Kıyamet

Kıyamet (1)

Salı, 19 Ocak 2021 19:48

Kıyâmet

Yazan

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله


DAVUD EMRE YAYINEVİ
Kitabın Adı:
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR -8-
KIYÂMET
Yazarı:
Ahmed KALKAN
Tashih:
Ahmed Kalkan
Mizanpaj:
Ehl-i Dizayn
Kapak Tasarım:
Ehl-i Dizayn
İstanbul 2011
Baskı:
?????
Dâvud Emre Yayınevi
Telefon: (0 216) 632 29 58
www.davudemreyayinevi.com
KIYÂMET
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKADİ KAVRAMLAR
-8-
Ahmed KALKAN
İnsanlara karşı ticarî amaç güdülmeyen bu eserin hiçbir hakkı mahfuz değildir. Kâr gayesi güdülmemek şartıyla dileyen dilediği şekilde, tümünü veya bir kısmını çoğaltabilir, korsan baskı yapabilir, dağıtabilir, iktibas edebilir, kitabın ve yazarın ismini vererek veya vermeyerek kopye edebilir, mesaj amaçlı kullanabilir. Yazarın hiçbir telif hakkı sözkonusu değildir, şimdi ve sonra bir hak talep etmeyecektir. İlim, insanlığın ortak malıdır. Ve ilim Allah için kullanılınca insana fayda sağlar.
İTHAF
Canlı KUR’AN olmaya çalışıp toplumu KUR’AN’la canlandırmaya gayret eden ve tâğutlara karşı KUR’AN’la mücadeleyi bayraklaştıran her yaştan muvahhid gençlere…
Doğru okuyup doğru anlayan, dosdoğru yaşayıp insanları doğrultmaya çalışan
KUR’AN dostlarına…
Ümmetin ihyâsının vahdet içinde yeniden KUR’AN’a dönüşle mümkün olduğunu kavrayıp nebevî usûlle KUR’AN ve tevhid eksenli dersler ve cemaat çalışması yapan tâvizsiz dâvetçilere, her yaştan genç dâvâ erlerine…
Önsöz
Allah’ın ismi ve izniyle. Hamd O’na, salât ve selâm Rasûlüne. Mü’minlere de duâ…
Nedir kıyâmet? Kalkmak, dikilmek, ayaklanmak, kıyâm etmek, doğrulmak ve dirilmek anlamında olan kıyâmet; İslâmî literatürde, evrenin düzeninin bozulması, her şeyin altüst olarak yok olması ile, ölen tüm insanların yeniden dirilerek ayağa kalkması olayına verilen addır. Kıyâmet, cisimlerin ister kendi parçaları arasında, ister diğer cisimler arasında var olan uyumun, nizam ve birliğin kalkmasıdır. Bir kaostur, yıkımdır kıyâmet. Mânevî yönü ihmal edilip tek kanatlı kuş gibi, tek yönlü maddî ihtiyaçlarının hizmetinde bir insan, kıyâmeti yaşıyor demektir. İnsanın kıyâmeti, inancın kıyâmeti, hakikatin kıyâmeti... Hem namazda kıyâmı, hem de namaz gibi görev olan küfre ve şirke karşı kıyâmı gerektiği gibi yerine getirmeyenlerin âkıbetidir kıyâmet. “Kıyâm et” emrini uygulamayanların dünyevî cezâsıdır “kıyâmet”.
Hadis rivâyeti olarak değerlendirildiği halde, hadis olmadığını tesbit ettiğimiz, ama anlamına katılarak bu konuya uygun yorumladığımız bir söz vardır: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanacaklar.” Sanal bir hayatta, yaşadığını sananların rüyalarıdır bugünün dünyası. İnsan, içinde yaşadığı çevreyi katletti, mahvetti; kendisi de o çevrenin, o doğanın bir parçası olduğunu düşünmedi; kendisi de mahvoldu. İçinde yaşadığı toplumu ve kendini (fıtratını, mânevî hayatı) insanın kendi eliyle imhâ etmesi kıyâmet değil de nedir?
Kur’an’ın kıyâmetin dehşetinden sık sık bahsetmesinin temel hikmeti, yaşadığımız hayatı sorgulamak, Allah’ın var ettiği dünya ve içindekilerin âniden elimizden çıkabileceğini, her nimetin bir sonu olduğunu, ölümün yakın olduğunu hatırlayıp Allah’a karşı sorumluluklarımızı kuşanmaktır.
Hayatın aslı, rûhun hayatıdır; mânevî hayattır. Bitkisel ve hayvansal hayat, dünya hayatıdır; ama bu hayat içinde rûhun/gönlün hayatı da yaşanabilir. Bu ise, kalbi günahlardan uzak tutma, tefekkür ve ibâdetlerle mümkün olur. Rûhî/mânevî hayattan uzak olup yalnızca dünya hayatını yaşayanlar aslında birer ölüdürler. Eşyanın dış yüzüne ve hayatın zâhirine takılıp kaldıkları için, olayların ve eşyanın gerisindeki hakikati göremedikleri için, kâinatta her bir şeyde açık seçik olan İlâhî tecellîleri göremedikleri, İlâhî mesajı alamadıkları için ölüdürler. Peygamberler, bunlara diriltici nefeslerle gelirler. Bu yüzden, Kur’ân-ı Kerim’de, “Ey iman edenler!
(Rasûlullah,) sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah’a ve Rasûlü’nün çağrısına koşun...” (8/Enfâl, 24) buyurulur. Âyette, iman edenlere seslenilmesi, imanın bir hayat emâresi olmakla birlikte, asıl hayatın “rûhun ve kalbin hayat derecesi” olduğunu, buna ulaşmanın ise iman içre iman gerektirdiğini hatırlatmak için olsa gerektir.
Hayat, asıl itibarıyla kalbin hayatıdır, rûhun hayatı olduğu gibi; insanın asıl ölümü ve dirimi dünyadadır. Ölüm, hiçbir zaman, anladığımız şekilde “ölmek” değil; gerçekte “dirilme”dir, hayat bulmadır. Hayatın kaynağını örten maddî perdelerden sıyrıldıktan sonra, insanın gerçeği en çıplak şekliyle tanıması nasıl ölmek olabilir? Ölmek, geçici ve gölge bir hayat olan dünyadan göçmekten ibârettir. Dünya hayatında diri olabilenler, ölümle daha bir diriliğe kavuşur ve “sıla”sına kavuşmuş, gurbetten kurtulmuş insanların sevincini yaşar, özlemlerini giderirken, dünyada ölü olanlar ise, ölmekle acı bir dirilmeği tatmakta ve gerçek hayatın ne olduğunu görmektedirler. Bu gerçek hayatta artık yeni bir değişme, yani ölüp yeniden dirilme gibi şeyler söz konusu değildir. Dünyada ölü kaldıktan sonra ölümle dirilme, azâba, ateşe dirilmedir; dünyada diri olanlar ise, daha bir diriliğe, daha güzel, sürekli, kalıcı bir canlılığa adım atarlar. Kur’an bunu, “Muhakkak ki âhiret yurdu, gerçekten baştanbaşa hayattır, eğer bilselerdi.” (29/Ankebût, 94) şeklinde ifade etmektedir.
Peygamberlerin getirdiği hayat verici nefeslerle dirilemeyenler, Kur’an’ın deyişiyle, ölüdürler, kabirdedirler (kıyâmetleri çoktan kopmuştur onların). Kur’an’da: “Sen ölülere duyuramazsın!” (30/Rûm, 52); “Sen kabirdekilere duyuracak değilsin!” (35/Fâtır, 20) buyrulur. Hayat; iman, hicret, cihad ve şehâdettir. Kâfirler gibi canlı cenâze olmak, hayat süren leş konumunda bulunmak değildir. Esas hayat, rûhun hayatıdır, imanın can kafesinde ölü gibi kalması değil, sahibini ve toplumu diriltmesidir. Hayat, Allah’ın ve Rasûlünün bizi çağırdığı esaslara uymaktır. Bugün yaşananlar, bu ölçüler içinde hayat sürmek değil; ölü olduğunu bile hissetmeyecek kaosu, kıyâmeti yaşamaktır. Maddî hayat yönüyle ölenler, öldüklerinin, yani kendi kıyâmetlerinin koptuğunun farkındadırlar. Ama mânen ölmüş, kendi kıyâmeti kopmuş kimseler, öyle dehşetli bir kıyâmet içindedirler ki, kendilerini canlı sanmaktalar. Toplumun mânevî kıyâmeti, o toplumdaki bireyleri de kuşatır: “Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirâyet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azâbı şiddetlidir.” (8/Enfâl, 25)
Bırakalım artık yarınların hayaliyle oyalanmayı. “Kıyâmet ne zaman kopacak? Onun alâmetleri nelerdir?” diye sormak yerine; “ölüme, kıyâmete, ondan sonrasına hazır olup olmadığımızı” kendi kendimize sormamız gerekmez mi? Dünyaya bir daha gelip de eksik ve hatalarımızı telâfi etme şansımız olmadığına göre, yaşadığımız günün her ânını değerlendirmeli ve “gün bu gündür!” diyerek, ebedî saâdeti kazanmaya çalışmalıyız.
Kıyâmetin ikinci aşaması; ölen tüm insanların yeniden dirilerek ayağa kalkması, kıyâm etmesidir. “Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” adındaki kalk borusunu, “kıyâm et” emrini veren dâvetçi İsrâfiller, inşâAllah toplumu İsa nefesleriyle yeniden diriltecek ve Allah’ın izni ve yardımıyla topluma ba’su ba’de’l-mevti yaşatacaklardır.
Hz. İsa, rûha önem verilmeyen yahûdileşmiş bir topluma rûhî özellikleri yeniden ihyâ etme yönüyle çeşitli mûcizelerle geldi: Bazı ölüleri Allah’ın izniyle diriltme, hastaları iyileştirme, körlerin gözlerini açma, dilsizi konuşturma gibi. İşte günümüz toplumunda da bu rûhî özellikleri ihyâ eden İsa nefesli müslümanlara ihtiyaç var. Böylece emperyalistlerin katı kapitalist etkileriyle ruhları, rûhî/mânevî özellikleri bombardıman edilen insanların ölümcül kalpleri ve ruhları dirilsin; ruh maddenin önüne çıksın, böylece tatmin olsun. Hasta kalpler ve mânevi/rûhî hastalıklar iyileşsin. Hakkı göremeyen gözler açılsın, basîret ve ferâset sahibi olan insanlar eşyaya Allah’ın nûruyla bakabilsin. Sadece görünenleri değil, perdenin arkasındakileri de görebilsin. Hakka kilitli dilleri açılsın, bülbül gibi şakısın. Bunların yerine gelmesi için Hz. İsa’nın gökten inmesini beklemeye lüzum yok. Hz. İsa’nın nefesine, Hz. Mûsâ’nın asasına, Hz. Muhammed’in Kur’an’ına mirasçı sensin. Kurtuluş istiyorsan, kurtarıcı beklemekten vazgeç; vazifeni yap. Hem sen kurtul, hem toplum kurtulsun ey İsa nefesli müslüman!
Ahmed Kalkan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Temmuz 2011, Ümraniye


- 11 -
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ
İTİKÂDİ KAVRAMLAR -8-
KIYÂMET

Kıyâmet; Anlam ve Mâhiyeti

“Kıyâmet”in Diğer İsimleri

Kıyâmet Alâmetleri

Sûr; Kıyâmetin ve Haşrin Başlangıcı

İsrâfil (a.s.); Allah’ın Emriyle Kıyâmeti Başlatacak Melek

Ba’s ve Ba’sı İnkâr

Ba’su Ba’de’l-Mevt

el-Bâis; Yeniden Dirilten Allah

Haşr ve Neşr

Haşr-ı Cismânî

Mahşer

Sırat ve Sırat Köprüsü

Havz-ı Kevser

Hesap ve Hesap Günü

Esmâü’l-Hüsnâ’dan Hasîb; Allah Hesaba Çekendir

Mizan

Duhân; Kıyâmet Alâmetlerinden Biri

Dâbbetü’l-Arz

Deccal

Mehdi

Sahte Peygamberlik ve Hz. İsa’nın Nüzûlü

Siz de mi Hâlâ Kıyâmetin Kopmadığını Sanıyorsunuz?

