54. HUTBE: 23 NİSAN, ÖFKE DUYUYOR İNSAN! (1)
23 NİSAN, ÖFKE DUYUYOR İNSAN!
ÂYET:
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلىٰ َشَر۪يعَةٍ مِنَ لْامَْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِـعْ هَْ آوَءَ لَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
“Sonra seni de emrimizden bir şeriat üzere kıldık o halde ona uyun bilmeyenlerin hevâsına uymayın.”[1]
مَْ لَهُمْ ُشُرَ آكٰؤُ۬ َشَرَعُو لَهُمْ مِنَ لدّ۪ينِ مَا لَمْ يَاأذَْنْ بِهِ للّٰهُۜ وَلَولَْا كَلِمَةُ لْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَنَِّ
لظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَبٌ لَ۪يمٌ
“Yoksa Allah’ın dinde izin vermediklerini sizin için şeriat haline getiren ortaklarınız mı var?”[2]
Bir taraftan devlet dininin kutsalı Atatürk ve çocuk bayramı, diğer taraftan Diyanet’in yönlendirmesiyle 20-26 Nisan tarihleri arasında kutlanan Kutlu Doğum Haftası ve Peygamberimiz. Şimdi Kutlu Doğum Haftası kutlanmıyor artık. Sebep: Bid’at olduğu için değil; Kutlu Doğum, belki hatırlarsınız; Fetö’nün teklifiyle uygulanmaya başlanmıştı, onun için. Fetullah Gülen teklif ettiği ve kabul görüp onun girişimiyle kutlanmaya başlandığı için. O zaman Fetö değil; Hoca Efendi idi. Saray mollası ve koalisyon ortağı (gibi) idi. Şimdi, terörist başı kabul edilip onun girişimiyle uygulanan Kutlu Doğum Haftası iptal edildi. Artık dost değil düşman; eyvallah anladık. Ama, 23 Nisan kutlanmaya ve Atatürk anılmaya devam ediyor. Fetö kötü ve düşman ilan edildi, ama Çocuk Bayramı ve Atatürk’ten rahatsız olan yok. Birbirine düşman iki ayrı lider birlikte kutlanıyordu. Halkı iki dinli, iki peygamberli yaptılar. Şimdi Atatürk tek lider kabul ediliyor. Artık ona hiç kimse şirk koşturulmuyor. Hakla bâtıl karıştırılıyordu, şimdi ise sadece bâtıl hâkim.
23 Nisan Çocuk Bayramını camide hutbe okuyarak kutlamak ise, halkı çocuk yerine koymak anlamına geliyor aslında. Cemaatten “Burası devlet dairesi mi, biz de çocuk muyuz?” diyen çıkmıyor. Bazı camilerin ana kapısına rejimin simgesi Türk bayrağı asılıyor, cemaatten hiç tepki gelmiyor. Bu gidişle camilere heykel de konulsa kimse itiraz etmeyecek.
HALKIN EGEMENLİĞİ VE ÇOCUKÇA BAYRAM
23 Nisan’da ne olmuş? TBMM’nin Ankara’daki açılışı gerçekleştirilmiş. Gelin bu açılış gününe gidelim ve neler yaşandığına bir bakalım. Hacı Bayram Camiinde Cuma namazı kılıyorlar ondan sonra çıkıp hep birlikte tekbirlerle, tehlillerle ve Peygamberimizin sancağını önde taşıyarak meclise kadar yürüyorlar. Ve devamında bu sancağı kutsal bir sembol olarak kürsüye yerleştiriyorlar ve Kur’an okuyorlar. Hatimler indiriliyor, Kur’an hatminin yanında hurafe olarak da Buhari hatimleri bile indiriliyor. Meclis başkanın arkasına denk gelen duvara Şura Suresinin “Onların işleri aralarında şura iledir” ayeti asılıyor. Konuşmalar besmele ve Allah’a hamd ile başlıyor. İşte Meclis böyle açılıyor, ama bir süre sonra ülke yönetimini tümüyle ele geçiren Atatürk ve yandaşları tarafından bu ülkenin halkları tehdit ediliyor ve büyük bir baskı ve zulüm ortay çıkıyor; Kur’an öğrenmek, Arapça okumak, İslâm’ı tebliğ etmek yasak ilan ediliyor.
