65. HUTBE: DÂVETÇİNİN SAHİP OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER -2 (1)
DÂVETÇİNİN SAHİP OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER -2-
ÂYET:
وَلْمُؤْمِنُونَ وَلْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ وَْلِ آيَاءُ بَعْضٍۢ يَاأمُْروُنَ بالْمَعْروُفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ لْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ
لصَّلوٰةَ وَيُؤْتُونَ لزكَّٰوةَ وَيُط۪يعُونَ للّٰهَ وَرسَُولَهُۜ وُ۬لآئِٰكَ سَيَِرحَْمُهُمُ للّٰهُۜ نَِّ للّٰهَ عَزيِزٌ حَك۪يمٌ
“Erkek ve kadın mü’minlere gelince; onlar, birbirlerinin velîsi/yakını ve dostlarıdır. Hep birbirlerine ma’rûfu emrederler ve münkerden nehyederler (iyi ve doğru olanın yapılmasını emrederler, kötü ve zararlı olanın yapılmasına engel olurlar).” [1] وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ مَُّةٌ يَدْعُونَ لَِى لْخَيْرِ وَيَاأمُْروُنَ بِالْمَعْروُفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ لْمُنْكَرِۜ وَوُ۬لآئِٰكَ هُمُ
لْمُفْلِحُونَ
“Sizden, hayra da’vet eden, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapan (iyiliği emredip kötülüğü men eden) bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 1443
لََّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رسَِالَاتِ للّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ حََدً لَِّا للّٰهَۜ وكََفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً
“Onlar Allah’ın gönderdiği emirleri tebliğ edip duyururlar. Allah’tan korkarlar 1444ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah herkese yeter.”وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ مَُّةٍ رسَُولا نَِ عْبُدُو للهَ وَجْتَنِبُو لطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى للّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ لضَّلَالَةُۜ فَس۪يًروُ فِي لْارَضِّْٰ فَانْظُروُ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ لْمُكَذِّب۪ينَ
“Sizden her kim bir münker (kötülük veya çirkin bir şey) görürse onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğzetsin, onu hoş görmesin) ki, bu da imanın en zayıf derecesidir.”[2]
- Vereceği fetvalara çok dikkat etmeli: Özellikle günümüzde seviyesiz ve ehliyetsiz kimseler tarafından verilen fetvalardan dolayı birçok insan günaha, hatta küfre düşmektedir. Dâvetçi, fetva vermeden önce, konuyu çok yönlü araştırmalı ve fetvasını iyice gözden geçirmelidir. Kesin olarak bildiği şeyler olursa, fetvâyı söyler. Şüphesi varsa, bilmiyorum der. Tahminî ve zannî bir bilgisi varsa, meseleyi başkalarına havale eder. Şa’bî: “Bilmiyorum sözü ilmin yarısıdır.” der. Bilmediği için ve Allah’ın rızâsı gayesi ile susan, konuşandan daha az sevap almaz. Çünkü bilmiyorum sözü nefse çok ağır gelir. İbn Ömer: “Bizi köprü yapıp cehennemden geçmek mi istiyorsunuz?” demek suretiyle verilen fetvâ ve hükümlerin başkasını kurtarması halinde bile âlimleri kurtaramayacağını belirtmiştir.
- İhlâslı, samimi ve dürüst olmalı: Samimi ve dürüst kişiliğiyle tanınan dâvetçi, hem Allah katında daha sevimli olur, hem de insanlar nezdinde kendisine olan güven ve sevgi bağı kuvvetlenir. Hz. Peygamber’in risaletini kabul etmeyen Mekke müşriklerine bakınız ki, asla ona yalancı diyememişlerdir.
- İlim ve sâlih amel (bilgi ve eylem) bütünlüğü içinde yaşamalı: Bilgisini eyleme dökmüş ve ilmiyle amel edip insanlara misal teşkil eden bir dâvetçinin; ilmi, dilinden âzâlarına inememiş birine oranla daha etkili ve sözünü dinletici olduğu şüphe götürmeyecek bir gerçektir.
- Kanaatkâr olmalı ve dünyaya bağlanmamalı: Dünyevî nimetler arasında yaşayan, durman dünyaya yatırım yapan bir insanın âhirete yatırım yapmak için vakti kalmayacaktır. Aynı şekilde böyle bir insanın diğerlerini sabra ve aza kanaat etmeye çağırması ne denli etkili olur ki?
