57. HUTBE: 15. TEMMUZ DARBESİNİ YILDÖNÜMÜ -1 (1)
15 TEMMUZ DARBESİNİN YILDÖNÜMÜ -1-
ÂYET:
وَتَّقُو فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ لَّذ۪ينَ ظَلَمُو مِنْكُمْ آخَاصَّةًۚ وَعْلَ آمُو نََّ للّٰهَ َشَد۪يدُ لْعِقَابِ
“Öyle bir fitneden sakının ki, o sadece sizden zâlim olanlara isâbet etmekle kalmaz (herkese sirâyet ve tüm halkı perişan eder). Bilin ki Allah’ın azâbı şiddetlidir.”[1]
وَلَا تَركَْ آـنُو لَِى لَّذ۪ينَ ظَلَمُو فَتَمَسَّكُمُ لنَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ للّٰهِ مِنْ وَْلِ آيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
“Sakın, zulmedenlere az da olsa meyletmeyin. Yoksa size ateş (Cehennem) dokunur. Sizin Allah’tan başka velîniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.”1298 ظَ هَرَ لْفَسَادُ فِي لْبَرِّ وَلْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ يَْدِي لنَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ لَّذ۪ي عَمِلُو لَعَلَّهُمْيَرجِْعُونَ
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde (şehirde ve kırsalda) fesat belirdi ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.”[2]
وَ آمَا صََابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ يَْد۪يكُمْ وَيَعْفُو عَنْ كَث۪يرٍۜ
“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir. 1300(Bununla beraber) Allah, çoğunu da affeder.”آمَا صََابَِكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ للّٰهِۘ وَ آمَا صََابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ وَرَسَْلْنَاكَ لِلنَّاسِ رسَُولاًۜ وكََفٰى باللّٰهِ َشَه۪يدً
“Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsinden/ kendindendir…”[3]
15 TEMMUZ DARBESİNİN YILDÖNÜMÜNDE, DARBENİN HEMEN SONRASINDA YAZDIĞIM YAZIYI HATIRLAMANIN DAYANILMAZ ÖNEMİ SİLAH, BELDE SAKİN SAKİN DURMAYI SEVER Mİ?
Hani, içki için şöyle denir ya: “Şişede uslu durur, onu içen kudurur.” İnsanın içine giren içki, şişenin içinde durduğu gibi durmaz. Silah da öyledir. Tahrik eder sahibini; gıdıklar durur. Suriye devleti ile savaşan mücahidlerden bir sniperla konuşuyordum; öyle diyordu: “Elinizde attığınızda vuracağınız bir silahınız olunca, karşınızdaki insan istediğin zaman ayağının altına alıp ezivereceğin bir böcek gibi gözüküyor insanın gözüne.” Para ile silah sahibini değiştirir; daha doğrusu gücü olmadığı için zulüm ve fesat işleyemeyenin içyüzünü ortaya serer.
NİYE BAŞARILI OLAMADILAR?
Onların inancı karışık, Kitabın bir kısmına inanıyorlar; diğer kısmını da kırmızı kaplı kitaplarla, demokrasi ve cevşenlerle, celcelutiyelerle, hurafelerle tamamlıyorlar. İnancı yere düşenin silahı da yere düşer. İnsan zaferi önce gönlünde kazanır. Bize karşı silah taşıyan, bizden değildir. Bunlar Ağustos’ta askeriyeden atılacaklarını bilen, can havliyle nereye nasıl saldıracağını kestiremeyen gözü dönmüş, kinleri akıllarını bürümüş subay takımı. Subaylar, akıllarını çalıştırmayı öğrenmiş üretken, plancı, stratejist insanlar olmaktan önce; emir almayı, bir üste itaat etmeyi din haline getirmiş kimselerdir. Bunlara da talimatlar, darbe planları abdi oldukları ABD’den geliyor. ABD de kendi istediği şekilde planlama yapıyor. ABD açısından istedikleri tümüyle yerine gelmese de, yine de başarılı bir plan, başarılı bir girişim. ABD’nin tam istediği olsaydı, asker iki kampa ayrılıp birbirini kıracak, halk da müdahale edince iç savaş çıkacaktı. Türkiye Suriye’ye benzeyecekti. ABD’nin tutturduğu türkü makamıyla aranjmanı