72. HUTBE: TAKVÂ GİYSİSİ VE BAŞÖRTÜLÜ ÇIPLAKLAR -1 (1)
72.HUTBE: TAKVÂ GİYSİSİ VE BAŞÖRTÜLÜ ÇIPLAKLAR -1-
Yazan Asim ŞensaltıkTAKVÂ GİYSİSİ VE BAŞÖRTÜLÜ ÇIPLAKLAR -1-
ÂYET:
يَا بَ آن۪ي دَٰمَ قَدْ نَْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسا يُوَر۪ي سَوْتِٰكُمْ وَر۪يشا۠ وَلِبَاسُ لتَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ يَٰاتِ للهِ لَعَلهُمِْ يَذَّكروُنَ يَا بَ آنً۪ي دَٰمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ لشًَّيْطَانُ كَ آمَا خَْرجََ بََوَيْكُمْ مِنَ
لْجَنَّةِ يَنْزعُِ عَّٰنْهُمَاَّ لبَاسَِهُمََّاِ لِيُريَِهُمَا سَوْتِٰهِمَاۜ نَِّهُ يَريٰكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ
نَِّا جَعَلْنَا لشَّيَاط۪ينَ وَْل آيَاءَ للَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
“Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır. İşte bunlar, Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi). Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı (Âdem ile Havvâ’yı), çirkin yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir fitneye/belâya düşürmesin. Çünkü o ve kabîlesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz Biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kıldık.”[1]
آيَا يَُّهَا لنَّبِيُّ قُلْ لِازَْوَجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِ آسَاءِ لْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَا۪ب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ دَْنآٰى
نَْ يُعْرفَْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ للّٰهُ غَفُورً رحَ۪يماً
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına cilbâblarını/örtülerini (dış giysilerini) üstlerine almalarını (vücutlarını örtmelerini) söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” [2]
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ بَِْصَارهِِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُروُجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ لَِّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْربِْنَ بِخُمُرهِِنَّ عَلىٰ جُيُوبهِنَّۖ
“Mü’min hanımlara söyle: Gözlerini korusunlar, nâmus ve iffetlerini muhâfaza etsinler. Görünen kısmı müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini (süslerini ve süs taktıkları organlarını) teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…”[3]
HADİS:
“Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla (coplarla) insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen (örtülü çıplak) ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesâfeden hissedilen kokusunu bile alamazlar.”[4]
Biraz da etki-tepki meselesi olsa gerek. Egemen güçlerin bunca saldırısı ve zulmüne rağmen çarşılara, pazarlara baktığımızda başörtülü kızlardan geçilmiyor. Bardağın neresine bakalım? Hiç yoktan başı örtülü bayanların sayısı hâlâ çok sayıda diye sevinelim mi; yoksa, başörtüsü, rûhundan giderek soyutlandı, çarşılar başörtülü mankenlerin boy gösterdiği podyuma döndü, örtü sokağa (ayağa) düştü diye üzülelim mi?
Sürpriz olan hangisi? Az-çok kültürlü kızların başörtülü olabilmesi mi, yoksa her yönden gayrı İslâmî yaşama biçiminin kuşattığı ve modern Batı standartlarını içselleştirmiş, özgürlük putunun kurbanı ve sosyal hayatın, sokak ve çarşının tutsağı olmuş başörtülü kızların her aklı başında müslümana “bu kadar da yozlaşma olmaz!” dedirtecek anormallikleri mi? Okullarda karma eğitimin tezgâhından geçmiş, televizyon dizileriyle büyümüş, kadınerkek eşitliğini ve kadın özgürlüğünü bayraklaştırmış, dünyevileşmiş, İslâm’ı yeterince bilmeyen, bildiklerini tümüyle yaşamanın getirdiği bedellere hazır olmayan kızların çeyrek tesettürü mü?
