63. HUTBE: DOKTORLUĞA SOYUNMAKTIK DÂVET VE TEBLİĞ

63. HUTBE: DOKTORLUĞA SOYUNMAKTIK DÂVET VE TEBLİĞ (1)

DOKTORLUĞA SOYUNMAKTIR DÂVET VE TEBLİĞ

ÂYET:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ مَُّةٌ يَدْعُونَ لَِى لْخَيْرِ وَيَاأمُْروُنَ بِالْمَعْروُفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ لْمُنْكَرِۜ وَوُ۬لآئِٰكَ هُمُ

لْمُفْلِحُونَ

“Sizden, hayra da’vet eden, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapan (iyiliği emredip kötülüğü men eden) bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” [1]

كُنْتُمْ خَيْرَ مَُّةٍ خُْرجَِتْ لِلنَّاسِ تَاأمُْروُنَ بالْمَعْروُفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ لْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ مَٰنَ

هَْلُ لْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرً لَهُمْۜ مِنْهُمُ لْمُؤِْمِنُونَ وَكَْثَرهُُمُ لْفَاسِقُونَ

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; emr-i bi’lma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapar ve Allah’a iman edersiniz. Ehl-i kitap da iman etseydi, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) pek çoğu fâsıktır/yoldan çıkmışlardır.” [2]

وَلْمُؤْمِنُونَ وَلْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ وَْلِ آيَاءُ بَعْضٍۢ يَاأمُْروُنَ بالْمَعْروُفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ لْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ

لصَّلوٰةَ وَيُؤْتُونَ لزكَّٰوةَ وَيُط۪يعُونَ للّٰهَ وَرسَُولَهُۜ وُ۬لآئِٰكَ سَيَِرحَْمُهُمُ للّٰهُۜ نَِّ للّٰهَ عَزيِزٌ حَك۪يمٌ

“Erkek ve kadın mü’minlere gelince; onlar, birbirlerinin velîsi/yakını ve dostlarıdır. Hep birbirlerine ma’rûfu emrederler ve münkerden nehyederler (iyi ve doğru olanın yapılmasını emrederler, kötü ve zararlı olanın yapılmasına engel olurlar).” [3]

وَمَنْ حَْسَنُ قَولْا مِمَّنْ دَ آعَِا لَِى للّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحا وَقَالَ نَِّن۪ي مِنَ لْمُسْلِم۪ينَ وَلَا تَسْتَويِ

لْحَسَنَةُ وَلَا لسَّيًِّئَةُۜ دِْفَعْ بالَّت۪ي هِيَ حَْسَنُ فَاذَِ لَّذ۪يً بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَوَةٌ كَانََّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ

“(İnsanları) Allah’a dâvet eden, sâlih amel/iyi iş yapan ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır? İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur.” 1404

دُِعُْ لِىٰ سَب۪يلِ ربَِّكَ بالْحِكْمَةِ وَلْمَِوْعِظَةِ لْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ حَْسَنُۜ نَِّ ربََّكَ هُوَ عَْلَمُ بمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِهِ۪ وَهُوَ عَْلَمُ بالْمُهْتَد۪ينَ

“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Çünkü Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de en iyi bilendir.” 1405

لََّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رسَِالَاتِ للّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ حََدً لَِّا للّٰهَۜ وكََفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً

“Onlar Allah’ın gönderdiği emirleri tebliğ edip duyururlar. Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah herkese yeter.”

1406

Dâvet ve tebliğ bilincine sahip emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker göreviyle mükellef olduğunu düşünen her dâvetçi, bazı mesleklerin özelliklerine sahip olmak zorundadır. Bunları kısaca açıklayalım:

1- Tebliğci, doktor olmalıdır (Kalp/gönül doktorluğu): Her münker, kalbe, mânevî hayata zarar veren bir hastalıktır. Bu hastalığı teşhis eden ve tedâvisini bilen kimse de gönül doktorudur. Doktor, hastasına kızmaz. O zavallılar, mânevî mikroplarla hastalananlar, kızılmaktan çok acınmaya lâyıktır. Düzenin ve çevrenin kurbanlarıdır onlar. Etraf salgın hastalık yayan bulaşıcı mikroplarla dolu olduğu için koruyucu (imanî) tedbirler alamayan kimseler doğal olarak hastalanacaktır. Mikroplarla mücâdele etmeden toplumsal hastalıkları yenmek mümkün değildir. Dâvetçi, önce hastasını iyi tanımalı, tahlil etmeli. Sonra doğru teşhis koymalı. Kendi uzmanlığı değilse, başka bir doktora onu yönlendirebilmeli. Hastasına ümit aşılamalı, sağlığı sevdirebilmeli. Dâvetçi, aynen doktor hassâsiyeti ile hastasını tedâvi etmeli, mânevî hastalıklarına reçeteler yazmalı, tavsiyelerine uyulmadığı için bağırıp çağırmamalı, tekrar ilaçlar sunmalı, gerektiğinde ilaçları değiştirip farklı bir tedavi uygulanmalı, hasta kontrol altında tutulmalı, mikroplu yerlerden uzaklaştırılmalıdır.

Uzman bir doktor olmak yetmez, başka meslekler de gerek bu dâvânın tebliği için. Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker görevine soyunan her dâvetçi ve tebliğcinin başka güzel özelliklere de sahip olması gerekmektedir. Bu özellikleri, akılda daha iyi kalması açısından yine doktorluk gibi mesleklerle anlatmayı uygun buluyorum. Bir dâvetçi, şu gerekçelerden dolayı şu mesleklere mecâzen sahip olmalıdır.

  • 16/Nahl, 125
  • 33/Ahzâb, 39

DÂVETÇİNİN DİĞER MESLEKLERİ

  • İtfaiyeci olmalıdır (Muhâtapların çoğu, cehenneme doğru gidiyor, mânevî ateş içinde): Nerede bir yangın varsa oraya koşan, elinde ne imkân varsa o imkânları kullanarak yangını söndürmeye çalışan itfâiyecidir tebliğci. Yangında öncelikli kurtarılacak şeyleri iyi bilmelidir. Ateşin içinde bir canlı, bir insan varsa, kendi hayatını bile tehlikeye atarak onu ateşten kurtarmaya çalışmalıdır. Ama eteği tutuşan bir itfaiyeci, kendinden uzaklaştıramadığı ateşi nasıl söndürecek, muhâtaplarını yangından nasıl kurtaracaktır? Münkerlere kendi yakasını-paçasını kaptıran tebliğci, kendi üzerindeki ateşi görmeyen, kendini ateşten koruyamayan itfaiyeci gibidir.
  • Cankurtaran olmalıdır (Çoğu insan, gözümüzün önünde uçuruma yuvarlanıyor, isyan denizinde boğuluyor): Denize açılıp boğulma ile karşı karşıya kalanları kurtarma görevlisidir dâvetçi. Günah denizlerine dalıp sâhil-i selâmetten uzaklaşan kimseler kurtarıcı ve cankurtaran bekleyen felâketzededir. Yüzme bilmeyen insanın cankurtaran olmaya kalkmaması gerekir, yoksa başkasını kurtaracağım derken kendisi boğulur. Ölümcül dalışlar yapan ve münker denizinde ilerleyen kimseler için gözlerini dört açmalı, onları nasıl kurtaracağı konusunda usûl ve teknik bilmelidir tebliğci. Bilmelidir ki, boğulmaya yüz tutan nice insan, imdat diye bağıramayabilir, ya da sesini herkese ulaştıramayabilir.
  • Asker ve polis olmalıdır (Polislik, askerlik (Allah eri, Allah’ın görevlisi, Allah yolunda mücâhid): Her dâvâ adamı, cündullahtır, Allah’ın askeri ve polisidir. Şeytanın askerlerine karşı Allah’ın tarafında yer aldığı için hizbullah da denilen Allah eri, hilesi çok zayıf olan cin ve insan şeytanlarına karşı savaşçıdır. İşgallerin en kötüsü ve en tehlikelisi olan zihinleri ve gönülleri işgal eden işgal kuvvetlerine karşı savaşan ve gücünü askeri olduğu ve uğrunda savaştığı Zât’tan alan bir asker. Aynı zamanda polistir dâvetçi. Suçluları tesbit eden, onların suç işlemelerine fırsat tanımayan, münkerlere/suçlara engel olan Allah’ın polisi. Yetkiyi O’ndan alan O’nun cezasını hatırlatan bir görevli. Polise, bağlı bulunduğu devlet görev verdiği ve polis bu görevi ihmal edince nasıl suçlu oluyorsa, müslümanlara da Allah bu yetkiyi veriyor, yeryüzünde halife kılıyor. Aynı zamanda trafik polisidir o. Allah’ın, buraya girilmez dediği yasak yolları, burada durulmalı, geçilmemelidir dediği kırmızı ışıkları gösteren ve kaygan yolda hızlı gidenleri uyaran yoldaki işaretçidir, doğru yolu gösteren, tehlikeli yoldan insanları uzaklaştıran kılavuzdur tebliğci.
  • Dâvetçi, iyi bir şoför olmalıdır (Kaygan zemin, yavaşlanacakhızlanacak-fren yapılacak yerleri bilme): Kullandığı aracı, üzerindeki yolu, gideceği hedefi iyi tanıyıp bilmeli, aynı yoldaki başka araç ve sürücüleri hesaba katabilmelidir. Başka yolu tercih edenlerin sebebini, oradaki toplu taşıma araç ve şoförleri iyi tanıyabilmelidir. Yolun neresi kaygan, neresi düz, nerede hız yapılamaz; iyi bilmeli ve ona göre davranabilmelidir.