duymuyor musunuz? “Gönül ne kavga ister, ne darbe; gönül karışıklık ister, darbe bahane.” Ama, Fetullahçılar gitti, kavga bitti” diye düşünmeyin. Ülke, bugüne kadar Fetullahçı subaylardan çekmedi sadece. Darbe girişiminde bulunmasalardı, kendi hallerinde sakin şekilde yaşayıp kimseye zarar vermeyen, karınca ezmez kişi rolüyle bilinip gideceklerdi Fetullahçı subaylar. Esas Atatürkçü subaylar var, her an ihtilal yapmaya aday. Bugüne kadar onca ihtilalin faili olanlar, sabıkası kabarık olanlar. Alnı secdelileri büyük düşman bildiniz, ama esas alnı secde görmeyenlerdir, esas olarak alnı secdeliye düşman olanlardır düşmanlarımız. Demiyorum ki, her alnı secdeli bizim destekleyebileceğimiz dostumuzdur; ama diyorum ki, alnı secdeli olmayanlar bizim dostumuz değildir, olamazlar da. “Sizin velîniz, dostunuz, ancak Allah, Rasûlü, rukû edenler olarak namaz kılan ve zekâtı veren mü’minlerdir.”[4] Esas düşmanımızı politikacılar belirlememeli, Kur’an’ın ilkeleri belirlemeli. Politikacılar ölçü olunca, en az on yıl bunları dost kabul etmenin, örnek bir “hocaefendi” imajını güçlendirip devleti yönetmede ortak kabul etmenin, bugün sana darbe yapanları işbaşına getirmenin doğru mu yanlış mı olduğunu nasıl tesbit edebiliriz?
DARBECİLERİN YAPTIĞI DARBELER, YIKTIKLARI HÂNELER YANLARINA KÂR MI KALIYOR?
Ergenekon’da bunca rezaletin ifşa olunmasına rağmen, en üst generaline kadar dün suçlu görülen subaylar mahkeme faslı tamamlanmadan Gülen’e gösterilen tepkinin bir sonucu olarak salıverildiği ve darbe yapanlardan bile hesap sorulamadığı unutulup gidiyor. Yakın zamanların zulmü en geniş ve en uzun süreli olanın 80 darbesinin fâilleri tantana ile yargılanıyordu; kamuoyu darbecilerden hesap sorulacağını sanıyordu. Ne oldu? Ne olacaktı, düzen kendi evladını yer miydi hiç? Kenan Evren yargılanmadan ölüp gitti, Çevik Bir’ler hâlâ çalım satıyor. Darbe yapanın yaptığı yanına kâr kalıyor. Düzen kendine çeki düzen verdi mi ki, silahlı kuvvetlere çekidüzen verecek? Ama, böyle devam ettiği müddetçe onlar fırsat buldukça düzenle ve halkla istediği gibi oynamaya devam edecek. Her on yılda bir darbe geleneği, hangi yüz yıllara kadar sürecek, kimse bilmiyor.
DARBE İSTATİSTİĞİ
Daha üç sene geçmeden başarısız darbe girişimi, Ergenekon’un içyüzü ve çalışma sistemi, unutuldu gitti; bize de istatistik bilgiler vermek kaldı; 1960’dan beri gelenekselleşen darbelerin çetelesini tutmak için:
27 Mayıs 1960: İhtilal adlı askerî darbe,
12 Mart 1971: Muhtıra adlı askerî darbe,
12 Eylül 1980: İhtilâl adlı askerî darbe,
28 Şubat 1997: Balans Ayarı adlı askerî darbe,
27 Nisan 2007: E-Muhtıra adlı askerî darbe,
2009: Ergenekon adıyla askerî ve sivil darbe girişimlerinin açığa çıkması.
17-25 Aralık 2013: Arkasında ABD’nin olduğu Pansilvanya merkezli darbe girişimi,
15 Temmuz 2016: Arkasında ABD’nin olduğu (öncekinden biraz daha ciddi) Pansilvanya merkezli darbe girişimi.
DARBELER BUNLARLA SINIRLI DEĞİL!
Aslında darbeler tarihi son 60 yılla sınırlı değil; çok daha derinlerde, köklerde. Türkiye Cumhuriyeti de darbe sonucu kurulmuştur, denilse yanlış olmaz. II. Abdulhamid, başında Atatürk’ün Kurmay Başkanı olarak görev aldığı, silahlı kuvvetlerden teşekkül etmiş Harekât Ordusu tarafından tahtından indirilmişti. T.C. de, başını askerlerin çektiği bir grup tarafından, içinden çıktıkları Osmanlı Devletine karşı silahsız darbe yapılarak kurulmuştu.
