78. HUTBE: OKULLARDA TÖREN ADIYLA İŞLENEN PUTPERESTLİK (1)
78.HUTBE: OKULLARDA TÖREN ADIYLA İŞLENEN PUTPERESTLİK
Yazan Asim ŞensaltıkOkullarda Tören Adıyla İşlenen Putperestlik
Ayet:
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـًٔا وَلَا يَضُرُّكُمْۜ اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
“(İbrâhim) Dedi ki: Siz Allah’ı bırakıp da size hiç fayda ve zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh olsun size ve Allah’tan başka taptıklarınıza! Siz hiç akıllarınızı kullanmaz mısınız?” [1]
Bunun Adı Putperestliktir!
“Resmî törenler vesilesiyle sergilenen görüntüler ve ortaya konan kimlik İslâmî açıdan neye tekabül etmektedir?” Soruya hemen cevabı vereyim: Tek kelimeyle: “Putperestlik” yani putperestliğe tekabül etmektedir. Bu törenlerin İslâmî açıdan ne demek olduğuna şöyle cevap verilebilir mi?: “Câizdir, hiçbir sakıncası yoktur, hatta sevaptır. Okullarda uygulanması yetmez, bu sevabı câmi cemaatine de yaymak gerekir. Namazlara da ezanla değil, okullardakine benzer törenle başlanmalıdır. İmamlar cami önünde cemaati “hazır ol!” komutuyla hizaya sokmalı, cami önlerindeki göndere bayrak çekilmeli, heykelin önünde saygı duruşunda bulunulduktan sonra camiye girilmelidir. Hem öyle bedava vatandaşlık yok: Kutsal devlete ibâdet için Kürt bölgelerindeki camilerde daha kocaman bayrak ve daha büyük heykel olmalı; “devletten Kürt vatandaşlarına kıyak olarak” diye takdim edilmelidir. Önce millî ibâdet, sonra dinî ibâdet gelir, değil mi ya?! Zaten memleket niye kalkınamıyor; hep bu putlara karşı çıkan yobazlardan ötürü. Krizi filan bahane etmeyelim, bir an önce camileri de okullar gibi heykellerle donatalım, cami kapılarının önüne minareden daha büyük bayrak direği dikelim. Eh ekonomik olsun diye düşünüyorsanız, onun da kolayı var. Minarelerin büyüklüğüyle oranlı kocaman bayraklar yapalım. Nasıl olsa oradan ezan da okunmuyor, minareler bayrak direği olarak işlev görsün. İmamlar sadece 29 Ekim’de, 23 Nisan’da filan değil, her hafta hutbelerde Atatürk’ten bahsetsin. Yetmez, her gün ve her namazda o büyük devlet adamının geceleri ne kadar kaim, gündüzleri ne kadar sâim olduğuna dair menkıbeler, kıssalar anlatsın. (Çok zorlanmazlar, antrenmanlıdır imamların çoğu. Çok iyi bildikleri menkıbe kahramanlarının sadece ismini değiştirecekler o kadar. Ne yapsınlar canım, zaten “emir kulu” değiller mi?! Cami cemaati, mihraplara konulacak heykelin önünde vecd içinde vatandaşlık görevini yerine getirerek saygı duruşunda bulunmadan namaza başlayamasın. Okullarımızda öğrencilerimize yaptırılan bu davranışları cami cemaatinden esirgemeyelim; böylece hem memleket daha bir kurtulur, hem daha büyük sevaba girilir. Camilerin bu konuda nasıl bir düzenlemeye gidileceği konusunda allâme-i cihan muhterem Yaşar Nuri Efendi Hazretleri ile televizyonların meşhur şeyhülislâmı, ünü tüm dünyaya yayılmış, büyük ermiş Hazreti Zekeriya Bembeyaz başkanlığında bir komisyon toplanır. Kısa zamanda bu devrimi gerçekleştirirler; böylece Ata’larının (varsa) cennetine aday olurlar. Onun tamamlayamadığı İslâm’da ve camide devrimi de gerçekleştirmiş, onun izinden gittiklerini ispatlamış olurlar…”