- Hikmet ve merhamet sahibi olmalıdır: Hikmetle dâvet etmek; dâvetçinin muhatabının durumuna göre anlatacağı şeyi belirlemesidir. Anlamlı bir sözde şöyle denir: “Öğrenciye aklının almadığı, zihninin kaldırmadığı veya meseleleri karıştırmasına yol açacak farklı ilimleri öğretme.” Dâvetçi, muhatabın durumunu, konumunu ve ilmi seviyesini bilip ona göre anlatacaklarını özenle seçmelidir. Aynı şekilde dâvetçinin, muhatabının durumuna göre seçeceği üslup da çok önemlidir. Kimi durumlar yumuşak ve merhametli olmayı gerektirirken kimi durumlarda da katı ve sert olması gerekebilir.
- Güçlü ve kararlı olmalı: Dâvetçinin tavır takınılması gereken yerlerde güç ve kararlılık göstermesi, başarılı olmasını sağlar ve saygınlığını artırır. Bu da insanlar üzerinde daha etkili olmasını sağlar. “Kalbi iman nuruyla parıldayan, yenilmez yaratıcı güce güvenip dayanan; yer gök v ikisi arasındaki bütün varlıkların emrinde olduğu Rabbiyle arasındaki güçlü ilişkiyi hisseden bir kişiye insanlar ne yapabilir ki? Burada Şeyhülİslâm İbn Teymiyye’nin şu sözünü hatırlatmak istiyorum: ‘Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Benim için tutukluluk halvet, sürgün seyahat, öldürülmem şehadettir’…”
- Becerikli olmalı ve problemlere çözüm getirebilmeli: İyi bir dâvetçi, dâvet yolunda karşılaştığı zor anlarda nasıl davranması gerektiğini bilmeli, beceri ve hünerini güzelce kullanabilmelidir. Dâvetçi, olaylar karşısında olumlu bir tavır alıp akıllıca davranır ve olayları güzel yönetip kontrolü elinde tutarsa başarılı olması daha kolay olur.
- Hayâ, iffet ve verâ sahibi olmalı: Hayâ ve ar duygusu üstün bir ahlâkî erdemdir. Allah onunla dilediği kullarını süsler. Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Hayâ, hayır ve iyilikten başka bir şey getirmez.” Mü’min her durumda iffetini, namusunu ve onurunu korumalıdır. Zengin veya fakir, yöneten veya yönetilen, eğiten veya eğitilen olması fark etmez.
- Tedbirli olmalı, cesaretle deliliği ve tedbirsizliği karıştırmamalı: “Mü’min akıllı ve zekidir; tedbirini alır” [3] Bir dâvetçi, her halükarda tedbirli ve dikkatli olmak zorundadır. Özellikle güvenliğinin tehlikede olduğu bir toplum içerisindeyse her türlü tedbirinin bulunması başlı başına bir şarttır. Peygamberimiz zamanında “Bi’r-i Mâûne fâciası” diye bilinen hâdisede İslâm’ı tebliğ için çağrılan 70 civarındaki hâfızı pusuya düşürüp şehid etmişlerdi.
- Tavizci, uzlaşmacı olmamalı; rüzgâr biraz kuvvetli estiğinde savurup sürüklememeli: Tâviz tâvizi doğurur. Rabbimiz tavizi yasaklar: “Onlar isterler ki, sen onlara tâviz veresin, onlar da taviz vermeye hazırdırlar.” Taviz verilmez, ama tedriciliğe dikkat edilir.
- Onurlu ve Cesur olmalı: Mü’minin onur ve üstünlüğü, Allah’a itaat etmektir. İnsanların küçük düşmesi ise Allah’a isyan etmektir. İzzet, onur, üstünlük ve saygı, İslâm’ın teşvik ettiği ve Müslümanlarda bulunmasını istediği erdemlerdir,
- Kınamalara Aldırmamalı: Hiçbir dâvetçi, alay konusu olmamalıdır. Başkalarının kendisi dalga geçmelerine vesile olacak söz ve davranışlardan imkân nisbetinde kaçınmalıdır. Fakat “benimle alay ederler” mülâhazası ile görevini yapmaktan geri durmamalı, en çirkin alaylara hedef olacağını kesin olarak bilse bile dâvet görevini yerine getirmeye devam etmelidir.