İLK DARBECİ KİMDİR DERSİNİZ?
Ve… ilk darbeci İblis’tir. Allah’ın hükmüne, O’nun sistemine, emrine karşı ayaklanmış, insanın yeryüzündeki halifeliğine karşı darbe planları yaparak icraya koymuştur. Allah’ın hükmüne ters planlar yapıp o doğrultuda uygulamalarda bulunanlar da onun darbeci askerleridir.
DARBE VAR, DARBE VAR!
Darbeler ikiye ayrılıyor artık; faydalı darbeler, zararlı darbeler diye. Hükümeti, yık(a)mayan her darbe (girişimi), iktidarı güçlendirir. Hükümetlerle birlikte rejimler de güçlenir her başarısız darbe sonunda. Vücudu güçlendiren aşı gibidir başarısız darbe. Osman Gazi’den bu yana bizim insanımız mağduru pek sever. Fakat, bu güçlenme hormonlu bir güçtür, yasak dopingli madde kullanımına benzer. Çünkü her darbe, ülkenin güvenilirliğini kemirir, ekonomisine kalıcı zararlar verir, Ortadoğunun ağabeyliği gibi prestijleri elinden aldırır, Batının ciddiye almadığı, geleceğinin belli olmadığı, ümit vaad etmediği, kimsenin koltuğunda devamlılık göremeyeceği, istikrarsız, depreme tutulmuş gibi sallantı halinde bir görünüm veren ülke konumuna düşürür. Faydasız da olsa darbeler aşıdır aşı olmasına, ama altın vuruşa benzeyen yüksek dozda uyuşturucu içeren bir aşıdır bu. O yüzden böyle anormalliği kim kendine yakıştırır da oyun olsun, tiyatro olsun diye kendi aleyhine darbe yapılmış görüntüsü verir? Böyle bir şey yapan kimse yüzde bir ihtimalle ileride açığa çıkmış olsa, sadece siyasi itibarı değil, insanî itibarlarını da sıfırlamış olur. Bunu kim niye yapsın?
EN BÜYÜK ASKER KİMİN ASKERİ?
“En büyük asker bizim asker!” Bu sloganın neresini eleştirelim? Sen böyle dersen asker, kendisinin en büyük olduğuna inanır ve en büyük olmaya kalkar. “Parmaklarıyla kurt işareti yapan gençlerin sloganı bu, bilindiği gibi. Bir taraftan böyle diyorlar, diğer taraftan başarısız darbenin başarısız askerlerini yakaladıkları yerde acımasızca dövüyorlar. “En büyük asker” unvanını yaptıkları darbeler sayesinde almış olmalılar. Ama, en büyüklerin büyüklükleri belli oldu. Burnundan kıl aldırmayan, yanına yaklaşılmayan omzu kalabalık rütbeliler süklüm püklüm, sivil polisin elinde emre hazır bekliyor.
TEPEDEN İNME DARBE SİSTEMİ
Tepeden inme zoraki değişim İslâmî bir yöntem olmasa da, Müslümanlar açısından da darbeler ikiye ayrılmalı değil mi? İslâm’ın hâkim olmasını amaçlayan darbeler; beşerî görüş ve ideolojiler için yapılan darbeler diye. Ama, egemen güçle iyi olan paralelin devletin en hassas kadrolarını ele geçirme imkânı ile, egemen güçlerle zıtlaşan aynı zihniyet ve aynı kadroların nasıl tü-kaka edildiği gözler önündedir. Aslında bugün darbeden şikâyet eden yöneticiler, kendilerini suçlamalıdır her şeyden önce. Darbecileri darbe yapacak güce kendileri getirmiş değil midir? Kendileri parayer yapı oluştururken paralel yapı da kendi kadrolarını tamamlıyordu. Darbenin tohumunu, darbeden en çok zarar görmesi gerekenler, ama tam tersine darbe ile güçlenenler ekiyor demek ki. Ve darbenin suçundan yüzde birlik hisse bile onlara verilmiyor. Haksızlık yapılıyor açıkça.