Kur’ân-ı Kerîm’de Kıyâmet

Hadis-i Şeriflerde Kıyâmet ve Kıyâmet Alâmetleri

Kıyâmet ve Âhiret Şuuru

Yaratılışa İnanan, Yeniden Yaratılmaya da İman Eder

Kıyâmet ve Âhiret Anlayışı, Bizi Dirilişe Ulaştırır/Ulaştırmalıdır

Her An Yaşadığımız Kıyâmet: Gündüz Yaşıyor, Gece Ölüyor, Sabah Diriliyoruz

Ölüm; Gurbetten Vuslata Hicret

Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 12 -
“Allah -ki, O’ndan başka ilâh/tanrı yoktur- sizi mutlaka kıyâmet gününde
bir araya toplayacaktır. Bunda şüphe yoktur. Allah’tan daha doğru
sözlü kim olabilir?” 1
Kıyâmet; Anlam ve Mâhiyeti
Kıyâmet: Kalkmak, dikilmek, ayaklanmak, doğrulmak ve dirilmek
anlamına gelir. İslâm inancında, evrenin düzeninin bozulması,
her şeyin altüst olarak yok olması ile ölen tüm insanların yeniden
dirilerek ayağa kalkması olayını dile getirir. Bu olay Kur’an’da çok
çeşitli isimlerle anılır.
Kıyâmet, Allah inancından sonra İslâm’ın ikinci temel inancı
olan Âhiret hayatının ilk aşamasını oluşturur. Genel bir yok oluş
ve yeniden dirilişle birlikte gelişecek Haşr, Hesap, Mizan, Cennet
ve Cehennem gibi olaylar hep Kıyâmet gününün gündemi içindedir.
Bu nedenle Âhiret inancı, Kıyâmet ve onunla birlikte gelecek
olaylara inançtan başka bir şey değildir. Bu büyük önemi
yüzünden Kur’an Kıyâmet olayını sık sık hatırlatır, zaman zaman
da bir korkutma, uyarma öğesi olarak kullanır. Kıyâmet kesin
olarak gerçekleşecek,2 şüphe götürmeyen bir olaydır.3 Alâmetleri
belirmiş,4 yaklaşmıştır.5 Ancak bir göz kırpması gibi ya da daha
yakındır.6 Kâfirler bu günden devamlı bir şüphe içinde kalırlar,7 yalanlarlar.
8 Onun ağırlığına ne gökler, ne de yer dayanabilir, ansızın
gelir.9 Sarsıntısı korkunç bir şeydir.10 Belâlı ve acı bir Sâat’tir.11 Yalanlayanlar
için çılgın bir ateş hazırlanmıştır. 12
Kur’an, Kıyâmet olayının kesinliğini, yakınlığını bildirdiği, hatta
oluş biçimine ilişkin tasvirler verdiği halde, zamanı konusunda
bir açıklama yapmaz. Kıyâmet doğrudan doğruya Allah’ın dilemesine
bağlı bir olaydır ve O’ndan başka hiç kimsenin bu konuda
bir bilgisi yoktur. Kur’an, “Kıyâmet sâatinin bilgisi şüphesiz Allah
katındadır”13 gibi âyetlerle Kıyâmet’in zamanının hiç kimse tarafından
bilinemeyeceğini belirttikten sonra, bu konuda sorulan
1] 4/Nisâ, 87
2] 15/Hicr, 85
3] 22/Haac, 7
4] 47/Muhammed, 18
5] 54/Kamer, 1
6] 16/Nahl, 77
7] 22/Hacc, 55
8] 25/Furkan, 11
9] 7/A'râf, 187
10] 22/Hacc, 1
11] 54/Kamer, 46
12] 25/Furkan, 11
13] 31/Lokman, 34
KIYAMET
- 13 -
soruları şöyle cevaplar: “De ki: ‘Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır.
Onun vaktini Kendisinden başkası açıklayamaz.”14; “Kıyâmet’in ne zaman
gelip çatacağını soruyorlar. Senin neyine gerek onun zamanını bildirmek.
Onun nihâyeti ancak Rabbine âittir.” 15 Cibril Hadisi olarak bilinen
ünlü hadiste, Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Cebrâil’in bu konudaki
sorusunu “Sorulan, sorandan daha bilgili değildir” diye cevaplayarak
kendisinin de Kıyâmet’in zamanına ilişkin bir bilgiye sahip olmadığını
açıklamıştır. 16
Kur’an Kıyâmet’in oluş biçimine ilişkin ayrıntılı ve dehşet verici
tablolar çizer. Buna göre Kıyâmet “Sûr’a üflenince” 17 başlayacak,
kulakları sağır edecek bir ses ve korkunç bir sarsıntı nedeniyle emzikli
kadınlar kucaklarındaki çocukları unutacak, hâmile kadınlar
bebeklerini düşürecek, insanlar sarhoş gibi olacaklardır.18 Gök, erimiş
maden gibi, dağlar atılmış yün gibi olacak, kimse dostunu soramayacaktır.
19 Gök yarılacak, yıldızlar dağılıp dökülecek, denizler
fışkıracak, kabirler altüst edilecektir.20 Gözler dehşetten kamaşacak,
ay tutulacak, güneş ve ay kararacak, insanlar kaçacak sığınacak
bir yer bulamayacaktır.21 Dehşetten on aylık gebe develer
bile salıverilecek, yabani hayvanlar bir araya toplanacak, denizler
kaynatılacak, nefisler çiftleşecek, gök sıyrılıp düşecek, Cehennem
alevlendirilecek, Cennet yakınlaştırılacaktır. 22
Kıyâmet’in genel yok oluşu belirten bu ilk safhasını Sûr ‘a ikinci
kez üflenmesiyle ikinci safha izleyecek, tüm insanlar yeniden dirilerek
ayağa kalkacaklardır.23 Bu diriliş ve kalkışı (ba’s) toplanma
(haşr) izleyecektir. Kur’an Kıyâmet’in bu ikinci safhasını da canlı
tasvirlerle anlatır: O gün insanlar gözleri dönüp kararmış bir halde,
öteye beriye yayılmış çekirgeler gibi kabirlerinden çıkacak ve
dâvet edene koşacaklardır. Bu arada kâfirler “bu ne çetin gün” diyerek
korkularını dile getireceklerdir.24 Muttakî kullar ise Allah’ın
huzuruna elçiler olarak toplanacaklardır.25 O gün herkes kardeşinden,
anasından babasından, eşinden ve oğlundan kaçacaktır.
Çünkü her insan ancak kendi derdi ile uğraşacaktır. Mü’minlerin
14] 7/A'râf, 87
15] 79/Nâziât, 42-44
16] Buhârî, İmân 37
17] 39/Zümer, 68
18] 22/Hacc, 1-2
19] 70/Meâric, 8-10
20] 82/İnfitar, 1-5
21] 75/Kıyâme, 6-12
22] 81/Tekvîr, 1-13
23] 39/Zümer, 68
24] 54/Kamer, 7-8
25] 10/Yûnus, 45
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 14 -
yüzleri parıl parıl parlayacak, onlar gülecek ve sevinç içinde olacaklardır.
Kâfir ve fâcirlerin yüzleri ise sanki toprak bürümüşçesine
kapkara kesilecektir.26 Tüm insanlar tabî oldukları önderlerle
birlikte çağrılacak,27 peygamberler ümmetlerine şâhitlik etmek
üzere toplanacak,28 gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve
melekler bölük bölük ineceklerdir. 29
Yeniden diriliş, kalkış ve toplanışın ardından insânlara amel
defterleri dağıtılacak, mizan kurularak sevap ve günahları tartılacak,
hak edenler Cennet’e, müstahak olanlar geçici ya da süresiz
olarak Cehennem’e gönderilecek; böylece sonsuz âhiret hayatı
mutluluk ya da azapla başlayacaktır.
Kur’an ve Sünnet’ten kesin bir delile dayanmamakla birlikte,
müslümanlar arasında ölüme küçük Kıyâmet (Kıyâmet-i suğrâ)
denilmesi gelenekleşmiştir. Bazı bilginlere göre bu tanımlama,
ölümün âhiret hayatına bir geçiş olmasına dayanılarak yapılmıştır.
Kimi bilginler ise bu tanımlamanın Kur’an’a dayandığını öne sürmektedir.
Bu bilginlere göre “Allah’a kavuş(up huzura çık)mayı yalan
sayanlar, gerçekten ziyana uğradı(lar). Nihâyet kendilerine ansızın Sâat
gelince, onlar (günah) yüklerini sırtlarına yüklenerek (gelirler ve): ‘Orada
(hayatta iken), işlediğimiz büyük kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!’
derler...”30 âyetinde “Kıyâmet” anlamındaki “Sâat” aynı zamanda
ölümü de dile getirmektedir. Bu geleneğe göre gerçek Kıyâmet,
Kıyâmet-i kübrâ (büyük Kıyâmet) olarak anılır.
Küçük Kıyâmet (ölüm) ile başlayan ve büyük Kıyâmet’e kadar
süren dönem Kabir Hayatı ya da Berzah olarak adlandırılır. Kabir
Hayatı içinde Münker ve Nekir adlı meleklerin sorgusu ve ölünün
mü’min ya da kâfir oluşuna göre mutluluk ya da azab vardır. Kabir
Hayatı’na ilişkin bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s.) kabri “ya
Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çukurlarından
bir çukur” olarak nitelemiştir.31 Bir başka hadiste de Münker ve
Nekir’in sorgusundan sonra ölünün nimetlendirildiği ya da azâba
uğratıldığı anlatılır. Buna göre Mü’minin mezarı yetmiş arşın genişletilir,
aydınlatılır ve ona “Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği
kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi Mahşer gününe kadar
uyumana devam et” denilir. Münâfık kişinin mezarına da “Bu
adamı alabildiğine sıkıştır” emri verilir. Yer, cendere gibi adamı,
26] 80/Abese, 34-42
27] 17/İsrâ, 71
28] 77/Mürselât, 11
29] 25/Furkan, 25
30] 6/En'âm, 31
31] Tirmizî, Kıyâmet 26
KIYAMET
- 15 -
kemikleri hurdahaş oluncaya kadar sıkıştırır ve ölü yeniden dirilene
kadar böyle işkence görür.32
Yaygın kanaate göre herkesin Kıyâmeti kendi ölümüyle başlar.
İnsan, yaratılışının gereği ölümü hoş karşılamaz. Kur’ân-ı Kerîm’in
çeşitli âyetlerinde dünyanın meşrû nimetlerinden faydalanılması
emredilmiş ve yeryüzünün imar edilmesi istenmiştir.33 Hz. Peygamber
de ölümün temenni edilmemesini tavsiye etmiş ve yaşamanın
mü’mine hayır getireceğini bildirmiştir. 34
Genelde vaaz, tasavvuf ve ahlâk alanlarına dâir kaleme alınan
eserlerde ölüm uyarıcı ve korkutucu bir vâsıta olarak kullanılıp
dehşet verici tasvirler yapılmıştır. Kur’an’da bile bile küfür ve inkâr
yolunu tutanlar, zulmedenler, müslüman topluma karşı kin besleyip
dinî hayat alanında çifte şahsiyet ortaya koyanların ölüm hallerinin
elem verici olacağı ifâde edilir.35 Buna karşılık dünyada iman
edip dürüst davrananların kendilerine esenlik dileyen melekler tarafından
karşılanacağı, hiçbir korku ve üzüntüye kapılmadan hak
ettikleri cennet mutluluğuyla sevinmelerinin kendilerine telkin
edileceği haber verilir. Melekler onların dünyada ve âhirette dostları
olduklarını, hizmetlerine hazır bulunduklarını ifâde edecek,
ğafûr ve rahîm olan Allah’ın sayısız ikrâmına mazhar kılınacaklarını
belirteceklerdir.36 Yine Kur’an’da meleklerin Allah’a dönüp
O’nun yoluna uyanlar için duâ ve niyazda bulundukları, Cenâb-ı
Hak’tan böylelerini bağışlamasını, cehennem azâbından korumasını,
kendilerini iyi yoldan ayrılmayan ataları, eşleri ve nesilleriyle
birlikten Adn cennetlerine koymasını talep ettikleri anlatılır.37 Bu
âyetlerden çıkarılabilecek sonuçlara göre ölümle başlayan âhiret
hayatı neşesi veya sıkıntısı bulunmayan bir yaşantı değildir. “Berzah
âlemi” diye de anılan bu hayatın dünya ile âhiret arasında bir
geçit yeri teşkil ettiği ve Kıyâmetin kopmasından sonra başlayacak
ebedî hayatın bir örneğini oluşturduğu anlaşılmaktadır. Kabrin
cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından
bir çukur olduğunu ifâde eden ve Hz. Peygamber’e nisbet edilen
hadis38 yakın anlamlı başka rivâyetlerle de desteklenmektedir.39
Kozmik anlamda Kıyâmetin ne zaman kopacağı bilinmemektedir.
32] Tirmizî, Cenâiz 70; Ahmet Özalp, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 366-367
33] 2/Bakara, 168, 172; 2/Ankebût, 17; 62/Cum'a, 10
34] Buhârî, Deavât 30; Müslim, Zikir 10, 13
35] 6/En'âm, 93-94; 8/Enfâl, 49-51; 16/Nahl, 28-29; 47/Muhammed, 26-29
36] 16/Nahl, 32; 41/Fussılet, 30-32
37] 40/Mü'min, 7-8
38] Tirmizî, Kıyâmet 26
39] Müslim, Cennet 65-66; Tirmizî, Cenâiz 70
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 16 -
Kur’an’da 40 yerde geçen “sâat” kelimesiyle anlatılan Kıyâmetin
kopuşunun -jeolojik zaman çerçevesinde- yakın olduğu, ansızın
geleceği ve alâmetlerinin belirdiği40 ifâde edilmektedir. Ancak bu
alâmetlerin nelerden ibâret olduğu açık bir şekilde haber verilmemiş,
sadece Ye’cûc ve Me’cûc’un gelişiyle,41 dâbbetu’l-arzın çıkışı42
Kıyâmet alâmeti mânâsına alınabilecek bir bağlam içinde zikredilmiştir.
Çeşitli hadis rivâyetlerinde yer alan Kıyâmet alâmetlerinden
zaman içinde sosyal hayatın bozuluşu ve ahlâkî gerileyişi konu
alanların dışında kalanlar, isnâd veya metin kritiği açısından iman
derecesinde bağlayıcı olmaktan uzak bir görünüm arzetmektedir.
Kıyâmetin Halleri: Kıyâmet hallerini sûra üfleniş, ba’s, haşir,
hesap, cennet ve cehennem durakları olmak üzere beş merhalede
incelemek mümkündür.
Hadis ve tefsir rivâyetleriyle desteklenen bazı âyetlerde
Kıyâmet gününde cezâ ve mükâfat safhasının fiilen başlamasından
önce dünyada işlenen kötü amellerin ibret verici yansımalarının
olacağı haber verilir. Meselâ toplumu sömürücü bir nitelik
taşıyan ribâ/fâiz işlemini sürdürenler kabirlerinden şeytan çarpmış
kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkacak,43 devlet malına
hıyânet edenler Kıyâmet meydanına haksız yere aldıkları mal
boyunlarına asılı olarak geleceklerdir.44 Ebû Hüreyre’den rivâyet
edilen bir hadiste kaydedildiğine göre Hz. Peygamber sahâbîlere
bir hitabede bulunurken devlet malına hıyânet etmenin dehşet
verici sonuçlarından söz etmiş ve şöyle demiştir: “Kıyâmet gününde
birinizin boynunda meleyen bir koyun, diğerinin boynunda için için
kişneyen bir at, öbürünün boynunda böğüren bir deve, başkasının boynunda
altın ve gümüş, bir diğerinkinde sallanıp duran bez parçası bulunuyorken
karşıma çıkmayın! Bunların herbiri benden yardım isteyecek,
ben de, ‘elimden gelen bir şey yok, dünyada iken sana tebliğ etmiştim’
diyeceğim.” 45
Din Günü: “(Allah), Din gününün mâliki (cezâ gününün, âhiret hayatının
gerçek sahibi)dir.”46 “Din günü” kavramı, “gün” anlamına gelen
“yevm” kelimesiyle; “itaat, hesap, cezâ (yapılan işin tam karşılığının
verilmesi)” gibi anlamlara gelen “ed-dîn” kelimesinden
oluşur. Din günü: Yapılan işlerin tam karşılığının verilip görüleceği
40] 47/Muhammed, 18
41] 21/Enbiyâ, 96
42] 27/Neml, 82
43] 2/Bakara, 275
44] 3/Âl-i İmrân, 161
45] Buhârî, Cihad 189; Müslim, İmâre 24
46] 1/Fâtiha, 3
KIYAMET
- 17 -
hesap günü anlamına gelir. Bu tanımda geçen “gün” kelimesi, bir
gün ve gecenin toplamı olan yirmi dört sâat anlamında olmayıp,
zaman bölümlerinden herhangi birini ifade etmektedir. Buradaki
“gün”; ay, yıl, asır, çağ gibi bildiğimiz veya bilmediğimiz herhangi
bir zaman birimi olabilir. “Bugün dünya, yarın âhiret” sözünde
olduğu gibi. Kur’an’da geçen ifadelerden yola çıkılarak âhiretteki
bir günün bin veya elli bin sene olduğu anlaşılmaktadır. “Din” kelimesi
ise burada, hesap, cezâ, karşılık anlamlarına gelir.
“Din günü” kavramının ifade ettiği başlıca anlamlar şunlardır:
Hayrın hayır, şerrin de şer olarak görüleceği “Kıyâmet günü.”
Yapılan işlerin karşılığının tam olarak verileceği “Cezâ günü.” İnsanların
yaptıkları işlerin, Allah tarafından takdir edilip hesabının
görüleceği “Hesap günü.”
Din gününden kastedilen, âhirettir, hesap günüdür. Kur’an’ı,
Kur’anî kavramları, öncelikle Kur’an’la tefsir etmek en doğru
yoldur. Din gününün ne olduğunu başka âyetler açıklamaktadır:
“Sonra din gününün ne olduğunu nereden bileceksin? O gün, kimsenin
hiç kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O gün emir yalnız
Allah’a aittir.”47 Din günü: “Bütün iyi ve kötü işlerin Hak ölçüsünden
geçerek son tahakkukunu bulacağı ve birbirinden tamamen ayrılacağı
son zamandır.” Gelecekte, yapılan işlerin tam karşılığının
verileceği son gün demektir. Görüldüğü gibi, Din günü, Kıyâmet
gününü ifade etmektedir. Kıyâmet gününün, öldükten sonra dirilme,
durup bekleme, sual, hesap, mîzan, sırat ve cezâ gibi durum
ve mertebeleri vardır. Şu halde Din günü, dinin mâlum olan
mühim günü demektir ki, bundan da âhiret ve Kıyâmet günü anlaşılmaktadır.
Bu günde herkes, dünyada yaptıklarının karşılığını
mutlaka görecektir.
Kur’an, üç boyutlu, üç zamanlıdır. İfade ve mesajı bu üç zaman
dilimini kuşatır. Kur’an, coğrafyalar üstü, yani evrensel olduğu gibi,
aynı zamanda çağlar üstüdür, tüm zamanların kitabıdır. Kur’an,
hali ve halimizi anlatırken mâzîyi (geçmişi) hatırlatır. Aynı zamanda
insanı geleceğe hazırlar. İstikbâli gözönüne serer. İstikbâl denilince
çoğu kimsenin aklına gençlikten sonra yaşanan dünyevî
dönem gelmektedir. Bu, ileriyi görememektir, uzun vâdeli değil;
küçük düşünmek ve küçülmektir. İstikbâl göklerde değil; köklerdedir;
yani fıtratta ve kaynak Kitap’ta. İnsan, Kur’an’ın mesajından
beslenerek bu üç zamanı yaşarsa zamâne insanı olmaktan
çıkar; diri diri yaşar ve her yaptığı ibâdet değeri kazandığından
canlı Kur’an olur. Bu şuurdaki insan, din günü bilinciyle hesaplı
47] 82/İnfitar, 17-18
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 18 -
yaşar, büyük mahkemede hesaba çekilmeden kendi nefsini hesaba
çeker.
Bir ömür boyu sürecek maaş karşılığında birkaç saat çalışma
zahmetine kim katlanmaz? Aynen bunun gibi, âhiret hayatıyla
karşılaştırıldığında çok kısa olan şu fâni dünyada, milyar dolarlara
değişilmeyecek şerefli kulluk görevini terketmek akıllılık mıdır?
İnsan, çok aceleci ve unutkan. Allah da çok merhametli, bizi uyarıyor
ve bize din gününü hatırlatıyor. İstikbâl için yatırım yapmalıyız.
Orada lâzım olacak azığı buradan hazırlayıp göndermeliyiz.
Din günü şuuru bize bunları kazandırır.
Din Günü de Denilen Kıyâmet ve Âhiretin Tek Sahibi Allah’tır:
Âhirete, din günü denilmesinin bir sebebi de, âhiretin dinin temel
esaslarından olmasıdır. Allah ve âhiret inancı, tevhidin tüm esaslarını
içermektedir. Allah, âhiretin sahibi olduğu gibi; dünyanın
da sahibi, mâliki ve meliki (yöneticisi)dir. Ama Fâtiha Sûresinde
“din gününün, cezâ gününün mâliki” denmiştir. Bunun sebebi: Bu
dünyada bir kısım insanların mâliklik ve meliklik iddiasında bulunmalarına
Allah’ın fırsat vermiş olmasındandır. O’nun dünyanın
sahibi ve yöneticisi olduğuna karşı gelen bazı çatlak sesler olabilir.
Ama O’nun âhiret gününün sahibi oluşuna orada itiraz eden kâfir,
müşrik hiçbir kimse olamayacaktır. Âhirette mülk ve milk, sahiplik
ve otorite yalnız ve yalnız O’na aittir. “Kimindir o gün hükümranlık?
Elbette kahhâr olan tek Allah’ındır.” 48; “O gün iş tamamıyla Allah’ındır.”
49 Elbette âhiretin de dünyanın da sahibi sadece Allah’tır. Yoksa,
âhiretin sahibi ve yöneticisi ile dünyanın sahibi ayrı ayrı güçler
değildir. Ne var ki, O’nun dünyanın sahibi oluşu, bazı küfür çevrelerince
tartışılsa bile âhiret mâlikliği tartışmasız ve itirazsızdır.
Gerçek mü’min ise, O’nun dünya mâlikliği konusundaki tartışma
ve itirazları ortadan kaldırmakla görevlidir.
Yüce Allah’ın her şeyin tek yaratıcısı ve sahibi olduğunu bildiren
pek çok gerçek vardır. Örneğin, kâinatın yapı taşı olarak
bilinen atom ve hayat binasının ana maddesi olarak kabul edilen
hücre. Atom, bunca küçüklüğüne rağmen büyük bir mûcize;
Hücre, bunca görülmezliğine rağmen bir başka mûcize. Şüphesiz
bu kâinat, her dilden okunan, her vesile ile anlaşılan apaçık bir
gerçekler kitabıdır. Evrenin herhangi bir noktasına dikkatlice bakmak,
Allah’a ve din gününe, yani âhirete inanmak için yeterlidir.
Allah’ın okunan kitabı olan Kur’an’da din günü anlatılırken, görünen
kâinat kitabından da bazı sayfalar gözler önüne serilmiştir.
48] 40/Mü'min, 16
49] 82/İnfitar, 19
KIYAMET
- 19 -
Böylece öldükten sonra dirilme işi, Kıyâmet günü ve âhiret hayatı,
en gerçekçi ve doğru bir şekilde anlatılmıştır.
“Kıyâmet”in Diğer İsimleri
Kur’an’da Kıyâmete ait pek çok isim zikredilmiştir. Kur’an’da
“Kıyâmet” kelimesi dışında, aynı anlama gelen çokça kelimeler kullanılmıştır.
Kıyâmet anlamında kullanılan bu kelimelerin önemli
bir bölümü, Kıyâmetin dehşetini anlatan ve bu zaman diliminde
olacak bazı özelliklerin ifâdesidir. Yani, bunların çoğu Kıyâmetin
sıfatlarıdır. Ama isim olarak da kabul edilir. Bu isimler Kıyâmet’in
oluş biçimi ve sonuçlarına ilişkin çeşitli nitelik ve yönlerini açığa
çıkarmakta, tanımlamaktadır. Kıyâmet günü anlamına gelen ve
Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen önemli isimler şunlardır:
Yevmü’d-Dîn: Din günü, cezâ günü demektir. 50
Es-Sâatü: Allah tarafından bilinen ve kararlaştırılmış olan zaman
demektir. 51
El-Yevmü’l Hakk: Hak günü, doğruluk günü demektir. 52
Yevmü’l Ma’lûm: Geleceği kararlaştırılmış belirli ve muayyen
gün demektir. 53
El- Vaktü’l Ma’lûm: Geleceği belli olan Allah katında kararlaştırılmış
bulunan vakit demektir. 54
El-Yevmü’l Mev’ûd: Vadedilmiş, yani olacağına söz verilmiş gün
anlamındadır.55
El-Yevmü’l Âhir: Son gün, dünya hayatından sonra gelecek olan
hayat demektir. 56
Yevmü’l Âzife: Yakında gelecek olan musibetler ve felâketler
günü anlamına gelir. 57
Yevmü’n Asîr: Zor ve müşkül bir gün demektir. 58
Yevmü’n Azîm: Büyük bir gün anlamındadır. 59
50] 1/Fâtiha, 4
51] 30/Rûm, 12, 14, 55
52] 78/Nebe', 39
53] 56/Vâkıa, 50
54] 38/Sâd, 80-81
55] 85/Burûc, 2
56] 58/Mücâdele, 22
57] 40/Mü'min, 18
58] 54/Kamer, 8; 74/Müddessir, 8-9
59] 6/En'âm, 15
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 20 -
Yevmü’l Ba’s: Ölümden sonra yeniden dirilme günü anlamına
gelir. 60
Yevmü’t-Teğâbün: Aldanmadan duyulan üzüntü ve esef günü
anlamına gelir. 61
Yevmü’t-Talâk: Buluşma ve kavuşma günü demektir. 62
Yevmü’t-Tenâd: İnsanların korku ve dehşetten bağrışıp çağrışacakları
gün. 63
Yevmü’l Cem’: Toplanma günü, yaratılmışların toplanacağı gün
demektir. 64
Yevmü’l-Hısâb: Hesap günü demektir. 65
Yevmü’l Hasr: Hasret günü, yapılan işlerden dolayı pişmanlık
duyup hasret çekme günü anlamlarına gelir. 66
Yevmü’l Hurûc: Dirilip kabirden çıkma günü anlamındadır. 67
Yevmü’l Fasl: Hak ve bâtılın ayırt edileceği hüküm günü demektir.
68
El-Kaari’a: Çarpıcı belâ, âlemin tahribi zamanında varlıkların
birbirlerine şiddetle çarpmalarından dolayı, insanların akıllarını
alacak ve ödlerini patlatacak olan büyük hâdise demektir. 69
El- Ğâşiye: Perde günü, her şeyi sarıp kaplayan gün anlamındadır.
70
Et-Tammetü’l-Kübrâ: Büyük musibet ve felâket günü demektir. 71
En-Nebeü’l-Azîm: Büyük haber günü demektir. 72
El-Haakka: Zarûri olarak gelip gerçekleşecek olan sâbit saat ve
zaman demektir. 73
60] 26/Şuarâ, 87
61] 64/Teğâbün, 9
62] 40/Mü'min, 15
63] 40/Mü'min, 32
64] 42/Şûrâ, 7
65] 38/Sâd, 16, 26
66] 19/Meryem, 39
67] 50/Kaf, 41-42
68] 44/Duhân, 40; 77/Mürselât, 14, 38
69] 101/Kaaria, 1-5
70] 88/Ğâşiye, 1
71] 79/Nâziât, 34-35
72] 78/Nebe', 1-2
73] 69/Haakka, 1-3
KIYAMET
- 21 -
El-Va’ad: Vâde günü demektir. 74
El-Vâkıa: Vuku bulacak gün, yani olacağı muhakkak olan gün
demektir. 75
Emrullah: Allah’ın emri, hükmünün geçerliliği anlamına gelir. 76
Yevmü’l Kıyâmeh: Kıyâmet günü, ölülerin dirilip kalkacağı gün
demektir. 77
Kıyâmet Alâmetleri
Eşrâtu’s-sâa, yani Kıyâmet alâmetleri: Ahir zamanda (zamanın
sonları) ortaya çıkarak Kıyâmet’in yaklaştığını, kopmak üzere
olduğunu gösteren belirtiler demektir. Bu belirtiler genellikle
Küçük Alâmetler (Alâmât-ı Suğrâ) ve Büyük Alâmetler (Alâmât-ı
Kübrâ) olmak üzere iki bölüm halinde incelenir.
Kur’an, Kıyâmet’in zamanını Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini
belirtir.78 Buna karşılık yaklaştığını,79 yakın olduğunu,80
ansızın geleceğini81 bildirir. Kıyâmet alâmetlerinin belirdiğini82
ifâde etmekle birlikte bunlar hakkında bilgi vermez. Ancak, “Sâat
yaklaştı, ay yarıldı yarılacak”83 âyetinin ikinci bölümünün “ay yarılacak”
biçimde anlaşılması durumunda, bu olay Kur’an’da anılan tek
Kıyâmet alâmeti olma özelliği kazanır.
Hadis külliyâtları ise Kıyâmet’ten önce ortaya çıkacak
alâmetlerden söz eden çok sayıda hadis ihtiva eder. İslâm bilginleri
hadislerde dile getirilen alâmetleri nitelikleri açısından
değerlendirerek bunları Küçük Alâmetler (Alâmât-ı Suğrâ) ve
Büyük Alâmetler (Alâmât-ı Kübrâ) olmak üzere iki başlık altında
toplamışlardır. Âhir zaman olarak tanımlanan Kıyâmet öncesi
dönemde dinî duygu, düşünce ve davranışların zayıflaması,
dinî kurallara gereken önemin verilmemesi, ibâdetlerin terkedilmesi,
ahlâksızlığın çoğalması biçiminde kendini gösteren Küçük
Alâmetler’in başlıcaları şu şekilde sıralanabilir:
a) İnsanların bina yapmakta birbiriyle yarışmaları. 84
74] 70/Meâric, 42-44
75] 56/Vâkıa, 1-2
76] 40/Mü'min, 78; 82/İnfitar, 19
77] 75/Kıyâme(t), 1, 40
78] 7/A'râf, 187; 31/Lokman, 34; 33/Ahzâb, 63
79] 54/Kamer, 1
80] 16/Nahl, 77
81] 7/A'râf, 187
82] 47/Muhammed, 18
83] 54/Kamer, 1
84] Buhârî, Fiten 25; bk. Tecrîd-i Sarih Terc; 1/58
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 22 -
b) İnsanların ölümü temenni etmeleri. 85
c) Câriyenin efendisini doğurması. 86
d) Hicaz’da bir ateşin çıkarak Busra’da (Şam yakınlarında bir
yer) develerin ayaklarını aydınlatması. 87
e) Fırat nehrinin sularının çekilerek, nehir yatağından altın çıkması.
88
f) İkisi de hak iddiasında bulunan iki büyük İslâm ordusunun
birbiriyle savaşması. 89
g) İslâmî ilimlerin ortadan kalkması, cehâletin artması. 90
h) Depremlerin çoğalması. 91
ı) Zamanın yaklaşması, gece ile gündüzün eşit olması. 92
i) Cinâyetlerin çoğalması, fitnelerin zuhur etmesi. 93
j) Yahûdilerle Müslümanların savaşmaları, Müslümanların Yahudileri
öldürmesi. 94
k) Zinânın açıkça işlenmesi, içki tüketiminin artması, kadınların
çoğalıp erkeklerin azalması. 95
l) Kahtan’dan bir kişinin çıkarak, insanları asâsı ile sevketmesi.
96
Kıyâmetin büyük alâmetleri ise şu hadis-i şerifte toplu olarak
zikredilir: Huzeyfetu’l-Ğıfârî’den (r.a) rivâyet edilmiştir: “Biz bir
gün kendi aramızda konuşurken, Hazreti Peygamber yanımıza
çıkageldi. Bize “Ne konuşuyorsunuz?” dedi. Biz de ‘Kıyâmet gününden
konuşuyoruz’ diye cevap verdik. Hz. Peygamber: “Şüphesiz
on alâmet görülmedikçe Kıyâmet kopmayacaktır” dedi ve “Deccâl’i,
dumanı(duhan), Dâbbetü’l-arz’ı, güneşin batıdan doğmasını, İsa (a.s.)’ın
yere inmesini, Ye’cûc ve Me’cûc’u, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında
olmak üzere üç yer çöküntüsünü, son olarak da Yemen’den çıkarak
insanları Mahşere sürecek ateşin vuku bulacağını” söyledi.” 97
85] Buhârî, Fiten 25; Müslim, Fiten 53-54
86] Müslim, İmân 1
87] Buhârî, Fiten 24; Müslim, Fiten 42
88] Müslim, Fiten 29-31
89] Buhârî, Fiten 25; Müslim, Fiten 17
90] Buhârî, Fiten 4
91] Buhârî, Fiten 25
92] Buhârî, Fiten 25
93] Buhârî, Fiten 4; Müslim, Fiten 18
94] Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII, 341; Müslim, Fiten 79-82
95] Ali en-Nâsif, Tac, 5/335
96] Buhârî, Fiten 23
97] Müslim, Fiten 39
KIYAMET
- 23 -
Kıyâmetin bu on büyük alâmeti başka hadislerce ya da İslâm
bilginlerince şu şekilde açıklanır:
1. Deccal’in ortaya çıkışı: Deccâl, Kıyâmette zuhur edecek yalancı
bir kişidir, İslâm Dini’ni ve müslümanları ifsad edip, kötülüğe
ve bozgunculuğa sevketmek isteyecektir. Deccal’in sağ gözünün
kör olduğu, iki gözünün arasında “kâfir” yazdığı, çocuğunun olmadığı,
Medine’ye ve Mekke’ye giremeyeceği, ortaya çıktıktan
sonra yeryüzünde kırk gün kalacağı, bu süre içerisinde istidrac türünden
bazı olağanüstü olaylar göstereceği, daha sonra da yine
Kıyâmetin büyük alâmetlerinden olan Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesiyle
onun tarafından öldürüleceği sahih hadislerde belirtilmiştir.
98
2. Duhan’ın çıkışı: Duman anlamına gelen duhan da Kıyâmetin
büyük alâmetlerinden biridir. 99 Kıyâmetin vukuundan önce dünyayı
bir duman bulutu kaplayarak, kırk gün ve kırk gece kalacak,
mü’minler nezleye tutulmuş gibi, kâfirler ise sarhoş gibi olacaklardır.
3. Dâbbetü’l-Arz ‘ın çıkışı: Dâbbetü’l-Arz: Kıyâmet’ten önce
çıkacağı bildirilen bir yaratıktır. Kelime anlamı “yer hayvanı” demektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği
zaman, yerden bir çeşit hayvan (dâbbe) çıkarırız ki o, onlara, insanların
âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler.”100 buyrulmaktadır.
Hz. Peygamber Dâbbetü’l-arz hakkında “Çıkacak olan Kıyâmet
alâmetlerinden ilki, güneşin batı tarafından doğması ile bir kuşluk vakti
insanlara karşı bir dâbbenin (hayvanın) zuhûrudur. Bu iki alâmetten biri,
arkadaşından evvel olur. Akabinde diğeri de onun izi üzerinde yakın olarak
meydana gelir”101 buyurmuştur.
4) Güneşin Batıdan doğması: Güneş batıdan doğacak, insanlar
topluca iman edecek, ancak daha önce iman etmemiş olanların
imanları kendilerine bir yarar sağlamayacaktır. 102
5. Hz. İsa’nın (a.s.) inmesi: Ehl-i sünnet itikadına göre
Kıyâmetin vukuundan önce Hazreti İsa yeryüzüne inecek, hristiyanları
İslâm’a davet edecek, Deccâl’i öldürecek, Hz. Peygamber
(s.a.s.)’in şerîati ile hükmedecektir. 103
6. Ye’cûc ve Me’cûc’un çıkışı: Kıyâmetin vukuundan önce
98] Buhârî, Fiten 26; Müslim, Fiten 37, 39, 40, 91, 101, 110, 112
99] Müslim, Fiten 39
100] 27/Neml, 82
101] Müslim, Fiten 118
102] Tecrîd-i Sarih Tercümesi, XII 307; Müslim, Fiten 118
103] Buhârî, Büyû’ 102; Müslim, İman 242-247
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 24 -
çıkarak “yeryüzünde bozgunculuk yapacak”104 olan asılları ve soyları
belirsiz iki insan topluluğudur.105 Hz. Zülkarneyn’in önlerine yaptığı
seddin yıkılarak106 açılması ile yeryüzüne dağılacaklar insanlara
saldıracak, kentleri yakıp yıkarak harâbe haline getireceklerdir.
Bazı rivâyetlerde bu seddin Çin seddi olduğu zikredilir. 107
7. 8. 9. Doğuda, Batıda, Arap Yarımadasında olmak üzere üç
bölgede yer çöküntülerinin meydana gelmesi de Kıyâmet’in büyük
alâmetlerindendir. 108
10. Yemen’den çıkacak olan büyük bir ateşin insanları önüne
katarak sürmesi. 109
Ebû Dâvud ve Tirmizî’nin Sünen’lerinde yer alan bazı hadislere
göre Mehdî’nin çıkması da Kıyâmet’in büyük alâmetlerindendir.
110
Hz. Peygamber (s.a.s.), Kıyâmetin kötü insanlar ve kâfirler üzerine
kopacağını bildirmiştir. Bu hadislere göre Kıyâmet kopmadan
önce mü’minlerin ruhları alınacak ve onların âhirete göçmeleri
sağlanacaktır. 111
Hadis şerhleriyle “fiten” ve “melâhim” türü kitaplarda Kıyâmet
alâmetleri hakkında çeşitli rivâyetler Hz. Peygamber’e atfedilir. Bu
rivâyetlerde ahlâkî bozuluşa, dinî-sosyal hâdiselere ve tabiat olaylarına
ilişkin oldukça ayrıntılı bilgilere yer verilir. Kıyâmet alâmeti
olarak dinle alâkalı birçok kitapta yüzlerce hadis rivâyeti vardır.
Çoğu zayıf veya uydurma olan, toplumdaki dinî, sosyal ve siyasî
gelişmeleri yansıtan bu rivâyetlerde belirtilen alâmetlerin sayısı
yetmişi aşkındır. Kıyâmetin kopma zamanını bildiren herhangi bir
âyet veya sahih hadis bulunmamakla birlikte, âhir zaman peygamberinin
gelişiyle kâinatın son zaman dilimine girdiğini gözönünde
bulundurarak Kıyâmetin kopuşunun ashâbdan itibaren başlayabileceği
düşünülmüş ve hicrî 3., milâdî 9. yüzyıldan başlayarak hadislerde
zikredilen Kıyâmet alâmetlerine inanılması itikadî bir ilke
haline getirilmiştir.
104] 18/Kehf, 94
105] Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IV, 3288
106] 21/Enbiyâ, 96
107] Muhammed Hamdi Yazır, a.g.e., IV/3291, 3374; Buhârî, Enbiyâ 7; Müslim, Fiten
1, 2
108] Müslim, Fiten 39
109] Müslim, Fiten 39
110] Sünen-i Tirmizî, IV, s.1-93; Sünen-i Ebû Dâvud, N. Şr. M. Abdul Hamid IV,
100, 106
111] Buhârî, Fiten 5; Müslim, İmâre 53; Ahmet Özgen, Şâmil İslâm Ansiklopedisi,
c. 3, s. 367-368
KIYAMET
- 25 -
Sahih hadislerde sözü edilmeyen, fakat literatürde Kıyâmet
alâmetleri içinde sayılan toplumsal değişimle ilgili olayları içeren
rivâyetlerin o devirde yaşayan müellifler tarafından uydurulmuş
olması kuvvetle muhtemeldir. Rasûl-i Ekrem’in müslümanları
uyardığı ve Kıyâmet alâmeti olarak zikrettiği ahlâkî bozuluş ve
dinî hayatın yozlaşması, esâsen ferdin ve toplumun helâk olması
anlamında bir Kıyâmet alâmeti olup kâinattaki kozmolojik düzenin
yıkılması mânâsına gelmez. Aksi takdirde sözü edilen yıkılışın
bugüne kadar gerçekleşmesi gerekirdi. Çünkü ahlâkî bozuluş
kategorisindeki alâmetlerin Asr-ı Saâdet’ten itibaren sıkça vuku
bulduğu şüphesizdir.
Üzerinde tartışılan asıl Kıyâmet alâmetleri, “büyük alâmetler”
olarak kabul edilen hârikulâde olaylar ve kozmik değişikliklerdir.
Kıyâmetin kopuşu öncesinde gerçekleşeceğine inanılan başlıca
hârikulâde olaylar deccalın ortaya çıkışı, mehdînin zuhûru,
Hz. İsa’nın gökten inmesi, Ye’cûc ve Me’cûc’un görünmesi, Hicaz
bölgesinde büyük bir ateşin çıkışı, gökten insanları bürüyen bir
dumanın inmesi ve dâbbetu’l-arzın yerden çıkmasından ibârettir.
Bunlardan dâbbetu’l-arz, duhân ve Ye’cûc ve Me’cûc konusu
Kur’an’da zikredilmektedir. Mehdî, deccal ve nüzûl-i İsa inançları
ise sadece Hz. Peygamber’e atfedilen rivâyetlere dayanır.
Hadislerde dinî yozlaşmayı ve ahlâkî bozuluşu haber veren
olayların kâinatın kozmik düzeninin yıkılışına işaret eden belirtiler
olmaktan çok, ferdî ve toplumu yok oluşa götüren birer alâmet
olduğunu kabul etmek daha isâbetli bir hüküm olmalıdır. Rasûl-i
Ekrem’e atfedilen rivâyetlere dayanılarak Kıyâmet alâmetleri arasında
zikredilen ve Kur’an’da haklarında bilgi bulunmayan deccalın
çıkışı, mehdînin zuhûru ve Hz. İsa’nın gökten inişine dâir
inançlara gelince, Selefiyye dışındaki Sünnîlerin de kabul ettiği
epistemolojik anlayışa göre İslâm akaidi açısından bunlara inanma
mecbûriyeti yoktur. Zira bunlar Kur’an’la sâbit olmadığı gibi,
mütevâtir hadislerle de te’yit edilmiş değildir. Her şeyden önce
nüzûl-i İsa inancına dayanak teşkil eden rivâyetlerdeki bilgiler
Hz. İsa’nın tabiî bir şekilde öldürüldüğünü bildiren âyetlerle
çelişmekte,112 ayrıca Rasûl-i Ekrem’in ardından peygamber gelmeyeceği
ve her insanın belli bir süre yaşadıktan sonra öleceği
gerçeğine aykırı düşmektedir. Nüzûl-i İsa’nın hıristiyanlara âit bir
inanç olduğunu dikkate alarak Kur’an’la uyuşmayan bu tür âhad
rivâyetlerin, tedvin döneminde hıristiyanlardan İslâm akaidine
intikal etmiş olabileceği ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir.
Deccal inancı konusundaki son araştırmaların ortaya koyduğuna
112] 3/Âl-i İmrân, 55; 5/Mâide, 117
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 26 -
göre bu rivâyetlerde çelişkili bilgiler vardır. Sahih olanların ise deccalın
ulûhiyyet niteliklerine sahip hârikulâde bir insan değil, kötülüğü
temsil eden bir tip olduğu tarzında yorumlanması gerekir.
Buhârî ve Müslim gibi hadis âlimleri eserlerinde mehdî hakkındaki
rivâyetlere yer vermemişlerdir. Mehdînin zuhûruna ilişkin
Tirmizî ve Ebû Dâvud rivâyetlerini nakleden râvîlerin güvenilir
olmadığı cerh ve ta’dil âlimlerince belirtilmiştir. Ayrıca mehdînin
insanların hidâyete ermesini sağlayacak hârikulâde bir güce sahip
kılınması, peygamberlerin bile tabi olduğu sünnetullahı ortadan
kaldıran bir anlayıştır. Mehdî inancının oluşmasında Ehl-i Beyt’e
mensup imamlara yapılan eziyetlerin ve müslümanlar arasında
meydana gelen üzücü olayların etkisinin bulunduğu kabul edilmektedir.
Bu inancın ilk defa Şia’da görülmesi bunun bir delili sayılmalıdır.
Ayrıca bazı rivâyetlere dayandırılan deccal, mehdî ve
nüzûl-i İsa gibi hârikulâde olayların Kur’an’ın kesin açıklamasına
göre Kıyâmetin ansızın vuku bulacak olması gerçeğiyle bağdaşmadığını
söylemek gerekir. 113
Kıyâmet, içinde yaşadığımız dünyanın ve onun bünyesinde
yer aldığı evrenin parçalanıp dağılması ve bütün şuurlu varlıkların
hesap vermek üzere Yaratıcı’nın huzurunda, mâhiyetini bilemeyeceğimiz
bir biçimde kıyâm etmesidir. Bu, Kıyâmetin akla ilk gelen
mânâsıdır. Kur’an iyi tetkik edildiğinde görülür ki, bu büyük ve
genel Kıyâmetten başka sayısız küçük Kıyâmetler, varlıklar dünyasını
doldurmuş bulunmaktadır.
Hayat sahnesinde her an milyonlarca, milyarlarca Kıyâmet yaşanmaktadır.
Kâinat bünyesinde bir hiç denecek kadar küçük bir
yer tutan insan vücudunda da, her an binlerce Kıyâmet yaşanmaktadır.
Her varlık birçok Kıyâmete sahnedir. Fakat her varlık daha
büyük bir varlığın sahne olduğu Kıyâmetlerden de biridir. Binlerce
Kıyâmete sahne olan bedenimiz, bir gün, büyük kürenin
Kıyâmetlerinden biri olacaktır. Ve o büyük küre de, bir gün içinde
bulunduğu güneş sisteminin Kıyâmetlerinden birine konu teşkil
edecektir. Güneş sistemi, içinde bulunduğu bir başka bütünün, o
da bir başka bütünün parça Kıyâmetleri olacaktır. Kur’an’ın eşsiz
ifâdesiyle: “Yaratıcı’nın vechinden/yüzünden başka her şey helâk olacaktır.
Hüküm ancak O’nundur ve hepiniz O’na döndürüleceksiniz.”114
Kendimizden örnek verirsek, bizim altımızda ve üstümüzdeki
planlarda Kıyâmetler vardır diyeceğiz.
113] Yusuf Şevki Yavuz, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 25, s. 522-525
114] 28/Kasas, 88
KIYAMET
- 27 -
Toplumların da Kıyâmetleri vardır. Kur’an ve hadisler iyi tetkik
edilirse görülür ki, onlarda geçen Kıyâmet kelimesi, yukarıda
açıklanan Kıyâmetlerden bazen birini, bazen öbürünü, bazen de
hepsini birden ifâde eder. Hadis veya âyet, bir sosyolojik değerlendirme
yapıyorsa, Kıyâmet sözü “toplumun çöküşü” anlamını
taşıyacaktır. Meselâ, bir hadiste: “Emânetler, görevler lâyık olmayanlara
verildiğinde Kıyâmeti bekle” denilmektedir. Buradaki Kıyâmet,
toplumun çöküşüdür. Çünkü; emânetlerin ehil olmayan ellere
geçmesi toplumu yıkar. Yani, burada bir sosyolojik Kıyâmet sözkonusudur.
Biz bu batışları, Kıyâmetleri, değişik isimler ve tablolar olarak
seyrediyoruz. Sistemler, rejimler değişiyor, devrimler birbirini izliyor,
imparatorluklar dağılıyor ve nihâyet dünya haritası durmadan
değişiyor. Bütün bunlar din terminolojisindeki Kıyâmet deyiminin
belirişleridir. Hadislerde toplumsal Kıyâmete sebep olacak
birçok olumsuz gelişme ifâde edilmiştir. 115
Sûr; Kıyâmetin ve Haşrin Başlangıcı
Sûr; Kıyâmet sâati geldiği an dört büyük melekten biri olan
İsrâfil’in (a.s.) üfleyeceği bir araçtır. Kur’ân-ı Kerîm’de Sûr ‘un nasıl
bir şey olduğu açıklanmaz. Yalnız, “Sûr’a üfürüldüğü gün, Allah’ın
diledikleri bir yana göklerde olanlar da korku içinde kalırlar. Hepsi Allah’a
boyun eğmiş olarak gelirler.”116 âyeti Sûr ‘un varlığına bir delildir.
Bunun dışında Hz. Peygamber’den nakledilen bazı hadisler onun
mahiyetini ayrıntılı bir şekilde açıklar.
Ebû Ya’lâ el-Mavsılî’nin Müsned adlı hadis kitabında Ebû
Hüreyre’den (r.a.) nakledilen bir hadis-i şerif Sûr ‘u açıklar: Ebû
Hüreyre der ki: Bir gün Peygamber (s.a.s.) bizimle oturuyor sohbet
ediyordu. Etrafında sahabelerden büyük bir topluluk vardı.
Bize şöyle dedi: “Yüce Allah gökleri yarattıktan sonra, Sûr ‘u yarattı. Ve
onu İsrâfil’e (a.s.) verdi. İsrâfil ağzını Sûr ‘a dayamış ve gözlerini de Arş’a
dikmiştir. Sûr’a üfürmesi için verilen emri beklemektedir.” Ebû Hüreyre
diyor ki; ben, “Ey Allah’ın Rasûlü, Sûr nedir?” diye sordum. O da,
“Boynuza benzeyen bir âlettir” diye cevap verdi. Ben yine, “O nasıl bir
şeydir” diye sordum. O da, “O, çok büyük bir şeydir. Beni hakkı tebliğ
etmek üzere gönderen Yüce Allah’a yemin olsun ki, yerler ve gökler
onun yanında küçük kalır. Hepsi onun içine sığabilir” diye cevap verdi...
Bu hadis-i şerif uzayıp gidiyor. Ayrıntısıyla her şeyi açıklıyor. Bu
hadise göre: Sûr’a üfürülüş üç kez olacak. Birinci üfürüşte korku
ve dehşetten bütün yaratıklar sarsılacak. İkinci üfürülüşte bütün
115] Kur'an'ın Temel Kavramları, s. 304-306
116] 27/Neml, 87
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 28 -
kâinat alt üst olup, bütün canlılar ölecek. Allah yeni bir düzen
(âhiret yurdu) kurup hesap günü gelince, üçüncü bir üfürülüşle
bütün ölülerin ruhlan bedenlerine girerek yeniden dirilecekler.
Ve ardından hesap, kitap, mizan, şefaat, sırat, Cennet, Cehennem...
Kıyâmet olayları olacak.
Kur’ân-ı Kerîm Sûr’un üfürülüşü ânında yaşanacak dehşeti,
Tekvîr, İnfitar, İnşikak ve daha başka sürelerde genişçe haber vermektedir:
“O gün güneş dürülür, yıldızlar kararıp dökülür, dağlar yürütülür, en
değer verilen on aylık develer terkedilir, denizler kaynatılır.” 117
“Gök yarılır, yıldızlar etrafa saçılır, denizler akıtılır.” 118
“Gök yarılıp Rabbinin emrine boyun eğer, yer uzatılır, içinde olanları
atıp tamamen boşalır ve Rabbine boyun eğer.” 119
“Büyük bir gürültü koparır, o gün insanlar ateş etrafında çırpınıp dökülen
pervaneler gibi olur, dağlar atılmış renkli yüne benzer.” 120
“Yer dehşetle sarsılır, ağırlıklarını dışarıya, çıkarır ve insan, “ne oluyor”
diye korkusunu dile getirir.” 121
“O gün bir sarsıntı sarsar, peşinden bir diğeri gelir kalpler titrer, insanların
gözleri yere döner ve ‘biz ufalmış kemik olduğumuz zaman eski
halimize mi döneceğiz (yoksa)? O takdirde bu zararına bir dönüştür’ diye
düşünecekler. Tek bir çığlıkla hepsi bir düzlüğe dökülecekler.” 122
“Sûr’a üfürüldüğü gün herkes bölük bölük gelecek, gökler kapı kapı
açılacak, dağlar yürütülüp serap olacak.” 123
“Yıldızların ışığı giderilecek, gök yarılacak, dağlar pamuk gibi atılacak.” 124
“Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği
zaman insan “kaçacak yer neresi” diyecek, ama sığınak yoktur o gün.” 125
“Arslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler.” 126
“Yeryüzü ve dağlar sarsılır, dağlar yumuşak kum yığını hâline gelir.” 127
117] 81/Tekvîr, 1-4, 6
