam” demek;
“Eğer Hz. Muhammed’den sonra bir peygamber gelecek olsaydı,
filan zât peygamber olurdu” demek;
“Eğer Âdem suç işlemeseydi cennette yaşayacaktık. Bütün bu
belâlar onun yüzünden başımıza geldi” demek de insanı kâfir yapar.
Kur’an’ı, Kur’an’dan bir âyeti veya hükmü yalanlamak, çarpıtmak,
alay konusu yapmak, saygısızlık yapmak kişiyi küfre sokar.
Kur’an hükümlerinden birini olsun yürürlükten kaldıran veya uygulanmasını
engelleyen yönetici kâfir olur. Kur’an ahkâmı içinde
yürürlükten kaldırılmış bir hüküm varsa, bu hükmün yerine konmuş
olan yasayı uygulayan, uygulanmasını kolaylaştıran ve bu durumun
farkına varıp rızâ gösteren kimselerin İslâm dini ile hiçbir
ilişkileri kalmaz.157
Bir müslümanın kitabına sövmek,
Kur’an’da eksiklik veya fazlalık olduğunu ileri sürmek,
Kur’an’ı çağdışı, çöl kitabı, bedevî kanunu olarak nitelemek,
Kur’an’ın öngördüğü ceza ve miras âyetlerini acımasız ve
adâletsiz bulmak ve bunu söz veya tavırlarıyla ifade etmek,
Yine Kur’an’ın nassıyla kesin şekilde yasaklanmasına rağmen
(fâizle işlem yapmayı, alkollü içki kullanmayı, zina etmeyi ve benzer)
yasakları yasallaştıran “mürted” ülkelerin kanunlarına gönülden
saygı beslemek ve bu yasaları Kur’an’a tercih etmek insanı
kâfir yapar.
Allah’ın haram kıldığı bir şeye başlarken besmele çekmek,
Haram bir fiil işledikten sonra, dünyevî kazançtan dolayı
156 Bk. 48/Fetih, 18; 9/Tevbe, 100
157 5/Mâide, 44; F. Aydın, İslâm’da İnanç Sistemi, Kahraman Y., s. 114
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 46 -
Allah’a şükretmek veya haram bir şey yedikten sonra “El-hamdü
lillâh” demek,
Kur’an okuyan kimse ile -okuduğu sırada- alay etmek,
Kur’an’a uymayı öğütleyen veya Kur’an hükümlerine dâvette
bulunan kimseye eziyet etmek, onu meczup ve mecnun gibi sıfatlarla
niteleyerek hakarette bulunmak,
Kur’an’da fal açmak, onu büyü, üfürük gibi çirkin işlerde araç
olarak kullanmak,
Kur’an’ın ölü ruhuna okunmak üzere indiğine inanmak,
Tevrat, Zebûr, İncil ve suhuflara hakaret etmek, onların hiç
tahrif edilmediğini (değiştirilmediğini) veya içlerinde vahiyden
hiçbir eser bulunmadığını ileri sürmek insanı İslâm dairesinden
çıkarır, kâfir yapar.
Helâlı haram, haramı helâl sayan, sihirle/büyüyle uğraşan, fala
inanan, kâfirle dost geçinen, ilme söven, ilacın iyileştirici etkisini
Allah’ın irâde ve kudretine bağlamayan, fânî tanrılaştıran, “kahrolsun
şeriat!” diye slogan atam; Pozitivizmi, Darvinizmi, Sosyalizmi
(Laikliği, Kemalizmi, Demokrasiyi ve her türlü beşerî ideoloji ve
düzenleri) İslâm’dan üstün tutan, sütkardeşle evliliği meşrû gören
insan, -kim olursa olsun- hem mantıksız, hem ahlâksız, hem de
imansızdır! Çünkü imansızlık gerçek anlamıyla ahlâksızlık ve mantıksızlık
demektir; Allah’ın yasalarına kafa tutmak demektir.158
Söyleyeni dinden çıkaran küfür sözlerinin bu sonucu meydana
getirmesi için hür bir irâde ve ihtiyarla söylenmesi gerekir. Tehdit,
zor ve baskı altında küfür sözlerini söyleyen kimse, ikrâh-ı
mülcî yani tam zorlama ile öldürme, kesme, bedene zarar verme
ve şiddetli dövme gibi işkence veya bu tehditler varsa küfür sözü
söyleyebilir. “Kalbi imanla dolu olduğu halde, küfre zorlanan müstesnâ
olmak üzere, kim iman ettikten sonra, küfre sîne açarsa Allah’tan onlara
bir azap vardır.”159 Bu âyet, küfre zorlanan kimsenin dinden çıkmayacağını
gösterir. Nitekim Mekke müşrikleri, Yâsir ile hanımı
Sümeyye’yi İslâm’dan dönmeleri için zorlamış, işkence altında ikisini
de öldürmüştü. Yâsir’in oğlu Ammâr’ı da bir kuyuya atarak
işkence yapmışlar, Ammâr işkenceye dayanamayarak, kalbi imanla
dolu olduğu halde, diliyle İslâm’dan döndüğünü söylemiş ve
canını kurtarmıştı. Haber Hz. Peygamber’e ulaşınca, kendisiyle
158 F. Aydın, a.g.e., s. 119-120
159 16/Nahl, 106
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 47 -
görüşmüş ve yine işkenceye mâruz kalırsa aynı sözleri söylemesine
ruhsat vermişti. Yukarıdaki âyet-i kerime bu olay üzerine inmiştir.
Günümüzde nice şarkılarda dinle ilgili kutsal esaslara hakaret
taşıyan, kadere isyan eden, bir kadını putlaştırıp Allah’ı sever gibi
sevme ifadeleri “müslümanım” diyen insanlar tarafından rahatlıkla
söylenebilmektedir. Bir futbol takımı ekber, yani Allah’a ait
olan “en büyük” ifadesiyle sloganlaştırılabilmekte, öğrencilere
bir şahıs hakkında ilâhî özellikler verilerek antlar, şiirler söylettirilebilmektedir.
Medyada, kahvelerde, sokaklarda nice elfâz-ı
küfür rahatlıkla ağızlardan çıkabilmektedir. “İşimiz Allah’a kaldı”,
“Allah’lık” gibi ifadelerle Allah hakkında küçültücü ifadeler
söylenebiliyor. Azrâil’e kızılıp ileri geri sözler söylenebiliyor. Bir
kıza “Melek” ismi verilebiliyor, felek ifadesiyle göklerin insan
kaderi üzerinde etkisi kabullenilerek ona kader adına hakaretler
edilebiliyor. Açıkça kadere de çatılabiliyor. Zamana sövülebiliyor.
Cennet ve cehennemle ilgili fıkralar anlatılarak Allah’ın ödül ve
cezası şaka konusu edilebiliyor. Dini küçük düşürücü Bektaşi fıkraları
veya dinin kutsallarını küçük düşürecek uydurmalar anlatılabiliyor.
Allah’ın sıfatları başkasına verilebiliyor. Allah’tan başkasına
duâ edilip medet ve yardım istenebiliyor. Allah’tan başkası adına
yemin edilebiliyor. İnsanın ağzından çıkan her sözün hesabının
isteneceği unutularak küfür lafızları sakız gibi ağızlarda dolaşabiliyor.
Bütün bunlar, elfâz-ı küfür, küfür, şirk, irtidat gibi Akaid
konularının kapsamına girmektedir.
Çevrede Çokça Duyulan Elfâz-ı Küfürden Bazıları
(Söyleyeni Şirke Düşürmesinden Korkulan Çirkin Sözler)
a- Allah’la İlgili
“Allah’lık” (saf bir insan için)
“Allah’sız” (Bunun Allah’ı yok, bu kimseyi Allah yaratmamıştır
anlamında),
“İşimiz Allah’a kaldı” (İşimiz yaş, netice beklemeyin anlamında),
“İnşâallah deme, kesin söz ver” (İnşâallah, yani Allah dilerse
sözünün yanlış ve yetersiz olduğu anlamında),
“Seni Allah gibi seviyorum” (Allah’ı sever gibi çok sevmek, fanatiklik
anlamında),
“Seni elimden Allah bile kurtaramaz” (Allah’ın gücü bile yeterli
olmaz anlamında),
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 48 -
“Burada Allah yok, Peygamber izinde” (Karakolda, hapishanede
vb. Allah’ın yardım edemeyeceği anlamında),
“Allah’ın olmadığı, şeytanın bol olduğu yerde elime geçecek,
ciğerlerini sökerim” (Allah’ın olmadığı yer olabileceği anlamında),
“Allah, ondan verdiği canı alamıyor” (Borcuna sâdık olmayanlar
hakkında, Allah’ın âcizliği anlamında),
“Allah’ın hükmü burada geçmez” veya “o eskidendi, şimdi
Allah’ın hükmü uygulanmaz, devir değişti” (Allah’ın hükmünün
geçersizliğini iddia veya tüm zamanlara ait olduğunu inkâr anlamında),
“Şu işin (şeyin) Allah’ını yapar” (Allah’ı herhangi bir şeye benzetme
anlamında),
“Sen Allah mısın be?” (Bir yaratığın Allah olma ihtimalini çağrıştıracak
anlamda),
“Ye Allah ye”, “vur Allah vur” (Allah’ı kula benzetmek anlamında),
“Allah Baba”, “Allah’ın oğlu gelse...” (Allah’a çocuk isnad
etme anlamında),
“Tapılacak kadın” (Allah’tan başka tapılacak/ibâdet edilecek
mâbud kabulü anlamında),
“Futbol/müzik ilâhı, ...tanrıçası” (Allah’tan başka ilâh kabulü
anlamında),
“Hâkimler hâkimi” (Allah’ın dışında bir varlığa Allah’ın bir sıfatını
verme, her şeyi yönlendiren anlamında),
“Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya” (Allah’a denk
başkasının hakkı olduğu, Allah’ın her yerde tek güç olmadığı anlamında),
“Allah bizi unuttu” (Allah’ın zorluklarla denemesi konusunda
Allah’ı unutma gibi bir eksiklikle vasfetme anlamında),
“Filan kimse şu şeyi yarattı” (Yaratma fiilini gerçek anlamda,
yani yoktan var etme mânâsında başka birine verme, Allah’ın fiiline
ortak kabulü anlamında),
“Allah’ın başka işi mi yok, bununla uğraşacak?” (Allah, her
şeyi takdir edip, her şeye hükmünü geçirmez, O’nun dediğinin ve
müdâhalesinin dışında da işler olur anlamında),
“Allah bilir ki, şu iş şöyledir”; “Allah şâhit şunu şöyle yaptım”
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 49 -
dediği halde, yalan söylemiş olsa; Allah’a iftira atmak ve gizli-açık
her şeyi bildiğini kabul etmemek anlamında),
“Hâkimiyet/egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir, ulusundur,
meclisindir” (Hâkimiyetin/egemenliğin Allah’ın dışında başkalarına
ait olduğunu kabul ve Allah’ın hükmünün üstünde hüküm
olduğu anlamında),
“En büyük filân takım, başka büyük yok” (Ekber/en büyük sıfatının
Allah’tan başkasına verilmesi ve başka büyüğün olmadığı,
Allah’ın büyüklüğünün inkârı veya büyüklükte ortağı olduğu anlamında),
“Allah’ımı inkâr edeyim ki, şu şöyledir” (Söylediği söz, doğru
bile olsa; Allah’ı inkâr etmeyi ihtimal olarak kabul ve inkârı basite
almak anlamında),
“Allah, şunu şöyle yaratsaydı, şu işi şöyle yapsaydı ne iyi olurdu”
(Allah’ın yarattığını beğenmemek, O’na eksiklik ve kusur isnad etmek
anlamında),
“Allah, keşke şunu haram kılmasaydı, şunu farz etmeseydi”
(Allah’ın hükmünü beğenmemek anlamında),
“Allah emretse bile şu işi yapmam” veya “Allah istemese bile
bu işi yaparım.” (Allah’ın emri veya yasağı önemsizdir, beni bağlamaz;
beni kararımdan Allah’ın hükmü bile caydıramaz, anlamında)
“Allah onu özene bezene yaratmış” ya da tersine bir inanış ve
ifade ile Allah’ın bazı kimselere torpil geçtiğini, bazı kimselere de
(hâşâ) zulmettiğini ifade etmek.
(O konuda âyet ve hadis olmadığı halde,) “Allah şöyle buyurmuştur”
demek (Kur’an’da olmayan, ispatlanamayan cümleleri
Allah’a isnâd etmek, dolayısıyla Allah’a iftira etmek anlamında),
(Allah’ın kesin olarak haram kıldığı bir şeyi yiyip içerken
“Allah’ın ismiyle (Bismillâh)” demek (Allah’la, Allah’ın haram hükmüyle
alay etme anlamında),
Allah’ı, O’nun kurallarını, O’nun dinini, kitabını... istihzâ/alay,
küçük görme, hakaret, inkâr etme,
Allah’a, dine, dince mukaddes sayılan şeylere küfür, sövme
veya çirkin söz söyleme,
Allah’tan başka mutlak gaybı bilen olduğunu kabul etme,
Allah’tan başkasına söylenmesi câiz olmayan şeyleri başka
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 50 -
şeyler için söyleme: “Yeşil gözlerinden muhabbet kaptım, Diz çöküp
önünde yıllarca taptım.”; “Mihrâbım diyerek yüz sürdüm”;
“Bir Allah’a, bir de sana taptım”; “Kâbe Arab’ın olsun, bize Çankaya/
Anıtkabir yeter”; “Ey, bugünleri borçlu olduğumuz ulu Atatürk”
vb. sözleri ikrâh olmadan söylemek,
Allah’tan başkasına duâ etmek veya bir kuldan meded istemek,
Allah’ın helâllerini helâl; haramlarını haram kabul etmemek,
Allah’tan başkası adına kurban kesmek, Allah’tan başkasına
adak adamak,
Allah’ın kesin yasağına rağmen Allah’ın düşmanlarını, kâfirleri
sevmek, küfre rızâ göstermek, kâfirlere -hidâyetleri dışında- duâ
etmek,
Tâğutların resim ve heykelleri önünde kıyâma durarak tapınırcasına
saygı göstermek,
Allah’ın şeriatından/hükmünden daha üstün yönetim şekilleri
olduğunu belirtmek: “Demokrasi/halk idaresi en iyi idare şeklidir”;
“Kemalizm, Kapitalizm insanları mutluluğa götürür” demek,
Allah’ı, sadece göklere ve tabiata hükmü geçen bir zat olarak
kabul edip, yeryüzünü insanların kendi bağımsız arzularına
bırakıp Allah’ı dünya işlerine karıştırmamak, insanların sosyal ve
siyasal ilişkilerini düzenleme konusunda Allah’ın dışında otoriteler
tanımak,
Fayda ve zararı Allah’tan bilmemek, “şu doktor benim hayatımı
kurtardı”; “frene basmasaydı ölmüştüm”; “şu hap bana şifa
veriyor, beni iyi ediyor”; “Devlete karşı çıkılır mı, ezer geçer”,
İbâdet kapsamına girecek tüm amelleri, sadece Allah için yapmamak,
gösteriş veya dünyevî bir menfaat için yapmak.
b- Dinle İlgili
“Din ayrı, dünya ayrı” (Dünyayı dinin dışına itmek, dini dünyaya
karıştırmamak ve laiklik anlamında),
‘’Din ayrı, siyaset ayrı” (İnsanların yönetiminin dinle ilgisi yok,
siyaset dinden bağımsız olmalıdır anlamında),
“Dinde zorlama yoktur” (Din seçme konusundaki özgürlükle
ilgili Bakara sûresi, 256. âyetini farklı ve yanlış bir konu için delillendirerek,
bir müslümana karışılamayacağı, onun haramları
işlemede özgür olduğu anlamında; dinin ahkâmla/muâmelâtla
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 51 -
ilgili konularını inkâr etmek veya geçerli olmayacağını iddia anlamında),
“Zevklere ve renklere karışılmaz” (Arzu ve heveslere hiç kimsenin
müdâhale etme hakkı yoktur, ben hangi şeyden zevk alıyorsam
onu yaparım, din adına bile olsa hiç kimse ona karışamaz
anlamında),
“Bu benim özel hayatımdır, kimse karışamaz.”; “Demokrasi
var, bana kimse karışamaz, canım ne isterse onu yaparım” demek
(Allah’ı, Allah’ın hükümlerini önemsememek ve O’na teslim olmamak,
nefsini, hevâ ve hevesini putlaştırıp ilâhlaştırmak anlamında),
“Biz babamızdan, atalarımızdan böyle gördük” (geleneği, ataların
yolunu mutlak doğru olarak kabul etmek, dine ters düşse de
atalarının yolunun en doğru yol olduğunu kabul anlamında),
“Din şöyle diyor, doğru ama...”; “haklısın, fakat...” (Dinin emir
ve yasaklarının doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, hayata
geçirmenin imkânsız gibi çok zor olduğu, yaşanamayacağı, başka
alternatiflerin zarûri olduğu anlamında),
“İslâm dini akıl dinidir, mantık dinidir” (Nakli dışlama, vahyi
temel ölçü almama, aklı putlaştırma anlamında),
“İslâm şeriatı eskidenmiş, bundan sonra din hâkim olamaz.”
(Dini, eski zamana ait tarihî bir vaka gibi kabul etme ve gelecekle
ilgili Allah’ın vaadlerini inkâr anlamında),
“Dine bağlı yaşamanın, dindâr olmanın zamanı geçti; doğru
olursan bu devirde aç kalırsın” (Dinin bütün zamanlar için geçerli
olmasının reddi anlamında),
“Dinî günler” (Zamanı, günleri dinî olan ve dinî olmayan diye
ayırıp, bazı günlerin dinle ilişkilerinin olmaması gibi anlaşılabilmesi
anlamında),
“Hayat yalnız bu dünyadadır” (âhireti inkâr anlamında),
“Sen benim kalbime bak, kalbim temiz” (Dinin bazı emirlerini
yerine getirmeyişin mâzereti olarak kalbin temizliği anlayışı ve
ibâdet edenlerin kalbi temiz değil ki ilâhî emirleri yerine getiriyorlar
anlamında),
“Paranın açmadığı kapı yoktur” (Parayı putlaştırmak, kapitalizmin
her şey olduğu anlamında),
“Demokrasilerde çare tükenmez” (Beşerî bir düzen olan demokrasinin
(halkın kendi kendisini yönetmesinin) her konuya
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 52 -
çözüm getiren en üstün idare şekli olduğu; İslâm’ın siyâset ve devlet
anlayışından daha üstün bir yönetim şekli olduğu anlamında),
“Aşırı dinciler”; “dinciler”; “fundamantalistler”; “dinci teröristler”
gibi çirkin ithamları gerçek mü’minlere etiket olarak takmak,
müslümanları, dolayısıyla İslâm’ı kötülemek anlamında);
İslâm’a irticâ, gericilik, fundamantalizm, taassup ve benzeri
çirkin sıfatlar takmak,
İslâm’a, şeriata, tesettüre karşı tavır almak veya bu tür dinle
ilgili hususlara düşman olanları desteklemek,
İslâm’ın kutsal kabul ettiği hususların dışında, özellikle de
İslâm’a düşman olan rejimlerin sembollerini yüceltmek veya onlara
saygı duymak.
c- Cennet, Melek ve Kaderle İlgili
“Eşek cennetini boyladı” (Cenneti küçümsemek, cenneti yakışıksız
bir şeyle vasıflandırmak anlamında),
“Sensiz cennet kötü, seninle cehennem bana ödül” gibi sözler
(Cenneti, cehennemi önemsiz görmek veya âşık olduğu bir insanı
bunlardan daha önemli kabul etmek anlamında),
Bir insana “Meleğim” demek, “Çarli’nin melekleri” veya bir
kıza “Melek” ismi vermek, ya da birine “melek gibi” demek (Meleklerin
insan gibi olduğunu, şekillerinin, yapılarının insana benzediğini
kabul etmek anlamında),
“Azrâil onun canını yanlış yere aldı”; “Azrâil’le savaşıyor” gibi
sözler, Azrâil’e hakaret etmek, onu eleştirmek anlamında),
“Kader utansın” gibi kadere isyan anlamında sözler,
“Felek”le ilgili hem hakaret, hem kaderi belirlediği inancı, göklerin
(yıldız ve burçların) insan üzerinde etkinliğini, insanların kaderini/
geleceğini gök cisimlerinin tayin ettiğini kabul anlamında),
Ve bunlara benzer, düşünmeden, ya da bilinçli olarak söylenen,
şirk düşüncesini yansıtan nice sözler...
Ef’âl-i Küfür
Ef’âl-i küfür, küfür fiil ve davranışları demektir. İnsanların bazı
hareket, kıyafet ve davranışları küfre alâmet sayılmıştır. Bu fiillerin
bir kısmı müslüman olmayan toplumlara benzemek kastıyla
yapılan hareket ve davranışlardır.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 53 -
Küfre alâmet sayılan, ef’âl-i küfür kabul edilen hareketleri şu
şekilde sıralamak mümkündür:
a- Puta tapmak: Puta tapmak, Allah’a şirk/eş koşmak demektir.
“Nihâyet elçilerimiz canlarını almak üzere onlara geldikleri zaman şöyle
diyecekler: ‘Allah’ı bırakıp da tapındığınız putlar nerede?’ Onlar şöyle
cevap verecekler: ‘O putlar bizi bırakıp kayboldular.’ Onlar kendi aleyhlerine
kâfir olduklarına şâhitlik edeceklerdir.”160; “Onlar Allah’ın yolundan
saptırmak için Allah’a eşler uydurdular. De ki: ‘Eğlenip keyfinize bakın!
Çünkü gidişiniz muhakkak ateştir.”161 Allah’tan başkasına tapmanın
küfür alâmeti/ef’âl-i küfür olduğu kesindir.
b- Mushaf’ı pisliğe atmak gibi saygısızca davranmak: Mushaf’ı
pisliğe atmak da küfür fiillerinden biri sayılmıştır. Üzerinde
Kur’an’dan bir bölüm, Yüce Allah’ın veya Peygamberin adı yazılı
bir kâğıdı pisliğe atmak da aynı hükme tâbi tutulmuştur. Tabii
ki atma, kasden ve bilerek olursa, kâğıdın üzerindeki şeyi inkâr
sözkonusu olacağından küfür davranışı kabul edilmiştir. Zaman
zaman medyaya yansıdığı gibi, üzerinde âyet veya Allah lafızlarının
yazılı olduğu ayakkabıyı, bayan elbisesini vb. şeyleri kutsal değerleri
eğlence yapacak ve aşağılayacak tarzda giymek de aynıdır.
c- Gayr-i müslimlerin tapınaklarına ibâdet kasdıyla gitmek:
Kilise, havra, katedral, puthane gibi yerlerde ibâdet ve duâ etmek,
veya buralarda Allah’a ibâdet etmenin daha faziletli olduğuna
inanmak da kişiyi İslâm’dan çıkarır. Fakat bu tür yerlere ibâdet
kasdı olmaksızın, bilgi edinmek veya incelemek için gitmekte bir
sakınca yoktur.
d- İbâdet kasdıyla herhangi bir şahsa secde ve benzeri davranış
yapmak: Bir kimse tapınma kasdı olmadan sadece hürmet
ve saygı için bir büyük karşısında eğilse, yeri öpse bu günah kabul
edilse bile küfür kabul edilmez. Kişiye tapmak anlamına gelecek
davranış ise küfürdür. Tâğutların heykeli veya tâğutların kutsalları
karşısında saygı durmak da itikad açısından çok tehlikelidir.
e- Duâ ederek ölülerden bir şey istemek, kabirleri tapınak
yapmak: Sadece Allah’a yapılması gereken ibâdet ve duâyı162
Allah’tan başkasına, ister ölü ister diri olan birine yapmak küfürdür.
Allah’tan başkasına kesilen kurban, Allah’tan başkasına adak,
kabirleri tavaf, kabirde yatandan duâ ile bir şey istemek, ölülerden
imdat ve medet istemek küfür davranışlarıdır.
160 7/A'râf, 37
161 14/İbrahim, 30
162 1/Fâtiha, 5
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 54 -
f- Haç takınmak: Hıristiyanların takındıkları madalyon olan
haç, onların iddiasına göre Hz. İsa’nın çarmıha gerilmiş şeklinin
remzidir ve onlara göre kutsaldır. İslâm âlimleri, haç takınmanın
küfür davranışı olduğunda hemfikirdirler. Günümüzde de böyle
bir madalyonun ancak hıristiyanlar tarafından takıldığını unutmamak
gerekir.
g- Ğıyar ve zünnâr: Ğıyar, zimmîlerin omuzlarına attıkları
alâmet yahut kumaş parçasıdır. Zünnâr da hıristiyan ve mecûsîlerin
küfür alâmetleri olan bir çeşit kuşaktır. Bunlar gayr-i müslimlerin
özel giysileri ve dinlerinin alâmetleri olarak sembol olduğundan,
bunları kullanmanın küfür fiilleri olduğu belirtilmiştir.
h- Mecûsî ve yahûdi şapkası: Mecûsîlerin ve yahûdilerin mümeyyiz
vasfı olan şapkalarını onlara benzemek kasdıyla giymek
de küfür sayılmıştır.
Bu alâmetler, her asırda ve bölgede değişiklik gösterebilir. Buradaki
temel espri, İslâm’ın dışındaki dinleri benimsemiş kişilerin
özel kıyafetleri, dinlerine ait kıyafetleridir. Tabii, râhibe elbisesi ve
papaz cübbesi giymek de küfür fiillerindendir. Her devrin küfür
alâmeti değişik olmaktadır. Belli bir zaman küfür alâmeti olan şey,
belki kısa zaman sonra küfür alâmeti olma özelliğini kaybedebilmektedir.
Bu konuda en açık örnek, şapkadır. Belli bir döneme
kadar şapka, özellikle fötr küfür alâmeti sayılırdı; İskilip’li Âtıf
Hoca gibi nice âlimler ve müslümanlar şapka giymediği ve bunun
küfür olduğunu belirttikleri için idam edilmiştir. Bu âlimler, küfrün
sembolü olduğunu bildiklerinden dolayı buna karşı çıkmayı
idamı göze alma pahasına sürdürmüşlerdir. Ama şimdi şapkanın
küfür ve kâfir özelliği olduğunu iddia güçtür. Artık şimdi gayr-i
müslimler, müslümanlar kadar bile şapka giymemektedirler. Dolayısıyla
küfür alâmeti değişince, hüküm de değişmektedir. Küfür
alâmetlerinin çağlara göre farklılık arzetmesi sebebiyle, eskiden
küfür sayılan giysilerle ilgili bir husus, bugün küfür olmayabilir
(Veya tersi; eskiden küfrün sembolü sayılmayan bazı şeyler, sonradan
kâfirlerin simgesi olarak kabul edilebilir).
i- Sihir/büyü: Sihri öğrenip öğretmenin, sihir yapmanın haram
oluşunda mezhepler arasında ihtilâf yoktur. Bütün mezhepler, sihrin
mubahlığına inanmanın küfür olduğunda da müttefiktir. Fakat
sihrin haram olduğuna inanmakla beraber, sihir/büyü yapan kimsenin,
bu davranışıyla kâfir olup olmadığında ihtilâf vardır. Ebû
Hanife ve tâbileri, İmam Mâlik, Ahmed bin Hanbel ve tâbilerine
göre büyücü/sihirbaz kâfirdir. Bu gruba göre, sihirbaz sihrin haramlığına
inansa da inanmasa da tekfir olunur ve öldürülür. İmam
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 55 -
Şâfii’ye göre ise kendisinde küfrü gerektirecek bir inanç, söz ve fiil
bulunmayan sihir küfür değil, sadece haramdır.163
Tekfir ve Büyük Günah İşleyenin İtikadî Durumu
Tekfîr, bir müslümanı veya müslüman kabul edilen bir kimseyi
küfre nisbet etmek; küfre girdiğini söylemek anlamına gelen dinî
bir kavramdır.
Küfür içerisinde olan bir kişi bu durumdan kurtulup müslüman
olabileceği gibi; müslüman olan bir kişi de dinden dönerek
küfre girebilir. Ancak müslüman olan bir kimsenin hangi durumlarda
küfre girebileceği; küfür ile iman arasındaki sınırın tayini
tarih boyunca mezhepler arasında ihtilâf konusu olmuştur. Hatta
aynı mezhebe bağlı âlimler bile bazen farklı görüşler ileri sürebilmektedir.
Bu konudaki tartışma, Hâricîlerin ortaya çıkışıyla, yani
Hz. Ali’nin hilâfeti döneminden günümüze kadar devam ede gelmektedir.
Hz. Ali ile Muâviye arasındaki anlaşmazlığın çözüme kavuşturulması
için hakeme gidilmesini isteyen, sonra hakem olayının
arzu edilen şekilde sonuçlanmaması üzerine daha önce Hz. Ali
ordusunda bulunan, hatta hakemi kabul etmesi için ısrarda bulunanlardan
bir gurup başkaldırmış ve Hz. Ali’yi, Allah’ın hükmünü
bırakarak beşerin hakemliğine başvurmakla itham etmiş ve Hz.
Ali ile hâlâ ona taraftarlık yapanların küfre girdiklerini ileri sürmüşlerdi.
Hâricî olarak adlandırılan bu grubun bu davranışlarıyla
İslâm tarihinde tekfir meselesi gündeme gelmiş, bilâhare çeşitli
nedenlerle bazen haklı ve bazen haksız olarak tekfir daima müslümanların
gündemini işgal etmeye devam etmiştir.
Hâricîlerin bu şekilde davranmaları onların sert mizaçlı, müsamahasız
ve nassların anlattığı incelikleri anlamaktan uzak kimseler
olduklarını ortaya koymaktadır.
Amel-iman ilişkisine dair belli başlı mezheplerin görüşlerini şu
şekilde özetlemek mümkündür:
a) Hâricîler
Değişik fırkalara bölünmüş olan Hâricîler, büyük günah işleyen
ve tevbe etmeden ölen kişinin ebedî olarak cehennemde
kalacağına dair ittifak etmişlerdir. Ancak böyle bir günah işleyen
kimse, müşrik anlamında bir kâfir midir, değil midir? Bu konuda
aralarında ihtilâf vardır. Bazılarına göre, bu kimse mü’min değildir,
163 A. Saim Kılavuz, İman Küfür Sınırı, Marifet Y., s. 160-165
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 56 -
ama muvahhiddir. Küfre girmiştir, ama onun küfrü, küfrân-ı nimet
kabilinden bir küfürdür. Tevbe etmeden öldüğü takdirde cehennemde
ebedî olarak kalacaktır.
Hâricîler, büyük günah işleyen kimseyi tekfir ederken, şeytanın,
Hz. Âdem’e secde etmemesinden dolayı küfre girdiğini bildiren
şu âyeti delil olarak zikrederler; “Bir zamanlar Biz, meleklere (ve
cinlere); ‘Adem’e secde edin’ dedik. İblis hâriç hepsi secde ettiler. O, yüz
çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.”164 Onlara göre
şeytan Allah’a itaatkâr ve O’nu bilen biriydi. Hz. Âdem’e secde
etmekten kaçınarak büyük günah işlemişti. Bu nedenle kâfir olarak
lânetlenmiş ve cehennemde ebedî olarak kalacağına hükmolunmuştur.
165 Böylece onlara göre her büyük günah işleyen kişi,
Allah’a başkaldırma ve O’na isyan etme kasdıyla günah işlemektedir
ve bu nedenle de imandan çıkmış, küfre girmiştir.
b) Mu’tezile
Onlara göre müslüman iken büyük günah işleyen kimse tekfir
edilemez, ama bu kimse mü’min de değildir. İki makam arasında
bir yerdedir ve bulunduğu mertebe fısk olarak adlandırılır. Tevbe
etmeden öldüğü takdirde ebedî olarak cehennemde kalacaktır.
Mü’min, övgüye lâyık bir kimsedir. Oysa büyük günah işleyen
kişi, Kur’an’da kötülenmekte ve aşağılanmaktadır. Bu durumda
olan kişi kâfir de değildir.166 Bu konuda delil olarak ileri sürdükleri
âyetler:
“Mü’min olan hiç fâsık gibi olur mu? Onlar elbette bir olamazlar.”167
“Hayır, her kim bir kötülük işler de onun kötülüğü kendisini çepeçevre
kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar.”168
“Kim bir mü’mini kasten öldürürse cezası ebedî kalmak üzere
cehennemdir.”169
Mu’tezile bu ve benzeri âyetlere dayanarak büyük günah işleyenin
mü’min olmaktan çıktığı ve fâsık olduğunu, cehennemde
de ebedî olarak kalacağını iddia etmektedir. Hadislerden getirdikleri
deliller ise; “Emanete riâyet etmeyen kimsenin imanı yoktur”
hadisiyle, benzeri hadislerdir. 170
164 2/Bakara, 34
165 Şehristânî, Nihayetu'l-İkdam fî İlmi'l-Kelâm, Bağdat t.y 471.
166 Kadî Abdulcebbar, Şerhu Usûli'l-Hamse, Kahire, 1965, 712.
167 32/Secde, 18
168 2/Bakara, 81
169 4/Nisâ, 93
170 Bk. Taftazânî, Şerhu'l-Akaid, çev: S. Uludağ, Dergâh Y., İstanbul 1980, s.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 57 -
Mu’tezile’nin görüşleri şöylece özetlenebilir: Kişi, ya hep günah
işleyen biridir veya hep iyilik. Yahut iyiliğin yanında kötülük
de işlemektedir. Sadece iyilik işliyorsa mü’mindir ve kurtuluşa ermiştir.
Sırf kötülük işliyorsa, o zaman tâati yok demektir ve kâfirdir.
Ama hem iyilik ve hem de kötülük işliyorsa, böyle bir kimsenin
iyilikleriyle kötülüklerinin eşit olması düşünülemez. Ya iyiliği, yani
tâati fazladır veya kötülüğü, yani günahı fazladır. Hangisi fazla
ise, kişi ona nisbet edilir. İyiliği fazla olan kurtuluşa erer, kötülüğü
fazla olan ise küfre nisbet edilir ve amellerinin boşa gittiğine
hükmolunur.171
c) Mürcie
Hâricîlerin aksine, tekfir konusunda fırkalar arasında en yumuşak
davranan fırka Mürcie’dir. Onlara göre amelin iman üzerinde
herhangi bir etkisi yoktur. İman, Allah ve Rasûlünü bilmektir.
Küfür ise, onlar hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmamaktır.172
Sevap işlemenin bir kâfire faydası olmadığı gibi, büyük günah işlemenin
de mü’mine bir zararı yoktur.
d) Ehl-i Sünnet
İnsanı günah işlemeye sürükleyen birtakım etkenler vardır.
Günah işlemenin sebebi, küfür olabileceği gibi hevâ ve şehevî
arzular da olabilir. Kişi, şehevî arzularını tatmin için günah işler.
İşlediği günah büyük de olabilir. Bu nedenle Ehl-i Sünnet, günah
işlemiş olmasından dolayı kişiyi tekfir etmez. Ama sırf Allah’ın
emirlerine karşı gelmek için günah işliyorsa, elbette ki böyle biri
mü’min değil, kâfirdir.
Bununla birlikte amelin iman ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını
söylemek mümkün değildir. Selef, kalp ile tasdik ve dil ile ikrarı
imanın temel direği, tâatleri de (Allah’ın emirlerini yerine getirme
ve yasaklarından sakınmayı da) imanın dalları olarak değerlendirmişlerdir.
İman ağacı ancak temel direk ve dallardan meydana
gelir. Hiç dalı bulunmayan bir ağaç düşünülemez, ama birkaç
dalı eksik olan ağaç ise ağaç olmaktan çıkmaz. Eksik bir ağaçtır
sadece. Selef, “iman eksilir ve artar” derken dallar mesâbesinde
olan tâatlerin eksilip artabileceğini kastederler. Böylece tâatleri
de imandan sayarlar. Yani amel imanın bir cüz’üdür. Ancak bu
cüz’den bir şeylerin eksilmesiyle iman ortadan kalkmaz. İmam
Eş’arî (ö. 324/936) Ehl-i Sünnet âlimlerinin, imanın eksilme ve
265
171 Kadî Abdulcebbar, a.g.e., 624
172 Eş'arî, Makalâtu'l-İslâmiyyîn, Wıesbaden 1980, s. 132.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 58 -
artmayı kabul ettiği görüşünde olduklarını belirtir.173
Kalp ile tasdik ve dil ile ikrar kişiyi küfürden çıkarıp iman dairesine
sokar. Buradaki iman, küfrün karşıtı olan imandır, kâmil
bir iman değildir. Kâmil iman, Allah’ın emirlerine riâyet ve yasaklarından
sakınmakla gerçekleşir. Küfür nasıl kademe kademe ise,
iman da öyledir. Her ne kadar bu derecelerin tamamı tek isim altında;
iman ismi altında toplanıyorsa da dereceler birbirlerinden
farklıdır.
Günah işleyen kimsenin küfre girmeyeceği âyetlerle de
sâbittir. Adam öldürmek büyük günahlardandır. Bununla birlikte
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, adam öldürmek
hâdiselerinde üzerinize kısas farz kılındı.”174 Âyetin devamında da şöyle
buyrulmaktadır: “Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse, o zaman
kısas düşer.” Görüldüğü gibi âyet katili, öldürülenin velîsinin kardeşi
olarak nitelemektedir ki, buradaki kardeşlik ile iman kardeşliğinin
kastedildiği apaçıktır. Yüce Allah, yine şöyle buyurmaktadır:
“Mü’minlerden iki gurup birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını bulunuz.”175 Bu
âyette de Allah, birbirleriyle savaşan iki grubu da mü’min olarak
nitelemektedir.
Ehl-i Kıbleden olup da büyük günah işledikleri kesin olarak
bilinen kimselerin tevbe etmeden ölmeleri halinde cenaze namazlarının
kılınacağı, onlar için duâ edilerek affedilmelerinin istenebileceği
konusunda, Peygamber (s.a.s)’in asrından çağımıza
kadar olan zaman içinde ümmetin kesintisiz icmâı vardır. Hâlbuki
bu gibi şeylerin mü’minden başkası için câiz olmadığı meselesinde
ümmet yine ittifak halindedir.176
Ehl-i Sünnet, Mu’tezile tarafından delil olarak ileri sürülen
âyetlerde kastedilenlerin, mü’min oldukları halde o günahları işleyen
ve böylece küfre girenler olmayıp daha önce de kâfir olanlar
olduklarını söylemektedir.
Tekfiri Gerektiren Hususlar
Allah’ın varlığını inkâr etmek, ulûhiyetinde ve rubûbiyetinde
O’na ortak koşmak, Kur’an’da zikredilen isim ve sıfatlarını inkâr
etmek insanı küfre düşürür. Mu’tezile ve müteahhir Ehl-i Sünnet
kelâmcılarının, bazı sıfatları te’vil etmeleri her ne kadar sağlıklı
173 Risâletu Ehli's-Sağr, Mısır-1987, 93; Ayrıca Bk. 8/Enfâl, 2; 9/Tevbe, 124; 48/
Fetih, 4
174 2/Bakara, 178
175 49/Hucurât, 9
176 Taftazânî, a.g.e., 264
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 59 -
bir yol değilse de küfre sebep değildir. Allah’a, sıfatlarının zıddını
isnâd etmek, meselâ âciz olduğunu söylemek ya da eksiklik ifade
eden sıfatlarla O’nu nitelemek, eşyaya hulûl ettiğini iddia etmek
yine küfürdür.
Peygamber ve peygamberlik kurumu konusunda küfre götüren
hususların belli başlı olanları ise şunlardır: Peygamberlik müessesesini
inkâr etmek, Kur’an’da ismi geçen peygamberlerden
birini veya bazısını inkâr etmek, peygamberlerden birine ulûhiyet
isnâd etmek, peygamberleri veya onlardan birini tahkir ederek
onlarla alay etmek, evliyânın peygamberlerden üstün olduklarını
iddia etmek küfürdür.
Kur’ân-ı Kerim’in tamamını veya bir kısmını inkâr etmek,
Kur’an’da zikredilen şeylerin varlığına inanmamak, Kur’an’dan
olmayan bir şeyi Kur’an’a ilâve etmek. (Kur’an’ın mahlûk olup olmadığı
meselesi Ehl-i Sünnet ve Mu’tezile arasında tartışma konusu
olmuş ve bundan dolayı taraflardan bazıları birbirlerini tekfir
etmiş iseler de böyle bir meseleden dolayı tekfir doğru değildir.)
Allah’ın indirdiğinden başkasını Kur’an’a üstün tutan ya da
başka bir düzeni benimseyen, İslâmî emir ve hükümlerin devrinin
geçtiğini savunan kişinin küfre girdiğinde şüphe yoktur. Ehl-i
Sünnet’in mûtemet kaynaklarından biri olarak kabul edilen
“Şerhu’l-Akaidi’t-Tahâviyye” isimli eserde hükümle ilgili olarak
şöyle denilmektedir: İster yönetici olsun, ister idare edilen halktan
herhangi biri olsun, her kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmenin
gerekli olmadığını, kişilerin onları uygulayıp uygulamamakta serbest
olduklarını iddia eder ya da bu konudaki Allah’ın emirlerini
küçümseyecek olursa yine küfre girmiş olur. Ama Allah’ın emirlerinin
üstünlüğüne ve bu hükümlere uymadığı takdirde âhirette
cezaya çarptırılacağına inandığı halde bu emirleri uygulamıyorsa
küfre girmez.177
İslâm inancında, bir kimseyi tekfir etmek son derece tehlikeli,
son derece büyük vebâli olan bir davranıştır. Hz. Peygamber şöyle
buyurur: “Kim kardeşine kâfir derse, ikisinden biri mutlaka kâfir olmuştur.
Eğer itham edilen kâfir değilse; küfür, ithâm edene döner.”178 Bu hadiste
dile getirilen tehdîdin ciddiyetini belirtmek için şunu kaydedelim
ki, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat dışında kalan sapık mezheplerden
Hâricîler’in tekfîr edilip edilemeyeceği münâkaşasında bâzıları, bir
Müslümanı tekfir etmenin mesûliyetinin büyüklüğünü gözönüne
177 İbn Ebi'l-İzz el-Hanefî, Şerhu'l-Akideti't- Tahâviyye, Beyrut 1988, 323-
324; M. Sait Şimşek, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Y., c. 6, s. 167-168
178 Buhârî, Edeb 73, 44; Müslim, İman 111
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 60 -
alarak, ortadaki mübhemiyet sebebiyle, müsbet veya menfî hiçbir
şey söylememeyi tercih ederken, tekfîr edilmeleri gerektiğine
kaail olanlardan bir kısmı da görüşlerine delil olarak yukarıdaki
hadis-i şerifi zikretmişler ve: “Onlar İslâm ümmetini tekfir ettiklerine
göre kendileri kâfir olmuştur” demişlerdir. Bu düşüncede
olan Kadı İyaz eş-Şifâ’da aynen şunları söyler: “Ümmeti, dalâlet
ve bütün Ashâb’ı küfürle ithama müncer olan herhangi bir söz
sarfeden herkesin kesinlikle küfrüne hükmediyoruz.”
Burada kaydı gereken bir başka mühim hadis, Hz. Peygamber
(s.a.s.)’in İslâm ümmetinin 73 fırkaya ayrılıp bunlardan sâdece birinin
fırka-ı nâciye (yâni kurtuluşa erecek olan hak yoldaki fırka)
olacağını haber verdiği rivâyettir. Muhtelif vecihlerle gelmiş olan
hadisin bir vechinde, hidâyet üzere olup kurtuluşa erecek bu grubun
kimler olduğunu, dinleyenlerden bazıları sorunca şu cevap
verilmiştir: “Onlar, benim yolum üzerinde olanlar; ashâbım, Allah’ın dini
üzerinde cidal ve münâkaşaya girmeyenler ve herhangi bir günah sebebiyle
tevhîd ehlinden birini tekfir etmeyenlerdir.”179
Özetle, İslâm âlimlerinin, ittifakla Muhammed ümmetinin dikkatlerini
çektikleri bir husus, tekfir meselesi olmuştur. Buradaki
titizliği Gazâlî’nin şu sözleriyle hülâsa edelim: “İmkân nisbetinde
bir Müslümanı kâfirlikle ithamdan (tekfîrden) kaçınmak gerek...