KUKLAYI CEZALANDIR, KUKLACIYI KENDİNE GÜLDÜR
Darbeyi esas planlayanlara, bizzat yürütenlere diş geçirilemiyor. Atını dövemeyen, semerine vururmuş kamçıyı hesabı, vatandaş kendi oğlu konumundaki rütbesiz er’i bir daha darbe yapamayacak hale getirecek kadar dövüyor, linç etmeye kalkıyor. Gücü yeten yetene. Gariban rütbesiz asker, emir eri, hatta emir kulu. Yat denilince yatmayı, kurşun at denilince atmayı, heykele tap denilince tapmayı ibâdet, kutsal bir görev olarak kabul eden, daha doğrusu kabul ettirilen bir müstaz’af. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, “Darbenin arkasında Amerika Birleşik Devletleri var.” diyor ve bazı veriler sunuyor. Hükümet bunu biliyor da Amerika’ya karşı en küçük bir tavır alabiliyor mu? “Bugünkü kanunlar, büyük sineklerin delip geçtiği, küçük sineklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağıdır.” diyordu Balzac. Sadece Hindistan’da ineklere ayrıcalık verilmez; buralarda da büyük başlara ayrıcalık vardır, büyük arabaların geçiş üstünlüğü, büyüklerin söz kesme hakkı vardır. Küçük hırsızlar hapishaneyi boylarken büyük hırsızlar beydir, vekildir, büyük yöneticidir. Amerika’ya hesap sorulmaz, 1 numaralar ve onların arkasındakiler ne kadar ve nasıl sorgulanacak, göreceğiz. Kenan Evren’ler nasıl cezalandırıldıysa… Kuklalara ceza verilecek, kuklayı oynatanlara sevgiler gönderilecek.
AZİZ KILAN DA ZELİL EDEN DE ALLAH’TIR
“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz eder, şereflendirirsin, dilediğini de zelil eder, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Şüphesiz Sen her şeye kadirsin, hakkıyla gücü yetensin.”[5] 15 Temmuz darbe girişiminde görüldüğü gibi, kocaman askerler, omzunda birçok yıldız bulunanlar ne kadar da âciz, nasıl da zavallı… Jandarma Genel Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı ve Genel Kurmay başkanı, kendilerine bağlı (olması gereken) altlarındaki subaylar tarafından kaçırılabiliyor. İmzaları kullanılarak sahte belgeler yayınlanabiliyor.
ASKERLİK DENEN ŞEY
Tuz yiyecekleri kokmaktan korur. Tuz kokarsa yiyeceklerin hali ne olur? Askerlerin temel görevi, düşmandan bu ülkeyi korumaktır; peki, askerden bu ülkeyi kim koruyacak? Türkiye, bir türlü kurtarıcılardan kurtulamamıştır. Düşmandan korunmakası çok zor değildir; ama ya dost bildiklerinden? Dost bilinenlerin zararı, ölümcül yan etkisi olduğu bilinmeyen ilaç gibidir. Esas tedbir, içinde zehir olan ilaca karşı olmalı. Evet, cevabı zor soru: Asker bu ülkeyi koruyacak da, askerden bu ülkeyi kim koruyacak?
ASKERLİK; DEVLET TANRISINA KULLUK
Türkiye’de zorunlu askerlik uygulaması, sistem açısından bir vatandaşlık görevi kabul edilmektedir. Yani devlet, kendini vatandaşın tanrısı konumunda görür. Vatandaşa düşen de kayıtsız şartsız devlet tanrısına kulluk yapmaktır. Devlet tanrı, “yat” deyince yatacak, “sürün” deyince sürünecek, “öldür” deyince öldürecek bir kul istemektedir. Karşılığında bırakın yalancı da olsa bir cenneti, teşekkür bile etme zorunluluğunu duymaz devlet; çünkü vatandaş buna mecburdur, kendisini de bu kulluğa lâyık görür. Cenneti yoktur, ama cehenneme benzetmeye çalıştığı zindanları vardır, bu kulluğu kabul etmeyenler için. Bu durum, rütbesiz askerler içindir. Her ezilenin bir ezeni, her zulmün bir düzeni vardır. Askeri ezen de askerdir; rütbeli asker…
Vatandaşı askerlikten soğutmak kanunen suç. Ya askerlerden soğutmak? Askerlikten soğutmayalım, ısıtalım; sonra? Sonra sıcağı sıcağına, onlar da sana saldırsınlar, dinine saldırsınlar… Asker kimin askeri? Kendi halkına karşı kurşun sıkan, tankla halkın üzerine yürüyen askeri nereye koyacağız? Peki, kendi halkının dinine, imanına, tesettürüne, Müslümanca yaşayışına düşmanca davranan askerleri, yani subayları ne yapacağız? Halkı koruması gereken polisleri bugün askerden halk koruyor. Aynı polis dün Taksim’den tüm ülkeyi karıştırıyordu, daha önceki gün nice Müslümana zulmediyordu. Ne dediğini insan bilmeli: En büyük asker, bizim asker mi, gerçekten mi? Bize saldıran asker ve polis mi en büyük olan? Bir hadis rivayeti şöyledir: “Silahını bize karşı doğrultan, bizden değildir.” Gardiyanına âşık olan, celladını ölesiye, öldürülesiye seven zavallı insanımız…
Doğru teşhis olmadan sağlıklı tedavi olmaz. Düzeni doğru tanımlamadan doğru bir çözüme gidilemez. Tâğut kavramını tanımadan düzeni ve anlatılan konuları doğru bir yere koymak da mümkün değildir.