- Güzel konuşabilmeli, kolay diyalog kurabilmeli ive etkileme gücü olmalı: Güzel ve etkili konuşmak bir dâvetçide bulunması gereken özelliklerdendir. Güzel konuşma derecesi ne kadar yüksek olursa insanlar üzerindeki etkisi de o kadar artacak ve kalplerinin meyletmesi de o kadar kolaylaşacaktır.
- Merhametli ve şefkatli olmalı: Dâvet ve tebliğ görevini üstlenenler, etrafındakilere karşı şefkat ve merhamet hisleriyle dolu olmalıdır. Daima onları düşünmeli, hataları sebebiyle azap görebilirler, diye endişe ekleyi ve bunun üzüntüsü içinde olmalıdır. Bir dâvetçi, kendilerini dâvet ettiği kimselere bir babanın evlâdına gösterdiği şefkati göstermelidir. Baba, çocuğunu dünyevî zararlardan koruduğu gibi, dâvetçi de çevresindekileri uhrevî ziyandan azaptan korumak için bütün gücünü harcamalıdır. İşte, dâvetçiyi bu gayrete sevkeden şey, şefkat ve merhamet hisleridir.
- Güvenilir olmalı ve emânetleri korumalı: “Hiç şüphe yok ki Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi emrediyor.”[4] Emanete ihânetin nifak alâmeti olduğunu unutmamalı. Ayrıca, güvenilir olmak anlamında da dâvetçi “emîn” olmalıdır.
- Sır saklamasını bilmeli: Toplumda sır saklamalarıyla bilinen dâvetçiler, toplumdaki insanların sorunlarını çözmelerine yardım ederler ve onların takdir, saygı ve sevgilerini kazanırlar.
- Tahammüllü olmalı: Dâvet ve tebliğ, bir tahammül işidir. Bu görevi yerine getirenler, bu yolda karşılaşacakları her çeşit ezâ ve cefaya, hakaret ve sövülmeye katlanmayı göze almalıdır. Bu yol, canın kıymetini bilen, gururuna ve nefsine düşkün olanların yolu değildir. Dâvâ hizmetçi ister, efendi değil. Zevkine, keyfine ve rahatına düşkün olanlar dâvâ kelimesini ağızlarına bile almamalıdır. Bilal, Ammar, Habbab, Yâsir, Sümeyye, Abdullah bin Mes’ud gibi (r. anhum) gibi Müslümanların dâvâları için nelere tahammül ettiklerini biliyoruz. İktisadî baskı, sosyal boykot ilk Müslümanların hepsine karşı tatbik edilmişti. İlk Müslümanlar yerlerini ve yurtlarını terk ederek ta Habeşistan’a kadar hicret etmek zorunda bırakılmışlardı.
- İkrâm etmekten hoşlanan cömert biri olmalı: İkramda bulunmak ve cömertlik, nefret eden kalpleri kazanmayı ve uzak duran insanların yakınlaşmasını sağlayan pek önemli bir özelliktir. Unutmayalım ki, Hz. Peygamber Mekke’nin fethi esnasında yeni Müslüman olmuş olanlara ganimetlerden kalplerini İslâm’a ısındırmak için fazlaca pay verirdi. Hediyelerle yakınlaşmayı sağlamak, aradaki mesafeyi azaltmak dâvetin netice vermesi için önemlidir.
- Önce Müslümanlara dâveti ulaştırmaya çalışmalı: Dâvetin önce müslümanların kendi arasında yayılmasına çalışmak, daha öncelikli olarak akrabalarımız, en öncelikli olarak da aile fertleri ve birinci dereceden akrabalarımıza dâvet, sıralama olarak öncelik hakkını kazanmış olur.
- Muhâtaplarının seviyesine göre anlatabilmeli: Cevapları muhatabın aklına, kültür ve seviyesine ve sorusuna göre vermek gerekir. Bunun için de onu tanımak, hakkında bilgi almak veya konuşmalarından yola çıkarak iyi bir tahlil ve mânevî hastalıklarını iyi teşhis etmek dâvetçinin temel görevidir.
- Muhâtaplarının esas neye ihtiyacı olduğunu iyi tespit edip ona göre çözüm üretebilmeli: Muhâtabın neye ihtiyacı olduğunu bilmek ve ona göre konuları tespit etmek dâvetçinin vazgeçemeyeceği husustur. Muhâtap için öncelikle irşad mı, ikaz mı, ilzam mı önemlidir, onu iyi tespit etmek gerekir.