Böyle bir cevap mı bekleniyor kamuoyu tarafından? “Dâru’l-İslâm”, “ülü’l-emre itaat”, “vatan sevgisi imandan”, “vatan uğruna ölen şehitlerimiz”, “cumhuriyet İslâm’dır”, “en iyi demokrasi İslâm’dadır, dört halifenin seçimi de buna örnektir”, “en büyük gazi, Atatürk” gibi konu ve uyduruk malzemeler de Diyanet’in hutbe metinlerinden bulunabilir, diye ilâve etmemi herhalde beklemiyorsunuz. Aslında, bu tür cevap vermek doğru kabul edilmezse, bu yanlışın karşıtının doğru olduğunu herhalde gö(ste)rmek zor olmaz. Okuldaki törenler doğru ise, İslâm açısından sakıncalı değilse, bunları camideki Müslümanlara da yaymanın ne sakıncası olabilir? Zaten bu cami cemaati, yukarıda anlatılan hususlarda sakınca görse okullardaki çocuklarına veya torunlarına bu yanlışları vurgulaması, her bedeli ödemek zorunda kalsalar da karşı çıkılması gereken “imanî-tevhidî gereklilik” görmezler mi? Görmediklerine göre?! Evet, okullardaki törenleri sakıncalı görmediklerine göre, aynı uygulamalar yukarıda anlatıldığının hatta fazlası uygulansa, onda da sakınca görürler mi, görmezler mi?
Camide yapılması ve tapılması câiz olmayan şey, özellikle ibâdet ya da put kavramıyla ilgili ise, başka yerde de câiz değildir. Biz, sadece camide Allah’ın kulu değiliz. Allah, camide kendisine, cami dışında başka ilahlara yönelmeyi mi meşrû kıldı? Namaz kılarken yönelinen ilâh, okullara, devlete karış(tırıl)mayan âciz biri mi? Namazda yönelinen ilâh başka, devlet kurumlarında ve özellikle okullarda yönelinen ilâh başka mı? Eğer öyle ise, bu, çok tanrılı bir şirk dini olmaz mı? “Câmilerimizde putlar ve putlara tapmaya canımız pahasına karşı çıkarız, yukarıda anlatılan hususlar mescidlerimizde kesinlikle olamaz!” diyenlere altını çizerek ifade edelim ki; tüm yeryüzü Müslümanlar için mesciddir ve yeryüzü mescidindeki putlarla ve putperestlerle mücadele şarttır. Evet, tüm yeryüzü câmidir, mesciddir. Rasûlullah öyle buyurur:
“Yeryüzü bana mescid ve (teyemmüm için) temiz kılındı. Ümmetimden biri namaz vaktine ulaştığında nerede olursa namazını kılsın.”[2] Tüm yaratıklar secde halinde olduğu için, bütün kâinat bir mesciddir. Teshîrî secde için varlıklara evrenin mescid olduğu gibi, ihtiyârî secde sahibi mü’min insan için de yeryüzünün tamamı mesciddir.
Her insanın, kendi dinine göre değişen bir kıblesi ve istikameti vardır. “Herkesin yöneldiği bir yönü (viche) vardır.”[3] Kıble; kalplerdeki imana, kafalarda taht kuran düşünce sistemine ve ferdin kendini tümüyle teslim ettiği “ilâh”a göre değişen bir yön ve istikamettir. “Kâbe Arab’ın olsun, bize Çankaya, anıtkabir yeter” diyen şâir Kemalettin Kamu gibilerin itiraflarıyla bazı kimseler Kâbe yerine Anıtkabir’i, Çankaya veya Washington’u kıble edinebilmekteler. Kâbe’yi kıble edinenin, tüm varlığıyla kendisini Allah’a döndürmesi, diğer yönlere ve kıblelere itibar etmeyip onları reddetmesi gerekir; çünkü her milletin ve her dinin bir kıblesi, herkesin yüzünü döndüreceği bir yönü ve istikameti vardır. Mü’min, Allah’ın dinini tanımayanların kıblesine tâbi olmaz. Onlar da İslâm’ın kıblesine tâbi olmazlar. [4]
Tarihteki putları ve puta tapanları incelediğimiz zaman, şirk temeline dayalı putçuluğun, günümüzde geçerli olan şirkten ve putçuluktan pek de farklı olmadığını görürüz. Mekke’li müşrikler de “Allah” inancına sahipti.[5] Fakat, Kâbe’de tavaf etmek gibi Allah’a ibâdet kastıyla bazı görevleri yaptıkları halde, zaman zaman put heykellerin karşısında saygı duyuyorlar, onların önünde törenler düzenliyorlardı. Allah’ın hükmü yerine Mekke site devletinin parlamentosu Dâru’n-Nedve’nin kanun yapmasını ve Ebû Cehil gibi tâğutların kendilerini yönetmelerini istiyorlar, eski büyük tâğutlarını da unutmamak için heykellerine hürmet ediyorlardı. Onlar da yer yer dindar kesilmelerine rağmen, tevhid’in karşısında durarak şirke sarılıyorlar, putlarından vazgeçmiyorlardı.