ÜLKEYİ HEP ASKERLER YÖNETMİŞTİR, YÖNETMEKTEDİR
Sistem, askerî vesayet ve velâyet yönetimidir. Memleketi hep askerler yönetir. Asker Atatürk yattığı yerden ilke ve devrimleriyle, ihtilal yapan askerler anayasaları ile, yaşayan rütbeli askerler de her şeyleriyle. Her şehrin en mûtena yerinde askeriye konuşlanır, en güzel ve en geniş yerleri onlar parsellemiştir. “Bu memleketin (ve vatandaşların) sahibi biziz” diyen tavırları ile âdeta haykırırlar: Subay olmayanlar kiracıdır bu ülkede, kira parasını ev sahiplerine gerektiğinde canlarıyla bile ödemek zorunda olan bu basit insancıklar, istedikleri zaman kapı dışarı edilebilecek yabancıdır, zencidir, ötekidir. Zaman zaman hadleri bildirilir; inançlarına, yaşayış ve kıyafetlerine hakaret etme hakkını kendinde bulur ev sahibi(!) İşin tuhafı, kiracının, çok çalışsa da ev sahibi olma hakkı yoktur; o hep alttadır, emir eridir. Rejimin (İslâm’dan ve Müslümanlardan) korunup kollanması onlara aittir. Halkın yanlış tercih yapıp silahlı kuvvetlerin istemediklerini başa geçirdiğinde, ya da vatanseverlikleri depreşip canları istediğinde ihtilal yapmaya hazırdırlar. Can atarlar vatanı kurtarmaya(!), kesmez artık postmodern darbeler, 28 Şubatlar…
AYAĞA DÜŞEN DARBELER, YERDE SÜRÜNEN DARBECİLER
Son girişim gösteriyor ki; darbeler de ayağa düştü veya artık darbe yapmak, yapmış olsa halka benimsetmek, zorun da ötesinde bir şey oldu. Halkın en azından darbeler konusunda gözü açıldı. Artık dünya, öyle askerin baskısını, sıkıyönetimleri savunan ve “bize bu gerekir, biz bundan anlarız; bize astığı astık demir yumruklu komutan yöneticiler lâzım!” diyen pek kimse kalmadı. En azından özgürlüğünü kısıtlatmak istemiyor insanlar. “Halka yorum beğendiremiyorum, ne yazsam sert eleştiri alıyorum” diye yorumcu şikâyet ede dursun; darbeci darbe beğendiremiyor halka. “Darbe dediğin işte böyle olur” diyeceklerini bekliyor boşuna. Tam tersine; “Böyle darbe mi olur, bu tiyatro, tiyatro!” diye bağırıyor kimileri. Temel, mezar taşına yazdırmış: “hastayım, hastayım dedim, inanmadınız; gördünüz mü şimdi?” Adamlar ölüyorlar, öldürüyorlar; süklüm püklüm, yaka paça yakalanıyorlar; don gömlek soyunduruluyor, ellerine kelepçe takıyorlar; “hayır, böyle darbe olmaz, inanmayız” demeyi sürdürüyor bazıları. Taksim’deki daha usta işi miydi? Ama, yine de darbenin çok bilinmeyenli denklemleri var. Hakan Fidan saatlerce Genel Kurmay’dan niye çıkmadı? Darbeyi Başbakanına, Cumhurbaşkanına niye zamanında haber vermedi? Kuvvet komutanları ve Genel Kurmay Başkanı, nasıl kayboldu ve başlarına bir şey gelmeden darbe sonrasında nasıl serbest bırakıldılar? Fetöcü yaverler, Fetöcü sekreterler, yardımcılar niye korur gözüktükleri şahıslara dokunmadı? Erdoğan’ın eniştesinin haberi oluyor da, devletin niye haberi olmuyor? Hükümet biliyordu da, önlemek yerine “başarısız olsunlar bizim için daha iyi” mi dedi?