23 Nisan, Kemalist rejimin temelinin atıldığı bir gündür. Şeriat yerine beşerî yönetime gidişin adımları, bugünlerde gündeme gelmeye başladı. İslam şeriatı ilk tehdit ve düşman ilan edilmişti. Hâlbuki Rabbimiz “Sonra seni de emrimizden bir şeriat üzere kıldık o halde ona uyun bilmeyenlerin hevâsına uymayın.”[3] buyuruyordu.
Meclis, kanun yapar, İslâmî kavramla söylersek teşrî yapar, yani insanların hangi kanunlarla yönetileceğini kendisi belirler. Kur’an ise şöyle buyurur: “Yoksa Allah’ın dinde izin vermediklerini sizin için şeriat haline getiren ortaklarınız mı var?”[4]
Meclis, kanun koyarken Allah’ın hükmünü, kitabını hiç kaale almaz, onu referans kabul etmez. Kur’an ise; Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenlerin kâfir, zâlim ve fâsık olduğunu belirtir.[5]
Allah’ın şeriatına muhalif şekilde insanları yöneten, Batı devletlerini örnek alan ve Atatürk ilkelerini temel ölçü kabul eden bir rejim kurulmuştur.
Kur’an, bu tür rejimlere ve yöneticilerine tâğut adı vermekte ve bütün mü’minlerin tâğutu reddetmeleri gerektiğini bildirir.
23 Nisan’da meclis, namazla, Peygamber sancağı ile, Kur’an ve Buhari hatmi ile, tekbir ve tehlillerle, tabii dualarla açılmıştı. Sonra ipleri ellerine geçirenler İslâm’a savaş açarlar. 23 Nisan’la açılan meclisin kanunlarına göre; şeriat birinci tehdit olur, halkın dinine, Kitabına savaş açılır. Ezanlar susturulur, Allah demek bile yasaklanır.
Türk ulusalcılığı resmi ideoloji ve din haline getiriliyor. Devletin adı Türkiye, halk Türk vatandaşı, liderin soyadı Atatürk. Tabii, Kürtler ve diğer ırklar dışlanıyor. Kürt kimliği reddedilir, Kürtler ve diğer ırklar asimilasyona uğratılır.
Kur’an, üstünlüğün takvâda olduğunu belirtir. İslam, Arab’ın aceme, acemin Araba üstün olmadığını ilan eder.
Laiklik zorla halka dayatıldı. “Devletin dini İslâm’dır” ibaresi kaldırıldı. Devlet dinsiz, din de devletsiz oldu. İslâm, laikliği reddeder ve Allah’ın hükmüyle hükmetmeyi temel görevlerden biri olarak görür.
Harbiye marşında “Kanla irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti” deniyor.
Evet, kanla kurdukları doğru ama irfan hiç bu ülkenin sisteminin içine girmedi.
Padişahlığı kaldırdı bu meclis, Ama başta Atatürk tam bir padişah ve diktatör idi. Milletvekilleri de yarı padişah kabul edildi.
Bu sistemi kabul ettirmek için çok kan döktüler. Büyük acılar çektirdiler, yaygın zulümler yaptılar ülke halklarına. Üstelik “Halka rağmen halk için” diye bir slogan da üretildi biliyorsunuz. “Halk cahildir, halk kendisinin menfaatinin nerede olduğunu bilmez, kendisi için neyin hayırlı olduğunu akledemez, halka rağmen ama halk adına tercihleri biz yapacağız.” dediler. Ondan sonra da utanmadan halkın egemenliği yalanını söylemeye devam ettiler.