Sırât-ı müstakîm adlı o yol, insanlık tarihiyle yaşıttır ve dünyanın sonuna kadar, yolun en sonuna kadar yolcuları bitmeyecektir. Ömür biter, yol bitmez; ama her yol cennete gitmez. Çıktığı yolda kurallara uygun şekilde yarışan, yol arkadaşlarıyla yardımlaşabilen, yola gelmeyen insanlara acıyıp yolun genişliğini ve güzelliğini onlara da göstermeye çalışarak yolculuğunu bitiş noktasına kadar sürdüren şoför, yolun sonunda ödül almaya hak kazanacaktır.

Çok yavaş gidenin, doğru yolda zikzaklar çizen, hangi şeritte gittiği belli olmayan şoförün kazaya uğrama riski gibi; aşırılıkları seven sürat tutkunu insanların da ulaşmak istedikleri yere sağ sâlim erişmeleri zordur. Sırat köprüsü gibi uzun ince yolun, yolunca geçilmesi için, yoldaş ve yol arkadaşlarının aynı yolun gerçek yolcularından seçilmesi gerektiğini unutmamalı şoför ve yolcu.

  • Hoca; vâiz, müezzzin, hatip, öğretmen olmalıdır (Hocalık, vâizlik, öğretmenlik, müezzinlik; Hitabet gücü ve tekniği, gönle etki edecek sözler -Mesajı duyurmak için gereken görev-): Durum ve mekân neyi gerektiriyorsa, toplumun önüne geçmek gerektiğinde onları aydınlatmaya çalışan hoca, vâiz veya öğretmen olabilmelidir. İslâm’da ruhbanlık, din adamı sınıfı olmadığından, o bilir ki, hocalık özel bazi insanların görevi değildir sadece. Namaz kılan herkes, gerektiğinde imamlık da yapabileceğinden o iş kendine düştüğünde hocalık yapabilecek, toplumun önüne geçip insanlara Allah’a kulluk yaptırabilecektir, onlara imam/önder olabilecektir. Herkes bildiğinin âlimi, bilmediğinin de câhili olduğundan, bildiği doğrulari insanlara güzel ve etkili bir şekilde anlatan vâiz rolünü oynayabilecek, nasihat edebilecektir. Hakkı, özellikle tevhidi topluma haykırabilecek, insanlarınamaza ve namaz gibi güzelliklere çağıracak güzel ve gür sesli bir müezzin olabilmelidir. Bildiklerini öğreten muallim olmalıdır dâvetçi. Tabii, bu mesleklerin gerektirdiği formasyona sahip olmaya çalışacaktır. Yoksa, çocukların evcilik oyununa benzer bu yaptıkları. O, bilmek zorundadır: “Yarım doktor can yakar, yarım hoca din yıkar.” Bu işler, oyuncak değildir çünkü. Gerektiği zaman da cemaat, dinleyen ve öğrenci olabilmelidir. Çünkü o bilmelidir ki, bu meslekler, günümüzdeki memurluk gibi değildir; ihtiyaç ânında her mü’mine düşen görev taksimatıdı
  • Psikolog ve pedagog olmalıdır (Muhâtabın özelliklerine uygun, öğretim tekniğine muvâfık): İnsanları iyi tanıyan, her insanın psikolojisine uygun çözümler getiren bir yaklaşım içinde olmalıdır tebliğci. İnsanların akıllarına göre hitap edebilmeli, onların sosyal konumlarına uygun sözlerle mesajını sunabilmelidir. “Herkes kendi mizaç ve karakterine, meşrebine göre amel işler...”[4] Muhâtaplarının karakter tahlillerini iyi yapabilmeli, davranışlarının hangi psikolojik arka plana dayandığını anlayabilmelidir. Çok yakını ölen birinin durumu ile evlenme gibi sevinçli bir olay içindeki insanın psikolojisi aynı değildir. Her iki ortam da tebliğe müsâit olsa bile, aynı tarz ifâdelerle bu yapılırsa, bazen kaş yapmak isterken göz çıkartılmış olur. İnsan psikolojisi, günah ve şirk psikolojisi, toplum psikolojisi hakkında bilgi sahibi olunmalı, öğretim metotları bilinip, hangi şartlarda hangi usûlün en elverişli olduğu bilinip ona göre davranılmalıdır.