DİN ANLAYIŞLARI PROBLEMLİ OLANLARIN DARBELERİ DÖRT DÖRTLÜK OLUR MU?
Cemaat ve lider tercihlerinde çok akıllıca davranamayanlar, darbe işinde farklı mı davranabilecek? Din anlayışları problemli olanların darbe anlayışları mı dört dörtlük olacak? Sonra, kimden yanasınız? Darbeciler mükemmel bir planla halkın karşısına geçseydi, 1917 devrimi gibi milyonların ölümüne sebep olacak mükemmel bir darbe yapsalardı; biz de iyi hazırlanılmış bir darbe görseydik” (görseydik ve ölseydik) mi denilmek isteniyor? Bunlar otoriteden izinsiz bir şey yapmazlar. Otorite ABD olursa, onların ipiyle kuyuya ancak bu kadar inebilirsiniz. Tayyip’den razı olmayan ABD düne kadar sıfatı “hoca efendi” olan birinin yönetiminden veya onun talebelerinden razı olur, onu yönetici kabul eder mi? Her ikisine de ağır bir mesaj gönderir attığı tek bir taşla. Başarılı bir darbe olsa, alternatif yönetici kim olacak? Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak da var hani… Ama, Taksim mesajını anlamadığını düşündükleri Tayyib’e daha yüksek sesli ikinci bir mesaj daha sunmuş oldular. “İstersek başka yollarla senin ipini çekebiliriz. Bu açık bir uyarı olsun” demiş oldular. Aynı zamanda son kullanma tarihinin dolduğunu düşündükleri maşayı maşaAllah diyerek emekliye ayırmış oldular. O maşayı eski ortağına kaç paraya satacağının hesabını yapmaya başladılar bile. Darbe başarısız oldu denilse bile, ABD açısından başarılı oldu; o böyle istiyordu çünkü. Yaramaz çocuklarının kulağını çekmiş oldular, bir daha sözümüzden çıkarsan ağzına Fetullah biberi gibi daha acı biberler süreriz, gerekirse ipini de çekeriz demiş oldular; öteki emirerlerine de, “biz yeterince destek vermezsek siz hiçbir şey yapamazsınız” mesajını kan rengi kırmızı boyalı yazıyla yazıp sunmuş oldular. Ve Amerika’nın aynı taşla vurduğu diğer büyük kuş: Burnunu soktuğu her ülkede derin ihtilaflar, mü’min sayılabilecek halklar arasında yıllarca sona ermeyecek kavgalar, sürtüşmeler oluşturmak, İslam düşmanlarını bıraktırıp halkı bu sanal düşmanlarla uğraştırmak onun en ustalıkla becerdiği iş. Bakın Irak’a; Amerika girmezden önce halk birbiriyle nasıl geçiniyordu, Amerika’dan sonra nasıllar? Bakın Suriye’ye. Ve bakın Türkiye’ye.