Zira, tevhîd’i (Allah’ın bir olduğunu) ikrâr eden Mûsâllî kimselerin
kanını helâl saymak hatâdır. Hatâen bir Müslümanın kanını dökmektense
hatâen bir kâfire hayat hakkı tanımak evlâdır.”180
Haksız Tekfir; Bir Müslümanı Küfre Nispet Etme
İtidâl/Denge
İtidal, konu ne olursa olsun, herhangi bir şeyde ifrat veya tefrite
düşmemek, vasat derecede olmaktır. İfrat ve tefrit denilen her
iki aşırı ucun tanımlanmasında yarar vardır.
İfrat: Bir konuda ölçüyü aşma, ileri gitme, normali aşma, aşırılık,
haddini aşma ve tâkatin üstünde üzerine iş alma demektir.
İstenenden fazla yoğunlaşmayı da içerir. Kraldan fazla kralcı olma
deyiminde anlatılmak istenen budur. Tefrit ise; Ortalamanın, yani
vasatın çok altında olmak, geride kalmak, normalden aşağıda bulunmaktır.
179 Tirmizî, İman 18, hds. no: 2779; İbn Mâce, Fiten 17, hds. no: 3992
180 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/261-
266.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 61 -
Bu iki terimin iyi tanımlanması, itidali anlamamıza yardımcı
olacaktır. İtidal, bir dengedir. İfrat ve tefrit, bu dengeyi bozan birbirine
tamamen zıt iki ucu temsil eder. Buna en çarpıcı örnek, dini
daraltanlara Peygamberimizin buyurduğu şu sözdür: “Aşırı gidenler
helâk olmuştur” 181 Rasûlullah (s.a.s.) bu hükmü üç kere tekrar eder.
Yine O, dinde aşırılığın helâk sebebi olduğunu vurgular: “Dinde
aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden ötürü
helâk oldular.” 182
Dinde Aşırılık
Kur’an, din bahsinde bir tehlikeye dikkat çekmektedir: Bu,
dinde gulüvdür/aşırılıktır. Dinde gulüv: Azgınlık, doymazlık, haddi
aşmak, dine ilâvelerde bulunmak demektir. Hz. Peygamber’in
gulüv konusundaki beyanları bize gösteriyor ki, dinde gulüvün
temelinde, birtakım insanların dinde olmayan bazı şeyleri Allah’a
yaranmak adı altında dine yamatmaları ve esası kolaylık olan hak
dini çekilmez hale getirmeleri vardır. Dinde aşırılık, âyetler çerçevesinde,
öncelikle yanlış bir Allah inancında belirir. Daha sonra ise
başkaldırma, aşırı gitme ve yapılan kötülükleri önleme çabasından
yoksunluk olarak kendini gösterir.
Ehl-i kitapla ilgili bu aşırılık ve taşkınlığın yasaklanışı, dinlerin
en ortayolcusu/dengeli olanı Hz. Muhammed’in dinine uymaya
teşvik amacı taşır. Kur’an, hıristiyanlığın dinde gulüv yüzünden
Hakk’a yüz çevirip hak dini dejenere ettiğini söylemektedir: “De ki:
Ey kitap ehli, haksız/yanlış yere dininizde taşkınlık etmeyin, dininiz konusunda
aşırı gitmeyin. Daha önce sapıtan, pek çok kişiyi saptıran ve doğru
yoldan ayrılan bir kavmin hevâsına/keyiflerine uymayın. İsrâil oğullarından
inkâr edenler, Dâvud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdi.
Bu, başkaldırmaları ve aşırı gitmelerindendi. Birbirlerinin yaptıkları kötülükleri
önlemezlerdi. Yaptıkları ne kötüydü!”183
Kur’an, dinde aşırılıktan şiddetle kaçındırmaktadır.184; “Kalbini
Bizi zikirden/anmaktan alıkoyduğumuz, keyfine uyan ve işi hep aşırılık
olan kişiye itaat etme!”185 Bu âyet de, aşırılıktan kaçınmayı, aşırılara
uymamayı emretmektedir. Çünkü dinde aşırılık, dini amacından
saptırır. Allah’ın koymadığı hükümlerin konmasına, yasaklamadığı
şeylerin yasaklanmasına yol açar. Bu da insanların hareket
alanlarını daraltır. Dinin amacı, insanın elini kolunu bağlayıp onu
181 Müslim, İlim 7; Ebû Dâvud, Sünnet 5; Ahmed bin Hanbel, I/386
182 Dârimî, Siyer 45; Ahmed bin Hanbel, 4/127, 5/318, 330
183 5/Mâide, 77; ayrıca Bk. 4/Nisâ, 171
184 5/Mâide, 77; ayrıca Bk. 4/Nisâ, 171
185 18/Kehf, 28
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 62 -
vehimlerin tutsağı yapmak değil; hurâfelerden kurtarıp özgür, sadece
Allah’a tertemiz kul yapmaktır. Din, ruhu bezeme yöntemidir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi; Enes bin Mâlik’in (r.a.)
rivâyetine göre, üç sahâbe, mü’minlerin annelerine müracaat etmiş
ve Rasûlullah’ın (s.a.s.) gizlice yaptığı ibâdetleri sormuşlardı.
Aldıkları cevap kendilerini tatmin etmemiş ve “Biz nerede, Rasûl-i
Ekrem nerede?! Allah, O’nun gelmiş geçmiş bütün günahlarını
affetmiştir” diyerek, değişik bir yorumda bulunmuşlardı. Bu üç
sahâbeden biri, “Ben geceleri hep namaz kılacağım”, diğeri “Ben
hayatım boyunca ara vermeksizin oruç tutacağım”, öbürü de “Ben
evlenmeyeceğim” taahhüdünde bulunmuştu. Bunu haber alan
Peygamberimiz, onlara “Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz?” demiş
ve “Vallahi, şunu iyi bilin ki, ben sizin Allah Teâlâ’dan en çok korkan ve
sakınanızım. Fakat bazen nâfile oruç tutar, bazen tutmam. Bazen nâfile
namaz kılar, bazen uyurum. Ben evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz
çevirirse, o benden değildir.”186 buyurmuştur. (Bu üç sahâbenin Hz.
Ali (veya Ebû’d-Derdâ), Abdullah bin Amr bin Âs ve Osman bin
Maz’un olduğu rivâyet edilir.) Bu hadis-i şerif, sünnete göre amel
etmenin önemini açıklar; dünyadan el etek çekme gibi aşırılıkların
yanlışlığını vurgular. Ölçüsüz bir şekilde dünyaya sarılmak kadar;
bir tür ruhbanlık hayatına yönelmek de sünnet ölçülerine göre
doğru bulunmamıştır. 187
Yüce Rasûl, burada, din adına dini daraltanları uyarmak istemiştir;
bu, aslında bir ifrat halidir. Dini olduğundan fazla genişletenler
de tefrit halindedir. İslâm, her konuda ifrat ve tefritten
uzak olmayı, aşırılıklardan kaçınmayı, dengeyi tavsiye eder. Hıristiyanlar
ifrât yoluyla, Yahûdiler de tefrit yoluyla sırât-ı müstakîm
olan dengeden uzaklaşmışlardır. O yüzden bu sapmalar, Hıristiyanlaşma
ve Yahûdileşmeye giden yolu açar.
Ashâb-ı kiramdan bazılarının “cinsî duygularını köreltmek”,
bazıları “et yememek”, bazıları da “şükrünü edâ edemeyecekleri
nimetlerden uzak durmak” gibi aşırı taahhütlerde bulunmaları
üzerine şu âyet nâzil olmuştu: “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl
ettiği şeyleri haram kılmayın, hudûdu aşmayın. Doğrusu Allah aşırı gidenleri
sevmez.”188 Yani, aşırı gitmeyin, helâli haram ve haramı helâl
saymayın denilmiştir. 189
186 Buhârî, Nikâh 1; Nesâî, Nikâh 4; Dârimî, Nikâh 3
187 Ahmed bin Hanbel, IV/226; Dârimî, Nikâh 3
188 5/Mâide, 87
189 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l Kur’an, 6/263
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 63 -
“Kitab, mîzan/ölçü, demir (güç, yaptırım) ve takvâyı yoğurup
adâleti (itidali) yerine getirmek190 ve toplumu, yönetimi İlâhî istikamet
doğrultusunda değiştirmek için insanların kendi nefislerini
değiştirmeleri gerekmektedir.191 Kargaşa ile nizamı, fesat ile salâhı,
anarşi ile huzuru, terör ile cihadı, korkaklık ile sabrı, acelecilik ile
tedrîcîliği, lüzumsuz bilgi ile ilmi, şekilcilik ile takvâyı, yıkıcılık ile
yapıcılığı, propaganda ile tebliği, çığırtkanlık ile dâveti, delilik ile
cesaret ve kahramanlığı, tedbir ile uyuşukluk ve korkaklığı, eylem
ile amel-i sâlihi, geçici heyecan ile muhâkeme ve istikrarı, taklit ile
tahkîki, işgal ile fethi, haksız tekfîr ve haksız teslîm ile adâlet ve
sorumluluk bilincini kuşanarak hüküm vermeyi, yani her türlü aşırılıkla
dengeyi birbirinden ayırmayı, birbirine karıştırmamayı hem
teoride kabullenmeli ve hem de pratikte ortaya koyabilmeliyiz.
Sırât-ı müstakîm üzere bir İlâhî yürüyüş programındaki ifrat
ve tefritin ne büyük zararlar açtığını görmemek mümkün değildir.
En temel konu olan tevhid akîdesini anlamaktan tutun da, İslâmî
dâvet sürecinin içerdiği bütün konulara varıncaya kadar, tarih
boyunca bu iki uç, kendini hissettirmiştir. Örneğin, ifrat ehli öyle
bir tevhid tanımlaması yapar ki, muvahhid bir mü’min olmak, bu
tanımlamaya göre (istisnalar dışında, hemen hemen) mümkün değildir.
Tefrit ehli de, öyle bir tevhid tanımlaması yapar ki, küfürde
ileri gitmiş aşağılık insanlar bile sanki tevhid ehli gibi görünür.
Dâvet çalışmalarında da aynı probleme şahit olmaktayız: İfratçı
dini tekeline alır, tüm muhâtaplarına en katı, en sert tanımlamaları
getirir; tefritçi ise, doğruyu yanlıştan ayırt edemeyecek kadar
ortamı ve ortalığı süt-liman görür. Burada, “denge”nin önemi ortaya
çıkmaktadır. Her iki aşırılıktan korunmanın yolu, “delile dayalı
bakış açısı”nın egemen kılınmasıdır. Deliller, bütün açıklığıyla
ortaya konmalı, duygusallığa yer verilmeden ilmî bir etüd içinde
konular irdelenmelidir.
İfrat ve tefrit, Kur’an ve Sünneti anlama yönteminde de tarih
boyunca kendini hissettirmiştir. Kur’an’ı merkeze almayan ve
O’ndan doğrudan yararlanılamayacağını öngören geleneksel yaklaşım
ile Kur’an’ı anlamanın göreceliğini veya tarihselciliği öngören
modern yaklaşım, birbirine zıt iki ucu temsil ederler. Kur’an’ın
anlaşılmasını ve belirleyiciliğini İslâm tarihi içinde “üretilmiş” kaynaklara
bağlayan taklitçi ve gelenekçi anlayışlar ile; Kur’an’ın
tarihî şartların bir ürünü olduğunu iddia eden oryantalist zihniyet,
yani tarihselcilik, her ikisi de itidalden sapmadır. Bu uçlar, her ne
kadar birbiriyle zıt olsalar da, ortaya çıkan sonuç bakımından aynı
190 Bk. 57/Hadîd, 25
191 Bk. 13/Ra’d, 11
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 64 -
noktada birleşmektedir: Kur’an’ın hayatın içinden bir şekilde çekilip
alınması.
Aynı şekilde bu iki uca kaymalar, Sünneti algılamada da kendini
göstermektedir. Yalan-yanlış her türlü rivâyeti ilmî elemeye tâbi
tutmadan, Hz. Peygamber’e mal eden aşırı gelenekçi ve taklitçi
sünnet anlayışı ifrâtı temsil ederken; Hz. Peygamber’i bir postacı
konumuna indirgeyen ve onun örnekliğinin ve önderliğinin kuşatıcılığını
göremeyen modernist anlayış, tefriti temsil eder. Her
iki uç da, yine aynı noktada, sonuç itibarıyla buluşmaktadır: Yüce
Peygamber’in örnekliğinin hayatın içinden çekilip alınması. Dikkat
edilirse ifrat ve tefritin pratiği, sonuç itibarıyla, ortak bir noktada
buluşmaktadır.
İfrat ve tefrit çizgisindeki savrulmalar, bu konuların dışında
pek çok alanlarda da kendini göstermektedir. İslâm bilginlerini
“yanılmazlık” mertebesine yükseltenler ifrâtı, onların ictihadlarını
tahkir ya da tezyif edenler tefriti temsil ederler. Orta yol ise, onların
görüş, ictihad ya da kanaatlerini sâlih gayretlerinden dolayı
takdir etmek, duâ etmek, onlardan yararlanmak, ancak bu kanaat
ya da ictihadları her dönemde ve her toplumda geçerli nass mertebesine
yükseltmemektir. Toplumu değerlendirmede de vasatı
temsil eden anlayışa ulaşmak için çaba göstermek gerekir. İçinde
yaşadığımız ülke ne dâru’l-harptir, ne de dâru’l-İslâm. Toplumu
değerlendirmede ölçülü olmak, dengeyi yakalamak, İslâmî anlayış
ve tevhidî yürüyüşün selâmeti açısından çok önemlidir.
Sâbiteler bağlamında her bireyin hassas olması esas olmakla birlikte;
muvahhid Müslümanlar arasında bireysel hassâsiyetlerin varlığı
anlayışla karşılanmalıdır. Sıklıkla karşılaştığımız hassâsiyetler:
Kesilen hayvanların etleri, tâğûtî vasfa sahip olanlar hâricindeki
devlet memurluğu, askerlik, çocukların okula gönderilmesi, vergi,
emekli maaşı alma vb. konulardır. Buradaki mûtedil çözüm;
hassâsiyetlerin, bir bireysel özellik olarak kabul edilmesi, ancak
bunun çevremizdeki müslümanlara dayatılmaması, hassâsiyet sahibi
mü’minlerin örnekliklerini dayatmadan sürdürmeleri, güçle
ve ideal anlamda çözümünün ancak İslâm devletiyle ilintili bu tür
fedâkârlıkları herkesten beklememeleridir. Hassâsiyetini tevhidî
ilkelerin olmazsa olmaz bir gereği gibi görmemek, ancak bunları
koruyarak örnek olmak, hassâsiyet sahibi mü’minlerin görevi iken;
bu hassâsiyetlere katılmayan mü’minlerin görevi de kardeşlerini
rencide etmemeleri, onları hoş karşılamalarıdır. Bu tür farklılıkların
varlığı, bir zenginlik olarak kabul edilmelidir. Burada da her
iki aşırı uca kaymadan, dengeli ve ölçülü hareket etmek esastır.
Ancak, unutulmamalıdır ki, sâbiteler bağlamındaki hassâsiyetler,
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 65 -
bu konunun dışındadır. Örneğin, tâğutları ve tâğûtî vasfa sahip
kurumları birtakım maslahatlarla desteklemek, bireysel hassâsiyet
değil, bir sapma olarak değerlendirilmelidir.
Toplumu dönüştürme çabalarında da her iki aşırı uç, yine boy
göstermektedir. Toplumu şiddet yoluyla aceleci adımlarla dönüştürmek
isteyen şiddet yanlıları ifrâtı temsil ederken; örnek Kur’an
neslini oluşturmak yerine bireyci, mevziî kültürel ve eğitsel çalışmalarla
yetinen ya da sadece bunları savunanlar tefriti temsil
etmektedir. Yaşadığımız coğrafyada cami ve mescidleri topyekün
mescid-i dırar ilan edenler ifrâtı, onları şimdiki konum ve kullanım
şekliyle İslâm toplumunun emrinde ideal birer kurum olarak görenler
de tefriti temsil etmektedir. Resmî otoritenin kurumlarında
çalışan herkesi tekfir eden tekfirci anlayış ile ayrım yapmadan
hepsini olumlu sayan, tâğûtî kurumları güçlendiren kişi ve zihniyetleri
tasvip eden gevşek anlayış, yine iki aşırı ucu temsil ederler.
Mezhep bağnazlığı içinde olup mezheplere “dokunulmazlık” zırhı
giydirenler ifrâtı, mezhep olgusunu yok sayan ya da görmezden
gelenler ve mezhepsizliği, yani disiplinsizliği savunanlar ise tefriti
temsil ederler. Muharref din kültürünün toplumumuzda hâkim
olduğu bir gerçektir. Ancak bu kültürü temsil edenlere de ölçülü
davranmak ve uygun bir dil geliştirmek gerekir. Bunu temsil eden
grup ya da cemaatleri bir düşman gibi algılamak da, onları ümmetin
onurlu birer temsilcisi gibi görmek de yanlıştır.
İtidalin yakalanmasında, Şeriatin maksat ve gayelerini anlamaya
mâtuf bir ilmî disiplinin varlığı önem kazanmaktadır. Dengeyi
(itidali) elde etmede; derinlikli, hikmetli ve kapsayıcı bir bakış açısı
devreye konulmalıdır. Aşırılıkları tamponlayabilmek için, hakikatin
derinliğine nüfuz etmede acele etmemek, her gruptan müslümanlarla
ve farklı cemaatlerle diyalog ve karşılıklı fikir alışverişini
önemsemek, hâdiselere çok yönlü ve geniş bakmaya gayret
etmek, araştırmaya önem verip taklit ve donukluktan kurtulmak,
ahlâken de sabırlı ve hoşgörülü olmak gerekir. Bu konularda, ilmî
derinliği olan muttakî ve muvahhid ulemâya büyük görevler düşmektedir.
Örnek ve öncü bir Kur’an neslinin motoru konumunda
olması gereken ulemânın toplum içindeki savrulmaları murâkabe
edecek ilmî bir ağırlığı ortaya koymaları, vazgeçilmez bir zorunluluktur.
Vasat/dengeli bir temsiliyetin gerekliliği, ümmetin fertlerinin
aşırı uçlara kaymasını önlemek açısından da bir kez daha net
olarak ortaya çıkmaktadır.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 66 -
Tekfircilik Hastalığı
Bazı müslümanlar, kendi din anlayışlarına uymayan bir anlayış
ve inancın sahiplerini hemen tekfîr ediyor, dinden çıktıklarını söylüyorlar.
Bu yaklaşım Müslümanları parçalıyor, birbirine düşürüyor,
usulüne göre tenkit ve düzeltme kapısını da kapatıyor. Tekfir
hastalığı yüzyıllardır İslâm toplumlarının birleşmelerinin önünde
en büyük engeldir. Tekfircilik anlayışı Müslüman cemaatleri içten
içe kemiren bir virüs olmuştur. Genelde tekfir hadisesi ilimde sığ
olanlar ve genç Müslümanlar tarafından gündeme getirilmektedir.
İslâmî yorum farklılıkları bizlerin aynı safta olmasını engellememelidir.
Uluslararası istikbârın yönlendirmesiyle bazı kesimlerin, İslâm
dairesi içerisine sadece dört mezhebi koymaları ve Müslümanların
bir kısmını sırf farklı mezhep ve fırkalara mensubiyetlerinden
ötürü tekfir etmeleri, ciddi şekilde yadırganacak bir davranıştır.
Tekfirci akımlar; ümmetin sorunlarını çözmek güdüsüyle mi bu
işe kalkıştılar, İslâmî birlikteliğe katkı sağlamak ve Müslümanların
yararına dönük mü Hareket ediyorlar, yoksa gurup, mezhep taassubu,
intikam ve sığ düşünceleriyle mi hareket ediyorlar? Tekfir
hastalığına yakalanan bir Müslüman için öncelik, Müslümanların
ümmet şeklinde birliği ve güçlenmesi değil; kendi cemaatinin düşüncesi
ve diğer Müslümanlarla yaptığı münazaralarda haklı çıkma
gayreti olmaktadır.
Hâlbuki Yüce Allah bize şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve
Rasûlüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin. Yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız
da gücünüz gider. Sabredin şüphesiz Allah sabredenlerle
beraberdir.”192; “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız ve bir birinizden
ayrılmayınız.” ve “Allah kalplerinizi birleştirdi de onun nimeti sebebiyle
kardeş oldunuz.”193
Tekfirde aşırılığa götüren bir husus da; “Kâfire kâfir demeyen
kâfirdir.” hükmüdür. Hâlbuki Ebû Hanife bu fetvâyı, açıkça kâfir
olduğu bilinen birisini o haliyle tasdik sadedinde söylemiştir.
Tekfir Konusunda Âyet ve Hadisler
a) Âyetler
“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa veya sefere çıktığınız zaman
iyi dinleyip anlayın. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine
192 8/Enfâl 46
193 3/Âl-i İmran 103
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 67 -
göz dikerek ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin…” 194
“Çok yemin edene, haysiyetsiz kimseye, kusur arayana, söz taşıyana,
hayırdan alıkoyana, haddini aşana, çok günahkâr olana... iltifat etme!” 195
“Yazıklar olsun arkadan çekiştirmeyi ve yüze karşı kaş göz işaretiyle
eğlenip ayıplamayı âdet edinene” 196
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Zira zannın bir kısmı
günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırıp tecessüs etmeyin, kimse kimseyi
gıybet etmesin. Hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır...?” 197
“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size haber getirirse onun doğruluğunu
araştırın. Yoksa, bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra
yaptığınıza pişman olursunuz.” 198
“Allah’a ve Rasûlüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin.
Yoksa
çözülüp yılgınlaşırsınız da gücünüz gider. Sabredin,
şüphesiz Allah sabredenlerle
beraberdir.” 199
“Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz, onun dışında kalan günahları
dilediği kimseden affeder” 200
“…Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan
başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.” 201
“De ki: ‘Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim ümit keser.” 202
“De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım,
Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları
bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhamet sahibidir.” 203
b) Hadisler
“Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun Rasûlü olduğuna
şehâdet eden kimseye Allah ateşi haram kılmıştır.” 204
“Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in, O’nun elçisi
194 4/Nisâ, 94
195 68/Kalem, 10-12
196 104/Hümeze, 1
197 49/Hucurât, 12
198 49/Hucurât, 6
199 8/Enfâl, 46
200 4/Nisâ, 48
201 12/Yusuf, 87
202 15/Hıcr, 50
203 39/Zümer, 54. Tâkip eden âyetlerde bu bağışlamanın, ancak tevbe ederek
Allah'a teslim olmakla ve Allah'tan gelene (Kur'an'a) uymakla mümkün
olabileceği vurgulanmaktadır.
204 Buhârî, İlim, 49
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 68 -
olduğuna şehâdet ederek Allah’a kavuşan kimse cennete girecektir.” 205
“Allah’a inanıp O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan Cennet’e girmiştir.
Allah’a inanıp da O’na şirk koşan ise Cehenneme girmiştir.” 206
“…Kim ‘lâ ilâhe illâllah’ der ve Allah’tan başka tapınılan şeyleri reddederse,
onun malına ve canına haksız yere dokunmak haram olur. Hesabı
Allah’a kalmıştır.” 207
“Ölen bir kimse (ölüm ânında) Allah’ın bir ve benim Allah elçisi olduğuma
şehâdet (tanıklık) eder ve kalbi de bu işi tasdik ederse, Allah ona
mutlaka mağfiret eder.” 208
“Kim bizim namazımızı kılar, bizim kıblemize yönelir, bizim kestiğimizi
yerse işte o, müslümandır.” 209
“Bir kimsenin mescide alâkasını görürseniz, onun mü’min olduğuna
şehâdet edin. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: ‘Allah’ın mescidlerini
ancak Allah’a ve âhiret gününe iman edenler imar eder.” 210
“Üç kişiden hesap sorma kaldırılmıştır: Aklını kaybetmiş kimse akıllanana
kadar; uyuyan uyanana kadar ve çocuk bulûğa erene kadar. Bu üç
zümreden kalem kaldırılmıştır ve yaptıklarından sorumlu tutulmazlar.” 211
“Şüphesiz Allah, ümmetimden hata, unutma ve üzerine zorlandıkları
şeylerden sorumluluğu kaldırmıştır.” 212
“Müşrik olarak ölenle, bir müslümanı haksız yere öldüren hâriç, Allah
bütün günahları affedebilir.” 213
“Üç şey vardır ki imanın aslındandır: 1- Lâ ilâhe illâllah diyene saldırmamak;
İşlediği herhangi bir günah sebebiyle bu kimseyi tekfir
etmemek, herhangi bir ameli sebebiyle de İslâm’dan dışarı atmamak,
2- Cihad, bu Allah’ın beni peygamber olarak gönderdiği günden, bu
ümmetin Deccâl’e karşı savaşacak en son ferdine kadar cereyan edecektir.
Onu, ne imamın zâlim olması, ne de âdil olması ortadan kaldıramayacaktır,
3- Kadere iman. 214
205 Kenzü’l Ummâl, naklen Şamil İslâm Ansiklopedisi, 3/340; Benzer bir
rivâyet için Bk. Nesâî, Amelu’l-Yevm ve’l-Leyleti; K. Sitte, 17/492
206 Müslim, İman, 152
207 Müslim, İman 35, hadis no 21
208 İbn Mâce, Edeb 54, hadis no 3796
209 Nesâî, İman 9, hadis no: 8, 105; Buhârî, Salât 28; Tirmizî, İman 2, hadis no:
2611; Ebû Dâvud, Cihad 104, hadis no: 2641
210 9/Tevbe, 18; Tirmizî, Tefsir sûre 2, hadis no: 3092
211 Ebû Dâvud, Hudûd, 17; Tirmizi, Hudûd,1; Nesâi, Talak, 21; İbn Mâce, Talak,
15
212 Buhârî, Talâk 11, İlim 44, Şurût 12, Enbiyâ 27; İbn Mâce, Talâk, 16
213 Ebû Dâvud, Fiten 6, hadis no 4270
214 Ebû Dâvud, Cihad 35, hadis no: 2532
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 69 -
“Kalbinde zerre kadar hayır (iman) bulunduğu halde “lâ ilâhe illâllah”
diyen bir kimse (bile) cehennemden
çıkacaktır.” 215
“Mü’min, haram kana bulaşmadıkça dininde genişlik içindedir.” 216
Ebû Zer (r.a.) rivâyet ediyor:
Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gelmiştim, uyuyordu. Uyanınca yanına
oturdum. (konuşmamız) sırasında: “Lâ ilâhe illâllah deyip sonra da bu
söz üzerine ölen her kul cennete gider” buyurdu. (Hayretle) sordum:
“Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?” Cevâben:
“Evet, zina etse ve hırsızlık yapsa da!” dedi. (Ben hayretimi yenemeyerek
yine) sordum:
“Zina etse de hırsızlık yapsa da mı girer?” Rasûlullah (s.a.s.)
yine:
“(Evet) Zinâ etse de hırsızlık yapsa da” cevabını verdi. Bu sözünü üç
defa tekrar etmişti. Dördüncü seferde: Yine,
“Evet, Ebû Zerr’in burnu toprakla sürtülmesine rağmen zina etse de
hırsızlık yapsa da (o kul cennete girecektir) buyurdu...” 217
“İnsanlar ‘Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun rasûlüdür’
deyinceye kadar kendileriyle savaşmaya emrolundum. Ne zaman bunu
söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dinî cezalar
müstesna; iç yüzlerinin hesâbı/muhâsebesi ise Allah’a aittir.” 218
Üsâme (r.a.) savaşta bir insanı ‘Lâ ilâhe illâllah’ dediği halde öldürüyor.
Durumu Peygamberimize iletiyorlar. Peygamberimiz onu
öldüren kişiye “Ey Usâme! Sen lâ ilâhe illâllah dedikten sonra adamı öldürdün
ha!?” diye sordu. O da, “sadece korkusundan, öldürüleceği
endişesiyle ‘Lâ ilâhe illâllah’ dedi” diyor. “Hel lâ şekakte kalbehu =
kalbini yarıp da baksaydın ya, bu sözü samimiyetle mi söyledi, bilseydin!
Kıyâmet günü lâ ilâhe illâllah gelince ona nasıl hesap vereceksin?” dedi
ve bu sözü çokça tekrarladı.219
“Bana insanların kalbini yarıp karınlarını deşip imanlarını araştırmam
emredilmedi.”220
215 Buhârî, Tevhid 24, 36; Müslim, İman 81, 82, 83
216 Buhârî, Diyât 1
217 İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Y., c. 2, s. 269
218 Buhârî, Cihad 102, İman 17; Müslim, İman 8; Ebû Dâvud, Cihad 104, hadis
no 2623; Tirmizî, Tefsir 78, hadis no 2606-2607; Nesâî, Zekât 3; İbn Mâce,
Fiten 1; Dârimî, Siyer 10
219 Buhârî, Diyât 2; Müslim, İman 158, hadis no 96; Ebû Dâvud, Cihad 104, hadis
no 2643
220 Buhârî, Meğâzî 61; Müslim, Zekât 144
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 70 -
“Bir kimse diğerine (din kardeşine), ‘kâfir’ dediği zaman, bu ikisinden
biri kâfir olur: Eğer dediği kimse kâfir ise adam doğru söylemiştir; yok
eğer itham edilen kâfir değilse ona söylediği küfür sözü kendine döner
(söyleyen kâfir olur).” 221
“Kim bir kimseyi ‘kâfir’ diye çağırır veya öyle olmadığı halde (ona)
‘Allah’ın düşmanı’ derse o söz kendisine döner.” 222
“Hiç kimse, bir başkasına ‘fâsık’ veya ‘kâfir’ demesin. Şâyet itham altında
bırakılan kişide bu sıfatlar yoksa o söz, onu söyleyene döner.” 223
“Müslümana sövmek fâsıklık, onunla savaşmak küfürdür.” 224
“Kul, herhangi bir şeye lânet ettiğinde o lânet gökyüzüne çıkar.
Semânın kapıları ona kapanır. Sonra yere iner, yeryüzünün kapıları da
ona kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz da lânet edilen
kişiye döner. Eğer gerçekten lânete lâyık ise onda kalır, değilse lânet
edene döner.” 225
“Kim bir mü’mini bir münâfığa (gıybetçiye) karşı himâye ederse Allah
da onun için, Kıyâmet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir
melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira
atarsa Allah onu, kıyâmet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde,
söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder.”
226
“Kim din kardeşinin ırzını/nâmusunu onun gıyâbında müdâfaa ederse
Allah, kıyâmet
günü onu cehennem ateşinden uzaklaştırır.” 227
“Bana kimse ashâbımın birinden (canımı sıkacak bir) şey getirmesin
(söylemesin). Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiçbir şey olmadığı halde
çıkmak istiyorum.” 228
“Hayır, ben ashâbımı öldürmem!” 229
“Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden
ötürü helâk oldular.” 230
221 Buhârî, Edeb 73; Müslim, İman 111; Tirmizî, İman 16; Ebû Dâvud, hadis no
4662; Muvatta, 2/984
222 Müslim, 61/112
223 Buhârî, Edeb 44
224 Buhârî, İman 36, Edeb 44, Fiten 8; Müslim, İman 116; Tirmizî, Birr 51, İman
15; Nesâî, Tahrîm 27; İbn Mâce, Mukaddime 7, 9, Fiten 4
225 Ebû Dâvud, Edeb 45, Tirmizî, Birr 48
226 Ebû Dâvud, Edeb 41, hadis no 4883
227 Ahmed bin Hanbel, VI, 449-450
228 Tirmizî, Menâkıb hadis no 3893; Ebû Dâvud, Edeb 33, hadis no 5860
229 Fethu'l-Bârî, 12/293
230 Dârimî, Siyer 45; Ahmed bin Hanbel, 4/127, 5/318, 330
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 71 -
“Heleke’l-mütenattıûn -Taşkınlar/aşırı gidenler (Sözde ve işte ince eleyip
sık dokuyan, haddi aşan kimseler) helâk oldu.-” Bunu Rasûlullah üç
defa söyledi. 231
“Dinle yarışa giren her insan, mutlaka yere serilir.” 232
“Şüphesiz ki bu din kolaylıktır. Her kim, (kolay olan ) bu dini zorlaştırırsa
altında kalır. Onun için orta bir yol tutun ve Dini en uygun bir biçimde
uygulayın.” 233
“Dinin en hayırlı olanı, en kolay olanıdır.” 234
“Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” 235
“Din kolaylıktır.” 236
“Kul, Rabbinin affını nasıl seviyorsa, Allah da koyduğu kolaylığın uygulanmasını
öyle sever.” 237
Hz. Âişe (r.a.) şöyle diyor: “Yüce Peygamber, biri daha kolay,
biri daha zor iki seçenekle karşılaştığında, mutlaka kolay olanı seçerdi.”
238
“Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ sizi helâk eder ve yerinize,
günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler
yaratırdı.” 239
“Mü’minler Allah’ın azâbını ve azâbının çokluğunu/büyüklüğünü bilselerdi
hiçbir i Cennet’i ümit etmezdi. Kâfirler de Allah’ın rahmetinin ne
kadar çok olduğunu bilselerdi hiçbir i O’nun rahmetinden ümit kesmezdi.”
240
“Allah Teâlâ buyurdu ki: ‘Şüphesiz rahmetim gazâbımdan öne geçmiştir.”
241
“Allah, insanların şekillerine (ve mallarına) değil, gönüllerine ve niyetlerine
(ve amellerine) bakar.” 242
Rasûl-i Ekrem (ashâbına): “Sizce pehlivanlık nedir” diye
sordu.
231 Müslim, İlim 7
232 Buhârî, İman 69
233 Buhârî, İman 29
234 Ahmed bin Hanbel, III/479
235 Buhârî, İlim 12, Cihad 164; Müslim, Cihad 5, Eşribe 70-71
236 Buhârî, İman 30; Nesâî, İman 28
237 et-Terğîb ve’t-Terhîb, II/135
238 Buhârî, Menâkıb 23, Edeb 80; Müslim, Fezâil 77-78
239 Müslim, Tevbe, 9, hadis no 2748; Tirmizî, De'avât 105, hadis no 3533
240 Müslim, Tevbe 23
241 Buhârî, Tevhid 15, 22; Müslim, Tevbe 14-16
242 Müslim, Birr 32; İbn Mâce, Zühd 9; Ahmed bin Hanbel, 2/285, 539
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 72 -
Onlar da “Adamların güreşte yenemedikleri kimsedir”
dediler.
Rasûl-i Ekrem bunun üzerine şöyle buyurdu: “Hayır, gerçek pehlivanlık,
kızgınlık ânında nefsine hâkim olmaktır.”
243
“Kim, yerine getirmeye gücü yettiği halde öfkesini yenerse Kıyâmet
günü bütün mahlûkatın önünde Allah onu çağıracak ve sonunda onu
cennet kızlarından dilediğinde (istediğini almakta) muhayyer kılacaktır.”
244
“Allah rızâsını dileyerek öfke yudumunu yutan bir kulun yudumundan
sevabça daha büyük (ve faziletli) bir yudum Allah katında yoktur.” 245
“Müflis kimdir bilir misiniz?” Ashâb: “Bizim aramızda müflis, hiçbir
dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir, demişler. Bunun üzerine:
“Gerçekten benim ümmetimden müflis, kıyâmet gününde namaz, oruç ve
zekâtla gelecek olan kimsedir. Amma şuna sövmüş, buna zinâ isnâdında
bulunmuş (fâhişe, namussuz demiş), şunun malını yemiş, bunun kanını
dökmüş, diğerini de dövmüş olarak gelecektir. ve buna hasenâtından,
şuna hasenâtından verilecektir. Şâyet dâvâsı görülmeden hasenâtı biterse,
onların günahlarından alınacak, bunun üzerine yüklenecek, sonra cehenneme
atılacaktır.” 246
“Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir.” Müslim’in rivâyetinde
“nemmâm cennete girmeyecektir” şeklinde gelmiştir. 247
“Ey diliyle müslüman olup da kalbine iman nüfuz etmemiş olan
(münâfık)lar! Müslümanlara ezâ vermeyin, onları kınamayın, kusurlarını
araştırmayın. Zira, kim bir müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa Allah
da kendisinin kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurunu araştırırsa onu,
evinin içinde (insanlardan gizli) bile olsa rüsvay/kepaze eder.” 248
“Kim bir ayıp görür de onu örterse, (Câhiliyye devrinde) toprağa diri
diri gömülen kızları diriltmiş gibi olur.” 249
“Bir kul dünyada bir kulu örterse, Allah Kıyâmet günü onu mutlaka
243 Buhârî, Edeb 139; Müslim, Birr 106, hadis no: 2608; Ebû Dâvud, Edeb 3,
hadis no: 4779
244 Tirmizî, Birr ve's-Sıla 73, hadis no: 2090, Sıfatu'l-Kıyâme 15, hadis no:
2611; Ebû Dâvud, Edeb 3, hadis no: 4777; İbn Mâce, Zühd 18, hadis no:
4186. Bu hadis, hasen-ğariptir.
245 Buhâri, Edebu'l Müfred, B.640, no.1318; İbn Mâce, Zühd 18, hadis no:
4189
246 Müslim, Birr ve's-Sıla, 59 hadis no: 2581
247 Buhârî, Edeb 50, Müslim, İman 169, hadis no 105; Ebû Dâvud, Edeb 38, hadis
no 4771; Tirmizî, Birr 79, hadis no 2027
248 Ebû Dâvûd, Edeb 40, hadis no 4880; benzer rivâyetle, yakın bir mânâda
İbn Mâce, Hûdûd 5, hadis no 2548; Tirmizî, Birr ve's-Sıla 84, hadis no 2101
249 Ebû Dâvud, Edeb 45, hadis no 4891
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 73 -
örter.” 250
“Sakın (sebepsiz ve kötü) zanna yer vermeyin; zira zan, sözlerin en
yalanıdır. Tecessüs etmeyin (gizli kusurları araştırmayın), rekabet etmeyin,
hasetleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey
Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman müslümanın
kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahrik
etmez. Kişiye kötülük olarak, müslüman kardeşini hakir görmesi yeterlidir.
Her müslümanın canı, malı, kanı ve ırzı diğer müslümanlara haramdır.
Allah sizin sûret ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize
bakar. Sakın ha, birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın
kulları kardeş olun. Bir müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi
helâl olmaz.” 251
“Kim (bir müslümana) zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim de
(bir müslüman) ile nizâya, husûmete girerse Allah da onunla husûmete
girer.” 252
“Enes (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: O der ki: “Din üzerinde
münâkaşa yapıyorduk ki, üzerimize Hz. Peygamber (s.a.s.) geldi.
Bizi münâkaşa (mirâ) eder halde görünce, şimdiye kadar hiç görülmemiş
derecede kızdı ve şöyle dedi: “Ey Muhammed’in ümmeti,
nefislerinizi bu derece ateşlendirmeyin; siz bununla mı (din ve akîde
konularında münâkaşa ile mi) emrolundunuz? Bundan nehyedilmediniz
mi? Sizden öncekiler de sadece bu sebepten yok olmadılar mı? Hayrı az
olduğu için mücâdeleyi terk edin. Münâkaşayı terk edin; zira münâkaşa,
kardeşler arasına düşmanlık sokar. Münâkaşayı terk edin; zira fitnesinden
emin olunmaz. Münâkaşayı terk edin; zira o, (zihinlerde) şüphe meydana
getirir, amelleri yok eder. Münâkaşayı terk edin, zira mü’min (dinde)
münâkaşa yapmaz. Münâkaşayı terk edin, zira münâkaşa yapanın
haserâtı (zararı) tam olmuştur. Münâkaşayı terk edin, zira münâkaşada
devam, günah için kâfidir. Münâkaşayı terk edin, zira o, Rabbim’in putlara
tapmak ve şarap içmekten sonra beni nehyettiği ilk şeydir. Münâkaşayı
terk edin, zira şeytan ibâdetten ümitsiz olduğu halde, aranıza fitne ve fesat
sokmaktan ümitvârdır. İşte bu, dinde münâkaşadır. Münâkaşayı terk
edin, zira İsrâiloğulları (bu yüzden) 71 fırkaya, hıristiyanlar 72 fırkaya ayrıldılar.
Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunların bir kısmı (biri) hâriç,
hepsi de dalâlet üzerindedir.” ‘Bu kurtulan kısmın kimler olduğu’ sorulduğu
zaman Rasûlullah şu cevabı verdi: “Benim yolum üzerinde
250 Müslim, Birr 72, hadis no 2590
251 Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28-34, hadis no 2563;
Ebû Dâvud, Edeb 40; Tirmizî, Birr 18, 55, hadis no 2055; İbn Mâce, Zühd
23
252 Ebû Dâvud, Akdiye 31 hadis no: 3635; Tirmizî, Birr 27, hadis no: 1941; İbn
Mâce, Ahkâm 17, hadis no: 2342
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 74 -
olanlar, ashâbım, Allah’ın dini üzerinde mücâdele ve münâzaraya girmeyenler
ve herhangi bir günah sebebiyle tevhid ehlinden birini tekfir etmeyenlerdir.”
253
“İsrâiloğulları yetmiş bir fırkaya bölündü; içlerinden biri kurtuldu, diğerleri
ateştedir. İsa’nın ümmeti yetmiş iki fırkaya ayrıldı; biri kurtuldu,
diğerleri ateştedir. Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, biri kurtulur, diğerleri
ateştedir.” 254
“Eğer sen, insanların ayıplarını araştırmaya kalkışırsan, onları ifsad
eder veya ifsad etmeye yaklaştırırsın.” 255
“Kim, hürmeti düşecek, şerefinden noksanlık olacak bir yerde müslümana
yardımcı olmaz, onu yalnız bırakırsa Allah da yardımını istediği
yerde onu yalnız bırakır. Kim şerefinden kaybedeceği, saygının azalacağı
bir yerde müslümana yardımcı olursa yardımını istediği yerde Allah, ona
yardımcı olur.” 256
“Kardeşinin derdine sevinip gülme! Sonra Allah onu esirger de, senin
başına verir.”257
“Kim bir mü’mini, bir münafığın şerrinden korursa Allah (c.c.), ona bir
melek gönderir. Kıyâmet gününde onun etini cehennem ateşinden korur.
Kim bir müslümanı kötülemek isteyerek ona söz (iftira) atarsa söylediği
sözü gerçekleşinceye kadar Allah, onu cehennem köprüsü üzerinde hapseder.”
258
Abdullah İbn Utbe (r.a.), şöyle demiştir: Ben, Ömer İbn
Hattab’dan (r.a.) işittim. O, şöyle diyordu: Bazı insanlar Rasûlullah
(s.a.s.) zamanında vahy ile (sırları meydana çıkar da) yakalanırlardı.
Şimdi ise, vahy kesilmiştir. Biz, şimdi ancak sizleri amellerinizden
bize açıklanan suçlar sebebiyle yakalarız. Böyle olunca kim
bize bir hayır hali meydana korsa, biz onu emin kılarız ve onu
kendimize yakınlaştırırız. Onun gizli işlerinden hiçbir şey (i araştırmak)
bize ait değildir. Gizli işleri hususunda onu, Allah hesaba
çeker. Kim de bize bir kötülük ve şer ortaya koyarsa o, gizli işlerinin
güzel olduğunu söylese de, biz, onu bir emin saymaz ve onu
253 El-Âcurrî, eş-Şerîa, s. 55; T. Koçyiğit, Hadisçiler ve Kelâmcılar Arasındaki
Münakaşalar, s. 225-226) (Not: Bu hadis rivâyeti, Kütüb-i Sitte ve benzeri
sahih hadis kitaplarında yer almaz, hadisin sıhhati bilinmemektedir.)
254 İbn Mâce, hadis no: 3991-3993. Bu hadisin sıhhati de hadisçiler ve bazı
araştırıcılarca tartışılmıştır.
255 Ebû Dâvud, Edeb 44, hadis no4888
256 Ebû Dâvud, Edeb 41, hadis no 4884
257 Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyame, 18, hadis no 2621; Bu hadis, hasen ğaribtir.
258 Ebû Dâvud, Edeb 41, hadis no 4883
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 75 -
doğrulayıp tasdik etmeyiz.” 259
“Mü’min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış
sergileyen kimse değildir.” 260
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların emin olduğu kişidir.
Muhâcir de Allah’ın yasakladıklarını terk edendir.” 261
“Koğuculuk yapan cennete giremez.” 262
“Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme)
organını koruma sözü verirse ben de ona cennet sözü veririm.” 263
“Kim (din) kardeşinin ırz ve nâmusunu onu gıybet edene karşı savunursa
Allah da kıyâmet günü o kimseyi cehennemden korur.” 264
“Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi
haber vermeyeyim mi?” “Evet (Ey Allah’ın Rasûlü, söyleyin!)” dediler.
“İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki bozukluk
(dini) kazır.” Tirmizî’de şu ziyade gelmiştir: “Ben saçı kazır demiyorum,
velâkin dini kazır (diyorum).” 265
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona hıyânet etmez, yalan söylemez
ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı
ve kanı haramdır. (Kalbini işaret ederek:) Takvâ buradadır. Bir kimseye şer
olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.” 266
“Şeytan, Kıbleye dönen (mü’minlerin artık kendisine ibâdet etmesinden
ümidini kesmiştir; fakat onları birbirine düşürmekte (hâlâ ümitlidir).”
267
“Müslüman bir kimse asıl babası dururken bir başkasının, kendisinin
babası olduğunu söylerse ve bu iddiasını da o kimsenin babası olmadığını
bilerek yaparsa, cennet ona haramdır.” 268
“Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden
259 Buhârî, Şehâdet 6
260 Tirmizî, Birr 48, hadis no 1978; Ahmed bin Hanbel, I/405, 416
261 Buhârî, İman 4, 5, Rikak 26; Müslim, İman 64-65; ebû Dâvud, Cihad 2;
Tirmizî, Kıyâmet 52, iman 12; Nesâî, İman 8, 9, 11
262 Buhârî, Edeb 49, 50; Müslim, İman 168, 169, 170; Ebû Dâvud, Edeb 33;
Tirmizî, Birr 79
263 Buhârî, Rikak 23; Tirmizî, Zühd 61
264 Tirmizî, Birr 20
265 Ebû Dâvud, Edeb: 58, hadis no: 4919; Tirmizî, Kıyamet: 57, hadis no: 2511
266 Tirmizî, Birr 18
267 Tirmizî, Birr 25; Müslim, Münâfıkun 65
268 Buhârî, Ferâiz 29, Meğâzî 56; Müslim, İman 114, hadis no 63; Ebû Dâvud,
Edeb 119, hadis no 5113
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 76 -
cehennemin, doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.” 269
“Kul, Allah’ın râzı/hoşnut olduğu bir sözü önemsemeksizin söyleyiverir
de Allah onun derecesini yüceltir. Yine bir kul Allah’ın gazabını gerektiren
bir sözü hiç önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onu bu sözü sebebiyle
cehennemin dibine atar.” 270
“İnsan sabahlayınca, bütün organları dil’e başvurur ve (âdeta ona) şöyle
derler: ‘Bizim haklarımızı korumakta Allah’tan kork. Biz ancak senin
söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan,
biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar,
senin gibi oluruz.” 271
“... İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir.”
272
“Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan olarak yeter.” 273
“Ümmetimle ilgili olarak korktuklarımın en korkutucusu Allah’a şirk/
ortak koşmalarıdır. Dikkat edin; ben size ‘onlar aya, güneşe ve puta tapacaklar’
demiyorum. Fakat onlar (hâkimiyet hakkını bazı fertlerde, zümrelerde
meclis ve toplumlarda görecekler), Allah’tan başkasının emirlerine
ve arzularına göre iş yapacaklardır.” 274
“Zinâ eden, zinâ ettiği anda mü’min değildir. Hırsızlık eden, çaldığı
anda mü’min değildir. Şarap içen, içtiği anda mü’min değildir.” 275
Rasûlullah (s.a.s.) hutbede şöyle buyurdu: “Ey insanlar, bu şirkten
sakınınız. Muhakkak ki o, karıncanın kımıldamasından daha gizlidir.”
İçlerinden birisi: “Ey Allah’ın Rasûlü, karıncanın kımıldamasından
daha gizli olduğu halde böyle bir şirkten nasıl sakınabiliriz?” “Ey
Allah’ım, bile bile sana herhangi bir şeyle şirk koşmaktan yine Sana sığınırız.
Bilmediğimiz şeylerden de Senden mağfiret dileriz’ deyin”276 buyurdu.
269 Buhârî, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, 50
270 Buhârî, Rikak 23; Tirmizî, Zühd 10; İbn Mâce, Fiten 12
271 Tirmizî, Zühd 61
272 Tirmizî, İman 8, İbn Mâce, Fiten 12
273 Müslim, Mukaddime 5
274 İbn Mâce, hadis no 4205
275 Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1; Müslim, İman 100-104; Ebû Dâvud, Sünnet
15; Nesâî, Kat'u's-Sârik 1, Kasâme 49; İbn Mâce, Fiten 3; Dârimî, Eşribe 11;
Ahmed bin Hanbel, II/317
276 İmam Mervezî, Müsned-i Ebû Bekri’s-Sıddık, çev. A. Davudoğlu, s. 89-93,
hadis no: 17, 18; Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr Muht. Tercüme ve Şerhi, c. 2, s.
504, hadis no: 2458; Buhârî, Edebu’l-Müfred, 296, hadis no: 716; Münzirî,
Hadislerle İslâm (Terğîb ve Terhîb), c. 1, s. 95, hadis no: 33; İbn Hacer el-
Askalânî, Terğîb ve Terhîb,s. 23, hadis no: 11; Zebîdî, İthâfu’s-Sâde, II/272-
273, VIII/281; Ebû Hâcer Besyûnî, Mevsûatü Etrâfi’l-Hadîs, II/213; İbn Kesir
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 77 -
Tekfir Konusunda Kurallar
1- Belli bir şahısla, grubu tekfir konusu farklıdır; hükümleri
ayrı ayrıdır. Fiille fâil farklıdır. Peygamberimiz’in genel olarak ifade
ettiği içinde “şunu, şunu yapan” şeklinde “iman etmiş olmaz”,
“kâfir olur”, “şirk koşmuş olur” diye ifade ettiği birçok hadisi, olayın
vehâmetini, günahın önemini belirtmek için söylenmiş tehdit
içerikli ifadelerdir. Peygamberimiz’in bu hadislerinde genel olarak
kullandığı “küfür” ifadesi, o işi yapan belirli kimsenin “kâfir”
olmasına delil olmaz. İbn Teymiyye bu konuda şöyle der: Bir söz
küfür olup onu söyleyen de alelıtlak (genel) tekfir edilebilir. Mesela:
“Kim şunları, şunları söylerse kâfirdir, demek gibi.” Fakat o
sözleri söyleyen müşahhas bir kişi olduğunda hüccet ona ikame
edilinceye kadar küfrüne hükmedilmez, müşahhas (belirli, muayyen)
kişiyi tekfir ettirici şey, hüccetin ikamesidir. Vaîd (Tehdidi
ifade eden, kötü âkıbet, cehennemde azab ile korkutucu naslar)
ifade eden nasslarda da kaide böyledir. Zira Allah Teâlâ “Yetimlerin
mallarını zulümle yiyenler, karınlarına sadece ateş doldurmaktadırlar
ve çılgın bir ateşe girecekler.” (Nisa:10) buyurmuştur. Bu ve benzeri
vaîd ifade eden nasslar haktır. Ancak müşahhas/belirli bir kişi
aleyhine vaîdle şahitlik edilmediği gibi, ehl-i kıbleden muayyen
bir şahsın aleyhine de ateşle şahitlik edilmez. Zira o şahsa vaîdin
tahakkuk etmesine şartlarının bir arada bulunmaması veya başka
bir engelin sabitliği mâni olabilir. Haram ona ulaşmamış olabildiği
gibi, ulaşmış da o kimse haramdan tevbe etmiş olabileceği gibi,
çok fazla hasenâtı olup, irtikâp ettiği haramı onunla bertaraf da
edebilir. Veya Allah Teâlâ onu büyük bir imtihana tabi tutar o da
sabreder ve bu sebeple günahlarına keffâret olarak affedilebilir.
O kimsenin Allah’ın şefaat için izin verdiği kimselerin şefaatine
mazhar olması da mümkündür.
Sahibini tekfir ettiren sözlerin durumu da böyledir. Hakkı bilmeyi
gerektiren nasslar bir kimseye ulaşmamış olabilir yahut nasslar
ulaşmış da onun yanında sâbitlik derecesinde olmayabilir. Veya
nassları anlamak onun için mümkün olmamıştır ya da Allah’ın
mâzur göreceği başka şüpheler olmuş da olabilir. Mü’minlerden
herhangi bir kişi hakkı elde etmede çaba harcar da bununla beraber
hata ederse, Allah onun hatasını -nasıl olursa olsun- affeder.
Hata ister nazarî/fikrî, ister amelî meselelerde olsun aynıdır. İşte
bu kaide Rasûlullah’ın (s.a.s.) ashâbının ve imamların üzerinde olduğu
kaidedir. 277 Bu konu, ileride daha geniş ele alınacaktır.
277 İbn Teymiyye, Mecmûu Fetavâ, c. 3, s. 345
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 78 -
Mutlak Küfür – Muayyen Küfür
Mutlak tekfir: Kitap ve sünnette karşılığı küfür ve şirk olan
amelleri işleyen fâili belli olmadan “şunu yapan kâfirdir” veya
“şunu söyleyen müşriktir” gibi durumlarda ilim sahiplerinin bu
fiillere kanun koyucunun bildirdiği hükümleri genel anlamda
vermesine mutlak tekfir diyoruz. Mesalâ “teşrî’ parlemanterlerin
hakkıdır’ diyen kişi kâfirdir” deriz. Bu mutlak anlamda bunu diyen
herkesi kapsar. Fakat tek tek fertlere indirgediğimiz zaman
(muayyen tekfir edeceğimiz zaman) durum değişir ve aslen müslüman
olan birisi için tekfir etmeden önce şart ve engellerin kaldırılması
ve kadı nezdinde delillerin sâbit olması gerekir. Bu meselede,
söylenen bu söz veya işlenen fiilin, büyük küfür olduğuna
dair delâleti kesin olan şer’î delile bakılır. Bu delil, delâleti değişik
ihtimallere açık olan türden olmamalıdır. Küfür hükmünü vermek
için mutlaka delilin hem sabit olması ve hem de delâlet yönünden
kesin olması gerekir.
İbn Teymiye şöyle der: “Kitap, sünnet ve icmâ ile küfür olduğu
sabit olan bir söz için “Mutlak küfürdür” denir. Şer’i deliller bunu
göstermektedir. İman, Allah Teâlâ ve Rasûlü’nden öğrenilen hükümlerdendir.
İnsanların zan ve hevâlarına göre karar verecekleri
bir konu değildir. Hakkında tekfirin şartları sâbit olmadıkça ve engelleri
ortadan kalkmadıkça, bu tür sözleri söyleyen her kişi hakkında
küfür hükmü verilmez. İslâm’a yeni girmiş olması veya ilimden
uzak bir yerde yetişmiş olması sebebiyle içkinin veya fâizin
helâl olduğunu söyleyen kişi bu kabildendir.” 278
2- Te’vil edilebilecek bir durum varsa, bu te’vil, bizim açımızdan
geçersiz ve hatalı da olsa te’vil sahibi tekfir edilmez.
Hâricîlerin tekfir edilmemesi örneğinde olduğu gibi.
Müfessir Kasımî, İbn Teymiyye’den naklen şöyle dedi: Kasdımız
imamların mezhebi, mutlak küfürle onun çeşitlerini
birbirinden ayırmakla ilgili tafsilat üzere bina edilmiştir.
Bu meselede dört mezhep imamının sözleri birbirinin aynıdır.
Onlar, “İman, amelsiz sadece sözden ibarettir.” diyen Mürcieyi
tekfir etmemişlerdir. Hâricîleri, Kaderiyyeyi vb. bid’at fırkalarını
tekfire mâni naslar çok açıktır.279
Kasımî şöyle der: İmam Şâfiî, sıfatları inkâr eden kimselerin
imamlarından Hafsu’l-Ferd’le ‘Kur’an’ın mahlûk olmadığı’ meselesinde
münâzara ettiğinde ona: ‘Azim olan Allah’ı inkâr ettin’ demiş,
küfre nispet etmişti, fakat ona mürted hükmünü vermemişti.
278 Mecmûu’l-Fetavâ, 35/101
279 Kasımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, c. 5, s. 1313
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 79 -
Eğer İmam Şâfiî onun mürtedliğine ve İslâm’dan çıktığına kanaat
getirseydi onun öldürülmesine çaba harcardı. Bununla beraber,
Geylân-ı Kaderî, el-Ca’d bin Dirhem, Cehm bin Safvân ve benzeri
dalâlet imamlarının öldürülmesine fetvâ vermişti. Bunlar öldürüldüğünde
insanlar cenaze namazlarını kılmış, Müslümanların mezarlığına
gömmüşlerdi. Bu gibi dalâlet imamlarının öldürülmeleri
dini koruma babından olup zararlarına engel olmak içindi; mürted
oldukları için değildi. Onlar irtidat eden kâfirler olsalardı Müslümanlar
onları diğer kâfirler gibi görür ve ona göre muâmele
ederlerdi.280
3- Cehâlet, özellikle İslâm’ın hâkim olmadığı yerde, avam
için mâzeret olabilir. Özellikle, günümüz câhiliyye ortamlarında
insanlar, müslüman olduğunu iddiâ edenler ya da müslümanların
yaşadığı yerlerdeki insanlar, çevrelerinden İslâm’ı ne kadar, doğru
bir şekilde öğrenme, güzel örneklerini görme imkânlarına sahiptir?
Çoğunlukla bid’at ve hurâfelerle yer yer tahrife uğramış din
anlayışının, medyada, okullarda, hatta nice câmide tanıtılan ve
yaşanılan İslâm’ın ne oranda gerçek İslâm olduğu sorgulanmalıdır.
Ve bütün bu olumsuz şartlar içinde insanın bazen hurâfelere,
zâlimlerle işbirliği yapanlara karşı çıktığını zannedip değerlendirerek
hak adına hakka karşı çıkabildiğini unutmamak gerekiyor.
Câhillik, bilinmeyen İslâm’a karşı çıkmayı neticelendirdiği gibi, bazen
bu câhiller sevdiği(ni zannettiği) dinin gerçeklerine karşı çıkıp
çıkmadığını bile bilip değerlendirmeden aklına göre bir hükmü
kabul etmeyebiliyor. Nice insan İslâm için kendini belki fedâ edebilecek
durumda Allah’ı ve Rasûlünü sevdiği halde, düzen ve ortamın
kurbanı olarak, ilim ve amel konularında da ihmalin neticesi,
bazı müslümanlarca mürted ilan edildiği için onlara göre idamı
hak eden duruma düşebiliyor. Acınması ve kurtarılması gereken
bu zavallılara karşı görevlerini yerine getirmeyen müslümanların,
bunları asılması gereken insanlar olarak ilân etmeleri ne kadar
doğru olur? Bunlara ne verdik ki, ne istiyoruz? Bataklıktan, hele
gübrelikten çok güzel kokulu güller mi çıkacak? Tek tük çıksa
bile gübreliğin gülistan olmasını beklemek idealizmin anormallik
boyutu değil midir? Bataklık/gübrelik kurutulmadan b... böceklerinin
veya sivrisineklerin önüne geçmek mümkün mü? Cehâlet,
aldatmalar, saptırmalar, akın kara, karanın da ak gösterilmesi gibi
tavırlar değerlendirilmeden ve bunlara çözümler bulunmaya çalışılmadan
insanların hakka tümüyle nasıl teslim olabileceğini düşünmek
gerekiyor.
280 Kasımi, Mehâsinu’t-Te’vîl, c. 5, s. 1314
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 80 -
Rasûlullah (s.a.s.) hutbede şöyle buyurdu: “Ey insanlar, bu şirkten
sakınınız. Muhakkak ki o, karıncanın kımıldamasından daha gizlidir.”
İçlerinden birisi: “Ey Allah’ın Rasûlü, karıncanın kımıldamasından
daha gizli olduğu halde böyle bir şirkten nasıl sakınabiliriz?” “Ey
Allah’ım, bile bile sana herhangi bir şeyle şirk koşmaktan yine Sana sığınırız.
Bilmediğimiz şeylerden de Senden mağfiret dileriz’ deyin”281 buyurdu.
Gördüğümüz gibi Rasûlullah bizlere şirkin birisi bizim
tarafımızdan
bilinen, diğeri bize gizli kalan olmak üzere iki çeşit
olduğunu öğretmek üzere ve bizleri bilmediğimiz ve düşme ihtimalimizin
olduğu şirkten dolayı
Allah’tan mağfiret dilememizi
emretmiştir. Kesinlikle
biliyoruz ki, Rasûlullah (s.a.s.) bizlere
ancak Yüce Allah’ın mağfiret edeceğini belirttiği şeylerin mağfiret
edilmesinin istenebileceğini emreder, böyle olmayanları
ise
emretmez. Dolayısıyla kişinin bilemeyeceği bu şirk çeşidi, Yüce
Allah’ın: “Muhakkak Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez,
fakat bunun dışında kalanları; dilediği kimseler için mağfiret eder.”282
buyruğunda
kast edilen şirk değildir. Ve yine aynı şekilde bu, Şeriatın
müşrik olarak nitelendirdiği kimselerin şirki de değildir. Yine
bundan, câhil kişinin, bilgisizliği dolayısıyla
mâzur olduğu sahih
olarak anlaşılmaktadır. Çünkü ümmet ittifakla ve ihtilâfsız olarak
şunu kabul etmiştir: Eğer bir kimse, şirkin herhangi bir türünün
şirk olduğunu
açıkça görüp biliyorsa ve buna rağmen şirk olan bir
sözü söyleyecek veya şirk olan bir davranışı işleyecek olursa o kişi
kâfirdir, müşriktir ve (daha
önceden müslüman ise) mürted olduğuna
hüküm verilir.
Âlimlere, Allah’ın dinini insanlara ulaştırmakla kendini görevli
kabul eden dâvâ adamlarına farz olan ise, bilmesi gereken şeyleri
bilmeyen, kendisinin ihtiyaç duyduğu bilgileri öğrenememiş bulunan
bilgisiz kimselere, dinde gerekli bilgiyi
kazandırmaktır. Ta
ki bu câhil kimseler, şirkin ve sapıklığın uçurumlarına yuvarlanmasınlar.
Çok sayıda âyet ve hadisten anlaşılacağı gibi; bilgisiz olan bir
kimsenin delilden haberdâr oluncaya kadar, bilgisizliği dolayısıyla
mâzûr olduğunu kabul etmek gerekir. İnsanlar kendilerine
281 İmam Mervezî, Müsned-i Ebû Bekri’s-Sıddık, çev. A. Davudoğlu, s. 89-
93, hds. no: 17, 18; Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr Muht. Tercüme ve Şerhi, c. 2, s.
504, hds. no: 2458; Buhârî, Edebu’l-Müfred, 296, hds. no: 716; Münzirî,
Hadislerle İslâm (Terğîb ve Terhîb), c. 1, s. 95, hds. no: 33; İbn Hacer el-
Askalânî, Terğîb ve Terhîb,s. 23, hds. no: 11; Zebîdî, İthâfu’s-Sâde, II/272-
273, VIII/281; Ebû Hâcer Besyûnî, Mevsûatü Etrâfi’l-Hadîs, II/213; İbn Kesir
282 4/Nisâ, 48, 116
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 81 -
delil belirtilmedikçe
bilgisizlikleri dolayısıyla Allah yanında mâzur
olabilirler; biz onların mâzur olabileceği anlayışını öne çıkarmak
ve böyle kimseleri tekfirden kaçınmak zorundayız. Bu durumda
olanlar âlimlerin çoğunluğuna göre müslümandırlar, âsi değildirler,
fâsık değildirler. Yüce Allah’ın gerçek emrinin ne olduğunu
bile bile Allah’a isyanı emreden tâğutları rab edindiğini şer’î delille
tesbit etmiş olduğumuz muayyen kişiler ise bu genel hükmün
dışındadır. Bir kimseye delil açıklandıktan sonra, şer’î bir belge
ve
delil ile onun şer’î hükmü bilmiş olduğu sâbit olan ve bile bile
Allah’ın hükmünü kabul etmediği kesin olan bir kimsenin kâfir
olduğunda şüphe yoktur.
4- İctihadî ve zannî delillerle küfür kabul edilen konularda
tekfirden kaçınılmalıdır. Suç, şüphe ile zâil olur; hadler şüphe
durumunda düşer. Tekfir, had cezası gerektiren suçlardan daha
büyük bir suçlamadır. Ümmetin ve âlimlerin küfür veya şirk olduğunda
icmâ etmeyip ihtilâf ettikleri yoruma dayalı hususlarda,
biz delili en kuvvetli olan görüşü, yorum veya ictihadı kabullenmeliyiz.
Ama bizim en kuvvetli delil olarak kabul ettiğimiz görüş,
başkalarınca kabul edilmeyebilir, delil onlara göre kuvvetli görülmeyebilir.
İhtilâf edilen konuların dışında, sahih olduğu kesinlikle
kabul edilen icmâ’ konusunda muhalefet eden kişi, bu genel hükümden
müstesnâdır. Çünkü böyle bir icmâ’ onun delilini zaten
apaçık çürütüyor, icmâ’a muhalefet edenin, tekfir edilmesi gereği
herkesin ittifakıyla sâbittir. Hakkında farklı ictihad ve âlimlerin
farklı görüşleri olan konularda ise tekfir etmekten kaçınmak mutlaka
gereklidir. Çünkü Akaid, zanna dayandırılamaz. Her ictihad,
her yorum zannı içerir. Günümüzdeki tekfirle ilgili konuların çoğu
bu kapsamdadır. Demokrasi bize göre küfür kabul edilebilir. Ama
başkası, onun içini farklı dolduruyor, onu farklı şekilde anlıyor olabilir.
Her ne kadar onların delili bize çok kuvvetli gelmiyorsa bile
bu te’vil, onları tekfir etmemize engeldir. Halktan herhangi bir
kimsenin; düzenin devamından yana, tâğut kabul ettiğimiz kimselere
oy vermesi de böyledir. Bu tavır, bize göre küfürdür, ama
sadece oy verdiği için insanlara kâfir demenin çeşitli mahzurları
vardır. Bir şahsın yanlışına karşı çıkıp onu uyarmanın ve ona doğru
din anlayışını tebliğ etmenin, o kimseye “kâfir” demeden onlarca
çeşit yolu vardır. Mevcut şartları ve karşısındaki mü’minlerin
imkânını değerlendirmeden; tâğutların emrinde askerlik yapanlara,
mecbur olduklarında istemeyerek de olsa mahkemeye çıkanlara,
vahyi reddeden okullara gidenlere veya çocuklarını bu
tip okullara gönderen kişilere, “ikrâh”ı yanlış yorumlayıp bazı
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 82 -
pislikleri283 ve imzaları formalite kabul edip şirke bulaşanlara, ya
da sadece tarikata bağlı olduğu bilinenlere; bunlarla birlikte “ben
Müslümanım” diyen, Allah’ı ve Peygamberini sevdiğini tahmin ettiğimiz
ve namaz kılanlara “kâfir” hükmü vermek, yanlıştır. Bu
yanlışlık; hem ictihadî ve zannî delillerle küfür kabul edilen konularda
tekfirden kaçınma ile ilgili ve hem de aşağıdaki maddelerde
anlatılacak hususlar açısından değerlendirilmelidir. Câhilliye toplumunda
yaşadığı için bazı problemlere sahip olan, ama İslâm’ı
tek din, Şeriat’ı en doğru dünya düzeni kabul eden, ama hatalı
te’vili veya yanlış anladığı nasslar neticesi, savunduğu ve gittiği
yolun “Nebevî bir metod” olmadığını bilemeyenler İslâm’ın dışına
çıkarılmamalıdır.
Dikkat ederseniz, biz bu kimselere “kâfir” damgası vurmanın
yanlışlığından bahsediyoruz. Yoksa, bu eylemleri hiçbir şekilde
savunmuyoruz. İçinde zehir olma ihtimali olan bir suyu ölmek istemeyen
kimse nasıl içmezse, cehenneme gitmek istemeyen kimsenin
de özellikle akaid açısından şüpheli şeylerden kaçınması, %
1 ihtimalle şirk olan husustan kaçınması gerektiğini, bunun imanı
ispat anlamına geldiğini belirtiyoruz. Bu eylemlerden bazılarının
küfür olduğu görüşüne de katılıyoruz; ama her küfrün kişiyi kâfir
etmediğini ve ihtilâflı konularda kişilere “kâfir” damgası vurmanın
yanlışlığını belirtiyoruz. Bu insanları tekfir edip dışlamak değil;
tevhidi, tüm boyutlarla anlatmaya çalışmanın bizim görevimiz
olduğunu söylüyoruz.
Bununla birlikte; halk ile aydınlar (dini iyi bilen ya da bilecek
imkânı olanlar), oy verenle oy verilenler, hükmedilenlerle hükmedenler,
istemeden mecbur olanlarla isteyerek ve adâlet bekleyerek
mahkemeye müracaat edenler, gücü ve imkânı olmayan
mustaz’aflarla her imkânı elinde olanlar, câhillerle âlimler, te’vil
ederek bir yoruma katılmayanlarla açıkça hükmü kabul etmeyenler
aynı kategoride değerlendirilemez; aynı şekilde hüküm verilemez.
5- Mü’minlere yönelik sûizan yasaklanmış; hüsn-i zan tavsiye
edilmiştir. Kur’an, zanla hüküm verilemeyeceğini açıklar: “Şüphesiz
zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz.”284 Yine Kur’an, sûi
zandan, kötü sanıdan kaçınmayı emreder: “Ey iman edenler! Zannın
çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu
araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirip gıybet yapmasın…”285;
283 Şirk ve müşrikler pisliktir. Bk. 9/Tevbe, 28
284 10/Yunus, 36; 53/Necm, 28
285 49/Hucurât, 12
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 83 -
“Bilmediğinin peşinden gitme.”286 Bu hükümleri bilen ve Allah’ın hatadan
koruduğu mâsûm Peygamberinin: “Zandan çokça sakının.
Çünkü muhakkak zan sözlerin en yalanıdır.”287 beyanını işitmiş kimselerin,
başkasına yapabileceği en şenî, en ağır itham olan tekfirden
kaçınması gerekir. Bu konuda şer’î kesin delil ile hiçbir zanna ve
şüpheye yer vermeyen deliller ortaya konulmadıkça asla böyle bir
işe kalkışmamalı ve şahsî görüşüne, yani zannına tâbi olarak, Yüce
Allah’ın öyle bir kimse hakkında vermesini emretmiş olduğu hüküm
olan İslâm hükmünün dışında herhangi bir hükmü zannına
uyarak vermemelidir.
6- Suç, şüphe ile sâkıt olur. Tekfir gibi büyük bir suçlama da şüphe
ile düşmelidir. “Şüphelerden dolayı hadleri kaldırın (uygulamayın).”288
Hanefî Fakîh ve Usûlcülerinin Bu Konuda Açıklamaları:
Hanefî kitaplarından Câmiu’l-Fusûleyn’de denilir ki: “Tahâvî,
arkadaşlarımızdan şöyle rivâyet eder: “Bir kişi, imandan ancak
imana girdiği şeyi inkâr ettiği zaman çıkar. Böyle bir şey vuku bulmadıkça
dinden çıkmaz. Sonra da böyle bir husus vuku bulsa da
kesin kanaat oluşmadıkça bu kişinin mürtetliğine hükmedilmez.
Şüpheli bir durum varsa mürtetliğine hükmedilmez. Çünkü sabit
olan İslâm şüphe ile izale edilemez. Ki İslâm yücedir, hiçbir şey ona
üstün gelemez. Bir âlime, Ehli İslâm’ı tekfir hususu sorulduğunda
bu hususta soruya cevap verirken aceleci olmamalı, bu konuda
iyi bir araştırma yapmalıdır.” el-Fetevâ es-Suğra adlı eserde şöyle
denilmektedir: “Bir kimsenin tuttuğu yol (te’vil yolu) onu tekfir
etmeyi engeller. Müftî bir yöne meyleden (te’vil eden) kişiyi tekfir
etmemelidir.” el-Hulâsa ve diğer eserlerde de şöyle denilir: “Bir
meselede tekfiri gerektiren birçok ihtimal varsa, ancak bir tek yön
tekfiri engelliyorsa bu yöne itibar edilmeli, kişi hakkında genellikle
Müslüman olduğu zannı beslenmelidir.” el-Bezzaziye’de ziyade
ile denir ki: “Ancak, küfrü gerektiren hali kişi kendi irâdesi ile
te’vile izin vermeyecek şekilde tasrih ederse o zaman başka.” Şöyle
ki: “Şâyet bir adam Müslüman birinin dinine söverse, bu sövgü
dini hafife alma olduğu için tekfir edilmesi gereken bir husustur.
Ama böyle bir olayla karşılaşan bir kimse şöyle bir ihtimali gözden
kaçırmamalıdır: Bu sövgü, o kişinin ahlâkî çirkinliğinden mi kaynaklanıyor,
yoksa o kişinin Din-i İslâm’a karşı bir garazı mı vardır?
Eğer dine karşı olan bir garazdan dolayı ise o zaman bu kişi tekfir
edilir. Yok, ahlâkî bozukluktan kaynaklanan bir husussa o zaman
286 İsrâ:17/ 36
287 Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28-34; Ebû Dâvud,
Edeb 40; Tirmizî, Birr 18
288 Ebû Dâvud, Salât 14; Tirmizî, Hudûd 2
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 84 -
tekfir edilmez. Bazı Hanefî âlimleri bunu özellikle belirtmişlerdir.”
el-Fetevâü’l Hayriyye adlı eserde şu durumda olan kişi hakkında
fetvâ sorulur: “Şâyet hâkim, birine: ‘Sen şeriata râzı mısın?’
diye sorsa ve adam da ‘hayır, kabul etmiyorum’ dese müftî de
onun kâfir olduğunun fetvâsını verse -ki bu fetvâdan dolayı karısı
da ondan ayrılır-, peki, bu cevabından dolayı bu kişinin küfrü
sâbit olur mu, olmaz mı?” Buna şu şekilde cevap verilir: Âlim
olan kişi ehl-i İslâm’ı tekfir hususunda acele etmemelidir. Daha
önce bu durumda olan için tâzir ve cezalandırma uygulanır. Yoksa
böyle çirkin ve uygunsuz söz söyleyen kişiyi tekfir etmemişlerdir.
İhtimaldir ki kişi bu sözü şeriatten tiksindiği veya ona karşı istikbarda
bulunduğu için değil de hasmına olan aşırı öfke ve kızgınlığından
dolayı söylemiş olabilir.” Fetevâ Tatarhaniye’de ise: “İhtimaller
gözönünde bulundurularak tekfir hükmü vermekte acele
edilmez. Çünkü tekfir cezalandırmada nihâî noktadır. Nihâî nokta
da cinâyetin son haddini gerektirir ki o da öldürmedir. İhtimallerin
olduğu bir hususta ise böyle kesin hüküm verilmez.” Bahr’da
ise bu ihtimaller sayıldıktan sonra şöyle denir: “Eğer Müslüman
birinin sözü güzel bir noktaya hamledilebiliyorsa tekfirine fetvâ
verilemez. Velev ki zayıf bir rivâyet de olsa bu kişinin küfrünü gerektiren
hususta ihtilâf sözkonusu ise fetvâ o zayıf rivâyet dikkate
alınarak ona göre verilir. Durum böyle olmasına rağmen yukarıda
zikredilen tekfiri gerektiren lafızlar, te’villerine bakılmaksızın,
temel alınarak çokça kişi hakkında tekfir fetvâları veriliyor. Ben
nefsime bunlarla hiçbir fetvâ veremeyeceğimi gerekli kıldım.”
Reddu’l Muhtar’da İbn Âbidin el-Hayr er-Remlî’den, o Bahr’ın sahibinin
yaptığı açıklamanın peşinde şöyle der: “Velev ki zayıf bir
rivâyet olsa dahi... Derim ki şâyet mezhep ehlinin dışında olanların
yanında dahi zayıf bir rivâyet varsa, zayıf da olsa bu ihtimal
değerlendirilir. Ki küfrü gerektiren hususların tayininde icmânın
var olma şartı da bu görüşü desteklemektedir.” Hanefi tahkikçilerinden
Kemaleddin İbn Hümam der ki: “Mezhep ehli, tekfiri çokça
yapar. Fakat fakîhler böyle değildir. Onlar itidallidirler. Bunlar
müctehid imamlardır. İşte bu hususta fakîhlerden başkasına itimat
edilmez.”
7- Berâat-ı zimmet asıldır. Fıkhın genel prensiplerinden biri
de budur. Aksine bir hüküm veya delil bulunmadığı sürece, kişinin
hukukî ve cezâî sorumluluğunun olmaması demektir. Bu prensibe
göre, Allah’ın hükmü bulunmadan fert herhangi bir yükümlülükle
mükellef tutulamaz. Aynı şekilde, aksine bir delil bulunmadıkça
kişinin suçsuzluğu ve borçsuzluğu esastır. Mecelle’de: “Berâet-i
zimmet asıldır” şeklinde küllî kaide olarak yer alır. Suçluluğu hükmen
sâbit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 85 -
8- İnsan ne ile İslâm’a girerse, onlardan birini inkârla dinden
çıkar. İnkâr edilen şeyin tevhid kelimesinin zarûrî ve kesin izahı
veya zarûrât-ı diniyeden olması gerekir ki, tekfir edilebilsin.
Zarûrât-ı dîniyye, yani dinden olduğu zorunlu olarak bilinen
şeyler, âlim ve câhilin bildiği hususlardır. Bu iş aynı zamanda nisbî/
izâfî bir duruma dönüşüp zaman, mekân ve şahıslara göre değişebilir.
Dinden olduğu zorunlu olarak bilinen, şeriat güneşinin her
tarafa ışık saçtığı parlak döneminde olup insanlara Allah’ın dinini
tebliğ eden ve onlara hüccet ikame eden, ilmiyle âmil âlimlerin
çok olduğu dönemler farklıdır. Şeriat güneşinin battığı, âlimlerin
-insanlara dinlerini bulandırıp gerçekleri örtbas eden- kötü kişiler
olduğu, hak ehli kişilerin de az olup herkese seslerini duyuramadıkları
dönemler daha farklıdır.
Dinden olduğu zorunlu olarak bilinen bir şeyi kişi bilerek inkâr
ederse inkârı sebebiyle o kimse tekfir edilir ve âlimlerin kararlaştırdığı
gibi İslâm ümmetinden dışarı çıkar. Nevevî şöyle demiştir:
“Dinden olduğu zorunlu olarak bilinen bir şeyi inkâr eden kişiye
mürtedlik ve küfür hükmü verilir. Meselâ: Zina, içki haksız yere
adam öldürme gibi haram olduğu kesin bilinen şeyleri helâl sayan
kimsenin durumu böyledir.”289
Hattâbî şöyle demiştir: “Ümmetin icmâ ettiği ve bilgisi yaygın
olup herkes tarafından bilinen bir hükmü inkâr edenin durumu
da aynıdır.290 İbni Ebi’l-İzz de şöyle der: “Kitab’ın hükmünü reddeden
kimsenin tekfir edilmesinde şüphe yoktur. Fakat Kitab’ın
hükmünü kendisine ârız olan bir şüpheden dolayı tevil eden kimse
hemen tekfir edilmez, tevilinden dönmesi için ona meselenin
doğrusu açıklanır.291
Dinden olduğu zorunlu olarak bilinen bir şeye cehâletin
mâzeret olmamasının sebebi, onların herkes tarafından biliniyor
olmasındandır, Dinden olduğu zorunlu olarak bilinen şeyleri bilmeyen
bazı şahısların herhangi bir zaman ve herhangi bir mekânda
var olduğu farz edilse, bu gibi şahısları âlimler cehâletine binâen
mâzur görürler.
Zârûrât-ı Diniyyeden birini inkâr eden, bu sözün dinden çıkardığını
bilmese dahi kâfir olur. Örneğin haram olduğunu bildiği
hâlde içki içmenin helâl olduğunu söylemesi gibi, işte o kâfir olur.
O hâlde zârûrât-ı Dîniyyeden olduğu bilineni inkâr eden kâfir olur,
ancak şu durumlardan birinde olması müstesnâdır:
289 Müslim, Nevevi Şerhi 1/100
290 A.g e., 1/100
291 İbni Ebi’l-İzz, Şerhut-Tahâviye, sb 223
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 86 -
a- İslâm’a yeni girmiş olması,
b- Gerçek âlimlerden uzak bir beldede yetişmiş olması,
c- Müslümanlar arasında yetişip meselenin hükmü kulağına
çok tekrarlanmadığı için İslâm’a yeni girene benzer bir durumda
olması. Bu durumlardan biri veya birkaçı bulunduğu için; inkâr etmiş
olduğu hükmün, Allah’ın Dini İslâmda bulunduğunu bilmemiş
olması şartıyla müstesna tutulur ve tekfir edilmez. Aynı şekilde,
dinî veya akîdevî bir konuda bir te’vilde bulunup, farklı yorumlayarak
yorum ve te’vilinde yanılan bir kişi de müstesna tutulur,
tekfir edilmez. Yaşadığımız ülkede ilmî çalışmaların yeterli şekilde
yapıldığını iddia etmek zordur. İstisnâlar dışında tevhid ve şirk
insanlara anlatılmadığı gibi, Cumhuriyet’ten sonra özellikle iman
konusu bulandırılmaya çalışılmıştır. Hocalardan çoğunun, insanlara
hakla bâtılı karıştırarak ve onlara şirki süslü göstererek din
anlattığını hesaba katmak gerekiyor.
9- Kelime-i şehâdet veya tevhid kelimesiyle İslâm’a girilir.
Bu sözü söyleyen bir kimsenin müslümanlığını kabul etmeli; bu
şehâdet veya tevhid kelimesine ters bir söz veya davranışta bulunan
kimsenin niçin bu şehâdet ve tevhidi reddettiğini açıklaması
istenmelidir.
İslâmî bağ, kelime-i şehadeti telaffuz etmekle gerçekleşir.
Birçok âlim ve yazar bu hususta icma olduğunu nakletmişlerdir.
Kelime-i şehadetten sonra namaz, zekât vb. şer’î ibâdetler taleb
edilir. Kişi bu ibâdetleri terk etmesinden dolayı şeriatın belirlediği
cezaya çarptırılır. Günümüzde bazı kimselerin; İslâmî bağın
gerçekleşmesine bazı âlimlerin mesaj ve şuur vermek için kelime-i
şehâdetin iyi anlaşılması konusunda şart olarak zikrettiği; ilim,
sevgi, bağlanma, yakîn vb. şeyleri zorunlu görmesi cehâlettir, taşkınlıktır.
Çünkü zorunlu görülen bu şeylerin çoğu kalbî amellerdir,
bedenî ameller değildir. Kalbî amelleri tahkik etmeye, başkası
için yol yoktur. Sonra dünya ile ilgili ameller zâhire göre tertip
edilmiştir, sırları ise sadece Allah bilir. Bazı kimseler de İslâmî bağın
gerçekleşmesi için kişinin namaz kılıp zekât vermesini de şart
koşmuşlardır. Bu hükmün tersine selefin icmâ etmesi sebebiyle bu
söz bid’attir. Bu sözün bid’at oluşuna delil ise; Kitab ve Sünnette
sayılmayacak kadar çoktur. Meselâ: “...Eğer tevbe ederler, namazı
kılarlar ve zekâtı verirlerse dinde sizin kardeşlerinizdirler...”292 Eğer tevbe
ederler, yani; “Tevhidi ifade eden kelime-i şehâdeti söyleyerek
tevbe ederlerse...” demektir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar ‘Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun rasûlüdür’
292 9/Tevbe, 11
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 87 -
deyinceye kadar kendileriyle savaşmaya emrolundum. Ne zaman bunu
söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dinî
cezalar müstesna; iç yüzlerinin hesâbı/muhâsebesi ise Allah’a aittir.” 293
Ashâb’dan Üsâme’nin savaşta bir insanı ‘Lâ ilâhe illâllah’ dediği
halde öldürmesi üzerine; Peygamberimiz’in şiddetle kızması ve:
“Ey Usâme! Sen lâ ilâhe illâllah dedikten sonra adamı öldürdün ha!?” diye
tepki göstermesi ve: kalbini yarıp da baksaydın ya, bu sözü samimiyetle
mi söyledi, bilseydin! Kıyâmet günü lâ ilâhe illâllah gelince ona nasıl hesap
vereceksin?” deyip bu sözünü çokça tekrarlaması294 hangi sözle
İslâm’a girileceğini açık şekilde belirtir.
Rasûlullah (s.a.s.), amcası Ebû Tâlib’e ölüm vaktinde: “Lâ ilâhe
illâllah de, kıyâmet gününde onunla senin lehine şehâdet edeyim” dedi.
Ebû Tâlib: “Kureyş’in beni ayıplaması ve hakkımda ‘Ebû Tâlib
bunu korktuğu ve sabredemediği için yaptı’ demeleri olmasaydı,
o kelimeyi söyler ve senin gözünü aydın ederdim” dedi. Bunun
üzerine Allah Teâlâ: “Muhakkak ki sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin.
Fakat Allah kime dilerse ona hidâyet verir.”295 âyetini indirdi.296 İslâmî
bağ, Müslüman baba ve anneden dünyaya gelmekle gerçekleştiği
gibi, bülûğ çağına gelmeden önce küçüklüğünden beri Müslümanların
velâyeti altında yetişen kimselere de gerçekleşir. Buna
delil olarak Rasûlullah’ın (s.a.s.) şu mübârek hadisini zikredebiliriz:
“Dünyaya gelen her insan, fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası
onu yahûdi, hıristiyan, mecûsi (farklı bir rivâyete göre veya müşrik)
yapar.” 297 Bu hadiste Rasûlullah (s.a.s.): “anne ve babası Müslüman
yapar” dememiştir. Çünkü her doğanın, doğduğu fıtrat, İslâm’dır.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Sen, yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları
hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir. Zira Allah’ın yaratmasında
değişiklik olmaz. İşte dosdoğru din budur. İnsanların çoğu bilmez.”298
Rasûlullah’ın (s.a.s.): “Her Müslümanın kanı, malı ve ırzı diğer
Müslümana haramdır.”299 hükmünden dolayı İslâmî bağı gerçekleşen
kimsenin kanı, malı ve ırzı korunma altına alınmış olur. Böyle
bir kimseyi bilmeden amelî küfrü irtikâp etmesi veya itikadî küfre
293 Buhârî, Cihad 102, İman 17; Müslim, İman 8; Ebû Dâvud, Cihad 104, hadis
no 2623; Tirmizî, Tefsir 78, hadis no 2606-2607; Nesâî, Zekât 3; İbn Mâce,
Fiten 1; Dârimî, Siyer 10
294 Buhârî, Diyât 2; Müslim, İman 158, hadis no 96; Ebû Dâvud, Cihad 104, hadis
no 2643
295 28/Kasas, 56
296 Müslim, 25/42
297 Buhâri, Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25, İman 264; Müsned-i Ahmed,
II/ 233, 435
298 30/Rûm, 30
299 Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28-34, hadis no 2563;
Ebû Dâvud, Edeb 40; Tirmizî, Birr 18, 55, hadis no 2055; İbn Mâce, Zühd 23
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 88 -
düşmesi sebebiyle tekfir etmek ve İslâm milletinden çıkartmak
kimseye câiz değildir. Ancak bu, şer’î hüccetin/delilin ikamesinden
sonra mümkündür. Şer’i hüccetin ikamesi ise İbn Hazm’ın ifade ettiği
gibi şöyledir: “Hücceti kişiye öyle ulaştıracaksın ki artık ondan
sonra hiçbir dayanağı kalmasın ve ona teslim olsun. Bu mevzuda
Şeyhülislâm şöyle demiştir: “Terk ettiğinde tekfir edilen hüccet,
kişiye şer’î hükümleri bilen sultan ve itaat olunan emir gibi kimseler
tarafından tebliğ edilip ikame edilmelidir.”
Şeyh Süleyman b. Sehman şöyle demiştir: “Hüccet ikamesini
güzel yapamayan kimsenin, hüccet ikame etmemesi gerekir. Allahu
a’lem bu benim için açık bir durumdur. Bildiğime göre, hüccet
ikamesini güzel yapamayan, dininin hükümlerinden habersiz
câhil kimseler, bu fiili yapsalar da âlimlerin ifadelerine göre onların
hüccet ikamesiyle hüccet ikame edilmiş olmaz.300 Öncelikle
hüccetin Kitap ve Sünnetten olması, çok açık olup karışık olmaması,
hüccet ikame edilen kişinin bütün şüphelerini iptal edici kesin
deliller olması gerekir. (Muhâtaba en güzel ahlâk örneği sunarak
nezakete, güzel üslûba dikkat edilmesi gerektiğini unutmamak
gerekir. Muhâtabı küçümseyerek hırçın ve zorbalıkla hüccet ikame
etmeye çalışanlar, insaf edip bu işten vazgeçmeli ve insanları
dinden soğutmamalıdır.) Bazı meseleler âlime ihtiyaç duymaz.