  • Aşçı ve garson olmalıdır (Sunduğumuzun doğru ve güzel olması gerektiği gibi; sunma şekli de çok önemli): Güzel, nefis, leziz yemekler pişirebilmelidir zihin mutfağında aşçılık yapan tebliğci. Ve bunları haliyle ve diliyle güzel bir şekilde sunabilen bir garson olabilmelidir. Güzel malzemeler katıldığı halde, kötü pişirilmiş, fazla ateşte tutulmuş ya da yeterli pişirilmemiş çiğ yiyecekler yakışmaz usta aşçıya. Kimse bu lokantadan yemek yemek istemez. Hasta etmemeli, iştah kaçırmamalı, tiksindirmemeli pişirilenler. Ve unutulmamalı ki, çok güzel bir yemek bile, güzel bir şekilde sunulmazsa, insanlar onu yemekten hoşlanmazlar. Karnı aç birisi, usta elinde pişmiş yiyeceği, üstü başı pis, kaba ve ısıracak kimse arayan yılan dilli bir garsonun yemeği sunmasıyla iştahı kaçacak, belki yemeden aç aç masadan kalkacaktır. Sunulan yemek çok güzel (Kur’an âyetleri ve Peygamber hadisleri) de olsa, açlığını gidermek için gelen kimsenin suratına atar gibi masasına atıp giden bir garson, bir çuval inciri berbat etmiş olacak, lezzetli yemeklerin tadına bile bakmadan kişinin masadan kalkmasına sebep olacak, ya da lezzetli yemeği sabote etmiş olacaktır.
  • Tiyatrocu, aktör olmalıdır (Gerektiğinde rol yapma; kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali ve benzeri roller; öğrenci veya câhil rolü, anlaşmalı tartışma vb.): Özellikle ana-babalara ve kendilerine saygı duyulmasını bekleyen büyüklere karşı rol yapabilmelidir dâvetçi. Kimsenin artist olması, maskeyle dolaşması, hareket ve konuşmalarının sahte olması değil istenen; ama bazen “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!” cinsinden tavırlar takınabilmelidir. Otobüs ve minibüs gibi toplu taşıma araçlarında ve bekleme salonlarında, ortam uygunsa, etraftakileri rahatsız etmeyecek bir tarzda; iki arkadaştan biri karşı cepheden soru soran ve öğrenmek isteyen, bazen de eleştirip karşı çıkan bir rolü üstlenebilecek, arkadaşı da bildiği o konuda ona tebliğ ediyor izlenimi vererek kulak misafirlerine hakkı duyurabilecektir. Ana-babaya karşı bazen öğrenmek istercesine soru sorarak, bazen kendisi için okuyor hissi verip bir kitabı, dergi ve ya da yazıyı sesli olarak okuyabilecek, hoşlandığı hissi vererek bir kaseti onlar için çaktırmadan dinlemek isteyecek, onlara mesajı ulaştıracak farklı yollar arayışı içinde olacaktır. Ama bu rolleri, yalan söylemeden, ağzına yüzüne bulaştırmadan, ustaca becermeye çalışacaktır.
  • Terzi olmalı (Kişiye uygun elbise, muhâtabın vücuduna tam oturacak özellikte): Kişiye uygun özel elbise dikilebilmelidir. Giydirmek istediğimiz elbise, karşımızdakine ne büyük ne de küçük gelmeli, üzerine tam oturmalıdır. Konfeksiyon tipi, hazır kalıp, herkese giydirilecek tek tip elbiselerden kaçınmalıyız. Bilmeliyiz ki, her insan ayrı bir dünyadır, dünyaya bakışında bazı farklılıklar vardır. Her insanın açık kapısı farklı olabilir, kilitli kapıları zorlamak yerine, o insanın açık ve tebliğe müsait tarafını bulmaya çalışmalıyız.
  • Çiftçi, ziraatçı olmalıdır (Tohum atıldıktan sonra, meyve vermesini sabırla beklemek): Toprağa attığı tohumu, diktiği fidanı, ektiği ekini sabırla ürüne dönüşmesini bekleyecek, aceleci olmayacaktır. Tedricîliği prensip kabul edecek, ektiği ekinin veya diktiği fidenin gerekli bakımını yapacak, sulayacak, etrafında biten ayrık otları, zarar vericileri temizleyecek ve ürün elde etmek için görevini yapıp sebeplere yapıştıktan sonra, duâ edip Allah’ın rahmetini beklemeye başlayacaktır. İnsana yatırımın en pahalı yatırım olduğu ve çokça ıskartaya çıkacağı bilinciyle moralini hiç bozmayacak. “Tohum saç, bitmezse toprak utansın. Ustada kalırsa bu öksüz yapı, onu sürdürmeyen çırak utansın!” diyecek.