Şirke, cahiliyeye dayalı anayasalar yapıldı sürekli. Sık sık değiştirilen halka rağmen yaptıkları anayasalar ülkenin insanlarına dayatıldı. Bu ülkede hiçbir zaman halkın sözü geçmedi. Zalim oligarşilerin egemenliği söz konusu oldu hep ve halk sürekli ezildi, horlandı.
Ulusal egemenlik ya da halkın egemenliği adı altında nasıl bir despotizmin süregeldiğini hepimiz yaşayarak biliyoruz. Halkın egemenliği diye halkı kandırdılar. Hep oligarşik bir zümrenin baskıcı diktatörlüğü söz konusu oldu. Gerçekten de halka yönelik çok büyük zulümler yapıldı. Kürt, Türk, Arap, Roman, Sünni, Alevi herkes ezildi, horlandı, sömürüldü, işkence gördü, hakları gasp edildi. Halkın egemenliği bile olsa, İslâm’a ters idi yönetim. İslâm Hakkın egemenliğini öne çıkarıyordu; ona son verip hevânın egemenliğini esas aldılar.
23 Nisan’la birlikte Atatürk diye biri ilâhlaştırıldı. Onun inkılapları, onun ilkeleri, onun kurtarıcılığı gibi ifadelerle onun putlaştırılması… Kovdukları padişahlar hiç değilse putlaştırılmıyordu. Biz, tabii ki padişahlığı değil, asr-ı saâdet yönetimini istiyoruz.
Hâlbuki İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığını ısrarla vurgular. Ve bu tevhid inancını dinin esası kabul eder.
Daha önce uygulanan şeriat kanunları kaldırıldı. Onun yerine İsviçre’den medeni kanun, İtalya’dan ceza kanunu, Almanya’dan Borçlar kanunu, Fransa’dan Laiklik ve giyim-kuşam alındı. Hani, TBMM kanun yapacaktı, bazen kanun yapma yerine, kanun ithal etmeyi tercih etti; yeter ki şeriat olmasın da dün savaştığın ülkelerin kanunu olsun, önemli değil dendi.
Aşağı yukarı her 10 yılda bir ihtilaller oldu, darbeciler Cumhuriyeti koruma ve kollama iddiasıyla ülkeyi sıkıyönetimlerle, Ohal ile, baskı ile yönetmeyi tercih ettiler. Gerekçe belli idi: Demokrasiyi rayına oturtmak. Bu görevi Atatürk orduya vermişti, onlar da seve seve bu görevi üstlenmiş oldular. ,
Böyle bir ülkede Çocuk bayramımı kutlanmalı yoksa ezilen sömürülen tecavüze uğrayan zihinleri işgal edilen fıtratları bozulan çocuklara mı ağlanmalı?
İşte “Halkın ya da ulus’un/’millet’in egemenliği “ yalanı böyle bir zeminde, böyle zulümlerle sürdürüldü. Şimdi de “Çocuk Bayramı” olma yalanı altında aslında bu ülkenin çocuklarına ne büyük zulümler yapıla geldiğinin üzerinde duralım. Bu ülkenin ezilen, horlanan ve harcanan çocuklarından bahsedebiliriz. Bu ülkede milyonlarca çocuk harcandı, ezildi. Her şeyden önce öğütüm sistemine dönüştürülen eğitim sisteminde esir alındı çocuklarımız. Zihinleri resmi ideoloji ile işgal edildi, ruhları kirletildi, fıtratları bozuldu. Sözde çocuk bayramı olduğu iddia edilen 23 Nisan’da bile çocuklara zulmediliyor. Bu günde de çocuklar zorla götürülüyor ve resmi ideolojiye bağlılığa zorlanıyorlar.