118] 82/İnfitar, 1-3
119] 83/İnşikak, 1-4
120] 101/Karia, 1-5
121] 99/Zilzâl, 1-3
122] 79/Nâziât, 6-14
123] 78/Nebe', 18-20
124] 77/Mürselât, 8-10
125] 75/Kıyâmet, 7-11
126] 74/Müddessir, 50-51
127] 73/Müzzemmil, 14
KIYAMET
- 29 -
“Gökyüzü erimiş maden gibi olur, dağlar da atılmış pamuğa döner;
hiçbir dost dostunu soramaz.” 128
“Sarsıntıyı gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hâmile kadın
çocuğunu düşürür, insanlar adeta sarhoş gibidir. Onlar sarhoş değildir
ama Allah’ın azabının şiddeti onları o hâle koyar.” 129
Ölü bedenlere ruhların verileceği üçüncü üfürülüş anında ise,
“Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış olarak, o çağırana koçarak
kabirlerinden çıkarlar. Kâfirler ‘bu ne zorlu bir gün’ derler.” 130
“Kabirlerinden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini
zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, söz verilmiş
olan gündür.” 131
Yukarıdaki hadis-i şerifte Hz. Peygamberimiz’e; “Sûr’a üfürüldüğü
gün, Allah’ın diledikleri müstesnâ, göklerde olanlar da yerde olanlar
da korku içinde kalırlar. Hepsi boyunları bükülmüş olarak O’na gelirler.”132
âyetindeki “Allah ın diledikleri müstesnâ” kelâmı ile kastedilen kişilerin
kimler olduğu Ebû Hüreyre tarafından soruldu. Rasûlüllah
cevaben, “Onlar şehidlerdir. Çünkü şehidler Yüce Allah’ın katında diridirler.
Allah onları, Kıyâmet gününün dehşetinden, korku ve endişesinden
korumuştur. O günün korku ve endişesi, sadece iman etmeyen âsi ve
günâhkâr kullar içindir” karşılığını verdi. Peygamberimiz daha sonra
Kıyâmet ve sûr konusunda özetle şu bilgileri verdi: “Bütün canlılar
öldükten sonra ölüm meleği Azrâil Allah’ın huzuruna çıkar ve ‘Ey Allah’ım,
yaşamasını dilediğin kimselerden başka, yerde ve gökte canlı olarak yarayan
bütün varlıklar öldü’ der. Allah ise, geride kalanları herkesten daha
iyi bildiği halde, ölüm meleğine ‘Geride canlı kalan kimse var mıdır?’ diye
sorar. Azrâil, ‘Ey Allah’ım, ölmeyen ve daima diri olan Zât-ı Celâlin kaldı.
Sen bâkisin ve dirisin. Bir de kalmasını dilediğin Arş’ı ayakta tutan melekler,
Cebrâil, Mikâil ve ben kaldım’ cevabını verir. Daha sonra Allah’ın
emriyle geride kalan melekler de ölür, Azrâil’e dönen Yüce Allah: ‘Ey
meleğim, sen de diğer yaratıklarım gibisin. Bütün yaratıklarım öldü, sana
ihtiyaç kalmadı. Yaratan ve öldüren benim. Artık sen de öl’ buyurur ve
Azrâil de ölür. Sonra Yüce Allah: ‘Bugün mülk kimindir?’ diye seslenecek
ama cevap verecek hiçbir canlı olmayacak; cevabı Allah kendisi verecektir.
‘Bugün mülk, tek ve her şeye gücü yeten Allah’ındır?”
Yüce Allah, yerleri ve gökleri değiştirecek, yeni bir âlem yaratacak,
her yer dümdüz olacak. Allah’ın seslenmesiyle bütün varlıklar
128] 70/Meâric, 8-10
129] 22/Hacc, 1-2
130] 51/Kamer, 8-9
131] 70/Meâric, 43-44
132] 27/Neml, 87
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 30 -
tekrar eski haline gelecek; yerin altındakiler altta, üstündekiler
üstte olmak üzere dirilme anını bekleyecekler. Allah’ın emriyle
gökler kırk gün yağmur yağdıracak, her taraf sularla kaplanacak.
Ardından Allah cesetlere yeniden dirilmelerini emredecek. Cesetler
bitkilerin yeşermesi gibi yerden çıkacak. Bu arada Cebrâil ve
Mikâil de yeniden diriltilecek. Ardından Allah bütün ruhları çağıracak.
O gün mü’min ruhlar ışık hâlinde, kâfirlerinki ise karanlık
halde gelir. Allah bu ruhları Sûr ‘a doldurup İsrafile emreder. İsrafil
emri yerine getirir ve Sûr’u üfler. Sûr’dan çıkan ruhlar yerle
gök arasını doldurur; ardından Allah, her ruhun kendi cesedine
girmesini emreder. Ruhların cesetlere girmesinden sonra yer yarılır
ve herkes kabrinden çıkıp ilâhî huzura doğru yürümeye başlar.
“Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış olarak o çağırana kabirlerinden
koşarak çıkarlar.” 133
Buna göre Sûr, İsrâfil’in (a.s.) Kıyâmet anında canların toptan
öldürülmesi, kâinatın düzeninin bozulması, ardından yeni
bir âlemin kurulması ve nihâyet canlıların tekrar dirilmeleri için
toplam üç kez üfleyeceği, mahiyetini bilmediğimiz, dünyadaki
âletlere benzemeyen, ancak hadislerde boru diye tanımlanan bir
âlettir. 134
İsrâfil (a.s.); Allah’ın Emriyle
Kıyâmeti Başlatacak Melek
Sûr’a üfleyecek olan melek; dört büyük melekten birisi olan
İsrâfil Kıyâmet günü Sûr’a üflemekle vazifeli melektir. Kıyâmet günü
Allah’ın emri ile iki defa Sûr’a üfleyecektir. “Sûr’a üflenince, Allah’ın dilediği
bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sûr’a
bir defa daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışıp dururlar.” 135
İsrâfil’in birinci üflemesi ile yer ve gökteki bütün canlılar ölecek
ve dünya hayatı sona erecektir. İkinci defa üflemesiyle de bütün
canlılar dirilecek ve âhiret hayatı başlayacaktır. Sûr’un ilk üflenişine
“nefha-i ûlâ”; ikinci üflenişine “nefha-i sâniye” denilir. İsrâfil’e
(a.s.) Sûr’a üfüreceği için Sûr Meleği de denilmiştir. Peygamber’e
(s.a.s.) Sûr’un mâhiyeti sorulunca şöyle demiştir: “Üfürülen bir boynuzdur.”
136 Peygamber (s.a.s.); “İsrâfil Sûr’u tutmuş hazır bir şekilde
kendisine ne zaman üfürmek için emredileceğini bekliyor”137 buyurmuştur.
133] 54/Kamer, 8
134] Fedâkâr Kırmızı, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 450-451
135] 39/Zümer, 68
136] Ahmed bin Hanbel, II/196
137] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 7/211; İbn Kesir, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, 3/276
KIYAMET
- 31 -
Sûr’un üfürülüşü ve İsrâfil’in (a.s.) sûr’a üfürmesini anlatan
uzun bir hadis Tefsîr kitaplarında konu ile ilgili âyetlerin açıklanmasında
zikredilmiştir. Bu hadisin bazı cümleleri sahih hadis kitaplarında
konu ile ilgili anlatıları bahislerde geçmekle beraber, bazı
cümleleri ifade ve manâ bakımından peygamber sözü olmayacak
derecede münker kabul edilmiştir. Bu hadisin tek râvisi olan İsmail
b. Râfi’ Medine’nin kıssacılarındandır. Ahmed b. Hanbel ve Ebû
Hâtim er-Râzî gibi hadis tenkidçileri hadislerinin münker olduğunu
hatta metrûk bir râvi tarafından rivâyet edildiğini söylemişlerdir.
138
Levh-i Mahfuz’da Allah’ın yazılı irâdelerini okumak ve bu
irâdelerin yerine getirilmesiyle görevli olan mukarreb meleğe bildirmek
de İsrâfil’in (a.s.) görevlerindendir. İsrâfil’in (a.s.) ve diğer
meleklerin kadrinin yüceliğinden dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.)
bazen onların ismi ile duâ etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) gece namazına
kalktığında şöyle duâ ederdi; “Ey Allah’ım, Cebrâil, Mikâîl ve
İsrâfil’in Rabbi, göklerin ve yerin yaratıcısı, gaybı ve şehâdet âlemini bilen.
Sen kullarının arasındaki ihtilaflar hakkında hüküm sahibisin. Beni izninle
ihtilaf edilen şeylerde hakka kavuştur. Sen dilediğini sırât-ı müstakim’e
kavuşturursun.” 139
Ba’s ve Ba’sı İnkâr
Ba’s; öldükten sonra dirilmek demektir. Hayatının başlangıç
ve sonu olmayan tek varlık, Allah’tır. Diğer bütün varlıkların bir
başlangıç ve bir sonu vardır. Her canlı gibi insan da doğar, büyür
ve eceli gelince ölür. Ölen insan için kabir hayatı başlar, Kıyâmete
kadar devam eden kabir hayatından sonra Kıyâmetin kopması
ve ikinci defa İsrafil’in (a.s.) sûr’a üfürmesiyle kabirlerdeki bütün
cesetler kendi ruhlarıyla birleşerek yerlerinden kalkıp, hesaplarının
görüleceği geniş bir sahaya toplanırlar. Âhiret hayatının diğer
merhalelerinden geçtikten sonra, iman ve amelleri nisbetinde
Allah’ın kendilerine takdir etmiş olduğu Cennet veya Cehennem’e
giderek âhiret hayatının devamını yaşamaya başlarlar.
İşte insanın öldükten sonra dirilmesi ve âhiret hayatına başlamasına
“ba’s” denir. Öldüren ve dirilten Allah’tır. Ölümün ve dirilmenin
nasıllık ve niceliğini tam manasıyla bilmemekle birlikte;
bunlar hakkında verilen haberlerin doğruluğuna kesinlikle inanmamız
istenmektedir. Haberin doğruluğu, onu bildiren zatın doğruluğuna
bağlıdır. Ölümü ve öldükten sonra dirilmeyi haber veren,
Allah ve O’nun peygamberidir. Bilindiği gibi öldükten sonra
138] İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, 3/274-282
139] Müslim, Müsafîrûn 200; Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 207
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 32 -
dirilmeye iman etmek imanın esaslarından biridir. Cibril Hadisi adı
ile şöhret bulan bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s.) imanın şartları
konusunda şu ifadeleri kullanmaktadır: “...Allah’a, Meleklerine, Kitabına,
Allah’a kavuşmaya ve Peygamberlerine ve öldükten sonra dirilmeye
inanman, bir de bütün kadere inanmandır.”140 Hadiste bildirildiği gibi
altı maddeden ibâret olan iman esaslarının hepsine birden inanmak
farzdır. Bunlardan bir tanesini bile inkâr etmek, bütününü
inkâr demektir. Dolayısıyla öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmek
küfür olup ebedî Cehennem azabını gerektirir. “Ba’s” olayının
dünyada benzerlerini görmek son derece mümkün ve kolay bir
husustur.
“Allah -ölenin- ölümü zamanında, ölmeyenin de uykusunda ruhlarını
alır. Bu sûretle hakkında ölümü hükmettiği ruhu tutar, diğerini muayyen
bir vakte kadar salıverir. Şüphe yok ki bunda iyi düşünecek bir kavim için
kesin ibretler vardır.” 141
Bütün varlıkları yaratan ve herkesin sırlarını bilen Allah, ömürleri
tamam olup ölecek olan nefisleri öldükleri zamanda ve ömürleri
tamam olmayıp ölmeyecek olanları uykuları zamanında tutar,
onları cesetlerine bırakmaz. İbn Abbâs’ın ifadesine göre: “İnsanda
bir nefis ve bir ruh vardır. Aralarındaki fark güneş ile şuaları
gibidir. Nefis, kendisiyle akıl ve temyiz yapılan; ruh da teneffüs
ve hareket yapılandır. Ölüm halinde ruh ve nefis birlikte vefat
ederken, uykuda yalnız nefis vefat eder.” Âyetten ve izahından
anlaşılacağı gibi ölüm ve öldükten sonra dirilmenin bir benzerini
insanoğlu uyuma ve uyanmasıyla yaşamaktadır.
Geçmişte ve günümüzde inananların dışında- insanların büyük
bir kısmı öldükten sonra dirilme gerçeğini iki sebepten kabul
etmek istememişlerdir. Birincisi, akıl ile idrak edememeleri, ikincisi
de dünyada yaptıkları isyanlarının hesabını verme korkusu. Her
iki tür insana cevap ve müminlerin imanlarını takviye açısından
Kur’an’da konu ile ilgili birçok âyet vardır. Âyetlerden bir kısmı bu
dünyada meydana gelen öldürme ve diriltme olaylarını gözönüne
sermektedir:
a) İsrailoğullarından biri, zulmen öldürüldü, fakat cezânın
tatbik edilebilmesi için katil bulunamadı. Allah onlara bir sığır
kesmelerini emretti, sığır kesildi ve yine İlâhî emir gereği, kesilen
sığırın bir parçası maktûle vuruldu, maktûl de Allah’ın izni ile dirilerek
kendisini kimin öldürdüğünü söyledi. 142
140] Müslim, İmân 8
141] 39/Zümer, 42
142] 2/Bakara, 73
KIYAMET
- 33 -
b) Babil hükümdarı Buhtunnasrın, Kudüs ve civarını zaptedip
harabeye çevirdi. Halkının bir kısmını öldürdü, bir kısmını da esir
aldı. Esirler içerisinde bulunan -kuvvetli rivâyete göre Hz. Üzeyir
(a.s.) Bâbil zindanlarından kaçarak Kudüs’e geri dönüp oranın harap
halini görünce de buranın eski haline nasıl geleceğini üzüntü
ile düşünmüştü. Bunun üzerine Allah, Üzeyir’in (a.s.) ruhunu alır
ve yüz sene müddetle onu bu vaziyette bırakır. Yüz sene sonra dirilince
yanındaki yiyeceklerinin aynen durup bozulmadığını, merkebinin
ise kemiklerinin bile çürüyüp parçalandığını görür. Üzeyir
(a.s.) bu durumda ancak bir gün veya daha az bir zaman kaldığını
zanneder. Sonra Allah kudretiyle, Üzeyir’in (a.s.) merkebinin kemiklerini
bir araya getirerek etlerini giydirir. Bütün bu hâdiseler
Allah’ın emriyle meydana gelmektedir. 143
3) Hz. İsa’nın (a.s.) mucizelerinden biri de ölüleri diriltmektir. 144
4) Hz. İbrahim (a.s.), Allah’tan, ölüleri nasıl dirilteceğini göstermesini
istedi. Ancak bu isteğinin, inançsızlığından değil, bilâkis
kalbinin mutmain olması için olduğunu ifade etti. Allah O’na “O
halde kuşlardan dördünü tut, onları kendine çek (iyice incele), sonra
(kesip) her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra onları kendine
çağır; koşarak sana geleceklerdir... “145 buyurdu. Hz. İbrahim de emredilenleri
yapmış, kestiği kuşların etlerini birbirine karıştırarak
herbirinden birer parçayı dağlara koymuş, sonra da onları çağırdığında
kuşların her bir parçasının kendi vücutlarıyla birleşerek
Allah’ın izniyle canlanıp yanına geldiklerini görmüştür.
5) Kur’an kâfir kral Dekyanos zamanında yaşayan birkaç mümin
gencin, kralın zulmünden kaçarak mağarada saklanmaları
hâdisesini (Ashâbu’l-Kehf olayını) anlatır. Özetle Kur’an’ın bildirdiğine
göre bu gençler gizlendikleri mağarada üçyüzdokuz yıl
uyurlar. Uyandıklarında bir gün veya daha az bir müddet uyuduklarını
sanan gençler, içlerinden birini yiyecek almak üzere şehre
gönderirler. Şehir değişmiş, kral değişmiş, halk hristiyan olmuştur.
Alış veriş için kullanmak istediği paranın kâfir yönetici Dekyanos
zamanına ait olduğu farkedilir. Genç ve arkadaşlarının hazine bulduğunu
zanneden halk, gençle birlikte mağaraya gelirler. Genç,
arkadaşlarına haber vermek üzere mağaraya girer ve bir daha dışarı
çıkmaz.146
Yukarıda bildirilen ve Kur’an’la sâbit olan bu olaylar, öldükten
143] 2/Bakara, 259
144] 3/Âl-i İmrân, 49
145] 2/Bakara, 260
146] 18/Kehf, 9-26
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 34 -
sonra dirilme hâdisesinin, bizzat insan hayatı üzerindeki canlı misalleridir.
Bunlardan başka Allah, insanlardan Ba’s’ı anlamak ve ibret
almak isteyenler için tabiattan da birçok örnekler ve misaller
vermiştir: Hac sûresi beşinci âyette Allah, öldükten sonra dirilme
konusunda kuşku içinde olanları ikaz etmek üzere şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz (bilin ki)
biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe (sperma)den, sonra alaka (embriyon)
dan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size
(kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar
rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra güç
(ve kabiliyetler)inize ermeniz için (sizi büyütüyoruz). İçinizden kimi (henüz
çocukken) öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor
ki, bilirken bir şey bilmez hale gelsin (çocukluğundaki gibi vücutça ve akılca
güçsüz bir duruma düşün). Yeri de kurumuş, ölmüş görürsün. Fakat
biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel
çiftten bitirir. Bu böyledir. Çünkü Allah, tek gerçektir. (Her şey O’nunla
varlık kazanır) ve O, ölüleri diriltir ve O, her Şeyi yapabilir... Allah kabirlerde
olanları diriltecektir.”147; “O ki rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci gönderir.
Nihâyet onlar, ağır ağır bulutları yüklenince, onu ölü bir memlekete
yollarız; onunla su indirir ve türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de
böyle çıkaracağız. Herhâlde bundan ibret alırsınız.” 148
Mekke müşriklerinden Adîy b. Rabîa, Hz. Peygamber’e (s.a.s.)
Kıyâmet hakkında soru sordu o da Kıyâmetin kopacağını ve bütün
insanların kabirlerinden dirilerek kalkacaklarını söyledi. Anlatılanları
aklı ile kavrayamayan Adiy ve benzerlerine cevap olmak üzere
Allah, “İnsan, bizim kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı
mı sanıyor? Evet, toplarız, onun parmak uçlarını bile düzeltmeye gücümüz
yeter.” 149 âyetini inzâl ediyor.
Bunlardan başka daha birçok âyetlerde Allah, -kâfirlerin
inkârlarına rağmen- insanların, ölümlerinden ve toz toprak olmalarından
sonra, vakti gelince tekrar dirilteceğini, hesaplarının görülmesi
için mahşere sevkedileceklerini belirtmektedir. Verilen bu
bilgiler, gayb âlemine ait bilgilerdir. Bunların mantık veya müsbet
ilimle izah ve ispatı sözkonusu değildir. Ancak, âyetler üzerinde
düşünen insanlar dirilme olayının gerçekliğini kavrayabilirler. İnsanı
ve tüm varlıkları, modeli yok iken ilk defa yaratmaya muktedir
olan bir varlık, onları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye de güç
yetirebilir. Müminler, dirilmeye inanırlar. İnanmayanları ise Allah
“kâfir” olarak nitelendirmiştir. 150
147] 22/Hacc, 5-7
148] 7/A'râf, 57
149] 75/Kıyâme, 3, 4
150] 64/Teğâbün, 7; Ayrıca geniş bilgi için Kur’ân-ı Kerîm'in şu âyetlerine baKIYAMET
- 35 -
Ba’su Ba’de’l-Mevt
Ba’su ba’de’l-mevt: Öldükten sonra tekrar dirilmek demektir.
Buna “haşr-ı ecsâd (cesedlerin birleşmesi) neş’e-i uhrâ (ikinci yaratılış)
da denir. Bu dirilme İsrafil’in (a.s.) sûra ikinci defa üflemesiyle
olacaktır. Buna iman etmek İslâmî akîde gereğidir. Kur’ân-ı
Kerîm’de “Sonra sûra bir defa daha üflenecektir. Bir de görürsün ki insanlar
kabirlerinden doğrulmuş bakıyorlar.” 151 buyrulur. O zaman Allah
Teâlâ insanların dağılan parçalarının aslî uzuv ve parçalarını
bir araya getirecek ve Âlem-i Berzah’da bulunan ruhlarını bedenlerine
iâde ederek diriltecektir.
Öldükten sonra dirilmenin vukû bulacağını Allah ve Rasûlü
haber vermektedir. Bu konuda akıl, ilim ve duygularla bilgi elde
edilemez. Fakat bunlar öldükten sonra dirilmenin vukû bulmayacağını
da ispat edemez. Öyle ise öldükten sonra dirilme aklen
mümkündür. Aklen mümkün olan bir şey hakkında nass vârid
olunca artık ona inanmak gerekir.
Kur’ân-ı Kerîm öldükten sonra dirilme üzerinde çok durur.
Çünkü Mekke müşrikleri bunu bir türlü kabul edemiyorlar ve şiddetle
karşı çıkıyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm’de ifade edildiği gibi: “Hayat
ancak dünya hayatıdır. Biz tekrar diriltilecek değiliz”152 diyorlardı.
Kur’ân-ı Kerîm öldükten sonra dirilmenin olacağını sadece haber
vermekle yetinmez, ispat etmek için birtakım aklî deliller de getirir.
Bunlardan bir kısmı şöyledir:
1- Bir şeyin benzeri ve örneği yok iken onu ilk defa yaratan,
öldükten sonra tekrar benzerini meydana getirmeye elbette kadirdir.
“Bütün varlıkları yoktan var eden ve sonra da tekrar diriltecek
olan Allah’tır. Bu, O’na pek kolaydır.”153 Halef oğlu Ubey bir gün Hz.
Peygamber’e (s.a.s.) geldi. Elinde bulunan çürümüş bir kemiği
ufalayarak: “Böyle çürüdükten sonra bunu tekrar kim diriltecek?”
dedi. Bunun üzerine aşağıdaki âyetler indi: “İnsan kendisini bir damla
sudan yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir. Yarattığımızı
unutarak bize misal getirir ve ‘çürümüş kemikleri kim diriltecekmiş?’
der. De ki: ‘Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, bütün yaratılanları
çok iyi bilir.” 154
kılabilir: 2/Bakara, 28; 6/En’âm, 29, 30, 94; 16/A’râf, 38; 17/İsrâ, 51; 20/
Yûnus, 102; 31/Lokman, 28, 58/Mücâdele, 6; 64/Teğâbün, 7; 36/Yâsin, 52;
22/Hacc, 7; 19/Meryem, 33; 17/İsrâ, 49; Cengiz Yağcı, Şâmil İslâm Ansiklopedisi,
c. 1, s. 202-204
151] 39/Zümer, 68
152] 6/En'âm, 28
153] 30/Rûm, 27
154] 36/Yâsîn, 77-79; İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'ani'l-Azîm, IV, 581
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 36 -
Bu ve benzer âyet-i kerîmelerde öldükten sonra dirilme ispat
edilirken ilk yaratılıştan hareket edilmiş, örneği ve benzeri yok
iken ilk defa yaratmanın güçlüğü yanında ikinci defa benzerini
yaratmanın daha kolay olduğuna dikkat çekilmiş, âlemi ilk defa
yoktan var eden Yüce Allah’ın, ölüleri tekrar diriltmeye haydi haydi
kadir olacağı vurgulanmıştır.
2- Uyku, küçük ölüm sayıldığı gibi uyanma da küçük hayat sayılır.
İnsanlar uykudan sonra uyandıkları gibi öldükten sonra da
dirileceklerdir. 155
3- Yağmursuzluk ve kuraklık sebebiyle yeryüzündeki bitkiler
ve yeşillikler kururlar. Sonra yağmur yağınca ya da sulanınca tekrar
canlılık kazanırlar. “Yeryüzünü kupkuru görürsün. Üzerine su indirdiğimiz
zaman harekete geçip dirilir. Bu, Allah’ın delillerindendir. Şüphesiz
toprağa can veren Allah, ölüleri de diriltir. Muhakkak o, her şeye
kaadirdir.”156; “Sen yeryüzünü kupkuru görürsün. Fakat Biz, oraya su indirdiğimiz
zaman harekete geçer kabarır her çeşit güzel bitkiler bitirir. İşte
bütün bunlar delildir ki, Allah haktır, ölüleri diriltecektir. Allah her şeye
kadirdir, Kıyâmet kopacaktır, bunda şüphe yoktur. Allah kabirlerdekileri
kaldıracaktır.” 157
4- Âdem’i (a.s.) topraktan yaratıp neslini meniden yaratan
kudret, öldükten sonra diriltmeye de kadirdir. Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Ey insanlar! Eğer tekrar diriltilmemizden şüphe ediyorsanız, ilk yaratılışınızı
bir hatırlayın. Yaratmadaki kudretimizi açıkça göstermek iççin biz sizin
aslınızı topraktan, sonra onun neslini nutfe (meni) den yarattık.” 158
5- Göklerin ve yerin yaratılması öldükten sonra insanların tekrar
diriltilmesinden daha güçtür. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Şüphesiz
göklerin ve yerin yaratılması, insanların (ikinci defa) yaratılmasından
daha büyük bir iştir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” 159
6- Kur’ân-ı Kerîm’de öldükten sonra dirilme hakkında geçmişte
vuku bulmuş misaller de verilmiştir. Kehf sûresinde anlatılan
Ashabu’l-Kehf hâdisesi, Bakara sûresinin ikiyüz altmışıncı âyetinde
anlatılan Hz. İbrahim’in (a.s.) paramparça ettiği dört kuşun tekrar
diriltilmesi hadisesi, aynı sûrenin iki yüz elli dokuzuncu âyetinde
anlatılan -tefsirlerin belirttiğine göre- Üzeyir (a.s.) hâdisesi bunlara
misaldir.
155] 6/En’âm, 60
156] 41/Fussılet, 39
157] 22/Hacc, 5-7
158] 22/Hacc, 5
159] 40/Mü'min, 57
KIYAMET
- 37 -
Bunların dışında başka deliller de vardır. Hz. Ali öldükten sonra
dirilmeyi inkâr eden birine: “Benim dediğim olursa sen zararlı
çıkarsın, fakat senin dediğin çıkarsa ben bir şey kaybetmem” diye
cevap vermiştir. Bir başka zât da: “Toprağa hangi tohum atılmıştır
da bitmemiştir? İnsanların tekrar dirileceğinden niçin şüphe ediyorsunuz?”
demiştir. 160
el-Bâis; Yeniden Dirilten Allah
el-Bâis: Esmâü’l-Hüsnâdan, Allah’ın güzel isimlerinden biridir.
Kulları ölümlerinden sonra dirilten, ölüleri diriltip kabirlerinden
çıkaran veya ümmetlere peygamberler gönderen anlamına gelir.
Allah Teâlâ insanları ölüp toprak olduktan sonra dirilterek kabirlerinden
kaldıracak “Arasat” denilen çok geniş, dümdüz, ağaçtan
ve binadan tamamiyle boş bir yere çıkaracaktır. Âhiret günü yahut
Kıyâmet günü denilen ve Kur’ân-ı Kerîm’ de daha başka adları
olan bu gün iman esaslarından biridir ve el-ba’sü ba’del-mevt
(öldükten sonra dirilme) diye adlandırılır.
“De ki: ‘Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı hakkıyla
bilendir.”161 Allah Teâlâ, mahlûkatını yok ettikten sonra tekrar diriltmeye
kadirdir. “O, mahlûku ilkin yaratıp sonra onu (ö!dürdükten ve
tekrar dirilttikten sonra) iâde edecek olandır ki, bu, O’na göre pek kolaydır.
Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O’nun. O, yegâne gâlip, yegâne
hüküm ve hikmet sahibidir.”162 Ba’s, yeniden diriltme ve din gününde
amellerin karşılığını vermek içindir. Dünya imtihan; âhiret, sonuç
günüdür.
Haşr ve Neşr
Haşr; bir topluluğu bulunduğu yerden çıkarmak, meskenlerinden
koparıp başka bir yere sevketmek, sürgün etmek ve bir
yere toplamak demektir, “Kitap ehlinden inkârcıları ilk haşrde/sürgünde
yurtlarından çıkaran O’dur”163 âyetinde geçen “haşr” kelimesi,
Kıyâmet günü vuku bulacak olan “haşr” değil, onun küçük bir
numûnesi olmak üzere Nâdiroğulları yahûdilerinin yurtlarından
çıkarılıp sürülmesi demektir. Bu “haşr” ehl-i kitabın ilk haşridir.
Yani bunda ehl-i kitap, Arap Yarımadasından ilk defa olarak çıkarılmak
sûretiyle haşrolunmuşlardır. İkinci haşirleri de herhalde
Kıyâmette olacaktır.
Terim olarak “haşr”; insanların öldükten sonra dirilip dünyada
160] Durak Pusmaz, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 204-205
161] 36/Yâsin, 79
162] 30/Rûm, 27
163] 59/Haşr, 2
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 38 -
iken yaptıkları işlerden ve söyledikleri sözlerden dolayı sorguya
çekilmek üzere “mahşer” denilen yere sürülmeleri, burada toplanmalarıdır.
Nitekim Kıyâmet gününe “yevmü’l-ba’s” (tekrar
dirilme günü) ve “ yevmü’n-neşr” denildiği gibi, “yevmü’l-haşr”
(toplanma günü) de denir.
“Neşr”; yaymak, dağıtmak manasına yahut “nuşûr yapmak”
yani ölüleri diriltmek anlamındadır. Buna “neşr”, öldükten sonra
insanları tekrar diriltmek; “haşr” de onları mezarlarından
çıkararak, “mahşer” denilen yere sevkedip orada toplamaktır.
“Sizi yaratıp yeryüzüne yayan O’dur ve O’nun huzurunda toplanacaksınız.”
164
Öldükten sonra tekrar dirilmeye ve hesap vermek üzere Allah
ile mülâki olmaya (neşre ve haşre) inanmak, iman esaslarından
biridir. Kalbimizde en ufak bir şilphe duymadan bizleri yaratanın
Allah olduğuna iman ettiğimiz gibi, aynı katiyetle O’nun huzunında
toplanacağımıza da inanıyoruz. Ne var ki, ölümü gözleriyle
gördükleri için inkâr edemiyen birtakım insanlar, öldükten sonra
dirilmeye akıl erdiremiyor, ölümün toprak oluş ve nihâyette yokoluş
olduğuna inanıyorlar. Bu gibilerine Kur’ân şöyle hitap eder:
“Kendi yaratılışını unutup, ‘çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ diye
Bize misâl vermeye kalkar. De ki; onları ilk defa yaratan diriltecektir. O,
her türlü yaratmayı bilendir.” 165; “Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak,
yeryüzünü ölümden sonra nasıl diriltiyor. Şüphesiz ölüleri O diriltir. O her
şeye kadirdir.”166; “Allah, rüzgârları gönderir, onlar da bulutu kaldırır. Biz
de onu ölü bir nehre sürükleriz; onunla yeri, ölümünden sonra diriltiriz.
İşte ölümden sonra dirilme böyledir.”167; “Sonra onu öldürüp kabre koydu.
Sonra dilediği zaman onu diriltip kaldırır.” 168
Sağlıklı düşünebilen insan için bunlar ne kadar vecîz ve belîğ
ifadelerdir. İlk önce yoktan vareden elbette öldürdükten sonra
tekrar diriltmeye kadirdir. Görmüyor musun, her kış çürüyüp toprağa
karışan bitkiler bahar gelince nasıl canlanarak ayağa kalkıyor,
ölü iken yeniden diriliyor. Gören gözlere düşünen gönüllere
lisan-ı hal ile “haşri ve neşri” ispat ediyor. “Ki, O, gökten belli bir
miktar su indirdi de onunla ölü bir beldeyi dirilttik. Siz de böyle diriltilip
çıkartılacaksınız.” 169
164] 67/Mülk, 24
165] 36/Yâsîn, 78, 79
166] 30/Rûm, 50
167] 35/Fâtır, 9
168] 80/Abese, 21, 22
169] 43/Zuhruf, 11
KIYAMET
- 39 -
Varı yok edebilen, yoktan da var edebilen Allah için, ölüyü
diriltmek idrâk edemeyeceğimiz kadar kolay ve basittir. “Bir şeyi
dilediği zaman, O’nun buyruğu sadece, o şeye ‘ol!’ demektir, hemen
oluverir.”170 Bunun için zamana, yardımcıya ve alete ihtiyacı yoktur.
Bir kişiyi, bin kişiyi veya bir milyar kişiyi yaratmak, öldürüp haşretmek
O’nun için birdir. “Sizin yaratılmanız ve (öldükten sonra) tekrar diriltilmeniz,
tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz
Allah işitendir, görendir.” 171
Allah’ın apaçık âyetlerini gördükleri halde, öldükten sonra
tekrar dirileceklerine ve yaptıklarından hesaba çekileceklerine
inanmayarak şeytana uyanlara Cenâb-ı Allah şöyle hitabediyor:
“Rabbine andolsun ki, biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla beraber
haşredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.”
172
Her ne sûretle olursa olsun ölüm muhakkaktır. Akıllı kimse
odur ki Rabbi ile karşılaşacağını hesaplayarak kendini buna hazırlar.
Ahmak, akılsız kimse böylesi bir hazırlıktan mahrum olarak yakasını
Azrail’e kaptırandır. Mâdem ki ölüm vardır o halde Allah’ın
istediği biçimde ölmeye bakmalıdır.
“Andolsun ki ölseniz de öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız.”173
“Müttakîleri o gün Rahmân’ın huzurunda O’na gelmiş misafirler olarak
toplarız, suçluları da susuz olarak cehenneme süreriz.”174 O gün dehşetli
bir gündür: “O gün, kişi, kardeşinden, annesinden, babasından,
karısından ve oğullarından kaçar. O gün herkesin kendine yeter bir derdi
vardır.” 175
Haşr-ı Cismânî
Haşr; Kıyâmet gününde amellerine bakılmak için ölülerin
diriltilerek bir yere toplanmaları demek olduğuna göre; “Haşr-ı
Cismânî” bedenen, cisimle, cesetle dirilme, bedenlerin haşri demektir.
Ölümle, ruhların bedenlerden ayrıldığı, dolayısıyla bedenlerin
ruhsuz kalarak çürüdüğü ve toprağa karıştığı malumdur. Ruhlara
gelince, onların ölmeyip Kıyâmete kadar ruhlar âleminde
bekletildiklerini biliyoruz. Dolayısıyla âhirette diriltilecek olan
170] 36/Yâsîn, 82
171] 31/Lokman, 28
172] 19/Meryem, 68
173] 3/Âl-i İmrân, 158
174] 19/Meryem, 85-86
175] 80/Abese, 34-37; Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 361-362
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 40 -
bedenimizdir. Haşrolunacak olan da, ruhları kendilerine avdet etmiş
vücutlarımızdır. Böyle olunca, bazı filozofların iddia ettiği gibi
“haşr”; yalnızca ruhların haşredilmesi şeklinde olan “haşr-ı ruhânî”
değil, aksine ruhla birlikte bedenlerin haşri, yani “haşrı cismânî”
şeklinde olacaktır. Eğer haşr filozofların iddia ettiği gibi yalnızca
ruhânî olsaydı, Cenâb-ı Allah’ın ölümden sonra bedenlerin tekrar
diriltilmesinden söz etmesinin hiçbir anlamı olmazdı.
“Kendi yaratılışını unuturda; ‘çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ diyerek
bize misal vermeye kalkar. De ki; ‘onları ilk defa yaratan diriltecektir.
O, her türlü yaratmayı bilendir.” 176 Rivâyete göre Übeyy b. Halef, bir
gün Hz. Muhammed (s.a.s.)’e elinde çürümüş bir kemikle gelerek
parmaklarıyla onu ufalamış ve: “Muhammed! Allah’ın bu çürümüş
dağılmış kemiği tekrar dirilteceğini mi sanıyorsun” deyince
Peygamberimiz; “Evet, Allah bunu diriltecek, seni de öldürdükten sonra
diriltip cehenneme sokacaktır” demiş, yukarıdaki âyet de bunun
üzerine nâzil olmuştur. 177
Âyette; “çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye bir soru sorulmakta
ve soruya gâyet iknâ edici bir cevap verilmektedir: “De ki;
onları ilk defa yaratan diriltecektir.” Onları yokluk âleminden varlık
âlemine getiren Allah, tekrar diriltmeye kâdir değil midir? Hiç
şeksiz şüphesiz kaadirdir.
“Allah rüzgârları gönderir onlar da bulutu kaldırırlar, Biz de onu ölü
bir şehre sürükleriz, onunla yeri ölümünden sonra diriltiriz. İşte ölümden
sonra dirilme böyledir.” 178 Evet, nasıl ki ölü bir belde yağmurla yeniden
dirilerek canlanıyorsa, çürümüş, toprağa karışmış cesetler de
aynı şekilde Rableri’nin emriyle dirileceklerdir. “İşte ölümden sonra
dirilme böyledir.” Dirilme böyle olunca, haşr de cismânî olacaktır.
“Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak, yeryüzünü ölümünden sonra
nasıl diriltiyor. Şüphesiz ölüleri O diriltir. O, her şeye kadirdir.” 179 Cenâb-ı
Allah, ölümden sonra yeniden dirilmeyi hep bu çeşit örneklerle
insanoğluna anlatmaktadır. Maddî olan çürümüş insan cesedinin
diriltilmesini, yine maddeden ibâret olan tabiatın diriltilmesine
benzeterek, insanı ikna yoluna gidiyor. Bu da gösteriyor ki haşr;
“cismânî haşr” şeklinde olacaktır.
“Bir de onlar dediler ki; sahi biz, bir kemik yığını ve kokuşmuş bir toprak
olmuş iken, yeni bir hilkatte dirileceğiz, öyle mi?” 180
176] 36/Yâsîn, 78, 79
177] Vâhidî, "Esbâbü'n-Nüzûl", Tefsîr Sûret-i Yâsîn
178] 35/Fâtır, 9
179] 30/Rûm, 50
180] 17/İsrâ, 49
KIYAMET
- 41 -
“Dirilten de öldüren de O’dur. Gece ile gündüzün birbiri ardından gitmesi
de O’nun emrine bağlıdır. Düşünmez misiniz?” 181
“Öncekiler; ‘ölüp toprak ve bir yığın kemik olduğumuzda mı diriltileceğiz?’
demişlerdi.” 182
“Öldüğümüzde, kemik yığını ve toprak yığını olduğumuzda mı, biz mi
tekrar dirileceğiz?’ diyorlardı.” 183
Yukarıdaki âyetlerde müşriklerin öldükten sonra çürüyecek
olan cesetlerinin yeniden diriltileceğine inanmadıkları anlaşılıyor.
Bu da, bize gösteriyor ki Kur’an’da geçen haşrın cismânî olduğunu
Câhiliyye Arapları biliyordu. İnkâr ederken kullandıkları
ifâdeler buna şâhittir.
Müşrikler “haşr”i tamamen inkâr ederken, İslâm filozofları
diye bilinen meşhur bazıları da haşrın rûhânî olacağını savunarak,
Kur’ân’ın bu gâyet açık olan nassına muhalefet etmektedirler.
Hâlbuki “haşr-ı cismânî”yi kabul etmek hem akla, hem nakle,
hem de ilâhî adalete daha uygundur. Çünkü Kur’ân gerek cennet
gerekse cehennemi tasvir ederken devamlı olarak beş duyu ile algılanabilen
tablolar çizmektedir. Kur’ân âyetleri haşrı hep maddî
misallerle tasvir etmektedir. Diğer taraftan Allah’ın yarattığı nimetlerin
tamamına yakın bölümü, dil, göz, kulak, burun ve derinin
algılayacağı ve takdîr edip yaratıcısına şükredeceği mahiyette
yaratılmış olduğunu biliyoruz. Dünyada bundan yararlanan azalarımız,
Allah’ın ibâdetinde bulunmanın mükâfatı olarak âhirette
de neden istifade etmesinler. 184
Mahşer
Mahşer; İnsanların toplandığı yer anlamında “Ha-şe-ra” fiilinden
ismi mekândır. İkinci sûr’a üflendikten (nefha-i sâniyeden)
sonra insanların hepsinin diriltilerek kabirlerinden kalkıp muhakeme
edilmeleri için toplandıkları yer anlamına gelir. Mahşere
“mevkıf” (insanların muhakeme olunmak üzere toplanacağı yer)
zamana da “Yevmü’l-haşr” denilir. Şöyleki: Birinci nefhada (sûr’a
ilk defa üflendiğinde) Allah’ın kalmasını dilediği melekler müstesna,
canlıların hepsi ölecek, yerin ve göklerin nizamı bozulacaktır.
Sonra göklerin ve genişletilen yerin nizamı başka bir şekilde sağlandıktan
sonra ikinci nefha esnasında (sûr’a ikinci defa üfürülünce)
her insan ve cinnin ruhları, diriltilen bedenleri ile birleşir. Yani
181] 23/Mü'minûn, 80
182] el-Mü'minûn, 23/82
183] 56/Vâkıa, 47
184] Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 363-364
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 42 -
ruhları, diriltilen bedenlerine taallûk eder. “Birinci defa sûr’a üflenince,
Allah’ın diledikleri müstesna olmak üzere, göklerde olanlarla yerde
bulunan kimselerin hepsi düşüp ölecektir. Sonra ona bir daha üfürülecek.
O anda görürsün ki ölüler diriltilip ayakta bakınıp duruyorlar.”185 Herkes,
diriltildikten sonra, “mahşer” denilen yere sevkedilir ve burada
toplanır: “...Artık sûra üfürülmüştür. Bu sûretle hepsini mahşer’de
toplamışızdır.”186; “O gün (haşir günü) yer başka bir yere, gökler de (başka
göklere) döndürülecektir. İnsanlar (kabirlerinden kalkıp) bir ve kahhâr
olan Allah’ın huzurunda toplanacaklardır.”187 Diriltilen mahlûkatın
toplandıkları “mahşer” fevkalâde geniş, düz, binasız ve yapısız
yepyeni bir yer olacaktır. Peygamberimiz (s.a.s.), “Kıyâmet günü insanlar,
hâlis undan yapılmış dümdüz ekmek gibi esmere yakın beyaz bir
yer üzerinde toplanacaklardır.” 188 buyurmuştur.
Abû Hureyrenin Peygamberimiz’den (s.a.s.) rivâyet ettiği bir
hadisten öğrendiğimize göre; insanlar, mahşere yürüyerek, binek
üzerinde ve ateş azâbı içerisinde olmak üzere üç grup halinde
sevk edileceklerdir.189 Tirmizî’nin başka bir rivâyetine göre üçüncü
grub, yüz üstü sürünerek mahşere çekilip götürüleceklerdir. 190
İnsanlar ve cinler, mahşerde toplandıktan sonra muhakeme
olunmak için çeşitli korku ve sıkıntılar içinde uzun müddet bekletileceklerdir.
Bu müddetin bin ila ellibin yıl arası olduğu söylenir.
Mahşer yerine Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) eline
“Livâü’l-hamd” sancağı verilecektir. Başta Hz. Âdem olmak üzere
bütün peygamberler, Rasûlullah’ın (s.a.s.) sancağı altında toplanacaklardır.
191
Mahşerde, insanlar, belirli bir süre bekledikten sonra
muhâkeme ve muhasebe başlayacaktır. Büyük bir adalet mahkemesi
kurularak herkese dünya da yaptığı her iş sorulacak, amel defterleri
verilecek ve mizan konulacaktır. Herkes küfr ve dalâletteki
veya iman ve hidâyetteki rehberleriyle birlikte çağırılacaktır. Bu
konuda Kur’an da şöyle buyruluyor: “O gün insan sınıflarından herbirini
rehberleriyle (izinden gittiği kimselerle birlikte) çağıracağız. Artık
kimin kitabı (defteri), sağından verilirse, onlar kitablarını, en küçük haksızlığa
uğratılmayarak okuyacaklardır.”192 Herkese “Kitabını, amel def-
185] 39/Zümer, 68
186] 18/Kehf, 99
187] 14/İbrâhim, 48
188] Buhârî ve Müslim'den, Mansûr Ali Nâsıf, et-Tac, İstanbul 1962, V, 365
189] Buhârî ve Müslim den M. A. Nâsıf, et-Tac, 364
190] et-Tac, V, 365
191] Tirmizî, et-Tac, V, 385
192] 17/İsrâ, 71
KIYAMET
- 43 -
terini oku.”193 denilecek; Her insan da amel defterinde neler yazılı
olduğunu anlayacaktır. “Yüce Allah, kula bu gün şahid olarak nefsin
ve şahidler olarak Kirâmen Kâtibin melekleri kâfidir, der ve sonra ağzı
mühürlenir ve organları da dünyada neler yaptıklarını anlatır.”194; “O gün
onların ağızlarını mühürleriz. İşleyip kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları
da şehâdet eder.” 195
İnsan öldükten sonra, bedeni dağılarak, molekül ve maddeleri
başka hayvan ve insanlara geçiyor. Allah, insanı âhirette diriltirken
başka insanlara aslî cüz (DNA: Deoksiribonükleik asit) olmaktan
koruduğu ve altın zerresi gibi kaybolmaktan muhafaza ettiği
ve onun bedeninin planını tamamen içeren bir molekülden yaratacaktır.
Ve onu bu molekülden aynen yaratırken de diğer maddelerini
ilâve edecektir. Zaten insanın bedeni dünyada iken de
ölen ve dökülen hücrelerinin yerine yenisi yaratılarak beş ile altı
senede tamamen yenileniyor. O halde insanın mahşerdeki bedeni
ve organları, dünyadaki azalarının aynısı değildir. “Nasıl oluyor da
eskisinin tam benzeri olsa da yeni maddelerden yaratılmış insanın
azaları, eski organlarının işlediği suçlarına şahidlik yapacaktır”
diye sorulursa; bunun doğru cevabı şudur:
İnsan, esas rûhuyla insandır. İnsanın rûhu değişmez ve ölmez.
Bozulmadan aynen kalır. İnsanın dünyada şuurlu olarak işledikleri
amellerinin hepsinin bilgisi onun ruhunda aynen mahfuz kalır.
Allah Teâlâ mahşerde insanın ağzını mühürleyerek, ruhundaki
işlediklerine ait bu bilgileri onun el ve ayak gibi organlarına
harikulâde bir yolla söyletecektir.
Rivâyete göre; Mahşerde Peygamberimiz’e (s.a.s.) gâyet büyük
bir havuz ihsan buyrulacak ki bunun büyüklüğü (boyu) Medine
ile San’a arası kadar veya Şam’ın bir kasabası olan Eyle ile
San’a arası kadar bir mesafedir. Suyu sütten daha ak, kokusu miskten
daha güzel ve baldan daha tatlıdır. Kupaları da gökteki yıldızlar
kadardır. Ondan bir defa içen bir daha susamaz.196 Böylece
müminler Cennete girmeden önce bu havuzun suyundan içerek
mahşerin dehşetinden ileri gelen hararetlerini gidereceklerdir.
Gerçi Tirmizî’nin garib bir senetle rivâyet ettiği hadiste şöyle buyruluyor.
Mahşerde “Her Peygamberin bir havuzu olacak. Onlar içinde
havuzlarına su içmeye gelenlerin en çok ben olacağını umuyorum.” 197
Yine Peygamberimiz (s.a.s.), bir hadisinde, “Havuzun başına gelenle-
193] 17/İsrâ, 14
194] Müslimden et-Tac, V, 372
195] 36/Yâsin, 65
196] Buhârî ve Müslim'den, et-Tac, V, 380
197] Tirmizî'den, et-Tac, V, 378
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 44 -
rin bir kısmının döndürüldüğü anda Onlar, benim ümmetim, diyeceğim.
Onların senden sonra ne işler yaptığını (dinlerinden döndüklerini) bilemezsin,
denilecek. Ben de, bundan sonra dinlerini değiştirenler helâk
olsun, diyeceğim.” 198
Mahşerde insanların muhakeme işleri bitirildikten sonra mahşerle
Cennet arasında Cehennemin üzerine sırat köprüsü kurulacaktır.
İnsanlar, bölük bölük Cehenneme bir kısmı da Cennete sevk
olunacaktır. 199
Sırat ve Sırat Köprüsü
Sırat; Yol, cadde, geçit anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerim’de sırat,
daha çok “müstakim” (doğru) ile sıfatlanarak, Allah’ın rızâsına
uygun olan ve O’na ileten Tevhid dini ve İslâm dini anlamında
kullanılır: “Kim, Allaha güvenip dayanırsa muhakkak doğru yola (Sırat-ı
müstakime) iletilmiştir.”200; “Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin
de Rabbinizdir. O halde yalnız O’na ibâdet ediniz. Bu doğru yoldur (Sırat-ı
Müstakim).” 201
Fakat ıstılahta sırat denilince âhiretteki “sırat” akla gelir. Sırat
mahşer yerinden itibaren Cehennemin üzerinden geçerek