Şuurlu müslümanların başörtüsü mücâdelesini önemli bir cihad gibi görmelerinin sebebi, onun Kur’an’ın bir emri, tesettürün ayrılmaz bir parçası, İslâmî inanç ve yaşama biçiminin dışa yansıyan bir göstergesi, müslüman hanımın hayâ ve iffetinin bir işareti olduğu içindi.
Müslüman hanımın başörtüsüyle birlikte dış kıyafetinin özelliklerini özetin özeti mâhiyette hatırlatalım: Müslüman bir kadının yabancı erkeklere ve müslüman olmayan bayanlara karşı yüzü, bileklere kadar elleri dışında vücudunun tamamı avrettir, örtmeleri gerekir. Hanımların, ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Âyette şöyle buyurulur: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.”1622 Örtünün sık dokunmuş ve altını göstermeyen kalınlıkta olması gerekir. Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Elbise şeffaf ve çok ince olmamasına rağmen uzuvları belli edecek şekilde darsa ve organların şeklini ortaya koyarsa yine tesettür gerçekleşmemiş olur. Giyilen kıyafetin, örtünen başörtüsünün, erkeklerin dikkatini çekecek şekillerde olmaması, cinsel câzibeyi ortaya çıkarmaması gerekmektedir. (O yüzden şekil ve renk olarak sade, daha çok koyu -siyah- renkte giysi ve örtü, yirminci asra kadar bütün dünya müslümanlarının riâyet ettiği ölçü kabul edilmiştir.)
Kim ne yorum yaparsa yapsın; başörtüsü Kur’an’ın emridir: “Mü’min hanımlara söyle: Gözlerini korusunlar, nâmus ve iffetlerini muhâfaza etsinler. Görünen kısmı müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini (süslerini ve süs taktıkları organlarını) teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…”[5] Başörtüsü teferruat değildir. Allah’ın Kur’an’da emrettiği bir farz teferruat, ayrıntı kabul edilemez. Bu mantık(sızlık)la, eğer başı örtmek teferruat ise, meselâ göğsü örtmek de teferruattır; çünkü o da aynı şekilde farzdır. Başörtüsü, çarpık yorumlarla önemsiz ve hizmet(!) için tâviz verilecek basitlikte görülemez, olmazsa da olur denilecek bir husus kabul edilemez.
Müslüman hanım, Ahzâb sûresi 59. âyete göre sadece vücudunu ve başını örtmekle emrolunmamış, aynı zamanda yabancı erkeklerden eziyet görmeyecek ölçüde ve iffetli olduklarını gösterecek biçimde cilbab (çekici olmayan ve baştan ayağa örten geniş ve kalın bir dış giysi) ile örtüneceklerdir. Bu özellik, başörtüsünün şeklini de, başörtüsü dışında dış giyimin nasıl olması gerektiğini ve bunun hikmetlerini de içermektedir. Vücudu örttüğü halde dış giysinin (cilbabın) içindeki bol elbise, -cilbabsız olarak- nasıl dışarıda tesettür için yeterli görülmüyorsa, aynı şekilde elbise desenlerinden daha çekici, allı güllü, bol süslü eşarplar ve kadını câzip gösteren kıyafetlerin de tesettürdeki temel espri ve hikmeti taşımayacağı bilinmelidir.
Bilindiği gibi, Nur sûresi 31. âyeti, kadınlara -istisnâ edilen şahıslar dışında- hiçbir erkeğe ziynetlerini göstermemelerini emretmekte. Ziynet, kadını güzel gösteren saç, makyaj, parfüm, takı, mücevherât ve elbise gibi şeyleri içine almaktadır.
Güzel kokudan (parfümden) kaçınmak şarttır: “Bir kadın, güzel koku sürerek bir topluluktan geçer, onlar da ‘onun kokusu şöyle şöyleydi’ diye konuşurlar.