- Kolaylaştırmalı, kolay yolları, ruhsatları gösterebilmeli: Kolaylaştırmak, ama zorlaştırmamak; Hz. Peygamber dinî tebliğlerde bulunmak için gönderdiği kimselere şöyle tâlimat verirdi: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”[5] Kur’an da şöyle belirtir: “Allah, sizin için kolaylık diler, zorlluk dilemez.”[6]; “Biz bu Kur’an’ı seni sıkıntıya soksun diye indirmedik.”[7]
- Tedrîcîliğe riâyet etmeli: Dâveti merhale merhale yapmak, telkin edilen fikirle hazmetmesini sağlamak iyi netice almak için şarttır. Bir insanı bir anda bütün kötü huylardan vazgeçirmek, iyi ahlâk nâmına ne varsa hepsini vermek imkânsızdır. Hedefe derece derece ulaşmak gerekir. Tekâmül ve tedrîcîlik kanununa uyulması her zaman ve her yerde mutlaka gerekir. Her şeyi kısa bir müddet içinde yapmak isteyenler, hiçbir şeyi yapamazlar. Her şeyin vaktini kollamak icap eder. Tedrîcîlik; kolaydan zora, basitten mürekkebe, küçükten büyüğe, azdan çoğa doğru gitmeyi gerektirir.
- En önemli ile daha az önemli arasında sıralamaya dikkat etmeli: En sonra söylenecek sözü başta, başta söylenecek sözü sonda söylememek, ihtilâflı ve önemsiz konulara dalarak dâvet ettiği kişiyi bıktırmaması, rahatsız olacak tavırlara sebebiyet vermemesi gerekir.
- Planlı, programlı hareket etmeli: Sistemli hareket, başarı için atılmış büyük bir adımdır. Dâvetçinin elinde, hedefi ve gayesi belirtilmiş, medot ve vâsıtaları belirlenmiş bir plan bulunmalıdır. Hatta, alternatif b, c planları olmalıdır. Başarısızlık durumunda ne tür tedbirlerin alınması gerektiği önceden tesbit edilmelidir.
- Karşısındaki kimseye ciddi anlamda değer verip güzel muâmele yapabilmeli: Dâvetçinin, karşısındakine değer vermeden, ona mesajı uluştırmasına imkân yoktur. Dâvetçi, his ve davranışlarıyla karşısındakine değer verdiğini hissettirmelidir. Her insan kendisinin beğenilmesi ve methedilmesinden hoşlanır ve bunu yapan insana sempati duyar. Bu, onda doğal bir duygudur. Bu bakımdan dâvetçi, riyakârlık ve zillete, yağcılık ve aşırılığa düşmemek kaydıyla muhatabına değer verip iltifat ederek, ilgi gösterip onda mevcut olan bazı özellikleri överek bu duyguya hitap etmeli, bu hissi harekete geçirebilmelidir.
- Tartışma ve münakaşalardan uzak durmalı: Yahya bin Muaz şöyle der: Cahil bir adamı, münakaşa ederek mağlup etmeye imkân yoktur. Bir delil ile kırk âlim mağlup edilir de, kırk delil ile bir cahile laf anlatamazsınız. Cahile laf anlatacağına köprüden atlamak evlâdır! “Ve Rahman’ın kulları. O kimselerdir ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahiller kendilerine laf attıkları zaman ‘selâm!’ derler.”[8]
- Müşterek bir noktada birleşmeye özen göstermeli, ortak kelimeye dâvet etmeli: İnsanlar, bildiği alışkın olduğu şekilde harekete yatkındır. Tamamen yabancısı olduğu, bir fikir, düşünce veya yaşayışı, dâvetçi doğrudan doğruya hemen karşısındakine kabul ettirmek isterse, muhatabının kabulü zor olacaktır. Bu sebepten dolayı, muhâtabın onaylayacağı ifadelerle başlamak daha etkili olur. Anlaşabilecek ortak noktalar tespit ederek bu konulardan hareketle dâveti devam ettirmek çok daha faydalı olacaktır. Karşımızdaki dâvet ulaştıracağımız insan, haksızlığa karşı ise, sömürüden şikâyetçi ise, İslâm’ın zulme, zâlimlere ve tâğutlara tavrını belirterek; bu ortak noktadan başlayarak ortak görüşleri çoğaltabilir ve bu hususların tevhidle bağını kurarak temel esasları karşımızdakine kabul ettirmeye çalışırız.