Cennete kadar uzanacak bir köprüdür. Bu köprü, haşir günü Cehennemin
üzerinde kurulacaktır. Mü’min, günahkâr, kâfir herkes
bu köprüye gelecektir. Cennete gidebilmek için bundan başka
yol yoktur. Sıratın iki tarafına konulmuş kancalar, oradan geçmeye
iyi amelleri yetmeyen kimseleri Allah’ın emriyle çekip Cehenneme
düşüreceklerdir. İyi amelleri ağır gelenler, kötülükleri
sebebiyle tırmalanıp yara almış olsalar bile Sıratı geçeceklerdir.
Bazı mü’minler senelerce sürünerek geçeceklerdir. Sırattan geçiş
esnâsında Peygamberimiz sırat üzerinde “Kurtar, ey Rabbim, kurtar”
diye mü’minler için Allah’a duâ edip duracaktır. 202
Ebû Said el-Hudrî’nin rivâyetinde Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Mahşerde muhâkeme ve muhâsebe işlerinden sonra Cehennemin
üzerinde bir köprü (Sırat) kurulur. Allah şefaate izin verir. (Mü’minler) ya
Allah selâmet ver, selamet ver, diye duâ eder durur’’. ‘Yâ Rasulallah, köprü
nedir?’ diye sorulduğunda; şöyle cevap verir: “Kaypak ve kaygan
198] Buhârî ve Müslim'den, et-Tac, V, 379
199] Sa'deddin Teftazâni, Şerhu'l-Makasıd, II, 222-223, İstanbul 1305;
Abdüsselâm b. İbrahim el-Lakkâni, Şerh-ü Cevhereti't-Tevhid, Mısır,
1955/1375, s. 231-234; Fahreddin er-Razi, Mefâtihu'l-Gayb, İstanbul, 1308;
Muhiddin Bağçeci, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 45-46
200] 3/Âl-i İmrân, 101
201] 3/Âl-i İmran, 51
202] Müslim, İman 84, h. no: 329
KIYAMET
- 45 -
bir yoldur. Orada; kancalar, çengeller ve Necid’de bilen sa’dan denilen
sert dikencikler gibi dikenler vardır. Mü’minler amellerine göre kimi göz
açıp kapayıncaya kadar, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi kuş gibi,
kimi iyi cins yarış atları gibi, kimi deve gibi süratle geçerler. Mü’minlerden
kimi sapasağlam kurtulur. Kimi de tırmalanmış (hafif yaralı) olarak salıverilir.
Kimileri de Cehennem ateşi içerisine dökülür.” 203
Ebû Hureyre, Peygamberimizden şöyle rivâyet ediyor: “Cehennemin
ortasına sırat (köprüsü) kurulur. Oradan peygamberlerden ümmetleri
ile beraber geçenlerin ilki ben olacağım. Peygamberlerden başka
o gün kimse konuşamaz, Peygamberlerin sözleri de ‘Ey Allah’ım, kurtar
kurtar’ olur.” 204
Ebû Sa’id el-Hudri’nin rivâyet ettiğine göre, Sırat köprüsü, kıldan
ince, kılıçtan keskindir. Sırat’ın uzunluğu bin senelik yokuş,
bin senelik iniş ve bin senelik de düzlüktür. Bu mesafe bazı insanlar
için olacaktır. Her bir kimsenin bu mesafeyi geçmesi, amelleri
ile orantılı bir zamanda olacaktır.205 Bazı ulemâya göre Sırat’ın kıldan
ince, kılıçtan keskin olduğuna dair rivâyetler, bu köprünün
üzerinden geçmenin pek müşkil ve zor olduğundan kinâyedir.
Mü’minlerin Sırat’ın üzerinden çabuk geçip geçmemeleri, onların
haramlara yönelip yönelmemelerine bağlıdır. Kalbine haram
işleme düşüncesi gelip de ondan hemen yüz çevirip uzaklaşan
kimseler Sırat’tan çabuk geçecektir.
Sırat üzerinde her bir mü’minin yalnız kendisinin faydalanacağı
bir nûru vardır. Bu nurdan başkası faydalanamayacaktır. Kimse,
başka bir kimsenin nûru içerisinde gidemeyecektir. Nurunun
intişarı nisbetinde her bir mü’mini Sırat geniş veya dar olacaktır.
Sırat’ın genişliği hadd-i zatında bir ve aynı olduğu halde, üzerlerinden
geçenlerin nurları nisbetinde kimisine ince ve sıkıcı, kimisine
enli, rahat ve hoş görünecektir.
Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey iman edenler, günahlarınıza samimi
bir tevbe ile Allah’a dönün! Umulur ki Rabbiniz, sizin kötülüklerinizi
örter. Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı
günde Allah sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onların
nurları önlerinden ve yanlarından koşar da, ‘Ey Rabbimiz, nurumuzu
tamamla, bizi bağışla; muhakkak sen her şeye kadirsin’ derler.” 206 Bu
âyette, mü’minlerin nurlarından kastedilen, iman ve amelleriyle
husûle gelen nurlardır. Özellikle bu nurları Sırat üzerinde onları
203] Buhârî, Müslim ve Tirmizî'den naklen Mansur Ali Nasıf, Tac, V, 394-395
204] Buhârî ve Müslim'den naklen, Tac, V, 377-378
205] Mansur Ali Nasıf, Tac, V.394; Acluni, Keşfül-Hafa, II, 31
206] 66/Tahrîm, 8
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 46 -
yedip götürecek ve selamete çıkaracaktır. Münafıklar, karanlıkta
kaldıkça mü’minler “Rabbimiz, nurumuzu söndürüp de bizi de
kâfirler ve münafıklar gibi karanlıkta bırakma! Varacağımız yere
kadar nurumuzu devam ettir ki, bu nurla sevinelim, karanlıkta
kalıp perişan olmayalım” derler: “O gün (sıratta) münafık erkeklerle
münafık kadınlar, mü’minlere, bizi bekleyin, nurunuzdan bir
parça ışık alalım, derler. Onlara, dönün arkanıza da bir nur arayın,
denilir. Nihâyet, onların arasına, bir kapısı olan ve içinde rahmet
ve dışında azap bulunan bir sür çekilir.” 207
Allah Teâlâ yine şöyle buyurur: “Sizlerden hiçbir kimse yoktur ki
oraya (Cehenneme) uğramamış olsun. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir
hükümdür. Sonra biz, iman edip kötülüklerden sakınanları kurtarırız.
Zâlimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.”208 Bir rivâyete göre
cennetlik mü’minlerin Cehenneme uğramaları, üzerindeki sırattan
geçmelerinden ibarettir. Herkes bu köprüye gelecek ve Cehenneme
girecek olanlar da buradan gireceklerdir. Mü’minlerin
Cennete yollarının Cehennemden geçmesindeki hikmet; sevinçlerinin
fazlalaşması ve kurtuldukları için şükürlerinin artması ve
kâfirlerin üzüntülerinin çoğalmasıdır. Çünkü dünyada düşman
saydıkları mü’minlerin kurtulması, kendilerinin Cehenneme atılmaları,
kâfirler için azab üzerine azab olacaktır.
Mu’tezile’nin çoğu ve Kadı Abdulcebbâr el-Hemedâni (ö.
415/1025), Üzerinden geçmek mümkün olamaz; mümkün olsa
bile Sırattan geçmek müminlere eza ve cefa çektirir” diyerek Sıratı
inkâr etmişlerdir.
Halîmî (ö. 403/1012) gibi bazı âlimler de, kâfirlerin Sırat’a
uğramadan doğrudan doğruya Cehennem’e atılacaklarını söylemişlerdir.
Bunlar, bu görüşlerini Ebû Sa’id el-Hudrî’nin rivâyet
ettiği bir hadise dayandırmışlardır. Bu hadise göre, Mahşerde bir
münâdi, “Her ümmet dünyada nelere tapıyor idiyse, onların ardına
düşsün” diye çağırır. Bunun üzerine münezzeh ve yüce olan
Allah’tan başka şeylere, putlara ve heykellere tapagelen ne kadar
kimse varsa, onlardan hiçbir i kalmaksızın Cehenneme dökülürler.
Artık ortalıkta iyi ve kötülerden yalnız Allah’a ibâdet etmiş olanlar
ve ehl-i kitabın kalıntılarından başka kimseler kalmayınca, Yahudiler
çağırılacak ve onlara “siz neye ibâdet ediyordunuz?” denilecek.
Onlar “Allah’ın oğlu Üzeyr’e tapıyorduk” diyecekler. Bunun
üzerine onlara, “yalan söylediniz! Allah hiçbir eş ve oğul edinmedi”
denilir. Bunlar susadıklarını söyleyerek Cenâb-ı Allah’tan su
207] 57/Hadîd, 13
208] 19/Meryem, 71-72
KIYAMET
- 47 -
isteyince, kendilerine serap gibi görünen ateşe götürülecekler ve
birbirlerini çiğneyerek Cehennem ateşinin içine yuvarlanıp döküleceklerdir.
Sonra Hıristiyanlar çağırılacak, “sizler kime ibâdet ediyordunuz?”
denilecek. “Allah’ın oğlu Mesih’e ibâdet ediyorduk”
diyecekler. Onlara da “yalan söylediniz! Allah hiçbir eş ve oğul
edinmedi” denilecek. Bunlar da susadıklarını söyleyerek Allah’tan
su isteyince, kendilerine, “Haydi suya gelmez misiniz?” diye işaret
olunur. Serap gibi görünen Cehenneme doğru toplanacaklar
ve birbirlerini çiğneyerek Cehenneme döküleceklerdir”. Bu hadisin
devamında: Geride kalanlara, tanımadıkları bir surette Allah
Teâlâ’nın tecelli edeceği, sonra şiddet ve dehşetin kaldırılarak samimi
olarak Allah’a ibâdet edenlerin secde etmelerine izin verileceği,
diğerlerinin -secde etmek istediklerinde- kafalarının üzerine
düşecekleri, daha sonra Allah Teâlâ’nın bunlara ilk gördüklerinden
başka bir surette (sıfatta) tecelli edeceği bildirilir. Bundan
sonra da Cehennemin üzerine köprü (sıratın) kurulacağı ve şefaate
izin verileceği beyan edilir. 209
Sırat köprüsü için, ‘kıldan ince kılıçtan keskin’ benzetmesi
yapılır. Şüphesiz bu benzetme, onun üzerinden geçmenin zorluğunu
anlatmak içindir. Esasen bu yol, insanın dünyaya gelişiyle
başlayan bir yoldur. Bu ‘sırat’, doğumdan ölüme doğru uzanmaktadır.
İnsanların, özelde de mü’minlerin yaşadıkları hayat bir ‘sırat’
üzerinde yürümedir. Bu köprüde yürümek, kurtuluşa doğru
koşmak, tehlikelerden kaçınmak, Cehennem çukuru gibi yerlere,
hatalara, günahlara, zorluklara düşmemek zordur. Hayat bu ‘sırat’
üzerinde yürümekten başka bir şey değildir. İşte bu noktada
önemli olan herhangi bir ‘sırat’ta değil, ‘müstakîm olan’ doğru ve
dümdüz olan Allah’ın yolunda yürümektir
‘Sırâta’l-müstakîm’, İlâhî vahy olan İslâm’ın diğer adıdır. Rabbimizin
insan için seçtiği, dümdüz, dosdoğru kıldığı, emin ve yönü
hidâyet olan kurtuluş yoludur. Bu yol, eğrilikten, güvensiz olmaktan,
yani her türlü ‘ıvec’den uzaktır. Bu yolun dışındaki bütün gidiş
yolları eğri-büğrüdür, yanlıştır, inişli çıkışlıdır, yani ne üzerinde
kolaylıkla yürümek mümkündür, ne de insanı hayatın hedefine
götürürler. 210
209] Buhârî, Müslim ve Tirmizî'den naklen et-Tac, V, 393-394; metin Müslim'in
Sahih'inden özetlenerek alınmıştır; Sa'deddin Taftazani, Şerhul-Makasıd,
İstanbul 1305, II, s. 223; Şerhul-Akaid İstanbul 1310; Abdusselâm b.
İbrâhim el-Lakkâni, Şerh-u Cevhereti't-Tevhid, Mısır' 1955, s. 235-236;
Fahreddin er-Razi, Mefâtihul-Gayb, İstanbul 1308, Kitab-ü Mecmü'atin
mine't-Tefâsir, el-Matbaatül-Âmire İstanbul 1319); Muhiddin Bağçeci,
Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 410-412
210] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y., s. 599-602
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 48 -
İnsanın Asıl Sırat Köprüsü Dünyadadır: “Şüphesiz Biz ona(insana),
doğru yolu gösterdik. İster şükreder, ister küfreder.” 211
Soğuk ve sıcak, siyah ve beyaz, gece ve gündüz birbirlerine
zıttır. Tevhid ve şirk, iman ve küfür, mü’min ve kâfir de birbirlerine
zıttır. Tıpkı bunlar gibi, Allah yolu ile şeytan yolu, ilâhî nizamla
beşerî nizam da birbirlerine zıttır. Ve kâinatta her şey zıddıyla kaimdir.
Bu zıtların yerlerinin değiştirilmesi, dengenin bozulmasıdır.
Hakkı bâtılın yerine, bâtılı da hakkın yerine geçirmek, her şeyin
alt üst olmamasına sebep olur.
Geçici âlemle, ebedî âlemin arasında sıkı bir münasebet vardır.
Her insan, gideceği ebedî âlemin azığını, hazırlığını, hesabını,
kitabını bu âlemde yapar. Bu insana, baskı uygulanmadan, zorlanmadan
iki yol gösterilir. Bu iki yolda yürümede serbest bırakılır.
Yolların vasıfları, çıkış ve bitiş yerleri tek tek izah edilir. Hür
irâdesini kullanarak, doğruyu tercih etmesi istenir. Yürüyeceği
yolun doğru yol olması, geçerli olabilecek yol olması şart koşulur.
Ve insan, anlatılanları dinledikten sonra kararını verir: Ya Allah’ın
yolu, ya da bâtılın yolu. Rabbimizin yolunun, doğru olan yolun
adı: “sırât-ı müstakîm”dir. Dünya, imtihan yeri olduğu için, bu
yolda yürümek isteyenlerin yolculuğunda dikkat edeceği hususlar
vardır. Şâyet dikkatli bulunmazsa ikaz ve irşadlara kulak vermezse,
bu yoldan ayrılmış olması, başka yollarda yolculuğunu sürdürmesi
an meselesidir. Sırât-ı müstakîmin sağında ve solunda birtakım
bâtıl ve tehlikeli yollar olduğu gibi, bizzat bu yolda yürüyen
insanların önüne geçen, sağından, solundan kendisine yaklaşıp
bâtıl yola kaydırmak isteyen şeytan adlı düşman da vardır. 212
Şeytanın âcil görevi, Allah yolunun yolcularını bu yoldan
uzaklaştırıp diğer bâtıl yollara kaydırabilme mücadelesidir. Hadis
rivâyetine göre, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprü olan213 “sırat
köprüsü”, imanı ve ameli geçerli olacak kullar için, üzerinde evlerin,
sarayların yapılabileceği kadar da geniş bir yol ve köprüdür.
Yine, sırat’ın aşağısı ateştir, kavurucu bir ateş. Ancak, bu köprünün
üzerinden geçecek olan mü’minlerin taşıdıkları nur, ateşi etkisiz
hale getirebilecektir. Bilindiği gibi nûr ve nâr da birbirine zıttır.
Sırat köprüsü, değişik bir şekilde, fakat taşıdığı anlam itibarıyla
dünyada da vardır. Allah’ın yolu olan sırât-ı müstakîmle, cehennem
üzerine kurulmuş olan sırat köprüsü birbirine bağlıdır.
Dünyadaki sırat, dünyanın şartlarına; âhiretteki sırat da o âlemin
211] 76/İnsan, 3
212] 7/A’râf, 16
213] Tac, 5/394
KIYAMET
- 49 -
şartlarına göre tanzim edilmiştir. Fakat taşıdıkları hüviyet, maksat
ve anlam aynıdır. Sırat köprüsü incedir; sırât-ı müstakîm de ince
bir yoldur. O yolda yürümek, sanıldığı kadar kolay değildir. İnsanın
önüne konulan yüzlerce yolu terkederek, reddederek sırât-ı
müstakîmi tercih etmek, her kişinin kârı değildir. Üstelik o yollar,
insana daha câzibeli, daha gösterişli ve süslü, hevâ ve şeytanın
teşviki ile güzel gösterilen yollardır.
Allah’ın yolunda yürüyen insanların yolculuklarına engel olmak
isteyenler o kadar çoktur ki, bu yolda yürümek, ateşten bir
gömlek giymektir. Elde ateş tutmaktadır bu yolda yürüyen; ateşi
atsa sönecek; tutsa elini yakacaktır. Fakat bu ateşin tutulması gerekmektedir.
Zira ateş imandır, cennetin bedelidir.
Sıratın altında cehennem vardır. Sırât- müstakîmin sağında ve
solunda da ateşe atılmaya sebep olacak işlerden, yollardan oluşan
bir hayat vardır. Dünyanın âhirete giden bir yol olması gibi, sırat
ve sırât-ı müstakîm de, birbirine bitişen bir yoldur. Dünyada sırât-ı
müstakîmde yürümeyenlerin âhiretteki sırat’ı geçmeleri mümkün
değildir.
Yol, Allah’ın yolu, yolcular da Allah’ın kulu olduğu müddetçe,
bu kervanı hiçbir ses ve hiçbir kimse durduramayacaktır. Bâtıl
dinler ve düzenler, hak yolun altındaki ateşlerdir. Allah yolundan
ayrılmak demek, dünya ve âhireti yakacak bu ateşi tercih demektir.
214
Havz-ı Kevser
Havz-ı Kevser, yani Kevser Havuzu; Âhiret yurdunda bulunan
ve Yüce Allah tarafından Peygamber efendimize verilmiş olan
ırmak ve havuzun adıdır. “Doğrusu Biz sana Kevser’i verdik.”215 anlamındaki
âyet-i kerîmede Peygamber Efendimiz’e Kevser’in
verilmiş olduğu bildirilmekle birlikte, Kur’ân-ı Kerîm’de gerek
Kevser’in ne olduğu ve gerekse Havz hakkında başka bir bilgi yoktur.
Bu konudaki bilgilerimiz otuz kadar Sahabî’den çeşitli yollarla
gelen ve tümü de muteber hâdis kitaplârında yer alan 50 dolayındaki
hadis-i şerif’e dayanmaktadır. Hadislerden bir bölümünde
Havz, bir bölümünde de Kevser hakkmda bilgiler vardır. Her ikisi
hakkındaki ortak noktalar, havz ve ırmaktaki suyun tad, koku ve
rengi ile ilgili olarak verilen bilgilerdir. Diğer özellikler farklı bir
biçimde sayılmıştır.
Nitekim Havz, adından anlaşılacağı üzere bir havuz; Kevser
214] Abdullah Büyük, Müslümana Mesajlar, s. 337 vd.
215] 108/Kevser, 1
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 50 -
ise, bir Cennet ırmağıdır. Havz’ın genişliği hakkında bilgiler bulunmaktadır.
Birçok kez verilen bu bilgiler sırasında orada bulunanların
anlayışlarına göre, Havz’ın genişliği bir aylık yol veya şu
şehirden bu şehire şeklinde tanımlanarak, büyüklüğü hakkında fikir
verilmek istenmiştir. Havuzun kenarlarının ve açılarının eşit olduğu
da gelen bilgiler arasında bulunmaktadır. Kevser Irmağı’nın
ise, vâdisi hakkında bilgiler vardır. Buna göre, vâdi, yeryüzü ırmaklarının
yataklarında olduğu gibi derin bir çukur biçiminde olmayıp,
düz satıhtadır. Akış, yüzeyin düz olmasına karşın, çevreye
dağılmadan, kendi mecrasında sürüp gitmektedir. Vâdinin tabanı,
elmas, yakut ve inci gibi değerli taşlarla kaplıdır ve bu oluşum
içindeki toprak, misk gibi kokmaktadır. Irmağın iki yanı da altın ve
yakutla çevrili olup, sahilinde, boydan boya içi boşaltılarak kubbeler
biçimine sokulmuş inciden yapılar vardır.
Havz’ın suyundan bir yudum bile olsa içenler, ebediyen susamayacaklar
ve yüzleri de asla kararmayacaktır; içmeyenler ise,
susuzluktan kurtulamayacaklardır. Havz’ın suyunun kardan daha
serin olduğu, oraya ilk varanın Peygamberimiz Efendimiz’in olacağı,
ilk içenlerin fakir olup zengin bir kadınla evlenmek yahut
idarecilere baş eğmek yoluyla zenginleşmenin yollarını aramayan,
yüzü gözü toprak içinde pejmürde kılıkla Allah yolunda cihad
eden, İslâm’a hizmette bulunan, dünya nimetlerini tadamadan
şehitlik şerefine ulaşan muhacirler ve sonraki mü’minler olacağı
da rivâyet edilen bilgiler arasında bulunmaktadır.
Havuz, ucu Cennete dek varan altın ve gümüş iki oluktan
beslenmektedir. Havuzu besleyen Cennet Irmaklarından bir ırmak
olup, bu da Peygamber Efendimiz’e verilmiş bulunan Kevser
Irmağı’dır. Ebû Dâvud’ta zikredilen “Kevser nedir, bilir misiniz?
O, Cennet’te bana vadedilmiş ırmaktır. Onun üzerinde çok hayır vardır.
Onun üzerinde bir de bir Havuz vardır. Kıyâmet günü ümmetim oraya
uğrayacaktır.”216 anlamındaki hadis de, bu yoruma elverici manasıyla,
Havuz ve Kevser’i bir arada Havz-ı Kevser olarak anmadaki
gerekçeye açıklık getirmektedir. Nitekim Aliyyü’l-Kaarî: “Hazret-i
Peygamber’in nehri Cennet’te; havzı ise Kıyâmetin koptuğu yerdedir.”
217 diyerek bu duruma açıklık getirmiştir. Havzın Sırat’tan
önce mi, sonra mı olduğu konusu tartışmalı olmakla birlikte,
Kurtubî, biri Sırat’tan önce, diğeri Sırat’tan sonra iki Havuz olduğunu
ifade etmiştir. Kıyâmet yerindeki bu Havuz’lardan, lâyık olmayanlar
kovulacaklardır. Her peygamberin birer havuzu olduğu,
son peygamber’in havuzunun çevresinin daha kalabalık olacağı
216] Ebû Dâvûd, Sünne 26
217] Fıkh-ı Ekber Şerhi, çev. Yunus Vehbi Yavuz s. 240
KIYAMET
- 51 -
ve bu Havuz üzerinde minberinin de yer aldığı yine rivâyet edilen
bilgilerdendir. Kevser ise, yalnızca bizim peygamberimize verilmiş
olan bir ırmaktır.
Gerek Havuz ve gerekse Kevser Irmağı’nın (burada, artık,
Havz-ı Kevser diye ortak adı kullanabiliriz) ortak yanlarına gelince,
suyun rengi kardan, sütten ve güneşten daha beyazdır. Kokusu ise
miskten daha hoştur. Tadı, baldan daha tatlıdır. İçecek olanların
kullanması için, orada, sayıları gökteki yıldızların sayısından daha
çok olan altın ve gümüşten yapılma cennet kapıları vardır.
Kevser ve Havz hakkında verilen bu bilgiler “tevâtür” derecesinde
olduğu için, bunlara imanın farz olduğu belirtilmiştir.
Bununla birlikte, özellikle Kevser Sûresi’nin tefsiri sırasında, aşırı
mezhepler ve felsefi açıklama yönüne gidenler, gerek Havz, gerekse
Kevser konusunda kimi bâtınî veya aklî yorumlar yapmaktan
da uzak durmamışlardır.
“Kevser” kelimesinin ifade ettiği geniş manadan yola çıkarak,
muteber âlimler de, bu kavrama “Cennet Irmağı” ile birlikte daha
başkaca anlamlar da vermişlerdir. Bu tutumda Kevser Sûresinin
iniş sebebi de rol oynamıştır. Gerçekten de, Sûre, Peygamber
Efendimiz’e, oğlu Kasım’ın ölümünden sonra, “ebter/nesli kesik”
diyen müşriklerin bu sözleri üzerine, alınandan daha fazlasının
verildiğini belirtmek ve “ebter” olmadığını vurgulamak üzere
gönderilmiştir. Gerek kelimenin anlamındaki genişlik ve gerekse
nüzul sebebi dolayısıyla, tefsirlerde, Kevser kelimesi, aynı zamanda
“çok büyük bir hayır, taşkın hayırlar” anlamı çerçevesinde
de ele alınmış ve “bu büyük hayr, Kur’ân-ı Kerîm’dir yahut İslâm
dini’dir veya ümmetin çokluğudur ya da neslinin kesilmeyip, daha
arttığı, artacağı, her yana yayılacağı gerçeğidir” yolunda yorumlarda
bulunulmuştur. Kısacası, Kevser, Cennet’teki ırmakla birlikte
daha birçok iyi, güzel ve hayırlı olan olguyla anlatılmış ve bunların
tümünün Yüce Allah tarafından rasûlüne verildiği üzerinde
durulmuştur. 218
Hesap ve Hesap Günü
Hesap Günü: Allah tarafından insanların bu dünyada iken
yaptıkları iyilik ve kötülüklerden dolayı âhirette hesaba çekileceklerine
dair dikkat çekilen günün adıdır; “Din günü/Cezâ günü” ile
hemen hemen aynı anlama gelir.
“Hesap günü”ne iman etmek İslâmiyetin inanç esaslarından
218] Zübeyir Yetik, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. C. 2, s. 377-378
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 52 -
birini teşkil eder. Bu günün hak olduğu, bir gün mutlaka gerçekleşeceği
Kitap (Kur’ân)’la sâbittir. “Allah herkesi kazandığının karşılığını
vermek üzere (diriltecektir). Şüphesiz Allah, hesâbı çabuk görendir.” 219
buyrulmaktadır. Diğer bir âyette Hak Teâlâ şöyle buyurur: “Elbette
kendilerine peygamber gönderilenlere de gönderilmiş olan peygamberlere
de soracağız. Ve onlara olup bitenleri tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız.
Zaten biz onlardan uzak değiliz.” 220
Âyetlerden açıkça anlaşılıyor ki, sorguya çekilmesi gereken
herkesin, “Hesap günü”, ifadesi alınacaktır. Kendilerine peygamber
gönderilen her ümmete peygamberlere itaat edip etmedikleri;
peygamberlere de, tebliğ vazifelerini ne dereceye kadar yaptıkları
ve nelerle karşılaştıkları sorulacaktır. Şu kadar var ki: “Biz bir
rasûl göndermedikçe azap edecek değiliz.”221 âyet-i celîlesi hükmünce,
kendilerine “Rasûl” gönderilmeyenler bu hesap ve azaptan muaf
olacaklardır. Diğer insanlar da dünyadaki amellerine göre hesaba
çekileceklerdir:
“O gün insanlar, yaptıkları kendilerine gösterilmek için bölük bölük
dönerler.” 222
“Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur.
Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir.” 223
“Herkesin yaptığı her hayrı ve işlediği her kötülüğü, önünde hazır bulacağı
gün yaklaşmaktadır. O gün kişi, kendisiyle yaptığı kötülükler arasında
uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah sizi, kendisinden korkmanız
için uyarıyor.” 224
Gerçekten öyle zamanlar olur ki, insanın yaptığının yüzüne
vurulması veya yaptıklarıyla yüzleştirilmesi her çeşit cezâdan daha
ağır gelir. Ne var ki, böyle bir cezâyı hak etmişse bundan kurtuluş
da yoktur. “Hesap günü”, kişi yaptıklarıyla yüzleştirildikten sonra,
tartıya vurulmayan, cezâsı verilmeyen zerre miktarı hayır ve şerrin
bırakılmadığı ince hesap anına geçilir. Artık o gün: “Kim zerre miktarı
bir hayır işlemişse, onu görecektir ve her kim de zerre miktarı kötülük
işlemişse onu görecektir.” 225
O dehşetli “hesap günü”nde Allah’ın mü’min kullarına korku
yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Dünyada iken
219] 14/İbrâhim, 51
220] 7/A'raf, 6
221] 17/İsrâ, I5
222] 99/Zilzâl, 6
223] 40/Mü'min, 17
224] 3/Âl-i İmrân, 30
225] 99/Zilzâl, 7-8
KIYAMET
- 53 -
yaptıklarına karşılık Rablerinin kendilerine hazırladığı nimetlere
sevinç içinde kavuşacaklardır. Cenâb-ı Hak bu gibi mü’minler için
şöyle buyurur: “Şüphesiz iman edenlerle, Yahudilerden, Hiristiyanlardan
ve Sâbiîlerden Allah’a ve âhiret gününe hakkıyla inanıp salih amel
işleyenler için Rabları katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir
korku olmadığı gibi üzülmeyecekler de.”226 Onlara: “İşte bu, hesap günü
için size söz verilenlerdir.”227 denilecek ve kolay bir hesaptan geçirileceklerdir:
“Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba
çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecek.” 228; “Kitabı sağ tarafından
verilen; ‘Alın kitabımı okuyun, doğrusu ben hesabımla karşılaşacağımı
zaten bekliyordum’ der.” 229 Böylece hakettiği cennete girer.
Rasûlüllah (s.a.s.) mü’minlerin “hesap günü”ndeki durumunu
şöyle dile getirir: “Mü’min Kıyâmet günü Rabbine öyle yaklaştırılır ki,
artık Rabbi onun sırrını mahşer ehlinden saklamış olur. Sonra ona bütün
günahlarını ikrar ettirir: ‘Şunu işlediğini sen bilir misin?’ diye sorar. O da:
‘Yâ Rabbi bilirim’ der. Sonunda, mü’minin işlediği günahlar hakkındaki
itirafları Allah’ın dilediği miktara ulaşınca Allah Teâlâ ona: ‘Şüphesiz Ben
senin işlediğin günahları dünyada senin için örttüm. Bu gün de senin için
günahlarını mağfiret ediyorum’ buyurur.” 230
Bu delillerden açıkça anlaşılıyor ki, dünyada iken Allah’a ve
âhiret gününe iman ederek O’nun emirlerine uyan, yasakladıklarından
sakınan ve salih amel işleyen mü’minler, kolay bir hesaptan
sonra Allah’ın kendilerine mükâfat olarak hazırladığı nimetlere
kavuşacaklardır. Ancak müslüman olduğu halde, mutlak sûrette
cezâyı hak edecek davranışlarda bulunan kimselerin hesabı zor
olacaktır.
Hz. Peygamber bir gün ashabına şöyle sorar: “Müflis kimdir bilir
misiniz?” Ashâb: “Bizim aramızda müflis, hiçbir dirhemi ve malı olmayandır,”
demişler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Benim ümmetimden gerçek müflis; Kıyâmet gününde namaz, oruç
ve zekâtla gelip de şuna sövmüş, buna iftirada bulunmuş, şunun malını
yemiş, bunun kanını dökmüş, başkasını da dövmüş olarak gelendir. Şuna
buna hasenâtından verilecek. Şâyet dâvâsı görülmeden hasenatı biterse,
onların günahlarından alınarak kendisinin üzerine yüklenecek, sonra cehenneme
atılacaktır.” 231
Günahkâr mü’minin durumu böyle olunca; inkârcıların ve
226] 2/Bakara, 62
227] 38/Sâd, 53
228] 84/İnşikaak, 7-9
229] 69/Haakka, 19-20
230] Müslim, Tevbe 52; İbn Mâce, Mukaddime 13
231] Müslim, Birr 59
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 54 -
başkalarına zulüm yapanların, daha büyük sıkıntılara düşeceklerinde
şüphe yoktur. Onlar, “Hesap günü”nden söz eden âyetleri
işittiklerinde alaylı bir şekilde: “Dediler ki: Rabbimiz, hesap gününden
önce (bize vaad ettiğin) hissemizi şimdiden ver.”232 Müşrikler böyle
söylemekle; “hesap gününe kadar beklemeye ne gerek var, o
cezâdan bizim payımıza düşeni şimdiden ver.” diyerek alay etmek
istiyorlardı. Cenâb-ı Hak da: “Şüphesiz onların dönüşü Bizedir. Sonra
onların hesâba çekilmesi de Bize âittir.”233 buyurarak hem Rasûlünü
teselli etmiş, hem de onları tekrar uyarmıştır. Bu uyarılara kulak
asmayıp sapık yollarına devam edenler için de şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu Allah yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı
çetin bir azap vardır.” 234
O dehşetli gün gelip de insanlar hesaba çekilmeye başlanınca
pişmanlık duymanın hiçbir yararı olmayacaktır. “Kimlerin tartısı
ağır basarsa, işte asıl kurtuluşa erenler onlardır. Kimlerin de tartıları
hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir, ebediyyen
cehennemdedirler.”235; “Kitapları sol taraflarından verilenlere gelince,
o: ‘Keşke bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!’
der.” 236 Cenâb-ı Hak onlara: “Âyetlerim okunurken onları
yalanlayanlar siz değil miydiniz?” 237 diye sorunca, sanıyorlar ki konuşmalarına
izin verilmiş, kendilerine ümit kapıları açılmış belki
suçluluklarını itiraf ederlerse istedikleri kabul görür: “Derler ki:
Rabbimiz, bize kötülüğümüz gâlip geldi. Biz, sapık bir kavim olduk. Rabbimiz,
bizi buradan çıkar, eğer tekrar inkâra dönersek gerçekten zâlimler
oluruz.”238 Onların bu sözlerine karşılık: “Allah da buyurur: Kesin sesi.
Artık benimle konuşmayın. Çünkü kullarımdan bir zümre vardı ki bunlar,
Rabbimiz inandık, artık bağışla bizi, acı bize. Sen acıyanların en hayırlısısın,
diyorlardı. Siz ise onları alaya alıyordunuz, bunlar size beni anmayı
unutturuyordu. Ve hep gülüyordunuz onlara.”239 diyerek cehenneme
gönderilecekler. Bu arada kendilerinin bu acı hallerini gören
mü’minler, cehenneme giriş nedenlerini sorarlar: “Kitapları sağdan
verilenler suçlulara: ‘Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?’ diye sorarlar.
Onlar derler ki; ‘Namaz kılanlardan değildik, düşkünü doyurmuyorduk.
Bâtıla dalanlarla beraber biz de dalardık. Cezâ gününü yalanlardık. Bu
durumumuz, ölüm bize gelinceye kadar devam etti’ derler.” 240
232] 38/Sâd, 16
233] 88/Ğâşiye, 25-26
234] 38/Sâd, 26
235] 23/Mü'minûn, 102-103
236] 69/Haakka, 25-26
237] 23/Mü'minûn, 105
238] 23/Mü'minûn, 106-107
239] 23/Mü'minûn, 108-110
240] 74/Müddessir, 42-47
KIYAMET
- 55 -
Akaid kitapları, “hesap günü” ile ilgili âyet ve hadislere dayanarak,
bu günün gerçek olduğunu şu şekilde açıklarlar:
a) Amellerin tartılması haktır: Çünkü Cenâb-ı Allah “O gün tartı
(vezn) haktır.”241 buyurmuştur. Mu’tezile ise amellerin tartılmasını
inkâr etmiş ve bu konudaki nasları tevil etmiştir.
b) Amel defteri haktır: Bu defterden maksat, insanlara ait sevap
ve günahların üzerinde tesbit edildiği şeydir. Mü’minlere sağ,
kâfirlere sol ve arka taraflarından verilir.242 Mu’tezile bu konudaki
nassları da te’vil ederek amel defterini gereksiz görür.
c) Öldükten sonra sorguya çekilme haktır. 243
Esmâü’l-Hüsnâ’dan Hasîb;
Allah Hesaba Çekendir
El-Hasîb: Hesap gören anlamında Allah’ın isimlerinden biridir.
“Ki onlar (o peygamberler) Allah’ın risaletini tebliğ edenler, O’ndan içleri
titreyerek korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır.
Hesap görücü olarak Allah yeter.” 244
Allah insanı yaratır ve henüz o dölyatağındayken ona sûret
verir. Her insanı özenle ve bambaşka bir yaratılışla dünyaya getirir.
Annesinin rahmindeyken ve o daha hiçbir şeyin şuurunda değilken
onu korur, beslenmesini ve gelişmesini sağlar. Anne karnında
geçen dokuz aylık süre insan için karanlık bir devredir. Hiç kimse
bu dönemi ve dokuz ay içinde Allah’ın kendisi için nasıl inanılmaz
mucizeler gerçekleştirdiğini bilmez. Fakat Allah, daha insan tek
bir hücreyken bile onun ilk haline şâhittir. Çocukluk dönemi de
aynı şekildedir. İnsanın hâfızasında çocukluğuyla da ilgili yalnızca
birkaç anı kalır. Ama Allah, o bilmezken bile her an yanındadır,
her yaptığına şahittir.
Allah’ın şâhit olduğu yalnızca insanın amel olarak yaptıkları
değil aynı zamanda içinden de geçirdikleridir. Çünkü Allah insanın
hem içine hem dışına, hem rûhuna hem organlarına tam anlamıyla
hâkimdir. O, nefsini koruyarak neyi, ne için yaptığını bilmezken
Allah onun her hareketini ne amaçla yaptığını bilir. İnsan
gizlenmiş tek bir hücre halindeyken de, ölmek üzere son nefesini
verirken de Allah onun yaptıklarına şâhittir. Dünyada yaşadığı
241] 7/A'râf, l8
242] 69/Haaka, 25-26; 84/İnşikaak, 10; 17/İsrâ, 13
243] 7/A'râf, 6; 14/İbrâhîm, 51; 3/Âl-i İmrân, 30; Müslim, Tevbe 52; Buhârî,
Mezâlim 2; Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 395-397
244] 33/Ahzâb, 39
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 56 -
süre boyunca otururken, konuşurken, yemek yerken, uyurken,
gece gündüz her saniye işlediklerini tüm ayrıntılarıyla bilir, ağzından
çıkan her konuşmayı, her lafı işitir, aklından geçirdiği her düşünceyi
tespit eder. Hiçbir şey O’ndan gizli kalmaz.
Oysa insan, hayatı boyunca yaptığı işleri, söylediği sözleri unutur.
Yıllar geçtikçe zihnindeki anılar bulanıklaşır. Geçmişte yaşadıklarını
saymaya kalksa ancak çok az şey sayabilir. On yıl önce
yaşadığı bir olay kendisine hatırlatılıp o an ne düşündüğü sorulsa
hiçbir şey hatırlayamaz. Sanki bütün yaşadıkları zihninden silinmiş
gibidir, geriye çok az bir kalıntı kalmıştır. Allah ise bütün insanların
hayatları boyunca yaptıklarını, her saniye kafalarından neler
geçtiğini bilir. Hiçbir şeyi unutmaz. Hesap günü herkesin önüne
kötülüklerini, iyiliklerini, sâlih amellerini ve günahlarını eksiksiz
getirir. Bu yüzden insanın yapması gereken, Allah’ın kendisine
şâhit olduğunu asla unutmamasıdır.
“Bir selâmla selâmlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selâm verin
ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah her şeyin hesabını tam olarak
yapandır.”245; “Yetimleri, nikâha erişecekleri çağa kadar deneyin; şâyet
kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma görürseniz, hemen onlara mallarını
verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli
olmaya çalışsın, yoksul olan da artık mâruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir
şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şâhit
bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.” 246
Mîzân
Denge Olarak Mizan: ‘Mizan’, ölçü ve tartı işinde kullanılan
bir ölçü âletidir. İslâm inancında ise; Âhirette günah ve sevapların,
iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılacağı bir alettir, bir araçtır veya
amellerin tartılmasına verilen bir addır.
‘Mizan’, yalnızca göze görünen, maddî şeyleri ölçen bir araç
değil; iyilik ve kötülükleri, bazı ölçü ve değerleri belirlemek için
de kullanılır. Adalet terazisi, hak terazisi, akıl terazisi (mizanı) gibi.
Kur’an buna ‘vezn’ de demektedir. 247
Kıyâmette Mizan: İslâm’a göre insanlar dünyada yaptıklarından
dolayı sorguya çekilecekler, Yaptıkları işler (ameller) âhirette
‘mizan’da tartılıp ölçülecek ve değerlendirilecek. Tartısı ağır gelenler
(sevabı çok olanlar) kurtulacaklar, mükâfat alacaklar; tartısı
hafif gelenler ise zarara uğrayacaklar.
245] 4/Nisâ, 86
246] 4/Nisâ, 6
247] 55/Rahmân, 7-9
KIYAMET
- 57 -
Amellerin tartılması haktır. Bu, Kıyâmet gününün olaylarından
birisidir. Kur’an, ‘mizan’ın kurulacağını açık bir dille bize haber
vermektedir. Ancak bu tartı işinin, bu mizan olayının nasıl olacağını
bilmemiz mümkün değildir. Onun bilgisi tümüyle Allah’a
aittir. İnsanlara bu konuda bir bilgi verilmemiştir. Zaten önemli
olan, bu tartı terazisinin nasıl olduğunu bilmek değil, tartıya ağır
bir sevap hazırlamaktır.
“O gün vezn (tartı) haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar
onlardır. Kimin de tartıları hafif kalırsa, bunlar da âyetlerimize zulmedegeldikleri
için nefislerine zarar verenlerdir.”248 Terazide ağır gelmesi
istenen şey elbette kulun sevapları, yani Allah’a imandan sonra
yaptığı ibâdetleri ve bunların karşılığında kazandıklardır. İyilikler,
hayırlar, infaklar, ibâdetler, duâlar, zikirler, cihadlar, yalvarmalar;
hepsi bunun içerisindedir.
Âyetlerde mizan bazen çoğul olarak ‘mevazin’ şeklinde geçmektedir.
Belki ölçü terazileri çoktur, belki ameller ayrı ayrı katogorilerde
değerlendirecektir. 249
Amellerin mizanda tartılması, amel defterlerinin kulların eline
verilmesinden sonra olacaktır. Bir görüşe göre kâfirler için mizana
gerek yoktur. Çünkü onlar dünyada iken iman etmedikleri için
bütün amelleri boşa gitmiştir ve onların varacağı yer bellidir, yani
cehennemdir.
Allah’ın insanı hesaba çekeceğini bildiren sayısız âyet vardır.
Bu konuda birçok âyet ve hadis vardır. 250
Kıyâmet gününde iyi ve kötü amellerin tartılarak miktarının
bilinmesine mahsus mîzan (terazi) haktır ve konulacaktır. Yüce
Allah Kıyâmet gününde konulacak bu terazi için şöyle buyurur:
“Kıyâmet günü adalet terazileri koyacağız. Hiçbir kimseye hiçbir haksızlık
yapılmaz. Hardal tanesi kadar bile olsa yapılanı ortaya koyarız. Hesab
görenler olarak bizler yeteriz.”251; “O gün (Kıyâmet günü) gerçek ve dosdoğru
olan vezin (tartı) vardır. “(el-hakk kelimesi veznin haberi yapılarak
mana verilirse) “O gün vezin (amellerin tartılması) haktır ve gerçektir.
Mîzânları ağır basanlar, işte onlar kurtulanlardır. Mîzânları hafif gelenler,
âyetlerimize yaptıkları haksızlıktan ötürü kendilerini zarar ve ziyana
248] 7/A’râf, 8-9
249] 21/Enbiyâ, 47; 23/Mü’minûn, 102-103; 101/Kaaria, 6-7
250] Âyetlerden bazıları: 102 Tekâsür/8. 2 Bekara/284. 3 Âli Imran/30. 36 Yasin/
65. 99 Zilzal/1-8. 69 Hakka/25-34. 4 Nisa/40. 58 Mücadile/6. v.d. Hadisler
için bk. el-Esas Fi’s Sûnne-I. Akaidi, 10/221-239. K. Sitte, 14/393-418;
Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y. s. 420-423
251] 21/Enbiyâ, 47
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 58 -
uğratanlardır.”252 Bir terazinin ağır gelmesi, onunla tartılan şeyin
(mevzun’un) ağırlık ve miktarı ile orantılıdır. Âhirette terazinin
ağır gelmesi istenilen tarafı iman ve iyi amellerin konulduğu gözüdür.
Terâzide imanla birlikte iyilikleri, hayır ve hasenâtı ağır gelenler
kurtulacaklardır. Yukarıda meali yazdığım âyetlerde geçen
“mevazin’in, mîzânın cem’i olabileceği gibi “mevzun’un” (tartılan
amelin) de çoğulu olacağına dair iki görüş rivâyet edilmiştir. Allah
katında kıymeti ve ağırlığı olan iyi ameldir ki, mîzânda ağır
gelecek olanda budur. Âyetlerde “Mîzân”ın, “mevâzin” şeklinde
çoğul yapılması, mizanın şânını yüceltmek ve önemini belirtmek
için veya amelleri tartılacak kişilerin çokluğundan dolayıdır. Yahut
da her ferd için müteaddid mizanların bulunacağına işarettir.
Veyahut kalblere ait ameller ayrı bir terazide sözler bir terazi de
organların amelleri de başka bir terazide tartılacağı için mîzân
cem’i olarak getirilmiştir. Veya mîzân, kısım ve teferruatı çok olduğundan
dolayı çoğul şeklinde kullanılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’in vezin ve mîzânla ilgili beyanlarından çıkan
netice şudur: Âhirette amellerin tartılması için her halde bir mîzân
konulacaktır. Mîzânda amellerin tartılması, amel defterlerinin verilmesinden
sonra olacaktır. Mîzân ile vezin esnasında, zâlimin hasenesi
varsa, alacağı oranında mazluma verilecek: Hasenesi (iyiliği)
yoksa, mazlumun günahı olacağı miktarda, zâlime verilecektir.
Herkesin muhtelif amellerinin tartılmasından sonra kâr ve zarar
hesabı hepsinin toplamından çıkarılacaktır.
Mu’tezile “Mîzândan murad, Allah’ın koymuş olduğu adalettir.
Ameller, arazdır, iâdesi mümkün olsa bile tartılmaları
imkânsızdır. Kulların amelleri Allah’ın malumudur, tartılması faydasızdır”
dedi. Ehl-i Sünnet, Mutezilenin bu iddiasına şöyle cevap
verdi: “Mizanda amellerin vezni bütün halkın içinde Allah’ın
dostlarını düşmanlarından ayırt etmek ve dosdoğru ve mükemmel
adâletini göstermek içindir. Böylece herkes, Cenâbı Allah’ın
zulmetmekten münezzeh olduğunu anlayacaklardır. Mîzânda iyilikleri
ağır gelenlerin derecelerinin kemali ve faziletlerinin zuhuru
sebebiyle ferah ve sürurları artacaktır. Kötülükleri ağır gelenlerin
ise, gam, hüzün, korku, rezillik ve rüsvaylıkları artacaktır. Mevâzin
lafzı sırf adalet üzerine hamledilir, diyenlerin delilleri tutarsızdır.
Lafza hakiki manasından aklî bir zaruret olmaksızın mecaz manası
vermek caiz değildir. Mîzân konusunda şu anlamda hadisler vârid
olmuştur:
252] 7/A'râf, 8-9
KIYAMET
- 59 -
a) Mîzânda, tartılacak olan, amel defterleridir. 253
b) Gerekli olan değerlerine göre iyilikler güzel ve nurani
sûretlere (miktarlara) kötülükler de çirkin sûretlere çevirilerek
tartılırlar. 254
c) İnsan bir defa sırtına iyiliklerini yüklenerek sevabıyla tartılır,
ayrıca da veballerini sırtına yüklenerek günahıyla tartılır. 255
O halde kulların amellerinin vezni için mîzânı tasdik etmek
gerekir. Bununla beraber veznin (hâsıl olacağını) keyfiyetini ve
mîzânın mahiyetini akıl için tafsilatıyla bilmeye imkan yoktur. Bu
sebeple bunların keyfiyetinin tafsilatına iman etmek şart değildir.
Vezin ve mîzânı inkâr etmeyerek bunları adalet-i ilahi ile te’vil
edenler küfre nisbet olunmaz.
Fakat Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyenlere gelince; Allah
onların amelleri için hiçbir vezin ve tartı işlemi yapamayacaktır.
Mîzânda vezin, iyilikleri ve kötülükleri bulunanların sevap ve günahlarının
miktarı belli olsun diye gerçekleşecektir. Allah’ı, öldükten
sonra diriltilerek hesap vermeyi inkâr ettikleri için kâfirlerin
iyilikleri boşa gitmiştir. Çünkü iyilikleri tutan ve muhafaza eden
kap imandır. Âhirette kâfirin küfür ve günahından başka hiçbir
hasenesi kalmayacağından dolayı onun için vezin ve mîzâna gerek
kalmaz. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor: “De ki: Size
amelce en çok ziyanda olanı haber vereyim mi. Bunlar dünya hayatında
çalışmaları boşa gitmiş olanlardır. Oysa onlar güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı.
İşte bunlar, Allah’ı ve Ona kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden
amelleri boşa gitmiştir. O halde onlar için Kıyâmet gününde tartı işlemi
yapmayacağız (vezin ikame etmeyeceğiz).” 256
Peygamberimiz mahşer gününde üç yerde korku ve endişesi
sebebiyle kimsenin kimseyi hatırlamayacağını söyler:
1- Mîzân başında terazisinin ağır çekip çekmeyeceğini öğreninceye
kadar
2- Amel defterinin verildiği ve “alın kitabımı okuyun” denildiği