Böyle (koku sürünmesi ve) söylenmesi çirkindir.”[6] Konuşurken ciddî olma mecbûriyeti vardır: “...Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır...”[7] Müslüman hanımın davranışı, yürüyüşü ağırbaşlı olmalı, dişiliğini, cinselliğini öne çıkarmamalıdır: “... Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerlerine çekecek şekilde yürümesinler).”[8]
Tesettürdeki gâye ve hikmet, kadının yabancı erkeklere karşı cinsî câzibesini gizlemektir. O yüzden, kadının bileğindeki altın bileziğin gözükmesine izin vermeyen din, kadını daha süslü gösteren bir eşyanın, bir aksesuar veya başörtüsü ya da giysinin kullanımına da izin vermez. Nûr Sûresi, 31. âyet, kadının yabancı erkeklere ziynetlerini/süslerini (ve ziynet yerlerini) göstermesini yasaklar. Hâlbuki şimdiki başörtülerin ve dış giysilerin büyük oranda ziynet/süs unsuru olması, aranacak ilk vasıf sayılabiliyor, ziyneti örtmesi gereken şeyin kendisi tümüyle ziynet özelliğine uyuyorsa bu nasıl tesettür olabilir? Tuz yiyeceği kokmaktan korur; tuz kokarsa o yiyeceğin hali ne olur?
Başörtüsü, mü’min hanımlara sadece üniversitede farz olmamakta, bülûğa erdiği andan itibaren farz olmaktadır. Ayrıca üniversite gibi resmî kurumlarda ve erkeklerle kızların karma eğitim yaptıkları ya da içli dışlı oldukları yerde sadece başörtüsü değildir farz olan; onu tamamlayan diğer giysiler ve cinsî özellik ve câzibelerin tümünden arınmış, fitne ortamına hiç yer vermeyecek davranışlar da şarttır.
Müslüman bayan, erkeklerin de bulunduğu sosyal hareketlere katılır veya yabancı erkeklerle meşrû ölçüler içinde konuşurken, her şeyden önce dişiliğiyle değil; kişiliğiyle bulunmalıdır. Bir kadın için, sosyal hayatta tesettür her şey değil; bir şeydir. Onsuz olmaz ama, onunla da her şey tamamlanmış değildir. Kahkaha gibi aşırı ve sesli gülme, yabancı erkeklerle şakalaşma, gereksiz samimi tavırlar, kadınsı işveler, yapmacık edâ ve sesin güzelleştirilmesi için doğal olmayan çabalar vb. iffetli müslüman bir hanıma yakışmayacak ve müslümanlarca yadırganacak ya da farklı gözle değerlendirilecek her türlü tavırdan kaçınılması gerekir. Erkeklerle ev ortamında otururken bazı hanımların kendi evlerinde ve aile dostlarıyla birlikte olmalarının getirdiği rahatlıkla tesettür konusunda daha serbest davrandıkları bilinmektedir. Ev ortamında ve güvenilir Müslümanlara karşı da olsa, bir hanım yabancı bir erkeğin yanında cilbab denilen elbisesinin üstüne ince de olsa bir dış elbise giyinmelidir. Bu, fazilet cinsinden takvâ için bir örtü değil, mecburiyet ve farziyetle ilgili bir görevdir. Bol da olsa pantolon veya eteğe benzeyen pantolonlarla tam tesettür sağlanılamaz. Yabancı erkeklerin bulunduğu bir ortamda Müslüman hanım, her hareketinde vücut hatlarını belli etmeyip tümüyle örten bir dış giysi giymek zorundadır. Müslüman hanımın bu ölçülere riâyet etmeden sosyal hayatta yer alması ya da erkeklerle konuşması, hem kendine, hem dâvâsına, hem tesettürlü hanımlara, hem İslâm’a ve hem de müslüman kadınların toplumda müslümanca yer etmesi için gereken ortamın ve örfün oluşması önündeki zincirlerin kırılma çabalarına çok büyük zararlar verecektir. “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına cilbâblarını/örtülerini (dış giysilerini) üstlerine almalarını (vücutlarını örtmelerini) söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” [9]
Allah’tan korkan mü’mine hanımların, sanki zorla, koca ve bazı akrabalarının ısrarı ve zorlaması ile örtünüyor gibi, kendilerine hiç yakışmayacak bir kıyafete bürünüyorlar. Hâlbuki onlar şuurlarını takvâ elbisesiyle de göstermek zorundadır. Ona bakan kimse, bakılacak en küçük bir haram olmamalı, kendisine bakıyorlarsa dişiliğini tümüyle gizlemiş birine gözleri iliştiği anlayışından gözlerini indirmek zorunda hissetmeliler. Onların giysileri, hayâları yani takvâ elbiseleri “bana bakma!” diye haykırmalıdır. Şuur ve takvaları giysilerinden belli olmalıdır. Böylece fitneye sebep olmanın vebali yerine, başkalarına davet ve tebliğ ulaştırmanın, takvâyı yaygınlaştırmanın sevabına nâil olabileceklerdir.