Bu ülkede “Sokak Çocukları” diye bir kavram üretilmiştir. “Tinerciler” diye nitelendirilen çocuklar vardır. Hâlbuki bu çocuklar, fıtraten tertemiz olarak emanet edilmişlerdi. Bu duruma getirilmelerinden bu ülkedeki yöneticiler mesuldürler. O çocukları Kemalist sistem tinerci yaptı, sokak çocuğu yaptı. Ondan sonra da utanmadan çocuk bayramı kutlamaları yapılıyor. Hangi çocuk bayramı? Çocuklar nasıl bir zulüm altındalar yıllardır? O çocuklar nasıl tinerci oldular? Nasıl sokak çocuğu oldular? Çocuk yaşında karın tokluğuna çalıştırılan on binlerce çocuk var. İstismar edilen, sömürülen, tecavüze uğrayan, çocuk pornografisinde taciz edilen çocuklar kimin eseri? Bunları niye önlemiyorsunuz? Mendil satmaya zorlanan çocuklar niye sokaklarda? O çocuklar çok mu zevk alıyorlar bunu yapmaktan? Trafiğin ortasında, her an bir araba çarpma ihtimali olan bir zeminde bir tane mendil satıp da evine bir şey götürebilme telaşında ve belki de onu kullananlara, istismar edenlere bir şeyler götürecek... Neden bunun önlemi alınmaz? Neden adaletle o çocuklar korunmaz? Neden merhametle kuşatılmaz? Neden merhametle o çocuklara kendilerini geliştirebilecekleri eğitim ortamları hazırlanmaz?
Ülkeye büyük zararlar veren yöneticiler, generaller serbest; 28 Şubat’ta darbe yapan generallere formalite icabı müebbet verildi, sonra hepsi salıverildi. Ama taş atan çocuk on beş yıla mahkûm ediliyor. İşte Kemalist sistemin adaleti… Evet, çocuk bayramı kutlayarak zulümlerini örtmeye çalışan ülkenin hukuk anlayışı bu. Hatırlayın bu ülkede Baklava çalan çocuğa on iki yıl hapis cezası verdiler, ama bankaları batıranlar serbest kaldılar. Bankaları boşaltıp fakir halkın yüz milyar dolarını çalanlar hep desteklendiler, korundular. Emekli generaller, batan bankaların yönetim kurullarında yer aldılar. Neden? Tabii ki, nüfuz ticareti ve dönen çarka şemsiyelik yapmak için.
Bu ülkeyi ne hale getirdiklerini görmemiz gerekiyor? Daha dün denilecek kadar yakın zamanda Özgecan olayı oldu. Unutuldu mu yoksa o zina teklifine direndiği için yapılan cinayet?
Müslümanlara Müslümanca faâliyet konusunda nice zorluklar, yasaklar, kınamalar revâ görülürken; cemaatler, dernek ve vakıflar kapatılma riskiyle karşı karşıya kalıyor. Bununla birlikte, her türlü ahlâksızlığa, cinsel azgınlığa sonuna kadar özgürlük veriliyor. Bir Müslüman, Müslümanca, günaha girmeden caddeye çıkamaz, denizden, deniz kenarından istifade edemezken; inlerinden çıkmış iki ayaklılar yatakta yapılacak şeyleri sokakta yapma özgürlüğünü doyasıya kullanıyor. Siz Allah’tan korkmazlar, siz düzenciler, siz laikler, Atatürkçüler, Batıcılar! Sizin Özgecan’ın katli ile ve her gün tecavüze uğrayan kızlarla ilgili sızlanmaya hiç mi hiç hakkınız yok. Siz öldürdünüz bu kızı. Sadece bu kızı değil, milyonlarca Özgecan’ı. Dünyasını da âhiretini mahvettiniz kızların. Eski Arap câhiliyesinde kızları diri diri toprağa gömerlermiş, sizler daha fecisini