DÂVETÇİ İÇİN YASAK MESLEKLER

  • Konfeksiyonculuk (Herkese uyacak hazır kalıplar, ucuzcu ve toptancılık yapma; oriinal ve kişiye uygun mesajlar yerine; ezber ve kalıp ifadeleri tercih etme),
  • İşportacılık (Sağ gösterip sol vurma; halkı etkileyip kandırarak başına toplama, ama başka bir amaç gütme),
  • Reklâmcılık, pazarlamacılık (Kandırma, Yalanla ve hileyle de olsa muhatabı etkilemeye çalışma; Yüzsüz bir şekilde elindeki malı satmaya kalkma),
  • Çığırtkanlık (Garajlarda otobüs firmalarına adam toplayanlar gibi olmama),
  • Politikacılık, propagandacılık (Herkese mavi boncuk dağıtma, yapmayacağı sözler verme; kandırarak da olsa taraftar bulma),
  • Misyonerlik (Bir yüzüne tokat vurulsa öteki yüzünü çevirecek şekilde şahsiyetsizleşme, dinlenilmese ve fayda etmeyeceği kesin olsa da anlatma),
  • Paralı askerlik, Emir kulu, memur zihniyeti (Sadece Allah’a bağlı olmayıp emrine girip teslim olacağı bir yerleri olma, hür olmama).

Tartışmadan, münâkaşadan kaçınmaya çalışmalı, tebliği bir boks maçına çevirmemeliyiz. Bizim bütün gayretimize rağmen, münâkaşaya mecbûren çekiliyorsak, yine inisiyatifi elden bırakmamalı, ağırlığımızı ve olgunluğumuzu kaybetmemeliyiz. Tebliğ için en uygun ortam kollanmalı, bir boksör gibi, karşımızdakinin en zayıf ânını kollayarak indirici darbeyi o zamana saklamalıyız. En son söylememiz gereken sözü en başta söylememeliyiz.

En son yıkacağımız put, muhâtabımızın nefis putu olmalıdır. Kişinin nefsini açık ve ağır biçimde suçlayarak işe başlarsak, muhâtabımız, o putun dayanağı olan diğer putları da savunmuş olacaktır. Ama nefis putunu ilk anda görmezden gelir, hatta yanlışa ve abartıya kaçmaksızın onun güzel tarafları öne çıkartılıp övülürse, diğer putlar daha rahat alaşağı edilecek, en sonunda dayanaksız kalan nefis putu, kendiliğinden devrilecektir. Her sarayın açık bir kapısı vardır. Kilitli kapıları kırarak oradan girmek olgun insana yakışmaz.