zaman kitabının sağında mı solunda mı yoksa arkasında mı
bulunacağını öğreninceye kadar,
3- Cehennemin üstüne kurulduğu vakit Sırat’ın yanında. 257
253] İbn Kesir Tefsir, Beyrut 1966/1385, IV, 566
254] Fahrüddin er-Râzi, Mefâtihu'l-Gayb, İstanbul 1398 h. IV, s. 266-267, VIII s.
666
255] İbn Kesir, III, s. 146-147
256] 18/Kehf, 103-105
257] Mansûr Ali Nasıf et-Tac, V, 376
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 60 -
Duhân; Kıyâmet Alâmetlerinden Biri
Duhân; lügatta, “duman” anlamındadır. Terim olarak iki anlamı
vardır: 1) Duhân, Kur’ân-ı Kerîm’in 44. sûresinin adıdır. Sözkonusu
sûrenin onuncu âyetinde duhân (duman)dan bahsedildiği
için bu adı almıştır. 2) Duhân (duman), “Kıyâmet alâmetlerinden
biri”dir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadiste; “On alâmet zuhur etmedikçe
Kıyâmet kopmayacaktır: Doğuda bir yer batması, batıda
bir yer batması, Arap yarımadasında bir yer batması, duman,
Deccâl, Dâbbetü’l-Arz, Ye’cûc ve Me’cûc, güneşin battığı yerden
doğması ve Aden toprağının sonundan (Yemen’den) bir ateş çıkarak
insanları haşrolacakları yere sürmesi” buyurmuştur. 258
Duhân sûresinin “Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir
duman çıkaracağı günü bekle; bu, can yakan bir azaptır” 259 âyetlerinde
zikredilen dumanın, bazı âlimler, Kıyâmet kopmadan önce zuhur
edecek Kıyâmet alâmetlerinden birisi olduğunu söylemişlerdir.
Rivâyete göre bu duman kâfirlerin kulaklarından girecek, başları
kebaba dönecek; müminlerin de hâli nezleye yakalanmışa dönecek,
bütün yeryüzü bacasız bir fırın gibi kızacaktır. 260 Ashâbdan
İbn Abbâs, İbn Ömer ve Zeyd b. Ali’nin rivâyetleri bu dumanın
Kıyâmete yakın çıkacağı tarzındadır. 261
Abdullâh bin Mes’ûd’dan gelen rivâyet ise şöyledir: Rasûlullah
(s.a.s.), Kureyş’in kendisine şiddetle isyanını görünce: “Yâ Rab!
Yusuf’un yedi (yılı) gibi onlara da yedi (yıl kıtlık) vermek sûretiyle bana
yardım et” diye duâ etmişti. Onları bir kıtlık yakaladı. Birçokları
açlıktan öldü. Derileri, ölü etlerini ve kemikleri yediler. Yerlegök
arasını herkes açlıktan duman gibi görüyordu. Nihâyet Ebû
Süfyân Hz. Peygamber’e gelerek dedi ki: “Yâ Muhammed! Sen
bize akrabayı gözetmemizi emrediyorsun. Hâlbuki kavmin açlıktan
ve kıtlıktan helâk oldu. Allah’a duâ et de onlardan bu belâyı
kaldırsın.” Bunun üzerine Hz. Peygamber duâ etti, kıtlık geçti.
Bol yağmura kavuştular. Refâha kavuşunca yine eski inançsızlık
ve isyankârlık hallerine döndüler. Bunun üzerine Duhân sûresinin
10-16. âyetleri indi. 262
Duhân sûresinde geçen duman gerçek duman olmayıp, Hz.
Peygamber’e isyân eden Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber’in
258] Müslim, Fiten 39, 40, 128, 129; Ebû Dâvûd, Melâhim 12; Tirmizî, Fiten 21;
İbn Mâce, Fiten 25, 28
259] 44/Duhân, 10-11
260] Nesefî, Medârik, Beyrut, (t.y.), IV,128
261] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terc. ve Şerhi, İstanbul 1980, XI, 198
262] Buhârî, İstiska 2; Tefsîru Sûre 30/1; Tefsîru Sûre 44/5-6; Müslim, Münâfikîn
39, 40
KIYAMET
- 61 -
duâsı neticesinde açlığa marûz kalıp etrafı duman şeklinde görmeleridir.
Veya bu duman, Kıyâmetten önce zuhur edecek olan
Kıyâmet alâmetlerinden biridir. Yahut da, Cehennem’in dumanıdır.
263
Dâbbetü’l-Arz
Dâbbetü’l-Arz: Yer hayvanı demektir, Kıyâmetin büyük
alâmetlerinden biridir. Debb ve debîb; hafif yürüme ve debelenme
demektir. Hayvanlar ve çoğunlukla haşereler için kullanılır.
İçkinin bedene yayılması ve bir çürüklüğün etrafına sirâyeti gibi
hareketi gözle görülmeyen şeyler için de kullanılır. Dâbbe de debelenen,
hareket eden demektir. Şu halde tren, otomobil, bisiklet
vb. şeylere lügate göre dâbbe denebilirse de ıstılahta daha çok
hayvanlar için kullanılır.
“Allah bütün canlıları (her dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde
sürünür, kimi iki ayakla, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini
yaratır. Allah şüphesiz her şeye kaadirdir.” 264 âyetinden anlaşılacağı
üzere her hayvana dâbbe denir. “Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların
(her dâbbenin) rızkı ancak Allah’a aittir.”265 âyetinden de anlaşılan
budur.
“Dâbbetü’l-Arz” da; Kıyâmetin kopmasına yakın, ortaya çıkacağı
bildirilen ve Kıyâmetin büyük alâmetlerinden olan bir yaratıktır.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: “Söylenmiş olan (tehdit edildikleri
şey) başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların
âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler.” 266
buyrulmaktadır. Bu âyetten anlaşılan, dâbbenin bir hayvan-ı nâtık
yâni konuşan bir canlı olduğudur. 267
Râğıbü’l-İsfahânî, yukardaki âyete dayanarak şöyle demektedir:
“Dâbbe, tanıdığımız hayvanlara benzemeyen bir hayvandır.
Ortaya çıkması Kıyâmete yakın bir dönemde olacaktır. Bir de
denildi ki: Bununla, cahiliyyede hayvan mertebesinde olan kötü
insanlar kasdedilmiştir. 268
Müfessirler yukardaki âyette269 dayanarak “Dâbbetü’l-Arz”ın
Kıyâmete yakın bir zamanda ortaya çıkacağını söylerler. İbn
263] el-Aynî, Umdetü'l-Kârî, Beyrut, (t.y.), VII, 29; Mehmet Bulut, Şâmil İslâm
Ansiklopedisi, c. 1, s. 420-421
264] 24/Nûr, 45
265] 11/Hûd, 6
266] 27/Neml, 82
267] M. Hamdi Yazır, "Hak Dini Kur'ân Dili", V, 3701 vd.
268] Râğıb, "Müfredât", debb maddesi
269] 27/Neml, 82
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 62 -
Ömer’e göre, “dâbbe”nin çıkması hadisesi, dünyada iyiliği emreden
ve kötülükten sakındıran hiçbir fert kalmadığı zaman vuku
bulacaktır. İbn Merdûye’nin Ebû Saîd el-Hudrî’den rivâyet ettiği
bir hadîse göre, aynı şeyi bizzat Hz. Peygamber‘in (s.a.s.) kendisinden
Ebû Saîd de duymuştur. Bu da, insanın başkalarını iyilik
yapmaya teşvik ve kötülükten sakındırma (emr bi’lma’rûf, mehy,
ani’l-münker) vazifesini terkettiği zaman Allah’ın, Kıyâmetin
hemen öncesinde son ihtar vazifesini görmek üzere bir “dâbbe”
meydana çıkaracağını gösterir. Mâmafih onun tek bir hayvan mı,
yoksa bütün yeryüzünü istilâ edecek bir hayvan türü mü olduğu
açık değildir. 270
Akaid kitaplarına, Kıyâmetin alâmetlerinden biri olarak geçmiş
olan “Dâbbetü’l-Arz” 271 hakkında Peygamber’den (s.a.s.) şöyle
rivâyet edilir. “İlk çıkacak Kıyâmet alâmeti, güneşin battığı yerden
doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine ‘dâbbe’’nin çıkmasıdır. Bu
alâmetlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir.”
272; “Üç şey vardır ki bunlar çıktığı zaman, daha önceden iman
etmeyen hiçbir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez: 1-Güneşin batıdan
doğması, 2-Deccâl ve 3-Dâbbetü’l-Arz.”273; “Dâbbe, yanında Hz.
Musa’nın (a.s.) asâsı ve Hz. Süleyman (a.s.)’ın mührü olduğu halde çıkacaktır.
Mü’minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle
mühürleyecek. İşte o dönemde yaşayan insanlar biraraya gelecekler ve
mü’minler, kâfir belli olacaktır.” 274
Bu konudaki rivâyetler pek çoktur, ancak hiçbir i mütevâtir
olmadığından, Kıyâmet gibi tamamen gaybî olan bir meselede
delil olamazlar. Bunun için, “Dâbbetü’l-Arz”la ilgili teferruâtı bir
yana bırakıp, Cenâb-ı Allah’ın bizi bununla ilgili olarak Kur’ân-ı
Kerim’de bildirdikleriyle yetinmemiz, işin iç yüzünü ve mahiyetini
O’na havale edip Dâbbetü’l-Arz ‘ın Kıyâmete yakın zuhur edeceğine
iman etmek en doğru yoldur. Bununla birlikte: “Gaybın anahtarları
O’nun yanındadır. O’ndan başkası onları bilemez... “ 275
Ye’cûc ve Me’cûc
Ye’cûc ve Me’cûs; İslâm inancına göre eşrâtu’ssaat’tan
(Kıyâmetin büyük alâmetlerinden) biri olmak üzere, yeryüzünde
bozgunculuk çıkaran ve gerçek mâhiyetlerini Allah’ın bildiği iki
270] Mevdûdî, "Tefhîm", IV, 128
271] bk. Pezdevî "Ehl-i Sünnet Akaidi", 352; Nesefî, "Akaid ", şerh ve haşiyesi
Kesteli. 194
272] Müslim, Fiten 118; Amed bin Hanbel, II/201
273] Müslim, İman 249; Tirmizî, Tefsîru Sûre 6
274] Ahmed bin Hanbel, II/491; Tirmizî, Tefsîru Sûre 27
275] 6/En'âm, 59; Halid Erboğa, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 351
KIYAMET
- 63 -
topluluktur.
Ye’cûc ve Me’cûc kelimeleri Arapçaya başka bir dilden girmiştir.
Frenkler buna “Yağuğ ve Mağuğ” demişler, Şeytanın zürriyeti
olduğuna inanmışlardır. Bazı kimseler de yeryüzündeki insanların
onda dokuzunun Ye’cûc ve Me’cûc olduğunu söylemişleridir. İslâm
inancına göre ise, Ye’cûc ve Me’cûc, eşrât-ı sâatten (Kıyâmetin
kopacağına işaret sayılan büyük alâmetler)dir. Ye’cûc ve Me’cûc
Kitap ve Sünnetle sâbittir. Ye’cûc ve Me’cûc Kur’ân-ı Kerîm’de iki
âyette geçer:
1- “Onlar dediler ki: “Zülkarneyn, gerçek şu iki Ye’cûc ve Me’cûc
(bu) yerde bozgunculuk çıkaran (kabile)lerdir.” 276
2- “Nihâyet Ye’cûc ve Me’cûc (ün seddi) açılıp da her tepeden saldıracakları
ve gerçek va’d olan (Kıyâmet) yaklaştığı zaman o küfr (ve inkâr)
edenlerin gözleri hemen belirip kalacak.” 277
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hanımlarından Zeynep binti Cahş’dan
(r.a.) gelen bir rivâyette ifâde olunduğuna göre, bir defasında
telâşla Zeynep’in (r.a.) yanına girerek; “Lâ ilâhe illâllah! Vukuu yaklaşan
bir çerden, büyük bir fitneden dolayı vay Arabın haline? Bugün
Ye’cûc ve Me’cûc’un seddinden şunun gibi bir delik açıldı”, buyurdu da,
başparmağıyla onun yanındaki şehâdet parmağını halkaladı. Bunun
üzerine Zeynep b. Cahş; “Yâ Rasûlallah! İçimizde bu kadar iyi
kimseler varken biz helâk olur muyuz?” diye sordu. Rasûlullah;
“Evet! Fısk ve füccur, fuhş ve ma’siyet çoğaldığı zaman helâk olursunuz!”
diye cevap verdi. 278
Tefsir kitaplarındaki bilgilerden öğrendiğimize göre, sâlih bir
zat olan Zülkarneyn279 dindar kimsedir. İşte bu zat Cenâb-ı Hakk’ın
lütfuyla bir batıya, bir doğuya, üçüncü kere de kuzey tarafa doğru
gitti ve iki sed arasında bir yere vardı ki, işte buradan Ye’cûc ve
Me’cûc hücum ediyor, bozgunculuk çıkarıyor; ekinleri ve insanları
yok ediyor. Orada halkın isteği üzerine, Zülkarneyn, Ye’cüc ve
Me’cûc’ün zararından onları kurtarmak için bir sed yaptı. (Seddin
yapımı bitince), artık Ye’cûc ve Me’cûc onu ne aşabildiler ve ne de
delebildiler.280 Buradan anlıyoruz ki, artık Ye’cûc ve Me’cûc, saldırganlıklarını
sürdürmediler. İşin tarihî yönü böyle. Zülkarneyn, sed
yapmış ve Ye’cüc ile Me’cüc’ûn fesâdını önlemiştir.
276] 18/Kehf, 94
277] 21/Enbiyâ, 96-97
278] S. Buhârî, Tecrîd Tercemesi, IX, 96
279] Muhtasaru Tefsir-i İbn Kesir II, 433
280] 18/Kehf, 97
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 64 -
Enbiyâ sûresi 96-97. âyetlerinden de anlaşılıyor ki, Kıyâmet
kopmadan önce, onlarla bir takım insanlar arasında bir engel olarak
yapılan sed açılacak; onlar insanlara saldıracaklardır.
Bugün Kur’ân’da adı geçen bu sed var mıdır, yok mudur?
Henüz mesele açıklığa kavuşmuş değildir. Yalnız bu sed Zülkarneyn
tarafından yapılmıştır. Ye’cûc ve Me’cûc vardır ve bunların
Kıyâmet kopmadan önce, ortaya çıkıp çekirgeler gibi birçok yerleri
yakıp yıkacakları kesindir. 281
Deccal
Deccâl Nedir? Sözlükte, bir şeyi örtmek, yaldızlamak veya boyamak
manasındaki ‘decl’ kökünden türemiş bir sıfat olup, çok
yalancı, aldatıcı, hilekâr demektir. Kavram olarak ‘deccâl’, ahir zamanda
ortaya çıkıp, göstereceği olağanüstü yeteneklerle insanları
dalâlete sürükleyeceği kabul edilen kişidir.
‘Deccâl’ ile ilgili Kur’an’da herhangi bir bilgi yoktur. ‘Deccâl’ ve
onun faaliyetleriyle ilgili bilgiler hadislerde bulunmaktadır. Daha
çok da ‘mesih deccâl/yalancı mesih’ olarak geçmektedir.
‘Deccâl’ inancı eski dinlerde olduğu gibi yahudilikte ve hıristiyanlıkta
da vardır. Bozulmuş Tevrat ve İncil’de ‘deccâl’ ile ilgili
verilen bilgilere bakılırsa İslâm’daki deccâl inancının onlardan etkilenmiş
olabileceği akla gelmektedir. Ancak birçok meşhur hadis
kitabında ‘deccâl’ ile ilgili pek çok hadis yer almaktadır.
Peygamberimiz (s.a.s.)’den rivâyet ediliyor ki: “Şüphesiz on
alâmet ortaya çıkmadıkça Kıyâmet kopmayacaktır: Doğuda, Batıda ve
Arap yarımadasında bir yerin batması, duman’ın çıkması, deccâl, dabbetü’l
arz, ye’cüc ve me’cüc, güneşin battığı yerden doğması ve Yemen’de bir
ateşin çıkarak insanları toplanacakları yere (haşr yerine) sürmesi.” 282
Deccâlin Özellikleri: Hadislerde geniş bir şekilde ‘deccâl’in
özelliklerinden ve yapacağı işlerden bahsedilir. Buna göre ‘deccal’
bir insandır ve olağanüstü yetenekleri vardır. Rüzgâr gibi hızlıdır.
Yağmur yağdırıp, bitkileri yeşertebilecek. Yanında su ve ateş bulunacak.
Fakat gerçekte onun suyu ateş, ateşi de sudur. Bir gözü
kördür ve patlamış üzüm gibidir. Alnında kâfir yazılıdır. Genç bir
kimsedir, esmer ve parlak tenlidir. Kısa boylu olmasına rağmen
heybetlidir.
Âhir zamanda doğudan gelecek ve müslümanların oturduğu
281] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 393
282] Müslim, Fiten 13, Hadis no: 2901; Ebû Dâvud, Melâhim, hadis no: 4311; Ibn
Mâce, Fiten 25, Hadis no: 4041, 4055
KIYAMET
- 65 -
şehirlerin birinde ortaya çıkacak. Birçok yeri dolaşacak ama Mekke,
Medine ve Mescid-i Aksaya giremeyecek. Önce peygamberlik
sonra ilâhlık davasına kalkışacak, karşı gelenleri cehennem adını
verdiği yere atacak. Ama aslında onun cehennemi cennet gibi,
cenneti ise cehennem gibidir. Bir rivâyete göre Hz. İsa tarafından
Şam yakınlarında öldürülecek. 283
Bütün peygamberlerin ümmetlerini ‘deccâl’ fitnesine karşı
uyardıklarını, Peygamberimizin de duâlarında sık sık ‘deccâl’
fitnesinden Allah’a sığındığını bildiren hadisler bulunmaktadır.
Rasûlüllah (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilir: “Hiçbir peygamber
yoktur ki, ümmetini yalancı köre (deccâla) karşı uyarmamış olsun. Dikkat
edin o kördür… İki kaşının arasında kâfir yazılıdır.” 284
Hadislerden anlaşıldığına göre ‘deccâl’ bir insandır. Çıkacak
yeri ve zamanı tam net değildir. Hatta bir rivâyete göre otuz kadar
‘deccâl’ çıkacaktır.285 Bazı rivâyetlerde ise yetmiş kadar deccâl
çıkacağı ifade ediliyor.
Deccâl hakkında rivâyet edilen hadislerdeki çelişkiler bu konuda
İslâm âlimlerinin farklı yorumlar yapmalarına sebep olmuştur.
Kimilerine göre bu çelişkiler giderilebilecek şeylerdir. Onlara
göre ‘deccâl’ ahir zamanda ortaya çıkacaktır. Kimileri birden çok
deccâlin çıkacağını, Hz. Ali zamanında ortaya çıkan bir kimsenin
ilk deccâllerden olduğunu, firavun ve nemrut gibi inkârcıların
ve onlara benzeyelerin deccâl olabileceğini, onun muhtemelen
Doğudan çıkacağını, onun yanındaki bir günün kırk gün olması;
onunla geçecek günlerin zor olması anlamına geldiğini ileri sürdüler.
Kimileri deccâlin göstereceği olağanüstü olayların bir aldatmaca
olduğunu, deccâlin şer ve bozgunculuğun, hurâfe, yalancılık
ve kötülüklerin sembolü olduğunu söylemişlerdir. Kimileri de
deccâli, insanlığa zararlı inkârcı akımlarla yorumlamışlar. Kimileri
göre de deccâl, küfrü ve inkârı yayan herkestir.
Bazı araştırmacılara göre deccâlle ilgili rivâyetlerin çoğu zayıf
ve birbiriyle çelişkili, hatta Peygamberimizin söylemesinin imkânı
olmayan gerçek dışı rivâyetlerdir. Bir çoğu ahad haber (tek kanalla
gelen rivâyet) olduğu için akaidde delil olamazlar. Dolaysıyla
deccâl bir akaid konusu değildir. 286
Ancak hemen bütün akaid kitaplarında ‘deccâl’in çıkmasının
hak olduğu yer almakta, bu konudaki rivâyetler bir yekûn
283] Müslim, Fiten 20, Hadis no: 2932-2937; Buhârî, Fiten 26-27
284] Müslim, Fiten 20, Hadis no: 2933; Tirmizî, Fiten 62, Hadis no: 2245
285] Müslim, Fiten 18, Hadis no: 2923; Buhârî, Fiten 25
286] Y. K. Çağdaş Tefsiri, 8/88-90
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 66 -
tutmaktadır. (Hâfız İbn Kesir, Deccâl’le ilgili olan 185 rivâyeti el-
Bidâye ve’n-Nihâye isimli eserinde bir araya topladı ve hepsini ayrı
ayrı değerlendirdi. Eşref b. Abdulmaksûd b. Abdurrahim de bu
rivâyetleri el-Mesîhu’d-Deccâl adıyla Mısır’da ayrı bir kitap olarak
yayınladı. Deccâlle ilgili rivâyetler için ayrıca bak.287
Deccâl hakkındaki rivâyetlerden anlaşılması gereken önemli
bir nokta şurasıdır: Deccâl, yeryüzünde inkârcılığı yaymaya çalışan,
kutsal değerlerle savaşan, şer işleri yürüten kişi ve onların yürüttükleri
çalışmalardır. Bu çalışmaların her devirde değişik temsilcileri
olmuştur. Deccal, olağanüstü bir kişilik olmaktan çok, her devirde
şer olan şeyleri temsil eden bir tiptir. Böyle bir tipin olması hem
akıl yönünden mümkündür, hem de müslümanlar için bir imtihan
sebebidir. Mü’minler, kendilerini şerre çağıran, İslâm dışı şeyleri
İslâmí kılıfla sunmaya çalışan bozguncu kimseleri tanımak ve onların
kurduğu düzenlere karşı uyanık olmak zorundadırlar. Deccâl
tipli kişi ve kuruluşların sunacağı su ve ateşe dikkat etmek gerekir.
Zâten mü’minler deccâlı ve onun zararlı faâliyetlerini iman
ferâsetiyle bilirler, deccâl tiplileri iyi tanırlar ve onlarla mücâdele
ederler.
Türkiye’de yakın tarihte ve günümüzde İslâmî değerlere karşı
mücâdele veren, İslâmî hükümleri yürürlükten kaldırmış, güç ve
iktidar sahiplerine halkın ‘deccâl’ demesi oldukça anlamlıdır. Şurası
bir gerçektir ki, tarih boyunca ve günümüzde Hakka karşı çıkanlar
olmuştur ve olacaktır. Hakka karşı çıkanlar da her zaman fesâdı
yayan, şer işleri artıran, zulme sebep olan tiplerdir.
Bunlar arasında halkı çok kolay kandıran, birtakım numaralar
yapan, onları etkileyen yalancı ve sahtekâr ‘deccâl’ tipleridir. Onlar,
halkın karşısına hiçbir zaman asıl yüzleriyle çıkmazlar. Halka
yalan vaadlerde bulunurlar, onlara mutluluk söz verirler ama mutsuzluğu
getirirler. İnsanlara ‘su’ sunduklarını iddia ederler, ama
sundukları ateşten başka bir şey değildir. Onlar Allah’ın hidâyetini
kötü gösterirler, hâlbuki İlâhî dâvet ‘su’ gibi insanlara hayat kaynağı
olmaktadır. Kendilerinde olağanüstü marifetler olduğuna
kitleleri inandırırlar. Çünkü onların nefislerine hitap ederler, gerekirse
onları çeşitli yöntemlerle ikna ederler. İkna olmayanları ise
sindirirler. Ancak onların olağanüstü marifetleri yoktur. Usta göz
boyacı (sihirbaz gibi) oldukları için iyi numara çekerler ve kitleler
de onlara rahatlıkla kanarlar.
Günümüzdeki maddeci, çıkarcı, nefislere hitap eden, bencil
ve dalâlet olan hayat anlayışını insanlara kabul ettirenleri,
287] S. Havva, Hadislerle İslâm Akaidi, 9/345-415
KIYAMET
- 67 -
kendilerini üstün, başkalarını geri sayanları, kitleleri en usta numara,
felsefe ve bilimsel yalanlarla güden ve sömürenleri, bütün
güçlerini Allah’ın davetine karşı kullananları, insanları fikren iğdiş
edip kendi sistemlerinin kulu ve kölesi yapanları deccâller sınıfına
koymak yanlış olmaz.
Hadislerde yer alan çelişkili rivâyetler, adeta masal havasına
büründürülerek anlatılanlar; ya zayıf rivâyetler, ya ravilerin yanılarak
yaptıkları ilaveler, ya da kendi görüşleri olabilir. Bu nedenle
bu konuda dikkatli olup, her rivâyeti bir akaid konusu olarak almamak
gerektiği gibi, rivâyetlerdeki zayıflıklara bakıp ta hepsini
toptan reddetmemek de gerekir.
‘Deccâl’ olayı belki de bâtılın ve küfrün azılı önderlerini (imamlarını)
bir nitelemedir, onların kötülüklerine ve insanları kandırma
konusundaki numaralarına, onların sapıklıklarına bir dikkat çekmedir.
Müslümanları bu gibi kötü kişilere ve kötülük odaklarına
karşı uyanık olmaya, yeri ve zamanı gelince de onlarla mücâdele
etmeye bir çağrıdır. Bütün deccâl işlerinden ve deccâl tipli kimselerin
şerrinden Allah’a sığınırız. 288
Mehdi
Bu kavram ‘hedy-hidâyet’ kökünden türemiş bir kelimedir.
‘Hedy’; doğru yolu bulmak, yol göstermek, hidâyeti göstermek
demektir.‘Mehdi’nin sözlük anlamı, hidâyete eren, doğru yolu
bulan, Allah’ın hakk olan yola yönelttiği kimse demektir.
Bu kelime sözlük anlamına uygun olarak şairler tarafından
Peygamberimizi övmek için kullanılmıştır. Ayrıca dört halifeye de
‘mehdi’ dendiği olmuştur. (Hutbelerde okunan duâlarda dört halife
hakkında ‘mürşidiyyun-mehdiyyun- irşad ediciler, hidâyette
olanlar’ şeklinde övgü cümleleri geçmektedir.) Hz. Hüseyin ve bazı
halifeler hakkında övgü sözü olarak ‘mehdi’ sıfatı kullanılmıştır.
İslâm tarihinde ‘mehdi’; kendisinden önce zulüm ve haksızlıkların
alıp yürüdüğü yeryüzünü, adâletle dolduracağı, İslâm’ı
hâkim kılacağı sanılan kişidir. Mehdi’nin günün birinde geleceği
ile ilgili hadis kitaplarında ahad (tek râvi kanalıyla gelen) hadisler
bulunmaktadır, ama bunların içerisinde birbiriyle çelişen haberler
vardır. Buhârî ve Müslim’in kitaplarında ise Mehdi kelimesi geçen
bir hadis yoktur. Kur’an’da mehdi’yi gösteren en ufak bir işarete
de rastlamak mümkün değildir.
Bazı hadis rivâyetlerine göre Mehdi, ehl-i beyt’tendir ve
288] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 136-139
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 68 -
Fâtıma (r. anhâ) soyundandır.289 Dünya hayatının sona ermesine
bir gün bile kalsa Mehdi’nin gönderileceği haber veriliyor. 290
İlk dönem itikat kitaplarında Mehdi konusu yer almamıştır.
Ancak daha sonra yazılan akaid kitaplarında Mehdiden bahsedilmektedir.
Mehdi’den bahseden hadisler mütevatir olmadığı
için, bu konu iman konuları içerisinde yer almamıştır. Ancak İslâm
tarihinde Mehdi iddiasıyla birçok insan çıktı, insanlar bazılarına
mehdi diye uydular ve birçoğu da bir mehdi beklentisi içerisinde
oldular.
Mehdi meselesi İslâm tarihinin başlangıcında ortaya çıkan
siyasí tartışmalar ve siyasí mezhebleşmelerden sonra daha çok
gündeme gelmiştir. Özellikle Şii’lerde mehdi inancı dinin esasından
sayılmıştır. Onlara göre beklenen bir mehdi (mehdi-i muntazar)
gelecek, kendilerini zulüm ve baskıdan kurtaracak, yeryüzüne
adaletle dolduracaktır. Bu bakımdan onlar, kendilerine öncülük
eden Ehl-i Beyt imamlarına mehdi gözüyle bakmışlar ve onlara
itaat etmişlerdir. Onlara göre mehdi, Fâtıma (r.anhâ) soyundandır,
günahsızdır ve olağanüstü özellikleri vardır. Şii’lerin çeşitli
kollarına göre ayrı mehdiler vardır. Onların en büyük kolu olan
İmâmiyye’ye göre ise ‘beklenen mehdi’, On ikinci İmam, Ebû’l Kasım
Muhammed b. Hasan el-Mehdi’dir. O, küçük yaşta kaybolmuştur
(gâibtir), yeniden gelecek ve zulümleri önleyecektir.
Ehl-i Sünnet müslümanlarının da mehdi beklentisi vardır, ama
onların beklediği Mehdi olağanüstü bir kimse değildir. İyi bir insan
ve takvâ sahibi bir önderdir.
Anlaşıldığı kadarıyla Mehdi inancı siyasî olayların müslümanları
fırkalara ayırmasından sonra daha çok gündeme gelmeye başlamıştır.
Ahad ve zayıf haberlerin dışında sağlam dayanağı bulunmamaktadır.
İslâm tarihinde birçok Mehdiler çıkmıştır. Çevresine
adam toplayıp saltanat sürmek isteyen niceleri veya zâlim yöneticilerle
mücadele etmek isteyen iyi niyetli önderlerinin bir kısmı
bu Mehdilik beklentisinden yararlanmışlardır. Tarih boyunca nice
sahtekârlar, çıkar sağlamak ve halkın üzerinde etkili olabilmek
için mehdilik inancını istismar etmişlerdir. Günümüzde bile bazı
açıkgözler zaman zaman bu beklentiden yararlanmayı deniyorlar.
İşin garibi bu gibi konuların istirmacısı bulanabileceği bilinmesine
rağmen ‘mehdiyim’ diye ortaya çıkanlar çevrelerine adam toplamayı
hâlâ başarabiliyorlar.
289] Ebû Dâvud, Mehdi, Hadis no: 4282-4284; Ibn Mâce, Fiten 34, Hadis no:
4082-4088
290] Ebû Dâvud, Mehdi, Hadis no: 4282-4283
KIYAMET
- 69 -
Mehdi beklentisi birçok müslümanı ümitsizliğe ve görevini
yapmamaya sevketmiştir. Öyle ya mehdi gelecek ve dünyayı düzeltecek,
zulümleri önleyecek, insanlara hidâyet dağıtacak… Bu
hayal nicelerini boş beklentilere sevketmiştir. Niceleri bu umut sebebiyle
yapması gereken en basit görevleri bile savsaklamış, kendisine
zulmedenlerle mücadele etmeyi terketmiş, zâlimlere karşı
çıkma görevini gelecek mehdiye bırakmıştır.
Allah (c.c.) dilediği araç ve insanla dinini destekler. O dininin
yaşanabilmesinin araçlarını dilediği gibi yaratır. Hidâyet O’nun
elindedir, dilediğine verir. O’nun gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm
Kıyâmete kadar değişmeden kalacaktır. O Kur’an ki en büyük
hidâyet aracıdır. İnsanlara düşen Kur’an’ı anlamak ve O’na uymaktır.
Hayalleri (ümniyye’yi) bir tarafa bırakıp yapması gerekeni
gücü yettiği kadar yerine getirmektir.
Mehdi beklentisi müslümanların ne imanlarını artırır ne de
sâlih amellerini. Müslümanlar işlerini ve çalışmalarını gelmesi
muhtemel mehdilere göre ayarlamazlar. Onlar, inandıklarını hayatlarından
uygulamaya çalışırlar. Sonuç Allah’a âittir.
Şimdiye kadar çıktığı iddia edilen ve hâlâ çıkmaya devam eden
bu mehdilerden acaba hangisi gerçek mehdidir? Kaynaklarda bir
sayı ve zaman verilmediğine göre hepsini de mehdi olarak kabul
edecek miyiz? Bundan sonra ortaya çıkan mehdi adaylarına karşı
nasıl bir tavır takınacağız?
İşin tuhafı, tarihten beri ortalıkta bu kadar mehdi adayı olmasın
rağmen müslümanların durumlarında pek bir değişiklik
görünmemektedir. Ne mehdinin mesajını anlayıp kendini düzeltenler
var; ne de zâlimlerin zulmünün son bulması. Bu mehdi
adaylarının bir marifetleri varsa, müslümanların saf inançlarını
maddeye çevirme işlerinden vazgeçsinler de biraz da asıl işlerine
dönsünler(!) İslâm ümmetinin dertlerine bir çözüm bulsunlar,
İslâm ülkelerindeki tağutların hâkimiyetlerine ve zulümlerine bir
dur desinler.
Kur’an, müslümanlara Mehdi beklemeyi değil; iman etmeyi
ve imanın gereğini yapmayı tavsiye ediyor. Bunu yapmayanlar ise
zarar edeceklerdir. 291
Eğer Mehdi’yi hidâyete götüren, hidâyet veren şeklinde anlarsak;
Kur’an en büyük mehdi’dir (hâdî-hidâyete erdicidir). İnsanlar
bu mehdi’ye uyarsalar doğru yolu bulurlar ve kurtuluşa
ererler. Kur’an’ın kendisi de insanları sürekli bu kurtuluşa dâvet
291] 103/Asr, 1-3
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 70 -
etmektedir. 292
Sahte Peygamberlik ve Hz. İsa’nın Nüzûlü
İslâm düşmanlarına, müslümanlara karşı girişecekleri savaş
için silâh ve harp malzemelerinin çoğunun (belki tümünün), tarihten
bugüne müslümanlar veya müslüman kabul edilenlerden
geldiği unutuluyor, görmezlikten geliniyor. Salman Rüşdi’lere
kızarken, onlara temel malzemeyi veren “Garanik olay” diye bilinen
İsrâiliyat hurâfelerini eserlerine geçiren âlimler görülmek
istenmiyor. Kadın hakları konusunda İslâm’a çatanlar değerlendirilirken,
kadına zulmü dine rağmen, ama din adına emir ve teşvik
eden âlim kabul edilen câhiller değerlendirme dışında tutuluyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Mezarcı olayı da böyle. Hâlâ,
müslümanlar, bu konuda suçu düzene, düzenin işkencelerine ve
medyaya atarken, klâsik kabulleri tahlile tabi tutmaya yanaşmıyor,
malzemenin çıkış noktasını dikkatlerden kaçırıyor. Elbette, İslâm
düşmanı düzenin ve irticâ yaygaraları ile buna çanak tutan medyanın
her konuda olduğu gibi bu olayda da suçunu hiç kimse küçük
göremez. Ama bu meselenin arka planını görmemize engel
olmamalı.
Bu olayı, müslümanlar cephesinden değerlendiren bazı yetkili
ve etkili kimseler, olayı yumuşak üslûpla ve suçu İslâm düşmanlarına
çatmakla geçiştiriyorlar. Sahte peygamberlik iddiasında bulunmayı
ve bunun fikrî alt yapısını oluşturan yanılgıları, muvahhid
müslümanlar olarak biz açık yüreklilikle, hak ve hakikat adına
gündeme getirmeyince bazı Bel’amlar ve medyatik din tüccarları
da tam tersine rol üstleniyor, boşluğu dolduruyor. İlâhiyat dekanları
boy gösteriyor: “Sahibinin sesi” stüdyolarında, ifratla tefrit yer
değiştiriyor. Bu sefer de, İslâm düşmanlarının suçu örtbas edilerek
farklı yanlış alternatifler sunuluyor, kaş yapılırken bu sefer de göz
çıkarılıyor. Bir bâtıla/hurâfeye başka daha büyük bâtıl/tağûtî düzen
adına karşı çıkılıyor.
Tarihte birçok sahte kurtarıcılar, mehdiler, Mesihler ve yalancı
peygamberler çıkmıştır. Bu gidişle daha çok da çıkacaktır.
Hz. Muhammed (s.a.s.), peygamberlerin sonuncusudur, onunla
peygamberlik mühürlenmiştir.293 Buna rağmen, daha peygamberimizin
sağlığında yalancı peygamberler çıkmaya başlamıştır.
Müseylime’den sonra da nice müslümancıklar, câhil müslümanların
kafasını karıştırmaya çalışmışlardır. “Mütenebbî” denilen bu
sahte peygamberler, ya şöhret düşkünü insanlardır veya dünyevî
292] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 390-392
293] Bk. 33/Ahzâb, 40
KIYAMET
- 71 -
menfaat için dini satan bezirgânlar; ya da deliler. “Deli” deyince
biraz durmak lâzım. Evet, delinin biri, bir kuyuya bir taş atar, kırk
milyon akıllı çıkarmak için uğraşır durur. Ama bu kavramda durmak
lâzım: Televizyon ekranlarında saatlerce konuşturulan Mezarcı,
kendisine “deli!” diyenlerin bu suçlama mı, suçsuzlaştırma
mı olduğu tartışılması gereken iddianın ne kadar yanlış olduğunu
ortaya seriyor. “Deli” suçlamasıyla Kemalistler, Atatürk’e hakaret
edenlerin “meczup” ve “deli” olduğunun sağlaması ve müslümanlar
tarafından da itirafı olarak görüyor, İslâmcılara bir gol
atmaya çalışıyor. Deli denen cin akıllı ise, bu “suçsuzlama”yı iddiasına
delil diye kullanıyor: “İnanmayan insanlar, her peygambere
‘deli’ demişti; Deli denilmem, benim peygamberliğimin delilidir.”
Ahmed Kadıyânî, Reşad Halife, Evrenesoğlu, M. Ali Ağca ve
şimdilik en son da Hasan Mezarcı. Bunlara deli deyip meseleyi hallettiğini
zannedenler, aslında çöpleri halının altına koyup geçici
ve iğreti bir temizlikle iş yaptıklarını sanıyorlar. Delilikte ölçü nedir?
Hangi verilerden yola çıkılarak birine deli deniyor?
Kendi tezi ve savunması doğrultusunda tutarlı, mantıklı,
muhâtaplarının oyunlarına düşmemeye çalışan, ikna etme gayretinde
aklının öne çıktığına şahit olduğumuz birine deli demekte
kullandığımız ölçü nedir? Hangi verilerden yola çıkılarak deli deniyor?
Bu, peygamberlik iddiasını ciddiye almamak için yapılıyorsa,
hem yalan, hem de yanlış olur ve eski müşriklerin tavrına benzer.
İtirazlar, çürütülebilecek zayıflığa indirgenir. Zaten medya ciddiye
alıyor veya işlerine öyle geldiği için ciddiye alıyor gözükerek kullanıyor.
Hz. Peygamber’in bi’setinde, o günün medyası konumundaki
çıkar çevreleri ve egemen güçler Nebî’yi ciddiye almıyor, deli
diyorlardı; iyi niyetli insanlarsa ciddiye alıyor, dinliyorlardı; şimdi
tam tersi: Medya ciddiye alıyor, samimi müslümanlar deli diyor. Bu
tabir, ona direkt tavır almayı önlemek için kullanılıyorsa, bu doğru
mudur, hangi şer’î ölçüler yüzünden ve niçin? Bu tür hüsn-i zannı
(deli demek, bazen insan için hüsn-i zan olabiliyormuş, buna da
şahit olduk!) uluorta herkes için kullanırsak, kimseyi tekfir edemeyiz,
istismarcı ve sahtekârları önleyemeyiz. Allah, bizimle savaşan
İslâm düşmanlarına karşı savaşırken bile aşırı gitmemizi yasaklar.294
Kur’an’da herkese karşı adâletli ve hakkın şahitleri olmamız emredilir.
Bu yasaklar, olayın diğer yönünü de kapsar. Müslümanın
ölçüsü bellidir; Allah için sevmek, Allah için buğzetmek.
Küfür, şirk, Allah’a iftira, kimden gelirse gelsin karşı çıkmak,
Allah dostlarının temel ölçüsü olmalıdır. Dost kabul edilenlere,
294] 2/Bakara, 190
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 72 -
dün bizden olduğunu gördüğümüz veya öyle sandığımız insanlara
karşı da ölçülü, adâletli ve hakkın şâhidi olmalıyız. Yalan, iftira
hele Allah’a karşı yapılıyorsa, hiçbir müslümanın hiçbir gerekçe ile
bunu temize çıkartmaya çalışması yakışık almaz. Unutmayalım ki,
şeytanın varlığı günaha mâzeret olmadığı gibi, İslâm düşmanlarının
varlığı ve zulümleri de Allah’a iftira atıp insanları ifsâd etmenin
mâzereti olamaz.
İslâm mı öncelikli; müslüman mı? Müslümanı (ya da daha önce
müslüman olduğunu zannetttiğimiz kimseyi) temize çıkarırken
İslâm dâvâsını lekelemiş oluyorsak, bu, iyi niyetle de olsa işlenmiş
bir cinâyet değil midir? Bir kimseye “deli” deyip yeterli ve net tepki
göstermediğimiz için, onun etkisinde kalan tek bir kişinin bile
İslâm’dan sapmasına vesile olur, ya da seyirci kalırsak, bunun bedelini
nasıl öderiz? Bir kavme düşmanlığımız haddi aşmaya sebep
olmamalı, bir kimseye sempatimiz de, İslâm’ın korunması gerekli
sınırlarının çiğnenmesine yol açmamalı. “Eskiden samimi müslümandı”
diye, bir zamanlarki tebliğinin ve dâvâ adamı olmasının
bedelini dinin ödemesine rızâ mı gösterelim? Sahâbenin içinden
bile irtidat edenler çıktı, Habeşistan’a hicret eden ilk müslümanlardan
hüsn-i hâtime ile hayatını noktalayamayan hayli insan vardı.
Hele şirkin hâkim ve İslâm’ın mahkûm olduğu yerlerde müslüman
olmaktan daha zordur müslüman kalmak ve müslüman
ölebilmek. Hz. Yûsuf gibi biz de duâ ediyoruz: “Ey gökleri ve yeri
yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim velimsin/sahibimsin. Beni
müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat.” 295
“Deli” deyimini bir başka açıdan ele alırsak, her şirk koşanın,
inkârcı kâfirin de deli olduğunu söyleyebiliriz; hem de Kur’an’dan
delil getirerek: “Onların (müşriklerin, inkârcıların) kalpleri vardır, ama
onunla akletmezler/gerçeği kavramazlar...”296 Elbette her müşrik, bu
anlamda delidir; ama bu, onun sorumluluğunu kaldırmaz. Yalancı
peygamberliklerini iddia edenler için de hükmümüz daha farklı
olamaz. Mutlak doğru, yani hak, herkes için ve her konumda doğrudur;
beşerin doğruları gibi göreceli değildir. “Onlar akletmiyorlar”,
ama biz, zâhire göre hükmetmek zorundayız. Kimsenin kalbini
yarıp bakamayacağımız gibi, beynini de açıp göremeyiz. Dünyevî
çıkarları konusunda aklını kullananlara, delilere tanınan dünya ve
âhiretteki cezâdan kurtulma avantajlarından yararlandırma hakkını
veremeyiz. Elbette Allah’ın âhiretteki hükmünü bilemeyiz. Allah,
bizim bilmediğimiz tüm sırları da bilendir, hüküm O’nundur,
O, cezâ gününün yegâne sahibidir. Düzene muhâlefet açısından
295] 12/Yûsuf, 101
296] 7/A’râf, 179
KIYAMET
- 73 -
iyi bir bahane olsa da, gerçekliği tartışılacak şekilde hakka bâtılı,
bâtıla da hakkı karıştırmamalı; gerçek zâlimlere, çürük delillerle
onları mâsum kılacak, ispatlanamayacak isnadlarda da bulunmamalıyız.
Gerçek zulümleri yeterli, İslâm düşmanlarını ve zulüm düzenlerini
dışlamak için. Sonra, her içeri girip çıkana deli diyecek
olursak, nice tevhid eri olan fikir adamı, âlim bundan payını alacak;
kimseyi ciddiye alamayacağız. Onların ciddi çalışmalarına da
şüphe ile bakacağız.
Olayın adını doğru koyalım, atlas veya ipek kostümler içinde,
üç dini temsil ettiğinin simgesi olduğunu söylediği üç parmak havada
işaretiyle, Türk bayrağının yanında, ordu ve devlet düşmanı
olmadığını ısrarla vurgulayan, devletin hak ettiği emekli maaşını
vermediğini, bunu almak için uğraş verdiğini sızlanarak anlatan
peygamber(!) fotoğrafını doğru okuyalım: Bu, her şeyden önce
Allah’a apaçık iftiradır. “Beni peygamber kıldı, bana vahyediyor,
benim mûcizelerim var, ben Meryem oğlu İsa Peygamber’im” demek,
nice câhil müslümanın kafasını karıştırmak; hafife alınacak,
yumuşakça geçiştirilecek bir suç olmamalı... Buna cevap verirken
de Hz. İsa’nın nüzûlüyle ilgili Kur’an’la sağlaması yapılamayan
rivâyet ve ihtilâfları gündeme getirmek ve bu çelişkilere sahip çıkmak
da, hem bu olayların temel sebebi olması ve hem de bunlara
rağmen istismarlara dur denecek ve onları suçlayacak çözüm bulunulamaması
yönüyle büyük yanlışlıklardır...
“Kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim olabilir? Onlar
(Kıyâmet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de: ‘İşte bunlar
Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir’ diyecekler. Bilin ki, Allah’ın lâneti
zâlimlerin üzerinedir. Onlar, (insanları) Allah’ın yolundan alıkoyan ve onu
eğri göstermek isteyenlerdir. Âhireti inkâr edenler de onlardır.” 297
“Allah’a karşı yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken,
‘bana da vahyolundu’ diyenden ve ‘ben de Allah’ın indirdiği
âyetlerin benzerini indireceğim’ diye söyleyenden daha zâlim kim vardır?!
O zâlimler, ölüm dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara:
‘Haydi (bakalım bizim elimizden) canlarınızı kurtarın, Allah’a karşı gerçek
olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan
ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezâlandırılacaksınız!’ derken onların halini
bir görsen!” 298
Hâtemu’l-Enbiyâ, yani peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed
(s.a.s.)’dir. “Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbir inin babası
değildir. Fakat o, Allah’ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.
297] 11/Hûd, 18-19
298] 6/En’âm, 93
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 74 -
Allah her şeyi hakkıyla bilir.” 299
Şimdi, Hz. İsa’nın ölüp ölmediği, göğe kaldırılması ve Kıyâmete
yakın yeryüzüne inip inmeyeceği konusunu delillerle inceleyelim:
Hz. İsa’nın Ref’i ve Nüzûlü Meselesi: Hıristiyan kaynaklarına
göre Hz. İsa, yahûdilerin şikâyeti üzerine, Romalılar tarafından
çarmıha gerilmiş ve haçta insanların günahı için ölmüştür. Gömülmesinden
üç gün sonra kıyam etmiş, havârilerine görünmüş, onlarla
yemek yemiş ve sonunda göğe yükselerek Allah’ın yanına
çıkmış, O’nun sağına yerleşmiştir. Kıyâmetten önce dünyaya gelecek,
dünyayı sulh ve adâletle dolduracak, kendisine inanmayanlardan
öç alacak ve saltanatı ebedî olarak sürecektir. 300
Kur’an, Hz. İsa’nın öldürüldüğü ve çarmıha gerildiği tezini
reddetmektedir. O öldürülmemiş, çarmıha gerilmemiştir. Allah
onu kendi katına “ref” etmiş, yüceltmiş ve yükseltmiştir.301 Hz.
İsa’ya ait bu yüceltme ve yükseltme işinin beden ile mi, yoksa ruh
ile mi; beden ve ruh diri olarak mı, yoksa beden ölü olup yalnız
ruh olarak mı gerçekleştiği hususu müphemdir. Bu konu, asırlar
boyu Kur’an yorumcularını meşgul etmiştir. Bunu aydınlığa kavuşturmaya
çalışan tarih ve kıssa yazarlarıyla müfessirler belli ölçüde
yahûdi ve hıristiyan kaynaklarından ve onların sözlü geleneğinden
etkilenmişlerdir. Kezâ Hz. İsa’nın nüzûlü ve Kıyâmetten önce
dönüşü konusu da tartışılmaktadır. Eldeki rivâyetlerin gözden geçirilerek
değerlendirilmesinde fayda vardır. Hadis rivâyetlerinde
yer alan Hz. İsa’nın dönüşü konusu müfessirleri, âyetlerde geçen302
kelimeleri yoruma (te’vil) zorlamış ve “âhad” olsalar da hadisleri
değerlendirmeye almışlardır. Gerçekten de bu haberlerde,
oldukça detaylı bilgiler yer almaktadır. İki asırdan beri hıristiyan
ilâhiyatçıların ve oryantalistlerin Hz. İsa’nın dönüşü konusunu
değişik metodlarla müslüman câmia içinde yayma gayretlerinin
doğurduğu antipatinin de tesiriyle İslâm dünyasında konu bazı
bilginlerce yeniden ele alınmış ve selef çığırının dışına taşan tartışma
ve yorumlara neden olmuştur. 303
Bazı müfessir ve âlimler, bu konuda fazla yorum yapmak istemezler.
“Allah buyurmuştu ki: ‘Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime
yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları
Kıyâmete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz Bana
299] 33/Ahzâb, 40
300] Korintoslulara 1. Mektup, 15/22 vd.
301] 4/Nisâ, 157-158
302] 3/Âl-i İmrân, 55; 4/Nisâ, 156-159; 5/Mâide, 117
303] Abdullah Aydemir, Peygamberler, D.İ.B. Y. s. 254
KIYAMET
- 75 -
olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda Ben
hükmedeceğim.”304 Seyyid Kutub, bu âyetin tefsirinde şunları söyler:
“Onun vefatı ve ref’ edilmesi mugayyebâta ait bir husus olup,
te’vilini Allah’tan başkasının bilemeyeceği müteşâbih meselelerdendir.
Zaten bunun ötesinde akîdeye ve şeriata müteallik, fazla
bir mesele de yoktur. 305
Mevdûdî, Nisâ, sûresi, 158. âyetindeki “Allah onu kendisine yükseltti”
ifadesini tefsir ederken şöyle der: Burada Allah, meselenin
gerçeğini anlatıyor. Kur’an yahûdilerin Hz. İsa’yı öldürmeyi başaramadıklarını,
Allah’ın onu kendisine yükselttiğini açıkça söyler;
fakat meselenin nasıl olduğunu ve ayrıntıları konusunda sessiz