Meselâ: Kur’an’dan bir âyette hata eden kişiye Kur’an’ı getirip
göstermek yeterlidir. Bundan sonra büyüklük taslar ve âyeti
Kur’an’da gördükten sonra inkâr ederse küfre girer.
10- Müslümanlık iddiası, şehâdet kelimesi gibi kişinin müslümanlığıyla
ilgili söylediği söz, bâtıl ve yalan olduğu ortaya çıkıncaya
kadar hak ve doğru kabul edilir. Bir kimse hakkında şüphe
ve zan ise, hakikati ve doğruluğu çıkıncaya kadar geçersizdir,
yalan sayılır.
11- Ehl-i kıble tekfir edilmez. Ehl-i kıble: Kıbleye, yani Kâbe’ye
doğru yönelerek namaz kılmanın farz olduğuna inanan, ancak
inanç esaslarını değişik şekillerde yorumlayan farklı mezheplere
bağlı bütün Müslümanları ifade eder. Kelime-i şehâdeti söyleyip
içeriğine iman eden, zarûrât-ı diniye adı verilen İslâm’ın temel hükümlerini
kabul eden ve namaz kılan kimsenin tekfir edilmesine
Ehl-i Sünnet karşıdır. Ehl-i kıble olan Müslümanların tekfir edilemeyeceği
hususu, Ehl-i Sünnet’in genel prensipleri arasında yer
almaktadır.
12- Peygamberimiz, vahiyle kendisine bildirilen münâfıkları
ashâbına bildirmedi. Onlara Müslüman muâmelesi yapılmasına
300 Minhâcu Ehl-i Hak ve’l-İttibâ
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 89 -
izin vermiş, hatta mecbur etmiş oldu. Ama savaşta “lâ ilâhe
illâllah” diyen birini öldürdü diye sahâbisi Üsâme’yi şiddetli şekilde
azarladı.
Peygamberimiz, kendisine vahiyle bildirilen (kâfirlerin en
tehlikelisi olan ve cehennemin en alt tabakasında azap görecek)
“münâfıklar”ı ashâbına bildirmedi. Kendi zamanında yaşayan
münâfıkların listesini, başka hiçbir kimseye söylememesi şartıyla,
sır olarak sadece Huzeyfe’ye bildirdi. Diğer ashâbının, aralarına
karışarak, kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen
münâfıklara Müslüman muâmelesi yapmasını sağlamış oldu. Hayatında
da, kendisini Müslüman olarak tanıtan hiç kimseyi tekfir
etmedi. Ashâbın da şehâdet kelimesi getiren herhangi bir Müslümanı
tekfir ettiğini bilmiyoruz. İlk tekfir, bilindiği gibi, Hâricîler
tarafından büyük bir bid’at olarak ortaya çıktı.
Üsâme (r.a.) savaşta bir insanı ‘Lâ ilâhe illâllah’ dediği halde öldürüyor.
Durumu Peygamberimize iletiyorlar. Peygamberimiz onu
öldüren kişiye “Ey Usâme! Sen lâ ilâhe illâllah dedikten sonra adamı öldürdün
ha!?” diye sordu. O da, “sadece korkusundan, öldürüleceği
endişesiyle ‘Lâ ilâhe illâllah’ dedi” diyor. “Hel lâ şekakte kalbehu =
kalbini yarıp da baksaydın ya, bu sözü samimiyetle mi söyledi, bilseydin
ya! Kıyâmet günü lâ ilâhe illâllah gelince ona nasıl hesap vereceksin?”
dedi ve bu sözü çokça tekrarladı.301 Hz. Peygamber: “Kelime-i
tevhîdi getireni niye öldürdün ey Üsâme?” diye o kadar çok tekrar ediyor
ki, Hz. Üsâme üzüntüsünün büyüklüğünden: “Keşke o güne
kadar İslâmiyet’e girmemiş olsaydım da böyle bir cinâyeti işlemekten
uzak kalsaydım” temennisinde bulunur. Ashâbdan Sâ’d’ın
(r.a.): “Üsâme öldürmedikçe, ben bir Müslümanı öldürmem” sözü,
bu hâdisenin hem Üsâme (r.a.), hem de diğer sahâbîler üzerindeki
etkisini ve önemini gösterir.
13- Bir kâfiri mü’min sanmakla yapılacak hata, bir müslümanı
kâfir saymakla yapılacak hatadan çok daha hafiftir. Çünkü
Kur’an’da ve hadislerde haksız tekfir yasaklanmış, ama açıkça küfürleri
belli olmayan ve ben müslümanım diyen kâfir olma ihtimali
olan kimselere Müslüman muâmelesi yapılması yasaklanmamış,
tam tersine; ashâbdan ve diğer Müslümanlardan (küfrünü kısmen
gizleyen) münâfıklara Müslüman muâmelesi yapması istenmiştir.
“Kâfir Zannedilene Kâfir Demeyeni Kâfir Kabul Etmemek; İki
Müslüman, Üçüncü Bir Kişinin Şüpheli Durumundan Dolayı Biribirlerini
Tekfir Etmemelidir”
301 Buhârî, Diyât 2; Müslim, İman 158, hadis no 96; Ebû Dâvud, Cihad 104, hadis
no 2643
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 90 -
Günümüzde şöyle bir durumla karşılaşılıyorsunuz:
Bir insan,
toplumda başka bir insanı tekfir ediyor ve onu kâfir-müşrik ilan
ediyor. Bunu yaparken
de te’vile/yoruma başvuruyor. Siz de o kişinin
müslüman olduğuna inanıyorsunuz. Yani karşınızdaki
kişi,
üçüncü bir kişiyi kendi yorumuyla kâfir sayarken siz de kendi yorumunuzla
o üçüncü kişiyi kâfir saymıyorsunuz. Bu defa karşınızdaki
kişi sizi de kâfir sayıyor. Sebebi de -ona göre- “kâfire, kâfir”
dememeniz, işte böyle zincirleme bir metotla bir kişiden
hareketle
bazen yüzlerce ve binlerce kişi kâfir sayılabilmekte bugün. Şimdi
konuyu İslâm tarihinden
bazı olaylarla, te’vile-yoruma başvurmadan
nakledelim: Müctehid imamlarımızdan İbn Teymiyye’nin
de bu mevzûları anlatırken zikrettiği olaydır ki, ashabdan Hatıb
Bin Ebi Belta, Mekke fethedileceği sırada, Mekke’deki müşrik akrabalarını
korumak amacıyla onlara haber göndermek
ister. Bu
niyetini de gerçekleştirir. Ne var ki Hatıb Bin Ebi Belta’nın müslümanlar
aleyhine Mekke’ye gönderdiği casus kadın yakalanır ve
Hz. Peygamber’in
huzuruna getirilir. O sırada Hz. Ömer oradadır.
Hz. Ömer, Hatib’e çok kızar ve onun münâfık olduğuna inandığını
söyler. Hz. Peygamber ise Hatıb’ı savunur ve onu koruyarak: “Hayır,
o münâfık değildir. O, Bedir ehlindendir.” der. Bu olaydan anlıyoruz
ki iki Müslüman, üçüncü bir kişinin tekfir edilmesi konusunda
farklı görüşlere varabilirler. Bu da insanların algılayış ve tefakkuh
durumuna bağlı olup normaldir. İbn Teymiyye bu olaydan dersler
çıkararak iki müslümanın, üçüncü bir kişinin şüpheli durumundan
dolayı birbirlerini tekfir etmeyebileceğini beyan ediyor. 302
Evet, bu tespiti yapan İbn Teymiyye gibi sert üslûplu biri. Diğer
ulemâda zaten daha esnek üslûplar mevcuttur. 303
14- Kur’an’ın şu ihtarını akıldan çıkarmamalıdır: “Ve lâ tekûlû
li men elgâ ileykumu’s-selâme leste mü’minâ tebteğûne arada’l-hayâti’ddünyâ…
(Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine
göz dikerek, ‘sen mü’min değilsin!’ demeyin…)” 304
15- Haksız tekfir bumerang gibidir; karşısındaki mü’min olduğu
halde onu tekfir eden kişinin kendisine bu sıfat döner.
Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: “Bir kimse diğerine,
‘kâfir’ dediği zaman, bu ikisinden biri kâfir olur: Eğer dediği kimse kâfir
ise, adam doğru söylemiştir; yok eğer ona dediği gibi değilse, ona söylediği
küfür sözü kendine döner (söyleyen kâfir olur).” 305; “Hiç kimse, bir
302 İbn Teymiyye, Külliyat, c. 3, Tevhid Yay, s. 238-239
303 Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Y., 35-37
304 4/Nisâ, 94
305 Buhârî, Edeb 73; Müslim, İman 111
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 91 -
başkasına ‘fâsık’ veya ‘kâfir’ demesin. Şâyet itham altında bırakılan kişide
bu sıfatlar yoksa o söz, onu söyleyene döner.” 306
16- İhtiyatlı davranmak gerekir. “Tekfir ettiğimiz şahıs ya kâfir
değilse?” diye düşünülüp yapılan tekfirin isabet edememesi halindeki
feci durum değerlendirilmelidir.
17- Te’vilsiz tekfir, şeksiz küfürdür. Muvahhid mü’minlerin
görevi tebliğdir. Tebliğ, kesinlikle tekfirden üstündür. Müslümanların
hedefi, kişiyi küfre teslim etmek değil; aksine küfrün pençesinden
kurtarmaktır. Küfrüne delâlet edecek kendisine göre ciddi
deliller olmadan bir müslümanı tekfir, kişinin kendisinin kâfir olmasına
sebep olur. Kabul edilebilecek bir te’vili olanı da bizim tekfir
etmemiz câiz olmaz. Müslümanlar, yargıç rolünü üstlenmemeli,
tebliğle görevli olduklarını unutmamalıdır.
18- Tekfir kararı şahıslara bırakılmış değildir. Tekfire İslâm
mahkemesi karar verir. İslâm devletinde bir müslümanın küfre
girip girmediğine Ulu’l-emr veya nâibi (onlar adına kadı/hâkim);
İslâm’ın hâkim olmadığı yerlerde ise, mü’minlerin kendi içlerinden
seçtiği imam karar verir. Tekfîrle ilgili soruşturma, yargılama
ve ilgili işlemleri yürütme mercii, İslâm Devleti’nin makamlarıdır.
Bir müslümanın küfür suçu işlediğine karar verip onu tekfir edip
“kâfir” muâmelesi yapmak ve hakkında gerekli işlemleri yaparak
suçluyu cezalandırmak, yalnızca İslâm devletinin güvenlik ve yargı
makamlarının yetkisindedir.
19- Büyük günahlar imanı zedeler, zayıflatır, ama iptal etmez.
Bu konu, “Büyük Günah İşleyenin İtikadî Durumu ve Tekfîr” başlığı
ile ileriki sayfalarda işlenecek, konu hakkında geniş bilgi verilecektir.
20- Dinden çıkarmayan bazı günahlar hakkında “küfür” kelimesini
kullanmak câizdir. Bu kullanış, tağlîz ve korkutma gayesini
güder. Bu çeşit tağlîz, yani ağır sözlerle caydırma işi, hadislerde
bazen imanın nefyedilmesi ile yapılmıştır. “… Ve tekfurne’l-aşîr (…
Kocalarınıza karşı kâfir oluyorsunuz; yani nankörlük ediyorsunuz).” 307 Bu
konu da ileriki sayfalarda daha geniş şekilde açıklanacaktır.
21- Naslarda ortaya çıkan küfür veya şirk, büyük ve küçük
küfür (veya şirk) diye ikiye ayrılır. Rasûlullah (s.a.s.) hutbede şöyle
buyurdu: “Ey insanlar, bu şirkten sakınınız. Muhakkak ki o, karıncanın
kımıldamasından daha gizlidir.” İçlerinden birisi: “Ey Allah’ın Rasûlü,
306 Buhârî, Edeb 44
307 Buhârî, Hayz 6, Zekât 44, İman 21, Küsûf 9, Nikâh 88; Müslim, Küsûf 17,
hadis no 907; İman 132, hadis no 79
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 92 -
karıncanın kımıldamasından daha gizli olduğu halde böyle bir
şirkten nasıl sakınabiliriz?” “Ey Allah’ım, bile bile sana herhangi bir
şeyle şirk koşmaktan yine Sana sığınırız. Bilmediğimiz şeylerden de Senden
mağfiret dileriz’ deyin”308 buyurdu.
Şirkin küçüğü, gizlisi vardır. Küfür de bazen nankörlük anlamında
kullanılır; kâmil iman yokluğu gibi anlamlara gelebilir. “Onların
çoğu Allah’a, şirk koşmadan iman etmezler”309 Allah Rasûlü (s.a.s.)
bu konuda şöyle buyurdu: “Sizin hakkınızda en çok korktuğum küçük
şirktir.” ‘Küçük şirk nedir ey Allah’ın elçisi?’ diye sordular. “Riyâdır.
Allah Teâlâ, kıyâmet günü insanların amellerinin karşılıklarını verdiği zaman:
‘Dünyada kendilerine riyâ/gösteriş yapmakta olduklarınıza gidin.
Bakın bakalım, onların yanında bir karşılık bulacak mısınız?’ buyurur.”310
Kasimî, tefsirinde şöyle demiştir: “Herhangi bir hadiste “Kim
şöyle bir şey yaparsa ... o kimse şirke düşmüştür veya küfre düşmüştür.”
şeklinde vârid olan ifadelerden, kişiyi İslâm milletinden
çıkaran küfür veya sahibine mürtedlik hükümlerini icrâ ettiren
şirk kastedilmemektedir. (Bu konuda çokça hadis rivâyeti vardır.
Onlardan birkaçı: “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din
kardeşi için de sevip istemedikçe iman etmiş olmaz.” 311; “…Birbirinizi
sevmedikçe iman etmiş olmazsınız…”312). Meselâ Buhârî: “Küferâni’l-
Aşîre; Küfrün dûne Küfür” (İnsanı kâfir yapan “küfr”ün dışında
“küfür”) diye bab açmıştır.313
İbn Kayyım şöyle demiştir: Küfrü bu şekilde kısımlara ayırmak;
Allah’ın kitabını, İslâm’ı, Küfrü ve gereklerini en iyi bilen
sahâbelerin sözüdür. Bu önemli meseleler de onlardan başka
kimseden öğrenilmez. Muteahhirîn (sonradan gelenler), onların
murâdını anlayamadıkları için iki kısma ayrıldılar. Birinci kısım,
günah-ı kebâir (büyük günah) işleyeni İslâm milletinden ihraç
edip cehennemde ebedî yanmaya mahkûm ettiler (Hâricîler
gibi). İkinci kısım ise, onları imanları kâmil tam mü’minler yaptılar
(Mürcie gibi). İkinci gurup, kelime-i şehâdet getiren herkese kâmil
308 İmam Mervezî, Müsned-i Ebû Bekri’s-Sıddık, çev. A. Davudoğlu, s. 89-
93, hds. no: 17, 18; Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr Muht. Tercüme ve Şerhi, c. 2, s.
504, hds. no: 2458; Buhârî, Edebu’l-Müfred, 296, hds. no: 716; Münzirî,
Hadislerle İslâm (Terğîb ve Terhîb), c. 1, s. 95, hds. no: 33; İbn Hacer el-
Askalânî, Terğîb ve Terhîb,s. 23, hds. no: 11; Zebîdî, İthâfu’s-Sâde, II/272-
273, VIII/281; Ebû Hâcer Besyûnî, Mevsûatü Etrâfi’l-Hadîs, II/213; İbn Kesir
309 12/Yûsuf, 106
310 Tirmizî, Hudûd 24, hadis no: 1457
311 Buhârî, İman 6, 7; Müslim, İman 71-72; Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, İman 19,
33; İbn Mâce, Mukaddime 9
312 Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, İman 93, hadis no: 54
313 Kasimî, Mehâsinu’t-Te’vîl, c. 5, s. 1307
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 93 -
iman sahibi mü’min demek sûretiyle haddi aştı. Birinci gurup da
her günah işleyeni cehenneme mahkûm edip Allah’ın rahmetini
iptal edip kuruttu. Allah Teâlâ, Ehl-i Sünneti doğru yola iletip sözlerin
en âdiline ulaştırdı. Ehl-i Sünnetin, dalâlet fırkalarına karşı
konumu, İslâm’ın muharref dinlere karşı konumu gibidir.314
Ebû Bekir b. el-Arabî şöyle der: Buhârî “Hayat yoldaşına nankörlük
etmek bir nevi küfürdür ve kâfirliğin berisinde kâfirlik vardır
babı” derken muradı; İtaatlere iman ismi verildiğini açıklamak
ve mâsiyetlere de dinden çıkarıcı küfür mânâsı kastedilmeyen
küfür ismi verileceğini beyan etmektir. Buhârî, günah çeşitleri
arasından hayat yoldaşına nankörlük küfrünü hârika bir dikkatle
seçmiştir. O da hadis rivâyetinden yola çıkarak kadının kocasına
yaptığı nankörlüğe “küfür” kelimesini genel anlamıyla kullandı.
Ancak buradaki küfür, kişiyi İslâm milletinden çıkaran küfür değildir.
315
Büyük günahlara küfür kelimesinin genel olarak kullanılması
o günahlardan nefret ettirmek ve onları işlemeye mâni olmak
içindir. Ancak genel olarak kullanılan küfür kelimesinden kastedilen;
kişiyi İslâm milletinden çıkarıcı küfür olmadığı ortadadır.
Meselâ Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Müslümana sövmek
fâsıklık, onunla savaşmak, onu öldürmek küfürdür.”316; “Her günahı
Allah’ın mağfiret buyurması muhtemeldir. Ancak, bilerek mü’mini öldüren
veya kâfir olarak ölen kimse hâriç.”317; “Benden sonra birbirinin
boyunlarını vuran kâfirlere benzemeyin.”318 Sahâbe arasında fitnenin
zuhuruyla meydana gelen savaşta onlar birbirlerini tekfir için bu
vb. nasları delil olarak kullanmamışlardır. Rasûlullah’ın (s.a.s.) “Bizlerle
onlar arasındaki ahit namazdır; kim de onu terk ederse küfre girer.”
“Muhakkak ki namaz, insan ile küfür ve şirk arasında bir perdedir. Namazı
terketmek bu perdeyi kaldırmaktır.”319 Nitekim bazı rivâyetlerde, namazı
bilerek terkedenin kâfir olacağı, bazı rivâyetlerde ise “Allah’ın
zimmetinden uzaklaşacağı”320 hadisinde âlimlerin sahih, râcih görüşlerine
ve cumhurun üzerinde olduğu görüşe göre namazı tembellikle
terk eden kimse tekfir edilmez. “Kim Allah’tan başkasına yemin
ederse muhakkak şirk koşmuştur yahut küfretmiştir.” 321 Rasûlullah’ın
314 İbn Kayyım, Kitabus-Salât, 26
315 Fethu’l-Bârî, c. 1, s. 104-105
316 Buhârî, İman 36, Edeb 44, Fiten 8; Müslim, İman 116; Tirmizî, Birr 51, İman
15; Nesâî, Tahrîm 27; İbn Mâce, Mukaddime 7, 9, Fiten 4
317 Nesâî, Tahrîm 1 -7, 81-
318 Buhâri, 7080; Müslim, 65/118
319 Müslim, İman 134
320 Ahmed b. Hanbel, V/238; İbn Mace, 4034
321 Müslim, Eymân 4
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 94 -
(s.a.s.) bu hadisinde kastedilen küfür; sahibini İslâm milletinden çıkaran
küfür olmayıp küçük küfür olduğu mâlumdur. Riyâ da aynı
kısımdandır. “Şüphesiz riyâ şirktir.”322; “Riyâ/gösteriş için oruç tutan, namaz
kılan, sadaka veren kimse Allah’a şirk koşmuştur.” 323
İman ve küfrün dereceleri, çeşitleri olduğu gibi, nifakın da
kendine göre kısımları vardır. Bunlar, itikadî ve amelî olmak üzere
iki ana grupta toplanır. Kur’an’da belirtilen münâfıklar ve onların
özellikleri açıklanırken, itikadî münâfıklara işaret edilmiştir.
Hadis-i şeriflerde gündeme getirilen münâfıklar ve özellikleri ise,
amelî münâfıklardır. İmana aykırı olmayarak, sadece amelle ilgili
olan nifakın bu çeşidi, küfür değildir; fakat büyük günahtır. Bir
kimsenin, müslüman olduğu halde, yalan, emânete hıyânetlik, sözde
durmama, hile ve riya gibi bazı münâfık alâmetlerini üzerinde
taşıdığı olur. Zira bu çeşit nifak alâmetlerinden tamamen sâlim
olmak, hayli güçtür. O yüzden, bazen farkında olmadığı halde bir
mü’minde münâfıkların sıfatlarından bulunabilir. Çünkü bazı nifak
alâmetlerinin İslâm’la bir arada bulunması mümkündür.
Nifak, amelde olursa suçtur, günahtır. Amelle ilgili nifak vasıfları
insanı küfre götürmez. Bu bakımdan bir insanın, inanç yönünden
nifakı apaçık olmadıkça; ihmal, tembellik ve ihtiras gibi birtakım
nefsânî zaaflar yüzünden ortaya çıkan kusurları sebebiyle
münâfıklığına hükmedilmez. Çünkü genel anlamda münâfık sözü,
meselenin iman – küfür yönünü ifade eder. “Münâfığın alâmeti üçtür.
Söz söylerken yalan söyler. Vaad ettiği, söz verdiği zaman sözünde
durmaz. Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder.” 324;
“Dört şey kimde bulunursa hâlis münâfık olur. Kimde bunlardan bir kısmı
bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münâfıklıktan bir haslet
kalmış olur. Bunlar: Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet etmek,
söz söylerken yalan söylemek, ahdettiğinde, söz verdiğinde sözünü
tutmamak, husumet zamanında da haktan ayrılmaktır.” 325 Hadis-i şerifte
belirtilen (bazı rivâyetlerde üç; bazı rivâyetlerde dört) vasıf aynı
anda bir kişide tümüyle bulunsa dahi, imanla ilgili olmadıkça, o
kimseye münâfık denmemelidir.
22- İman, bazen küfür, nifak veya câhiliye ile birlikte bulunabilir.
İbn Kayyım şöyle der: “Bir adamda küfürle beraber
iman, şirkle beraber tevhid, takvâ ile beraber fücur... olabilir. Bu,
Ehl-i Sünnetin en önemli usullerinden biridir. Ehl-i Sünnete bu
usûlde Hâricîler, Mu’tezile ve Kaderiye gibi Ehl-i Bid’at muhâlefet
322 İbn Mâce, Fiten 16
323 et-Terğîb ve't-Terhîb, 1/32
324 S. Buhâri, Tecrid-i Sarih, 1, no: 31; Tirmizî, İman 14
325 S. Buhâri, Tecrid-i Sarih, 1, no: 32
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 95 -
etmiştir. Günah-ı kebâir sahibi kimselerin ateşten çıkışı ve orada
ebedî kalmamaları işte bu usul üzere bina edilmiştir. Kur’an, sünnet,
sahâbenin icması ve fıtrat, bu usûlün doğruluğuna delâlet
etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Onların çoğu, Allah’a şirk
koşmadan iman etmezler.”326 Bu âyette şirkle beraber Allah onların
imanını ispat etmiştir. “Bedevî Araplar; ‘İman ettik’ dediler. De ki: Siz
iman etmediniz, fakat ‘Müslüman olduk’ deyin. Henüz iman kalplerinize
girmedi. Eğer Allah’a ve Rasûlüne itaat ederseniz Allah, yaptığınız
amellerinizin karşılığını eksiksiz -tam olarak- öder ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.
Allah ğafûr ve rahîmdir.”327 Allah Teâlâ bedevîlerin imanını
nefyederken (olumsuz kılarken) Müslüman olduklarını, Kendisine
ve Rasûlüne itaat ettiklerini ifade etmiştir. “Mü’minler o kimselerdir
ki Allah’a ve Rasûlüne iman ettiler, sonra şüpheye düşmediler; Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla savaştılar. İşte (iman iddiasında) doğru olanlar
bunlardır.” 328 Bedevîler iki görüşten doğru olanına göre; münâfık
değillerdi. Allah’a ve Rasûlüne itaatleri sebebiyle Müslüman idiler.
Bununla beraber kendilerini kâfirlerden ayırt edici bir nevi iman
olsa da, kâmil mü’minler değillerdi. 329 Bu konu hakkında da ileriki
sayfalarda yer yer tamamlayıcı bilgi verilecektir.
23- Kâfirde mü’min amelinden bazıları, onu mü’min yapmadığı
gibi, bazen mü’minde de kâfir ameli bulunabilir; bu da
mü’mini kâfir yapmaz. İbn Kayyım şöyle diyor: Bir kulda iman şubelerinden
bir şubenin olması onun mü’min diye isimlendirilmesini
gerektirmez. Her ne kadar o kuldaki şube iman ise de sahibi
mü’min diye isimlendirilmez. (Doğru sözlü veya sadaka veren bir
kâfirin mü’min diye isimlendirilmediği gibi veya insanlığa yararları
dokunan kâfirlerin mü’min olmadığı gibi.)
Küfür de öyledir, bir kulda küfür şubelerinden bir şubenin olması
onun kâfir diye isimlendirilmesini gerektirmez. Her ne kadar
o şube küfür ise de sahibi kâfir diye isimlendirilmez. Bir kimsede
az bir ilmin olması onun âlim diye isimlendirilmesini gerektirmiyorsa
fıkhın veya tıbbın bazı meselelerini bilen kimselerinde fakîh
veya tabip olarak isimlendirilmelerini gerektirmez. İman şubesinin
iman, nifak şubesinin nifak, küfür şubesinin de küfür olarak
isimlendirilmesine bunlar mâni değildir.
Bir kimseden küfür alâmetlerinden bir alâmet sâdır olduğunda
alelıtlak (genel olarak) kâfir sıfatı verilmez. Haram olan bir şeyi
irtikâp (kötü bir iş işlemek) eden kimseye “o fâsıktır” denilmemesi
326 12/Yusuf, 106
327 49/Hucurât, 14
328 49/Hucurât, 15
329 İbn Kayyım, Kitabu’s-Salât, s. 25
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 96 -
de yine böyledir.330 Ancak burada, o kimse haram olan bir şeyi
irtikâp ettiği halde fıska düşmedi denmek istenmiyor. Onun
“fâsık” sıfatı -fıskta ısrarı sebebiyle- o fiilin sahibine galebe gelmesinden
sonra gerçekleşir. Zinâkâr, hırsız, gâsıp vb. kimseler mü’min
olmakla beraber kâmil mü’min diye isimlendirilmedikleri gibi, küfür
alâmetlerinden herhangi bir alâmeti bulunduran kimseye de
kâfir denilmez. Her ne kadar işlediği fiil küfür hasletlerinden olsa
da durum böyledir. Zira masiyetlerin (isyan etme) hepsi küfür şubelerinden
olduğu gibi, Allah’a itaat olan bütün ameller de iman
şubelerindendir.331
24- Bazen bir fiil küfür olduğu halde, işleyen kâfir olmayabilir.
Allah Rasûlü’nün (s.a.s.): “Sizin hakkınızda en çok korktuğum küçük
şirktir.” ‘buyurması üzerine ashâb: “Küçük şirk nedir ey Allah’ın elçisi?”
diye sordular. Rasûlullah: “Riyâdır…” buyurur.332 İnsanı müşrik
yapmayan şirk için bir örnektir riyâ. Hadis-i şeriflerde geçen
münâfık alâmetlerinin herhangi birisi veya birkaçı üzerinde görülen
bir müslümana “münâfık” veya “kâfir” denilemez, bu vasıflardan
dolayı bu kimseye bu hüküm ona verilemez.
Kasimî, tefsirinde şöyle demiştir: “Herhangi bir hadiste “Kim
şöyle bir şey yaparsa... o kimse şirke düşmüştür veya küfre düşmüştür.”
şeklinde vârid olan ifadelerden, kişiyi İslâm milletinden
çıkaran küfür veya sahibine mürtedlik hükümlerini icrâ ettiren
şirk kastedilmemektedir. (Bu konuda çokça hadis rivâyeti vardır.
Onlardan birkaçı: “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din
kardeşi için de sevip istemedikçe iman etmiş olmaz.” 333; “…Birbirinizi
sevmedikçe iman etmiş olmazsınız…”334 Meselâ Buhârî: “Küferâni’l-
Aşîre; Küfrün dûne Küfür” (İnsanı kâfir yapan “küfr”ün dışında
“küfür”) diye bab açmıştır.335
İbn Kayyım şöyle demiştir: Küfrü bu şekilde kısımlara ayırmak;
Allah’ın kitabını, İslâm’ı, Küfrü ve gereklerini en iyi bilen
sahâbelerin sözüdür. Bu önemli meseleler de onlardan başka
kimseden öğrenilmez. Muteahhirîn (sonradan gelenler), onların
murâdını anlayamadıkları için iki kısma ayrıldılar. Birinci kısım,
günah-ı kebâir (büyük günah) işleyeni İslâm milletinden ihraç edip
330 “Hiç kimse, bir başkasına ‘fâsık’ veya ‘kâfir’ demesin. Şayet itham altında
bırakılan kişide bu sıfatlar yoksa o söz, onu söyleyene döner.” (Buhârî,
Edeb 44)
331 İbn Kayyım, es-Salât, s. 19
332 Tirmizî, Hudûd 24, hadis no: 1457
333 Buhârî, İman 6, 7; Müslim, İman 71-72; Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, İman 19,
33; İbn Mâce, Mukaddime 9
334 Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, İman 93, hadis no: 54
335 Kasimî, Mehâsinu’t-Te’vîl, c. 5, s. 1307
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 97 -
cehennemde ebedî yanmaya mahkûm ettiler (Hâricîler gibi). İkinci
kısım ise, onları imanları kâmil tam mü’minler yaptılar (Mürcie
gibi). İkinci gurup, kelime-i şehâdet getiren herkese kâmil iman
sahibi mü’min demek sûretiyle haddi aştı. Birinci gurup da her
günah işleyeni cehenneme mahkûm edip Allah’ın rahmetini iptal
edip kuruttu. Allah Teâlâ, Ehl-i Sünneti doğru yola iletip sözlerin
en âdiline ulaştırdı. Ehl-i Sünnetin, dalâlet fırkalarına karşı konumu,
İslâm’ın muharref dinlere karşı konumu gibidir. 336
Ebû Bekir b. el-Arabî şöyle der: Buhârî “Hayat yoldaşına nankörlük
etmek bir nevi küfürdür ve kâfirliğin berisinde kâfirlik vardır
babı” derken muradı; İtaatlere iman ismi verildiğini açıklamak
ve mâsiyetlere de dinden çıkarıcı küfür mânâsı kastedilmeyen
küfür ismi verileceğini beyan etmektir. Buhârî, günah çeşitleri
arasından hayat yoldaşına nankörlük küfrünü hârika bir dikkatle
seçmiştir. O da hadis rivâyetinden yola çıkarak kadının kocasına
yaptığı nankörlüğe “küfür” kelimesini genel anlamıyla kullandı.
Ancak buradaki küfür, kişiyi İslâm milletinden çıkaran küfür değildir.
337
Büyük günahlara küfür kelimesinin genel olarak kullanılması
o günahlardan nefret ettirmek ve onları işlemeye mâni olmak içindir.
Ancak genel olarak kullanılan küfür kelimesinden kastedilen;
kişiyi İslâm milletinden çıkarıcı küfür olmadığı ortadadır. Meselâ
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Müslümana sövmek fâsıklık,
onunla savaşmak, onu öldürmek küfürdür.” 338; “Her günahı Allah’ın
mağfiret buyurması muhtemeldir. Ancak, bilerek mü’mini öldüren veya
kâfir olarak ölen kimse hâriç.” 339; “Benden sonra birbirinin boyunlarını
vuran kâfirlere benzemeyin.”340 Sahâbe arasında fitnenin zuhuruyla
meydana gelen savaşta onlar birbirlerini tekfir için bu vb. nasları
delil olarak kullanmamışlardır. Rasûlullah’ın (s.a.s.) “Bizlerle onlar
arasındaki ahit namazdır; kim de onu terk ederse küfre girer.” “Muhakkak
ki namaz, insan ile küfür ve şirk arasında bir perdedir. Namazı terketmek
bu perdeyi kaldırmaktır.”341 Nitekim bazı rivâyetlerde, namazı bilerek
terkedenin kâfir olacağı, bazı rivâyetlerde ise “Allah’ın zimmetinden
uzaklaşacağı”342 hadisinde âlimlerin sahih, râcih görüşlerine ve
cumhurun üzerinde olduğu görüşe göre namazı tembellikle terk
336 İbn Kayyım, Kitabus-Salât, 26
337 Fethu’l-Bârî, c. 1, s. 104-105
338 Buhârî, İman 36, Edeb 44, Fiten 8; Müslim, İman 116; Tirmizî, Birr 51, İman
15; Nesâî, Tahrîm 27; İbn Mâce, Mukaddime 7, 9, Fiten 4
339 Nesâî, Tahrîm 1 -7, 81-
340 Buhâri, 7080; Müslim, 65/118
341 Müslim, İman 134
342 Ahmed b. Hanbel, V/238; İbn Mace, 4034
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 98 -
eden kimse tekfir edilmez. “Kim Allah’tan başkasına yemin ederse
muhakkak şirk koşmuştur yahut küfretmiştir.” 343 Rasûlullah’ın (s.a.s.)
bu hadisinde kastedilen küfür; sahibini İslâm milletinden çıkaran
küfür olmayıp küçük küfür olduğu mâlumdur. Riyâ da aynı kısımdandır.
“Şüphesiz riyâ şirktir.”344; “Riyâ/gösteriş için oruç tutan, namaz
kılan, sadaka veren kimse Allah’a şirk koşmuştur.” 345
25- “Lüzûm-i küfür değil de, iltizâm-ı küfür küfrü gerektirir.”
H. Karaman bu usûl kuralını şöyle açıklar: “Bir kimsenin belli bir
davranışı, dış görünüşü itibarıyla küfrü gerektiriyor, “bunu ancak
kâfir olan yapar, söyler” kanaatini veriyorsa buna “küfr-i lüzûmî”
denir. Bu durumda kişi, mezkûr davranışının küfrü gerektirdiğini
bilmiyor yahut bunu yaparken kâfir olmayı kast etmiyor olabilir.
Eğer şahıs, yaptığı (davranışının) ve söylediğinin küfrü gerektirdiğini,
müslümanın dinden çıkmasına sebep olduğunu biliyor ve bu
maksatla mezkûr davranışta bulunuyorsa, küfrü iltizam ediyor ve
benimsiyor demektir; işte buna da “küfr-i iltizâmî” denir.
Şimdi farklı düşünen, farklı davranışta bulunan iyi niyetli,
samimi müslümanlarla tartışmak, kardeşçe ve “birbirlerine karşı
merhametlidirler”346 ferman-ı İlâhîsine uygun üslupta karşı fikir ileri
sürmek, uyarmak... mümkündür, câizdir. Fakat onları tekfir etmek
câiz değildir. Çünkü bir kimsenin kâfir olmasının şartı iltizamdır
(küfrü benimsemesidir) yahut da söz ve davranışının İslâm içinde
kalmasına müsait hiçbir te’vile ihtimal taşımamasıdır.
Bu kurala göre bir kimsenin İslâm dairesinden dışarı çıkması,
müslümanlara göre yabancı sayılabilmesi için küfrü (müslümanlığa
sığmayan bir düşünce ve inancı) bilerek ve gönülden benimsemiş
olması gerekir. Kişi, küfrü gönülden ve bilerek benimsemediği
müddetçe, onun bir yorum veya davranışı, bir başkasına göre dinden
çıkmasını gerektiriyor diye o kâfir sayılamaz (böyle bir kimse
tekfir edilemez). Te’vîlin (yorumun) usûlüne uygun olarak yapılmamış
olmasından önemli hatalar doğabilir; böyle yorumlar kişi
ve grupları, Allah ve Rasûlü’nün (s.a.s.) murâdı olan İslâm yolundan
uzaklaştırabilir, ancak te’vil bulundukça küfre hükmetmek,
te’vil sahiplerini İslâm ümmetinden dışlamak oldukça düşünülmesi
gereken, sorumluluk getiren bir hüküm olur. Te’vîl, kişinin
şahsî düşünce, keşif, ilhâm ve temâyülünü vahyin üstüne çıkarıyor,
vahyi geri plâna itiyor, açıkça veya doğurduğu sonuç itibârıyla
akla ve ilhâma dayanan bir din getiriyorsa bu te’vil sahipleri ile
343 Müslim, Eymân 4
344 İbn Mâce, Fiten 16
345 et-Terğîb ve't-Terhîb, 1/32
346 48/Fetih, 29
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 99 -
birleşilemez. İslâm adına ortak bir hizmet gerçekleştirilemez
(Çünkü bunlar akaidî bir sapma içindedir). İhtilâf vahye öncelik
vermemekten değil de, onun sübutu (bize sağlam olarak intikali;
ki, bu ancak hadisler için sözkonusudur), yahut usûlünce yorumdan
kaynaklanıyorsa bu ihtilâf grupları ile işbirliği mümkündür ve
gereklidir.
Tekfir ve usulsüz tenkit... Bazı müslümanlar, kendi din anlayışlarına
uymayan bir anlayış ve inancın sahiplerini hemen tekfîr
ediyor, dinden çıktıklarını söylüyorlar. Bu yaklaşım müslümanları
parçalıyor, birbirine düşürüyor, usulüne göre tenkit ve düzeltme
kapısını da kapatıyor.” 347
26- Şirke bulaşan veya akîde
ve amelinde şirk izleri bulunan
her kim olursa (müslümanlardan) ona ne ıstılah mânâsıyla “müşrik”
diye hitab edilebilir ve ne de müşriklere yapılan muâmele
ona da yapılabilir. Böyle bir hitap ve davranışa,
ancak, tevhid
inancını temel inanç olarak kabul
etmeyen, vahiy, nübüvvet ve
Allah’ın kitabı’nı daha baştan dinin kaynağı olarak kabul etmeyen
ve asıl dinleri şirke dayalı kimseler müstehaktır.
Küfre girip kâfir oldukları halde348 Yahûdi ve Hıristiyanlar
için Kur’ân-ı Kerim’de müşrik lafzı kullanılmayıp
başka bir ıstılah,
“ehl-i kitap” ıstılahı kullanılmıştır.
Dahası, onlarla müşrikler arasında
sadece telaffuzdan doğan bir farkla yetinilmemiş, müslümanların
onlarla olan ilişkileri, müşriklerle olan ilişkilerinden
ayrı ele
alınmıştır. “Allah’a şirk/ortak koşan kadınlarla, onlar inanıncaya kadar
evlenmeyin.”349 diyen Kur’an’ımız Kitap ehlinden olan, İncil’e veya
Tevrat’a inanmış bir kadınla müslüman bir erkeğin evlenmesine
izin/ruhsat vermiştir. 350 Ayrıca, Kur’an, ehl-i kitabın yiyeceklerini
müslümanlara helâl kılmıştır. “Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır.
Kendilerine kitap verilenlerin (yahûdi ve hıristiyanların) yiyeceği
size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir.” 351
Ancak, bütün bunlara rağmen Eğer Yahudi ve Hıristiyanlar
gerçekten de müşrik olarak görülse idi, onların da kadınlarıyla
evlenmek kendiliğinden haram olurdu. Aynı şekilde Ehl-i Kitab’ın
kestiklerinin hükmü de müşriklerinkinden tamamen farklıdır.
Böyle bir ayrılığın sebebi şundan başka ne olabilir ki: Onlar şirke
bulaşmalarına rağmen tevhidi, asıl din olarak kabul etmektedirler.
347 Hayreddin Karaman, www.hayrettinkaraman.net
348 9/Tevbe, 30; 5/Mâide, 73
349 2/Bakara, 221
350 5/Mâide, 5
351 5/Mâide, 5
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 100 -
Bundan dolayı onlara
Müslümanlarla aralarında eşit olan kelimeye,
tevhid’e gelmeleri için çağrı yapılır:352 “Deyin ki, “Bize indirilene
de size indirilene de inandık. Bizim ilâhımız da sizin tanrınız da birdir...”
353
Bunun aksine, Allah Teâlâ “müşrik” ıstılahını şirki
asıl din olarak
benimsemiş kimseler için kullanmıştır.
Onlar Peygamber Efendimize
(s.a.s.) şöyle itiraz
ediyorlardı: “Tanrıları tek bir tanrı mı yapıyor?
Doğrusu bu şaşılacak bir şeydir” dediler.” 354 Onlar dinin akîde ve
amellerinin de vahiy ve risâletten alınması gerektiğini kabul etmiyorlardı:
“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denilince “hayır
biz baba ve
dedelerimizin üzerinde bulundukları şeye uyarız’ derler.” 355
27- Mü’min süpürücü değildir. O, her şahıs hakkında özel
hüküm vermenin gereğine inanır. Bilir ki, içinde doksan dokuz
câninin yanında bir mâsum insan olan bir gemi varsa, aralarında
tek bir mâsum olduğu için o geminin batırılması câiz olmaz. İçinde
taş var diye pirinci atmadığı gibi, hatta taşların içinde pirinç
varsa onu da ayıklar.
Tebliğci, gönül doktoru olmalıdır. Küfür ve şirkle ilgili virüsler
bünyesine az-çok sızmış veya bu ihtimal olan hastalara nezâket
ve hassâsiyetle yaklaşmalı, onu tedavi etmeye çalışmalı; tedavisi
için kendisi faydalı olamayacaksa, başka branşları ilgilendiriyorsa,
başka doktorlardan yardım istemeli ve bir can kurtarmaya çalışmalıdır.
“Kim haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi
olur. Kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibidir.”356
Adam öldürmekle suçlanan birinin “katil” olup olmadığına,
varsa hafifletici duruma ve verilecek cezanın ne olduğuna karar
vermek, halka düşmez; İslâm devletinin organlarının görev alanına
girer. Katil hükmü vermekten çok ağır olan “kâfir” hükmü
vermek için, genel hükümler kâfi gelmez; âlim ve müctehid de
olmayan bazı gençlerin, birtakım sathî bilgilerle nassları kendilerine
göre yorumlayarak hüküm çıkarmaları doğru ve geçerli değildir.
O şahsın hangi sebepten dolayı ve neyi kastederek bir sözü
söylediği veya davranışta bulunduğu ciddi şekilde araştırılır; kendi
gerekçeleri ve savunmaları dinlenir. Kalbi ve niyeti okunmaya
çalışılmaz. Zâhirle ve kendisini İslâm’a nisbetiyle karar verilir. Ben
İslâm’ın hiçbir hükmünü reddetmiyorum deyip şehâdet kelimesini
söylemesi onun Müslümanlığına hüküm vermeye yeterli gelir.
352 3/Âl-i İmran, 64
353 29/Ankebut, 46
354 38/Sâd, 5
355 2/Bakara, 170; Mevdûdi, Fetvalar, Nehir Yay, c. 2, s. 125-129
356 5/Mâide, 32
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 101 -
Nasslarda belirtilen açık bir küfür inancını savunuyorsa kendisine
delillerle doğru din tebliğ edilir, şüpheleri giderilir ve bu hastalık
tedavi edilmiş olur.
28- Tevhid konusunda aşırı hassâsiyet, tekfir konusunda da
aşırı ihtiyat gerekir. Milyonda bir ihtimalle şirk kabul edilebilecek
bir konuda kendimizi ısrarla korumak, yani böyle küçük çaplı
da olsa riskli söz ve davranışlardan kaçınma duyarlılığı göstermek
gerekir. Tekfir konusunda ise, bir söz veya davranış yüzde bir ihtimalle
küfür sayılmayabilen bir şey ise, muhâtabı tekfir etmemek
şiarımız olmalıdır.