TAKVÂ ELBİSESİ
Takvâ, elbiselerin en güzeli, en hayırlısıdır. İnsanların pek çoğu dış görünüşe, giysilerine, ziynetlenmeye pek önem verirler. Dış görünüş ile karakter arasında bir bağlantı kurarlar. Elbiselerinin düzgün, yeni ve pahalı olmasıyla kişiliklerinin değer kazandığını zannederler. Şahsiyetleri zayıf olsa da, elbiseleriyle başkalarının gözünde bir yer edinmeye, ya da başkalarına giysi ve süslenme ile etki etmeye çalışırlar. Kimileri için ise elbise kişiliktir, hatta bir dünya görüşünün dışa yansımasıdır.
Bedeni örten, onu sıcaktan veya soğuktan koruyan, ya da ona gerçekten bir kişilik kazandıran elbiseler, süs unsurları birer nimettir. İslâm’ın tanımladığı ölçülerde kullanılırsa bir şükür sebebi bile sayılabilir. Ancak asıl hayırlı olan elbise, takvâ bilincidir. Çıplak bedenlerin örtünmesini sağlayan, çirkin yerleri kapatan, çirkin davranışları önleyen, insanı kem gözlerden, hâin bakışlardan, şeytanın hile ve tuzaklarından koruyan, takvâ elbisesidir.
Takvâ (din örtüsü) ile kişi kendini korumaya, dinî hayatına zarar verecek şeylerden sakınmaya alır. O örtü ile korunur, o örtü ile temiz fıtratını savunur, o örtü ile edep dışı işlerden kendini muhâfaza eder. O örtü onun için zırh gibidir, sağlam bir kale gibidir, çevresinde onu tehlikelerden saklayan nöbetçiler gibidir.
İşte takvâ elbisesi budur: İnsanın rûhunu giydiren ve doyuran elbise... İnsanın mânevî dünyasını kollayan bir giysi. Maddî hayatı da zararlı bütün unsurlardan, insanı mutsuz eden bütün davranışlardan, kişinin yüzünü kızartacak bütün yanlış hareketlerden koruyan bir örtü...
“Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır. İşte bunlar, Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi). Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı (Âdem ile Havvâ’yı), çirkin yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir fitneye/belâya düşürmesin. Çünkü o ve kabîlesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz Biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kıldık.”[10]
Burada Allah (c.c.), giyinmeyi ve onunla dış görünüşü süslemeyi ön plâna çıkarıyor. Avret yerlerini örten elbise ile insana bir biçim kazandıran ve onu süslü gösteren elbisenin iki yönü vardır. Birincisi, zarûrî örtünme, ikincisi ise olgunluğu tamamlayan fazlalıktır. Her ikisi de en hayırlı elbiseye işaret ediyorlar. O da, hem görünen, hem de görünmeyen avreti örten ve böylece kişiye her türlü güzelliği sağlayan takvâ elbisesidir.