Israrla vurgulamalıyız ki, İslâm’ın hâkim değil mahkûm olduğu ülkelerdeki okullarda müşrik olmama özgürlüğü yok. Öğrenci ve öğretmen olarak şirk tornasından geçmeme hakkı için mücâdele gerekiyor. Bir manifestomuz yok. Bir müslümanın her çeşit eğitim kurumlarında yapmasının kesinlikle câiz olmadığı şeyler, yapıldığında öncelikle insanlık suçu olduğu ilan edilecek davranış ve sözler, resmî âyinlerde/törenlerde, şirk unsuru olan hususlar, derslerde kabulü ve dillendirmesi şirk olan durumlar, tâğutları övmeler vb. kamuoyuna hâlâ yansıtılmamıştır. Çok net olarak, eğitimle ilgili İslâm’la bağdaşmayacak şirk unsurları şunlardır diyerek maddeleştirip kamuoyuna veli, öğrenci ve öğretmenlere ilan ve tebliğ bile edememişiz. Şirki güncel açılımlarıyla topluma duyuramamanın vebalinin büyüklüğünü düşünmek bile zor. Her vatandaşın ve her düzenin bunları rahatlıkla bilmesi ve zulmün boyutlarının sergilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Sanki tevhidin yasaklanmasından ve putperestliğin mecbur edilmesinden daha önemliymiş gibi, varsa-yoksa sadece başörtüsü yasağı gündemde. ABD gibi, Avusturya ve diğer Avrupa ülkeleri gibi, başörtüsünün suç olmadığı memleketlerde yaşasaydık, bizim câhiliyye okullarından istediğimiz olmayacak mıydı? Yani sadece üniversitelerde ve sadece başörtüsünden başka?! Başörtüsüne bile müsaade etmeyen bir zihniyet aracılığıyla, başın içine konulan inanç, bilgi ve kültürün ne olup olmadığı, ciddi mânâda maddeler halinde net olarak dosta düşmana ilan edilebilmiş bile değildir ki, ona göre eylem planı hazırlansın.
Düzenin ve okulların farklı bir dini dayattığı için, Müslüman çocuklarımız iki dinli yetişiyor. Evdeki din ile okuldaki din farklı; birbirine tümüyle düşman iki inanç ve yaşam tarzı sunuluyor. Çocuklar, çifte standartlı yetişiyor. Ana ve babaların “aman oğlum, şunu sevme, şuna inanma, ama bunları okulda öğretmenine filan da belli etme!” diye tavsiyesi, çocuğun karakterini daha küçük yaşta anormalleştiriyor, iki dinli ve münâfık karakteri oluşturuluyor.