İtici değil, çekici olmalıyız. Mıknatıs gibi olmalıyız; içinde az
da olsa iman cevheri olan bize yaklaşmalı. Zorlaştırıcı değil, kolaylaştırıcı;
nefret ettirici değil, müjdeleyici olmalıyız. “Kolaylaştırın,
zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”357 Ağzından köpük saçarak
kendi anlayışı dışındaki tüm Müslüman ve cemaatleri ağır
ifadelerle suçlayıp eleştirerek hayırlı bir yere varılamaz. İnsanları
tekfir edip kendisiyle aralarına duvar örerek onlara karşı tebliğ ve
örnekliği terk etmek, ancak hastalıklı bir tip oluşmasını sonuçlandırır.
Kardeşlik ve ümmet hukukuna riâyet edilmeden Allah’ın râzı
edilmesi mümkün değildir. Tek önderimiz Rasûlullah (s.a.s.) şöyle
buyurur: “Nefsim yedinde olan Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe
cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.
Size, yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi?
Aranızda selâmı yayın.” 358; “(Hiçbir kötülüğü olmasa dahi) kişinin, müslüman
kardeşine hakaret etmesi kendisine (kötülük olarak) yeter. Her müslümanın
diğerine kanı, malı ve namusu haramdır.” 359
Derdimiz bağcı dövmek değil, üzüm yemek olmalı. Yargı
yerine dâvet öne çıkmalı, tekfir ve mürtedlik damgalamasıyla
öldürülecek adam aramak yerine; ihyâ edilecek, hidâyetlerine
sebep olunacak tavırlar gerekiyor. Mesleğimiz yargıçlık değil,
itfaiyecilik ve doktorluk olmalı. Bilinçli şekilde savaşçı konumunda
olmayanları öldürmeye değil; onları kurtarmaya, ihyâ
etmeye koşmalıyız. Militanlık değil, merhamet fedâiliği gerekiyor
ıslah için, amel-i sâlih için, hakkı ve sabrı tavsiye için.
Unutmayalım ki, bir canı kurtaran/ihyâ eden, bütün insanları
kurtarmış gibi; haksız yere birini öldüren de bütün insanları
öldürmüş gibi olur. 360
357 Buhârî, İlim 11; Müslim, Cihad 5
358 Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, İman 93, hadis no 54
359 Müslim, Birr 32; Ebû Dâvûd, Edeb
360 Bk. 5/Mâide, 32
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 102 -
29- İmanı izhar, kalpte de iman olduğunu gerektirmez. Biz
bir şahsın Müslüman olduğunu -zâhirine bakarak- söylüyor veya
mü’min olduğuna hükmediyorsak bu o şahsın bâtınının şirkten
sâlim olup cennete gireceğine hükmettiğimiz anlamına gelmez.
Bilâkis kişiye Müslüman hükmü dünya hayatındaki muâmelât için
verilir. Öyle bir kişi Müslüman babasına vâris olur, Müslümanlardan
biriyle evlenir ve Müslümanların mezarlığına defnedilir. Bununla
beraber o kişi küfrü gizleyen kimselerden olabilir. Çünkü
biz, insanların kalplerini yarmakla memur değiliz.
İbn Teymiyye şöyle der: “Dünyada câri olan hükümlere göre
zâhirde mü’min olan kişinin bâtında da mü’min olması gerekmez.
“...İman etmedikleri halde Allah’a ve âhiret gününe iman ettik…”361 diyen
münâfık kimseler de zâhirde mü’mindirler. Onlar Rasûlullah’ın
(s.a.s.) zamanında, Müslümanlarla beraber namaz kılar, onlardan
kız alır, kız verir, evlenirler, onların mirasını alır, onlara miras verirlerdi.
Buna rağmen Rasûlullah (s.a.s.) onlara küfrü izhar eden
kâfirlerin hükmüyle hüküm vermemiştir. Evlenmelerinde de, miraslarında
da, başka bir şeyde de münâfıklara kâfirlerin ahkâmını
uygulamamıştır. Abdullah b. Ubeyy münâfıkların en meşhuru olduğu
halde Müslümanların en hayırlılarından olan oğlu Abdullah
babasına mirasçı olmuştur.
Şeyhulislâm devamla: “Onların kanları ve malları koruma
altındadır. Kâfirlerin kanları ve mallarının helâl olduğu gibi,
münâfıklarınki de helâl değildir. Kendilerinin mü’min olduğunu
izhar etmeyip, aksine kâfir olduğunu izhar eden kimseler hakkında
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar ‘Allah’tan başka
ilâh yoktur, Muhammed O’nun rasûlüdür’ deyinceye kadar kendileriyle
savaşmaya emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını
benden korumuş olurlar. Ancak dinî cezalar müstesna; iç yüzlerinin
hesâbı/muhâsebesi ise Allah’a aittir.” 362
30- Müslümanlığıyla övünen, namaz kılan, Allah ve Rasûlünü
sevdiği belli olan, bunlarla birlikte günümüz câhiliyesinin etkisinde
kalan bazı insanların hükmü hakkında susmak en doğru
yoldur. İctihad ve yorumla tekfir etmenin sakıncasından ötürü,
âlimlerin ve Müslümanların icmâya varamayıp ittifak edemedikleri
ihtilâflı hususlarda muhâtaplarımızın bizim açımızdan delili çok
zayıf olduğundan geçersiz kabul etsek de te’villerini dikkate alıp
inkâr etmediklerini hesaba katmak zorunda olarak bazı insanlar
361 2/Bakara, 8
362 Buhârî, Cihad 102, İman 17; Müslim, İman 8; Ebû Dâvud, Cihad 104, hadis
no 2623; Tirmizî, Tefsir 78, hadis no 2606-2607; Nesâî, Zekât 3; İbn Mâce,
Fiten 1; Dârimî, Siyer 10
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 103 -
hakkında susmanın en ihtiyatlı tavır olduğunu düşünüyoruz. Günümüzde
her şey o kadar karışmış, “ak”la “kara”nın dışında ve bu
renklere az-çok benzeyen o kadar “ara ton”lar çıkmıştır ki, insanın
ak da diyemeyeceği, kara da diyemeyeceği hususlar çokça oluyor.
Ve ad koymada en doğrusu susmak diyorsunuz. Bazı insanların
adını koyamıyor; “mü’min desen tam benzemiyor; kâfir desen
diyemiyorsun” şeklinde sükût etmek zorunda kaldığımız kimseler
oluyor. Değişik bir tevillerle demokrasiyi savunan, tâğutlara oy
veren, heykelin karşısında tören denilen âyinlere katılan, Atatürk
ilkelerine bağlı kalacağına dair yemin eden veya metin imzalayan,
vahyi reddeden okulları onaylayan, tâğutî kurumları veya
tâğutları savunan… nice insan var. Öyle bir toplumda yaşıyoruz
ki hakla bâtıl karışmış, müslümanla kâfir ayırt edilemez olmuş.
Bu haksız tekfir ve muvahhid Müslümanlar arasındaki soğukluğa
sebep olan grup taassubu kırılıp ümmet gücüne erişince Allah’ın
yardımına muhâtap olacak bu topluluk, âlimlerin öncülüğüyle
Peygamberî usûlle tevhidi tüm topluma tebliğ edecek, şirk ve
putperestlik net şekilde insanlara anlatılacak. Tüm tartışmalar bitecek.
Hak ve bâtıl, tevhid ve şirk şeklinde saflar netleşince bu
insanlar bir tercih yapmak zorunda kalacaklardır. Ve o zaman onların
tercihlerine göre onlara isim vermek kolay ve şart olacaktır.
O günlerin bir an önce gelmesi dilek ve duâsıyla…
Bütün yukarıdaki maddeler, (cehâlet, ikrâh ve te’vil sözkonusu
olmaksızın) Kur’an ve Sünnetin kesin nasslarında açıkça
belirtilen herhangi bir küfür inancına sahip olan veya insanı
kâfir eden davranışlardan birini yapan kimse için geçerli değildir.
İslâm’a girdikten ve müslüman adını aldıktan sonra,
İslâm’dan
çıktığına dair nass bulunan herhangi bir kişinin, biz de aynı şekilde
İslâm’dan çıktığını söyleriz. Onun İslâm’dan çıktığına dair icmâ’
bulunsun veya bulunmasın,
bu konuda bizim için durum değişmez.
Diğer taraftan bütün müslümanların icmâ ile İslâm’dan çıkmış
olduğuna hüküm verdiği kimseler hakkında da icmâa uymak
(ve muhâlefet etmemek) vâcibdir. Müslüman olduktan ve İslâm
adını kazandıktan sonra İslâm’dan çıktığına dair nass bulunmayan,
icmâ da bulunmayan konulara gelince, böyle bir kimseyi
kesin
olarak elde etmiş olduğu bilinen Müslüman sıfatından, zanla
yahut da delilsiz bir iddia ile soyutlamak câiz değildir.
Ama şüpheli durumlardan sakınmak, her iki hususta ihtiyatlı
davranmak gerekir. Muhâtabı tekfir edince “ya kâfir değilse?!”
deyip ihtiyatlı olmak ve haksız tekfirde bulununca “kâfir” hükmünün
kendine döneceğini değerlendirip bu riske girmemek
ihtiyatın bir yönünü gösterir. Bu tavır, bir kimsenin yaptığı veya
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 104 -
söylediği şeyin % 99 ihtimalle küfür, % 1 ihtimalle küfür olmama
durumunda bile kendini göstermeli, en küçük ihtimali değerlendirip
tekfirden kaçınmalıdır. İhtiyatın diğer kısmı da şudur: Küfür
ve şirk ihtimali olan hususlardan şiddetle sakınmak gerekir. “Ya
şirkse ve bunu yaparsam ebedî olarak cehenneme atılırsam” diye
düşünüp milyonda bir ihtimalle bile şirk ve küfür olan şeyi yapmamak
ve yapanlarla çok candan ilişkilere girmemek lâzımdır. Şüpheli
şeylerden kaçınmak, imanın ve takvânın gereğidir.
Tekfîr Ahkâmı/Tekfirin Hükümleri
Bir kişi hakikatte küfre girdiği halde kâfir olduğu kesin ispatlanamamış
(ya da hiçbir kimse tarafından tekfir edilmemiş) ise
onun hesabını Allah görecektir. “Sırların ortaya çıkarılacağı gün, artık
onun ne gücü vardır, ne de yardımcısı.”363 Eğer tevbe etmeksizin küfrü
üzere ölürse ebedî olarak ateştedir. Çünkü Allah, kendisine şirk
koşulmasını affetmez.
Gerçekte küfür üzere olan herkesin, dünyevî hükümler konusunda
küfrünün ispatlanması mümkün olmayabilir. Bunu dört şekilde
açıklayabiliriz:
1) Kişinin küfre götüren itikadını gizleyip, söz ve fiilleri ile
bunu açıklamaması (zâhire göre Müslüman kabul edilmekle birlikte),
itikadî küfürdür. Örneğin; öldükten sonra dirilişi yalanlaması,
ama Müslümanlardan bu inancını gizlemesi gibi. Bu kişi zâhire
göre verilen hükümde Müslümandır. Ancak gerçekte kâfirdir ve
bu küfür münâfıkların büyük nifakı türündendir.
2) Bir kişinin küfre götüren söz ya da fiili ile küfrü açığa çıksa,
ancak bunu kimse görüp işitmese yine o kişi zâhirî hükme
göre Müslüman, ancak gerçekte kâfirdir ve bu kişi büyük nifakla
münâfık olmuştur. Bu ve önceki gruptakiler şu âyetin hükmüne
dâhil olurlar: “Çevrenizdeki bedevîlerden münâfık olanlar vardır. Sen
onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Biz onlara iki kere azap edeceğiz, sonra
onlar büyük bir azâba döndürüleceklerdir.” 364
3) Yine bir kimse küfre düşürücü bir söz ya da fiilde bulunduğunda,
bazı kimseler bunu bildikleri halde yalnızca bir kişi
onun aleyhinde şâhitlikte bulunsa, tekfir edip hakkında riddet
hükmü vermek için gerekli olan şâhit sayısı tamamlanmadığı için,
bu küfre götürücü amel tespit edilmiş sayılmaz. Bununla birlikte
hâkimin o kişiye tazir cezası vermesi (yani had cezası dışında o kişiye
hapis veya dayak gibi cezalar vermesi) câizdir. Bunda şahitlik
363 86/Târık, 9-10
364 9/Tevbe, 101
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 105 -
eden kişinin âdil, âlim ve sâlih bir kimse olması etkilidir. Bu kimse
de yine zâhirde Müslüman, gerçekte ise kâfirdir.365
Peygamberimiz zamanındaki münâfıkların durumları genelde
bu üçüncü şekildeki gibi idi. Onlar kendi aralarında küfürlerini
açıklıyorlar, ancak birbirlerine şâhitlik etmiyorlardı. Bazen Müslümanlardan
bir kişi bunu işitiyor ve aleyhinde şâhitlik ediyordu. Ancak
ispat için bu, yeterli olmuyordu. Zeyd İbn Erkam’ın, Abdullah
İbn-i Ubeyy’in şöyle dediğine şâhitlik etmesi gibi: “Medine’ye döndüğümüzde
şerefli kimseler zelil olanları oradan çıkaracaktır.”366
Vahiy Zeyd’i doğruladığı halde Peygamberimiz vahiy ile onları cezalandırmayıp
şer’î ispat yollarını tercih etti. Çünkü münâfıkların
sözlerinin çoğunluğu açık olmayıp ihtimal taşıyan sözler oluyordu.
4) Kişi, küfre düşürücü bir söz ya da fiili açıkça ortaya koysa,
bu yaptığı hareketi veya sözü ikrar etse yahut buna iki kişi ya da
daha fazlası şâhitlik etse veya bu yaptığı insanlar arasında yaygın
olarak biliniyor olsa (istifâda ile) bu küfre götürücü ameli o kişinin
işlediği şer’î olarak ispatlanmış olur. Ancak o kişi hakkında küfür
hükmünü vermek için bu durum da yeterli değildir, hükme mâni
olan şeylerin olup olmadığına bakılması gerekir.
Bu dört durum hakikatte kâfir olan ve (dördüncü durum hâriç)
dünyevî hükümlerde küfre götürücü ameli kat’i olarak tespit edilemeyen
kişi hakkındadır.
Bir kimsenin açık bir şekilde küfrüne şâhit olduğumuz halde,
o kimseyi tekfir edip onun kâfir olduğuna hükmetmemize mâni/
engel olabilir. Böyle bir engel varsa, yine tekfirden kaçınmak gerekir.
Tekfîre Engel Olan Mâniler
Engel/Mânî: Varlığı, hükmün varlığını ortadan kaldıran şeydir.
Ancak bulunmaması hükmün bulunmasını veya bulunmamasını
gerektirmez. Engeller (mâniler) şartlarda olduğu gibi üç kısma
ayrılır:
a) Fâilde Bulunan Engeller: Kişiye ârız olan ve şer’an onun
söz ve fiillerinden sorgulanmasına engel olan şeydir. Bu engeller
“avârıdu’l-ehliyye” (ehliyetin engelleri) diye isimlendirilir. Aşağıda
açıklaması yapılacaktır.
b) Fiilde Bulunan Engeller: (Yani sebepte bulunan engellerdir)
Fiilin açıkça küfre delâlet etmemesi veya şer’î delilin küfre delâlet
edişinin kesin olmaması gibi.
365 Bk. İbn Ferhun, Tebsıratu’l-Hukkâm, c. 2, s. 281
366 Buhârî
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 106 -
c) İspat Edilmesi Konusundaki Engeller: Meselâ şahitlerden
birisinin çocuk veya âdil olmayan bir kimse olması dolayısıyla
şehâdetinin kabul edilmemesi gibi.
Acaba, bazı müslümanları tekfir edip onları kâfirlikle suçlayan
kardeşlerimiz bu konuları biliyorlar mı? Eğer bilmiyorlarsa gerçekten
büyük bir günaha girmiş olurlar. Tekfir hükmünü, ancak
ilim ehli olan, bu konuda yeterli ilimle donanmış âlim verir. İnsan,
kesin bilmediği şeyi iddia etmemelidir. Zira tartışma tek taraflı olmaz.
Tekfir eden taraf varsa tekfir edilen taraf da var demektir.
Ehliyetin Engelleri
Ehliyetin engelleri (avâridu’l-ehliyye), edâ ehliyeti ile alâkalıdır.
Bu da mükellefte görülen ve onun söz ve fiillerinin şer’î açıdan
muteber sayılmasına engel olan durumdur. Bu durumda kişi söz
ve fiillerinden sorgulanmaz ve bu söz ve fiillerin sonucunda kulların
hakları dışında, Allah Teâlâ’nın hakları ile alâkalı şeylerde
herhangi bir sorumluluğu yoktur.
Ehliyetin engelleri (avâridu’l-ehliyye) iki kısma ayrılır:
1) Semâvî Engeller: Allah’ın takdiri olup, oluşmasında kulun
herhangi bir etkisinin olmadığı engellerdir. Örneğin, yaşın küçük
olması, delilik, psikolojik dengesizlik, uyku ve unutma gibi. Bu
engellerden birisi kendisinde bulunan kimse herhangi bir suç işlerse
bundan dolayı ona bir günah yoktur. Sorumluluk o kişiden
kalktığı için bu fiilden sorgulanmaz ve cezalandırılmaz. Ancak insanların
hakları ile ilgili şeylerde sorumludur. Örneğin, telef ettiği
malların değerleri, diyetler ve bunun gibi şeyleri ödemek zorundadır.
Çünkü bunlar toplumsal kurallardır. Bu semâvî engellerin
karşılığında ise şartlar vardır. Örneğin yaşın küçük olması bâliğ
olmanın karşıtı, delilik ve dengesizlik de akıllı olmanın karşıtıdır.
Yani muayyen bir kimseyi tekfir etmenin şartları arasında akıllı ve
bâliğ olma şartı vardır. Temyiz çağına ulaşmış çocuğun riddeti ile
ilgili konuda ihtilâf vardır. Hanbelîlerde olduğu gibi riddetin çocuk
için de geçerli olduğunu ancak bâliğ oluncaya kadar istitâbe
uygulanıp cezalandırılmayacağını söyleyenler de vardır.367
Kişinin kendisinden kaynaklanıp, belirli bir kimsenin tekfirine
engel olarak kabul edilen şeylerden bazıları şunlardır:
Dil Sürçmesine Yol Açan Hata
Kasıtlı olmadan küfür sözü söylemek. Bu, tekfirde gerekli olan
367 el-Muğnî Mea’ş-Şerhi’l-Kebîr, c. 10, s. 91-92
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 107 -
kasıt şartını yani mükellefin yaptığı şeyi bilinçli olarak yapması
şartını ortadan kaldırdığı için engel teşkil eder. Hatanın engel olmasının
delili şu âyet-i kerimedir: “Hata olarak yaptıklarınızda ise sizin
için bir sakınca (vebal) yoktur. Ancak kalplerinizle kasdederek yaptıklarınızda
vardır” 368
Dil sürçmesinin tekfire engel oluşunun bir başka delili, hadiste
geçen bineğini kaybedip sonra tekrar bulduğunda “Allah’ım,
sen benim kulumsun ben de senin rabbinim” diyen adamın misalidir.
Rasûlullah (s.a.s.) onu, “Sevincinin şiddetinden hata etti” diye nitelendirmiştir.
Kişinin hâlinin hangi duruma işaret ettiği de (karâinu’lhal),
hatanın engel olarak kabul edilip edilmemesinde etkilidir.
Te’vilde Hata
Te’vil, nassın delâletini anlamamaktan doğan (hatalı) bir ictihad
ya da karıştırma sebebiyle, şer’î delili farklı bir konuma oturtmak,
yanlış yorumlamak demektir. Mükellef, küfür amelini işler
ve anlamada hataya düştüğü delile dayanarak onu küfür olarak
görmez. Öyleyse, bu hatada kasıt şartı ortadan kalkmıştır. Bunun
için te’vilde hata yapması, onun tekfirine engel olur. Ona delil
getirilip hatası açıklandığında (ikametu’l-hucce) bu fiilinde ısrar
ederse o zaman kâfir olur. Bunun delili ise Kudâme İbn Maz’un
olayıdır. Bu olayda Kudâme, içki içmeyi helâl saymış (ki içkiyi helâl
kabul etmesi küfürdür) ve buna şu âyeti delil getirmişti: “İman
eden ve sâlih amel işleyenler için yedikleri ve içtikleri şeylerde kendileri
için bir günah yoktur.” 369 Ömer (r.a.) had uygulamak istediğinde
ona bu âyeti delil gösterdi. Hz. Ömer ona hatasını açıkladı ve içki
için had cezası uyguladı. Bu olay sahâbenin icmâsı ile te’vilde hata
etmenin tekfire engel olduğuna delildir. Bu, anlamı genel olan şu
âyetin de kapsamına girer: “Hataya düştüğünüz şeylerde sizin için bir
günah yoktur.” 370 Benzer hadis-i şerif de vardır: “Şüphesiz Allah, ümmetimden
hata, unutma ve üzerine zorlandıkları şeylerden sorumluluğu
kaldırmıştır.” 371
Bununla birlikte te’vilde yapılan her hata geçerli bir özür sayılıp
tekfire engel değildir. Özür sayılan, şer’î delile bakılıp onu
anlamada düşülen hatadır. Özür sayılmayan hata ise, şer’î bir delile
dayanmaksızın sadece görüş ve hevâdan kaynaklanan hatadır.
Aynen İblis’in Âdem’e secde etmekten kaçınırken “ben ondan
368 33/Ahzâb, 5
369 5/Mâide, 93
370 33/Ahzâb, 35
371 Buhârî, Talâk 11, İlim 44, Şurût 12, Enbiyâ 27; İbn Mâce, Talâk, 16
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 108 -
daha hayırlıyım; beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın”372 diye iddiada
bulunması gibi. Bu yalnızca görüştür. Te’vilde hata yapılması
durumunda, te’vil yapan kimseye hüccet ikame edildiğinde, te’vil
engeli ortadan kalkar.
Cehâlet Engeli
Mükellefin küfür fiilini işlerken onun küfür olduğunu bilmemesi
gibi. Cehâleti (eğer geçerli sayılabilecek bir cehâlet ise) tekfirine
engel olur. Bunun delili ise şu âyettir: “Biz, peygamber gönderinceye
kadar hiçbir topluma azap edecek değiliz” 373 Dünyada ve
âhirette azap ancak tebliğ ulaştıktan sonradır. Özür veya engel
olarak kabul gören cehâlet; mükellefin kendisi veya ilim kaynakları
ile ilgili bazı sebeplerden dolayı, giderme imkânı bulamadığı
cehâlettir. Ancak öğrenmeye ve cehâleti gidermeye imkân olduğu
halde bunu yapmıyorsa mâzur görülmez ve gerçekte bilmiyor olsa
dahi hükmen biliyor sayılır (yani bilen bir kişinin hükmündedir).
İkrah Engeli
Bu, mükellefin fiilini kendi irâdesi ile yapması şartının zıddıdır.
İkrahın tekfire engel kabul edilmesinin delili şu âyettir: “Kalbi iman
ile mutmain olduğu halde zorlanan (ikrah altında olan) hâriç, kim iman
ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse...” 374 Küfre zorlamanın, kişinin tekfirinde
geçerli bir engel olarak kabul edilebilmesi için, ölüm ile
veya bir organının koparılması ile tehdit yahut da kişiye çok şiddetli
bir işkencenin yapılıyor olması şartı vardır. Bu, çoğunluğun
görüşüdür ve tercih edilen de budur. Şâfiî fakîhlere göre, daha
hafif şeyler de ikrah kapsamına girer.
Aklı Gideren Sarhoşluk
Sarhoşluğun tekfire engel olup olmaması konusunda ihtilâf
vardır. İbnu’l-Kayyım engel olarak saymıştır. Hanbeliler ve
Şâfiilerce tercih olunan, sarhoşun riddetinin geçerli olduğu görüşünün
aksine, İbnu’l-Kayyım sarhoşluğu riddete engel olarak kabul
etmiştir ki bu Hanefiler’in görüşüdür. 375
Başkasından Aktarma Yoluyla Küfür Sözü Söylemek
Örneğin; Allah’ın Kur’an’da bize bildirmiş olduğu kıssalarda
geçen kâfirlerin sözlerini okumak (ki Allah Teâlâ bunların
372 7/A’râf, 12; 38/Sâd, 76
373 17/İsrâ, 15
374 16/Nahl, 106
375 Bk. İbnu’l-Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakkıîn, c. 3, s. 5; el-Behvetî, Keşşafu’l-
Kına’, c. 6, s. 176; İbn Kudâme, el-Muğnî Mea’ş-Şerhi’l-Kebîr, c. 10, s. 109
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 109 -
okunmasını bizlere emretmiştir), şâhidin hâkime işitmiş olduğu
küfür sözünü aktarması, kâfirlerin yazmış oldukları makalelerin
içerisinde bulunan fesadı açıklamak ve bunları cevaplandırmak
için nakletmek gibi şeylerin hepsi câiz veya vâcip olabilir. Söyleyen
kişi tekfir edilmez.376 Burada önemli bir ayrıntı vardır: Yukarıdaki
örneklerde de geçtiği gibi küfrü şer’î bir amaçla aktaran kişi için
bir sakınca yoktur. Ancak bir kimse bunu beğenerek ve râzı olarak
aktarırsa o kişi kâfir olur. Bu ikisini (aktardığı şeyi onaylayıp onaylamadığını)
anlamakta karâinu’l-hal’in etkisi vardır. Küfrün şaka
ile işlenmesi ilim ehlinin ittifakı ile tekfire engel değildir.
2) Semâvî Olmayan Engeller
Bu hususu dört madde halinde ele alacağız.
1) Engellerin Araştırılması: Buna “istitâbe” denilir
2) Engellerin Araştırılması: Bu, imkân olduğu takdirde vâcip
olur; imkân bulunamadığı takdirde ise bu vâciplik düşer.
3) Engelin mûteber sayılması konusunda tek kaynak Şeriattır.
Belirli bir şahıs hakkında engelin geçerli sayılıp sayılmamasında
başvurulacak mercî ise kadıdır, İslâm devletinde yargı görevi yapan
hâkimdir.
4) Engel kalktığı halde kişi küfürde ısrar ederse kâfirdir.
1) Engellerin Araştırılması: İstitâbe; aslında tevbe etmesini istemek
anlamındadır ve ancak kişinin kâfir ve mürted olduğuna
hüküm verildikten sonra olabilir. Kişinin kâfir ve mürted olduğuna
hüküm verilmesinden önce, hükmün şartlarının yerine gelip
engellerin bulunup bulunmadığının araştırılmasına da istitâbe adı
verilir. İstitâbe, hem hüküm meclisinde hüküm verilmeden önce
şartların ve engellerin bulunup bulunmaması durumunu araştırma
ve hem de hüküm verildikten sonra tevbe talep etme anlamlarında
kullanılır.
2) Engellerin Araştırılması: Engellerin araştırılmasının mümkün
olmadığı haller şunlardır:
Güç Yetirilememe Durumu: Güç yetirilen kişi, kâdının/hâkimin,
kişinin hüküm verilecek olan meclise getirilmesini sağlamasının
ve gerektiğinde kendisine had cezası uygulamasının mümkün
olduğu kimsedir. Güç yetirilemeyen (mümtenî) ise bunun tam
tersidir. Güç yetirilen kimse hakkında engellerin araştırılması gerekmektedir.
Mümtenîde ise engeller araştırılmadan hakkında
hüküm verilir.
376 Bk. İbn Hazm, el-Fasl, c. 3, s. 250
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 110 -
Ölüm: Eğer ölen kişinin dini konusunda vârisleri arasında bir
çekişme meydana gelir; kimi Müslüman, kimisi de mürted olarak
öldüğünü iddia ederse hüküm vermek için şâhitler ile yetinilir. Bir
kimse mürted olur, sonra aklını kaybeder ve tevbeye çağırılmadan
ölürse kâfir olarak öldüğüne hükmedilir.377
Sarhoş: Bir kimse mürted olur ve sarhoş iken ölürse kâfir olarak
ölür. Eğer bu sarhoşluğu halinde bir kimse onu öldürürse herhangi
bir ceza yoktur. Bu görüş sarhoşluğun riddete engel olmadığını
söyleyenlere aittir. 378
Tüm bu durumlarda, engeller araştırılmadan ve istitâbe uygulanmadan
kişi hakkında riddet hükmü verilir. Mürted olarak ölen
bir kimseye Müslüman olan vârisleri mirasçı olamaz. Bununla
birlikte şâhitler, ölen veya güç yetirilemeyen (mümtenî) kişi için
tekfirine engel olacak şeylerin bulunduğuna şâhitlik ederlerse, bu
engellere itibar edilmesi vâciptir.
3) Engelin mûteber sayılması konusunda tek kaynak Şeriattır.
Belirli bir şahıs hakkında engelin geçerli sayılıp sayılmamasında
başvurulacak mercî ise kadıdır, İslâm devletinde yargı görevi yapan
hâkimdir.
Tekfirin engeli; şer’î delil ile engel olduğu açıklanan şeydir.
Tekfire engel olduğu şer’an sâbit olmayan şey ise; insanlar bunu
engel saysalar ve bununla mâzeret bildirseler de özür olarak kabul
edilmez.
Bazı kimseler şer’an mûteber sayılmayan özürlerle tekfirden
men etme konusunda çok aşırıya gittiler. İnsanların özür olarak
gösterdikleri her şey geçerli değildir. Allah Teâlâ şöyle der: “Eğer
onlara sorarsan biz dalmış eğleniyorduk derler. De ki; Allah ile O’nun
âyetleri ve Rasûlü ile mi alay ediyordunuz? Özür beyan etmeyin, imanınızdan
sonra küfre girdiniz.”379 Mâzeret gösterdiler ancak mâzeretleri
kabul edilmedi: “Onlara döndüğünüzde size özür bildirdiler. De ki:
Özür bildirmeyin, size kesin olarak inanmıyoruz.”380 Her mâzeret engel
olarak kabul edilmez. Bâtıl olan mâzeretlerden birisi de; kâfir
oluşu kesinleşen bir kimsenin (örneğin Allah’tan başkasına duâda
bulunmak veya dine hakaret etmek gibi) şehâdet kelimesini söylemesi
veya namaz kılmasını onun tekfirine engel olarak göstermektir.
377 Bk. eş-Şafii, el-Umm
378 Bk. el-Muğnî Mea Şerhi’l-Kebir, 10/109 ve el-Umm, 6/158
379 9/Tevbe, 65-66
380 9/Tevbe, 94
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 111 -
Hükümlerin engelleri (tekfirin engelleri de bunun içindedir)
insanların engel zannettikleri şeyler değil, geçerli oldukları, şer’î
delillerle belirlenen, yani şer’an muteber sayılan engellerdir. Engelin
belirli bir kimse hakkında geçerli sayılabilmesini ise, dâvâya
bakan kâdı belirler. Örneğin cehâlet ve ikrahın tekfire engel olduğu
şer’î delil ile sabittir; ancak belirli bir şahıs hakkında geçerli
olup olmadığına, yani kişinin câhil veya ikrah altında olup olmadığına
karar verecek olan kâdıdır.
Yine bu geçersiz mâzeretlerden birisi de; kâfirler için onları
saptıran önderlerini mâzeret olarak göstermektir. Bunun geçersizliğine
Allah Teâlâ’nın şu âyetleri delâlet eder: “Ateşin içerisinde
tartışırlarken, zayıf olanlar müstekbirlere derler ki: ‘Gerçekten biz, sizlere
tâbî olan kimselerdik. Şimdi siz ateşin bir parçasını bile bizden uzaklaştırabilir
misiniz?’ Büyüklenenler derler ki: ‘Biz hepimiz de ateşteyiz. Artık
Allah kullar arasında hüküm vermiştir.”381; “Sen o zâlimleri Rableri huzurunda
durdurulmuş olarak suçlamayı birbirlerine yöneltirken bir görsen;
mustaz’af olanlar müstekbirlere derler ki: ‘Eğer sizler olmasaydınız
bizler mü’minler olurduk.’ Müstekbirler ise mustaz’aflara şöyle derler:
‘Size hidâyet geldikten sonra biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, siz zaten
mücrimlerdiniz.’ Mustaz’aflar müstekbirlere; ‘Hayır, siz gece-gündüz
hîle kurup bize Allah’a karşı küfürde bulunup, Ona denkler koşmamızı
emrediyordunuz’ derler. Ve azâbı gördüklerinde pişmanlıklarını gizlerler.
Biz, küfredenlerin boyunlarında halkalar kıldık. Onlar yapmakta olduklarından
başkasıyla mı cezalandırılacaklar?”382 Bu nass ile önde gelenlerin
zayıfları saptırdığı, onlara hile kurup küfrü emrettikleri; ancak
bunun, zayıfların tekfirine ve onların cezalandırılmasına engel
olmadığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Hatta bazılarının özür zannettiği
bu saptırılma olayı, küfür çeşitlerinden birisi olan “taklit
küfrü”dür. Bu ise, Yahûdilerin, Hıristiyanların ve diğer kâfir toplulukların,
kendilerini saptıran önderlerini taklit eden avâmının
küfrüdür. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki: Ey Kitap Ehli, dininizde
haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran ve
doğru yoldan sapan bir topluma uymayın.”383
Geçersiz olan özürlerden birisi de, mürted olan bir kimse için,
onun ilim ehli olduğunu mâzeret göstermektir. Sanki ilim ehli
küfürden korunmuştur! Allah Teâlâ nebîler hakkında şöyle buyurur:
“Eğer Allah’a ortak koşsalardı, işlemiş oldukları tüm ameller boşa
giderdi.”384
381 40/Mü’min, 47-48
382 34/Sebe’, 31-33
383 5/Mâide, 77
384 6 En’âm/88, Bkz:39 ez-Zümer/65
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 112 -
Küfrün, nebîler için mümkün olmaması, onların dışındaki
insanlar için mümkün olmamasını gerektirmez. Âlim olan
bir kimse, belli bir ilme sahip olduğu halde küfre düşebilir:
“Ameller son durumlarına göredir.” Bunun bir örneği de Allah
Teâlâ’nın şu âyetidir: “Onlara, kendisine âyetlerimizden verdiğimiz,
fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine
uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.” 385
Bunun örnekleri bu ümmette de çoktur. Rasûlullah’ın (s.a.s.)
vahiy kâtiplerinden olan Abdullah İbn Sad İbn ebi’s-Serh gibi,
Rasûlullah (s.a.s.) hayattayken mürted olan kimseler olduğu gibi,
Onun vefatından sonra da mürted olanlar olmuştur. Küfre götürücü
bid’atlere çağıran kimselerin çoğu şer’î ilimlere sahip olan
kimselerdir.
4. Engel Kalktığı Halde Kişi Küfürde Israr Ederse Kâfirdir: Engel
ya kendiliğinden kalkar; yaşın küçük olması gibi; ya sebebin
ortadan kalkmasıyla kalkar, buna ikrah ve sarhoşluğu örnek verebiliriz;
ya da hüccet ikame edilmesiyle ortadan kalkar, buna da
cehâlet ve te’vilde hata etmeyi örnek olarak verebiliriz. Engel
kalktığında kişi hala işlediği fiilde ya da sözünde ısrar ediyorsa, o
andan itibaren kâfir sayılır.
Bunlar, şer’î mâzeretlerdir ve şer’î mâzeretler ortadan kalktıktan
sonra kişi hâlâ şer’an mûteber olmayan mâzeretler ortaya
atacak olursa bu ondan kabul edilmez. Zira artık öne süreceği
mâzeretleri ortadan kaldırılmış ve öne süreceği bir şey bulunmamaktadır.
Geçersiz olan mâzeretler ileri sürmesine itibar edilmeksizin
Ebû Hanife’nin yolundan gidenlerin de dediği gibi “Kişi artık
içinde barındırdığı küfrünü açığa vurmuş, ancak bu küfrünü örtmek
için yollar aramaktadır.” Bundan dolayıdır ki bu gibi kimseler
kâfir olmuşlardır.
“Zâhire göre uygulananan dünyevî hükümlerde, küfre düşürücü
bir söz söylediği ya da bir fiil işlediği şer’î yollarla sabit olan bir
şahıs hakkında tekfir hükmünün şartları yerine gelip engeller ortadan
kalktığında kâfir olduğu hükmü verilir. Hükmü, buna ehil
olan bir kimse verir. Eğer hakkında hüküm verilen kimse İslâm devletinde
güç yetirilen bir konumda ise; yetkili olan kimsenin cezayı
uygulamadan önce o kişiye istitâbe uygulaması vâciptir. Eğer bir
güç arkasında veya dâru’l-harbe sığınarak korunuyor (mümtenî)
ise ona istitâbe uygulamadan öldürmek ve malını almak herkes
385 7 A’raf/175
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 113 -
için câizdir. Bu konuda, sonuçta elde edilecek olan maslahat veya
mefsedete bakılarak uygun olan tercih edilir.”
Hükmü, Buna Ehil Olan Kimse Verir
Tekfirin kuralını verirken kullandığımız “Hükmü, buna ehil
olan kimse verir” ifadesindeki; “hükmü... verir” sözüyle, şartlar
yerine gelip engeller ortadan kalktığında, kişi hakkında küfre götürücü
ameli sebebiyle küfür ve riddet hükmünün verilmesi kastedilmiştir.
“Hüküm vermeye yetkili olan kişi” sözünün anlamı ise;
kâdı, müftî veya ilim ehli birisi olmasının gerektiğidir. Müctehid
birisi olması uygun olur. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Hâkim
hüküm verdiğinde ictihad eder ve doğruyu bulursa onun için iki ecir vardır,
içtihadında yanılırsa bir ecir vardır.”386 Eğer müctehid olan birisi
yoksa mukallid olabilir. Âlimlerin bildirdiği mertebelere göre, uygun
olan bir mukallid âlim hüküm verir.
İslâm devletinde, Dâru’l-İslâm’da bir kimse irtidat ettiğinde, o
kişi hakkındaki hükmü, hüküm verme yetkisine sahip olan kâdı
verir. Kâdıların hâricinde âlimlerden herhangi birisi o kişinin durumu
hakkında bir şey söylerse o, hüküm değil, fetvâ olur. Dâru’lİslâm’da
hüküm vermek, müftîye değil, kâdıya aittir. Çünkü kâdı
yetkisi dolayısıyla şartların yerine gelip engellerin ortadan kalkmasını
araştırma imkânına sahiptir. Kâdının hükmü, ihtilâfı ortadan
kaldırır, verdiği hüküm ancak Kitap veya Sünnet’ten bir nassa
yahut icmâya muhâlif olursa o zaman bozulur.387 Bir kimse mürted
olup dâru’lharp olan bir yere gitse yahut dâru’lharpte mürted
olsa; bu konuda yetkili olan kâdı veya bir başkası, bu kimse
hakkındaki hükmü verir; hükmü uygulamak ise herkes için câizdir
(Salman Rüşdi örneğinde olduğu gibi).
“Eğer hüküm verilen kimse, dâru’l-İslâm’da güç yetirilen bir
konumda ise” ifadesindeki “güç yetirilen” sözünün anlamı; mürtedin,
yöneticinin yahut kâdının gücü altında bulunmasıdır. Bu, ya
gerçek anlamıyla tutuklu olması, ya da hükmen, engellenemeyecek
şekilde her an tutuklama ve soruşturma imkânının bulunmasıdır.
“Dâru’l-İslâm’da” sözü “güç yetirilen” sözünün bir tefsiri niteliğindedir.
Çünkü kişi ancak dâru’l-İslâm’da bulunduğunda Müslümanların
gücü altında bulunabilir. Dâru’l-harpte bulunan bir
kimse Müslümanların gücü altında değildir. Bu demek değildir ki;
386 Buhârî ve Müslim
387 Bk. el-Muğnî Mea Şerhi’l-Kebîr, c. 11, s. 403-405; İ’lâmu’l-Muvakkıîn, c. 4,
s. 224
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 114 -
dâru’l-İslâm’da bulunan herkes güç yetirilebilir durumdadır. Bazen
böyle olmaya da bilir. Dâru’l-İslâm’da güç yetirememek, âsîlerin
baş kaldırması, örneğin yol kesen saldırganların durumunda olduğu
gibi silâhlanıp çete oluşturmaları gibi durumlarda olabilir.
“Dâru’l-İslâm” ifadesi; İslâm şeriatı uygulanan her ülke anlamında
kullanılmıştır. Ayrıca mümtenî olma durumu sadece grup
halinde olanlara has değildir; bilakis mümtenî bir tek kişi de olabilir,
bir grup da olabilir. Aynen Abdullah İbn Sa’d İbn Ebi’s-Serh’in
irtidat edip fetihten önce Mekke’ye kaçması olayında olduğu gibi.
Şeriat bu ikisi arasındaki farkı genel bir kuralla bildirmiştir. Hatta
eti yenilmesi helâl olan hayvanlarda bile güç yetirilen ve güç yetirilemeyen
(mümtenî’) arasındaki fark belirtilmiştir. Güç yetirilen
bir hayvanın (velev ki aslı vahşi olan ceylan da olsa) yenilebilmesi
için şer’an uygun bir şekilde kesilmesi vâciptir. Ancak güç yetirilemeyen
hayvanların, vücudunun herhangi bir yerinden yaralayarak
öldürmek sûretiyle eti helâl olur. Şeriatın getirdiği kural, güç
yeten durumlarda şartların daha ağırlaşması, güç yetmediğinde
ise hafifletilmesidir.
Tekfirin kuralındaki “cezayı uygulamasından önce o kişiye
istitâbe uygulaması vâciptir” sözündeki bu vâciplik “güç yetirilen”
kimse için geçerlidir. İstitâbe, aslında mürtedden tevbe etmesini
istemek anlamındadır. Tevbeye çağırma işini yalnızca kişinin
riddetine hükmeden kimse yapabilir. Ancak âlimlerin sözlerinde
istitâbe; hüküm verilmeden önce şartların ve engellerin araştırılması
anlamında da kullanılmıştır. Buna binâen istitâbe; hüküm
verilen ortamda hüküm verilmeden önce şartların ve engellerin
araştırılması ve hüküm verildikten sonra tevbeye çağırma olaylarının
her ikisi için de kullanılır. Bundan da şu sonuç çıkmaktadır:
İlim kitaplarında; “şu sözü söyleyen veya şu fiili işleyen kimseye
istitâbe yapılır” ibaresi okunduğunda, bunları işleyen kimsenin
kâfir olup ondan tevbe etmesinin istenmesini ifade etmediğinin
anlaşılması gerekir. Bilakis bu ibare, kişinin küfre götürücü bir
amel işlediği ve onun durumunun (yani hükmünün) belirlenebilmesi
için şartların ve engellerin araştırılmasının gerektiğini ifade
eder. Daha sonra, bu kişi hakkında ya mâsum olduğuna hüküm
verilir ya da mürted olduğuna hüküm verilip tevbe etmesi istenir.
İstitâbenin kişi hakkında hüküm verilmeden önce şartların ve
engellerin araştırılması anlamında kullanılması sahâbenin icmâsı
ile sâbittir.
Güç yetirilen kimse için bu istitâbeyi yapmak vâciptir. Mümteni’
için de mümkün olduğu taktirde bu uygulanır. Mümteni’ olan
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 115 -
mürted hakkında hüküm verecek olan kimseye, bir engelin bulunduğu
ulaşırsa buna itibar etmesi gerekir. Ancak böyle bir engelin
bulunduğu ulaşmamışsa engel var mıdır, yok mudur diye araştırması
ve hükmü ona bağlaması gerekmez; özellikle de hükmü verme
konusunda beklemek Müslümanlara bir zarar getiriyorsa.
Hakkında riddet hükmü verilmiş olan bir kimseden tevbe etmesini
istemek anlamındaki “istitâbe”ye gelince; bu, ilmî kitaplarda
çok meşhur olan bir husustur ve bunun birçok delili vardır: “Küfür
kelimesini söylediler ve İslâmlarından (Müslüman olduktan) sonra kâfir
oldular... Eğer tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur.”388; “İmanlarından
sonra kâfir olan bir kavme Allah nasıl hidâyet eder... Ancak, bundan
sonra tevbe edip kendilerini düzeltenler hâriç.” 389
İlim ehlinin çoğuna göre bu istitâbe vâciptir. Hanefîler,
Zâhirîler ve Şevkânî bunun vâcip olmadığı görüşündedirler. Tercih
edilen görüş ise istitâbenin vâcip olduğudur.
Mürtedin tevbesi, şehâdet getirmesi ve işlemekle küfre girdiği
ameli terk etmesi ile olur.390 Tevbe, bâtınen ve hükmen olmak üzere
iki kısma ayrılmaktadır. Bâtınen Tevbe: Pişmanlık, günahı terk
edip bir daha işlememeye azmetme, dil ile istiğfarda bulunma,
eğer işlediği günah, kulların hakları ile ilgili ise bu hakları yerine
getirmedir. Geçerli tevbe ancak bu şekilde olur. Hükmî Tevbe: Günah
işleyen kimsenin bu günahını bırakarak insanların arasında
tevbesini ve pişmanlığını açıklamasıdır.