kalır. Ne Allah’ın onu bedeni ile birlikte yeryüzünden gökteki bir
yere yükselttiğini, ne de onun diğer insanlar gibi ölüp rûhunun
göğe yükseltildiğini belirtmez. Mesele o kadar kapalı bir dille
anlatılmıştır ki, olay hakkında, olayın olağanüstü mûcizevî olduğunu
söylemekten başka bir yorum yapmak imkânsızdır. 306
Aynı âyetle ilgili Muhammed Esed, Hz. İsa’nın beden olarak
semâya yükseldiğini kabul etmez ve şu açıklamayı yapar: “Allah
onu kendi katına yükseltti” 307 “Âyette Allah, Hz. İsa’ya ‘Seni ölüme
yollayacağım ve katıma yücelteceğim’ buyurur. ‘Refaahû’ (lafzen,
onu yüceltti yahut onu yukarı çıkarttı), bir insanın ref’ edilmesi fiili,
ne zaman Allah’a atfedilmişse, her zaman “onurlandırma”, yahut
“yüceltme” anlamlarına gelir. Kur’an’ın hiçbir yerinde, Allah’ın
Hz. İsa’yı yaşadığı sırada bedensel olarak cennete “yükselttiği”
şeklindeki yaygın inancı destekleyen bir beyan yoktur. Yukarıdaki
âyetteki “Allah onu kendi katına yüceltti” ibâresi, Hz. İsa’nın
Allah’ın özel rahmeti mertebesine yükseldiğini gösterir; “rafe’nâhu
(onu yücelttik)” fiilinin İdris Peygamber ile bağlantılı olarak kullanıldığı308
âyetinden açıkça anlaşılacağı gibi bu, bütün peygamberlerin
yararlandıkları bir lütuftur. 309
Müfessirlerden çoğunun kanaatine göre Hz. İsa, rûhu ve cesediyle
birlikte göğe yükselmiştir ve âhir zamanda tekrar yeryüzüne
inecektir. Bir kısım müfessirlere göre de göğe yükseltilen, İsa
(a.s.)’nın cismi değil; rûhudur. Kur’an’da ifade edilen “Seni Bana
yükselteceğim”310 hitabıyla kast edilen, Hz. İsa’nın rûhudur. Çünkü
304] 3/Âl-i İmrân, 55
305] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’an, Hikmet Y. c.1, s. 297
306] Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an, İnsan Y. c. 1, s. 380
307] 4/Nisâ, 158
308] 19/Meryem, 57.
309] Muhammed Esed, İslâm Mesajı, İşaret Y. c. 1, s. 177
310] 3/Âl-i İmrân, 55
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 76 -
rûh, insanın hakikatidir. Ceset, emanet elbise gibidir, artar eksilir.
Değişmeyen insanın rûhudur.311 Yine Hz. İsa’nın göğe kaldırıldığı
kabulünün müslümanlara hıristiyan inançlarından geçtiği belirtilerek
bu olay şöyle değerlendirilir: Gök ile kast edilen, maddî gök
ise bu, yıldızlardan, galaksilerden ibârettir. Yani İsa, şu yıldızlardan
birine mi çıkarılmıştır? Eğer kast edilen mânevî gök ise oraya
ceset gitmez, rûh gider; çünkü orası maddî değildir. 312
Kur’an, İsa (a.s.)’nın göğe yükseltildiğini değil; Allah’a yükseltildiğini
söyler: “Bel rafaahu’llahu ileyh”313 cümlesi: “Allah, onu göğe
yükseltti” değil; “Allah, onu kendisine yükseltti” anlamındadır. Bu
konuyla ilgili diğer âyette de aynı ifade vardır.314 Göğe yükseltmek
başka, Allah’a yükseltmek başkadır. Allah’ın onu kendine yükselttiği
mecburen kabul edileceğine göre, onun göğe yükseltildiğini
söylemek, Allah’a belli bir mekân tahsis etmek olur. Oysa Yüce
Allah her yerdedir. İsa’nın Allah’a yükselmesi için göğe çıkması
gerekmez. Allah, göklerin de yerin de ilâhıdır. Allah’ı gökte imiş
gibi düşünüp Allah’a yükseltilen İsa’nın göğe yükseltildiğini söylemek,
âyetin ifadesine uymamaktadır. Âyetin anlamı, İbn Cüreyc’in
dediği gibi, Allah’ın İsa’nın rûhunu yüceltmesi, şânını yükseltmesi,
katında O’na değer vermesi demektir.
Yüce Allah, Hz. İsa’yı saldırganların elinden kurtarmak sûretiyle
mânevî derecelere nâil eylemiş, şânını yüceltmiştir. Nitekim
“Kıyâmet gününe kadar sana uyanları, inkâr edenlere üstün kılacağım”315
âyetinden bu anlam anlaşılmaktadır. Gerçekten Hz. İsa’ya uyan
ve ona yakın olanlar yahûdilere hâkim olagelmiştir. Bu da onun
Allah katındaki şânının yüceliğini gösterir.
Müfessirlerin “Seni vefat ettireceğim, Bana yükselteceğim.”316
âyetini, genellikle İsa’nın göğe çıktığı şeklinde tefsir etmelerinin
başlıca iki etkeni vardır: Bunlardan birincisi ve en önemlisi, hıristiyanlar
ve yahûdiler hakkındaki âyetlerin izahı için İslâm’a yeni
girmiş olan yahûdi ve hıristiyan âlimlerine başvurmaları ve onların
söylediklerini tam gerçek kabul edip aktarmalarıdır. İkinci etken
de, İsa’nın (a.s.) göğe çıktığı ve âhir zamanda yere inip Deccal’ı öldüreceği,
haçı kıracağı ve İslâm şeriatıyla amel edeceği hakkında
anlatılan hadis rivâyetleridir.
Âl-i İmrân 55. âyetiyle Mâide, 117. âyetine göre Hz. İsa’nın
311] Tefsîru’l-Menâr, 3/316-317
312] S. Ateş, Kur’an Ans. 10/206
313] 4/Nisâ, 158
314] Bk. 3/Âl-i İmrân, 55
315] 3/Âl-i İmrân, 55
316] 3/Âl-i İmrân, 55
KIYAMET
- 77 -
bedeninin öldüğü açıkça belirtilmiştir. Ama Hz. İsa’yı başkaları öldürmemiş,
Allah onu eceliyle vefat ettirmiştir. Yükseltilen onun
mânevî derecesi, Allah’ın katına çıkan rûhudur. Zaten bütün peygamberlerin
ruhları Allah’ın huzuruna çıkar, O’ndan ikram görür.
Hz. İsa’nın vefatını haber veren âyetleri, âhad haberlere dayanarak
te’vil etmek yerine bu hadisleri te’vil etmek daha doğrudur.
Bu hadisler şöyle te’vil edilir: İsa’nın rûhu, yani ümmeti mahvolmadı,
daha yaşayacaktır. Fakat Kıyâmetten önce bu rûh, yani İsa
ümmeti, İslâm’a dönecektir. Bu hadislerden, hıristiyanların bir gün
müslüman olacakları değerlendirilebilir. Said Nursi bu kanaattedir.
Meşhur müfessirimiz Elmalılı Hamdi Yazır da yaklaşık bunu söylemektedir:
“Her peygamberin rûhânî eceli, ümmetinin ecelidir. Rûhânî
ecelleri tamam olmuş nice peygamberler var ki Kur’an’da zikredilmemişlerdir.
Allah’ın seçkin peygamberleri içine giren büyük
peygamberlerin, derecelerine göre rûhânî semâda bekaları devam
etmektedir ki bunlar da İbrahim âilesidir. İmrân âilesi de bunlardandır.
İsa’nın cesedi Allah’a kaldırılmış, fakat İsa’nın rûhu da
kabzedilmemiş, yani ümmetinin eceli gelmemiş, İsrâiloğullarının
sû-i kastı, hilesi ile hıristiyanlık mahvolmamış, yaşamış ve İsa’nın
rûhu, Mûsâ maiyetinde (beraberliğinde) yaşamıştır. Bunun için
mahvoldu zannedilen bir avuç tabileri, bu rûhtan istifade ederek
kısa bir zamanda yahûdilerin üstünde bir hayata kavuşmuşlardır.
Ve nihâyet Hz. Muhammed’in (s.a.s.) gelmesiyle hepsi, Hz.
Muhammed’in rûhunun emri altına geçmiştir. Artık bundan sonra
İsa da diğer peygamberler gibi, Muhammed’in (s.a.s.) rûhu maiyetindedir.
Bir gün gelecek, ümmet-i Muhammed’in daraldığı
bir devirde, Allah’ın garib bir kelimesi olan İsa’nın rûhu ortaya
çıkacak, Muhammed’in rûhu maiyetinde hizmet edecek ve fakat
Kıyâmetten evvel vefat eyleyecektir.” 317
Muhammed Abduh da bu konuda şöyle diyor: “Bu te’vile göre
İsa’nın zamanı, insanların İslâm şeriatının rûhuna bağlanacakları
ve şekilleri bırakıp içleri ıslah için İslâm şeriatının özüyle amel edecekleri
zamandır.” 318
Müfessirlerden bir kesimi, Hz. Peygamberimiz’in Miraç’ta Hz.
İsa ve Hz. Yahyâ’yı ikinci gökte görmüş olmasını Hz. İsa’nın rûhu
ve cesediyle göğe çekilmesiyle ilgili delillerden biri sayar. Eğer Hz.
Peygamber’in Miraç’ta görmesi Hz. İsa’nın cesediyle göğe çıktığına
delil ise, Hz. Yahyâ’nın ve diğer peygamberlerin de cisimleriyle
317] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. c. 2, s. 1112-1114
318] M. Reşid Rızâ, Tefsîru’l Kur’âni’l-Hakîm, c. 3, s. 317
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 78 -
göğe çıktığına delildir. Çünkü Hz. Peygamber, öteki peygamberleri
de çeşitli göklerde görmüştü. Oysa hiç kimse, başka bir peygamberin
rûhu ve cesediyle birlikte göğe çıktığını ileri sürmemiştir.
Zaten bütün peygamberlerin rûhları yücelere, melekût âlemine
yükselirler.
Hz. İsa’nın nüzûlü, Kur’an’da geçmez. Bu konudaki kabul,
mütevâtir olmayan hadis-i şerif rivâyetlerine, yani haber-i vâhide
(âhad hadislere) dayanır. Bu hadislerin sahih olduğu kabulünden
dolayı, bazı âyetler bu hadisler çerçevesinde yorumlanmış,
te’vil edilmiştir. Aslında hadislerin Kur’an’a arzedilmesi, Kur’an
âyetlerine göre tashih, te’vil ve yorumlarının yapılması daha doğru
bir yol kabul edilseydi, bu zorlama te’viller yapılmazdı. Bu konuyla
ilgili bazı hadis rivâyetlerini görelim:
Hz. İsa’nın Gökten İneceğini İfade Eden Hadis
Rivâyetleri
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, muhakkak yakında
Meryem oğlu İsa, âdil bir hâkim olarak inecektir. O, haçı kıracak,
domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. O zaman, mal o kadar artacak ki,
onu kimse kabul etmeyecek. Artık Allah’a bir kere secde etmek dünya ve
dünyanın içinde olan her şeyden daha hayırlı olacaktır.” 319
“Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde mücadeleye Kıyâmet
gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa ibn Meryem de iner. Bu
müslümanların reisi: ‘Gel bize namaz kıldır!’ der. Fakat İsa (a.s.): ‘Hayır!’
der, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emîrsiniz.” 320
“İbn Meryem gökten sizin yanınıza indiği zaman devlet reisiniz kendinizden,
namazda imâmınız olduğu (İsa da imâmınıza uyduğu) halde
bakalım nasıl olursunuz?” 321
“Meryem oğlu (İsa a.s.), Feccu’r-Ravhâ adlı mevkide, hac yapmak veya
umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için telbiye getirecektir.”322
Bir hadis rivâyetinde “Meryem oğlu İsa Kıyâmetin 10
alâmetinden biri” sayılmakla beraber onun gökten ineceğinden
söz edilmez,323 Bazı hadis rivâyetlerinde, “Şam’daki beyaz minareye
319] Buhârî, Büyû 102, Mezâlim 31, Enbiyâ 49; Müslim, İman 242, hd. no: 155;
Ebû Dâvud, Melâhim 14, hd. no: 4324; Tirmizî, Fiten 54, hd. no: 2234; Ahmed
bin Hanbel, II/240, 294, 538; Tecrîd-i Sarih Terc. c.6, s. 532
320] Müslim, İman 247; Küt. Sitte, 14/274
321] S. Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc. c. 9, s. 182
322] Müslim, Hacc 216, hd. no: 1252; Küt. Sitte Terc. c. 13, s. 152, Buhârî Tecrîd-i
Sarih Terc. c.2, s. 431
323] Ebû Dâvud, Melâhim, bâbu Emârâti’s-Sâah
KIYAMET
- 79 -
iner.”324; “Hz. İsa inmeden Kıyâmet kopmaz”325; “O indikten sonra kırk
yıl kalır.” 326
Bir rivâyette İslâm ümmetine imamlık yapmaz, İslâm kumandanı
Mehdî’nin cemaati olurken, başka bir rivâyette “Rumları
yenen, İstanbul’u fetheden askerler, orada zeytin ağaçlarına kılıçlarını
asmış vaziyette ganimetleri bölüşürken şeytanın ‘Mesih
evlerinize sahip oldu’ diyeceği, Bunların Şam’a gelerek savaşmak
için kılıçlarını düzeltirken namaz kılacağı, namazlarında İsa’nın
inip onlara imam olacağı, Allah’ın düşmanı Deccal’ın onu görünce
tuzun suda erimesi gibi erimeye başlayacağı”327 söylenir. “O,
Deccâl’ı Ludd kapısında öldürecektir.”328 Deccâl’dan bahseden bir hadis
rivâyetine göre, Meryem oğlu İsa’nın geleceği, Allah’ın onu
Deccâl’dan koruyacağı, Allah’ın vahyiyle mü’minleri Tur’a çıkaracağı,
sonra Ye’cûc ve Me’cûc’un zuhur edip Taberiye Gölüne
doğru yürüyecekleri, İsa ve adamlarının kuşatılacağı, sonra İsa ve
adamlarının dağdan yere inecekleri, yerde her şeyin bollaşacağı,
nihâyet Kıyâmetin kopacağı”329 anlatılmaktadır.
Hadis rivâyetlerinde bunlar gibi daha birçok detay bilgiler verilmektedir.
Rasûlullah’ın (s.a.s.) kendi zamanında İsa’nın inme ihtimalinden
bahsedilir: “Ben, ömrüm uzarsa Meryem oğlu İsa’ya ulaşacağımı
umuyorum. Eğer ecelim acele gelirse, sizden ona ulaşan selâmımı
söylesin.” 330
Lâfızları, birbirinden hayli değişiklikler gösteren bu hadis
rivâyetlerinin, manalarında da bir birlik yoktur. Birinde İsa zuhur
edince çok bolluk olacağı, Deccâl’ı öldüreceği belirtilirken, ötekinde
İsa ve adamlarının, Ye’cûc ve Me’cûc tarafından kuşatılacağı,
bir süre çok darlık çekecekleri söylenmektedir. İsa’nın ineceği ifade
edilen bu rivâyetlerde, iniş safhalarının birbirinden farklı anlatıldığı
görülür. Hadis rivâyetlerinde geçen İsa’nın bütün kiliseleri
yıkacağı ifadesi de 22/Hacc, 40 âyetine aykırıdır. Bu âyette Allah’ın
koruduğu ve kulları vasıtasıyla savunduğu Allah’ın adı anılan
mâbedleri İsa nasıl yıkar? Âyete göre Hz. İsa’nın bu mâbedleri koruyanların
başında olması gerekir.
Ayrıca bu rivâyetlerde müslümanların kılıçlarını düzelteceklerinden
söz edilmektedir. Bu, asırlar öncesi savaş silâhını ifade eder
324] Ebû Dâvud, Melâhim 14; İbn Mâce, Fiten 33
325] Buhârî, Mezâlim 31; İbn Mâce, Fiten 33
326] Hindî, Kenzu’l-Ummâl, 14/336
327] Müslim, Kitab 52, bab 9, hadis 34
328] Tirmizî, Fiten 62
329] Müslim, Kitab 52, bab 20, hadis 110
330] Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/298-299
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 80 -
ama Deccâl’ın çıkacağı Kıyâmete yakın zamanların silâhını ifade
edemez. Herhalde modern çağlarda müslüman askerleri, silâh
olarak kılıç değil; modern silâhlar taşırlar. Ayrıca bu istikbal haberleri,
Allah’tan başka kimsenin gaybı bilemeyeceği hakkındaki
âyetlere 331 aykırıdır.
İsa’nın ineceğine inanmak, itikadî bir meseledir. İtikad, şek
üzerine kurulmaz; yakîn ve mütevâtir nass üzerine kurulur. Hz.
İsa’nın göğe çıktığına ve âhir zamanda ineceğine dair yakîn (kesin
bilgi) ifade edecek herhangi mütevâtir bir haber yoktur. Bu konudaki
rivâyetlerin hepsi âhad haberlerden ibârettir. Hz. İsa’nın
ineceği hakkında anlatılanlar, Ehl-i Beyt’ten Mehdî adındaki âdil
bir imamın geleceğine dair anlatılan rivâyetlere de çok benzerlik
gösterir. Mehdî hakkındaki rivâyetlerde de bir kesinlik yoktur. Bu
rivâyetler, mütevâtir olmadığı gibi meşhur bile değildir. Hadisçiler
katında sahihin altında bir derece olan “hasen hadis” kabul edilmiştir.
Kesinlik ifade etmeyen bu hadis rivâyetleriyle itikad kurulamaz.
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Muhammed’den (s.a.s.) önce hiçbir insana
ebedî yaşama verilmediği, ondan öncekilerin hepsinin öldüğü
belirtilir: “Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi
sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar? Her canlı, ölümü tadacaktır.
Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak
Bize döndürüleceksiniz.”332 Peygamberimiz’in de bir gün öleceği
vurgulanan bu âyetlere göre Hz. Hz. İsa’nın öldüğüne inanmak
gerekir. 333
Ahmet Keleş, “Hadislerin Kur’an’a Arzı” adlı kitabında Hz.
İsa’nın ref’i ve nüzûlüyle ilgili hadislerin Kur’an’a arzedilmesini
tavsiye eder ve şöyle der:
Bazı âlimler, Hz. İsa’nın nüzûlünün Kur’an’da da zikredildiği,
bir kısım âyetlerin bu konuda bilgi verdiği gerekçesiyle, sözkonusu
hadislerin Kur’an’a da uygun olduğunu iddiâ etmiştir. Bu konuda
delil kabul edilen âyetler şunlardır:
“Ehl-i kitaptan herbiri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir.
Kıyâmet gününde de o, onlara şâhit olacaktır.” 334
“Şüphesiz ki o, Kıyâmet için bir bilgidir. Sakın onda şüpheye düşmeyin
331] 7/A’râf, 188; 27 Neml, 65; 10/Yûnus, 20; 11/Hûd, 123; 6/En’âm, 50, 59
332] 21/Enbiyâ, 34-35
333] S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Y. c. 10, s. 216-218
334] 4/Nisâ, 159
KIYAMET
- 81 -
ve Bana uyun; çünkü bu, dosdoğru yoldur.”335 Bu âyette geçen “o”,
Hz. İsa olarak kabul edilmiş ve âyette geçen “ilm” kelimesi, kırâat
farklılığı olarak “alem” şeklinde de okunmuştur. O zaman âyetin
anlamı şöyle olur: “O (İsa), Kıyâmet için bir alâmet/işarettir.”
Bu iki âyetten hareketle Kıyâmetten önce Hz. İsa’nın geleceği
söylenmiştir. Ancak bu âyetlerdeki işaretler sarih/açık olmadığından
dolayı, onlar için bu iddianın, açık bir delil olması
sözkonusu değildir. Bazı müfessirlerin bu kanaate varmalarında
hadis rivâyetlerinin önemli ölçüde rolü olmuştur. Çünkü Elmalılı,
bu konuda yaptığı tefsirinde; “Yâ İsâ! Seni öldüreceğim ve kendime
yükselteceğim.”336 âyetini açıklarken, bu âyetteki “öldüreceğim” anlamındaki
“müteveffîke” kelimesini başka anlama te’vil etmenin
câiz olmadığını, sarih anlamıyla anlamak gerektiğini ifade etmektedir.
Ancak, hadislerdeki Hz. İsa’nın tekrar ineceğini bildiren haberlerden
dolayı bu âyeti uygun bir şekilde te’vil etmek gerektiğini
söylemektedir.337 Bu ifadeler bize, “şâyet bu rivâyetler olmamış olsaydı,
müfessirler bu âyetlere böyle mânâ vermeyeceklerdi” kanaatini
vermektedir. Âyete verilen anlamda rivâyetlerin rolü gâyet
açıkça görülmektedir. Ancak, sahâbenin Kur’an ilimleri ve tefsiri
konusunda en meşhuru, bu âyetteki kelimeye farklı anlam vermez:
İbn Abbâs (r.a.): “Ey İsa, şüphesiz ki seni vefat ettirecek olan (onlar
değil) Benim” 338 âyetindeki “müteveffîke” ibâresini “seni öldürecek
olan” diye açıklamıştır. Bu rivâyeti Buhârî, bab başlığında kaydetmiştir.
339
Bu âyetlerden sözkonusu “nüzûl/inme”nin anlaşılmayacağı
üzerinde de durulmuştur. Hz. İsa’nın öldüğünü, tekrar gelmesinin
sözkonusu olamayacağını, bu konudaki âyetlerin yanlış anlaşıldığını
ifade eden âlimler de olmuştur. 340
Zeccâc, “ölümünden önce ona mutlaka bütün ehl-i kitap
inanacaktır”341 âyetindeki “ona” ifadesindeki zamirin, hem Hz.
İsa’ya, hem de Hz. Muhammed’e (s.a.s.) râci olabileceğini, her iki
anlamının da doğru olduğunu söylemektedir. Çünkü ona göre,
bu âyetin ifade ettiği anlam şöyledir: “Her peygamberi inkâr
335] 43/Zuhruf, 61
336] 3/Âl-i İmrân, 55
337] Elmalılı, Eser Y. II/372
338] 3/Âl-i İmrân, 55
339] Buhârî, Tefsir, Sûretu’l-Mâide 13; Küt. Sitte Terc. c. 3, s. 365
340] Bk. Mahmut Şeltut, İsa’nın Ref’i; S. Ateş, Y. K. Ç. Tefsiri, II/396-410; A. Hatîb,
Mesîh fi’l-Kur’an, s. 532
341] 4/Nisâ, 159
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 82 -
edenler, ölümlerinden önce gerçeği görmek sûretiyle yanlış yolda
olduklarını anlar ve peygamberin getirdiklerinin doğruluğuna
inanırlar.”342 Yine müellif; “Bu âyetten Hz. İsa’nın gökten inip de
bütün ehl-i kitabın ona inanacağını anlamaya dil müsâit değildir.
Çünkü âhir zamanda olanlar ona inanacaklardır, diyelim; o
zamana kadar olanları ne yapacağız? Doğrusu bu âyetten böyle
bir mânâ çıkarmak doğru değildir” demektedir. 343
“O, Kıyâmet için bir bilgidir/alâmettir”344 âyetinin de, Hz. İsa’ya
delâletinin kat’i olmadığını bildirmişlerdir. Zeccâc, buradaki
alâmetin Kur’an olması da mümkündür demektedir.345 Taberî, her
iki anlamı da birçok müfessirden naklettikten sonra, kurrânın
ekseriyetinin bu kelimeyi “ılmun” şeklinde okuması nedeniyle,
Kıyâmete âit bilginin “Kur’an” olması görüşünü tercih etmiştir.
Çünkü Kur’an, Kıyâmetin bilgisini vermektedir.
Bu iki âyetin ifade ettikleri anlamlara arz ederek Hz. İsa’nın
ineceğine dair hadisleri tashih etmek, arz usûlü olarak belirtilen
prensipler muvâcehesinde mümkün değildir. Şimdi, Kur’an’da
zikredilen âyetlerin Hz. İsa’nın her ölümlü gibi öldüğüne, tekrar
dünyaya gelmesinin imkânsız olduğuna dair Kur’an metinlerini
görelim:
“Her nefis/can, ölümü tadacaktır. Sonra da Bize döneceksiniz.” 346
“Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak
yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdir.” 347
“Allah buyurmuştu ki: ‘Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime
yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları
Kıyâmete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz Bana olacak.
İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda hükmü
Ben vereceğim.” 348
“Allah’ın rasûlü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük, dediler. Hâlbuki onu
ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi.
Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık/şüphe
içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri
yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu (İsa’yı) kendine
342] Zeccâc, Meâni’l-Kur’an, II/129-130
343] A.g.e., s. 130
344] 43/Zuhruf, 61
345] 43/Zuhruf, 61
346] 29/Ankebût, 57; ayrıca Bk. 3/Âl-i İmrân, 185; 21/Enbiyâ, 35
347] 21/Enbiyâ, 8
348] 3/Âl-i İmrân, 55
KIYAMET
- 83 -
yüceltmiştir. Allah izzet ve hikmet sahibidir.” 349
“(İsa:)Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım
gün selâm/esenlik banadır.” 350
“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin
de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum
müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar
üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” 351
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbir inin babası değildir. Fakat O,
Allah’ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla
bilir.” 352
Bu Kur’an âyetleri açık bir şekilde ve muhkemât olarak Hz.
İsa’nın öldüğünü bildirmektedir. Bu âyetler, mezkûr hadislerin tesirinde
kalmadan anlaşılınca bu anlam, sarih olarak anlaşılacaktır.
Bu nedenle, önceki âyetler, bu konuda vârid olan hadisler için
arz metnini oluşturmazken, bu âyetler anlamlarındaki açıklık ve
kat’ilik nedeniyle arz metnini oluşturmaktadırlar.
Âyette ifade edilen, yahûdilerin Hz. İsa’yı öldürememeleri,
asamamaları, Allah’ın da onu öldürmediğine bir delil sayılamaz.
Çünkü Allah diğer âyetlerinde onu öldürdüğünü açıklamıştır. Ayrıca,
Hz. Muhammed’in son nebî olması da onun tekrar gelmesine
engeldir. Hz. İsa’nın peygamber olarak gelmeyeceği görüşü
de kabul edilemez. Çünkü Hz. İsa’nın geleceğini kabul edenlerin
en önemli gerekçeleri, ehl-i kitabın ona inanmasıdır. Ehl-i kitap
ona ne olarak inanacaklardır? Müslümanlar “mehdîye tabi olur”
şeklinde bir yorumla problemi çözmüş görünmektedirler, ama
işaret edilen nokta, göz ardı edilmiştir. Hz. Mesih’in, ehl-i kitabı
Hz. Muhammed’e (s.a.s.) inandırmak için geleceğini kabul etmek
ise kabul edilir bir görüş olamaz. Hangi şekilde gökten inecek bir
Mesih, hıristiyan dünyayı müslüman edecektir? Onları imana zorlayacak
açık bir mûcizeyle gelmesi, herkesin zorunlu olarak ona
inanması, dinin imtihan sırrına muhâliftir, kabul edilemez. Böyle
zorunlu bir inandırma, ne Hz. Mesih’in kendi sağlığında ne de
başka peygamberin hayatında gerçekleşmemiştir. Gerçekleşmesi
de Kur’an’ın bildirdiği imtihan mantığına aykırıdır.
Şâyet böyle bir açık mûcizeyle gelmez ise, kimse ona inanmayacaktır.
Sıradan bir insan çıkıp da “ben Mesihim” dese buna kim
349] 4/Nisâ, 157-158
350] 19/Meryem, 33
351] 5/Mâide, 117
352] 33/Ahzâb, 40
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 84 -
inanır? Nitekim 1340’da Nahcivan’da doğan Fazlullah Esterâbâdî,
1819’da Hindistan’da doğan Mirza Ali Muhammed ve 1830’da
Hindistan’da doğan Ahmed Kadıyânî gibi kimseler, Mehdî ve İsa
olduklarını söylemişler ve kendilerine inananlar da olmuştur, ama
bu inanma hiçbir zaman hadislerde anlatılan gibi olmamıştır.
Hz. İsa’nın tekrar dünyaya gelmesini, hem de tekrar dünyevî
ceset giymesini, gerçekten ölmüş bile olsa gerekli görenler, Hz.
İsa’yı yere indiğinde “iman nuru” ile kendisine çok yakın olanların
tanıyabileceğini söylemişlerdir.353 Bu ifadeler de Hz. İsa’nın
inmesi konusunda zikredilen rivâyetler ile delil sayılan âyetlerin,
reel olarak anlaşılabilmesinin ve tahakkukunun imkânsız olduğu
kanaatini vermektedir. Çünkü birkaç kişinin tanıyacağı bir Mesîh,
hadislerde anlatılan misyonu üstlenemez. Ayrıca bu şekilde “kurtarıcı”
beklentilerinin, müslüman irâdeyi ve İslâmî aktiveteyi nasıl
etkileyip körleştirdiği, herbiri bir Mesîh ve Mehdî görevi üstlenmesi
gereken mü’minlerin, bu kutsal tebliğ görevinden kendilerini,
haber verilen bu “muntazar/beklenen” şahıslar yüzünden devre
dışı tutmakta ve bu dini, bütün insanlığa ve ehl-i kitaba tebliğ
etmek görevini üstlenip de yerine getireceklerine, gökten inecek
Hz. İsa ile Hz. Mehdî’ye bırakmakla yetinmektedirler. Sözkonusu
hadislerin müslüman dünya için oluşturduğu bu fâsit telakkî bile
bu rivâyetleri reddetmek için yeterli bir neden sayılmalıdır.
Bu konuda zikredilen hadislerin İsrâiliyat kaynaklı olmasını
ve İslâmî literatüre de hıristiyan öğretisinden geçmiş olacağını da
vurgulamak gerekir. Bu konuda Pavlos’un II. Mektubunun II. babında
ve Müşâhedât’ın 19. babında Hz. İsa’nın Deccâlı öldüreceği
yazılıdır. 354
Bazı araştırmacılara göre Şiî müslümanların Muntazar İmam
Mehdî, sünnî müslümanların çoğunluğunun da Mehdî inancı, hıristiyanların,
halen yaşadığına inandığı ve bir gün yeryüzüne inip
kurtarıcı krallık yapacağını beklediği Hz. İsa inancından kaynaklanmaktadır.
Çünkü ölmediği, maddî bedeniyle göğe çıktığı, binlerce,
belki milyonlarca yıl bedeniyle göklerde kaldıktan sonra
yeryüzüne ineceği sanılan İsa ile Muntazar imam aynıdır. Yalnız
isim değişmiş; İsa yerine imam veya Mehdi denmiş, bazen de ikisi
aynı şahıs kabul edilmiştir. 355
Hz. Mesîh’in tekrar dünyaya geleceğini bildiren rivâyetler,
353] Bk. Said Nursi, Mektûbât
354] Geniş bilgi için bk. Zeki Sarıtoprak, İslâm’a ve Diğer Dinlere Göre Deccâl,
Nesil Y. s. 25-48
355] S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Y. c. 10, s. 222
KIYAMET
- 85 -
Kur’an’ın bu konudaki açık nasslarıyla çeliştiğinden, tekrar dünyaya
gelmesinin İslâm’ın getirdiği mesaj ve tebliğ ile uyumunun bulunmamasından
dolayı kabul edilmesi zordur. Ancak, Hz. Mesih’le
ve mehdiyle ilgili hadisler birer sembol kabul edilerek zâhirî anlamlarıyla
değerlendirilmeyip “bunlar müteşâbih hadislerdir, bunlarla
kast edilen başka anlamlar vardır” denilir ve ne itikadî ve ne
de amelî bir bağlayıcılığı olmamak ve herhangi bir mükellefiyet
de getirmemek kaydıyla kabulünde ve zikrinde mahzur olmayabilir.
356 Bu müteşâbih olanlardan ilimde rüsûh sahibi olanlar, kendileri
için bir mesaj alıyorlarsa, bu öznel anlamaya bir şey denilemez.
Fakat genel olarak âhir zaman telakkîsi ve dine hizmet, bu
rivâyetler üzerine binâ edilemez. 357
Hz. İsa’nın eceliyle ölmüş olduğunu Kur’an’ın açık naslarına
rağmen kabul etmek istemeyenler, iki bin yaşını çoktan geçmiş
olarak, (hıristiyanların inancının bir benzeri şekilde, göğe kaldırılıp
orada) yaşadığını ve dünyaya geleceğini değerlendirirken,
hadis rivâyetlerinin dışında, delil olarak sadece şu âyeti gösterirler:
“Bilakis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine yükseltmiştir (rafeahû).”358 Bu
âyette kullanılan “rafea (kaldırdı, yükseltti)” kelimesi, aynı şekilde
meselâ, İdris (a.s.) için de kullanılmıştır: “Kitapta İdris’i de an. Hakikaten
o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi. Onu üstün bir makama
yükselttik (rafa’nâhu).”359; “Allah onu kendisine yükseltmiştir” ifadesini
tek başına ele alıp “Hz. İsa ölmedi, o halen yaşıyor” diyebiliyorsak,
aynı ifadeden hareketle Hz. İdris de ölmemiştir, halen yaşamaktadır,
Allah onu da göğe yükseltmiştir” dememiz gerekmektedir. Hz.
İdris için, yükseltme, “Allah indindeki makamı yükseltildi; manevî
derece olarak Allah katında mertebesi yükseltildi” denilirken aynı
kelime kullanıldığı halde, Hz. İsa için niye mecazî anlam olarak,
“Allah katında manevî makamı yükseltildi” anlamı verilmez ve
bu çelişki nasıl izah edilir? Bu çelişkiden daha büyük yanlış, -hâşâ-
Allah’a mekân isnad etmektir. Âyette “Allah onu kendi nezdine yükseltmiştir”
ifadesinden “göğe yükseltilme” anlamı nasıl çıkacaktır?
Allah, hâşâ gökte midir ki, kendine yükseltmesi, göğe kaldırma
olarak değerlendirilebilsin?!
Eski Ezher şeyhi Mahmut Şeltut, bu âyetle ilgili olarak şunları
söyler: “Bilakis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine yükseltmiştir (rafeahû).”360
356] Âhir zamanda zuhur edecek bu tür haberlerin sembol olduğu görüşü
için bk. Said Nursî, Lem’alar, s. 112; Şualar, 5. Şua, s. 459-471; Reşid Rızâ,
Tefsîru’l-Menâr, III/317-318
357] Ahmet Keleş, Hadislerin Kur’an’a Arzı, İnsan Y. s. 220-223
358] 4/Nisâ, 158
359] 19/Meryem, 56-57
360] 4/Nisâ, 158
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 86 -
Bu âyet, Hz. İsa’yı kesin olarak öldürmediklerini anlatan ifadeden
sonra gelmiştir. Ref’ (yükseltme)den maksat, İsa’yı (a.s.) düşürmeyi
amaçladıkları şeye engel olmak sûretiyle İsa’nın derecesinin ve
konumunun yükseltilmesidir. Böylece mana şu şekilde olmaktadır:
“Allah İsa’yı onlardan korumuştur. Onlar onu öldürmeyi gerçekleştirememişlerdir.
Hatta Allah onların tuzaklarını boşa çıkarmış ve
onu kurtarmıştır. Ve onu eceliyle vefat ettirmiş; böylece de onun
derecesini yükseltmiştir. Böylece âyet, Allah Teâlâ’nın şu sözüyle
tamamen uyuşmaktadır: “Seni vefat ettirecek, seni Bana yükseltecek
(ref’) ve seni küfreden kimselerden tertemiz kılacağım.”361 Bu âyet, onların
İsa’nın cismiyle, diri olarak ref’i konusundaki tezlerini çürütmektedir.
İmam Fahreddin Râzi, tefsirinde şöyle demektedir:
“Seni tertemiz kılacağım. Yani seni onların arasından çıkaracak,
seninle onların arasını ayıracağım. Kendisine ref’ (yükseltme) lafzıyla
şânının büyüklüğü anlatıldığı gibi, tertemiz kılma (tathir) lafzıyla
da arındırma manası bildirilmiştir.
Tüm bunlar, onun şânının ve derecesinin yükseltilmesindeki
mübâlağaya işaret etmektedir. Alla Teâlâ’nın şu sözünün anlamı
hakkında da şöyle demektedir: “Sana tabi olanları küfreden kimselerin
üstünde kılacağım.”362 Buradaki “üstünde”likten kast edilen hüccet
ve burhan ile olmasıdır. Bil ki, âyet-i kerimedeki ref’ine delâlet
eden “seni Bana yükselteceğim”, derecenin ve şânın yükseltilmesidir.
Yoksa yön ve mekânla ilgili değildir. “Üstünde” kılmada olduğu
gibi mekânla ilgili bir durum değil; tamamen derece ve şânın yükseltilmesi
ve yüceltilmesidir.” 363
“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin
de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum
müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar
üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.”364
Bu âyet, dolaylı yoldan başka bir tevhid gerçeğine dikkat çekmektedir:
Peygamberlerin, ölümlerinden sonra artık dünya üzerinde
tasarruf imkânlarının kalmadığı. Böyle bir tasarruf sözkonusu
olduğunda akla gelecek ilk isimlerden biri olan peygamber Hz.
İsa’ya: “İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü/
tanık idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici
yalnız Sen oldun” diye söyletilmesi gösteriyor ki, hiçbir insan,
ne kadar büyük olursa olsun, ölümünden sonra, dünya üzerinde
361] 3/Âl-i İmrân, 55
362] 3/Âl-i İmrân, 55
363] Mahmut Şeltut, Hz. İsa’nın Ref’i Hakkında, Haksöz Dergisi, sayı 20, Kasım
92
364] 5/Mâide, 117
KIYAMET
- 87 -
tasarruf sürdüremez. Böyle bir şey, beşer olmakla çelişir. Ve tüm
peygamberler de beşerdir. Buradan hareketle tasavvuf bünyesine
sokulan “ölüm sonrası evliyâ tasarrufları” anlayışının Kur’an dışı
olduğunu rahatlıkla fark ederiz. Bu tevhid dışı anlayış, asırlarca
kabirleri, ölüleri, ölülerin eşyasını tanrılaştırma illetinin kucağına
itmiş, vahyin rahmetiyle aramıza engeller koymuştur.
Hz. İsa’nın ineceğine ve İslâm şeriatıyla amel edeceğine dair hadis
rivâyetleri şöyle te’vil edilebilir: Bir peygamberin dini yaşadıkça
kendisi mânen yaşamaktadır. İsa’nın (a.s.) fikriyâtını yahûdiler öldürememişlerdir.
Bilâkis onun tebliğleri yayılmış, yahûdiliğe egemen
olmuştur. Onun rûhunu temsil eden ümmeti, bir gün ismen
olmasa bile mânen Hz. Muhammed’in (s.a.s.) fikriyâtını benimseyecek,
onları uygulayacaktır. Bunlar, görünürde hıristiyan olsalar
bile uygulamada İslâm’ın özüne mensup olacaklar veya bunlar,
tamamen hıristiyanlığı bırakıp İslâm’a döneceklerdir. Nitekim, 21.
asrın başlarında Avrupa ve Amerika’da İslâm’ın sesi soluğu duyulmaya
başlamıştır, Afrika ve Amerika’da İslâm süratle yayılmaktadır.
İslâm, olduğu gibi anlatıldığı takdirde dünyanın her yerinde
hak dinin hâkim duruma geçeceği şüphesizdir. Bu gün değilse yarın;
işte bu, Hz. İsa’nın rûhunun dirilmesi, onun mesajının hâkim
olması, onun Muhammed ümmetine tabi olması (hizmet etmesi),
haçın kırılıp domuzun öldürülmesi demektir. İslâm, Kıyâmete
kadar bâkî olacak hak dindir. Onun güçlenmesine yardım eden,
bu uğurda canını fedâ etmeğe hazır olan her müslüman, İsa’dır,
Mehdîdir, imamdır. İslâm düşmanları ve onların hakkı bâtıl, bâtılı
da hak gösteren araçları (özellikle televizyonun bu amaçla kullanılışı)
da Deccâl ve onun silâhlarıdır.
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. İsa’yı bir peygamber olarak tanıtır. Onun
peygamberliği, daha doğumunun ilk gününde ilân edilmişti: “Çocuk
şöyle dedi: ‘Ben Allah’ın kuluyum. O, bana Kitab’ı verdi ve
beni peygamber yaptı.”365 Hz. Muhammed (s.a.s.) ise, peygamberlerin
sonuncusudur: “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbir
inin babası değildir. Fakat O, Allah’ın rasûlü ve peygamberlerin
sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir.”366 Hz. İsa’nın Hz.
Muhammed’den (s.a.s.) sonra dünyaya gelmesi, bu âyetler ışığında
değerlendirilince mümkün değildir. Gelmiş olsa, son peygamber
Hz. Muhammed değil; Hz. İsa olur.
İkinci gelişinde Hz. İsa’nın peygamber olmayacağını iddia
etmek, İsa’nın peygamberliği ile ilgili âyetleri inkâr anlamına
365] 19/Meryem, 30
366] 33/Ahzâb, 40
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 88 -
gelebilir. Hz. İsa geldiğinde Kur’an âyetlerini inkâr etmeyeceğine
göre kendisinin peygamber olduğunu bildiren âyetlere de inanacaktır.
Bu durumda Hz. Muhammed’in (s.a.s.) son peygamber
oluşunu inkâr etmiş duruma düşmeyecek midir? Hz. İsa, Kur’an’ın
tanıttığı şekliyle bir peygamberdir. Peygamberliği olmayan bir
İsa’nın diğer insanlardan farkı, etkisi, inandırıcılığı ve gücü ne olabilir?
Yine Hz. İsa’nın nüzûlü ile bazı haramları helâl edeceğine
dair hadis rivâyetleri, İslâm dininin tamamlandığını bildiren “... Bugün
size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için
din olarak İslâm’ı beğendim.”367 âyetiyle çelişir.
Kendisinin İsa olduğunu iddia eden nice insanlar çıkmış, çıkmakta
ve çıkacaktır. Gerçek İsa’yı (a.s.) insanlar nasıl tanıyacaktır;
daha önce gösterdiği gibi mûcizeleri de, peygamber olarak gelmeyeceği
için gösteremeyecektir. Yok, peygamber olarak gelirse,
(ki Mezarcı o iddiadadır.) o zaman da Kur’an’ın Hz. Muhammed
(s.a.s.) için, “peygamberlerin sonuncusu” 368 olduğunu bildiren
âyeti ve buna dayanan İslâm itikadı inkâr edilmiş olacaktır. Ayrıca
dinin tamamlandığını bildiren âyet369 reddedilmiş olacaktır. Bu
da kendisinin Mehdi olduğunu iddia edenler gibi istismar konusu
olacak, sahte Mesihlerin insanları kandırma yolu ardına kadar
açılmış olacaktır. Bilindiği üzere, Papa suikastçısı M. Ali Ağca bile
tarihin çöplüğünde yer almış yüzlerce sahtekâr kişi gibi, kendisinin
Mehdi ve İsa olduğunu iddia edebilmektedir. Şimdi de eski
bir müftü ve milletvekili olan Hasan Mezarcı, kendisinin Hz. İsa
olduğunu ve gökten indiğini iddia etmeye başladı. Hz. Peygamberimiz
zamanında minare olmadığı halde, Hz. İsa’nın Şam’daki beyaz
minareye ineceği iddia edilebilmektedir. Hatta Adıyaman’daki
meşhur şeyhin bulunduğu câminin minaresi bembeyaz renge
boyanmış, Hz. İsa’nın oraya ineceği iddia edilerek, köye “inilecek
yer” anlamına gelen “Menzil” adı verilmiştir. Örnekleri çoğaltmak
mümkün. Bunlar, ne ilk ve ne de sondur. Bunun gibi nice beklentiler,
oyalanmalar, kurtarıcı bekleyip sorumluluktan kaçmalar ve
istismarlar sözkonusu olduğu gibi bu gidişle çok daha olacaktır.
Mehdî Olayına da kısaca değinirsek; Mehdi’nin günün birinde
geleceğiyle ilgili hadis kitaplarında âhad (tek râvi kanalıyla gelen)
hadisler bulunmaktadır ama bunların içerisinde birbiriyle çelişen
haberler vardır. Buhârî ve Müslim’in kitaplarında ise mehdi kelimesi
geçen bir hadis yoktur. Kur’an’da mehdi’yi gösteren en ufak
bir işarete de rastlamak mümkün değildir.
367] 5/Mâide, 3
368] 33/Ahzâb, 40
369] 5/Mâide, 3
KIYAMET
- 89 -
İlk dönem itikat kitaplarında mehdi konusu yer almamıştır.
Ancak daha sonra yazılan Akaid kitaplarında mehdiden bahsedilmektedir.
Mehdiden bahseden hadisler mütevâtir olmadığı için,
bu konu iman konuları içerisinde yer almaması gerekir. Ancak,
İslâm tarihinde mehdi iddiasıyla birçok insan çıktı, insanlar bazılarına
mehdi diye uydular ve birçoğu da bir mehdi beklentisi içerisinde
oldular.
Anlaşıldığı kadarıyla mehdi inancı siyasî olayların müslümanları
fırkalara ayırmasından sonra daha çok gündeme gelmeye
başlamıştır. Âhad ve zayıf haberlerin dışında sağlam dayanağı bulunmamaktadır.
İslâm tarihinde birçok mehdi çıkmıştır. Çevresine
adam toplayıp saltanat sürmek isteyen niceleri veya zâlim yöneticilerle
mücadele etmek isteyen iyi niyetli önderlerin bir kısmı bu
mehdi beklentisinden yararlanmıştır.
Tarih boyunca nice sahtekârlar, çıkar sağlamak ve halkın üzerinde
etkili olabilmek için mehdilik inancını istismar etmişlerdir.
Günümüzde bile bazı açıkgözler zaman zaman bu beklentiden
yararlanmayı deniyorlar. İşin garibi bu gibi konuların istismarcısı
bulanabileceği bilinmesine rağmen ‘mehdiyim’ diye ortaya çıkanlar
çevrelerine adam toplamayı hâlâ başarabiliyorlar.
Mehdi ve Hz. İsa’nın gökten inme beklentisi, birçok müslümanı
ümitsizliğe ve görevini yapmamaya sevk etmiştir. Öyle ya, nasıl
olsa mehdi gelecek ve dünyayı düzeltecek, zulümleri önleyecek,
insanlara hidâyet dağıtacak… Bu hayal nicelerini boş beklentilere
sevk etmiştir. Niceleri bu umut sebebiyle yapması gereken en basit
görevleri bile savsaklamış, kendisine zulmedenlerle mücadele
etmeyi terk etmiş, zâlimlere karşı çıkma görevini gelecek mehdiye
bırakmıştır.
Allah (c.c.) dilediği araç ve insanla dinini destekler. O dininin
yaşanabilmesinin araçlarını dilediği gibi yaratır. Hidâyet O’nun
elindedir, dilediğine verir. O’nun gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm
Kıyâmete kadar değişmeden kalacaktır. O Kur’an ki en büyük
hidâyet aracıdır. İnsanlara düşen, Kur’an’ı anlamak ve O’na uymaktır.
Hayalleri (ümniyye’yi) bir tarafa bırakıp yapması gerekeni
gücü yettiği kadar yerine getirmektir. Mehdi beklentisi, müslümanların
ne imanlarını artırır ne de sâlih amellerini. Müslümanlar
işlerini ve çalışmalarını, gelmesi muhtemel mehdilere göre ayarlamazlar.
Onlar, inandıklarını hayatlarında uygulamaya çalışırlar.
Sonuç Allah’a aittir.
Şimdiye kadar çıktığı iddia edilen ve hâlâ çıkmaya devam eden
bu mehdilerden acaba hangisi gerçek mehdidir? Kaynaklarda bir
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 90 -
sayı ve zaman verilmediğine göre hepsini de mehdi olarak kabul
edecek miyiz? Bundan sonra ortaya çıkan mehdi adaylarına karşı
nasıl bir tavır takınacağız? İşin garibi tarihten beri ortalıkta bu
kadar mehdi adayı ve mehdi taslağı olmasına rağmen müslümanların
durumlarında pek bir değişiklik görünmemektedir. Ne mehdinin
mesajını anlayıp kendini düzeltenler var; ne de zâlimlerin
zulmünün son bulması. Bu mehdi adaylarının bir mârifetleri varsa,
müslümanların saf inançlarını maddeye çevirme işlerinden vazgeçsinler
de biraz da asıl işlerine(!) dönsünler. İslâm ümmetinin
dertlerine bir çözüm bulsunlar, İslâm ülkelerindeki tağutların
hâkimiyetlerine ve zulümlerine dur desinler.
Kur’an, müslümanlara mehdi beklemeyi değil; hakiki anlamda
iman etmeyi ve imanın gereğini yapmayı tavsiye ediyor. Bunu
yapmayanlar ise zarar edeceklerdir.370 Eğer mehdiyi hidâyete götüren,
hidâyet veren şeklinde anlarsak; Kur’an en büyük mehdîdir
(hâdî-hidâyete erdiricidir). İnsanlar bu mehdiye uyarlarsa doğru
yolu bulurlar ve kurtuluşa ererler. Kur’an’ın kendisi de insanları
sürekli bu kurtuluşa dâvet etmektedir. 371
Hz. İsa, ruha önem verilmeyen bir topluma rûhî özellikleri yeniden
ihyâ etme yönüyle çeşitli mûcizelerle geldi: Ölüleri diriltme,
hastaları iyileştirme, körlerin gözlerini açma, dilsizi konuşturma
gibi. İşte günümüz toplumunda da bu rûhî özellikleri ihyâ eden
İsa nefesli insanlara ihtiyaç var. Böylece yahûdilerin katı kapitalist
etkileriyle ruhları, rûhî özellikleri bombardıman edilen insanların
ölümcül kalpleri ve ruhları dirilsin, ruh maddenin önüne çıksın,
böylece tatmin olsun. Hasta kalpler ve ruh hastalıkları iyileşsin.
Hakkı göremeyen gözler açılsın, basîret ve ferâset sahibi olan
insanlar eşyaya Allah’ın nuruyla bakabilsin. Sadece görünenleri
değil; perdenin arkasındakileri de görebilsin. Hakka kilitli dilleri