Bu ülkedeki tüm problem, çatışma ve gerginliklerin sebebinin dinler arası çatışma olduğunu söyleyebiliriz. Devlet dini olan laiklik ve Kemalizm ile çoğunluğun dini İslâm arasındaki çatışmadan bahsediyorum. En önemli Kemalist devrimlerden biri tevhid-i tedrisattır. Yani, eğitim ve öğretimin tekel olarak devlete ait olduğu ilkesi. Tevhid eri Müslümanlar olarak biz tevhid-i tedrisat değil; tevhîdî tedrisat istiyoruz. Eğitim, tümüyle devlet tekelinde olduğu için, okullarda şikâyet edilen tüm problemlerden öncelikle bu düzen sorumludur. Bu ilkeden yola çıkarak düzen, eğitim kurumlarında kendi dinini, kendi kutsallarını bütün Müslüman çocuklara dayatmakta, bütün çocukların laik ve Kemalist olmasından başka bir seçenek ve özgürlük tanımamaktadır. İslâm’ın putperestlik olarak kabul ettiği uygulamalar, törenler, âyinler, övgüler okutulan derslerden de önemli, en öncelikli ders kabul edilmektedir. Siyer dersi işlenir gibi ama farklı bir kişinin hayatı işleniyor; uydurma coşkularla döne döne her yıl ezberlettirilip körpe beyinlerin yıkanması için anlatılıyor, anlatılıyor. Tüm derslerin içeriği Batıcı, laik ve Kemalist inanca uygun olarak veriliyor okul denilen tapınakta. Okullar, düzene uygun kafalar yetiştiren birer torna atölyesi konumunda işlev yapmakta. Uysal ve düzene itaatkâr nesiller, tâğuta kulluk yapmaya hazır insanlar yetiştirmek okulların temel görevi olmaktadır.
Evet, maalesef bin kere evet; Bu törenler, bir âyindir, putperest tapınmalarıdır. Allah’tan başka rab edinmenin, başka ilâh kabul etmenin, tâğutlara ibâdet etmenin göstergesidir. Tepkisiz ve buğzsuz olarak bu törenleri kabullenmek insanı şirke götürür. Şirk de Allah’ın affetmeyeceği tek büyük suçtur. Kişiyi dünyada Allah’ın yardımından uzaklaştırır, âhirette de ebedî cehennemlik yapar. Şirk, hastalıktır, bünyeye sonradan giren bir mikroptur, bir ârızâdır, bir anormalliktir. Bir küçük kibrit çöpü koca ormanı yakıp mahvettiği gibi, şirk de amelleri mahveder. Bir kanser mikrobunu veya yanan kibrit çöpünü önemsiz, tehlikesiz görüp bunların zararlarına duyarsız kalmak, hiç akılla bağdaşır mı? Şirk, kaos ve düzensizliktir. Şirkin olduğu yerde, kargaşa, fesat, kavga, anarşi, düzensizlik ve huzursuzluk vardır.[6] Tevhid ve şirk insanlık tarihi boyunca insanların bağlana geldiği iki dinin adıdır. İnsanlık tarihi şirkle tevhid arasındaki mücâdeleden ibarettir. Bütün peygamberlerin tebliğlerinde vurguladıkları temel esas tevhiddir. Kur’ân-ı Kerim’in üzerinde en çok durduğu konu tevhidin önemi ve şirkten uzak durulması konusudur.
İbrâhim (a.s.), babasına ve kavmine demişti ki:
“Sizin şu karşısında durup ibâdet ettiğiniz heykeller nedir? (Babası ve kavmi), ‘Babalarımızı onlara ibâdet eder bulduk’ dediler. (İbrâhim), ‘Doğrusu siz de, babalarınız da apaçık bir sapıklık içine düşmüşsünüz’ dedi.”[7]
“Siz Allah’ı bırakıp da size hiç fayda ve zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh olsun size ve Allah’tan başka taptıklarınıza! Siz hiç akıllarınızı kullanmaz mısınız?” [8]
Buyurun hep beraber Müslümanlığımızı ilan ederek andımızı tazeleyelim:
“Ey kâfirler! Tapmam sizin taptıklarınıza. Sizin dininiz size, benim dinim bana!” [9]
[1] 21/Enbiyâ, 66-67
[2] Müslim, Mesâcid 3, hadis no: 521; Buhârî, Salât 56, hadis no: 84; Nesâî, Mesâcid 42, hadis no: 2, 56
[3] 2/Bakara, 148
[4] 2/Bakara, 145
[5] Bk. 29/Ankebût, 61, 63; 39/Zümer, 3
[6] 21/Enbiyâ, 22
[7] 21/Enbiyâ, 52-54
[8] 21/Enbiyâ, 66-67
[9] 109/Kâfirûn, 1, 6