Tekfirin kuralında “Yetkili olan kimsenin cezayı uygulamasından
önce” sözü; dâru’l-İslâm’da güç yetirilen kimse için geçerlidir.
Mürted eğer tevbe etmezse kanı ve malı helâl kılınarak cezalandırılması
vâciptir. Kadın ve erkek bu cezalandırılmada eşittirler.
Dâru’l-İslâm’da yönetimde olan imam yahut onun yardımcısı olan
vali, kâdı veya onun yardımcıları olan kişiler cezayı uygular, fertler
kendi kendilerine cezalandırma yapamazlar ve hadleri uygulayamazlar.
Bu konuda Müslümanlar ihtilâf etmemişlerdir ve Rasûlullah
(s.a.s.) döneminden itibaren İslâm devleti ortadan kalkıncaya kadar
bu böyle uygulana gelmiştir.
İmamdan başkası mürtedi öldürdüğünde üzerine düşmeyen
bir şey yaptığı için ta’zir cezası uygulanır, ancak mürtedin kanına
karşılık bir şey gerekmez. Ancak, imam hadleri uygulama
388 9/Tevbe, 74
389 3/Âl-i İmrân, 86-89
390 Bk. önceki kaynaklar
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 116 -
konusunda gevşeklik gösteren birisi ise, halktan birilerinin bunu
yapması vâcip olur. Bununla birlikte bu durumu; “Küfrü birçok
kimse tarafından bilinen, bunu işlediği sâbit olmuş ve tevbe ettiği
de bilinmeyen bir kimse için geçerli olduğu” şeklinde algılamak
uygun olur.
Tekfirin kuralında “Yetkili olan kimsenin cezayı uygulamasından
önce” sözü; dâru’l-İslâm’da güç yetirilen kimse için geçerlidir.
Mürted eğer tevbe etmezse kanı ve malı helâl kılınarak cezalandırılması
vâciptir. Bu sözü şöylece açıklayabiliriz. Dâru’l-İslâmda
kendisine ulaşılabilen bir kimse küfür amelini işlemesi yahut küfür
sözünü söylemesinin ardından orada yaşayan ve bu hali gören herkes
tarafından tekfir edilmez. Kâdıya havâle edilir; zira bu kimsenin
herhangi bir mâzeretinin olup olmadığını araştıracak olan ve
bu araştırma ve sorgulama neticesinde ortaya çıkan verilere göre
küfür ameli işleyen kimsenin öne sürebileceği mâzeretlerin şer’an
geçerli bir mâzeret olup olmadığına karar verecektir. Eğer geçerli
bir mâzeret ile işlemiş ise tekfir edilmez. Şer’an geçerli olan bir
mâzeret ile küfür ameli işlemiş ise orada bulunan ve olaya şâhit
olanların hemen onu tekfir etmesinin nekadar da yanlış olduğu
ortaya çıkmaktadır.
Günümüz dünyasında halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu
söylenen ve daha evvel İslâm’ın hâkimiyetine girmiş, şimdilerde
ise Dininin hikümlerini terk ederek beşerî kanunlarla
hükmetme ve Allah’ın kanunlarını iptal ederek Allah’ın kullarını
yöneten istilâcı, şeriatten uzak “mürted”, “mümtenî” yöneticilerin
yönettiği ve irtidat devletleri haline gelmiş vatanlarda ise hükmün
verilmesi ve bu hükmün uygulanması kâdıya bağlı değildir.
Artık kadılık müessesi kaldırılmış “mürtedlerin” beşerî kanunları
yürürlüğe konulmuştur. Yöneticilerin İslâm’ı bırakarak irtidat
ettikleri ve ülkeleri küfür ile yönettikleri toplumlarda, “ben Müslümanım”
diyen bir kimsenin küfür ameli işlemesi veya küfür sözünü
söylemesi durumunda bu kimseye (veya kimselere) kim hüküm
verecektir? Öncelikle bu gibi ülkelerde Müslümanların bir cemeat
çatısı altında toplanarak içlerinden en hayırlı kabul ettikleri bir
Müslümana bağlanmaları şart ve farzdır. Şu halde mürtedlerin
yönetimde olduğu bu ülkelerde küfür amelinin işlenmesi halinde
fâile hükmü Müslümanların cemaatinin emîrinin yahut bu cemeat
içinden ilim sahibi olan bir kimsenin vermesi gerekmektedir. Yahut
bulunuyor ise bir fetvâ makamı, hükmü oradan istemelidir (Ki
bu noktada da cemaatin ne kadar önemli olduğu görülmektedir).
Bu durumda, şeraite aykırılık bulunmadığı müddetçe emîr veya
ilim sahibi olanların önüne geçilmemeli ve ihtilâf çıkarılmamalıdır.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 117 -
Ne var ki bugün Müslümanların yaşamış oldukları ülkelerde
uzun zamandan beri (eksiklerine ve hatalarına rağmen) uygulanan
İslâm hükümlerinin şimdilerde uygulanmadığı görülmektedir.
Mürted mümtenîlerin yönettiği tâğutî devletlerde Müslümanların
sevip kendilerine bağlandıkları bir emîrleri ve bir cemaatleri bile
yoktur. Öyleyse hükmü vermek işi kime aittir? Allah Teâlâ: “Eğer
bilmiyorsanız ilim ehline sorun”391 buyurmaktadır. Allah (c.c.) ilmi ve
ilim ehlini övmüş ve bilmeyen kimselerin ilim ehline sormasını emretmiştir.
Böylece mürted mümtenî tâğutların yönetimde olduğu
ve küfür üzere hükmettiği ülkelerde “kadı”, “müftü” veya emir
yahut cemaatin bulunmaması sebebi ile hükmü, bu saydıklarımızın
dışında, bilinen ve tekfir kurallarını bilen, bu işin ilmine vâkıf
olan bir ilim sahibi tarafından verilmelidir.
Hak Edeni Tekfir Etme Gereği
Tekfir: Söylediği bir söz ya da sergilediği bir davranış nedeniyle,
birinin İslâm Dini’nden çıktığını söylemeye ve bunu bir hüküm
olarak kabul etmeye “tekfîr”denir.
Burada belirtilmesi gereken bir konu da, küfrünü açıktan ilan
edenleri bir endişe duymadan küfürle damgalamamızın gereğidir.
Buna karşılık; içlerinde iman olmasa da, dışlarında İslâmî bir
görüntü oluşturanlardan
el çekmeli, dilimizi tutmalıyız. Bu gibi
kimseler İslâm örfüne
göre ‘münâfık’tırlar. Dilleriyle iman ettik
derler kalpleriyle inanmazlar. Ya da yaptıkları söylediklerini
tasdik
etmez. Dış görünüşlerine bakılarak onlara
da müslümanlara
uygulanan hükümler tatbik edilir. Ahirette ise içlerindeki küfür
sebebiyle esfel-i safiline yuvarlanırlar.
İrtidâd, akıllı ve bâliğ kimsenin zorlama olmadan İslâm dinini
fiil, söz veya inanç bağlamında terk etmesiyle gerçekleşir. Delinin,
aklı ermeyen çocuğun ve mükrehin/zorlananın dinden dönmesi
geçerli değildir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Üç kişiden hesap sorma kaldırılmıştır: Aklını kaybetmiş kimse akıllanana
kadar; uyuyan uyanana kadar ve çocuk, bulûğa erene kadar. Bu üç zümreden
kalem kaldırılmıştır ve yaptıklarından sorumlu tutulmazlar.” 392
Kişinin sözlü, fiilî veya itikadî olarak gerçekleştirdiği davranışının
dinden çıkmayı gerektirdiğini bilmesi ve bunu bilerek yapması
gerekir. Hatta İmam Şâfiî’ye göre, kişinin bu işi bilerek yapması da
391 16/Nahl, 43; 21/Enbiyâ, 7
392 Ebû Dâvud, Hudûd, 17; Tirmizi, Hudûd,1; Nesâi, Talak, 21; İbn Mâce, Talak, 15
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 118 -
yetmez, dinden çıkmaya niyetlenmesi de gerekmektedir. Çünkü
ameller niyetlere göre değer kazanır. 393
Tekfirciliğin Sebepleri
Özellikle, düzenin din kurumu Diyanet’in ve liderleri dışarıda
olan büyük cemaatlerin temsil ettiği ılımlı İslâm anlayışına ve
televizyon müftülerine haklı olarak tepki gösteren bazı gençler,
çözümü hakları olmadığı halde tekfircilikte aramaktalar. Tekfirciliğin
birçok sebebi vardır. Bunlar içinde grup taassubu ve üstü
örtülü olsa da kibir ön sırada yer alır. Sadece kendisinin ve içinde
bulunduğu grubun cenneti hak ettiğini, kendini Müslüman sayma,
diğer fertlerin ve cemaatlerin tümüyle bâtıl yolda olduğunu
ve cehennemi hak ettiğini değerlendirme yatmaktadır haksız
tekfirciliğin kökeninde. Sanki cennet çok küçüktür, başkaları da
cennete gitse kendisine yer kalmayacaktır ve Allah’ın rahmetini
sanki o dağıtmaktadır. Yetersiz Kitap-Sünnet bilgisi, İslâmî eserlerin,
özellikle tevhidî mesaj veren yazarların yanlış yorumlanması
ve yüzeysel değerlendirmeler de bu sebepler arasındadır.
Bir yanlışa karşı çıkmanın onlarca yolu vardır. İslâm’ın onaylamadığını
düşündüğümüz bir söz ya da davranışın ve bunların
sahibinin eleştirilmesi için tekfir dışında lügatlerde yüzlerce kelime
bulunabilir. Kaba kuvvet nasıl acziyetin ve aşağılık duygusunun
göstergesi ise, haksız tekfir de aynen öyledir. Fikre fikirle
karşı çıkmak gerekirken, karşı tarafın delillerinin çok daha güçlü
delillerle çürütülmesi gerektiği halde, damgalandırıp yargısız
infaza başvurmayı tercih eder tekfirci. Haksız tekfir; ucuzculuktur,
ithamdır, sûi zandır, önyargıdır, toptancılıktır, süpürücülüktür.
Haksız tekfir taraftarının gözünde iki renk vardır: Beyaz ve siyah.
Beyaz, üzerine hiç toz konmayan bembeyazdır; siyah da kapkaradır.
Tekfircinin mantığı “ya hep ya hiç” şeklinde formüle edilebilecek
kumarbaz mantığıdır. Tabii haksız tekfirin neticesi görevden
kaçmadır, tekfir edilen grup ve şahıslarla bağları koparmak, onları
aşağılayıp tebliğ ve dâveti onlara götürme ihtiyacı duymamaktır.
Haksız tekfir, genellikle psikolojik rahatsızlıkları üzerinde barındıran,
kişiyi diğer insanlardan soyutlayan, daireyi küçülte küçülte
kendisi gibi inananları bile kâfir saydıran anormal tipler oluşturur.
Cemaat ve cemiyetler, birbirlerine çevirdikleri eleştiri oklarını
önce kendi nefislerine ve gruplarına çevirmelidir. Tevhide
393 Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1; Itk 6, Menâkıbu’l-Ensâr 45, Talâk 11; Eymân 23;
Müslim, İmâre 155; Ebû Dâvud, Talak 11; Nesâî, Tahâre 59, Talak 24,
Eymân 19; İbn Mâce, Zühd 26; Abdülkadir Udeh, et-Teşrîu’l-Cinâiyyü’lİslâmî,
2/719
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 119 -
duyarlı cemaatleri ve onlara mensup olan fertleri barıştırmalıyız.
Muvahhid mü’minler ve cemaatler, birbirine haksız olarak yönelttiği
ağır eleştiri ve tekfir oklarını, grup farkı gözetmeksizin tüm
mü’minlere düşmanlık yapan güçlere yöneltmelidir. Müslüman
gruplar birbirlerini tekfir ederken, İsrail’i, Amerika’yı ve onların
dostu konumundaki başlarındaki tâğutları, İslâm’a açıkça düşmanlık
yapan egemen güçleri unuttuklarının farkında bile değiller.
Kardeşliğin gereği, karşımızdakini yanlışlardan kurtarmaktır;
tekfirciliğin gereği ise onu küfre nisbet edip onunla ilişkileri kesmek
ve onu yanlışlarıyla baş başa bırakmak ve hatalarının daha
da keskinleşmesi için zemin hazırlamaktır. Haksız tekfir, en büyük
iftiradır. Kul haklarının, hakkı gasbetmenin en büyüğüdür.
Açıkça küfrü ispatlanamayan kimselerin şahit olduğumuz
itikadî yanlışlarını düzeltmeye çalışmak yerine, onları bulundukları
yanlışlarla baş başa bırakmak, hatta sert ithamlar ve yanlış
damgalandırmalarla Müslümanların arasını bozmak, farkında olmadan
ifsadçı olmaktır. Hâlbuki Kur’an, mü’minlerle ilgili bir haber
geldiğinde onu hemen kabullenmemeyi, doğruluğunu tahkik
edip araştırmayı emrediyor. Mü’minlerin arasını ıslah etmeyi emrediyor.
“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun
doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz
de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” 394; “Eğer mü’minlerden iki grup
birbirleriyle vuruşur savaşırlarsa aralarını düzeltin. Şâyet biri ötekine saldırırsa,
Allah’ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer
dönerse artık aralarını adâletle düzeltin ve adâletli davranın. Şüphesiz ki
Allah, âdil davrananları sever. Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin
arasını düzeltin ve Allah’tan korkun, umulur ki merhamete
ulaşırsınız.” 395
İnanılıp kabul edilmesi gereken esaslar, Kur’an’ın inanç konusundaki
kesin hükümleridir; kelâmî konular ve şahıslara, mezhep
ve cemaatlere göre değişen yorumlar değildir. Reddedilmesi gereken
esaslar, falan veya filan mezhebin ya da cemaatin tartışılabilecek
görüşlerinden önce, “lâ” diye kestirilip atılması gereken
tâğûtî anlayışlar, şirk ve küfür olduğu kesin olan görüş ve yaklaşımlardır.
Tüm müslümanları bağlaması yönüyle iman ve küfür
konuları (yani bir kimseyi mü’min kabul etmek veya onun müşrik
olduğuna hükmetmek), beşerî görüşlere dayanmamalı, göreceli
ve tartışmalı konulardan, mezhebî ictihad ve kelâmî değerlendirmelerden
uzak olmalıdır. Vahye dayanan ve Kur’an ilkelerinin temel
alındığı ilkelerdir bizim söylemek istediğimiz.
394 49/Hucurât, 6
395 49/Hucurât, 9-10
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 120 -
Bugün nice insan, cemaatinin, ağabeylerinin veya okuduğu kitapların
etkisiyle farklı insanları kolayca tekfir edebiliyor. Bir kimse,
Kur’an’ın kesin bir hükmünü yalanlamadığı müddetçe, inkâr
etmediği veya Allah’a kesin şekilde şirk koşmadığı müddetçe o
kimsenin tekfir edilmesi yanlıştır. Bir davranışın küfür olması, o
işi yapan tüm insanların kâfir olmasını gerektirmez. Mesaj verme
ve inanç konularına dikkat çekmeyi amaçlayan söz veya yazılardan
yola çıkarak bir müslümanı tekfir etmek, kesinlikle yanlıştır.
İslâm’ın kesin hükümlerinden (zarûrât-ı diniyeden) ya da Kur’an
âyetlerinden birini inkâr eden bir kimse, kendisine bu hususlar
tebliğ edildiği ve o kimsenin câhilliği giderildiği halde, bile bile
inkâra devam ediyorsa ve bu inkâr ettiği husus, tartışmalı bir husus
da değilse, ancak o kimseye “kâfir” denilebilir, o kimse tekfir
edilebilir. Câhilliğin de İslâm’ın hâkim olmadığı ve insanlara
doğru bir dinin anlatılmadığı toplumlarda mâzeret olabileceğini
düşünüyorum. Yani, yeterince okumadığı için İslâm’ın bazı hassas
konularını bilmediğinden yanlışlıkla, küfür olduğunu bilmeden
bir söz söyleyen veya böyle bir davranışta bulunan insanın da
tekfir edilmemesi gerekir. Böyle kimselere anlatabilme imkânımız
varsa doğru dini onlara anlatmak ve tüm şüphelerini gidermek
gibi görevler yapıldıktan sonra, yine bile bile Kur’an’ın hükümlerinden
birini reddediyorsa o kimseyi ancak o zaman tekfir edebiliriz.
Şahsî yorumlarla iman esaslarını birbirine karıştırmamalı,
müslüman olmak ve müslüman kalmak için şart olan esaslar ile
bunların yaşanılan ortamda ne anlama geldiği konusuyla ilgili yorumları
ayrı ele almalıyız. Birincisinin tartışılması bile câiz olmayan
mutlak hakikatler olduğu, ikincisinin yani yorumların ise, ictihadî/
beşerî/zannî/göreceli doğrular olduğu bilinmeli ve bütün müslümanların
bu beşerî yorumlara aynen katılmaları mecbur tutulup,
katılmayanların tekfîr edilmesine gidilmemelidir. İnanç esasları;
kaçınılmaz olan farklı mezhep, görüş ve akımların kendi doğrularını
tüm müslümanlara dayatmaları için bir araç haline getirilmemelidir.
Öğrenilen iman esaslarının temel ilke olarak kabulü onlara
şeksiz iman edilmesini doğuracağı gibi, yaşanılan hayatın bu
ilkelerle bağlantısı ve bu esasların sosyal hayata nasıl geçirileceği
üzerinde ise ister istemez beşerî yorumlar ve metod farklılıkları
olabilecektir.
İslâm Akaidi, beşerî görüşlere ve şahsî anlayışlara değil; vahye
dayanır. Kimsenin şahsî yorum ve kanaatleri, hevâ ve hevesleri
akaidde bağlayıcı olamaz. İtikadı belirleyen ölçülerin tek kaynağı
vahydir. Vahy olduğu tartışılan veya mânâsı farklı anlaşılmaya müsait
olan hükümler bile akaid için kesin ölçü olamaz. İslâm inanç
esasları, delâleti ve sübutu kat’î olan vahyin itikadî hükümleridir.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 121 -
Kesin doğru, mutlak doğru olan hükümler, tüm müslümanların
kabul etmek zorunda olduğu vahyin hükümleridir.
Kimse bir şahsın ictihadını ya da kendi anlayışını, beşerî bir yorumu,
başka insanlara inanç esası olarak dayatma hakkına sahip
değildir. Mânâya delâleti zannî olan şahsî açıklama veya yorumu
kabul etmeyenleri tekfir etme hakkına hiç kimse sahip değildir.
Delâleti ve sübutu kat’î olan vahyin hükümleri mutlak doğrulardır.
Bu doğrular, kişilere, zamana ve coğrafyaya göre değişmez.
Bunun dışındaki doğrular, nisbî (göreceli) doğrulardır. İctihadî hükümler,
şahsî yorum ve tefsirlerdeki doğrular, zannî ve tartışmalı
doğrular sınıfına girer. Bunlar tüm müslümanları bağlayıcı olamaz.
Dolayısıyla, içinde şüphe bulunan zannî, göreceli, değişken beşerî
doğrularla; yani zayıf delillerle hiçbir mü’min tekfir edilemez.
Halkın önemli bir kesiminin (namazla irtibâtını kesmeyenlerin)
câhil de olsa Allah’ı ve Rasûlünü seven, bildikleri kadar da yer
yer müslümanca yaşayan, ama yeterince dini kendi öz kaynağından
(Kur’an’dan) öğrenmediği için bazı yanlışları ve ihmalleri olan
günahkâr Müslümanlar olduğunu ifade edebiliriz. Halka, özellikle
kıble ehline, yani farklı yorumlara sahip namaz kılanlara açıkça
bir küfür sözü ve davranışına şahit olmadığımız müddetçe hüsn-i
zanla yaklaşmalıyız.
“Kim lâ ilâhe illâllah der ve Allah’tan başka mâbudları reddederse, Allah
onun malını ve kanını haram kılar. (Samimi olup olmadığı) meselesi
Alah’a aittir.” 396; “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in,
O’nun elçisi olduğuna şehâdet ederek Allah’a kavuşan kimse cennete
girecektir.” 397
Ama, konuyu sadece “Lâ ilâhe illâllah” diyen kimsenin Cennete
gireceği”ni müjdeleyen bu tür hadis-i şeriflerle değerlendirmek
de yanlıştır. Bu hadis sahihtir, sahihtir ama, bir hadis veya âyet, en
doğru şekilde Kur’an bütünlüğü ve diğer sahih hadisler ışığında
anlaşılabilir. Lâ ilâhe illâllah dediği halde, İslâm’a düşman olan,
Kur’an’ın kesin hükümlerini bile bile inkâr eden, (sözgelimi hanımların
tesettürüne düşmanca tavırlar takınan) nice insan, nice
bilinçli kâfir vardır. Formalite icabı tevhid kelimesini söylemeleri,
onları kurtarabilir mi? Putlara tapan, tâğutları bilinçli olarak destekleyen
veya kendileri tâğutluğa soyunan şeriat düşmanlarının
Müslüman olduğu iddia edilebilir mi; sadece lâ ilâhe illâllah diyecekler,
ama her türlü küfrü benimseyecekler, gâvur gibi inanıp
396 Müslim, İman 37, hadis no 23
397 Kenzü’l Ummâl, naklen Şamil İslâm Ansiklopedisi, 3/340; Benzer bir
rivâyet için Bk. Nesâî, Amelu’l-Yevm ve’l-Leyleti; K. Sitte, 17/492
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 122 -
gâvur gibi, kâfir gibi yaşayacaklar, sadece bir sözle kurtulup cennete
gidecekler… Bu iddia edilebilir mi? Bu takdirde Kur’an hükümleri
boşuna, Müslümanların inançlarını korumak için bunca
zahmetleri, ibâdet ve gayretleri gereksiz olmuş olmaz mı? Sadece
bir kelimeyi söylemekle iş bitecekse, dünyada Müslüman sayılmak
ve âhirette cennete gitmek mümkün olacaksa, Müslümanca inanıp
yaşayanlar enayi olmuş olmazlar mı?
Biz, şahısların zâhirine, görünüşüne değer verir, görünüşüne
göre hükmederiz. Dinde, yani din tercihinde, iman meselesinde
zorlama yoktur. Ama hukukî meselelerde elbette zorlama olacaktır.
Önüne gelene, ‘kâfir’ damgası vurmak demek olan “tekfir
hastalığı”na düşmemek, rastgele câhil müslümanlara ‘mürted’
mührü vurmamak gerekir. İnsanların yetişme tarzı, bilgilerinin azlığı,
o bilgileri kullanma tavrı, İslâm’ı öğrenme kaynakları gözönüne
alınmadan ‘tekfir’ etmek çok yanlıştır. Bir müslümanı onu dinden
çıkaran davranış ve söz üzerinde bulursak, onun yanlışlığını
düzeltmeye çalışmamız gerekir. Rastgele ‘kâfir’ damgası vurmak
hem görevimiz değil, hem de müslümanların sayısını azaltmaktır.
Sayımızın azlığı ancak düşmanlarımızı sevindirir.
Günümüzde Batılı ülkelerin ulaştığı zenginlik ve kalkınma,
birçok zayıf imanlı müslümanı onlara hayran ediyor. Bir kısmı da
onların İslâm’a uymayan fikirlerini, hayat şekillerini benimsiyor,
onlar gibi olmaya çalışıyor. Bu, gerçek İslâm’ı gereği gibi bilmemenin
ve ona imanın zayıf olmasının bir sonucudur. Bazı müslümanlar
da, yönetildikleri rejimler tarafından İslâm dışı ideolojilere,
uyguladıkları eğitim, medya ve devlet politikasıyla inandırılmaya,
İslâm’dan koparılmaya çalışılıyor.
Bugün yapılması gereken, ‘falanca adam küfür sözü söyledi
ve mürted oldu, ona hangi ağır cezayı verelim?’ diye fetvâ arayışı
değil; İslâm’ın, güzellikleri ve kurtuluş yolu olduğunu en güzel
yolla bu tür insanlara ulaştırmak, hatayı biraz da kendimizde arayıp
zayıf müslümanların dinden uzaklaşma sebeplerini azaltmaya
çalışmaktır. Haksız ve gereksiz tekfîr mantığı, adâletsiz ve kolaycı
bir davranıştır. Hiçbir yararı da yoktur. 398
Şirk ve küfür olarak haklarında çok net bir hüküm olmadığı
halde, biz Kur’an’ı ve sünneti kendi bilgimiz ve tevhid anlayışımızla
yorumlayıp bir konu hakkında şirk ve küfür hükmünü verebilir
miyiz? Eğer böyle bir konunun şirk olduğuna hüküm veriyorsak,
398 Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y., s. 459
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 123 -
onu her nasılsa işleyen kimsenin, gerekçelerini, bu konudaki nassların
kendisine ulaşıp ulaşmadığını, ulaştı ise onlardan nasıl bir
anlam çıkardığını, bize göre geçersiz de olsa te’vil yapıp yapmadığını,
başka bir mâzeretinin olup olmadığını değerlendirmeden
tekfir edebilir miyiz?
Bir kimseyi tekfir etmek, ne demektir? Kendisine selâm verilemeyecek,
dostluk ve samimiyet kurulamayacak, gönülden sevilemeyecek,
kız alıp verilemeyecek, ortaklık gibi yakınlık isteyen
ilişkilere girilemeyecek, cenazesine katılınamayacak ve evliyse
eşiyle nikâhı düştüğünden devamlı zina ediyor hükmü verilecek,
âhirette de sonsuz bir şekilde ceza çekecek, ebedî cehennemde
kalacak şeklinde bir hüküm verilmiş olmaktadır. Böyle bir hüküm
öyle alelusûl verilemez. Bir kimseye “kâfir” demekten daha küçük
bir isnad olan meselâ “fâhişe” demek, hangi şartlarda mümkündür?
Kendimizle birlikte üç güvenilir müslümanın da apaçık şekilde
zina fiilini işlerken görmediğimiz ve hepimizin şahitlikte ısrar
etmeyeceği bir durumda “fâhişe” demenin dünyada bile cezaya
çarptırılacağı sözkonusudur. Meselâ, bir adamın diğer bir adamı
öldürdüğüne şahit olsak, bu adamın hangi şartlarda o suçu işlediği,
olayın içyüzünde başka ne tür durumlar olduğu uzun uzadıya,
şahitlerle, savunmalarla ortaya konulur, uzunca mahkemesi sürer
ve sonunda onun suçlu olup olmadığı da bizim tarafımızdan değil,
hâkim tarafından karar verilip hükme bağlanır. Öyle bir durumda
bile İslâm’ın hâkim olmadığı topraklarda had dediğimiz ağır
cezalar uygulanmaz. Çünkü ortam, haramları işlemeye çok elverişlidir.
Haramlara ve küfre gidecek yollar (İslâm devleti olmadığı
için) tıkanmamıştır. Bu hükmün ağırlığından dolayı siz de bilirsiniz
ki, Rasûlullah, bunun çok sorumluluk isteyen bir hüküm olduğunu
belirtir:
“Bir kimse diğer bir kimseyi fıskla veya küfürle itham etmesin. Aksi
takdirde, itham edilen arkadaşında bunlar yoksa, kelime (itham ettiği sıfat)
kendine döndürülür.” 399
“Bir kimse diğerine, ‘kâfir’ dediği zaman, bu ikisinden biri kâfir olur:
Eğer dediği kimse kâfir ise, adam doğru söylemiştir; yok eğer ona dediği
gibi değilse, ona söylediği küfür sözü kendine döner (söyleyen kâfir olur).”
400
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” 401
399 Buhârî, Edeb 44
400 Buhârî, Edeb 73; Müslim, İman 111
401 Buhârî, İlim 11; Müslim, Cihad 5
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 124 -
Bu hadisler, aslında normal şartlarda bile kişinin birini tekfir
etme hususunda çok ölçülü olması gerektiğini bildirir. Günümüzdeki
gibi her şeyin anormalleştiği, hakkın bâtıl, bâtılın hak diye
öğretildiği, anlatıldığı, yaşandığı bir toplumda tekfir konusuna
daha fazla ihtiyat gösterilmelidir.
Kur’an’da şirk ve küfür olarak açıklanan, puta tapmak gibi
çok net çirkinliklerle ilgili hususlar elbette böyle değildir. “Biz, sizlerden
ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız…”402 Bu ve
benzeri âyetler, kesin küfür fiilleri hakkındadır. Gerçekten, apaçık
bir şekilde Allah’ın dışında bir tapma olayı olunca bu hükmü
verebiliriz. Onun dışında, küfür olup olmadığı konusunda İslâm
âlimlerinin ve ümmetin ittifak etmediği konularda biz kendimiz
o olayın küfür olduğuna dair delillerimiz çok kuvvetli olduğu zaman
bu fiilin küfür olduğunu kabul edebiliriz. Ama bu durum,
bize bu küfrü işleyenleri hemen tekfir etmemiz hakkını vermez.
Evet, Peygamberimiz’in hadislerinde de çokça yer aldığı gibi, nice
küfür ve şirk vardır ki, sahibini kâfir ve müşrik yapmaz. Nice hadiste,
“şunu yapmayan bizden değildir, mü’min değildir, iman etmiş
olmaz” denildiği halde, o işi yapmayanı hiçbir İslâm âlimi tekfir
etmemiştir. Meselâ, hiçbir imizin kendimiz için istediğimiz her şeyi,
başka bir mü’min kardeşimiz için de istememiz, onu kendimize
her konuda tercih etmemiz gücümüzü aşan bir husustur. Ama bu
durum hadis-i şerifte “iman etmiş olmaz” ifadesiyle bildiriliyor.
Nifak alâmetleri konusunda da hüküm böyledir.
Yine, küfrünü apaçık ortaya koymayan, ama içten içe İslâm’a
ters inançlara sahip olan kişileri, zâhiren şehâdet kelimesi getirip
namaz gibi sâlih ameller de yapıyorlarsa, bunları tekfir etmeyi
Allah Rasûlü yasaklamış, şehâdet kelimesi getiren kimsenin öldürülmesine
çok şiddetli tepki göstermiş ve “kalbini yarıp baktın mı?”403
diyerek zâhiren Müslümanlığına hükmedilmesini istemiştir. Eğer
her kâfirin mutlaka kâfir olarak bilinip hüküm verilmesi gerekseydi,
Peygamberimiz’in, vahiyle kendisine bildirilen münâfıkları
ümmetine bildirmesi ve onların da o kişileri mü’min kabul etmemelerini
istemesi gerekirdi. Hâlbuki ashâbdan Huzeyfe’ye (r.a.)
(kimseye söylememesi şartıyla, sır olarak bildirmesi) hâriç, hiç kimseye
onların kâfir olduğunu bildirmemiş ve ashâbın onlara Müslüman
muâmelesi yapmasına rızâ göstermiştir.
Bir kimsenin kâfir olduğuna kim karar verebilir? Böylesine
402 60/Mümtehine, 5
403 Buhârî, Diyât 2; Müslim, İman 158, hadis no 96; Ebû Dâvud, Cihad 104, hadis
no 2643
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 125 -
önemli ve bumerang gibi hükmün tekfir edenin kendine dönme
ihtimali yönüyle riskli kararı sıradan herhangi bir mü’min verebilir
mi? İhtilâfsız, te’vil edilemeyecek tarzda kesin ve net konuların dışında
herhangi bir mü’minin böyle bir karar veremeyeceğini söyleyebiliriz.
Bugün bizim derdimiz, uğraşımız ona buna kâfir damgası
vurmak olmamalı, doktorluğa (gönül hekimliğine) soyunmak
olmalı. Doktor, hastasını tedavi etmeye çalışır. Ona kızmaz, ona
düşman olmaz, ona acır. Teşhiste bulunur, ama yine de şüpheyi,
ihtiyatı elden bırakmaz. O yüzden tıp biliminde yılan simgedir. Yılan,
niye tıpta simge kabul edilmiştir? Yılanın çok şüpheci bir yaratık
olduğundan dolayı; tıp adamı da şüpheci olmalı, teşhisinde ihtiyat
payı bırakmalı, bağnaz olmamalı, hemen kestirip atmamalı,
her ihtimalli şeyden şüphe edip teşhisini kesinleştirmek için tahlil,
röntgen vb. delillere mutlaka müracaat edip, teşhisindeki isabeti
devamlı kontrol etmeli, gerektiğinde teşhisini değiştirebilmelidir.
Birkaç tıp kitabı okuyan veya doktorların sohbetine katılıp onlardan
bir şeyler duyan bir kimse doktorluğa soyunabilir mi? Hele
(madden veya mânen ölümüne sebep olabilecek şekilde) ameliyatlık
hastalara neşter vurabilir mi? Doktorluk için şu kadar tahsil
ve tecrübe gerekiyor da, mânevî doktorlar için ilim gerekmez mi?
Bugün oy vermek, askere gitmek, çocuklarını gayri İslâmî
okullarda okutmak, az zararlı gördükleri bir partiyi desteklemenin
kesin hükmü gibi nice husus, emin, ehil ve muvahhid âlimlerin
fetvâya bağlamaları gereken konulardır. Günümüzde tekfir konusunda
da ihtilâf edilen birçok ictihadî durumlar vardır. Günümüzde
de tüm mü’minlerin otorite kabul ettiği her yönüyle güvenilir
bir müctehid olmadığı, şer’an fetvâsı tüm ümmeti bağlayacak bir
yetkin zât bulunmadığı için yapılması gereken, bu tür konularda
“ihtiyatlı bir tavır” takınmaktır. Böyle ihtilâflı, ama şirk ihtimali de
olan hususlarda ihtiyat iki şekilde olur: Birincisi, şirk olma ihtimalini
gözden uzak tutmamaktır. Binde bir ihtimalle bile olsa ihtiyatlı
olmak, o küfrü işlememek, ondan şiddetle sakınmak gerekir. Ve
o küfür olma ihtimali olan hususu işleyenlerle (tekfir etmeden)
ileri derecede samimiyet kurmamak, onlarla cemaat, sırdaşlık, akrabalık
ve muhabbetle yakınlık gibi ilişkilere gücümüz nisbetinde
girmemek gerekir. İhtiyatın ikinci şekli ise: Onların İslâm’ın hâkim
olmadığı câhiliye düzenlerinde yetiştiğini, bu konuları yeterince
ve ehil kabul ettikleri kişilerden duyup öğrenmedikleri, yeterli ve
yetkili kişilerin onlara doğru bir İslâm anlayışı vermedikleri vb. durumlardan
dolayı onların Allah indinde mümkün ki mâzur olabileceği,
bizim ise, böyle bir durumda onların kâfir ve müşrik olmama
ihtimali binde bir bile olsa onları tekfir ettiğimizde, binde bir ihtimalle
de olsa bizim kâfir olacağımız hesaba katılmalıdır.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 126 -
Bu durum, muvahhid mü’minlere çok iş düştüğünü gösteriyor.
Kâfir denilip onlarla tüm ilişkileri koparıp onlardan uzaklaşmak,
onlara tevhidi ve Kur’ânî hakikatleri tebliğ etmeden kendi
köşesine çekilmek herhalde dâvet usûlü açısından ve sorumluluk
bilinci yönüyle de doğru olmaz. Her iki yönüyle ihtiyat tavrı, ilişkilerimizde
tutarlı ve yeterli olmaya bizi mecbur eder. Böyle konularda
cesaret, ilimden değil; câhillikten ve mümkün ki, şeytanın
sağ taraftan yaklaşmasından meydana gelir. Biz insanlar arasında
hüküm vermek için dünyaya gelmedik. Kulluk görevimizi yapmaya
geldik. Bu kulluk içinde, tabii hakkı yaşayıp başkalarına da güzelce
tebliğ etmek de vardır. Unutmayalım; küfrü çok açık olanlar
dışında insanlara küfür damgası vurmayı emreden hiçbir âyet ve
hadis yoktur; ama bundan sakındıran nasslar vardır.
Demokrasiyi savunmak, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmemek
küfür olduğu gibi, böyle tâğutları veya tâğut adaylarını
desteklemek, küfrün kanunlarıyla hükmedeceği kesin olan
kimselere oy vermek de küfürdür. Ama bu küfür (günümüz şartlarını
ve dinin benzer konulardaki yaklaşımını hesaba kattığımızda)
insanı kâfir etmeyen bir küfür olabilir (“olabilir” diyorum; yani
olmayabilir de; iki yönden de ihtiyatlı hassâsiyetle yaklaşmak gerekir).
Kişiyi küfre götürmeyen küfür (el-küfrü dûne’l-küfür), kişiyi
müşrik yapmayan şirk de vardır. Riyânın şirk olduğu, fakat sahibini
müşrik yapmadığı gibi.
Tekfîr Konusunda Yetkili Merci
Tekfîrle ilgili soruşturma, yargılama ve ilgili işlemleri yürütme
mercii, kuşkusuz İslâm Devleti’nin makamlarıdır. Müslim iken,
gerek irtidad gerekse başka şekillerle küfür suçu işleyen kişi hakkında
işlem yapmak ve suçluyu cezalandırmak yalnızca İslâm devletinin
güvenlik ve yargı makamlarının yetkisindedir. Bu yetkiyi
şahıslar kullanamazlar. Günümüzde içinde yaşadığımız ülkenin bir
İslâm devleti olmadığına göre bu konuda daha fazla şey söylemek
gereksizdir.
Ancak irtidad veya küfrün herhangi bir şekliyle İslâm’dan
çıkmış olan kimse, Kur’ân’ın ve İslâm’ın bütünlüğüne inanan her
mü’min için büyük risk taşır. Bu nedenle Kur’ân’ın bütünlüğüne
inanan (mü’min) kişinin böyle bir toplum içinde çok dikkatli yaşaması
gerekmektedir. Şu var ki, mü’min insan, ne kadar dikkatli
yaşamaya özen gösterirse göstersin, böyle bir ortamda, içinden çıkamayacağı
sorunlarla karşılaşabilir ve fiilen karşılaşmaktadır. İşte
tekfîr suçlaması, dâru’l-harp anlayışı ve Cuma namazının kılınıp
kılınamayacağı tartışmaları bu sorunun sonuçlarındandır.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 127 -
Çünkü bu sorunlar, esasen, -Türkiye’de yaygınlaşan- üç yapay
bâtıl din ile İslâm arasındaki çatışmalardan kaynaklanmaktadır.
Bu üç din, tekrar edelim ki, “Popüler Türk Müslümanlığı” (câhil
halkın dini), “Alevîlik” ve “resmî Türk Dini” (Atatürkçü, laikçi, Batıcı
devlet dini)dir. Mü’min kişi, İslâm ile bu üç yapay dinin çatışma
ortamında âdeta kilitlenmektedir. O kadar ki mü’min ile bu üç
dinin bağlıları zaman zaman birbirlerini hiç anlayamayacak kadar
sıkıntı çekerler. Örneğin, “helâl, haram, farz, vâcip, sünnet,
gayb, vahy, tâğut, şirk, küfür, ilhâd, nifak, irtidâd, zendeka ve
bid’at” gibi kavramlar hakkında bir laikçi, bir komünist, bir halk
dini mensubu, bir Alevi, bir mistik ne kadar doğru bilgiye sahiptir?
Türkiye’deki sayıları bugün elli altmış milyonu aşan bu insanlar,
yaşamları boyunca İslâm’a ait bu gibi terimleri doğru tanımlarıyla
birlikte bir kez bile duymamış olabilirler. Bu ihtimal çok büyüktür.
Üstelik bu ülkede devleti hep bu câhiller yönetmektedir. Hâlbuki
mü’min kişi bunların din ve düşünceleri hakkında ister istemez
epeyce bilgilere sahiptir. Çünkü bu bilgi, kültür ve âyinlerin çoğu
zararlı olmasına rağmen okullarda zorla okutulup uygulatmakta
ve mü’min ailelerin çocukları bu zararlı bilgileri ve puta tapma
törenlerini not ve diploma için öğrenip uygulamak mecburiyetinde
bırakılmaktadırlar! Mü’minler, bu büyük riske karşı önlem
alabilmek kaygısıyla da olsa sözü edilen üç din hakkında ister istemez
bilgi sahibi olmaktadırlar. Dünyanın başka yerlerinde de
mü’minler bu kaygı ile hareket ettikleri için o bölgelerdeki sapkın
inanışlar zamanla büsbütün ayrışarak bağımsız birer din haline
gelmişlerdir. Nitekim Dürzülük, Nusayrîlik, İsmailîlik, Babîlik,
Kadyanîlik ve Bahaîlik bu sayede İslâm’dan ayrı birer din olduklarını
zamanla ilân etmek zorunda kalmışlardır.
Bilgisiz kalabalıklar tarafından İslâm’la karıştırılabilen bu yapay
dinlerin kalabalık bağlıları arasında, mü’min kişi şu üç şeyden
birini seçmek zorundadır:
a) Takiyye yaparak iki veya üç dinli yaşamayı kabul edecektir
ve bu sûretle İslâm’dan çıkacaktır,
b) Toplumdan tamamen soyutlanacaktır,
c) Diğer dinlerin baskısı altında kalan inançlarını ve İslâm’ın
değerlerini savunmak zorunda kalacaktır.
Üstelik bu üç tercihten hiçbir i, mü’min kişinin sıkıntılarını ve
sorumluluklarını ortadan kaldırmamakta, onu siyasal ve ideolojik
tehlikelere karşı koruyamamaktadır.
Bu nedenle şirk suçunun çok yaygın biçimde işlendiği Türkiye
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 128 -
gibi ülkelerde “mü’min kişi nasıl yaşamalıdır, ne yapmalıdır, küfre
düşmemek için nasıl korunmalıdır ve onu bunu sık sık kâfirlikle
suçlamaması için nasıl bir çözüm bulunmalıdır?” gibi sorular oldukça
büyük önem taşımaktadır. Çünkü insanlar pervasızca İslâmî
değerleri çiğneyerek dinden çıkarken, başkalarını da ilgilendiren
hukukî birçok sorunun ortaya çıkmasına da neden olmaktadırlar.
Yani çok açık şekilde başkalarının haklarını çiğnemektedirler. Bu
gibi durumlarda, “herkes inancında serbesttir, devlet laiktir, hiç
kimse başka birine dinî baskıda bulunamaz, bakın işte camiler açık,
herkes serbestçe ibâdetini yapıyor” gibi istismara ve kandırmaya
yönelik sloganlardan yola çıkıp sanal mâzeretlere sığınarak kimse
mevcut tecavüzleri örtbas edemez. TC yasaları da bu konularda
mü’minlerin uğradığı haksızlıkları önlemekten son derece uzaktır.
Hatta bu yasalar, mü’minlere ait hakların açıkça çiğnenmesini
özendiren veya en azından kolaylaştıran bir zihniyetle hazırlanmışlardır.
Bu gerçeği karşılaştırmalı çarpıcı örneklerle kanıtlamak
mümkündür.
Ancak bu konudaki örnekleri kavrayabilmek için öncelikle
İslâm’ın hak ile bâtılı, haram/yasaklı ile mubah/yasal olanı birbirinden
ayırırken nasıl bir hüküm verdiğini ve mü’min kişiye nasıl
bir sorumluk yüklediğini bilmek ön koşuldur. Türkiye toplumu, bu
ince noktadan tamamen habersizdir denebilir. Sorunların büyük
kısmı da işte buradan kaynaklanmaktadır.
Meselâ İslâm, alkollü içki içmeyi ağır suçlardan saymış ve yasaklamıştır.
Bununla birlikte bu suçu işleyen kimseyi kâfir olmakla,
dinden çıkmakla suçlamamıştır. Buna karşın, “alkollü içki içmek
suç değildir” diyen kimse (hayatında hiç alkol kullanmamış olsa
bile) İslâm’a göre derhal kâfir olur, bu dinle hiçbir ilişkisi kalmaz.
Ne var ki mesele bununla da bitmemektedir. Konunun ayrıca sosyolojik
bir boyutu daha vardır ve aslında büyük sorun buradan
kaynaklanmaktadır. Örneğin bir “vatandaş” mevcut kanunlardan
cesaret aldığı için, bu konuda sahip bulunduğu sözde özgürlüğünü,
Müslümanlara karşı, rahatça bir baskı aracı olarak kullanabilir
ve herkes tarafından duyulacak şekilde hiçbir neden yokken, şu
hakaretleri pervasızca savurabilir: “Ben özgürüm, burası Türkiye!