Tekrarın, ısrarın, kontrolün, tâkibin önemi büyüktür. Reklâmın etkisi, biraz da tekrardan olmaktadır. Yasak savma cinsinden söylenilip geçilmemeli, en tesirli olacak şekilde ve en güzel usûlle tebliğ yolları aranmalıdır. Müjde, kolaylık yolları ihmal edilmemelidir. Akla hitap edildiği kadar, hatta ondan daha çok duygulara, gönle hitap edilmeli. İlgi ve ilişki sürdürülmeli. Kıssa ve mesel, hikmet ve mev’ızeler gerektiği oranda sıklıkla kullanılmalı.

Dâvetçi; Sağlam iman sahibi, yeterli ilmî birikimi olan; dini, insanı, psikolojiyi, çağı ve dünyadaki fikir akımlarını, insanların münkerleri niçin işlediği gibi konuları iyi bilip tahlil edebilmelidir. Yüzmesini bilmeyen kişinin, başkasını boğulmaktan kurtarmasının mümkün olmadığı bir gerçektir. İnsanlara ayna olmalı, kendi yanlışlarını bizim temiz ahlâkımızda/ aynamızda görüp düzeltebilmesine vesile olabilmeliyiz. Sevilmeyen bir insanın tebliği fayda getirmez. Gerekli maddî imkânlara sahip olunmalı, hiç değilse elindekilerle yetinen kanaatkâr ve gözü tok olmalı ve öyle bilinmelidir ki, tebliğ karşılığında hiçbir ücret ve karşılık beklememiş ve almamış olsun. Sabır ve azim sahibi olunmalı, ümitsizliğe yer vermemelidir. Kendisi ümitvar olduğu gibi, başkasına da umut bahşedebilmelidir. Allah’ın rahmetinden ümidini ancak kâfirlerin kestiği unutulmamalıdır. Şefkat ve merhamet, af ve müsâmaha sahibi olunmalıdır. Adam kazanma gayreti içinde, zorluklara göğüs geren, fedâkâr ve sevecen tavırlar sergilenmelidir. Tevâzu sahibi ve olgun bir şahsiyet, karakter sahibi bir kişi ancak tebliğde mesâfeler kat edebilir. Dış görünüşü temiz, elbisesi düzgün, temiz ve güleryüzlü olmalı, neticeyi âhirette bekleyen ve yapıştığı sebepleri bereketlendirmesi ve başarı için Allah’a duâ etmelidir tebliğci.

Muhâtabın anlayıp anlamayacağı hesaba katılmadan, ilk elde hemen her şeyi anlatmak da doğru olmaz. Fikrî seviyesi hesaba katılmadan, hazmedemeyeceği ağır konuları gündeme getirmek, fayda yerine zarar verebilir. İhtilâflı konuların, dinin teferruat sayılabilecek ayrıntılarını tebliğ olarak öne çıkartırsak dini zorlaştırmış oluruz. İyiliği emretmek, ancak ümmetin, üzerinde ittifak ettiği şeylerde olmalıdır. Ümmetin, üzerinde ihtilâf ettiği şeyleri tebliğ etmek, kimseye şart değildir. Bu görevi, yumuşak huylu, sabırlı ve anlayışlı kimseler yapabilir.

İnsan, ihsânın kölesidir. Tebliğci bunu unutmamalı, gücü ve imkânı ölçüsünde ikramlarda bulunmalı, hiç değilse güleryüzünü ve tatlı dilini, ikrâm olarak sunabilmelidir. Muhâtabının sözünü kesmemeli, onu sonuna kadar dinleyebilmelidir. Kendisi konuşurken, karşısındakinin sıkılma ihtimalini gözönünde bulundurmalı, gönülden gelen bir dinleme yoksa konuşmanın faydası olmayacağını unutmamalıdır. Az ve öz konuşmalı, sözleri dikkatli seçmeli, kırıcı ve gereksiz tartışmalara yol açıcı ifadelerden kaçınmalıdır. Dile hâkim olmalı, hitâbet tekniğine ve insan psikolojisine uygun şekilde hitap edebilmelidir.