“Kişi takvâdan bir elbise giymediği zaman, / giyinik olsa da kesin çıplak görünür. / insan için en hayırlı şey Rabbine itaat etmesidir. / O’na âsi olanda ise bir hayır yoktur.“
Takvâ elbisesi Allah’tan haşyet duymak, O’na hakkıyla iman etmektir. Ya da güzel bir gidiş, vakarla hareket ve sekînedir (huzur duygusudur). İbn Abbas’a göre ‘takvâ elbisesi’, sâlih ameldir. Bazı tefsircilere göre ise iman, kimilerine göre muttakîlerin âhirette giyecekleri elbise, bazılarına göre de Allah’tan haşyet duymaktır. İbn Eslem diyor ki: “Takvâ elbisesi, kişinin Allah’tan ittika ederek avret yerlerini örtmesidir.”
Takvâ elbisesi, takvâ hissi veya takvâ duygusu ile giyim, yani hayâ duygusu ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile giyilen ve Allah’ın izniyle maddî-mânevî ayıptan, çirkinlikten, zarar ve tehlikeden koruyacak olan bu elbise daha güzeldir, sırf faydadır. Elbise nimetinden faydalanma bununla olabilir. Zira takvâ duygusu, imanı ve irfanı olanlar, zorunlu olarak çıplak bile kalsalar en azından Hz. Âdem ve eşi gibi yapraklarla örtünmeye çalışırlar. Takvâ duygusu olmayanlar ne kadar kalın giyseler de çıplaklıktan kurtulmazlar. Böyleleri, elbise nimetinin örtülmesi gerekeni örtmesinin, soğuk, sıcak ve rahatsız edici çirkinliklerden koruyacak, ya da kötü bakışları def edebilecek, şehvetleri tahrik etmeyecek, edeb ve vakar kazanmaya sebep olacak tarafını düşünmezler. Onlar, şehvet, kibir ve gururla süslü elbiseler giyerek caka satarlar, saklanması gereken yerlerini gösterirler. Asıl hayır takvâ elbisesidir ki, örtülmesi gereken yerlerin örtünmesini sağlar, kişiyi maddî ve mânevî hayâsızlıklardan korur.
Bugün çarşıda, pazarda, tezgâhta, masa ve kasa başında, başörtülü bayanların “örtülü çıplak” diye tanımlanabilecek başörtülü yozlaşmanın görüntülerini de şöyle özetleyelim: Çarşaf ya da bol ve uzun pardösü benzeri bir dış giysinin tamamlamadığı bir kıyâfet. Dış giysi cinsinden bir şey olmaksızın sadece başörtü, altına etek veya pantolon, üstüne bluz, elbise cinsinden bir şey giyerek çarşı pazarda dolaşma veya işyerlerinde ya da okullarda bu kıyafetle yabancı erkeklere (iş arkadaşlarına, sınıf arkadaşlarına, müşterilere…) gözükmek.
Yasak savma cinsinden bile kabul edilemeyecek tarzda, çok ince veya çok kısa ya da çok dar pardösümsü bir dış giysi.
Başörtünün altından sırıtan çirkinlik: Yüzde makyaj, dudaklarda ruj, yanaklarda allık, gözlerde boya ve hatta başörtüsünün rengine uygun özel lens, kaşlarda inceltme ve vücutta ağır parfüm kokusu gibi acâyiplikler.
Yani, başörtülü sekreter ve başörtülü tezgâhtar bayanların büyük çoğunluğu başta olmak üzere ev hanımı veya ev kızı olmadıkları imajını her haliyle yansıtmaya çalışarak entel takılan genç bayanların da önemli bir kesiminin çarşıda, okulda, işte… başörtülü mankenlere benzeme gayreti. Üstü kapalı altı havalı, uygunsuz etek üstü türban, altta dar kot pantolon üstte başörtüsü, bacakları açık ama başı kapalı tipler; Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu dedirtecek şekilde, altı kaval üstü şişhane görüntüsü…
Süslü kubbesi olan bir câminin alt katının tapınak olarak kullanıma açılması gibi bir şey. Başında sarık, ayağında mayo olan imam kıyâfeti ne ise onun gibi. Ne var bunda demeyin, sarıklı imamın giydiği mayonun HaŞeMa yani, Hakiki Şeriat Mayosu değil; Batılıların giydiği cinsten iki parmaklık mayo olduğunu düşünün. Sakallı ve başında sarığı olan genç bir imamın sosyete plajında bakınarak gezinmesi ne ise, aynı ve belki daha ağır değil midir, çarşı ve pazarda (hal diliyle “şişşt, baksana bana!” diye konuşan giysi içinde) kendine baktırarak gezinen başörtülü kız.