açılsın, bülbül gibi şakısın. Bunların yerine gelmesi için Hz. İsa’nın
gökten inmesini beklemeye lüzum yok. Hz. İsa’nın nefesine, Hz.
Mûsâ’nın asasına, Hz. Muhammed’in Haktan getirdiği mesaja
mirasçı sensin. Kurtuluş istiyorsan kurtarıcı beklemekten vazgeç;
vazifeni yap. Hem sen kurtul, hem toplum kurtulsun ey İsa nefesli
müslüman! 372
İsa veya Mehdi bekleyerek kendi üzerine farz olan görevleri,
kurtarıcılara havâle edip ertelemek, Allah erine yakışmaz. Biz,
İslâm’ı yaşayıp çevremize hâkim kılmaya çalışalım. Gerisi bizi fazla
370] Bk. Asr Sûresi
371] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y. s. 390-392
372] Ahmed Kalkan, Sanat Bilinci, Denge Y. s. 5
KIYAMET
- 91 -
ilgilendirmemelidir. Allah da zaten bizi bazılarını beklemeye çağırmıyor.
Her şuurlu müslümanın hidâyete götüren, hidâyet veren
anlamında en büyük mehdî olan Kur’an’a uyması kurtuluş için yeterlidir.
Her tebliğcinin de, mânen ölmüş canlı cenaze durumundakilere
İsa nefesiyle hayat vermeye gayret etmesi gerekmektedir.
Kurtarıcı beklemeyi bırakıp kendimiz kurtarıcı olmaya çalışmalı,
böylelikle hiç değilse kendimizi kurtarmanın yolunu bulmalıyız.
O zaman Deccallar da bize zarar veremeyecektir: “Ey iman edenler!
Siz kendinize bakın. Siz hidâyette/doğru yolda olduğunuz müddetçe
dalâlette olanlar (sapıklar) size zarar veremez.” 373
Siz de mi Hâlâ Kıyâmetin
Kopmadığını Sanıyorsunuz?
Nedir Kıyâmet? Kalkmak, dikilmek, ayaklanmak, kıyâm etmek,
doğrulmak ve dirilmek anlamında olan Kıyâmet; İslâmî literatürde,
evrenin düzeninin bozulması, her şeyin altüst olarak yok olması
ile ölen tüm insanların yeniden dirilerek ayağa kalkması olayına
verilen addır. Kıyâmet, cisimlerin ister kendi parçaları arasında,
ister diğer cisimler arasında var olan uyumun, nizam ve birliğin
kalkmasıdır. Bir kaostur, yıkımdır Kıyâmet. Mânevî yönü ihmal
edilip tek kanatlı kuş gibi, tek yönlü maddî ihtiyaçlarının hizmetinde
bir insan, Kıyâmeti yaşıyor demektir. İnsanın Kıyâmeti, inancın
Kıyâmeti, hakikatin Kıyâmeti... Hem namazda kıyâmı, hem de
namaz gibi görev olan küfre ve şirke karşı kıyâmı gerektiği gibi
yerine getirmeyenlerin âkıbetidir Kıyâmet. “Kıyâm et” emrini uygulamayanların
dünyevî cezâsıdır “Kıyâmet”.
Hadis rivâyeti olarak değerlendirildiği halde, hadis olmadığını
tesbit ettiğimiz, ama anlamına katılarak bu konuya uygun yorumladığımız
bir söz vardır: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanacaklar.”
Sanal bir hayatta, yaşadığını sananların rüyalarıdır bugünün dünyası.
İnsan, içinde yaşadığı çevreyi katletti, mahvetti; kendisi de o
çevrenin, o doğanın bir parçası olduğunu düşünmedi; kendisi de
mahvoldu. İçinde yaşadığı toplumu ve kendini (fıtratını, mânevî
hayatı) insanın kendi eliyle imhâ etmesi Kıyâmet değil de nedir?
Kur’an’ın Kıyâmetin dehşetinden sık sık bahsetmesinin temel
hikmeti, yaşadığımız hayatı sorgulamak, Allah’ın var ettiği dünya
ve içindekilerin âniden elimizden çıkabileceğini, her nimetin bir
sonu olduğunu, ölümün yakın olduğunu hatırlayıp Allah’a karşı
sorumluluklarımızı kuşanmaktır.
Kur’an’a göre, Kıyâmetin ne zaman kopacağını, Allah’tan
373] 5/Mâide, 105; Ahmed Kalkan, Haksöz, Sayı 118, Ocak 2001
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 92 -
başka hiç kimse bilemez. Bu bilemeyenlere Peygamberimiz de
dâhildir. Kıyâmet, ansızın kopacaktır. “Sana Kıyâmetten sorarlar:
‘Gelip çatması ne zamandır?’ derler. Onu zikretmek, ne zaman geleceğini
bilmek nerede, sen nerede?”374; “Sana Kıyâmet sâatinden, onun ne
zaman gelip çatacağından soruyorlar. De ki: ‘Onun ilmi ancak Rabbimin
katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere
de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir.’ Sanki sen onu biliyormuşsun
gibi sana soruyorlar. De ki: ‘Onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır’ ama
insanların çoğu (bunu) bilmezler.” 375
Kıyâmetin alâmetleri, değişik biçimde ortaya çıkmıştır, ama
farkında olmadan Kıyâmeti yaşayan kimsenin bunları anlaması
kolay olmayacaktır. Kıyâmetin hâlâ alâmetlerini bekleyenler,
onun ansızın kopacağını bilmeyenler veya bilmek istemeyenlerdir.
Kur’an’ı okuyanlar bilirler ki, onun alâmetleri çoktan gelmiştir.
“Onlar, Kıyâmet zamanının ansızın gelip çatmasından başka bir şey
mi bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri gelmiştir/belirmiştir. Kendilerine
gelip çatınca ibret almaları neye yarar?”376 Ansızın kopacak Kıyâmetin
Kur’an’da belirtilen tek alâmeti olarak değerlendirilen ayın yarılması
da gerçekleşmiştir. Kur’an, Kıyâmetin yaklaştığını ve alâmet
olarak ayın yarıldığını çok net biçimde ve mâzî sîgasıyla açıklar:
“Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı.”377 Kıyâmetin kopmasına bir göz açıp
kapama kadar bir zaman kalmıştır, hatta belki bundan daha da
yakındır: “Göklerin ve yerin gaybı Allah’a âittir. (Kıyâmet) sâatinin durumu
ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan başkası değildir.”
378
Bütün bu Kur’ânî hakikatlere rağmen, Hz. Peygamber
(s.a.s.)’den Kıyâmetin alâmetleri hakkında çok sayıda rivâyet, hadis
kitaplarını doldurmuştur. Bunların tümünü, sahih olmadıkları
iddiâsıyla reddetmek doğru olmasa gerektir. Ama bu hadislerin
Kur’an’a arzedilmesi gerekir. Kur’an’ın bazı âyetlerinin müteşâbih
olduğunu biliyoruz.379 Müteşâbih, anlam yönüyle birbirine benzeyen,
mânâsı kapalı, birçok anlama gelebilen, yorumunda güçlük
çekilen demektir. Âlimlerin çoğu, Kur’an’da bahsedilen Kıyâmet
ve ahvâlini müteşâbih olarak değerlendirirler. Kıyâmet alâmetleri
olarak hadis rivâyetlerinde belirtilen hususlar da müteşâbihtir.
Müteşâbihlerin tek bir tefsiri olmaz, farklı te’villeri/yorumları
374] 79/Nâziât, 42-43
375] 7/A'râf, 187
376] 47/Muhammed, 18
377] 54/Kamer, 1
378] 16/Nahl, 77
379] 3/Âl-i İmrân, 7
KIYAMET
- 93 -
olabilir, esas anlamını da ancak Allah bilir. 380
Hadis rivâyetlerinin zâhirine takılıp kalan ve Kur’an’ın Kıyâmet
konusundaki mesajını göz ardı eden Osmanlı’nın son devir mollaları,
olanca zulüm ve tuğyânı, sadece “Kıyâmet alâmeti” olarak
değerlendirmiş, son alâmetlerden olduğu yaklaşımıyla “başımıza
taş yağması yakındır” diyerek eli-kolu (ve dili) bağlı gibi
beklemeye başlamıştır. Hâlbuki Kıyâmetin çok yakın olduğunu
ve alâmetlerinin geldiğini zâten Kur’an çok önceden belirtmişti.
Küçük-büyük alâmetlerin ortaya çıkıp çıkmadığını tartışmak yerine,
Kıyâmet kopmadan, -ki bugün bile kopabilir, kopmayacağını
hiçbir Kur’an talebesi/bağlısı iddiâ edemez- Kur’an’ın yüklediği
bireysel ve toplumsal görevimizi yerine getirmek gerekir. Hadis
rivâyetlerinde Kıyâmet alâmetleri olarak belirtilen müteşâbihlere
dalıp onları zâhirlerine göre değerlendirerek, büyük alâmetlerinin
çıkmadığı anlayışıyla Kıyâmeti çok uzaklara ertelemek, “kalplerinde
eğriliğin bulunması” ve “fitne çıkarma” 381 riski ile karşı karşıya
gelmek demektir.
Kimilerinin hadis zannettiği meşhur bir söz vardır: “İzâ mâte’linsânu
fekad kamet Kıyâmetuhû; İnsan öldüğü zaman, onun
Kıyâmeti kopmuştur.” Diğer insanların Kıyâmeti artık onu ilgilendirmeyecektir.
Ölüm de her an gelebileceğine göre, Kıyâmetin
zâhirî alâmetlerinin tümünün çıkmadığını sanıp Kıyâmetin daha
kopmayacağını düşünmek, şeytanın vesvesesine kapılmaktır.
Zâten ölüm, küçük bir Kıyâmet olduğu gibi, uyku da küçük bir
ölümdür: Kur’an’da uyku, ölümle eş anlamlı gibi kullanılır. Bir
âyet-i kerimede, “Allah ölümleri ânında nefisleri vefat ettirir; ölmeyenleri
de uykularında; üzerlerine ölüm hükmünü verdiğini tutar ve diğerini
belli bir ecele kadar salar. Düşünen bir kavim için bunda âyetler vardır.”382
buyrulmaktadır. Demek ki ölümle uyku bir bakıma aynıdır; çünkü
uykuda, nefis/rûh, bedenden kısmen ayrılır; en azından, şuur
olarak bedenin farkında değildir. Ölümde ise bu kopuş, bütün
bütündür. Bu yüzden, “uyku, ölümün yarısıdır.” Ölüm de, insan
rûhu için yeryüzündeki sürenin dolması ve rûhun bedenden sıyrılmasıdır.
Hayatın aslı, rûhun hayatıdır; mânevî hayattır. Bitkisel ve hayvansal
hayat, dünya hayatıdır; ama bu hayat içinde rûhun/gönlün
hayatı da yaşanabilir. Bu ise, kalbi günahlardan uzak tutma, tefekkür
ve ibâdetlerle mümkün olur. Rûhî/mânevî hayattan uzak
380] 3/Âl-i İmrân, 7
381] 3/Âl-i İmrân, 7
382] 39/Zümer, 42
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 94 -
olup yalnızca dünya hayatını yaşayanlar aslında birer ölüdürler.
Eşyanın dış yüzüne ve hayatın zâhirine takılıp kaldıkları için, olayların
ve eşyanın gerisindeki hakikati göremedikleri için, kâinatta
her bir şeyde açık seçik olan İlâhî tecellîleri göremedikleri, İlâhî
mesajı alamadıkları için ölüdürler. Peygamberler, bunlara diriltici
nefeslerle gelirler. Bu yüzden, Kur’ân-ı Kerîm’de, “Ey iman edenler!
(Rasûlullah,) sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah’a
ve Rasûlü’nün çağrısına koşun...” 383 buyrulur. Âyette, iman edenlere
seslenilmesi, imanın bir hayat emâresi olmakla birlikte, asıl hayatın
“rûhun ve kalbin hayat derecesi” olduğunu, buna ulaşmanın
ise iman içre iman gerektirdiğini hatırlatmak için olsa gerektir.
Hayat, asıl itibarıyla kalbin hayatıdır, rûhun hayatı olduğu
gibi; insanın asıl ölümü ve dirimi dünyadadır. Ölüm, hiçbir zaman,
anladığımız şekilde “ölmek” değil; gerçekte “dirilme”dir, hayat
bulmadır. Hayatın kaynağını örten maddî perdelerden sıyrıldıktan
sonra, insanın gerçeği en çıplak şekliyle tanıması nasıl ölmek olabilir?
Ölmek, geçici ve gölge bir hayat olan dünyadan göçmekten
ibârettir. Dünya hayatında diri olabilenler, ölümle daha bir diriliğe
kavuşur ve “sıla”sına kavuşmuş, gurbetten kurtulmuş insanların
sevincini yaşar, özlemlerini giderirken, dünyada ölü olanlar ise,
ölmekle acı bir dirilmeği tatmakta ve gerçek hayatın ne olduğunu
görmektedirler. Bu gerçek hayatta artık yeni bir değişme, yani
ölüp yeniden dirilme gibi şeyler sözkonusu değildir. Dünyada ölü
kaldıktan sonra ölümle dirilme, azâba, ateşe dirilmedir; dünyada
diri olanlar ise, daha bir diriliğe, daha güzel, sürekli, kalıcı bir canlılığa
adım atarlar. Kur’an bunu, “Muhakkak ki âhiret yurdu, gerçekten
baştanbaşa hayattır, eğer bilselerdi.”384 şeklinde ifade etmektedir.
Peygamberlerin getirdiği hayat verici nefeslerle dirilemeyenler,
Kur’an’ın deyişiyle, ölüdürler, kabirdedirler (Kıyâmetleri çoktan
kopmuştur onların). Kur’an’da: “Sen ölülere duyuramazsın!”385;
“Sen kabirdekilere duyuracak değilsin!”386 buyrulur. Böylelerinin ruhları
silinmiş, kalpleri kararmış, dolayısıyla kalplerinin duyma (sem’a)
ve görme (basar) güçleri yok olmuştur. Peygamber’in (s.a.s.) çağrılarını
duymadıkları gibi, çevrelerinde mutlak gerçeğin işaretleri ve
görüntüleri olarak cilvelenen sayısız âyetleri de görmezler; olanlardan
ders almazlar, dünya hayatına nasıl gelinip bu hayattan
nasıl göçüldüğüne dikkat etmezler; yeryüzünde gezip öncekilerin
bıraktıkları konusunda düşünmezler, kâinatın muhteşem âhenk
383] 8/Enfâl, 24
384] 29/Ankebût, 94
385] 30/Rûm, 52
386] 35/Fâtır, 20
KIYAMET
- 95 -
ve düzeni onlar için hiçbir şey ifade etmez. Böylesi diriltici unsurlar
karşısında kaskatı ölü kesilenler için son dirilme çaresi, artık
ölümdür. 387
Hayat; iman, hicret, cihad ve şehâdettir. Kâfirler gibi canlı
cenâze olmak, hayat süren leş konumunda bulunmak değildir.
Esas hayat, rûhun hayatıdır, imanın can kafesinde ölü gibi kalması
değil, sahibini ve toplumu diriltmesidir. Hayat, Allah’ın ve
Rasûlünün bizi çağırdığı esaslara uymaktır. Bugün yaşananlar, bu
ölçüler içinde hayat sürmek değil; ölü olduğunu bile hissetmeyecek
kaosu, Kıyâmeti yaşamaktır. Maddî hayat yönüyle ölenler, öldüklerinin,
yani kendi Kıyâmetlerinin koptuğunun farkındadırlar.
Ama mânen ölmüş, kendi Kıyâmeti kopmuş kimseler, öyle dehşetli
bir Kıyâmet içindedirler ki, kendilerini canlı sanmaktalar. Toplumun
mânevî Kıyâmeti, o toplumdaki bireyleri de kuşatır: “Bir de
öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle
kalmaz (umuma sirâyet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azâbı
şiddetlidir.” 388
İnsan, bazı ölüleri yaşıyor zanneder, bazı yaşayanları ölü zannettiği
gibi. “Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) ‘ölüler’ demeyin.
Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız..”389 “Bil
ki sen, ölülere işittiremezsin, arkasını dönüp kaçmakta olana, sağırlara da
dâveti duyuramazsın.” 390
Hadis külliyâtları, Kıyâmet’ten önce ortaya çıkacak
alâmetlerden söz eden çok sayıda hadis rivâyeti ihtivâ eder. Âhir
zaman olarak tanımlanan Kıyâmet öncesi donemde dinî duygu,
düşünce ve davranışların zayıflaması, İslâmî kurallara gereken
önemin verilmemesi, ibâdetlerin terk edilmesi, ahlâksızlığın çoğalması
biçiminde kendini gösteren Kıyâmet alâmetlerinin tümünün
ortada olduğunu, çoktan insanı kasıp kavurduğunu görüyoruz.
Hadis rivâyetlerinde Kıyâmet alâmetleri olarak sayılan, yukarıdaki
ifadelerin dışında şunları görüyoruz: İnsanların bina yapmakta birbiriyle
yarışmaları, insanların ölümü temenni etmeleri (ve intihar
arzusu), İkisi de hak iddiasında bulunan iki büyük İslâm ordusunun
birbiriyle savaşması, İslâmî ilimlerin ortadan kalkması, cehâletin
artması, depremlerin çoğalması, zamanın yaklaşması, gece ile
gündüzün eşit olması (zamanın bereketinin gittiği bir koşturmaca
ve elektrik aydınlığı ile gecenin gündüz gibi olması), cinâyetlerin
çoğalması, fitnelerin zuhur etmesi, yahûdilerle müslümanların
387] Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, Kırkambar Y. s. 237
388] 8/Enfâl, 25
389] 2/Bakara, 154
390] 27/Neml, 80
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 96 -
savaşmaları (Filistin’de fiilen ve dünyanın her tarafında fikren),
zinânın açıkça işlenmesi, içki tüketiminin artması, kadınların çoğalıp
erkeklerin azalması (özellikle çarşı pazarda)... Bütün bunların
yaşanılan vak’a olduğundan yola çıkarak Kıyâmetin de koptuğunu
söyleyebiliriz. Çünkü bunlar, toplumsal âfetlerdir. Bu problemler,
toplumların Kıyâmetidir. Bu özellikler, huzursuzluğun, fitnenin,
kaosun, kokuşmuşluğun belirtileridir. Bunları yaşayan toplum,
Kıyâmet dehşeti yaşıyordur. Kıyâmet dehşetiyle bin kere ölmüştür
de cenâzesini kıldıran yoktur. Kıyâmetin ne zaman kopacağını
bilmeyen, hatta kendi yaşadığı zamanda bile Kıyâmetin kopmayacağından
emin olmayan bir peygamber, toplumun Kıyâmetini
çok belîğ bir şekilde anlatmış olur bu alâmetlerle. Osmanlı, son
demlerinde, ölüm döşeğindeki “hasta adam”a benzetilirdi; şimdi
onun devamını adam yerine koyan olmadığına göre çoktan öldü
o. Osmanlı, “Kıyâmet alâmeti” olarak dillendirilen bu toplumsal
mikropları, tedbirsizlikten dolayı bünyesine bulaştırdığı için hastalandı.
Onun çocuğu bu belâlara ilâç diye sarıldığı için Kıyâmeti
her an yaşamakta. Gerçek Kıyâmetin dehşeti bir anlık iken; toplumsal
Kıyâmet, her an dehşet saçmaktadır.
Kıyâmetin büyük alâmeti olarak kabul edilenler de, Kur’an’a
arzedilerek, müteşâbih olduğu unutulmadan te’vil edilebilir. Bu,
Kur’an mesajına daha uygun olur. Âl-i İmrân 55. ve Mâide, 117.
âyetine göre Hz. İsa’nın bedeninin öldüğü açıkça belirtilmiştir.
Ama Hz. İsa’yı başkaları öldürmemiş, Allah onu eceliyle vefat ettirmiştir.
Yükseltilen onun mânevî derecesi, Allah’ın katına çıkan,
onun rûhudur. Zâten bütün peygamberlerin ruhları Allah’ın huzuruna
çıkar, O’ndan ikram görür. Hz. İsa’nın vefatını haber veren
âyetleri, âhad haberlere dayanarak te’vil etmek yerine, bu hadisleri
te’vil etmek daha doğrudur. Bu hadisler şöyle te’vil edilebilir:
İsa’nın rûhu, yani ümmeti mahvolmadı, daha yaşayacaktır. Fakat
Kıyâmetten önce bu rûh, yani İsa ümmeti, İslâm’a dönecektir. Bu
hadislerden, hıristiyanların bir gün müslüman olacakları değerlendirilebilir.
Said Nursi bu kanaattedir.391 Meşhur müfessirimiz
Elmalılı Hamdi Yazır da yaklaşık bunu söylemektedir.392 Yalnız,
Kıyâmet alâmetleri konusunda ihtiyâtı elden bırakmamalı, bu ve
benzeri her çeşit yorumların da beşerî çıkarımlar olduğu, yanlış
olma ihtimalinin bulunduğunu hatırdan çıkarmamalıdır. Her şeyin
en doğrusunu bilenin Allah olduğu ve gayb bilgisinin ve özellikle
Kıyâmet ilminin sadece O’na âit olduğu unutulmamalıdır.
Bir peygamberin dini (O’nun tebliğ ettiği esaslar) yaşadıkça,
391] Bk. Şualar, 5. Şua, s. 459-471; Lem'alar, s. 112
392] Bk. Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. c. 2, s. 1112-1114
KIYAMET
- 97 -
kendisi mânen yaşamaktadır. İsa’nın (a.s.) fikriyâtını yahûdiler öldürememişlerdir.
Bilâkis onun tebliğleri yayılmış, yahûdiliğe egemen
olmuştur. Onun rûhunu temsil eden ümmeti, bir gün ismen
olmasa bile mânen Hz. Muhammed’in (s.a.s.) fikriyâtını benimseyecek,
onları uygulayacaktır. Bunlar, görünürde hıristiyan olsalar
bile uygulamada İslâm’ın özüne mensup olacaklar veya bunlar,
tamamen hıristiyanlığı bırakıp İslâm’a döneceklerdir. Bu, “güneşin
batıdan doğması”dır. Nitekim giderek ivme kazanan bir hızla
Avrupa ve Amerika’da İslâm’ın sesi soluğu duyulmaya başlamıştır,
Afrika ve Amerika’da İslâm süratle yayılmaktadır. Bush adındaki
deccalın Sharon deccalına yardım için Ortadoğuda müslüman
avına çıkmasının asıl sebebi budur. İslâm, olduğu gibi anlatıldığı,
hele örnek olacak şekilde yaşandığı takdirde, dünyanın her yerinde
ve Batıda tek Hak dinin hâkim duruma geçeceği şüphesizdir.
Bu gün değilse yarın; işte bu, Hz. İsa’nın rûhunun dirilmesi, onun
mesajının hâkim olması, onun Muhammed ümmetine tabi olması
(hizmet etmesi), haçın kırılıp domuzun öldürülmesi demektir.
İslâm, Kıyâmete kadar bâkî olacak hak dindir. Onun güçlenmesine
yardım eden, bu uğurda canını fedâ etmeğe hazır olan her
müslüman, İsa’dır, Mesih’tir, Mehdîdir, İmamdır. İslâm düşmanları
ve onların hakkı bâtıl, bâtılı da hak gösteren araçları (özellikle
televizyonun bu amaçla kullanılışı) da Deccâl ve onun silâhlarıdır.
Bırakalım artık yarınların hayaliyle oyalanmayı. “Kıyâmet ne
zaman kopacak? Onun alâmetleri nelerdir?” diye sormak yerine;
“ölüme, Kıyâmete, ondan sonrasına hazır olup olmadığımızı” kendi
kendimize sormamız gerekmez mi? Dünyaya bir daha gelip de
eksik ve hatalarımızı telâfi etme şansımız olmadığına göre, yaşadığımız
günün her ânını değerlendirmeli ve “gün bu gündür!”
diyerek, ebedî saâdeti kazanmaya çalışmalıyız.
İsa veya Mehdi bekleyerek kendi üzerine farz olan görevleri,
kurtarıcılara havâle edip ertelemek, Allah erine yakışmaz. Biz,
İslâm’ı yaşayıp çevremize hâkim kılmaya çalışalım. Gerisi bizi fazla
ilgilendirmemelidir. Allah da zâten bizi bazılarını beklemeye çağırmıyor.
Her şuurlu müslümanın hidâyete götüren, hidâyet veren
anlamında en büyük “mehdî” olan Kur’an’a uyması kurtuluş için
yeterlidir. Her tebliğcinin de, mânen ölmüş canlı cenaze durumundakilere
İsa nefesiyle hayat vermeye gayret etmesi gerekmektedir.
Kurtarıcı beklemeyi bırakıp kendimiz kurtarıcı olmaya çalışmalı,
böylelikle hiç değilse kendimizi kurtarmanın yolunu bulmalıyız. O
zaman “deccal”lar da bize zarar veremeyecektir: “Ey iman edenler!
Siz kendinize bakın. Siz hidâyette/doğru yolda olduğunuz müddetçe
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 98 -
dalâlette olanlar (sapıklar) size zarar veremez.” 393
Kıyâmetin ikinci aşaması; ölen tüm insanların yeniden dirilerek
ayağa kalkması, kıyâm etmesidir. “Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i
ani’l-münker” adındaki kalk borusunu, “kıyâm et” emrini veren
dâvetçi İsrâfiller, inşâAllah toplumu İsa nefesleriyle yeniden diriltecek
ve Allah’ın izni ve yardımıyla topluma ba’su ba’de’l-mevti
yaşatacaklardır.
Hz. İsa, rûha önem verilmeyen yahûdileşmiş bir topluma rûhî
özellikleri yeniden ihyâ etme yönüyle çeşitli mûcizelerle geldi:
Bazı ölüleri Allah’ın izniyle diriltme, hastaları iyileştirme, körlerin
gözlerini açma, dilsizi konuşturma gibi. İşte günümüz toplumunda
da bu rûhî özellikleri ihyâ eden İsa nefesli müslümanlara ihtiyaç
var. Böylece emperyalistlerin katı kapitalist etkileriyle ruhları,
rûhî/mânevî özellikleri bombardıman edilen insanların ölümcül
kalpleri ve ruhları dirilsin; ruh maddenin önüne çıksın, böylece
tatmin olsun. Hasta kalpler ve mânevi/rûhî hastalıklar iyileşsin.
Hakkı göremeyen gözler açılsın, basîret ve ferâset sahibi olan
insanlar eşyaya Allah’ın nûruyla bakabilsin. Sadece görünenleri
değil, perdenin arkasındakileri de görebilsin. Hakka kilitli dilleri
açılsın, bülbül gibi şakısın. Bunların yerine gelmesi için Hz. İsa’nın
gökten inmesini beklemeye lüzum yok. Hz. İsa’nın nefesine, Hz.
Mûsâ’nın asasına, Hz. Muhammed’in Kur’an’ına mirasçı sensin.
Kurtuluş istiyorsan, kurtarıcı beklemekten vazgeç; vazifeni yap.
Hem sen kurtul, hem toplum kurtulsun ey İsa nefesli müslüman!
Son söz: Her şeyin en doğrusunu bilen yalnız Allah’tır. 394
Kur’ân-ı Kerîm’de Kıyâmet
Kur’ân-ı Kerim’de Kıyâmet kavramına çok yer verilir. Değişik
kelimelerle Kıyâmetten bin civarında âyette konu edinilir.
Kıyâmetle ilgili temel kavram mâhiyetindeki kelimelerin kısa bir
dökümünü vermek, bu konuda ufuk açıcıdır: “Kıyâmet” kelimesi,
toplam 70 yerde zikredilir. Aynı anlamdaki “sâat” sözcüğü ise
toplam 48 yerde geçer. “Âhir (yevmu’l-âhır)” kelimesi 28 yerde,
“âhiret” kelimesi ise 115 yerde kullanılır. Âhirette hesaba çekilmek
ve Kıyâmet günü ve hesap günü anlamındaki “hesap (hısâb) ve
“yevmu’l-hısâb” kelimeleri toplam 39 yerde ifâde edilir. Yeniden
diriliş anlamında kullanılan “ba’s” kelimesi ve türevleri toplam 67
yerde kullanılır. Kıyâmetin kopması ve her yaratığın ölümünden
sonra, yeniden dirilişle birlikte mahşerde toplanmak anlamındaki
393] 5/Mâide, 105
394] Ahmed Kalkan, Vuslat Dergisi, sayı 25, Temmuz 2003
KIYAMET
- 99 -
“haşr” kavramı ve türevlerinin toplam 43 yerde zikredildiği görülür.
İslâm inancının üç temel esasından birini oluşturan Kıyâmet
veya âhiret konusu yüzleri aşan, çok değişik ve müstakil sûrelerde
ele alınmıştır. Burada, toplum hayatında büyük önem taşıyan
mes’ûliyet duygusunun telkin edilmesinin bir hedef teşkil ettiği
şüphesizdir. Ayrıca, “Herkes yarın için ne hazırladığının bilincini
taşımalıdır.”395 âyetinde ifâdesini bulan geleceği düşünme ve ebedî
hayatın mutluluğunu sağlama uğruna faâliyet gösterme ilkesinin
hâkim rol oynadığını da söylemek gerekir.
Kur’ân-ı Kerîm’de zaman zarfı olan “yevme”, “yevmeizin”
kelimeleriyle oluşup Kıyâmeti tasvir eden âyetlerin sayısı 400’e
yakındır. Bunların yetmişi “yevmu’l-kıyâmeh” şeklindedir. Ayrıca,
Kur’an’ın altmış yedinci sûresi olan Mülk sûresinden itibâren
yer alan 48 sûrenin büyük ekseriyetinin en belirgin muhtevâsı
“Kıyâmet” konusudur. Bunlardan başka “Kıyâmetin kopma zamanı”
demek olan “sâat”, “dünyanın sonu” anlamına gelen
“ukbâ”,396 “mutlaka gerçekleşecek olan realite” mânâsındaki
“vâkıa”, “kimini alçaltan, kimini yükselten olay” anlamındaki
“hâfida-râfia,397,”yeniden diriltmek, dirilterek hesap meydanında
toplamak” mânâsındaki “ba’s” ve “haşr”398 kelimeleriyle bunlara
benzer kavramlar Kıyâmet için kullanılmıştır. “Dönüş, dönüş yeri,
çıkarıldığı yer” anlamına gelen ve bir âyette yer alıp bir yoruma
göre Kıyâmet mânâsında olan “meâd” kelimesi de,399 özellikle
kelâm ve felsefe kitaplarında Kıyâmet yerine kullanılmıştır.
“Onlar ki, namazlarına devam ederler. Mallarında belli bir hisse vardır;
İsteyene ve mahruma. Cezâ gününü tasdik ederler.”400 Bu âyetler,
Allah’a ve âhiret gününe iman etmenin, insan hayatındaki önemini
belirtiyor. Şu âyet de Kıyâmeti, âhireti yalanlayanların bazı
temel özelliklerini açıklıyor: “(Onlar da) dediler ki: ‘Biz namaz kılanlardan
olmadık. Yoksula da yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla birlikte
dalardık. Cezâ gününü yalanlardık.” 401
“(Allah), Din gününün mâliki (cezâ gününün, âhiret hayatının gerçek
sahibi)dir.” 402
395] 59/Haşr, 18
396] ukbe'd-dâr; 13/Ra'd, 22, 24, 35, 42
397] 56/Vâkıa, 1-3
398] 22/Hacc, 5; 50/Kaf, 44
399] 28/Kasas, 85
400] 70/Meâric, 22-26
401] 74/Müddessir, 43-46
402] 1/Fâtiha, 3
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 100 -
“Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz
ki: ‘Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?’ (Bundan) Sonra
onların: ‘Rabbimiz olan Allah’a and olsun ki, biz müşriklerden değildik’
demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.) Bak, kendilerine karşı
nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup
uzaklaştı.” 403
“Rablerinin karşısında durdurulduklarında onları bir görsen: (Allah:)
‘Bu, gerçek değil mi?’ dedi. Onlar: ‘Evet, Rabbimiz hakkı için’ dediler. (Allah:)
‘Öyleyse inkâr edegeldikleriniz nedeniyle azâbı tadın!’ dedi.” 404
“Allah’a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır.
Öyle ki, sâat (Kıyâmet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına
yüklenerek: ‘Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı
yazıklar olsun bize…’ derler. Dikkat edin, o işleyip yüklendikleri ne kötüdür!”
405
“Üzerinde Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu fısk’tır
(yoldan çıkıştır). Gerçekten şeytanlar, sizinle mücâdele etmeleri için kendi
dostlarına gizli çağrılarda bulunurlar. Onlarla itaat ederseniz şüphesiz siz
de müşriklersiniz.” 406
“Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine
göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi
sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini
göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları,
inanmayacakların dostları kıldık.” 407
“Kimine hidâyet verdi, kimi de sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah’ı
bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.”
408
“Sâatin (Kıyâmetin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini)
sorarlar. De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini
O’ndan başkası açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız
bir gelişten başkası değildir.’ Sanki sen, ondan tümüyle haberdarmışsın
gibi sana sorarlar. De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Allah’ın katındadır. Ancak
insanların çoğu bilmezler.” 409
“O gün, onların tümünü bir arada toplayacağız, sonra şirk katanlara:
403] 6/En’âm, 22-24
404] 6/En’âm, 30
405] 6/En’âm, 31
406] 6/En’âm, 121
407] 7/A’râf, 27
408] 7/A’râf, 30
409] 7/A’râf, 187
KIYAMET
- 101 -
‘Yerinizden ayrılmayınız; siz de, şirk koştuklarınız da’ diyeceğiz. Artık onların
arasını açmışızdır. Şirk koştukları derler ki: ‘Siz bize ibâdet ediyor
değildiniz. Bizim ile sizin aranızda şahid olarak Allah yeter. Gerçekten biz,
sizin ibâdetinizden habersizdik.’ İşte orada, her nefis önceden yaptıklarıyla
imtihana çekilmiş olacak ve onlar asıl-gerçek mevlaları olan Allah’a
döndürülecekler. Yalan yere uydurdukları da, kendilerinden kaybolup
uzaklaşacaklar.” 410
“(Kıyâmetin) Geleceği günde, O’nun izni olmaksızın, hiç kimse söz
söyleyemez. Artık onlardan kimi ‘bedbaht ve mutsuz’, (kimi de) mutlu
ve bahtiyardır.” 411
“(Ey Muhammed,) Allah’ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından
habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne
ertelemektedir. Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez.
Kalbleri (sanki) bomboştur.” 412
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a âittir. (Kıyâmet) Sâatin(in) emri de yalnızca
(süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah
her şeye güç yetirendir.” 413
“O şirk koşanlar, şirk koştuklarını gördükleri zaman: ‘Rabbimiz, seni
bırakıp bizim taptığımız ortaklarımız bunlardır’ diyecekler. (Onlar da bunlara:)
‘Siz gerçekten yalan söyleyenlersiniz’ diye sözü (geri çevirip) fırlatacaklar.
O gün (artık) Allah’a teslim olmuşlardır ve uydurdukları (yalancı
ilahlar) da onlardan çekilip uzaklaşmıştır.” 414
“Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün;
onları bir arada toplamışız da, içlerinden hiçbir ini dışarda bırakmamışızdır.
Onlar senin Rabbine sıra sıra sunulmuşlardır. Andolsun, siz ilk defa yarattığımız
gibi bize gelmiş oldunuz. Hayır, bizim size bir kavuşma zamanı
tesbit etmediğimizi sanmıştınız değil mi?” 415
“(Kâfirlere:) ‘Benim ortaklarım sandığınız şeyleri çağırın’ diyeceği gün;
işte onları çağırmışlardır, ama onlar, kendilerine cevap vermemişlerdir. Biz
onların aralarında bir uçurum koyduk.” 416
“Biz o gün, bir kısmını bir kısmı içinde dalgalanırcasına bırakıvermişiz.
Sûr ’a da üfürülmüştür, artık onların tümünü bir arada toparlamışız.” 417
410] 10/Yûnus, 28-30
411] 11/Hûd, 105
412] 14/İbrâhim, 42-43
413] 16/Nahl, 77
414] 16/Nahl, 86-87
415] 18/Kehf, 47-48
416] 18/Kehf, 52
417] 18/Kehf, 99
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 102 -
“Andolsun Rabbine, biz onları da, şeytanları da mutlaka haşredeceğiz,
sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak hazır bulunduracağız.”
418
“Ve onların hepsi, Kıyâmet günü O’na, ‘yapayalnız, tek başlarına’ geleceklerdir.
419
“Sûr’a üfürüleceği gün, biz suçluları/günahkârları o gün, (yüzleri kara,
gözleri) gömgök (kaskatı ve kör) olarak toplayacağız.” 420
“Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: ‘Benim Rabbim, onları darmadağın
edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır. Orada
ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek.” 421
“O gün, kendisinden sapma imkânı olamayan çağırıcıya uyacaklar.
Rahman (olan Allah)a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir
şey işitemezsin.” 422
“O gün, Rahman (olan Allah)’ın kendisine izin verdiği ve sözünden
hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.” 423
“İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz
çeviriyorlar.” 424
“Hayır, onlara apansız gelecek de, böylece onları şaşkına çevirecek; artık
ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek ve ne onlara süre tanınacak.” 425
“Biz, Kıyâmet gününe âit duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis
hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye)
getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz.” 426
“Bizim, göğü kitabın sayfalarını katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya
başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iâde edeceğiz. Bu,
bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, Biz yapıcılarız.” 427
“Hayır, onlar Kıyâmet sâatini yalanladılar; biz Kıyâmet sâatini yalan
sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık. (Ateş,) Onları uzak bir yerden
gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu işitirler. Elleri
boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok
418] 19/Meryem, 68
419] 19/Meryem, 95
420] 20/Tahâ, 102
421] 20/Tahâ, 105-107
422] 20/Tahâ, 108
423] 20/Tahâ, 109
424] 21/Enbiyâ, 1
425] 21/Enbiyâ, 40
426] 21/Enbiyâ, 47
427] 21/Enbiyâ, 104
KIYAMET
- 103 -
oluşu isteyip çağırırlar.” 428
“Sûr ’a üfürüleceği gün, Allah’ın dilediği kimseler dışında, göklerde
ve yerde olan herkes artık korkuya kapılmıştır ve herbiri ‘boyun bükmüş’
olarak O’na gelmişlerdir.” 429
“O gün (Allah) onlara seslenerek: ‘Bana ortak olarak öne sürdükleriniz
nerede?’ der. Üzerlerine (azab) sözü hak olanlar derler ki: ‘Rabbimiz,
işte bizim azdırıp-saptırdıklarımız bunlar; kendimiz azıp saptığımız gibi,
onları da azdırıp saptırdık. (Şimdiyse) Sana (gelip onlardan) uzaklaşmış
bulunmaktayız. Onlar bize tapıyor da değillerdi. Denir ki: “Ortaklarınızı
çağırın.’ Böylelikle çağırırlar, ama kendilerine cevap vermezler ve azabı
görürler. Hidâyet bulmuş olsalardı ne olurdu. O gün (Allah) onlara seslenerek:
‘Gönderilen (elçilere) ne cevap verdiniz?’ der.” 430
“Kıyâmet sâatinin kopacağı gün, suçlu-günahkârlar umutsuzca yıkılırlar.
(Allah’a eş koştukları) Ortaklarından kendilerine şefaatçi olan yoktur;
onlar, ortaklarını inkâr ediyorlar.” 431
“Kıyâmet sâatinin bilgisi, şüphesiz Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır;
rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez.
Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir,
haberdârdır.” 432
“İnsanlar, sana Kıyâmet sâatini sorarlar; de ki: ‘Onun bilgisi yalnızca
Allah’ın katındadır.’ Ne bilirsin; belki Kıyâmet sâati pek yakın da olabilir.” 433
“Onlar: ‘Eğer doğru sözlü iseniz, bu vaad (ettiğiniz azap) ne zamanmış?’
derler. De ki: ‘Sizin için belirlenmiş bir gün vardır ki, ondan ne bir an
ertelenebilirsiniz, ne de (bir an) öne alınabilirsiniz.” 434
“Demişlerdir ki: ‘Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim
diriltip kaldırdı? Bu, Rahmân (olan Allah)’ın vaad ettiğidir, (demek ki)
gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş.” 435
“Onlar, yalnızca tek bir çığlıktan başkasını gözetmezler, onlar birbirleriyle
çekişip dururken o kendilerini yakalayıverir. Artık ne bir tavsiyede
bulunmağa güç yetirebilirler, ne âilelerine dönebilirler.” 436
“Sûr’a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine
428] 25/Furkan, 11-13
429] 27/Neml, 87
430] 28/Kasas, 62-65
431] 30/Rûm, 12-13
432] 31/Lokman, 34
433] 33/Ahzâb, 63
434] 34/Sebe', 29-30
435] 36/Yâsin, 52
436] 36/Yâsin, 49-50
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 104 -
doğru (dalgalar halinde) süzülüp giderler.” 437
“İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibârettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak)
bakıp duruyorlar.” 438
“Derler ki: ‘Eyvahlar bize; bu, din günüdür.’ ‘Bu, sizin yalanladığınız
(mü’mini kâfirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür.” 439
“Ve onları durdurup tutuklayın, çünkü sorguya çekileceklerdir.” 440
“Siz, O’nun dışında dilediklerinize ibâdet edin.” De ki: “Gerçekten hüsrana
uğrayanlar, Kıyâmet günü hem kendilerini, hem yakınlarını hüsrana
uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık olan hüsranın kendisidir.” 441
“Kıyâmet günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara
olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri
mi yok?” 442
“Kıyâmet sâatinin ilmi O’na döndürülür. O’nun ilmi olmaksızın, hiçbir
meyve tomurcuğundan çıkmaz, hiçbir dişi, gebe kalmaz ve doğurmaz
da. Onlara: ‘Benim ortaklarım nerede?’ diye sesleneceği gün, dediler ki:
‘Sana arzettik ki, bizden hiçbir şâhit yok.” 443
“Ki Allah, hak olmak üzere Kitabı ve mizanı indirdi. Ne bilirsin; belki
Kıyâmet sâati pek yakındır.” 444
“Onlar, hiç şuurunda değilken kendilerine apansız geliverecek olan
Kıyâmet sâatinden başkasını mı gözlüyorlar?” 445
“Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü kendisinin olan
(Allah) ne yücedir. Kıyâmet sâatinin ilmi O’nun katındadır ve O’na döndürüleceksiniz.”
446
“De ki: ‘Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra kendisinde hiçbir
kuşku olmayan Kıyâmet günü O sizi bir araya getirip toplayacaktır. Ancak
insanların çoğu bilmezler.” 447
“Artık onlar, Kıyâmet-sâatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını
mı gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir. Fakat kendilerine
437] 36/Yâsin, 51
438] 37/Sâffât, 19
439] 37/Sâffât, 20-21
440] 37/Sâffât, 24
441] 39/Zümer, 15
442] 39/Zümer, 60
443] 41/Fussılet, 47
444] 42/Şûrâ, 17
445] 43/Zuhruf, 66
446] 43/Zuhruf, 85
447] 45/Câsiye, 26
KIYAMET
- 105 -
geldikten sonra öğüt alıp-düşünmeleri onlara neyi sağlar? 448
“O gün, o çığlığı bir gerçek (hak) olarak işitirler. İşte bu, (dirilip kabirlerden)
çıkış günüdür.” 449
“O yaklaşmakta olan yaklaştı.” 450
“Gözleri zillet ve dehşetten düşmüş olarak, sanki yayılan çekirgeler
gibi kabirlerinden çıkarlar. Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken,
kâfirler derler ki: ‘Bu, zorlu bir gün.” 451
“(Çünkü o gün) Suçlu-günahkârlar, simalarından tanınır da alınlarından
ve ayaklarından yakalanırlar.” 452
“Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar darmadağın olup ufalandığı, toz duman
halinde dağılıp savrulduğu Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman...” 453
“Ve diyorlardı ki: ‘Biz öldükten, toprak ve kemik yığını olduktan sonra,
biz mi bir daha diriltileceğiz? Önceki atalarımız da mı?’ De ki, öncekiler
ve sonrakiler. Belli bir günün buluşma vakti için mutlaka toplanacaklardır.
Sonra siz ey sapık yalancılar, elbette bir ağaçtan, bir zakkum ağacından
yiyeceksiniz. Onunla karınlarınızı dolduracaksınız. Üzerine de kaynar su
içeceksiniz. Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.
İşte cezâ gününde onların ağırlanışı bu şekilde olacaktır.” 454
“Vâkıa (kesin bir gerçek olan Kıyâmet) vuku bulduğu zaman, Onun
vukuuna (gerçekleşmesine artık) yalan diyecek yoktur.” 455
“O yaklaşmakta olan yaklaştı. Onu Allah’ın dışında ortaya çıkaracak
başka (hiçbir güç yoktur).” 456
“Derler ki: ‘Eğer doğru söylüyorsanız, şu tehdit (ettiğiniz azap) ne zamanmış?’
De ki: ‘(Bununla ilgili) Bilgi ancak Allah’ın katındadır. Ben ancak
apaçık bir uyarıcıyım.” 457
“O gün, mü’min erkekler ile mü’min kadınları, nurları önlerinde ve
sağlarında koşarken görürsün. ‘Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar
(olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.’ İşte ‘büyük kurtuluş
ve mutluluk’ budur. O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman
448] 47/Muhammed, 18
449] 50/Kaf, 42
450] 53/Necm, 57
451] 54/Kamer, 7-8
452] 55/Rahmân, 41
453] 56/Vâkıa, 4-7
454] 56/Vâkıa, 47-56
455] 56/Vâkıa, 1-2
456] 53/Necm, 57-58
457] 67/Mülk, 25-26
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 106 -
edenlere derler ki: ‘(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp
yararlanalım.’ Onlara: ‘Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp bulmaya
çalışın’ denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sûr çekilmiştir; onun iç
yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır.” 458
“Ey iman edenler, Allah’a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir
ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere
sokar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük
düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. Derler
ki: “Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen, her şeye
güç yetirensin.” 459
“Gözleri ‘korkudan ve dehşetten düşük’, kendilerini de zillet sarıp kuşatmış.
Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye dâvet edilirlerdi.”
460
“Artık sûr’a tek bir üfürülüşle üfürüleceği. Yeryüzü ve dağlar yerlerinden
oynatılıp kaldırılacağı, ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp
parça parça olacağı zaman. İşte o gün, vakıa (bir gerçek olan Kıyâmet)
artık vukubulmuş (gerçekleşmiş)tur. Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün,
‘sarkmış za’fa uğramıştır.” 461
“Artık kitabı sağ-eline verilen kişi, der ki: ‘Alın, kitabımı okuyun. Çünkü
ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım.’ Artık o,
hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek bir cennette.” 462
“Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: “Bana keşke kitabım verilmeseydi.
Hesabımı hiç bilmeseydim. Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi.” 463
“Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün; Dağlar da (etrafa uçuşmuş)
rengârenk yün gibi olacak.” 464
“(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz.” 465
“Şüphesiz, size vaad edilen gerçekleşecektir.” 466
“Yıldızlar ‘örtülüp (ışıkları) silindiği’ zaman, Gök yarıldığı zaman,
Dağlar kökünden sökülüp savurulduğu zaman. Ve Rasuller de (şâhitlik
için) belli bir vakitte getirildiği zaman...” 467
“Bu ayırma gününü sana ne bildirdi? O gün, yalanlayanların vay haline.
458] 57/Hadîd, 12-13