Alkollü içki içmek neden yasak olsun, kim bunları söylüyor?! Bunlar
gerici ve yobazdır, bu örümcek kafaları ezmek lâzım! Bunlar
hangi çağda yaşıyor?...”
Bilindiği üzere, adam öldürmek, zina işlemek, hırsızlık yapmak,
leş, kan ve domuz eti yemek, alkollü içki içmek, faizli muâmelede
bulunmak, israf etmek, kâfir kişi ile samimi olmak (örneğin, kendisine
oy vermek, düşünce ve kanaatinde onu desteklemek),
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 129 -
namaz kılmamak, Ramazan orucunu mâzeretsiz tutmamak, farz
olmuşken zekât vermemek ve hacca gitmemek gibi daha birçok
fiil, İslâm’da yasaklanmış ve ağır suçlardan sayılmıştır. Şu var ki,
(küfre götüren suçlar hâriç) bunların herhangi birini veya birkaçını
işlemekle Müslüman kimse (genel kanaate göre) dininden çıkmış
olmaz. Fakat Müslüman kişi bu suçlardan hiçbir ini bir kerecik
işlemese bile bunlardan birinin İslâm’da haram ve yasak olmadığını
eğer inanarak söylerse İslâm dini ile hiçbir ilişkisi kalmaz.
Bugün, Türkiyeli insanın, sonunu ve sonucunu hiç düşünmeden
sarf ettiği o kadar çok yakışıksız söz, sergilediği o kadar çok
çarpık davranış vardır ki, bunlar, aynı zamanda İslâm’a ve Müslümanlara
karşı ağır hakaret suçları oluşturmaktadır. Bu suçlardan
ise hukukî sonuçlar doğmaktadır. Üstelik tâğûtî yasalar bu sözleri
ve davranışları suç saymamaktadır. Peki, böyle bir toplumda
Müslüman kişi kendini nasıl savunabilecek, nasıl koruyabilecektir?
Binlerce insan tarafından hemen her gün sıkça tekrarlanan
o kadar çeşitli sorgulama, eleştiri, demeç ve açıklamalar vardır ki,
bunlar İslâm’a ve Müslümanlara büyük hakaretler içermektedir.
Meselâ aşağıdaki örnekler çok çarpıcıdır:
Türkiye toplumu, son yıllarda çeşitli dinsel ve ideolojik doğrultularda
belirgin gruplara ve kamplara ayrışmıştır. Bu kamplar
arasında Türkçe konuşmaktan başka hemen hemen hiçbir ortak
payda bulunmamaktadır.
Kur’ân’ın bütünlüğüne inanan mü’min bir kişi; şirk davranışları
içinde bulunan, bile bile küfür sözleri sarf eden veya Allah’a,
Peygambere, Kur’ân’a dil uzatan ya da Kur’ân’ın içeriği üzerinde
spekülasyon yapan ya da helâl şeyi haram, haramı da helâl
diye niteleyen bir kimseyi asla Müslüman sayamaz. Çünkü İslâm
dini adına onun böyle bir yetkisi yoktur. Dolayısıyla (İslâm devlet
mekânizması bulunmadığına göre) kişisel olarak elverdiği kadar
(kendi özgürlüğü ve güvenliği açısından) mü’min kişi, şu önlemleri
almak durumundadır:
1) Eşi ise, bu olaydan sonra nikâhının çözüldüğüne inanmak
zorundadır. Onunla artık karı-koca ilişkisini sürdüremez (Eşi yeniden
İslâm’a dönerse, nikâhını yenilemelidir),
2) Velisi ise, üzerindeki velâyet hakkı düşmüş olur,
3) Mü’min kişi, -böyle bir kimse ile herhangi bir bağı bulunsun
veya bulunmasın- onun kestiği hayvanın etini yiyemez,
4) Onunla herhangi bir ortaklık kuramaz,
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 130 -
5) Şahitliğini kabul edemez,
6) Vasiyetini yerine getiremez,
7) Günahlarının bağışlanması için Allah’a duâ edemez,
8) Cenazesini İslâmî usûllere göre teşyî edemez,
9) Onun mal varlığına vâris olup olmayacağı ise oldukça
ihtilâflıdır. Bu konuda uzmanlardan bilgi almak zorundadır.
Bir insanın, görüldüğü üzere, ağzından sorumsuzca savuracağı
birkaç söz ya da sergileyeceği bir davranış biçimi, inançlar açısından
başkalarına bu derece ağır yükler getirebilmektedir.
Bu sorun, en kısa tâbirle şudur: Kendini Müslüman sanan
milyonlarca insan, bu ülkede Kur’ân’ın bütünlüğüne inanan bir
azınlığı mutlaka ezip yok etmek için dinsel değerleri istedikleri
gibi yorumlamaya, çarpıtmaya, onlara saygısızlık etmeye çalışmaktadır.
Üstelik bu insanlar bununla da yetinmemektedirler.
Halktan bazılarının da desteğini aldıklarından, hem sayıca ezici
bir çoğunluğa sahip bulundukları için, hem siyasal, sosyal ve
ekonomik bakımdan egemen ve üstün konumda oldukları için
bu azınlığı kasıtlı şekilde tahrik etmeye de çalışmaktadırlar. İşte
tekfîrciliğin Türkiye’de hortlamasının temel nedeni budur. Çünkü
(popülist Türk muhafazakârlar, şirk içindeki mistikler, ırkçılar, aleviler
ve laikçi Atatürkçüler) eğer mü’minleri kışkırtarak, suç imal
ederek onları haksız çıkarmayı başarabilirlerse hem içeride, hem
de dış dünyaya karşı haklı olduklarını kanıtlayabileceklerdir. İşte
bu nedenle Türkiye’de, son yıllarda çok tehlikeli terör projeleri ve
komplo teorileri hazırlanmış ve uygulanmıştır. Hizbullah senaryosu
gibi... Öyle gözüküyor ki bundan sonra da bu denemeler devam
edecektir. Bahane ve suç adları da hazırdır: “Tekfîrci, bölücü,
terörist, Hizbullahçı, el-Kaideci...”
Bu gerçekler, hemen herkesin, aklını başına devşirmesini gerektirmektedir.
Eğer bu noktadan yola çıkılırsa vicdan sorumluluğu
bakımından herkese yöneltilecek insanî birtakım mesajlar bulunmaktadır.
Şimdi de bu mesajları “Tekfirin Şartları” kapsamında
iletmek gerekmektedir. 404
Mü’minlerin İnsanlar Hakkındaki Kanaati
Mü’minin, görünürdeki gerçeklerden hareket ederek toplumda
farklı davranış ve kanaatlere sahip insanlar hakkında
404 Ferid Aydın, Tekfir Kavramı Hakkında Çok Yönlü Bir İnceleme, Basılmamış
Çalışma
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 131 -
varabileceği yargı, en çok dört şekilden biri olabilir. Bunlar: Tahsin,
te’vil, tefsîk ve tekfir’dir. Bunların da anlamı şudur:
Tahsin
Tahsin: Bir şeyi uygun, normal, ya da güzel görmek demektir.
Bu fikrî değerlendirme, İslâm’ın emir ve yasaklarından hiçbir ini
açıkça çiğnemeyen kimsenin dengeli, mubah ya da takdir toplayıcı
olan davranışlarına ilişkin hüsn-i zandır, olumlu kanaattir. Bu
kanaat, ya tarafsızca olur, ya da bir beğeni duygusu olarak kalben
yaşanır. Mü’min kişi, bu çizgideki kimselerin sadece dış görünüşlerine
bakarak bu yargıya varmak durumundadır.
Te’vil
Yorumlamak, daha doğrusu şüpheli bir durumu kasıtlı yorumlamaktan
kaçınmaktır. Örneğin bir Müslüman, eğer İslâm’ın
ölçülerine aykırı bir düşünce ve inanca saptığını, şüpheli kişi ve
çevrelerle ilişki içinde olduğunu ya da suç ve günahlardan birini
işlediğini açıkça ortaya koymamışsa, yalnızca söylentilere dayanılarak
veya ihtimallerden hareket ederek onun aleyhinde bir değerlendirme
yapılamaz. Aksine bilgisizliğin, duygusallığın ya da
çeşitli yanlışlıkların, bu gibi söylentilere yol açmış olabileceğine
ilişkin yorumlarda bulunmak, daha doğru olur. İşte buna “te’vil”
denir.
İslâm tecessüsü yasaklamıştır.405 Mü’min kişi, mü’min kardeşinin
özel hayatını araştıramaz, araştırmayı bile düşünemez. Kişinin
suçu gizli kaldığı sürece o, yalnızca Allah’a (c.c.) karşı suçludur. Şu
var ki, bir müslümanın şüpheli durumu eğer başka bir müslamanın,
ya da İslâm ümmetinin hayatı, sağlığı, mutluluk ve başarısı
ya da maddî ve mânevî çıkarları açısından herhangi bir tehlikeyi
dâvet edici ihtimallerden biri olarak görünürse te’vil yolu burada
tıkanır ve bu ihtimal ciddi bir sorun olarak İslâm fıkhının birinci
derecede konusu olur.
Tefsîk
Tefsîk: Fâsıklıkla suçlamak demektir. Fâsıklığın anlamı şudur:
Müslüman kişinin, küfür ve şirk gibi İslâm’dan çıkmayı neticelendiren
ağır suçlar hâriç, diğer bütün günah, yasak ve çirkin iş ve
eylemlerden en az birini kanıtlanabilir şekilde işlemekle uğradığı
sâbıkalılık durumuna “fısk” ya da “fâsıklık” denir. Kur’ân-ı
405 Bk. 49/Hucurât, 12
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 132 -
Kerim’de münâfıklar406 ve kâfirler407 de fâsıklıkla nitelenmişlerdir.
Ancak fâsık, daha çok bir fıkıh terimi olarak sâbıkalı Müslümanlar
hakkında kullanılmıştır. Mü’min kişi, fâsık ya da (yaklaşık olarak)
aynı anlama gelen “fâcir” müslümanı içinden dışlayamaz. Onunla
ilişkilerinin nasıl olacağını ise İslâm fıkhı belirler.
Tekfîr
Tekfîr: Bir kimseyi kâfirlikle suçlamak demektir. İslâm
âlimlerinin, çok dikkatli olunması uyarısında bulundukları hususlardan
biridir. Bu nedenle büyüklerden birçok zevat: “Günah işleyen
hiç kimseyi kâfir diye suçlamayız” dememişlerse de, “her
günah işleyeni kâfirlikle suçlamayız” demişlerdir.408 Bunun anlamı
şudur: Müslüman kişi, işlediği hemen her günah sebebiyle kâfir
olmaz. Ama öyle günahlar, öyle suçlar vardır ki işlendiği zaman
(Allah korusun) İslâm Dininden çıkmak için yeterli bir neden oluşturabilir.
Bunların başında ise Kur’ân-ı Kerim’i bir bütün olarak
kabul etmemek, nass’la yasaklanmış olan bir şeyin yasaklığını tanımamak
ya da yasak olmayan bir şeyi yasak kabul etmek gibi
durumlar gelir.
Küfür çok ağır bir suç olduğu için mü’min kişi bu suçu işleyen
kimse hakkında kesin yargıya varmadan önce bu durumdaki insanın
gerçekten kâfir olup olmadığı hakkında duyduklarını ya da
gördüklerini tekrar tekrar gözden geçirmeli, gerekirse âlimlere
danıştıktan sonra bu konuda karara varmalıdır. Çünkü özellikle
mü’min kişi eğer babası, oğlu, karısı ya da kardeşi gibi yakınlarından
birini (sonradan) bu ağır suçun içinde görüyorsa İslâm
Fıkhı’na konu olan çok büyük bir sorunla karşı karşıya bulunuyor
demektir.409
Küfrün Kısımları; Büyük ve Küçük Küfür
Şüphesiz Kur’an ve sünnet terminolojisinde
“küfür” kelimesi
kullanılırken, dünya hükümlerine nispetle insanı dinden çıkaran
ve âhiret hükümlerine nispetle cehennemde ebedî kalmasını
gerektiren küfr-i ekber (büyük küfür) kastedilir. Ancak bazen de
kişinin cehennemde ebedî kalmasını değil, cehennem ile tehdit
edilmesini gerektiren ve onu İslâm dininden çıkarmayan küfr-i asgar
(küçük küfür) kastedilir. Bu küfür çeşidi ancak kişinin fâsıklık
ve isyankârlıkla
damgalanmasına sebep olur.
406 Bk. 63/Münâfıkun, 6
407 Bk. 9/Tevbe, 84
408 Ali bin Ebi’l-Izz ed-Dımaşkî, el-Akîdetu’t Tahâviye Şerhi, 2/434
409 Ferit Aydın, İslâm’da İnanç Sistemi, Kahraman Y., s. 335-336
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 133 -
Birinci anlamıyla küfür (yani küfr-i ekber), Hz. Peygamber’in
getirmiş olduğu dinden zarûri olarak bilinen her şeyi veya bunların
bazısını kasden inkâr etmek ve reddetmek demektir. İkinci
anlamıyla küfür (küfr-i asgar) ise Allah’ın emrine muhâlefet sayılan,
yahut onun nehyettiği yasakları işlemek suretiyle gerçekleşen
diğer günahları kapsamaktadır. İşte bu küfür çeşidi hakkında şu
hadisler gibi birçok hadis bize ulaşmıştır:
a- “Kim Allah’tan başkasına yemin ederse küfretmiş olur.” veya “şirk
koşmuş olur.”
b- “Müslümana sövmek fâsıklık, onu öldürmek ise küfürdür.”
c- “Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler olmayın”
d- “Babalarınızı reddetmeyin. Çünkü babalarınızı reddetmeniz
sizi
küfre götürür.”
Bizim bu tür hadisler hakkındaki değerlendirmemiz şöyledir:
Bu ve benzeri nasslarda vârid olan küfür, diğer bazı delillerden
dolayı, kişiyi dinden çıkaran küfür değildir. Çünkü ashâb da birbiriyle
savaşmıştı. Ama onlardan bazısı diğer bazısını tekfir etmiyordu.
Emiru’l-Mü’minin Ali bin Ebî Tâlib’den yakın olarak bize
ulaşmıştır ki, o, Cemel ve Sıffîn savaşlarında kendisiyle savaşanları
tekfir etmiyordu. Sadece onları
bağî/âsî sayıyordu. Şüphesiz Hz.
Peygamber’in Ammar’a söylediği şu hadis sahihtir: “Seni bağî bir
topluluk öldürecektir.”
Yine Hâricîler hakkındaki şu hadis de sahihtir: “Onlarla iki
tâifeden hakka yakın olanı savaşacaktır.” Gerçekten de onlarla
Hz. Ali
ve beraberindekiler savaşmıştı.
Yine Kur’ân-ı Kerim de birbiriyle savaşan iki taifenin mü’min
olabileceğini isbat etmiştir: “Mü’minlerden iki tâife birbiriyle savaşırsa...”
410 Ayrıca onlar arasında din kardeşliğinin devam ettiğini de
isbat etmiştir: “Şüphesiz mü’minler kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin
arasını bulup düzeltin.” 411
Şu hadis de bu hususu belirtiyor: “Kim (müslüman) kardeşine kâfir
derse...” İşte bu hadiste birbirlerine kâfir diyen iki müslümanın kardeş
olduğunu ve bu olayın müslüman ile kâfir arasında olmadığını
belirtiyor. Böylece de kardeşine
kâfir diyenin bu sözüyle İslâm dairesinden
dışarı çıkmadığına
delâlet etmektedir.
“Kim Allah’tan başkasına yemin ederse, şüphesiz küfretmiştir.” veya
410 49/Hucurât, 9
411 49/Hucurât, 10
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 134 -
“şirk koşmuştur”412 hadisi ile “kim bir arrâfa veya kâhine gider de onun
dediğini tasdik ederse, şüphesiz o, Allah’ın Muhammed (s.a.s.)’e gönderdiğini
inkâr etmiştir” 413 şeklindeki
hadis ve buna benzer hadisler de
yukarıdaki gerçeği ifade etmektedirler.
Geçmiş asırlar boyunca müslüman âlimlerden hiçbir i yukarıdaki
fiilleri dinden çıkaran ve İslâm’dan döndüren fiiller olarak saymamıştır.
Şüphesiz ki insanlar daima çeşitli zamanlarda Allah’tan
başkasına yemin ediyorlar, falcıları ve kâhinleri tasdik ediyorlardı.
Bu tür hareketleri yüzünden ilim ve din adamları onları yadırgıyorlar,
onların sapık ve fâsık olduklarını söylüyorlardı. Fakat onların
mürted olduklarına hüküm vermiyorlar, onları eşlerinden ayırmıyorlar,
onların cenazeleri üzerine namaz kılınmamasını veya
müslümanların kabristanında defnedilmesini nehyetmiyorlar. Bu
ümmetin,
dalâlet üzere icma yapmayacakları bize merfu bir hadis
ile ulaşmıştır.
İşte bu sebeple, İbn Kayyım bazı günahlara küfür itlak eden
birçok hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Burada kastedilen
şudur: Bütün günahlar küfr-i asgar nevindendir. Bu ise tâat ile
amel etmek olan şükrün zıddıdır. Çalışma (sa’y) ya şükürdür ya da
küfürdür (nankörlüktür). Üçüncü bir çalışma türü ne bundandır
ne de şundan.” 414
İkinci mânâdaki küfre, yani küfr-i asgara gelince, onun zıddı
da şükürdür. İnsan ya bir nimet için şükredici olur ya da hakkını
yerine getirmeyerek nankör olur. Allah Teâlâ insanın bu vasfı
hakkında
şöyle buyurur: “Şüphesiz Biz ona yolu gösterdik. Artık o ya
şükredici olur, ya da kâfir (nankör) olur.” 415 Başka bir âyet-i kerimede
Yüce Allah şöyle buyurur: “Her kim şükrederse, o ancak kendisi lehine
şükretmiştir. Kim de küfrederse (nankörlük yaparsa), şüphesiz benim
Rabbim müstağnîdir ve kerimdir...” 416
Sahih-i Buhârî’de kadınların cehenneme girmelerinin sebebi
hakkındaki hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Şüphesiz onlar inkâr ediyorlar
(nankörlük ediyorlar).” Bunun üzerine sahâbe dedi ki: “Allah’ı
mı inkâr ediyorlar?” Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Onlar dostluğa
ve iyiliğe küfür (küfrân-ı ni’met) ediyorlar.” 417
412 Müslim, Eymân 4; S. Müslim Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu, c. 8, s. 218
413 Tirmizî, Tahâret 102; İbn Mâce, Tahâret 122; Ebû Dâvud, Tıb, hadis no:
3904; Ahmed bin Hanbel, II/408
414 İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricu's-Sâlikin, c. 1, s. 355
415 76/İnsân, 3
416 27/Neml, 40
417 Buhârî, İman, “Bâbu Kufrâni'l-Aşiri” (Kocaya Karşı Nankörlük Bâbı) ve
“Bâbu Küfrun Dûne Küfr” (Küfür Olmaksızın Küfür Bâbı)
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 135 -
Hâfız İbn Hacer Askalani, Kurtubi’nin şu sözünü nakletmiştir:
“Şâri’in (Şeriat koyucunun) lisanında küfür, İslâm dininden olan
şer’î hususlarla
ilgili zarûrâtı bilerek inkâr etmek mânâsında kullanılmıştır.”
Daha sonra İbn Hacer şunları belirtmiştir: “Ancak bazen
de şeriatta küfür, nimete karşı nankörlük, nimeti veren zâta
şükretmeyi terk etmek ve nimetin hakkını vermemek mânâsında
kullanılmıştır. Bu hususta Sahih-i Buhârî’nin “İman kitabı”nın
“Kocaya nankörlük” ve “Küfür fiilini işlediği halde kâfir olmama”
bölümlerinde,
büyük günah işleyenleri kâfir sayan Hâricîlerin fikrini
çürütücü hadisler mevcuttur. Buhârî’nin “Kitabu’l-İman” bölümündeki
“küfr dûne küfr” (küfür olmayan küfür/nankörlük) babındaki
Ebû Said (r.a.)’ın rivâyet ettiği “onlar iyiliği inkâr ediyorlar...”418
şeklindeki hadis de bu hususu anlatmaktadır.”419
Bundan dolayıdır ki İmam Buhârî Sahih’inde “Kitabu’l-İman”
bölümünde, büyük günahları işlemeleri sebebiyle müslümanları
tekfir eden Hâricîler’i reddetmek için birçok “bab”lar koymuştur.
İşte bu “bab”lardan biri de “Bâbu Küfrâni’l-Aşîri” ve “Küfrun
Dûne Küfrin” bahsidir. “Küfrun dûne küfr” (“Küfür işlediği halde
kâfir olmama”) ibâresi, Allah Teâlâ’nın “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler
var ya, işte onla kâfirlerin ta kendileridir” 420 kavl-i şerifinin
tefsiri hakkında İbn Abbas ve bazı tâbiînden rivâyet edilmiştir.
Bu da gösteriyor ki küfür, büyük ve küçük diye iki kısma ayrılır.
Bu taksimat selef âlimleri tarafından
yapılmış ve günümüze kadar
gelmiştir. Aynı taksimat şirk, fısk, zulüm ve nifak için de gösterilebilir.
Yani şirk, fısk, zulüm ve nifak da aralarında
büyük ve küçük
diye ayrılabilirler. Büyük olanlar, cehennemde ebedi kalmayı gerektirirken
küçük olanlar ise böyle bir şey gerektirmez. 421
Bu konuyla ilgili olarak İbn Teymiyye şöyle diyor: “Kitap ve
Sünnetin delâletiyle Ehl-i Sünnet ve’1-Cemaat’in görüşü şu şekilde
kesinleşmiştir. Ehl-i Sünnet, kıble ehlinden hiçbir kimseyi
bir
günah sebebiyle tekfir etmez. Yine işlediği bir amel sebebiyle
kişiyi İslâm’ın dışına atmazlar. Ne var ki; o amel içki içme, çalma
ve zina gibi yasaklanmış bir fiil olmalı ve imanın terkini içermemeli...
Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve öldükten
sonra dirilme gibi Allah’ın inanılmasını emrettiği şeyleri
terk etmek, kişiyi küfre sokar. Tevâtür yoluyla sâbit olan apaçık
farzların farziyetine inanmamak ve yine tevâtür yoluyla sâbit
olan haramların
helâllığına inanmak sebebiyle kişi küfre girer.
418 Buhârî, İman, “Bâbu Kufrâni'l-Aşiri” (Kocaya Karşı Nankörlük Bâbı)
419 İbn Hacer, Fethu'1-Bâri, c. 13, s. 75
420 5/Mâide, 44
421 Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayınevi 85-90.
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 136 -
Eğer sen günahlar, emredileni terketmek yasaklananı
da yapmak
şeklinde iki kısma ayrılır dersen cevabım şu olur: Kul kendisine
emredileni terkettiği takdirde, ya emredilenin farz olduğuna
inanır veya inanmaz. Eğer farziyetine inanır, yapmayı terkederse
farzın tümünü terketmemiş olur. Aksine bir kısmını yerine getirmiş
olur ki, o da inanmasıdır. Bir kısmını da terk etmiş olur ki, o
da amelidir. Haram kılınan şey de böyledir. Kişi haramı işlediği
vakit ya onun haramlığına inanır veya inanmaz. Eğer haramlığına
inanarak işlerse, farzı yapmak ve haramı işlemek gibi
ikisini
bir araya getirmiş olur ve böylece hem iyiliği
hem de kötülüğü
olur. Söz, ancak tevâtür yoluyla sübut bulmuş şeylerin haramlığına
ve farziyetine inanmayı terketmek sûretiyle mâzur sayılmayacak
konular hakkındadır. Bir özrü sebebiyle bilmediği veya te’vil
etmesi yüzünden terkettiği ya da işlediği fiile gelince, bunu işleyen
kişi kâfir olmaz. Hükümlere
inanmamanın küfür olduğuna
ve sadece haramı işlemenin küfür sayılmayacağına gelince, bu
kendi mevzûsunda karara bağlanmıştır. Allah’ın kitabındaki
şu
âyet-i kerime buna delil teşkil etmektedir; “...Eğer onlar tevbe eder,
namazlarını kılar ve zekâtı verirlerse sizin din kardeşlerinizdir...” 422
Günahlara gelince, Kur’an’da hırsızın elinin kesilmesi, zânînin
sopalanması
cezası vardır. Kur’an, onların küfrüne hükmetmemiştir.
İki gruptan biri diğerine saldırmakla birlikte
birbirlerini öldürmeleri
de aynı şekildedir. Fakat
iman ve kardeşlik her iki grup için
de geçerlidir. Cana kıydığından ötürü kendisine kısas gereken katili
de Kur’an “kardeş” olarak nitelendirmektedir. 423 Cenâb-ı Hak
katili (kardeş) olarak isimlendirdi.
Buhârî ve Müslim’de Ebû Zer hadisi yer almaktadır. Hz. Peygamber
(s.a.s.) ona Cebrail’den naklen şöyle buyurdu: “Lâ ilâhe
illâllah diyen cennete girer. Zina etse de, çalsa da ve şarab içse de... Hem
de Ebû Zerr’in burnu yerde sürtülse de...” 424 Yine bir hadis-i şerif şöyledir:
“Kimin kalbinde
zerre ağırlığınca iman varsa, kimin kalbinde zerre
ağırlığınca iman varsa ateşten çıkar.”
Yukarıdan beri zikrettiğimiz bu naslar imanla birlikte büyük
günah işleyenin küfre girmeyeceğine delil teşkil ettiği gibi,
Hâricîlerden bir grup bid’atçinin düşüncelerinin aksine şefaat sayesinde
cehennemden
çıkacağına, delâlet etmektedir. Mûtezile
şefaat
konusunda ihtilâf halindedir. Yine bu naslar, büyük günah
işleyenleri cehennemden çıkaran imanın
emredilen hasene (iyilik)
422 9/Tevbe, 11
423 Bk. 2/Bakara, 178
424 İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları 2/266-270
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 137 -
olduğuna ve hiçbir günahın
ona engel olmayacağına delâlet etmektedir.”
Başka bir yerde İbn Teymiyye şöyle diyor: “Bundan
dolayı selef
ulemâsı, ‘itikad kitaplarında; biz kıble ehlinden hiçbir kimseyi günahı
sebebiyle tekfir etmeyiz. Yine hiçbir kişiyi amelinden dolayı
İslâm’dan çıkarmayız’ diyor.” Tekfirci gençlerin düştüğü hatalardan
biri de iki küfrü birbirine karşıtırmaktır. Aynı şekilde onlar,
küçük günah olan fısk ile küfrü, zulüm ile küfrü birbirine karıştırıyorlar.
Onlar, bunların tümüne “şirk” mânâsını
veya benzerini
vermekteler.
Fakat Kur’an ve Sünneti inceleyenler böyle olmadığını
görürler.
Tekfircilerin sözlerinden bir örnek: Zulüm
de küfür demektir.
Çünkü Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “...Kâfirler zâlimlerin ta
kendileridir.”
425 Hiç kimse, kâfirin küfrü sebebiyle kendi nefsine zulmettiği
hususunda kuşkuya kapılamaz. Fakat her zâlim kâfir midir?
Kesinlikle hayır. Çünkü Kur’an’da Hz. Yûnus şöyle duâ ediyor;
“Senden başka
ilâh yoktur. Seni tesbih ederim. Çünkü ben zâlimlerden
oldum.”426
Küfür ile fıskı birbirine karıştırma konusuna gelince
gençler
buna şu âyeti delil getiriyorlar; “Biz sana
apaçık âyetler indirmişiz.
Onları sadece fâsıklar inkâr ederler.” Füsûk (fâsıklık) kelimesi küçük
günahlar ve küfür için de kullanılmıştır. Bunun için her kâfir
aynı zamanda
fâsıktır; fakat her fâsık kâfir değildir. Cenâb-ı Hak
Kur’ân-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor: “...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.
İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir...” 427 Hiç kötü lakaplarla
çağırmak küfrü gerektiren
şeylerden olur mu? Bunu kim
söyleyebilir?
Fısk ve zulüm kelimeleri hatta bazen “küfür” kelimesi,
Kur’ân-ı
Kerim’de kâfir için de müslüman için de kullanılıyor. Bundan dolayı
tedbirli davranmak
ve acele etmemek gerekir. Buradaki küfür
sözü, sahibini dinden çıkarmayan küçük küfürdür. Zira büyük küfür,
sahibini dinden
çıkarır. Her kâfir hem zâlim, hem de fâsıktır.
Fakat
her zâlim veya fâsık, kâfir değildir.
“El-Kevâşiful-Celiyye an Meâniyi’l-Vâsıtıyye” adlı
kitapta şöyle
denilmektedir: “Fısk kelimesi, sözlük anlamı bakımından istikametten
çıkmak ve sapmak anlamına gelir. Bu sebepten dolayı
sapmış kişiye fâsık denildi. Şeriat bakımından fâsık, büyük günah
425 2/Bakara, 254
426 21/Enbiyâ, 87
427 49/Hucurât, 11
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 138 -
işleyen veya küçük günahta ısrar eden kişi anlamına
gelir. Fâsıklık
iki kısımdır. Biri itikadî, diğeri amelîdir. Zina, adam öldürmek ve
livata gibi... İslâm milletine bir lütuf olarak uzun süre müslümanlar
küfrü gerektirecek masiyetleri işlemediler. Ehl-i sünnet
ve’1-Cemaat “büyük günah” işleyenin kâfir olmadığını
ve İslâm
dininden çıkmadığı görüşü üzerinde
ittifak etmişlerdir. İslâm’dan
ve imandan çıkmayacağı,
küfre girmeyeceği üzerinde de ittifak
sağlamışlardır.”
İbn Teymiyye, müslümanların fâsıklarından bahsederken şöyle
diyor: “Ehl-i sünnet ve’1-Cemaat, müslümanların fâsıklarının, imanın
kökünün ve bir kısmının kendileriyle beraber olduğuna,
imanın
tümünün bulunmadığına inanırlar. Bu iman sayesinde onlar
cennete girmeyi hakederler. Yine Ehl-i Sünnet, fâsık müslümanların
cehennemde
ebedî kalmayacakları, bilakis kalbinde buğday
tanesi veya hardal tanesi kadar iman bulunan kişinin
cehennemden
çıkacağı kanaatindedirler.” 428
Diğer birçok âlim-yazar gibi Samarraî’de câhiliye, itikadî
şirk, amelî şirk... gibi kavramların tekfirde
aşırı gidenlerce nasıl
yanlış ve yüzeysel değerlendirildiğini
ortaya koymuştur. Câhiliye
hakkında şöyle
der: “Câhiliyet hakkında vârid olan hadislere
geçmeden
önce şunu söylemek istiyorum: ‘Gerçekten câhiliyet
Allah’ın şeriatının tatbiki ile ilgili bir durum, bir nitelik olunca bazen
küfür ifade eder... Yöneticilerden
kim, beşerî kanunu Allah’ın
düzeninden üstün
tutarak onu reddederse bundan ötürü kâfir
olur. Çünkü o, Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmediyor
ve
Allah’ın kanununa dil uzatıyor. Câhiliyet, câhiliyet açılıp saçılması,
câhiliyet taassubu gibi adet ve geleneklerle ilgili bir durum olduğu
vakit bu, Allah’ın
şeriatına tercih edilmedikçe bazen masiyet
(günah) veya fısk ifade eder.” 429
Tekfirde aşırı giden grubun gençleriyle çok sık karşılaştığını
ifade eden Samarraî kitabının bir yerinde
şunları anlatıyor:
“Gençlere; ümmeti tümüyle dininden çıkarıp küfür
girdabına atan
bu önemli konuyu sorduğumuzda, müslümanların küfre girdiklerini
söylediler. Müslümanlar şehâdet kelimesini dilleriyle söyleyip,
anlamını bilmiyorlar ve içeriğiyle amel etmiyorlar” diyorlar.
Gençlerden biri: Şeker kutusu tuz ile doldurulsa ve üzerine şeker
yazılsa, bu işlem onun tuz olma gerçeğini
değiştirir mi? Bir adama
ilaç yazılsa; fakat adam almasa hatta yalan olduğunu iddia etse
bu gerçeği değiştirebilir mi?
428 Abdurrezzak Samarraî, Tekfir Olayı, Vahdet Yay. s. 74-81.
429 A.g.e., s. 158-159.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 139 -
Ey ateşli gençler bize daha fazla bilgi veriniz, dediğimizde,
onlar
dediler ki, Peygamber zamanındaki bir müslüman, câhilî toplumdan
İslâmî topluma geçen
bir adamdı. Ama şehâdet kelimesini
diliyle söyleyip
hicret etmeden yerinde kalan kişi müslüman değildir.
Yukarıda söylenenlere göre topluluklar bu haliyle
İslâm’a
göre hareket etmiyor. O toplumun amelleri,
tutumları, iktisadi
metodları ve siyaseti tümüyle İslâm dışı olunca; o toplum da câhilî
toplum demektir.
O toplumun tüm fertleri; bizce delil ve burhan
ile aksi sâbit olmadıkça küfre girmişlerdir.
Kahire’nin “Medinetü’l Mühendisîn” semtinde sohbet ettiğim
gençlere dediğimi burada zikrediyorum.
Gençlere dedim ki: “Sizler
Hz. Muhammed’in (s.a.s.) getirdiği Allah’ın şeriatına mı uyuyorsunuz,
yoksa Yunanlı kâfir Aristo’nun mantığına mı?” Bu sözün
üzerine gençler, tedirgin oldular ve: “Allah’a sığınırız, bu ne
biçim söz?” dediler. O vakit ben de: “Öyleyse bana cevap veriniz...
Yanımıza
bir Yahudi, bir Hıristiyan veya bir müşrik genç girse ve:
Aklım İslâm’a ve onun getirdiklerine yattı, ben müslüman olmak
istiyorum, ne yapayım dese, ne cevap veririz?”
Gençlerden bazısı, ona şehâdet kelimesini söylemesini
telkin
ederiz, dedi. Ben de: Bunu söylese ve şehâdet getirse, o sırada
gence bir kalb nöbeti gelse ve oturduğu yerde ölse, hükmü nedir?
diye sordum. Dediler ki: O müslümandır. Ben de onlara: Fakat
siz tuzu keşfetmemiştiniz, onun tuz mu yoksa şeker mi olduğunu
öğrenmemiştiniz? dedim. Bu sefer gençler:
Şehâdet getirmekle
İslâm’a girdi:” dediler. Ben de: Bu iyi. Fakat siz onu denemediniz.
Bakalım ki o şehâdetin manasını anlıyor mu, anlamıyor mu? O,
İslâm’a ait hiçbir hükmü yerine getirmedi... dedim.
Gençler: Biz ona mühlet verir, toplumun fertleri gibi olacak mı,
onların hükmünü alacak mı diye bakarız.
Veya ayrıcalık gösterir
ve gerçekten müslüman olur, dediler. Ben, bu kadarı bana yeter
dedim. Zira o genç müslüman olmuş ve şehâdet getirmekle müslümanlığını
ilan etmiş oldu. Bundan başkası olamaz. Rasûlullah
(s.a.s.) döneminden günümüze kadar müslümanların bildikleri de
bu zaten. Bundan fazlası kabul
değil. Şehâdet getiren bu adamdan
küfrünü ifade eden bir şey zuhur ederse, biz bu noktada,
onun küfrüne
ve dinden dönmesine hükmederiz, dedim.
Nihâyet üzerinde şeker yazan kutuyu gören kişi, kutunun içinde
tuz olduğu kanaati kesinleşinceye kadar, onun şeker olduğuna
inanacak. Aynı şekilde şehâdet getirip, müslüman olduğunu ilan
eden kişi, İslâm’dan ayrıldığı kesinleşinceye kadar müslümandır,
aksi değil. Yani İslâm sâbit olduğu sürece küfür asıl olamaz. Çünkü
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 140 -
asıl bulunduğu hal üzere kalır. Müslüman, dinden döndüğü sâbit
oluncaya kadar müslümanlık üzerine kalır. Fukaha bundan daha
da ötede bir görüşe sahip. Onlar diyorlar ki; Halk bir müslümanın
küfrünü gerektiren bir durumuna şahit olsa, fakat adam bunu
inkâr etse, adamın sözü geçerlidir,
onların sözü değil. Fukahadan
bazısı, “Kur’an’ın eksik olduğunu” söylemekle itham edilen kişi
gibi, O da hakkında yapılan ithamlarla bir ilişkisi
bulunmadığını
söylemesini şart koşarlar. Yani bu ithamı yalanlaması gerekir, derler.
Bu konuda bu kadarı yeter...”
Küfür ülkesinde yaşayan müslümanların tâğûtî hükümlerle
muhâtap olmaları durumunda onların itikadına nasıl bir zarar
gelebilir? Eserinin bir bölümünde
de bu sorunun cevabını ortaya
koyan A. Samarraî konuyla ilgili olarak İbn Teymiyye’den görüşler
aktarıyor. Buna göre Firavun’un karısı, Yusuf (a.s.), Necaşî gibi fert
ya da az bir grupla müslüman olan kişiler küfür ülkesinde yaşayıp
bazen de küfür hükümlerine muhâtap olmuşlardır. Ve bu durum
da onların itikadına zarar vermemiştir. Hatta buna ek bir örnek
olarak -yine İbn Teymiyye’den aktarma yapılarak- Tatarlar arasında
müslümanların hâkimlik
veya imamlık görevinde bulunduğu
da kaydedilmektedir.
Samarraî bu son örneği de İbn Teymiyye’nin
Mecmu’ul-Fetevâ’sından aldığını kaydediyor.
Tekfirde aşırı
gidenler, bazı büyük günah sahiplerini tekfir etmektedirler.
İtikadî şirk ile amelî şirki ayırmamaktadırlar.
Bu da
Hâricîlerde bulunan bir özelliktir. 430
Korunması ve Sakınılması Gerekenler; Tevhid ve Küfür
1- Tevhîd kelimesi ile hem dine girilir ve hem de dinden çıkılır.
Tevhid kelimesinin menfi yönündeki hareketleri, insanı dinden
çıkarır.
2- Tevhîd kelimesi kulun kendine ve çevresine ikrârıdır (yani
kimliğinin göstergesidir) ve aynı zamanda tevhîd kelimesi kulun
Rabbine olan imanının, teslimiyetinin
ve Rabbiyle olan ilişkisinin
bildirgesidir.
3- Olumluluk üzerine yapılan ikrar ispatı gerektirir.
Ama olumsuzluk
üzerine yapılan şehâdet ise açıklamayı gerektirir (yani
tevhîd kelimesini söyleyen
birisinden tevhidini kabul, reddeden
birisinden
ise ne için redd ettiğini açıklaması istenebilir).
4- Şer’î hükümlerin delâlet ettiği mânâ ve ihtivâ ettiği mânâları
muhâfaza etmek gerekir.
430 Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayınevi 246-257.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 141 -
5- Zarûri olarak bilinmiş olan şeylerden korunmak.
Örneğin;
müslüman birisinin müslümanlığında durmak
ve kâfir birisinin de
küfründe durmak gibi.
6- Zâtın beraati ve zâhirin kabul edilmesinde kesinlikle
belli
olan usûlleri yok etmekten kaçınmak.
7- Söylenilen söz, bâtıl ve yalan olduğu ortaya çıkıncaya
kadar
hak ve doğrudur. Zan ise hakikati ve doğruluğu çıkmayana kadar
yalandır.
8- Allah’ın dininde cürüm işlemek ve ilimsiz olarak delillere
saldırmaktan sakınmak gerekir. Zira böyle yapmak dinin gitmesine
delillerin yok olmasına
sebep olmaktadır.
9- Şiddetten ve şiddetli olmaktan kaçınmak, yükümlülükten
sıyrılmak gerekir. Buna karşılık ise hikmetle kuşanmak, dâvâda
güzel sabırlı olarak davranmak, Hakka tâbi olunsun diye hakkı
açıklamak
ve bâtıldan uzaklaşmak için de bâtılı açıklamak gerekir.”
431
Müslüman zümreden birçoğunun iman ve küfür konularından
bahsedilirken “İtikadî küfür, amelî küfür” gibi ayırımları
duyduklarında bu ayırımları kabul etmediklerini görebiliyoruz.
Oysa bu bir gerçektir
Yani her şirk ve her küfür, sahibini kâfir yapmayabilir.
432
Haksız Tekfirin Tehlikesi
Herhangi bir insan hakkında küfür hükmünü vermek gerçekten
de ciddi ve tehlikeli bir hükümdür. Çünkü onun tekfir edilmesi
halinde şu son derece tehlikeli etkiler terettüb etmektedir:
1. Kestiği yenmez, onunla samimiyet kurulmaz, sır verilmez,
velî/dost, yardımcı ve yönetici kabul edilmez. Nikâhlı karısının
onunla beraber kalması helâl olmaz ve bu sebeple ikisinin birbirinden
ayrılması gerekir. Çünkü müslüman bir kadının bir kâfire zevce
olmasının sahih olmadığı
yakin olarak bilinen icma ile sâbittir.
2. Onun çocuklarının, onun idâresinde kalmaları câiz değildir.
Çünkü bu durumda onlar hakkında emin olunmaz ve onun küfrünün
çocuklarına tesir etmesinden korkulur. Özellikle
onun çocuklarını
yumuşaklıkla ve şefkatle ziyaret etmesi,
bu etkiyi artırır.
Bundan dolayı onlar İslâm toplumuna mensub olan herkesin boynuna
emanettirler.
431 Muhammed Salih Ebu Ali, Mefâhim
432 Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayınevi s. 189
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 142 -
3. Şüphesiz o, sarih küfür ve apaçık riddet ile dinden çıktıktan
sonra İslâm toplumu üzerinde borç olan velâyet ve yardım hakkını
kaybeder. Bu sebeple de kendi kendisi uyanıp geri dönene kadar
ve tekrar hidâyete erişinceye kadar onunla ilişkilerin kesilmesi ve
toplumdan ona en yakın sığınağın kapatılması
gerekir.
4. Onun, tevbeye davet edilmesi, zihninden şüphelerinin giderilmeye
çalışılması ve ona delillerin ikame edilmesinden sonra
hakkında mürted hükmünün infaz edilmesi için İslâm mahkemesi
önünde muhakeme edilmesi gerekir.
5. O öldüğünde onun hakkında müslümanlar üzerinde icra
edilen hükümler icra edilmez. Bu sebeple cenazesi yıkanmaz,
üzerine
namaz kılınmaz, müslümanların kabristanında defnedilmez
ve bir murisi öldüğünde ona vâris olmadığı gibi, başkası da ona
vâris olamaz.
6. Yine o küfür halinde öldüğü zaman Allah’ın (c.c.) lânetini,
rahmetinden kovulmayı ve cehennem ateşinde ebedi olarak kalmayı
hak eder.