FETULLAH DÜŞMANLIĞINDA DA HADDİ AŞMAK
Varsa yoksa Fethullah terör örgütü; kısa adıyla FETÖ. Sanırsınız ki gerçekten terörist ve terörde IŞİD’i de PKK’yı da geçti; resmî söylemlere bakarsanız, öyle. Artık Amerika veya İsrail’e düşmanlık bile Fetullah terör örgütüne düşmanlık yanında çok hafif kalıyor. Bunları yazdım diye beni de onlardan olmakla suçlayanlar çıkar mı çıkar. 1970’de Kestane Pazarı’nda tanıdığım Fethullah Gülen’in din anlayışını halk ona saygı duyup hoca efendi derken de daha önceleri de onu ağır şekilde eleştiren birkaç kişiden biri bendim. Onu savunacak kadar sapıtmadım. Ancak adaletli olmak gereğini duyuyorum. Allah, savaş yaptığımız küffara karşı bile aşırı gidip adaletten ayrılmayı yasaklar: “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.”[6] Duygusal bir toplumuz; çabuk gaza getirilebilen, sevdiğinde ölesiye seven, buğzettiğinde öldüresiye buğzeden, fıtrî ölçüyü koruyamayan, kontrolsüz güç, sahibinin kontrol edemediği, başkalarının yönlendirebildiği güç…
T.C. HÂLÂ MİLİTARİST BİR DEVLETTİR
T.C., Kurulduğundan bugüne, demokratik çizgiden çok; militarist bir özelliğe sahiptir. Hâlâ da bu hükmü boşa çıkaracak yola girilmiş değildir. Darbe, bu düzenin mayasında vardır. Darbeler sadece şekil değiştirmiş, ama darbe mantığı değişmemiştir. Darbelerin kanun kılıfı altında yapılması, olayın mâhiyetini değiştirmez. Esas darbeleri TSK yapsa da, Meclis de darbe yapar, Anayasa Mahkemesi de, bürokratlar da. Burası darbeler ülkesidir. Ata da darbe yapar GATA da. Beşerî düzenler zulme dayanır; Zulme, kandırmaya, hileye, ifsâda ve darbelere… “Beşerin böyle dalâletleri var / Putunu kendi yapar kendi tapar.” Elleriyle yaptıkları, tapıp halkı zorla taptırdıkları helvadan putlarını kendi elleriyle yiyip yuttukları da olur, yutturdukları da.
Türkiye, yönetim şekliyle nasıl bir ülkedir, bilen varsa beri gelsin. Anayasa’nın girişindeki ifadeleri sakın hatırlatmayın bana. Hukuk devleti mi, hatta dine karışmayan laik ülke mi, demokratik mi? Güldürmeyin insanı. “Bu ülke darbeler ülkesidir” derseniz, o başka. Darbeler de demokrasi için yapılır, demokrasiye demokrasi için ara verilir bu düzende. Ordu, tanklarla demokrasiye balans ayarı çeker. Tüm konularda olduğu gibi, bedelli askerlik konusunda da, hükümet askere sözünü geçirememekte, ama tersi devamlı sözkonusu olmaktadır. Ergenekon gibi bir fırsat, darbeci geleneği olmayan ve kendine karşı darbe yapılmasından korkmayan başka bir devletin başka bir yönetiminin eline geçmiş olsaydı… En azından herkese haddini bildirir, bir daha üzerine vazife olmayan şeylere kimsenin burnunu sokmasına izin vermezdi, darbecilere ve fırsat bulduğunda darbe yapacaklara büyük darbeyi indirirdi.
DEVLETE YAKIN OLAN ÂLİMLERİN DÜNYADA BİLE SONU HÜSRAN OLUR
PKK unutuldu, Apo değil idam edilmesi istenen; Tayyib’in daha dün adı konulmamış koalisyon ortağı “Hoca Efendi”. İktidara o kadar yakın olmaktan öte ortak olmak, kendisini aşırı şımarttı. Gülen iken ağlayan olmuştu; artık ağlayan iken gülen oldu. Eskiden mümkün ki samimiyetinden ağlıyordu, şimdi rol yapıp bazı yerlerde miş gibi yapıyor, sadece sümüğünü çekiyordu. Amerika’nın önünü açıp 150 civarındaki ülkede okul açtırıldığına bakarak kendine devlet de kurdurulabileceğine inandı saf saf (veya) cin cin. Devlet içinde (paralel) devlet olmaya alışanların bir devlet idaresinde bile şirki insanoğlu kabul edemediğinden bağımsız ve tek ilahlığını ilan etmeye kalktı. Şımarıklığının cezasını çekecek o da. Onun karşıtları ise; dün sevgide ve güvende aşırı gidenler bugün düşmanlıkta aşırı gidiyorlar. Ve ihtimal ki, Erdoğan ve müridleri her konuşmalarında en büyük düşman olarak bunları öne sürmeseydi, bunlar bugün Tayyip taraftarları diye halka silah sıkacak hale gelmezlerdi. Etrafınızda gördüğünüz, tanıdığınız Fetullahçılara bakın, halka silah sıkacak karakterde birini veya birilerini gördünüz mü hiç? Hani kediyi çok sıkıştırınca, kaçacak yer vermeyince üzerine atılır, aslan kesilir. Bunlar da sıkıştıkları için sırtlan kesildiler.