yapıyorsunuz, kızların âhiretlerini mahvederken. Dünyada iffetten, hayâdan, tesettürden, dinden-imandan soyarken. Düzenciler, laikler, Batılılar! Övünün eserlerinizle. Bu katiller sizin eseriniz. Sizin okullarınızda okudu, Allah’ın kanunu yerine Atatürk ilkelerini öğrendi. Siz azdırdınız bu gençleri. Açıkta bırakılan yerlerinin örtülen yerlerinden daha çok olduğu sözüm ona giysilerle siz baştan çıkardınız bu gençleri. Gâvuru bile utandıracak TV. Programlarıyla, bakılacak yeri okunacak yerinden çok fazla olan boyalı basında siz özendirdiniz fuhşu. Ahlâk nutukları atmaya hakkınız yok. İmansız ahlâk mı olurmuş hiç? Olsa olsa ne idüğü belirsiz “etik” olur. İmanın olmadığı ahlâk, delik kaba su doldurmaya benzer. Niye ahlâklı olsun ki çağdaş insan?! Hem, çıplaklık, zina, içki ahlâksızlık mıdır ki? Ahlâksızlık olsa, devlet ve hükümet ahlâksızlığa müsaade eder mi hiç? İmanı, tevhidi, Kur’an ahlâkını gündeme bile getirmeyen hükümetin, İslâm’a kapalı ama küfrün her çeşidine açık Kemalist düzenin, laik ve karma eğitim sisteminin aslan (aslında sırtlan) payı var Özgecan olayında ve her gün şahit olduğumuz yeni tecavüzlerde, vahşice öldürmelerde. Allah’ı hukuka, ahlâka, eğitime, devlete karıştırmayanlar, siz, evet siz suçlusunuz; katilleri, sapıkları siz yetiştirdiniz, onları bu hale siz getirdiniz, dolayısıyla katil ve saldırgan sizsiniz. Ülke sapıklar memleketine döndü. 3 yaşındaki bebeye de 70 yaşındaki nineye de namus güvenliği yok. Her an tecavüze uğrayabilirler. Akrabalar arası tecavüzler, kesip biçmeler… İlkokul ve hatta ortaokul öğrencisi çocuğunu anneler, kendi başlarına okula da sokağa da gönderemiyor artık. Herkes birbirinden çekiniyor, korkuyor. Mahvettiniz çocukları. Sonra çocuk bayramı, öyle mi?
Devletin bölünmez bütünlüğü putu adına, resmi ideoloji putları adına, ha bire ülkenin insanları, çocukları katledildi 98 yıldır. Unutturulan ötekileştirilen, cezaevlerinde çürütülen, ümitleri gelecekleri karartılan çocuklarımızı düşünelim.
Okullarda okuyacağım diye hayâdan, iffetten uzaklaştırılan çocukların hesabını kim verecek? İlköğretim ve ortaöğretim çağındaki okul çocuklarına Cuma ve pazartesi günleri heykellere taptırmak zulüm değil de nedir? Çocukların küfre girmesinin, çocukları müşrik hale getirmenin bayramı mı kutlanıyor? Bunca zulüm altındaki çocukların olduğu bir ülkede çocuk bayramı kutlama iddiası ülkenin tüm çocukları ve halklarıyla alay etmekten başka bir anlam taşır mı? Kendi halkına bu kadar zulüm yapan bir ülke, bir sistem nerede var? Çocukları okullarda, meydanlarda, salonlarda bugün zorla toplayıp bayram adı altında yine zulüm sürdürülüyor. Heykeller, putlar, tapınmalar, Atatürk’ü ilâh veya peygamber yerine koyan şiirler… “Bugün 23 Nisan, Neşe doluyor insan…” Hayır, biz neşe dolmuyoruz, demek ki onlara göre insan değiliz. Yani oyun çocuklarına tam bir oyun oynanıyor...
HALKIN EGEMENLİĞİ Mİ OLİGARŞİK DİKTATÖRLÜK MÜ?