Tebliğ ederken yumuşak olmak, tedrîcîlik ve neticeyi Allah’ın tâyin edeceğini bilerek, esas sonucu âhirette beklemek gibi esaslar, misyoner tavrına yol açmamalı. Bir yüzüne tokat vururlarsa diğer yüz çevrilmemeli. Zulmetmek de, zulme uğramak da, zulme rızâ göstermek de İslâm’da yasaklanmıştır. Dâvâ ve dâvet için her yol mubah değildir. Amaç gibi araçlar da meşrû olmalıdır. İnatçı, alaycı müstekbir kâfirlerle karşılaşınca, bilinçli şekilde kibirli ve müslümanları aşağılayan kimselere muhâtap olunca; gereken tâvizsiz tavır, ölçülü sert yaklaşım dinin ve dindarın izzeti açısından tercih edilmelidir. Televizyon kanallarının reyting derdiyle sık sık başvurduğu tartışma programlarında müslüman konuşmacılar, kendilerini hor gören kişileri hep hoşgören tavırlar takınıyorlarsa, bilinsin ki, din bunu emrediyor diye bu tavır yapılmıyor, dine rağmen yapılıyor. “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, prensiplere uyar da kendinizi korursunuz.”[5]; “(Hakkı aramayan inatçı) Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran...”[6] Kibirliye ve zâlime karşı tevâzu, onun kibrini ve zulmünü artırır.

Tebliğci, hakkı tanıtmak için muhâtaplarının özel zamanlarını fırsat bilmelidir. Hastalığında ziyâret, yakınlarından birinin ölümü için tâziye, düğününü tebrik, bayram ve benzeri günleri tebliğ için değerlendirmelidir. Sıkıntılı, dertli durumlarında sabır tavsiyesi ve hastalığında ziyaret edip Allah’tan şifâ talebi ile birlikte, bu durumların tebliğe kapıların açık olduğu zamanlar olduğunu bilerek, bu fırsatları Allah için değerlendirmelidir.

Tebliğ için câmiler, toplantı salonları, seminer ve dersler, arkadaşlık ve komşuluklar, spor karşılaşmaları gibi her şey fırsat bilinmeli ve o imkânlardan yararlanılmalıdır. Bilgisayar, internet, CD, disket, kaset, gazete, dergi, kitap, radyo, pankart, afiş, bildiri, tebrik kartları, mektup, telefon, faks gibi araçları meşrû şekilde tebliğ için kullanabiliriz.

“Öncelikle neler tebliğ edilmeli, tebliğe nereden başlamalı?” sorusuna cevap olarak şunu söyleyebiliriz: “Kur’an nereden başlamışsa oradan, peygamber nelere öncelik vermiş ise onları.” Kur’an ve Rasûlullah ilk olarak şirkin çirkinliğini, tevhidin önemini vurgulamış, öncelikle Allah’a kulluğa ve tâğutların egemenliğinden kurtulmaya çağırmıştır. Tebliğcinin öncelikleri de bunlar olmalıdır.

Herkese, özellikle misafiri ve ziyaretçisi gelmeyen, adam yerine konulmayan garip ve kimsesizlere, fakir mahalle sâkinlerine dâvet ulaştırılmalıdır. Peygamberimiz başta olmak üzere, hemen her peygamberin tebliğlerine ilk olumlu cevap verenler; köleler ve fakirler olmuştur. Ayakkabımızı boyatırken boyacıya, tıraş olurken berbere, alışveriş ederken bakkala, müsâit ortam varsa çekinmeden tebliğ ulaştırılmaya çalışılmalıdır. Evimiz, akrabâlarımız, iş arkadaşlarımız, samimiyet kurduklarımız; tebliğde öncelemek zorunda olduğumuz kimselerdir. Bununla birlikte tebliğ; kime yapılmalıdır? Herkese.

Nerede? Her yerde. Ne ile, nasıl? Meşrû her araç ile ve meşrû her yöntemle.

 

[1] ] 3/Âl-i İmrân, 104

[2] ] 3/Âl-i İmrân, 110

[3] ]1403]  941/Tevbe, /Fussılet, 71 33-34

[4] ] 17/İsrâ, 84

[5] ] 2/Bakara, 179

[6] ] 9/Tevbe, 73; 66/Tahrîm, 9