KAHVEHANELERDE DARBE DERSLERİ
Darbeciler, tüm darbelerin yapıldığı gün olan Cuma’yı seçmişlerdi, darbe için. Başlangıç saati konusu acemice diye düşünülür. Enformasyon çağında darbe hakkında öyle bilgilendik, öyle naklen yayınlara şahit olduk ki, artık halkın çoğu, herhangi bir Lise’de bir yıl sürecek Darbe Dersi verebilir; Darbe nasıl yapılır, darbeciler arası koordinasyon nasıl sağlanır, darbe nasıl önlenir… Zaten öğretmenler odası olmuş kahvehanelerin tümünde bu dersin müzakereleri yapılıyor; darbe öğretmenleri birbirlerine ilmî ve ictihadî deliller sunuyor. “Benim tespit ettiğim darbeler usûl ve esasları ilkelerinin 132. Maddesinin b fıkrasına terstir, köprüde akşamın dokuzunda tankların konuşlandırılması.” diyor biri. Diğeri sözünü keserek: “Tamam da, hiçbir darbeci mecbur olmadan o saatte darbe başlatmaz. Mit, Cuma günü saat 16’da o gece darbenin olacağı haberini alıp gerekli yerlere servis edince; adamlar darbe saatini bekleyecek değiller ya; b planını devreye sokmuşlar; her türlü uygulamayı 5 saat 20 dakika öne almışlar.” Bir diğeri lafa karışıyor: “Niye 15 Temmuz, ben söyleyeyim: 15 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Beştepe’de olmayacak, tatil için Marmaris’te bir otelde olacak; darbeciler bunu çok önceden tespit ediyorlar. Beştepe’ye saldırmak, saldırınca netice almak mümkün değil gibi. Ama, bir otele saldırmak çok kolay. O yüzden o günü seçtiler; kaldı ki, 15-20 gün daha bekleseler askerî şûra başlayacak, Fetullahçıların hemen hepsi ordudan atılacak, o tarihe kadar ellerini çabuk tutmazlarsa kendilerine darbe yapılmış olacaktı.” Bir diğeri söze daldı: “Yine de çok ustalıklı plan yapamamışlar, bu planla başarılı olunmaz ki…” “Darbe dediğin Türkiye’de, çocuk oyuncağı. Sanki daha önceki darbeler çok daha farklı mıydı, bunun kadar ayrıntılı planları bile yoktu. 60 İhtilalini hatırlayanlar veya araştıranlar bilirler ne kadar kolay olmuştu darbe.” “Tamam da o zamanlardan bugüne çok şey değişti; meselâ o zamanlar cep telefonu yok, televizyon yok; radyo tek iletişim aracı. Radyo da TRT’den ibaret. TRT binasını ele geçirip bir bildiri okutunca iş yarı yarıya halloluyordu. Birkaç tank da önemli yerlerde gezdirince işin diğer tarafı da tamamlanıyordu. Tabii, bu arada Hasan Mutlucan’ın efeler, seymenler eşliğiyle o gür Davudî sesiyle kahramanlık türküleri okuturdunuz radyodan. 80 ihtilalinde televizyondan okutulmaya başlandı; o türküleri duyanlar ihtilali kabullenirdi.” “Hayır, bunlar önemli değil; en önemli fark, halkın bilinçlenmesi; halkımız bilinçleniyor, sauna eşofmanları giyiyor. Şaka yaptım, halk artık eski suskun pasif halk değil; darbelere karşı çıkabilecek, tankların önünde dik duruş gösterebilecek bir halk; bu halkı hesaba katmadıkları için bu darbe başarılı olamadı.” “Tamam, bütün bu sosyolojik faktörlerin rolü var, ama en önemlisi bunlar değil; en önemli faktör “Re cep Tay yip Er do ğan, RecepTayyipErdoğan” Şekil a’da görüldüğü gibi, her biri darbeleri tahlil etme ve önleme okulu haline gelmiş kahvehaneler ve ev sohbetlerinde darbe kültürleri artmış insanımız, hele facebooka da girip çıkıyorsa, darbeleri değerlendirme profesörü olmuştur.
[1] ] 8/Enfâl, 25
[2] ]1299] 1130/Hûd, /Rûm, 11341
[3] ]1301] 424/Nisâ, /Şûrâ, 7930
[4] ] 5/Mâide, 55
[5] ] 3/Âl-i İmrân, 26
[6] ] 2/Bakara, 190