İkişer kelimelik kısa tanımlarla özetlersek: “Başörtülü açıklık”; “örtülü çıplaklık”; “tesettürsüz örtü.” Şunlar da üçer kelimelik: “Cilâlı baş devri”; “cennetle cehennem koalisyonu”; “sulandırılmış İslâm’ın görüntüsü”; “zakkum aşılanmış çiçek”; “zehir karıştırılmış bal.”
Konserlerde alkış ve ıslıkla da yetinmeyip dans eder gibi hareketlerle tempo tutup sanatçının ezgisine/şarkısına koro elemanı gibi katılan başörtülü kızlar kimse tarafından yadırganmıyor artık. Çarşılarda özgürce gezmekle tatmin olmayan başörtülü bayanların bir kısmı, deniz kenarlarında, park ve pastanelerde özgür takılıyorlar, herkesin içinde şuh kahkahalar atabiliyor, çarşıda (şimdilik) kız arkadaşlarıyla öpüşebiliyor, çok rahat tavır ve cıvık cinsellik kokan davranışlardan, bazen kol kola bir yabancı erkekle fingirdeşmekten bile çekinmiyorlar.
Peygamberimiz (s.a.s.)’in “giyinik olduğu halde çıplak gibi görünen kadınları, Cehennem ehlinden” saymasının[11] sebebi üzerinde düşünülüyor mu dersiniz? Hz. Peygamber, bunların Cennete giremeyeceği gibi, Cennetin kokusunu dahi alamayacağını belirtmiştir. Kimdir bu örtülü çıplaklar? Bunlar şeriatın koyduğu ölçülere uymayan, yani ince, dar ve uzuvları gösteren elbiseler giyen ya da vücudunda örtmesi gereken yerleri örtmeyen kadınlardır. Kadınların bu şekilde giyinmesi, küçük günahlardan olsaydı, Hz. Peygamber, onları Cehennem ehlinden saymaz, Cennetin kokusunu dahi alamayacaklarını söylemezdi. Farzedelim ki, sözkonusu şekilde giyinmek, küçük günahlardandır. Bu durumda küçük günahlarda ısrar etmenin, günahı büyüteceğini bilmiyorlar mı? Bilinmelidir ki, “sürekli yapılan hiçbir günah, küçük; tevbe edilen hiçbir günah da büyük değildir.”
Hasan Basri gibi: “Siz sahâbeyi görseydiniz deli (öcü) derdiniz, onlar da sizi görseydi müslüman (tesettürlü) demezdi” demeyeceğim; daha hafifini tercih edeceğim: Günümüz Mekke ve Medine’sinde, hatta Tahran’ında, Afrika’nın nice ülkesinde, Malezya’da… erkek ve hanım müslümanlar, bu giysi ve davranış sahiplerine hiç duraksamadan kötü kadın damgası vurabilirler, kendilerinden saymayacakları gibi, hicaplı/tesettürlü sınıfı küçük düşürdükleri için ajan muâmelesi yaparlar. Ama Batı ülkelerinde bu kıyafet ve tavrın, tepki almadan kabul göreceğinden emin olabilirsiniz. Başörtüsü dışındaki bu giysi ve davranışı kendi standartlarında gördüklerinden, “herhalde başı keldir de kapatma ihtiyacı duyuyordur veya başına bir bez bağlamaktan zevk alıyordur, imaj anlayışıdır, bu tür değişiklikle dikkat çekmek istiyordur” şeklinde değerlendirmeler yaparlar. Türkiye’deki fanatik laikler ve Kemalistler gibi (çoğunluğun tavrı ve çoğu özelliğiyle) âhı gitmiş vâhı kalmış başörtümsü cicili bez karşısında katı ve uzlaşmaz tavır takınmazlar.