İslam şeriatı ilk defa tehdit ve düşman ilan edilmişti. Hâlbuki Rabbimiz “Sonra seni de emrimizden bir şeriat üzere kıldık o halde ona uyun; bilmeyenlerin hevâsına uymayın”[6] buyuruyordu. Yeni sistem bilmeyenlerin hevâsını tercih ediyor, zanlar ve hevâlar ilâhlaştırılıyor, üstelik Şûrâ sûresindeki şûrâ âyetini oraya asıyorlar. Aynı sûrenin başka bir âyetinde ne diyor Rabbimiz; “Yoksa Allah’ın dinde izin vermediklerini sizin için şeriat haline getiren ortaklarınız mı var?”[7] diye soruyor. Evet, tam da bu ayetin uyardığı gibi yaparak ortaklar ihdas ediyorlar Allah’a. Yani Allah’ın hükümlerine rağmen hüküm koyma yetkisini kendinde gören, kendini ilahlaştırılan bir kurum haline getiriyorlar oligarşinin tahakkümü altındaki TBMM’ni ve tabii ki esasta oligarşiyi.
Türk ulusalcılığı, Atatürkçülük ve pozivitizmin karışımından bir resmi ideoloji oluşturuyor ve bu ülkenin insanlarına dayatıyorlar. Türk ulusalcılığı resmi ideoloji ve din haline getirilince, bu sefer Türklerden sonra kalabalık nüfusu oluşturan Kürt halkı sebebiyle, Kürt kimliğini ve Kürt ana dilini tehdit ve düşman ilan ediyorlar. Bunun üzerine asimilasyon başlıyor ve on binlerce insan, haksız yere zulme uğruyor, katlediliyor. Seküler bir sistem zorla kabul ettirilmeye çalışılıyor. Zaten biliyorsunuz harbiye marşında “Kanla irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti” deniyor. Evet, kanla kurdukları doğru ama irfan hiç bu ülkenin sisteminin içine girmedi. Ama bu sistemi kabul ettirmek için çok kan döktüler. Bu ülkede egemenlik kayıtsız şartsız, öncelikle yattığı yerden Atatürk’ün ve onun ilkelerinin, silahlı kuvvetlerin, Sonra Amerika’nın, TÜSİAD gibi para babalarının, medyanın, bürokrat kesimindir. Ondan sonra bütün bu gruplara ters düşmemek şartıyla biraz da seçilenlerindir. Halkın bu egemenliklerle pek bir bağlantısı yoktur.
Allah rızası için aklımızı başımıza toplamalıyız ve tüm tâğutlara ve en başta tâğutî rejime karşı tavır almalıyız. Bu ülkenin insanlarına ve çektikleri ıstıraplara sahip çıkıp, zulme ve zalimlere karşı durmamız; İslâmî ve insanî sorumluluğumuzdur. En büyük zulmün şirk olduğunun bilinciyle, tevhidi ve adaleti ikame etme mücadelemizi ısrarla ve tavizsiz bir biçimde sürdürmeliyiz. Tevhidi ve adaleti ikame etmek için Kur’an toplumunu inşa etmemiz lazım. Bunun için mü’minler olarak adım adım vahdete doğru yürümemiz lâzım. Türkiye Kur’an Toplumu diyebileceğimiz bir yapıyla açıkça ve başımız dik olarak, ona layık olmak için seferber olmalıyız. Kur’an ahlakını kuşanıp, Kur’an Toplumunun inşasının ardından Ümmeti inşa etmek için; Kur’an’ın gösterdiği yolda ve ilk neslin bıraktıkları yoldaki işaretleri dikkate alarak hep birlikte yürüyeceğiz inşallah. Hiç değilse bu yolda öleceğiz.
[1] ] 45/Câsiye, 18
[2] ] 42/Şûrâ, 21
[3] ] 45/Câsiye, 18
[4] ] 42/Şûrâ, 21
[5] ] 5/Mâide, 44, 45, 47
[6] ] 45/Câsiye, 18
[7] ] 42/Şûrâ, 21