İşte bu hükümler, Allah’ın kullarından birisinin hakkında tekfir
hükmünü veren kişinin, bu dediğini söylemeden evvel birçok kez
irkilip geriye çekilmesini gerektirir.433
Küfürden Korunma Yolları
Muvahhid bir mü’min olabilmek, öyle yaşayabilmek ve
Allah’ın râzı olacağını ve kulları için seçip beğendiğini belirttiği
İslâm dini üzere ölmek, bir müslümanın, bir mü’minin en büyük
emelidir. Yüce Allah’ın da emri budur, bütün peygamberlerin
ümmetlerine tavsiye ettikleri de budur. “Ey iman edenler, Allah’tan
nasıl korkmak gerekiyorsa öylece, hakkıyla korkun ve ancak müslümanlar
olarak ölün.”434 Kişinin âhiret hayatında Yüce Rabbimizin
azâbından kurtulup ebedî mükâfatlarına nâil olabilmesi, günahlarının
bağışlanabilmesi, ancak mü’min olarak, muvahhid olarak
Yüce Allah’a herhangi bir şekilde herhangi bir şeyi, bir kimseyi,
kurum ve nesneyi, madde ya da mânâyı, ideoloji ve putu şirk/eş
koşmayarak Rabbine kavuşmasına bağlıdır. Çünkü kim Allah’a şirk
koşarak ölürse cehhenneme girecektir.435 Kim de Allah’tan başka
hiçbir ilâh olmadığı gerçeğini bilerek ve Allah’a hiçbir şeyi şirk
433 Yusuf el-Karadavî, Tekfir’de Aşırılık, Şura Yayınları, (Mütercim M. Salih
Geçit), İstanbul, 1998 31-32
434 3/Âl-i İmrân, 102
435 Buhârî, Tefsîr 2, Sûre 22, Eymân 19, Cenâiz 19; Müslim, İman 150, 151 ve
4/Nisâ, 48, 116
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 143 -
koşmaksızın ölürse, o da cennete girecektir.436
Bu büyük gerçeği Kur’ân-ı Kerim’in hemen hemen her sayfasında
çeşitli şekilde dile getirilmiş olarak görebilmekteyiz. O halde
müslümanın iman ve tevhid konularında gereken hassâsiyeti göstererek
imanını her nefes, her an ve her durumda korumaya, ona
herhangi bir zarar getirmemeye çalışması, bunun için âzamî gayretini
harcaması gerekmektedir. Bunun için, yani imanı korumak,
şirk ve irtidaddan korunmak, küfre yaklaşmamak için gerekli olan
bazı önemli hususları kısaca sayalım:
1. Sahih bir iman, akaid bilgisi ve güçlü bir inanma/yakîn,
2. Kur’ân-ı Kerim’in ve sahih sünnetin emir ve teşvik ettiği
amel ve ibâdetlere önem vermek, bunları yerine getirmek için
âzamî gayret harcamak,
3. Allah’ın ve Peygamberinin uyarılarına dikkat ederek, sakındırdıklarından
kesinlikle uzak kalmak, hatta o yasaklara yaklaşmamak,
4. Akîdemiz uğrunda gereken mücâdeleyi vermekten hiçbir
şekilde geri kalmamak; inancımızla taban tabana zıt bir ortam
içerisinde yaşamanın ıstırabını kalbimizin derinliklerinde duymak,
5. Akîdemizi hâkim kılmak azmi ve emelini daima canlı tutmak,
bu uğurda aynı hedefi paylaşanlarla bir ve beraber olmak,
6. Allah’ı ve Rasûlünü yakından tanımak ve her şeyden çok
sevmek, onların emir ve buyruklarını bütün emir ve direktiflerden
üstün tutmak, onlara bağlanmayı her şeyin önünde bilmek, onların
rızâlarını esas almak,
7. Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmayan, onun sünnetini
baştacı bilen, onun dışında izlenmeye, yolundan gidilmeye değer
hiçbir kimsenin varlığını kabul etmeyenleri, başta sahâbeleri,
güzel bir şekilde onların izinden gidenleri mümkün mertebe yakından
tanımak, onların bu akîde uğrunda verdikleri mücâdele ve
cihadı, kendi mücâdele ve cihadımız için yol azığı edinmek,
8. İslâm’a, Kur’an ve Sünnet esaslarına kesin ve tâvizsiz bir şekilde
bağlı kalmak, dinî vecîbeleri ihlâsla yerine getirmek,
9. Yüce Peygamberin dahi küfürden, şirkten, riyâkârlıklardan
ve benzeri kalbî/imanî hastalıklardan Allah’a sığındığını bilerek,
hatırlayarak, imanımızı son nefesimize kadar muhâfaza
436 Buhârî, Cenâiz 1, Rikak 13, 14, Tevhid 33; Müslim, İman 43, 150, 151;
Tirmizî, İman 18; Nesâî, Cihad 18
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 144 -
edebilmek için Rabbimize daima duâ etmek, yalvarmak, fiilî
olarak duâ bâbından elimizden gelen tüm gayreti göstermek.
Rasûlullah (s.a.s.) duâlarında: “Sonrası küfür olmayan bir iman”
ister;437 her namazın akabinde “küfürden, fakirlikten ve kabir
azâbından”,438 “küfürden ve borçlanmaktan” Allah’a sığınırdı.439 Hz.
Ebû Bekir’e ve onun şahsında bütün mü’minlere sabah akşam
yapmasını tavsiye ettiği duâda, “şirkten” Allah’a sığınmak yer almaktadır:
“Allah’ım, bile bile şirk koşmaktan Sana sığınırım, bilmediklerimden
de Senden af dilerim.” 440
437 Tirmizî, Deavât 30
438 Nesâî, İstiâze 16, 29
439 Nesâî, İstiâze, 16, 29
440 Ebû Dâvud, Edeb 102; M. Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, s. 351-354
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 145 -
Küfürle İlgili Âyet-i Kerimeler
A Küfür Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (-Küfür ve Kâfir-
Toplam 525 Yerde) Küfür Kelimesinin İsim ve Fiil Halde Kullanılışlarının
Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 367 Yerde): 2/Bakara, 6, 26, 28, 39, 61, 85,
88, 89, 89, 90, 91, 93, 99, 102, 102, 102, 105, 108, 121, 126, 152, 161, 171,
212, 217, 253, 256, 257, 258, 271; 3/Âl-i İmrân, 4, 10, 12, 19, 21, 52, 55, 55,
56, 70, 72, 80, 86, 90, 90, 91, 97, 98, 101, 106, 106, 112, 115, 116, 127, 149,
151, 156, 167, 176, 177, 178, 193, 195, 196; 4/Nisâ, 31, 42, 46, 51, 56, 60, 76,
84, 89, 89, 101, 102, 131, 136, 137, 137, 137, 140, 150, 150, 155, 155, 156,
167, 168, 170; 5/Mâide, 3, 5, 10, 12, 12, 17, 36, 41, 61, 64, 65, 68, 72, 73, 73,
78, 80, 86, 103, 110, 115; 6/En’âm, 1, 7, 25, 30, 70, 89; 7/A’râf, 66, 90; 8/Enfâl,
12, 15, 29, 30, 35, 36, 38, 50, 52, 55, 59, 65, 73; 9/Tevbe, 3, 12, 17, 23, 26,
30, 37, 37, 40, 40, 54, 66, 74, 74, 80, 84, 90, 97, 107; 10/Yûnus, 4, 4, 70; 11/
Hûd, 7, 17, 27, 60, 68; 13/Ra’d, 5, 7, 27, 30, 31, 32, 33, 43; 14/İbrâhim, 7, 8,
9, 13, 18, 22, 28; 15/Hıcr, 2; 16/Nahl, 39, 55, 72, 84, 88, 106, 106, 112; 17/İsrâ,
69, 98; 18/Kehf, 29, 37, 56, 80, 102, 105, 106; 19/Meryem, 37, 73, 77, 82; 21/
Enbiyâ, 30, 36, 39, 97; 22/Hacc, 19, 25, 55, 57, 72, 72; 23/Mü’minûn, 24, 33;
24/Nûr, 39, 55, 57; 25/Furkan, 4, 32; 27/Neml, 40, 40, 97; 28/Kasas, 48; 29/
Ankebût, 7, 12, 23, 25, 52, 66, 67; 30/Rûm, 16, 34, 44, 44, 51, 58; 31/Lokman,
12, 23, 23; 32/Secde, 28; 33/Ahzâb,25; 34/Sebe’, 3, 7, 17, 31, 33, 33, 43, 53;
35/Fâtır, 7, 14, 26, 36, 39, 39, 39, 39; 36/Yâsin, 47, 64; 37/Sâffât, 170; 38/Sâd,
2, 27, 27; 39/Zümer, 7, 7, 8, 35, 63, 71; 40/Mü’min, 4, 6, 10, 10, 12, 22, 42,
84; 41/Fussılet, 9, 26, 27, 29, 41, 50, 52; 43/Zuhruf, 33; 45/Câsiye, 11, 31; 46/
Ahkaf, 3, 7, 10, 11, 20, 34, 34; 47/Muhammed, 1, 2, 3, 4, 8, 12, 32, 34; 48/
Fetih, 5, 22, 25, 25, 26; 49/Hucurât, 7; 51/Zâriyât, 60; 52/Tûr, 42; 54/Kamer,
14; 57/Hadîd, 15, 19; 59/Haşr, 2, 11, 16, 16; 60/Mümtehıne, 1, 2, 4, 5; 61/
Saff, 14; 63/Münâfıkun, 3; 64/Teğâbün, 5, 6, 7, 9, 10; 65/Talâk, 5; 66/Tahrîm,
7, 8, 10; 67/Mülk, 6, 27; 68/Kalem, 51; 70/Meâric, 36; 73/Müzzemmil, 17; 74/
Müddessir, 31; 80/Abese, 17; 84/İnşikak, 22; 85/Bürûc, 19; 88/Ğâşiye, 23; 90/
Beled, 19; 98/Beyine, 1, 6.
B Kâfir Kelimesi ve Çoğullarının Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 158Yerde):
2/Bakara, 19, 24, 34, 41, 89, 90, 98, 104, 109, 161, 191, 217, 250, 254,
264, 276, 286; 3/Âl-i İmrân, 13, 28, 32, 91, 100, 131, 141, 147; 4/Nisâ, 18,
37, 101, 102, 139, 140, 141, 141, 144, 151, 151, 161; 5/Mâide, 44, 45, 54,
57, 67, 68, 89, 89, 95, 102; 6/En’âm, 89, 122, 130; 7/A’râf, 37, 45, 50, 76,
93, 101; 8/Enfâl, 7, 14, 18; 9/Tevbe, 2, 26, 32, 37, 49, 55, 68, 73, 85, 120,
123, 125; 10/Yûnus, 2, 86; 11/Hûd, 9, 19, 42; 12/Yûsuf, 37, 87; 13/Ra’d, 14,
35, 42; 14/İbrâhim, 2, 34; 16/Nahl, 27, 83, 107; 17/İsrâ, 8, 27, 67, 89, 99; 18/
Kehf, 100, 102; 19/Meryem, 83; 21/Enbiyâ, 36, 94; 22/Hacc, 38, 44, 66; 23/
Mü’minûn, 117; 25/Furkan, 26, 50, 52, 55; 26/Şuarâ, 19; 27/neml, 43; 28/
Kasas, 48, 82, 86; 29/Ankebût, 47, 54, 68; 30/Rûm, 8, 13, 45; 31/Lokman,
32; 32/Secde, 10; 33/Ahzâb, 1, 8, 48, 64; 34/Sebe’, 17, 34; 35/Fâtır, 36, 39,
39; 36/Yâsin, 70; 38/Sâd, 4, 74; 39/Zümer, 3, 32, 59, 71; 40/Mü’min, 14,
25, 50, 7485; 41/Fussılet, 7, 14; 42/Şûrâ, 26, 48; 43/Zuhruf, 15, 24, 30; 46/
Ahkaf, 6; 47/Muhammed, 10, 11, 34; 48/Fetih, 13, 29, 29; 50/Kaf, 2, 24; 54/
Kamer, 8, 43; 57/Hadîd, 20; 58/Mücâdele, 4, 5; 60/Mümtehıne, 10, 10, 11,
13; 61/Saf, 8; 64/Teğâbün, 2; 66/Tahrîm, 9; 67/Mülk, 20, 28; 69/Haakka, 50;
70/Meâric, 2; 71/Nûh, 26, 27; 74/Müddessir, 10, 31; 76/İnsan, 3, 4, 5, 24; 78/
Nebe’, 40; 80/Abese, 42; 83/Mutaffifîn, 34, 36; 86/Târık, 17; 109/Kâfirûn, 1.
1. Küfür Hakkında Âyet-i Kerimeler
2. Küfrün Misali: İbrahim, 26
3. Allah Küfre Razı Olmaz: Zümer, 7
4. Küfürden Sakınmak: A’lâ, 14, 18-19
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 146 -
5. Mü’mini Küfürle İtham Etmek (Tekfir): Nisa, 94
6. Küfre Düşenler: Leyl, 8-10
7. Küfredenin Küfrü Kendi Aleyhinedir: Rum, 44; Fatır, 39; Zümer, 7.
8. Küfre Önderlik Edenin Cezası İki Kattır: Nahl, 24-25, 88.
D Kâfirler Hakkında Âyet-i Kerimeler
D1 Kâfirlerin İmandan Yüz Çevirmeleri
1. Kâfirler İman Etmezler: Bakara, 6-7, 171; En’am, 7-9; A’raf, 185, 203;
Enfal, 55; Yunus, 33, 96-97; 101-102; Hıcr, 14-15; Kehf, 55-57; Şuara, 198-
201; Rum, 52-53, 58-59; Lokman, 25; Fatır, 22; Fussılet, 44; Hakka, 33;
Mürselat, 50.
2. Kâfirlerin Dostları Şeytandır: Bakara, 257; Nisa, 38, 76; En’am, 71; A’raf,
27, 201-202; Enfal, 48; Meryem, 83; Furkan, 55; Şuara, 221-223; Fussılet,
25.
3. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Peygamberliğini İnkar Eden Kâfirler: Nisa, 42;
En’am, 33; A’raf, 184; Yunus, 2; Ra’d, 43; İsra, 94; Saffat, 35-38; Feth, 13.
4. Kâfirler, Peygamberlerden İnanmayacakları Mucizeler İsterler: En’am,
37, 57-58; Yunus, 48-53; Hud, 32-33; İbrahim, 9-10; Hıcr, 14-15; Kehf, 55;
Taha, 133-135.
5. Kâfirler, Allah’ın Ayetlerini İnkar Ederler: Enfal, 31-33; Hıcr, 90-91; Hacc,
72; Furkan, 4-6; Şuara, 5; Rum, 58-59; Lokman, 32; Sebe’, 38; Mü’min, 56,
63, 69-70; Fussılet, 44, 52; Casiye, 8; Nebe’, 28; Mutaffifin, 13.
6. Kâfirler, Allah’ın Nurunu Söndürmek İsterler: Tevbe, 32-33; Yunus, 82;
Hacc, 15; Saf, 8-9.
7. Kâfirler, Kur’an’ı İnkar Ederler: Bakara, 170, 181, 231; Al-i İmran, 19,
72; Riza. 51. 140; Maide, 44; En’am, 5, 7, 25, 33, 57, 66; A’raf, 68; Enfal,
31; Tevbe, 65; Yunus, 15, 17, 37-39; 94; Ra’d, 1, 31; Hıcr, 24-25; Nahl, 24,
103-105; İsra, 41, 47-48, 89; Kehf, 56-57, 101, 106; Meryem, 73, 77; Taha,
100-101, 126; Enbiya, 2, 24, 32, 50; Hacc, 51, 55, 57, 72; Mü’minun, 63,
105; Furkan, 4-5, 30, 32, 50; Şuara, 5-6, 198-201; AnkEbût, 23, 47, 49, 68;
Rum, 10; Secde, 22; Sebe’, 5, 43; Saffat, 12, 14; Zümer, 57; Mü’min, 4,
81; Fussılet, 26, 40-41; Zuhruf, 36; Casiye, 9, 35; Mürselat, 50; Tekvir, 25;
İnşikak, 20-23; Beled, 19.
8. Kâfirlerin Düşünüp İbret Alarak Allah’ın Varlığını Anlamalarını İsteyen
Ayetler: Bakara, 164, 242, 252; En’am, 65, 105, 109, 126; A’raf, 32, 35, 58,
146-147; Yunus, 5-6, 15, 20, 67; Yusuf, 105; Ra’d, 2, 4; Nahl, 11-12, 67,
69, 79; İsra, 1, 41, 59; Kehf, 105; Meryem, 77; Mü’minun, 30; Nur, 18, 46,
58-59; Şuara, 8, 67, 121, 139, 158, 174, 190; Neml, 52, 82, 86, 93; Kasas,
71, 73; AnkEbût, 15; Rum, 20, 27, 37, 46, 58; Lokman, 31-32; Secde, 15,
26; Ahzab, 34, Sebe’, 9, 19; Zümer, 53, 64; Mü’min, 13, 81, Fussılet, 37,
39; Şura, 15, 29, 32; Casiye, 3-9, 11, 13; Zariat, 20-21; Necm, 55, 58, 60;
Hadid, 17.
9. Kâfirler Ahireti İnkar Ederler: A’raf, 45; Hud, 7; Ra’d, 5; İsra, 98; Furkan,
11-12, 21; Neml, 4-5, 66-67; Rum, 7; Secde, 10-11; Yasin, 48-49; Fussılet,
54; Casiye, 32; Vakıa, 47-50; Müddessir, 43-46; Nebe’, 1-5, 27; Mutaffifin,
10-14; İnşikak, 14-15.
10. Kâfirler, Öldükten Sonra Dirilmeyi İnkar Ederler: En’am, 2, 29-31; Yunus,
7-8; Hud, 7; Ra’d, 5; Nahl, 38; İsra, 49-52; Merym, 66-67; Mü’minun, 81-
83; Neml, 67-72; AnkEbût, 23; Secde, 10-11; Sebe’, 3; Yasin, 78-79; Saffat,
16-18; Vakıa, 47-50, 57, 60-62, 83-87; Teğabün, 7; Kıyame, 3-6; İnsan,
27-28; Naziat, 10-14; Abese, 17-22.
11. Allah’ın İndirdiği ile Hükmetmeyenler Kâfirdir: Maide, 44.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 147 -
D2 Kâfirlerin Bazı Özellikleri
1. Kâfirler, Fakirleri Küçük Görürler: En’am, 52-53; A’raf, 49; Hud, 27; Kehf,
28; Şuara, 106-114.
2. Kâfirlerin Kalpleri Birbirine Benzer: Bakara, 118; Al-i İmran, 11; Hud,
110; Zariyat, 52-53.
3. Kâfirlerin Misali: Bakara, 171; Al-i İmran, 117; En’am, 122; A’raf, 179;
Enfal, 55; İbrahim, 18; Yasin, 70; Muhammed, 12; Müddessir, 49-51;
Beyyine, 6.
4. Kâfirler, Mallarını Allah Yolundan Çevirmek İçin Harcarlar: Enfal, 36;
Beled, 5-12.
5. Kâfirler, Birbirlerinin Yardımcılarıdır: Enfal, 73; Ahzab, 26; Casiye, 19.
6. Kâfirler Nankördürler: En’am, 63-64; Yunus, 12, 21-23; Nahl, 53-55, 83;
Enbiya, 46; AnkEbût, 65-67; Rum, 33-35; Lokman, 32; Saffat, 11; Zümer,
8; Zuhruf, 9, 15, 87; Abese, 17-23; Adiyat, 1-11; Kureyş, 1-4.
7. Kâfirler İnfak Etmezler: Yasin, 47; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Maun, 1,
3.
8. Kur’an Ayetleri, Kâfirlerin Küfrünü Artırır: Tevbe, 124-125; İsra, 41, 46,
60, 82; Hacc, 72; Şuara, 5-6, 198-201; Yasin, 45-46; Casiye, 9.
9. Kâfirler Dünyalıkla Övünürler: Kehf, 32-44; Sebe’, 34-36; Tekasür, 1-7.
10. Kâfirler, Dünya Hayatını Ahiretten Üstün Tutarlar: İbrahim, 3; kehf, 32-
36; Rum, 7; Kıyame, 20-21; İnsan, 27; A’la, 16.
11. Kâfirler, Zanla Hareket Ederler: Yunus, 36.
12. Kâfirler, Yaratıkların En Kötüleridir: Beyyine, 6.
13. Kâfirler, Bâtılın Mücadelesini Yaparlar: Kehf, 56-57.
14. Kâfirlerin Dünyaya Bakışı: Kasas, 60; Rum, 7.
D3 Kâfirlerin Cezâsı
1. Kâfirlerin Cezası: Bakara, 39, 104, 161-162, 210, 217, 257; Al-i İmran, 11,
56, 151, 176-177; Nisa, 56; Maide, 36-37; 86; En’am, 70; A’raf, 38, 40-41,
50-51; Yunus, 4, 7-8; Hud, 111; Ra’d, 5; İbrahim, 2-3; 16-17; Nahl, 24-25,
29, 104; Kehf, 29, 106; Hacc, 19-22, 51, 57; Nur, 57; Furkan, 34; AnkEbût,
68; Secde, 14; Ahzab, 64-65; Fâtır, 7, 36; Zümer, 32; Fussılet, 26-28; Şura,
8, 26; Zuhruf, 74-76; Casiye, 10-11; Muhammed, 11; Teğabün, 10; Hakka,
35; İnşikak, 24; Fecr, 1-5.
2. Kâfirler, Allah’ın Nimetinden Dünyada Faydalanırlar: Bakara, 126; A’raf,
32; Hıcr, 3; İsra, 20; Taha, 131; Enbiya, 44; Mürselat, 46.
3. Kâfirlerin Yaptıkları İyi İşler Boşa Gider: Bakara, 217; Al-i İmran, 117;
Maide, 5; A’raf, 147; ibrahim, 18; Kehf,103-106; Nur, 39-40; Furkan, 23,
77; Zümer, 47; Muhammed, 1, 3, 8-9, 32.
4. Allah ve Melekler Kâfirlere Lanet Eder: Bakara, 161-162
5. Kâfirlerin Malları ve Evlatları Kendilerine Fayda Vermez: Al-i İmran, 10,
91, 116; Maide, 36; En’am, 70; A’raf, 48; Ra’d, 18; Meryem, 77-80; Casiye,
10; Mücadele, 17; Hakka, 25-29; Leyl, 8-11; Hümeze, 2-6; Leheb, 1-3.
6. Kâfirler, Allah’a Zarar Veremezler, Zararları Kendilerinedir: Al-i İmran,
176-177; Muhammed, 32.
7. Allah Kâfirlere Mühlet (Süre) Verir: Al- İmran, 178; En’am, 44; A’raf, 182-
183, 186; Yunus, 11; Hud, 8; Ra’d, 32; Hıcr, 2; Meryem, 75; 83-84; Enbiya,
39-40; Hacc, 44; Lokman, 24; Şura, 21; Mürselat 46; Tarık, 17.
8. Kâfir Olarak Öleceklerin Tevbesi: Nisa, 18, 168-169.
9. Kıyamet Günü Kâfirlerin Durumu: A’raf, 38-39, 48; Yunus, 45-46, 54;
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 148 -
İbrahim, 21-22, 28-29, 49-50; Hıcr, 2, 922-93; Nahl, 27, 84-85; İsra, 72;
Kehf, 102-104, 124-127; Furkan, 11-14, 22, 27-29; Neml, 83-85; Rum, 12,
14-16, 55-57; Secde, 12; Ahzab, 66-68; Fatır, 36-37; Yasin, 48-53; Zümer,
47-48, 71-72; Mü’min, 10-12, 71-72; Fussılet, 19-24; Şura, 22, 44-46;
Duhan, 47-50; Casiye, 27, 31-35; Ahkaf, 20, 34; Tur, 11-16; Kamer, 6-8;
Rahman, 39, 41, 43-44; Vakıa, 41-46, 51-56; Teğabün, 9; Tahrim, 7; Mülk,
6-11; Müddessir, 8-10; İnsan, 4; Mürselat, 19, 24, 29-37, 45, 47-49; Nebe’,
21-30; Naziat, 34-39; İnfitar, 14-16; Mutaffifin, 15-17; inşikak, 10-14;
Tarık, 10; A’la, 11-12.
10. Allah, Kâfirlere Hidayet Vermez: Bakara, 264; Zümer, 3; Münâfıkun, 6.
11. Kâfirler, Azabı Gördükleri Zaman Tekrar Dünyaya Dönmek İsteyecekler:
Fatır, 37; Mü’min, 10-11; Fussılet, 24; Şura, 44; Fecr, 24.
12. Kâfirlerin Ölümü: Nahl, 28-29, 33-34; Muhammed, 34; Vakıa, 83-87, 92-
94; Naziat, 1, 4.
13. Küfre Önderlik Edenlerin Cezası: Nahl, 24-25, 88.
14. Kâfirler, Azabı Gördüklerinde Yok Olmak İsteyeceklerdir: Furkan, 13-14;
Zuhruf, 77-78; Nebe’, 40; İnşikak, 10-11.
15. Kâfirlerin Amellerinin Misali: Nur, 30-40.
16. Kâfirler, Kurtuluşa Eremezler: Kasas, 82.
17. E- Kâfir-Mü’min İlişkisi
18. Kâfirlere Karşı Allah’ınYardımını İstemek: Bakara, 286; Enfal, 45; Yunus,
85-86; Mü’min, 56; Mümtehine, 5.
19. Kâfirler, Mü’minlerle Alay Ederler: Bakara, 212; En’am, 10; A’raf, 49;
Yunus, 48; Meryem, 73-75.
20. Kâfirlerin Dostlukları Yoktur: Bakara, 105, 217; Al-i İmran, 28, 118-120,
149-150; Nisa, 44-45, 101, 140, 144; Maide, 57; En’am, 68; Tevbe, 23;
Ra’d, 37; Kasas, 86; Mücadele, 22; Mümtehine, 13.
21. Kâfirler, Mü’minlere Zarar Veremezler: Al-i İmran, 120; Nisa, 141; Maide,
11, 105; Enfal, 30, 59, 62-63; İsra, 45; Casiye, 19.
22. Kâfirlere İtaat Etmekten Sakınmak: Al-i İmran, 149; Kehf, 28; Furkan,
52; Kasas, 86; Ahzab, 1-3, 48; Şura, 15; İnsan, 24; Alak, 19.
23. Kâfirlerin Hayatı, Mü’minleri Aldatmasın: Al-i İmran, 196-197; Hıcr, 88;
Taha, 131; Furkan, 10; Kasas, 79-82; Mü’min, 4; Zuhruf, 33-35; Ahkaf,
20; Kalem, 14.
24. Kâfirler, Mü’minleri Saptırmak İsterler: Nisa, 27, 44-45, 167; A’raf, 45;
İbrahim, 3; Hıcr, 90-91, AnkEbût, 12-13.
25. Kâfirlerden Korkulmaz: Maide, 3; Enfal, 30; Tevbe, 13-14.
26. Kâfirlerden Yüz Çevirmek: En’am, 106, 150; Yunus, 41; Hıcr, 94; Kasas,
87; Secde, 30; Saffat, 173-174, 178-180; Zuhruf, 83, 89; Casiye, 18; Zariyat,
54; Necm, 29; Kamer, 6; Kalem, 8; Müzzemmil, 10.
27. Kâfirlere Karşı Mü’minlerin Davranışları: Tahrim, 9.
Konuyla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
1. Dinden çıkarmayan bir kısım günahlar hakkında “küfür” kelimesi kullanmak
caizdir: Kütüb-i Sitte, 15/ 185
2. Küfür kelimesinin ayet ve hadislerde geldiği manalar: 15/148
3. Küfrün, tekfir edene dönmesi meselesi: 15/ 149
4. Mü’mine kâfir diyen,kendisi kâfir olur mu? 15/ 145-147
5. Peygamber huzurunda iki kişinin küfürleşmesi: 12/ 296
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 149 -
6. Kötü söz sarfeden tekfir edilebilir mi? 15/ 143
7. Küfre düşme korkusu: 4/ 233
8. Küfrün bazı şark cihetinde olması: 13/ 212
9. Küfür kaç çeşittir: 15/ 147
10. Küfrün imanı yok etmesi: 8/ 254
11. Davet ulaştığı halde küfürde ısrar eden müşrikleri pusu yoluyla öldürmek
caizdir: 12/ 118
12. Kâfir ile onu öldüren ebediyyen cehennemde bir araya gelmezler:
Kütüb-i Sitte, 5/ 34-35
13. Kâfir diyeti: 17/ 330
14. Kâfirin kanı antlaşmadan sonra haramdır: 5/ 169-170
15. Kâfirin küfründen tevbe ederek dönmesi kabul edilir: 7/ 346
16. Kâfirin cehennemdeki durumu: 14/ 462-464
17. Kâfirken nezirde bulunan, müslüman olduğu takdirde nezri yerine
getirir mi?
18. Kâfirler cehennemde ebedi kalacaklar: 14/ 418
19. Kâfirlerin cehennem yiyeceği: 4/ 239
20. Kâfirlerin mütevatir haberi makbuldür: 14/ 250
21. Kâfirlerle alış-veriş: 7/ 304
22. Kâfirler necis midir? 10/ 554
23. Kâfir olarak ölen baba ve akraba için istiğfarda bulunulmaması: 3/ 550-
552
24. Kâfir zimmeti: 12/ 136
25. Kâfire karşı imanı gizlemek: 12/ 510
26. Buhari, Cihad 102, İman 17;
27. Müslim; İman 8;
28. Ebû Davud, Cihad 104;
29. Tirmizi, Tefsir 78;
30. Nesai, Zekat 3;
31. İbn Mace, Fiten 1;
32. Darimi, Siyer 10
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 190-198
2. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 180-184
3. Tefsir-i Kebir (Mefatihu’l-Gayb), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 1, s. 475-495
4. Fi Zılali’l Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 83-84
5. Tefhimu’l-Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 50
6. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 90-97
7. El-Mizan Fi Tefsiri’l-Kur’an, M. Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 81-84
8. Min Vahyi’l-Kur’an, M. Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 1, s. 53-61
9. Davetçinin Tefsiri, Seyfuddin El-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 43-45
10. Bakara Suresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. 81-119
11. İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 3, s. 282-284 ve 424
12. Kur’an Ölçülerine Göre Mü’min, Kâfir, Münâfık, Ahmed Taşgetiren, Büşra Y.
13. Kur’an’da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y. s. 11-104
14. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 339-352
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 150 -
15. İnançla İlgili Temel Kavramlar, Mehmet Soysaldı, Çağlayan Y. s. 40-63
16. İman; Hak Y. s. 249-265 (Küfre rızâ)
17. Kur’ani Araştırmalar, Mutahhari, c. 2, s. 28-35
18. İman-Küfür Sınırı, Ahmet Saim Kılavuz, Marifet Y. s. 55-65
19. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. c. 1 s. 107
20. Tevhid ve Değişim, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 95
21. İslâm Düşüncesinde İman Kavramı, İzutsu, Pınar Y. s. 11-48
22. Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, İzutsu, Pınar Y. s. 165-237
23. İman ve Tavır, Beşir Eryarsoy, Şafak Y. s. 339-354
24. Risale-i Nur’dan Vecizeler, Şaban Döğen, Gençlik Y. s. 196-207
25. Kur’an Kültürü, Muzaffer Can, Cantaş Y. s. 14-33
26. Kur’an Okulu Cüz Cüz Kur’an, Hanif Yay. Küfr-Kâfir: 4, 186-190
27. Kur’an ve Psikoloji, M. Osman Necati, Fecr Y. s. 210-211
28. İslâm Akaidi, Şerafettin Gölcük, Esra Y. s. 50-54
29. İslâm’ın Temelleri, Mevdudi, El-Ummah Neşriyat, s. 14-20
30. Tevhid, Muhammed Kutub, Risale Y. s. 170-196
31. İslâm Dünyasında İnanç Sorunları, Hasan El-Hudaybi, İnkılab Y. s. 93-97
32. Kurtulan Toplum (Fırka-i Naciye), Muhammed bin Cemil Zeyno, Saff Y.
s. 80-86
33. Kur’an’da Sünnetullah ve Helak Edilen Kavimler, Nuri Tok, Etüt Y. s.
81-91
34. Kur’an Ölçülerine Göre Mü’min-Kâfir-Münâfık, Ahmed Taşgetiren,
Büşra Y.
35. Konularına Göre Ayetler -4- İman ve Küfür, Abdurrahim Ali Ural, Şule Y.
36. Küfür Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
37. Küfür Tek Millettir, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
38. Kur’an ve Hadis’e Göre Şirk ve Müşrik Toplum, Nedim Macit, Ribat Y.
39. İman ve Küfür Muvazeneleri, Bediüzzaman Said Nursi, Tenvir/Sözler/
Envar Neşriyat
40. İman Küfür Sınırı, Ahmed Saim Kılavuz, Marifet Y.
41. İmam Gazali ve İman Küfür Sınırı, Süleyman Dünya, Risale Y.
42. Küfür Sözler (Elfaz-ı Küfür), Hüseyin Aşık, Demir Kitabevi
43. Sorumsuzca Söylenen Sözler 1-4, Mevlüt Özcan, Sabır Y.
44. Mürtede Ait Hükümler, Numan Es-Samerrai, Sönmez Y.
45. Tevhid ve Şirk, Salih Gürdal, Beyan Y.
46. Mekke Rasüllerin Yolu, Ali Ünal, Pınar Y.
47. Vela, Abdurrahman Abdülhalık, Tevhid Y.
48. İman ve Şirk, Adil Akkoyunlu, Hidayet Y.
49. “İslâm’ı Yıkın, Müslümanları Mahvedin”, Celalü’l-Alem, Nizam Y.
50. Cahiliye Toplumunu Reddetmek, Cavit Yalçın, Vural Y.
51. Alim ve Tağut, Yusuf Kardavi, İslâmoğlu Y.
52. Akide Yetimleri, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
53. Dünden Bugüne Tekfir Olayı, Numan Abdürrezzak Samarrai, Vahdet Y.
54. Tekfirde Aşırılık, Yusuf El-Kardavi, Şura Y.
55. Tekfir Meselesi, Hüseyin Yunus, Ahenk Y.
56. Çağdaş Hâricilik Düşüncesi Tekfir ve Hicret Cemaati Örneği, Ahmet Celi,
BeyanY.
57. Dinsizliğin İlkel Mantığı, Harun Yahya, Vural Y.
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 151 -
58. Dinsizliğin Kâbusu, Harun Yahya, Vural Y.
59. “Dinsizliğin Dini” İle Mücadele, Harun Yahya, Vural Y.
Tekfir Konusunda Yararlanılabilecek Kitaplar
1. Tekfir Meselesi, Hüseyin Yunus, Ahenk Y.
2. Tekfirde Aşırılık, Yusuf el-Karadavi, Şûrâ Y.
3. Dünden Bugüne Tekfir Olayı, Abdurrezzak Samarraî, Vahdet Y.
4. Çağdaş Hâricîlik Düşüncesi Tekfir ve Hicret Cemaati Örneği, Ahmet Celi,
BeyanY.
5. Cehalet Özürdür Bid’atçı Tekfircilere Reddiye, Ahmed Ferid, Guraba Y.
6. Tekfirle İlgili 30 Risale, Ebû Muhammed Âsım el-Makdisî
7. Hâricî Edebiyatı, Yasin Kahyaoğlu, Uysal Kitabevi Y.
8. Tekfir Kavramı Hakkında Çok Yönlü Bir İnceleme, Ferid Aydın,
Basılmamış Çalışma
9. Mürtede Ait Hükümler, Numan A. Es-Samerraî, Sönmez Y., s. 124-127
10. İrtidat ve Mürtedin Hükmü, Abdülhak el-Heytemî, Hak Y.
11. Çağdaş Meselelere Fetvâlar, Yusuf el-Karadavi, Ravza Y., c. 1, s. 159-198
12. Fetvâlar, Mevdudi, Nehir Y., II/126-129
13. Davetçiyiz Yargılayıcı Değil, Hasan el-Hudaybî, İnkılab Y.
14. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y., s. 122, 144, 146
15. Sulh Çizgisi, İbrahim Canan, TÖV. Y., s. 74-88
16. İman Risalesi, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y., s. 41-48
17. İman Küfür Sınırı, Ahmed Saim Kılavuz, Marifet Y.
18. İman, Şartları ve Onu Bozan Şeyler, Seyfüddin el-Muvahhid, Hak Y., s.
286-305
19. Fıkıh Penceresinden Sosyal Hayatımız, Faruk Beşer, Nûn Y., I/21-26
20. Tarihte ve Günümüzde Bağnazlık ve Yobazlık, Mustafa Özçelik, Şahsi Y.
21. Dinde Ölçülü Olmak, Abdurrahman b. El-Luveyhık, Kayıhan Y.
22. İslâm’da İnanç Sistemi, Ferit Aydın, Kahraman Y., s. 190-195
23. Küfür Sözler Bid’at ve Hurâfeler, Abdullah Osmanoğlu, Yasin Y.
24. Elfâz-ı Küfür Küfür Sözler, Hüseyin Âşık, İlim Y. /Demir Y.
25. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y., s. 457-459; 640-641
26. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Eymen ed-Dımaşkî-Ömer Tellioğlu, Şamil Y.,
c. 3, s. 175-176; c. 4, s. 369-372; Ömer Tellioğlu, c. 5, s. 262-267; Ahmed
Özalp, c. 2, s. 232-233
27. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y., s. 214
28. Mecmuâtu Buhûsin Fıkhiyye, Abdülkerim Zeydan, Beyrut 1407/1986, s.
415-416
29. en-Nizâmu’s-Siyâsî fi’l-İslâm, Abdülkerim Osman, s. 66-67
30. Kur’an’ın Aktüel değeri Üzerine, Hikmet Zeyveli, 1. Kur’an
Sempozyumu, Bilgi Vakfı Y. s. 289, 293
31. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y., c. 10, s. 170-172
32. Tefhimu’l Kur’an, Mevdûdi, İnsan Y., c. 2, s. 340
33. İslâm Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren Suçlar, Ahmet Yaşar, Beyan Y.,
s. 98
34. 1. Kur’an Sempozyumu, Mehmet Aydın, s. 353
35. 1. Kur’an Sempozyumu, S. Ateş, Bilgi Vakfı Y. s. 382-383
36. İslâm’da İnsan Hakları, Hayreddin Karaman, Ensar Neşriyat, s. 72-73
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKADÎ KAVRAMLAR
- 152 -
37. Kur’an’da İnsan ve Toplum, Ekrem Sağıroğlu, Pınar Y., s. 11-104, 213-
216
38. Tevhid, Muhammed Kutub, Risale Y.
39. İslâm Ceza Hukuku ve Beşerî Hukuk (et-Teşrîu’l-Cinâî el-İslâmî),
Abdülkadir Udeh, Beyrut, 2/708-710
40. İman ve Tavır, M. Beşir Eryarsoy, Şafak Y., s. 339-354
41. Vahdete 7 Adım, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y., s. 101-129
42. İstismar Edilen Kavramlar, Abdullah Palevi, Şahsi Y., s. 49-60, 271-
280,339-350
43. Kur’an Ölçülerine Göre Mü’min, Kâfir, Münâfık, Ahmed Taşgetiren,
Büşra Y.
44. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 339-352
45. İnançla İlgili Temel Kavramlar, Mehmet Soysaldı, Çağlayan Y. s. 40-63
46. İman; Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. s. 249-265 (Küfre rızâ)
47. Kur’ani Araştırmalar, Mutahhari, Tûba Y., c. 2, s. 28-35
48. Tevhid ve Değişim, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 95
49. İslâm Düşüncesinde İman Kavramı, İzutsu, Pınar Y. s. 11-48
50. Kur’an’da Dini ve Ahlâki Kavramlar, İzutsu, Pınar Y. s. 165-237
51. Risale-i Nur’dan Vecizeler, Şaban Döğen, Gençlik Y. s. 196-207
52. Kur’an Kültürü, Muzaffer Can, Cantaş Y. s. 14-33
53. Kur’an Okulu Cüz Cüz Kur’an, Hanif Yay. Küfr-Kâfir: 4, 186-190
54. Kur’an ve Psikoloji, M. Osman Necati, Fecr Y. s. 210-211
55. İslâm Akaidi, Şerafettin Gölcük, Esra Y. s. 50-54
56. İslâm’ın Temelleri, Mevdudi, El-Ummah Neşriyat, s. 14-20
57. Tevhid, Muhammed Kutub, Risale Y. s. 170-196
58. Kurtulan Toplum (Fırka-i Naciye), Muhammed bin Cemil Zeyno, Saff Y.
s. 80-86
59. Kur’an’da Sünnetullah ve Helâk Edilen Kavimler, Nuri Tok, Etüt Y. s.
81-91
60. Kur’an Ölçülerine Göre Mü’min-Kâfir-Münâfık, Ahmed Taşgetiren,
Büşra Y.
61. Konularına Göre Âyetler -4- İman ve Küfür, Abdurrahim Ali Ural, Şule Y.
62. Küfür Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Mahmut Toptaş, Cantaş Y.
63. Küfür Tek Millettir, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
64. Kur’an ve Hadis’e Göre Şirk ve Müşrik Toplum, Nedim Macit, Ribat Y.
65. İmam Gazali ve İman Küfür Sınırı, Süleyman Dünya, Risale Y.
66. Sorumsuzca Söylenen Sözler 1-4, Mevlüt Özcan, Sabır Y.
67. Tevhid ve Şirk, Salih Gürdal, Beyan Y.
68. Mekke Rasüllerin Yolu, Ali Ünal, Pınar Y.
69. Velâ, Abdurrahman Abdülhalık, Tevhid Y.
70. İman ve Şirk, Adil Akkoyunlu, Hidâyet Y.
71. “İslâm’ı Yıkın, Müslümanları Mahvedin”, Celalü’l-Alem, Nizam Y.
72. Câhiliye Toplumunu Reddetmek, Cavit Yalçın, Vural Y.
73. Âlim ve Tâğut, Yusuf Kardavi, İslâmoğlu Y.
74. Akide Yetimleri, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
75. Kur’ân-ı Kerim Açısından İman-Amel İlişkisi, Murat Sülün, Ekin Y. s. 149-150
76. İslâm Hukuku Açısından Cehalet, Ebû Yusuf Midhat b. el-Hasan Ali
Ferrac, Kayıhan Y. s. 231-347
KÜFÜR, KÂFİR VE TEKFİR
- 153 -
77. Din Değiştirme, Ali Osman Kurt, Gökkubbe Y.
78. İslâm’da Düşünce ve İnanç Özgürlüğü, Yunus Vehbi Yavuz, Sahaflar
Kitap Sarayı Y.
79. Çağımızın Bâtıl İnançları, Yüksel Kanar, Beyan Y.
80. Antik İnançlar, Modern Hurâfeler, Martin Lings, İşaret Y.
81. İlâhlar Rejiminin Anatomisi, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
82. Câhiliyye Düzeninin Ruh Haritası, Mustafa Çelik, Ölçü Y.
83. İslâm Siyasi düşüncesinde Muhâlefet, Nevin A. Mustafa, İz Y.
84. Çağdaş İrtidat, Ebûl Hasan Ali en-Nedvî, Akabe Y.
85. 20. Y.Y.da Tevhid ve Şirk, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y.
86. Kelime-i Tevhid Dâvâsı, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y.
87. Sorularla Tevhid ve Akaid, Mehmed Alptekin, Saff Y.
88. Biz Müslüman mıyız? Muhammed Kutub, Hilâl Y.
89. 20. Asrın Câhiliyeti, Muhammed Kutub, Hilal Y.
90. İslâm’da Allah İnancı, Said Havva, Petek Y.
91. Din Gerçeği ve İslâm, Mehmed Alagaş, İnsan Dergisi Y.
92. Kur’an’’a Göre Müşrikler ve Putperestler, İslâmî Araştırmalar Dergisi,
Temmuz, 1986
93. Yalnız Allah veya Tevhid, M. Süleyman Temimi, Özel Y.
94. Kur’an’a Göre Dört Terim, Mevdudi, Beyan/Özgün Y.
95. İslâm ve Dört Terim, Ali Karlıbayır, Dünya Y.
96. Tevhid ve Mü’minin Seyir Çizgisi, Mustafa Şehri, Bir Y.
97. Tevhidin Hakikatı, Yusuf el-Kardavi, Saff/Özgün Y.
98. Şirk, Abdullah Hanifi, Hanif Y.
99. Şirk, Harun Yahya, Vural Y.
100. İman ve Şirk, Adil Akkoyunlu, Hidâyet Y.
101. Kur’an’da Şirk Kavramı, Hafız İsmail Surti, Akabe Y.
102. Kur’an ve Hadislere Göre Şirk ve Müşrik Toplum, Nadim Macit, Ribat
BasımY.
103. Kitabu’l-Asnâm (Putlar Kitabı), İbnü’l-Kelbî, Ank. Ü. İlâhiyat F. Y.
104. Kur’an’da Ülûhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. 1-9; 281-385
105. Nasıl Davet Edelim? Muhammed Kutub, Beka Y.
106. Dâru’l Harp mi Dâru’l Harap mı, Ahmed Kalkan, Beka Y.
107. www.cehaletmâzeretdegil.com
108. www.mucadelemİslâm.com
109. www.tagutured.com
Sonsöz
Eğer bu kitabı gerçekten okuyup mesajını anladıysanız, bunu ve buna benzer diğer kitapları bir kenara koymalısınız ve hemen elinize Allah’ın Kitabı’nı alıp meal ve tefsiriyle okumaya başlamalısınız. Daha önce okuduysanız, yine yeniden ve sürekli okumalısınız. Anlayarak, yaşayışınızla ve güncel hayatla bağlantı kurup O’nun gösterdiği istikamet doğrultusunda her şeyi gözden geçirerek Kur’an’a yönelmeniz, bu okuyup bitirdiğiniz kitabın yazılış amacına hizmet etmiş olacaktır.
Haydi Kur’an’a; Elimize, gönlümüze ve yaşantımıza almak ve bir daha bırakmamak için…

 

Ortam