“Bunlar (iki inanç, iki grup) arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara (bağlanıyorlar, benziyorlar) ne bunlara. Allah’ın şaşırttığı kimseye asla bir (çıkar) yol bulamazsın.”[12] Hem Allah’ı, hem şeytanı râzı etmeye çalışmak, sadece şeytanı râzı edecek gülünç tavırlara, aldatış ve aldanışlara götürür insanı. “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezâsı ancak dünya hayatında rezillik, rüsvaylıktır; Kıyâmet gününde ise en şiddetli azâba itilmektir. Allah, sizin yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir.”[13]; “Yoksa onların, dinden Allah’ın izin vermediği şeyleri şeriat (dinî kaide) kılan şirk koştukları ortakları mı var? Eğer azâbı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir)di. Şüphesiz zâlimler için can yakıcı bir azap vardır.”[14] Hakla bâtılın koalisyonu, güzel bir içeceğin zehirle karıştırılmışı gibidir. Altısı içinden, altısı dışından tavırlar dinle alay etme gibi değerlendirilebilir. Müslümanlığı çok kötü temsil eden kimselerin zararları, müslüman olmayanlarınkinden daha büyük olur çoğu zaman; akılsız dost ve akıllı düşman misali. İslâm’a en büyük zarar, tarih boyunca hep içeridekilerden gelmiştir. Dini yanlış temsil ile “müslümanlar işte böyle!” dedirtecek tavizci anlayışa ve kötü örnek olarak dini de küçük düşüren tavırlara kimsenin hakkı yoktur.
Bütün bunların yanında saçının tekinin bile gözükmemesine ciddi özen gösterilerek takınılan ve çoğunlukla “bone”li başörtüsü; rengârenk, bin bir desen, cıvıl cıvıl. Anadolu’daki fazla kültürlü olmayan bayanların kıyafetinin diğer bölümlerinde bu denli yozlaşma olmamasına rağmen, başörtü bağlama konusunda biraz ihmalkârlık biraz alışkanlık gereği, yer yer saçlarından bir kısmının bazen veya devamlı gözükebilecek şekilde başörtüsünde gevşek davranmalarına tam ters bir uygulamayı andırıyor, büyük şehirlerdeki bu fotoğraf. Çok kültürlü olmayan halk sınıfından geleneksel örtünmeyi sürdüren bayanlar, başörtü örtme biçimine kadar örfleştirip âdetleştirdikleri şuursuzca örtünme görüntüsü sergilerken, onlardan ayrıldığını gösterme ihtiyacı duyan ve kültürlü olduğunu düşünen modern örtülü bayanlar da, saçlarını örtme konusunda gösterdikleri titizliği; başörtüsünün süslü câzibiyetinden kaçınma hususunda, başörtüsü dışındaki giysi ve tavır konusunda (sanki bilinçli ve kasıtlı bir tavırla) göstermekten kaçınıyorlar.
Renk-renk, moda moda başörtüler, atlası, ipeği, yerlisi, ithali, bin bir çeşit… Ama, farklı etiketlere, değişik firma isimlerine aldanmayın; hepsinin markası tek: “Bak bana!” marka.
Dışı kâfirleri hâlâ yakmayı sürdüren başörtüsü, içi uzun zamandır müslümanları yakıyor. Bâtıl cephesinde yeni bir şey yok; ilkeli de çağdaşı da aynı. Batının ve her çeşit bâtılın geleneksel tavrı değişmiyor: Zorla hakkından gelemediği hakkı, hile ile yozlaştırıp tahrif etmek. Yaşadığımız coğrafyada da bu filmin başörtülü versiyonu vizyona kondu; kanun ve baskılarla alt edemedikleri, önünü alamadıkları başörtüsünü cıvıklaştırarak yozlaştırdılar. Light İslâm, sulandırılmış, kitabına uydurulmuş, ılımlı müslümanlık diye dillendirilen İslâmizasyon anlayışının ne ölçüde tutacağını başörtülüler üzerinde test etti global ifsat çeteleri ve maalesef umutlanacakları netice aldılar.