- Yalan, iftira, alay, hakaret, çirkin söz gibi kötülüklerden uzak olmalı: İnsan, inandığından, düşündüğünden ve yaptığından başkasını söylememelidir. Yalan olur bu; hakikatin gizlenmesi olur. Aldatma, ikiyüzlülük, riyâkârlık, münâfıklık olur. Bu tür yalan ve yanlış sözler, ne denli süslü ve yaldızlı kelime ve cümlelerle ifade edilse (şiirleşse, hikâyeleşse, edebiyat ve sanat kostümüyle makyajlansa da merduttur.[9] Kişi, bilerek söylediğinden sorumludur; [10] dinlediklerinden de.[11] Yapmadığı/yapamayacağı şeyi söylememelidir.[12]
- Dâvette başarılı olmak için ve genel olarak Müslümanca yaşayabilmek için bol bol dua edip Allah’tan yardım isteyebilmeli: Dâvetin en önemli araçlarından biri de duâdır. Dâvetçi, hidâyet ve salâhına çalıştığı kimselerin hidâyete ermeleri, hallerini düzeltmeleri için daima el-Mücîb ve el-Hâdî olan Allah’a niyazda bulunmalı, doğrudan doğruya hidayetine sebep olamadığı ve ıslah edemediği kimseleri, dolayısıyla dâvet ve ıslah etmeye gayret etmelidir. Onun için de duâsının tesirine önce kendisi inanmalıdır. Dâvetçi, hem dâvet ettiği Müslümanların salâhı, hem de tebliğ ettiği kâfirlerin hidâyeti için duâ etmelidir.
Dâvetçinin diğer özellikleri:
Sigara gibi kötü alışkanlıkları olmamalı,
Kötülüğü iyilikle önlemeli,
Tatlı dille ve güler yüzle, güzel bir üslûpla konuşmalı,
Konuşmalarda genel bir sohbet havası oluşturmalı, bireysel suçlamalara gitmemeli,
Temel hususları gündeme getirmeli ve hislere/duyulara da hitap etmesini bilmeli,
Adam kazanma gayreti içinde olmalı; fedâkârlık, severek uğraşma, gerektiği durumlarda dâvet için zaman, para ve ter harcamasını bilmeli,
Taklitçi olmayıp kendisi örnek olmaya çalışmalı,
Tevekkül sahibi olmalı,
Dâveti güncel siyasete veya toplumsal problemlere sıkıştırıp özü unutmamalı,
Gerektiğinde mantığı öne çıkarıp düşündüren; gerektiğinde duygusal atmosfer için gönle hitap eden konuşmalar yapabilmelidir,
İnsan psikolojisini, toplumun sosyal yapısını bilmeli, ülkeyi ve dünyayı tanımalıdır,
Mütevâzı olmalı ve muhâtaba tepeden bakmamalı,
Güleryüzlü olmalı, dış görünüşü temiz ve bakımlı olmalıdır.
Bazısı yaradılıştan gelmiş olup bazısı da kazanımla veya nefsî terbiyeyle edinilmiş olan bu özelliklerin tümüne sahip ve özümsemiş bir dâvetçinin, Allah’ın izniyle açamayacağı kapı, sesini ulaştıramayacağı diyar yoktur.
[1] 3]1442] 93/Âl-i İmrân, /Tevbe, 71 104
[2] ]1445] 33Müslim, İman 78; Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, İman 17; İbn Mâce, Fiten 20/Ahzâb, 39
[3] ] Râmuz el-Ehadis, no: 2860
[4] ] 4/Nisâ, 58
[5] ] Ahmed bin Hanbel, Müsned V/32; Buhârî, Rikak 81; Müslim, Münâfıkun 17
[6] ] 2/Bakara, 185
[7] ] 20/Tâhâ, 1
[8] ] 25/Furkan, 63
[9] ] 6/En’âm, 112; 2/Bakara, 204; 63/Münâfikun, 4
[10] ] 2/Bakara, 225; 50/Kaf, 17-18
[11] ] 17/İsrâ, 36
[12] ] 2/Bakara, 44; 61/Saff, 2-3