İmanla, tevhidle bağı koparılan, hiç değilse zayıflatılan ibâdetler, âdetlere dönüşür. Başörtüsü de öyle oldu. Kültürsüz halk kesiminde ninelerin, hizmetçilerin, temizlikçilerin ya da köylü kadınların geleneksel başörtüsü, âdet kabilinden değerlendirildiği için egemen güçlerin bunu hoşgörüyle (en azından düşman olunmaya gerekli olmayan, tahammül edilebilir şekilde) karşıladıkları bilinen husus. Şehirli bayanların, kültürlü kesimin de başörtüsü, çok yönlü yönlendirmelerle âdete dönüştürüldü. Böylece derin egemen güçler, onu irtica (yeni adıyla siyasal/İslâmî) simge görmüyor artık; âdete dönüşen başörtüsüyle çabuk uzlaştılar. Yeter ki imanın yansıması olarak örtülmesin örtü, yoksa bir kimlik alâmeti ve müslümanlık sembolü olmaktan çık(arıl)mış bir bez parçasıyla kimsenin bir alıp veremediği olmaz. Bizim açımızdan, yukarıda resmedilen şekliyle sorun büyüdü; zâlimler ve düzenbazlar için de o oranda sorun olmaktan çıktı başörtüsü.
Gazinoda, pavyon veya plajda, yani en azından gözlerin haramlarla meşgul olduğu bir mekânda başında “imam sarığı” ile dolaşmanın durumuna benziyor; çarşı pazardaki dikkat çekici tavırlarıyla başörtülü kızın tavrı. İmamın sarığı beyaz olduğundan, en küçük bir leke kaldırmadığı ve hemen göze battığı gibi, taç gibi başlara yerleşen ve sarıktan daha simgesel ve ulvî değeri olan başörtüsü de, takılan başı baştan aşağı güzelleştirmeli. Yoksa, sarığı ve başörtüsünü kirletenler, farkında olmadan da olsa “din”e düşman kazandırmanın vebâlini taşımış olurlar başlarında örtü yerine. İslâm’ı yanlış tanıtıp kötü örnek olarak bu modern başörtülü kızlar, bilmeden ve istemeden de olsa İslâm’a zarar veriyorlar. Buna rağmen, “Ne biçim “müslüman kız” bunlar, müslüman “kız bunlara!” diyemiyoruz. Kendimiz kız(a)mıyoruz, acıyoruz, bu kızlarımıza. Bunların konumu, müslümanlığın bu ülkede ne hale getirildiğini gösteriyor. Câhil bağlılarının ya da kendini bağlı zanneden mensuplarının dine bakışını ele veriyor. Yozlaştırılmış, sulandırılmış, ılımlılaştırılmış dinin başörtü versiyonu da böyle oluyor demek ki. Amerikancı müslümanlığın, düzene uygun demokrat müslümanlığın, fri takılmanın, özgürleşmenin yansıması bunlar. Dine karşı din, başörtüsüne karşı başörtüsü. İçi boşaltılmış tesettür. Vitrinci, slogancı tavrın neticesi. Modern muharref müslümanlığın göstergesi, hakla bâtılın giysideki koalisyonu.
[1] ] 7/A’râf, 26-27
[2] ] 33/Ahzâb, 59
[3] ] 24/Nûr, 31
[4] ] Müslim, Cennet 52, 53, h. no: 2857, Libâs 125, hadis no: 2128 1622] 33/Ahzâb, 59
[5] ] 24/Nûr, 31
[6] ] Ebû Dâvud, hadis no: 351
[7] ] 33/Ahzâb, 32
[8] ] 24/Nûr, 31
[9] ] 33/Ahzâb, 59
[10] ] 7/A’râf, 26-27
[11] ] Müslim, Libâs 125, hadis no: 2128 Müslim, Libâs 125, hadis no: 2128
[12] ] 4/Nisâ, 143
[13] ] 2/Bakara, 85
[14] ] 42/Şûrâ, 21