459] 66/Tahrîm, 8
460] 68/Kalem, 43
461] 69/Haakka, 13-16
462] 69/Haakka, 19-22
463] 69/Haakka, 25-27
464] 70/Meâric, 8-9
465] 70/Meâric, 10
466] 77/Mürselât, 7
467] 77/Mürselât, 8-11
KIYAMET
- 107 -
Biz, öncekileri helâk etmedik mi? Sonra arkadan gelenleri onların izinde
yürüteceğiz. İşte Biz, suçlu günahkârlara böyle yapıyoruz. O gün, yalanlayanların
vay haline!” 468
“Sûr ’a üfürüleceği gün, artık siz dalga dalga geleceksiniz. O sırada
gök açılmış ve kapı kapı olmuştur. Dağlar yürütülmüş, artık bir serab
oluvermiştir.” 469
“Şüphesiz o hüküm (fasl) günü, belirlenmiş bir vakittir.” 470
“Şüphesiz, size vaad edilen gerçekleşecektir.” 471
“O ne zaman demir atacak?’ diye, sana Kıyâmet sâatini soruyorlar.
Onunla ilgili bilgi vermekten yana, sende ne var ki… En sonunda o (ve
onunla ilgili bilgi), Rabbine âittir.” 472
“Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; Annesinden ve babasından.” 473
“O gün, onlardan herbirisinin kendine yetecek bir işi vardır.” 474
“O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır; Güler ve sevinç içindedir.” 475
“Artık o gün hiç kimse (Allah’ın) vereceği azap gibi azaplandıramaz.
Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz.” 476
“Yer, o şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığı, Yer, ağırlıklarını dışa atıp çıkardığı
Ve insan: ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman; O gün (yer), haberlerini
anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir.” 477
Hadis-i Şeriflerde Kıyâmet ve
Kıyâmet Alâmetleri
İlk dönemlerden itibâren Kıyâmet alâmetleri, Kıyâmetin çeşitli
merhaleleri, cennet ve cehennem hayatıyla ilgili birçok zayıf
veya mevzû rivâyet ortaya çıkmıştır. Kıyâmet ve özellikle Kıyâmet
alâmetleriyle ilgili hadislerin sıhhati ve toplumsal problemlere
dikkat çekip onların Kıyâmet gibi kargaşa ve kaos sebebi olmasıyla
ilgili te’vil edilmesi gereken özellikleri üzerinde ciddî
değerlendirme yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, Kur’an’ın ve
468] 77/Mürselât, 14-19
469] 78/Nebe', 18-20
470] 78/Nebe', 17
471] 77/Mürselât, 7
472] 79/Nâziât, 42-44
473] 80/Abese, 34-35
474] 80/Abese, 37
475] 80/Abese, 38-39
476] 89/Fecr, 25-26
477] 99/Zelzele (Zilzâl), 1-5
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 108 -
Peygamberimiz’in çok net beyanlarından Rasûlullah da Kıyâmetin
ne zaman kopacağını bilmez. O yüzden hadis-i şeriflerde geçen
bazı alâmetler henüz gerçekleşmedi diye, Kıyâmetin vaktine daha
çok zaman olduğu, ya da şu tarihte olabileceği gibi değerlendirmeler
çok yanlıştır.
“Şunu bilmelisiniz ki, Kıyâmette çıplak, yalınayak ve sünnetsiz olarak
haşrolunacaksınız” sonra Rasûlullah (s.a.s.) “Yaratmayı ilkin nasıl başlattıysak
onu tekrar ederiz.” 478 meâlindeki âyeti okuduktan sonra
Kıyâmette ilkin Hz. İbrâhim’in giydirileceğini belirtmiştir. 479 Hz.
Âişe’den rivâyet edilen hadisin devamında Hz. Âişe, bir arada bulunacak
çıplak kadın ve erkeklerin birbirine bakabileceğinden söz
etmiş, Rasûl-i Ekremde, “Durum buna müsâade etmeyecek kadar vahim
olacaktır” cevabını vermiştir. Ebû Hüreyre’den nakledilen bir
hadiste de insanların üç grup halinde haşir işlemine tabi tutulacağı
haber verilmektedir: Günahları sebebiyle ümitle korku arasında
bulunan mü’minler ki, bunların yaya olarak gitmesi muhtemeldir,
binekle gidecek erdemli mü’minler ve yanlarından ayrılmayan bir
ateşle hesap meydanına sevk edilecek gruplar. 480
“Kıyâmet gününde birinizin boynunda meleyen bir koyun, diğerinin
boynunda için için kişneyen bir at, öbürünün boynunda böğüren bir deve,
başkasının boynunda altın ve gümüş, bir diğerinkinde sallanıp duran bez
parçası bulunuyorken karşıma çıkmayın! Bunların herbiri benden yardım
isteyecek, ben de, ‘elimden gelen bir şey yok, dünyada iken sana tebliğ
etmiştim’ diyeceğim.” 481
“Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal’e yemin ederim! Meryem
oğlu İsa’nın, aranıza (bu şeriatle hükmedecek) adaletli bir hâkim olarak
ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i Kitap’tan) kaldıracağı
vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul
etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı
olur.” Sonra Ebû Hureyre der ki: “Dilerseniz şu âyeti okuyun. (Mealen):
“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce O’nun (İsa’nın)
hak peygamber olduğuna iman etmesin. Kıyâmet gününde ise İsa onlar
aleyhine şahitlik edecektir.” 482
“Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde mücâdeleye
Kıyâmet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa İbn Meryem de
478] 21/Enbiyâ, 104
479] Buhârî, Rikak 45; Müslim, Cennet 56-58
480] Buhârî, Rikak 45; Müslim, Cennet 59
481] Buhârî, Cihad 189; Müslim, İmâre 24
482] 4/Nisâ, 159; Buhârî, Büyû’ 102, Mezâlim 31, Enbiya 49; Müslim, İman 242,
h. no: 155; Ebû Dâvud, Melâhim 14, h. no: 4324; Tirmizî, Fiten 54, h. no.
2234
KIYAMET
- 109 -
iner. Bu Müslümanların reisi: ‘Gel bize namaz kıldır!’ der. Fakat Hz. İsa
aleyhisselam: ‘Hayır! der, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize
emîrsiniz!” 483
“Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa Allah o günü uzatıp, benden
bir kimseyi o günde gönderecek.” “...Ehl-i beytimden birisi, ki bu
zatın ismi benim ismine uyar, babasının ismi de babamın ismine uyar. Bu
zat, yeryüzünü, eskiden cevr ve zulümle dolu olmasının aksine, adâlet ve
hakkaniyetle doldurur.” 484
“Mehdi benim zürriyetimden, kızım Fâtıma’nın evlâtlarındandır.” 485
“Temîmi’d-Dâri’nin rivâyetinin benim size ondan (Mesih Deccal’dan)
Mekke ve Medine’den anlattığıma muvâfık düşmesi hoşuma gitti. Bilesiniz
o Şam denizinde veya Yemen denizindedir. Hayır, doğu tarafındadır.
Evet, o doğu tarafında zuhur edecektir. O doğu tarafından zuhur edecektir!’
buyurdu ve eliyle doğu tarafına işaret etti.” 486
“Deccal, Medine geçitlerine girmesi kendisine haram kılınmış olarak
çıkacak. Derken (Medine civarındaki) bazı ekimsiz yerlere kadar gelir. O
gün insanların en hayırlısı olan -veya en hayırlılarından- bir kimse onun
karşısına çıkar ve: ‘Sen Rasûlüllah (s.a.s.)’ın bize haber verdiği Deccal’sin!’
der. Deccâl de (kendi adamlarına): ‘Ben şunu öldürüp sonra da diriltsem
ne dersiniz? Bu işte bu şüpheye düşer misiniz?” der. Oradakiler: ‘Hayır!’
derler. Deccal onu öldürür ve sonra diriltir. Dirilttiği zaman adam: ‘Allah’a
yemin olsun. Senin hakkında hiçbir vakit bugünkünden daha basiretli
olmamıştım!’ der. Deccal onu tekrar öldüreyim mi di(yerek öldürmek isteye)
cek, fakat musallat edilmeyecek.” 487
“Deccal çıktığı vakit beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş
olarak gördüğü tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir.
Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne düş(meyi kabul
et)sin. Çünkü o, tatlı soğuk sudur.” 488
İbn Ömer (r. a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.) Vedâ haccı sırasında
(bir ara): “Halk susup dinlesin!” buyurdular. Sonra Allah’a
hamd ve senâda bulunup, arkadan Mesih ve Deccal’den uzun
uzun söz ettiler ve buyurdular ki:
483] Müslim, İman 247
484] Ebû Dâvud, Mehdî 1, h. no: 4282; Tirmizî, Fiten 52, h. no: 2231, 2232
485] Ebû Dâvud, Mehdi 1, (4284)
486] Müslim, Fiten 119, h. no: 2942; Ebû Dâvud, Melâhim 15, h. no: 4325, 4326;
Tirmizî, Fiten 66, h. no: 2254
487] Buhârî, Fiten 27, Fedâilu'l-Medine 9; Müslim, Fiten 112, h. no: 2938
488] Buhârî, Fiten 26, Enbiyâ 50; Müslim, Fiten 105, h. no: 2935; Ebû Dâvud,
Melâhim 14, h. no: 4315
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 110 -
“Allah’ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla inzar etti. Nuh
aleyhisselam ümmetini onunla inzar etti, ondan sonra gelen peygamberler
de. O, sizin aranızda çıkacak. Onun hali sizden gizli kalmayacak.
Rabbinizin tek gözlü olmadığı size kapalı değildir. O ise sağ gözü kör
birisidir. Onun gözü, sanki (salkımdan) dışa fırlamış bir üzüm danesi gibidir.
(İki gözünün arasında kefere yani kâfir yazılmış olacaktır. Bunu her
Müslüman okuyacaktır).” 489
“Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça Kıyâmet kopmaz. Siz,
yüzleri kılıflı kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunları yassı olan bir kavmle
savaşmadıkça Kıyâmet kopmaz.” 490
“Rumlar, A’mak ve Dâbık nam mahallere inmedikçek Kıyâmet kopmaz.
Onlara karşı Medine’den bir ordu çıkar. Bunlar o gün arz ehlinin en
hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri savaşmak üzere saf saf düzen alınca,
Rumlar: ‘Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de onları öldürelim!’
derler. Müslümanlar da: ‘Hayır! Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından
çekilmeyiz’ derler. Bunun üzerine (Müslümanlar) onlarla harb eder. Bunlardan
üçte biri inhizama uğrar. Allah ebediyen bunların tevbesini kabul
etmez. Üçte biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en faziletlileridir.
Üçte biri de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar
İstanbul’u da fethederler. (Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına
asmış ganimet taksim ederken, şeytan aralarında şöyle bir nidâ atar: ‘Mesih
Deccal, ailelerinizde sizin yerinizi aldı!’ Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak
bu haber batıldır. Şam’a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için
hazırlık yapıp safları tanzim ederken, namaz için ikamet okunur. Derken
İsa İbnu Meryem iner ve onlara gitmek ister. Allah’ın düşmanı, Hz. İsa’yı
görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa,
(kendi kendine) helâk oluncaya kadar eriyecekti. Ancak Allah onu kudret
eliyle öldürür; öyle ki onlara, harbesindeki kanını gösterir.” 491
“Bir tarafı karada bir tarafı da denizde olan bir şehir işittiniz mi?” diye
sordular. Oradakiler: ‘Evet!’ deyince, şöyle buyurdular: “İshakoğullarından
yetmiş bin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe Kıyâmet kopmaz.
Askerler şehre gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok
dahi atmazlar. “Lailahe illallahu vallahu ekber!” derler. Bunun üzerine
şehrin deniz tarafı düşer. Sonra askerleri ikinci kere, “Lailahe illallahu vallahu
ekber” derler, şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar “Lailahe
illallahu vallahu ekber!” derler. Bu sefer onlara (kapılar) açılır. Oradan şehre
girerler ve şehrin ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim
489] Buhârî, Fiten 27; Müslim, Fiten 100-103, h. no: 169-2933
490] Buhârî, Cihad 95, 96, Menâkıb 25; Müslim, Fiten 62, h. no: 2912; Ebû Dâvud,
Melâhim 9, h. no: 4303, 4304; Tirmizî, Fiten 40, h. no: 2216; Nesâî, Cihad
42
491] Müslim, Fiten 34, h. no: 2897
KIYAMET
- 111 -
ederlerken, yanlarına bir münadi gelip: “Deccal çıktı!” diye bağırır. Askerler
her şeyi bırakıp geri dönerler” 492
“Yahudilerle savaşacak ve onları öldüreceksiniz. Öyle ki taş dahi: “Ey
Müslüman! İşte Yahudi, arkamda (saklandı), gel, öldür onu!” diyecek.” 493
“Müslümanlardan iki grup aralarında savaşmadıkça Kıyâmet kopmaz.
Bunlar aralarında büyük bir savaş yaparlar, fakat davaları birdir.” 494
“Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun! İmamınızı
öldürmedikçe, kılıçlarınızı birbirinize kullanmadıkça, dünyanıza şerirleriniz
vâris olmadıkça Kıyâmet kopmaz.” 495
“Herc atmadıkça Kıyâmet kopmaz!” buyurmuşlardı. (Yanındakiler):
“Herc nedir ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordular. “Öldürmek!
Öldürmek!” buyurdular.” 496
“Kıyâmet kopmazdan önce gece karanlığının parçaları gibi fitneler
olacak. (O vakit) kişi mü’min olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama
kavuşur. Mü’min olarak akşama erer, kâfir olarak sabaha kavuşur. Birçok
kimseler azıcık bir dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar.” 497
“Ben Kıyâmet şöyle yakın olduğu halde gönderildim!” buyurdular ve
şehâdet parmağıyla orta parmağını yanyana gösterdiler. 498
“Ben Kıyâmetin kopacağı aynı sâatte gönderildim. Ancak, şunun şunu
geçmesi gibi ben Kıyâmet sâatini geçip biraz evvel geldim!” buyurdu ve
orta parmağı ile şehâdet parmağını gösterdi.” 499
“Hicaz bölgesinden bir ateş çıkmadıkça Kıyâmet kopmaz. Bu ateş Busra’daki
develerin boyunlarını aydınlatacaktır.” 500
“Kıyâmetten önce, Hadramevt’ten -veya Hadramevt denizinden- bir
ateş çıkacak, insanları toplayacak” buyurmuşlardı. (Orada bulunanlar):
“Ey Allah’ın Rasûlü (o güne ulaşırsak) ne yapmamızı emredersiniz?”
diye sordular. “Size Şam (Yani Sûriye’ye gitmenizi) tavsiye
ederim” buyurdular. 501
492] Müslim, Fiten 78, h. no: 2920
493] Buhârî, Cihad 94, Menâkıb 25; Müslim, Fiten 79, h. no: 2921; Tirmizî, Fiten
56, h. no: 2237
494] Buhârî, Fiten 24, Menâkıb 25, İstitabe 8; Müslim, İman 248, h. no: 157, Fiten
17
495] Tirmizî, Fiten 9, h. no: 2171
496] Müslim, Fiten 18, h. no: 157
497] Tirmizî, Fiten 30, h. no: 2196
498] Buhârî, Rikak 39, Tefsiru Nâziât 1, Talâk 25; Müslim, Fiten 132, h. no: 2950
499] Tirmizî, Fiten 39, h. no: 2214
500] Buhârî, Fiten 24; Müslim, Fiten 42, h. no: 2902
501] Tirmizî, Fiten 42, h. no: 2218
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 112 -
“Bugün doğmuş (canlı olan) hiçbir nefis yoktur ki, yüz sene sonra ölmemiş
olsun.” (Râvi der ki): “Bununla ömrün kısalması kastedilmiştir.”
502
Enes (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasûlüllah (s.a.s.)’a: “Kıyâmet
ne zaman kopacak?” diye sormuştu. Aleyhissalâtu vesselâm bir
müddet sükûttan sonra yanında duran Ezd-i Şenûe kabilesine
mensup bir çocuğa bakıp:
“Bu delikanlı pîr-i fâni olmadan önce Kıyâmetiniz kopacaktır!” buyurdular.”
Enes (r.a.) der ki: “Çocuk o gün benim akranım idi.” 503
Açıklama: Bu hadiste, Aleyhissalâtu vesselâm, herkesin ölümünü,
kendisi için “Kıyâmet” olarak değerlendirmiş bulunmaktadır.
Hadisi, dünyanın eceli olan Kıyâmetten ziyade kendi ecelimiz olan
şahsî Kıyâmetimizle ilgilenmeye bir uyarı olarak değerlendirebiliriz.
Dünyanın eceli ilm-i İlahîde mahfuzdur, Allah’tan başka kimse
bilemez. Ama beşerî ecelimiz, şahsî Kıyâmetimiz, zaman olarak
kısmen bellidir. Yarın hususunda bir garanti olmadığına göre, şu
veya bu şekilde her an gelebilir. Öyleyse “Kıyâmet” hadisesinden
insan nefsi bir dehşet alıyor, ibrete meylediyor ise, bu ibreti, her
an gelmesi muhtemel olan ecelinden, kopması muhtemel olan
şahsî Kıyâmetinden almalıdır. Efendimiz, dünyanın Kıyâmetinden
sorulduğu halde şahsî Kıyâmeti zikretmek sûretiyle cevap vermekle
dikkatleri buna çekmek gereğine uyan bir irşadda bulunmuş
olmaktadır. 504
“Otuz kadar yalancı deccaller çıkmadıkça Kıyâmet kopmaz. Bunlardan
herbiri Allah’ın elçisi olduğunu zanneder.” 505
“Güneş, battığı yerden doğmadıkça Kıyâmet kopmaz. Batıdan doğunca,
insanlar görür ve hepsi de iman eder. Ancak, daha önce inanmamış
veya imanın sevkiyle hayır kazanamamış olan hiç kimseye bu iman
fayda sağlamaz.” 506
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: “Güneş battığı sırada Kıyâmet
alâmetlerinin ilki güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vaktinde
insanlara Dâbbetü’l-Arz ın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi
önce çıkarsa diğerinin çıkması buna yakındır.” 507
502] Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 218, h. no: 2538; Tirmizî, Fiten 64, h. no: 2251
503] Müslim, Fiten 138, h. no: 2953
504] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 14/321
505] Tirmizî, Fiten 43, h. no: 2219; Ebû Dâvud, Melâhim 16 h. no: 4333, 4334,
4335
506] Buhârî, Rikak 39, İstiska 27, Zekât 9; Müslim, İman 248, (157); Ebû Dâvud,
Melâhim 12, 4312
507] Müslim, Fiten 118
KIYAMET
- 113 -
“Ruhumu kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun ki, vahşi
hayvanlar insanlarla konuşmadıkça, kişiye kamçısının ucundaki meşin,
ayakkabısının bağı konuşmadıkça, kendisinden sonra ehlinin ne yaptığını
dizi haber vermedikçe Kıyâmet kopmaz.” 508
“Devs kabilesinin kadınlarının kıçları, Zü’lhalasa putunun etrafında
titremedikçe Kıyâmet kopmaz. Zü’lhalasa, Devslilerin cahiliye devrinde
tapındıkları (Tebâle’deki) puttur.” 509
“İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu âdiler teşkil etmedikçe
Kıyâmet kopmaz.” 510
“Kıyâmet Allah Allah diyen bir kimsenin üzerine kopmayacaktır.” 511
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.), yanındaki
cemaate konuşurken, bir adam gelerek: “(Ey Allah’ın Rasûlü!)
Kıyâmet ne zaman kopacak?” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm konuşmasına
devam etti, sözlerini bitirdiği vakit: “Sual sahibi nerede?”
buyurdular: Adam: “İşte buradayım ey Allah’ın Rasûlü!” dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm: “Emânet zâyi edildiği vakit Kıyâmeti bekleyin!”
buyurdular. Adam: “Emanet nasıl zâyi edilir?” diye sordu. Efendimiz:
“İş, ehil olmayana tevdi edildi mi Kıyâmeti bekleyin!” buyurdular.”
512
“Kahtan’dan, insanları değneğiyle idare eden bir adam çıkmadıkça
Kıyâmet kopmaz.” 513
“Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça Kıyâmet kopmaz.
Onun üzerine insanlar savaşırlar. Yüz kişiden doksan dokuzu öldürülür.
Onlardan herbiri: ‘Herhalde savaşı ben kazanacağım’ der.” 514
“Zaman yakınlaşmadıkça Kıyâmet kopmaz. Bu yakınlaşma öyle olur
ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir gün gibi, gün sâat gibi,
sâat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur.” 515
“Allah Teâlâ hazretleri ipekten daha yumuşak bir rüzgârı Yemen’den
gönderir. Bu rüzgâr, kalbinde zerre miktar iman bulunan hiç kimseyi hâriç
tutmadan hepsinin ruhunu kabzeder.” 516
508] Tirmizî, Fiten 19, h. no: 2182
509] Buhârî, Fiten 23; Müslim, Fiten 51, h. no: 2906
510] Tirmizî, Fiten 37, h. no: 2210
511] Müslim, İman 234, h. no: 148; Tirmizî, Fiten 35, h. no: 2208
512] Buhârî, İlm 2, Rikak 35
513] Buhârî, Fiten 23, Menâkıb 7; Müslim, Fiten 60, h. no: 2910
514] Buhârî, Fiten 24; Müslim, Fiten 29, h. no: 2894; Ebû Dâvud, Melâhim 13, h.
no: 4313, 4314; Tirmizî, Cennet 26, h. no: 2572, 2573
515] Tirmizî, Zühd 24, h. no: 2333
516] Müslim, İman 185, h. no: 117
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 114 -
“Kıyâmet sadece şerir insanların üzerine kopacaktır!” 517
İbn Zuğb el-Eyâdî anlatıyor: “Abdullah İbnu Havale el-Ezdî
(r.a.)’nin yanına indim. Bana: “Rasûlüllah (s.a.s.) bizi, ganimet alalım
diye yaya olarak gönderdi. Biz de döndük ve hiçbir ganimet
elde edemedik. Yorgunluğumuzu yüzlerimizden anlayıp aramızda
doğrularak:
“Ey Allah’ım, onları bana tevkil etme; ben onları üzerime almaktan
acizim! Onları kendilerine de tevkil etme, bu işten kendileri de acizdirler.
Onları diğer insanlara da tevkil etme kendilerini onlara tercih ederler!”
buyurdular. Sonra elini başımın üstüne koydu ve: “Ey İbnu Havâle!
Hilafetin (Medine’den) Arz-ı Mukaddese’ye (Sûr iye’ye) indiğini görürsen,
bil ki artık zelzeleler, kederler, büyük hadiseler yakındır. O gün Kıyâmet,
insanlara, şu elimin, başına olan yakınlığından daha yakındır” buyurdu.”
518
Hz. Enes (r.a.) dedi ki: “İstanbul’un fethi Kıyâmet ânında olacaktır.”
519
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir
gün): “Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belânın
gelmesi vâcip olur!” buyurmuşlardı. (Yanındakiler): “Ey Allah’ın
Rasûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular. Rasûlullah (s.a.s.) saydı:
“Ganimet (yani millî servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve
mevki sahibi kimseler arasında) tedavül eden bir meta haline gelirse.
Emanet (edilen şeyleri emanet alan kimseler, sorumlu ve yetkililer, memurlar)
ganimet (malı yerini tutup, yağmalayıp nefislerine helâl) kıldıkları
zaman.
Zekât (ödemeyi ibâdet bilmeyip bir angarya ve) cezâ telakki ettikleri zaman.
Kişi annesinin hukukuna riâyet etmeyip, kadınına itaat ettiği;
Babasından uzaklaşıp ahbabına yaklaştığı;
Mescidlerde (rızâyı İlahî gözetmeyen husumet, alışveriş, eğlence ve siyasata
vs. müteallik) sesler yükseldiği zaman.
Kavme, onların en alçağı (erzel) reis olduğu;
(Devlet otoritesinin yetersizliği sebebiyle tedhiş ve zulümle insanları sindiren
zorba) kişiye zararı dokunmasın diye hürmet ettiği;
517] Müslim, Fiten 131, h. no: 2949
518] Ebû Dâvud, Cihad 37, h. no: 2535
519] Tirmizî, Fiten 58, h. no: 2240
KIYAMET
- 115 -
(Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler (serbestçe) içildiği;
İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği;
(San’at, bale, konser gibi çeşitli adlar altında; bar, gazino, dansing ve salonlarda
ve hatta televizyon ve filim gibi çeşitli vasıtalarla yaygın şekilde)
şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri edinildiği;
Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli
ithamlar ve bahanelerle) hakaret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, (zelzeleyi),
yere batışı (hasfı) veya sûret değiştirmeyi (meshi) [veya gökten taş
yağmasını, (kazfi)] bekleyin.” 520
“Çıkış itibariyle, Kıyâmet alâmetlerinin ilki güneşin battığı yerden doğması,
kuşluk vakti insanlara dabbetu’l-arzın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi
önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir.” 521
“Beytu’l Makdis’in (Mescid-i Aksâ’nın) imarı Yesrib’in harabıdır.
Yesrib’in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame ‘şehir’in
(‘İstanbul’un) fethidir, İstanbul’un fethi Deccal’in çıkmasıdır!” buyurdu.
Sonra elini (Rasûlullah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz.
Muaz’ın) dizine vurdu ve: “Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı
senin burada oturman hak olduğu gibi” buyurdular.” 522
“Melhame ile Medine’nin (Şehrin) fethi arasında altı yıl vardır. Yedinci
yılda da Mesih Deccal çıkar.” 523
“Sûrun sahibi (İsrafil aleyhisselam), sûr denen borusunu ağzına dayamış,
yüzünü çevirmiş, kulağını dikmiş, üfleme emrini beklerken ben nasıl
tereffühle (dünya nimetlerinden) istifade edebilirim?” buyurmuşlardı.
Bu, sanki ashabına çok ağır gelmişti:
“Peki, biz ne yapalım -veya ne diyelim- ey Allah’ın Resûlü?”
diye sordular. Onlara: “Hasbünallah ve ni’melvekil (Allah bize yeter,
o ne güzel vekildir!), Allah’a tevekkül ettik. -belki de “tevekkülümüz
Allah’adır!” demişti- deyiniz!” diye emir buyurdular.” 524
“Rasûlüllah’a (s.a.s.) sûr’dan sorulmuştu: “Bu, içine üflenen bir
boynuzdur!” diye cevap verdi.” 525
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.): “İki sûr arasında
kırk vardır!” buyurmuştur. Bunun üzerine oradakiler:
520] Tirmizî, Fiten 39, h. no: 2211
521] Müslim, Fiten 118, h. no: 2941; Ebû Dâvud, Melâhim 12, h. no: 4310
522] Ebû Dâvud, Melâhim 3, h. no: 4294
523] Ebû Dâvud, Melâhim 4, h. no: 4296; İbn Mace, Fiten 35, h. no: 4093
524] Tirmizî, Kıyâmet 9, h. no: 2433
525] Ebû Dâvud, Sünnet 24, h. no: 4742; Tirmizî, Kıyâmet 9, h. no: 2432
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 116 -
“Ey Ebû Hureyre! Kırk gün mü?” diye sordular. Fakat o: “Bir şey
diyemem!” cevabını verdi. Tekrar: “Kırk ay mı?” dediler. O yine:
“Bir şey diyemem!” cevabını verdi. “Kırk yıl mı?” dediler. O yine:
“Bir şey diyemem!” cevabını verdi ve (Rasûlüllah’ın hadisine devam
etti:)
“Sonra Allah semâdan su indirecek ve insanlar yerden sebze biter gibi
bitecekler. İnsanda bir kemik hâriç hepsi çürür. Bu çürümeyen, acbu’zzeneb
denen kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyâmet günü yeniden yaratılış
bundan terkib edilecektir.” 526
“Mü’minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme
gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir.” 527
Ebû Rezin el-Ukaylî (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlü dedim,
Allah, mahlûkatı nasıl iâde eder, (yeniden diriltir)? Bunun dünyadaki
örneği nedir?” “Sen dedi, hiç kavminin üzerinde yaşadığı vadiden
kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşil üğründüğü
münbit mevsimde uğramadın mı?” Ben: “Elbette!” deyince:
“İşte bu, (yeniden) yaratmasına Allah’ın delilidir. Allah, ölüleri de böyle
diriltecektir!” buyurdular.” 528
İbn Abbas (r.a.) “O boru öttürülünce” 529 âyeti ile ilgili olarak
dedi ki: “Bu, sûrdur. Sûrede geçen racife, birinci nefha (üfleme),
râdife de ikinci nefhadır.” 530
Ebû Said (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.) (bir gün bize)
Sâhib-i Sûr’u (İsrâfil’i) zikretti ve dedi ki: “Sağında Cibril, solunda da
Mikâil aleyhimusselam var.” Rezin tahric etmiştir. 531
“Kıyâmet günü insanlar beyaz, bembeyaz, has unun çöreği gibi bir
yerde toplanacaklar. Orada hiç kimsenin bir işareti (evi, bağı vs.) olmayacak.”
532
“Sizler Allah’a yalınayak, bedenleriniz çıplak ve kabuklu (sünnet
edilmemiş) olarak haşr olunacaksınız!” buyurdu. Bir diğer rivâyette
İbn Mes’ud şöyle demiştir: “Rasûlüllah (s.a.s.) va’z etmek üzere
526] Buhârî, Tefsir, Zümer 3, Amme 1; Müslim, Fiten 141, h. no: 2955; Muvatta,
Cenâiz 48, h. no: 1, 239; Ebû Dâvud, Sünnet 24, h. no: 4743; Nesâî, Cenaiz
117, h. no: 4, 111
527] Muvatta, Cenâiz 49, h. no: 1, 240; Nesâî, Cenâiz 117 h. no: 4, 108) İbn Mâce,
Zühd 32, h. no: 4271
528] Rezin tahric etmiştir. Bu hadis Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'inde biraz
farklı lafızlarla rivâyet edilmiştir (IV/11
529] 74/Müddessir, 8
530] Buhârî, Rikak 43 -muallak olarak-
531] Ebû Dâvud, Hurûf ve'l-Kıraat 1, h. no: 3999
532] Buhârî, Rikak 44; Müslim, Münafıkûn 28, h. no: 2790
KIYAMET
- 117 -
aramızda doğruldu ve dedi ki:
“Ey insanlar! Sizler (Kıyâmet günü) Allah’ın yanında yalınayak, çıplak
ve kabuklu olarak toplanacaksınız. (Sonra şu âyeti okudu:) “İlk yaratışa
nasıl başladı isek, üzerimizde hak bir vaad olarak yine onu iâde edeceğiz...”
533; “Haberiniz olsun! Kıyâmet günü mahlûkattan ilk giydirilecek
İbrâhim aleyhisselâm’dır. Haberiniz olsun, o gün ümmetimden bazı kimseler
getirilir ve sol tarafa alınırlar. Bunun üzerine ben:
‘Ey Rabbim! Bunlar ashabımdır!’ derim. Bana:
‘Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra neler yaptılar” denilir. Ben sâlih kul
(İsa)’nın dediği gibi diyeceğim:
“Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim.
Fakat vakta ki sen beni (içlerinden) aldın, üstlerinde nigehban yalnız sen
oldun. (Zaten) sen (her zaman) her şeye hakkıyla şahidsin. Eğer kendilerine
azab edersen şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen
mutlak galib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten
sensin sen” 534
Rasûlüllah (s.a.s.) devamla dedi ki: “Bunun üzerine bana: ‘Onlar,
sen aralarından ayrıldığın günden beri, dinden yüz çevirmeye hiç ara vermediler!’
denilecek.”
“Bir rivâyette şu ziyade var: “Ben: ‘Rahmetten uzak olsunlar, rahmetten
uzak olsunlar!’ derim.” 535
“Kıyâmet günü insanlar üç sınıf olarak haşrolunurlar: Yayalar sınıfı,
binekliler sınıfı, yüzü üstü sürünenler sınıfı.” Peygamberimiz’e soruldu:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar yüzleri üzerine nasıl yürürler?” Şu
cevabı verdiler: “Onları ayakları üzerine yürüten Zât-ı Zülcelâl, yüzleri
üzerine yürütmeye de kadirdir. Ancak bilesiniz, bu yüzleri üstü yürüyenler,
önlerine çıkan her engele, her dikene karşı kendilerini yüzleriyle korumaya
çalışırlar.” 536
“İnsanlar Kıyâmet günü üç hal üzere haşrolunurlar:
1) İstekliler, korkanlar,
2) İki kişi bir deve üzerinde olanlar, üç kişi bir deve üzerinde olanlar, dört
kişi bir deve üzerinde olanlar, on kişi bir deve üzerinde olanlar.
533] 21/Enbiyâ, 104
534] 5/Mâide, 117-118
535] Buhârî, Rikak 45, Enbiyâ 8, 44, Tefsir, Mâide 14, 15, Tefsir, Enbiyâ 2; Müslim,
Cennet 57, h. no: 2860; Tirmizî, Kıyâmet 4, h. no: 3329; Nesâî, Cenâiz 118,
h. no: 4, 114
536] Tirmizî, Tefsir Benî İsrâil (İsrâ Sûresi), h. no: 3141
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 118 -
3) Geri kalanları, ateşe tapanlar. Cehennem, onların kaylûle yaptığı
yerde onlarla kaylûle yapar, geceledikleri yerde onlarla birlikte geceler,
onların sabahladıkları yerde onlarla sabahlar, onların akşamladıkları yerde
onlarla beraber akşamlar.” 537
“İnsanlar Kıyâmet günü öylesine ter akıtırlar ki, bu terler yerin içinde
yetmiş zira’lık derinliğe kadar iner ve bu ter (yer üstünde de birikerek
insanları konuşamaz hale getirmek üzere ağızlarına) gem vurur ve kulaklarına
kadar ulaşır.” 538
“Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak
varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı [Kıyâmet (ve hesaplaşmanın olacağı)]
gün gelmezden önce daha burada iken helâlleşsin. Aksi takdirde
o gün, salih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde kendinden alınır. Eğer
hasenâtı yoksa arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir.” 539
“Kıyâmet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka edâ edeceksiniz. Öyle
ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa
(niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı niye yaraladığından
sorulacak.”
(Râvî Ebû Hureyre) der ki: “Biz şunu da işitirdik: “Kıyâmet günü,
kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve der ki: “Sen beni hata ve münker işlerken
görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!” 540; “Boynuzlu koyun...”
tabirinden gerisi Rezin’in ziyâdesidir.
Hz. Aişe (r. anhâ) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.): “Âhirette kimin
hesâbı münâkaşa edilirse, azâba mâruz kalacak demektir!” buyurmuşlardı.
Ben: “Nasıl olur? Allah Teâlâ (meâlen): “O vakit kimin kitabı
sağ eline verilirse; kolay bir hesabla muhâsebe edilecek ve ehline sevinçli
olarak dönecek” 541 buyurmadı mı, (bu hesap münâkaşası değil
mi)?” dedim. “Hayır! buyurdular, bu (münâkaşa değil) arzdır. Kıyâmet
günü hesâba çekilen herkes mutlaka helâk olmuş demektir!” 542
“Kıyâmet günü, kişi amelleri arasında önce namazın hesâbını verecek.
Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa,
hüsrâna düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Rab: ‘Bakın, kulumun
(defterinde yazılmış) nâfilesi var mı?’ buyurur. Böylece, farzın eksikleri
nâfile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere diğer
537] Buhârî, Rikak 48; Müslim, Cennet 59, h. no: 2861; Nesâî, Cenâiz 118, h. no:
4, 115, 116
538] Buhârî, Rikâk 47; Müslim, Cennet 61, h. no: 2863
539] Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyâmet 2, h. no: 2421
540] Müslim, Birr 6, h. no: 2582; Tirmizî, Kıyâmet 2, h. no: 2422
541] 84/İnşikak 7-9
542] Buhârî, İlim 35, Tefsir, İnşikak 1; Rikak 49; Müslim, Cennet 80, h. no: 2876;
Ebû Dâvud, Cenâiz 3, h. no: 3093; Tirmizî, Kıyâmet 6, h. no: 2428
KIYAMET
- 119 -
amelleri hesaptan geçirilir.” 543
Yahya İbn Said (rahimehullah) anlatıyor: “Bana ulaştığına
göre, (Kıyâmet günü), kulun ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer
namazı kabul edilirse, geri kalan amellerine bakılır. Eğer namazı
kabul edilmezse diğer amellerinin hiçbir ine bakılmaz.” 544
“Kıyâmet günü, insanlar arasında hükmedilecek ilk şey kandır.” 545
“Kıyâmet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin
huzurundan) ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından, ne amelde
bulunduğundan, malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından,
vücûdunu nerede çürüttüğünden.” 546
“Kıyâmet günü kul (hesap vermek üzere huzur-u İlahîye) getirilir. Allah
Teâlâ: ‘Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Sana hayvanları
ve ekimi musahhar kılmadım mı? Seni bunlara baş olmak, onlardan istifade
etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, Benimle bugünkü şu
karşılaşmanı hiç düşündün mü?’ diye soracak. Kul da: ‘Hayır’ diyecek. Allah
Teâlâ: ‘Öyleyse bugün Ben de seni unutacağım, tıpkı senin (dünyada)
Beni unuttuğun gibi!’ buyuracak.” 547
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: (Ashab, Rasûlüllah’a): “Ey Allah’ın
Rasûlü! Kıyâmet günü Rabbimizi görecek miyiz?” diye sordular.
Allah’ın elçisi: “Bulutsuz bir günde, öğle vaktinde güneşi görme hususunda
bir itişip kakışmanız olur mu?” diye sordu. Ashab: ‘Hayır!’ deyince:
“Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur
mu?” diye tekrar sordu. Ashab yine: ‘Hayır!’ deyince: ‘Nefsim elinde
olan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda da hiçbir
itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve ayı görmede itişip kakışmanız
olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek. Rabb Teâlâ: ‘Ey
filan! Ben sana ikram etmedim mi? Seni efendi yapmadım mı? Sana zevce
vermedim mi? Atı, deveyi sana musahhar (hizmetçi) kılmadım mı? Reislik
yapmana, ganimet malından dörtte bir almana müsaade etmedim mi?’
diye soracak. Kul: ‘Evet ey Rabbim!’ diyecek. Rab Teâlâ: ‘Benimle karşılaşacağını
hiç düşünmedin mi?’ diyecek. Kul bu soruya: ‘Hayır!’ karşılığını
verecek. Rab Teâlâ da: ‘Öyleyse şimdi de ben seni unutuyorum. Tıpkı
(dünyada) sen Beni unuttuğun gibi!’ diyecek. Sonra ikinci kul Allah’ın
karşısına çıkar. Rab Teâlâ ona da aynı şeyleri söyler. Sonra üçüncüye de
birinciye söylediklerinin aynısını söyler. Kul: ‘Evet! ey Rabbim!’ der. Rab
543] Tirmizî, Salat 305, h. no: 413; Nesâî, Salât 9, h. no: 1232
544] Muvatta, Kasru's-Salât 89, h. no: 1, 173
545] Buhârî, Diyat 1, Rikak 48; Müslim, Kasâme 28, h. no: 1678; Tirmizî, Diyât 8,
h. no: 1396; Nesâî, Tahrim 2, h. no: 7, 83
546] Tirmizî, Kıyâmet 1, h. no: 2419
547] Tirmizî, Kıyâmet 7, h. no: 2430
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 120 -
Teâlâ da: ‘Benimle karşılaşacağını hiç aklından geçirdin mi?’ diye sorar.
Kul: ‘Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz
kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim!” der ve elinden geldiğince (Allah
hakkında) hayır senâda bulunur. Rab Teâlâ: ‘Bu hususta lehine şehâdet
edecek biri var mı?’ diye soracak. Kul: ‘Hayır, yok!” diyecek. Rab Teâlâ:
‘Şimdi senin aleyhine bir şâhit gönderilecek!’ der. Kul kendi kendine: ‘Benim
aleyhime şâhitlik yapacak da kim?’ diye içinden düşünür. Kulun ağzı
mühürlenir. Uyluğuna: ‘Haydi konuş!’ denir. Uyluğu, eti, kemiği konuşup,
onun amelini haber verirler. Bu, onun kendisi için bir özür aramaması
içindir. Bu kimse, Allah’ın gadabına uğrayan münâfıktır.” 548
İnsanlar Rasûlullah’a (s.a.s.): “Ey Allah’ın Rasûlü! Kıyâmet
günü Rabbimizi görecek miyiz?” diye sordular. O da: “Siz bulutsuz
dolunay gecesinde ayı görmekten şüpheye düşer misiniz?” diye sordu.
Onlar; ‘hayır, ey Allah’ın Rasûlü!’ diye cevap verdiler. Allah’ın
Rasûlü: “Bulutsuz bir günde güneşi görmekten şüphe eder misiniz?”
diye tekrar sordu. Ashab yine: ‘Hayır!’ cevabını verdiler. Bunun
üzerine: “Şunu bilin ki, siz Rabbinizi de böyle göreceksiniz. Kıyâmet
günü, insanlar haşrolunurlar. (Rab Teâlâ): ‘Kim (Benden başka) bir şeye
tapıyor idiyse ona tâbi olsun!’ buyurur. Onlardan bir kısmı güneşe, bir
kısmı aya, bir kısmı da putlara tabi olurlar. Orada, münafıklarıyla birlikte
bu ümmet kalır. Allah onlara (tanımadıkları bir sûrette) yaklaşır. ‘Ben sizin
Rabbinizim!’ buyurur. Oradakiler: ‘(Senden Allah’a sığınırız). Biz, Rabbimiz
bize gelinceye kadar bu yerdeyiz! Rabbimiz gelince biz onu tanırız!”
derler. Derken Rableri (onların tanıyacağı sûrette) gelir. ‘Ben Rabbinizim!’
der. Onlar da: ‘Sen Rabbimizsin!’ derler. Rab Teâlâ onları (cennete) davet
eder. Cehennemin üzerine sırat kurulur. Peygamberler arasında, ümmetiyle
sırattan ilk geçen ben olurum. O gün peygamberler dışında kimse
konuşmaz. Peygamberlerin o günkü kelâmı da: ‘Allahümme sellim, Allahümme
sellim (Ey Rabimiz selâmet ver, ey Rabbimiz selâmet ver!’ olacak.
Cehennemde, deve dikeninin dikenleri gibi kancalar var. Deve dikeninin
dikenlerini gördünüz mü?” diye sordu. Ashab: ‘Evet!’ deyince Peygamberimiz
devam etti: “İşte o kancalar, tıpkı deve dikeninin dikenleri
gibidir. Ancak, onların büyüklüğü ne kadardır, Allah’tan başka kimse bilmez.
İnsanları (kötü) amelleri sebebiyle kapar. İnsanların bir kısmı (kötü)
ameli sebebiyle helâk olur. Bir kısmı da ateşin içine yıkılır, sonra kurtulur.
Allah, ateş ehlinden kurtarmak istediklerine rahmet etmeyi irade edince,
ateş ehlinden Allah’a ibâdet etmiş olanları, ateşten çıkarmaları için meleklere
emreder. Melekler bu kimseleri, secde izleriyle tanırlar. Çünkü Allah
Teâlâ hazretleri secde mahallinin yakılmasını ateşe haram etmiştir. Onlar
böylece ateşten çıkarlar. Hepsi de ateşten kavrulmuş vaziyettedir. Üzerlerine
hayat suyu dökülür. Selin getirdiği milli topraktan habbelerin (filiz
548] Müslim, Zühd 16, h. no: 2968
KIYAMET
- 121 -
açıp) bitmesi gibi, suyun değdiği yerler yeniden bitecek. Rab Teâlâ, sonra,
kullar arasındaki hükmünü tamamlayacak. Derken cennetle cehennem
arasında bir kul kalacak. Bu, cennete girmede cehennemliklerin sonuncusudur.
Yüzü cehenneme doğru ilerlerken: ‘Ey Rabbim! Yüzümü ateş
tarafından çevir! Kokusu beni perişan etti, alevi de beni kavurdu’ diye
yalvaracak. Allah Teâlâ’ya, kendisine duâ etmesini dilediği kadar duâda
bulunacak. Sonra Allah Teâlâ: ‘Ben bu istediğini versem, bundan başkasını
da ister misin?’ diye soracak. Adam: ‘İzzet ve celâline yemin olsun
hayır! Bundan başkasını istemem!’ diyecek ve istemeyeceği hususunda
Allah’a ahd u mîsakta bulunacak. (Allah), bunun üzerine yüzünü ateşten
çevirecek. Adam yüzüyle cennete yönelince ve onun güzelliğini görünce,
Allah’ın dilediği bir müddet susacak. Sonra (dayanamayıp): ‘Ey Rabbim!
Beni cennetin kapısına yaklaştır!’ diyecek. Allah Teâlâ: ‘Sen Bana istemiş
olduğundan başka bir talepte bulunmayacağına dair ahd u mîsakta bulunmadın
mı? Ey Âdemoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin!’ diyecek.
Adam: ‘Ey Rabbim! Mahlûkatın en bedbahtı ben olmayayım!’ diyecek.
Rab Teâlâ: ‘Sana bu istediğin verilse, acaba başka bir şey istemeyecek
misin?’ der. Adam: ‘Hayır! İzzetine ve celaline yemin olsun hayır! Başka
bir şey istemeyeceğim!’ diyecek. Rabbi de onu mâzur addedecek. Çünkü
o, sabredilemeyecek bir şeyler görmüştür. Adam, Rabbine, istediği ahd
u misakta bulunur. (Rabbi de) onu cennetin kapısına yaklaştırır. Kapıya
yaklaşıp onun güzelliğini ve içindeki taravet ve süruru görünce, Allah’ın
dilediği kadar sesini keser. (Fakat daha fazla dayanamayıp atılır): ‘Ey Rabbim!
Beni cennete koy!’ der. Rab Teâlâ: ‘Ey Âdemoğlu yazık sana! Sen ne
dönekmişsin! Sana verilenlerin dışında bir şey istemeyeceğine dair bana
ahd u mîsak vermedin mi?’ diyecek. Adam: ‘Ey Rabbim! Beni mahlûkatın
en bedbahtı yapma!’ diyecek. Allah onun bu haline gülecek. Sonra ona
cennete girmesi için izin verecek ve: ‘Dile (ne dilersen!)’ diyecek. Adam
dileyecek. Öyle ki, hiçbir arzusu kalmayacak. Allah yine de: ‘Şunları şunları
da iste!’ deyip, istemesi gereken şeyleri zikredecek. Böylece istenecek
şeyler bitince Allah Teâlâ: ‘Bütün bunlar, bir misliyle sana verilmiştir!’ buyuracak.”
Râvî Ebû Saîd der ki: “Rasûlüllah’ın (s.a.s.): “Bütün bunlar,
on misliyle birlikte sana verilmiştir!” dediğini işittim.” 549
“Kıyâmet günü insanlar üç kere Allah’a arzedilirler: İlk iki arzedilmede
cidal ve özür beyanı vardır. Ama üçüncü arzedilme esnasında ellerde sayfalar
uçuşur, kimisi sağ eliyle, kimisi de sol eliyle alır.” 550
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Bir adam bana: ‘(Kıyâmet günü
Allah’ın kişiye hususi) hitabı hakkında ne işittin?’ diye sordu. Şu
cevabı verdim: “Rasûlüllah’ın (s.a.s.): “Mü’min Rabbine yaklaştırılır.
549] Buhârî, Rikak 52, Ezan 129, Tevhid 24; Müslim, İman 299, h. no: 182; Tirmizî,
Cennet 20, h. no: 2560
550] Tirmizî, Kıyâmet 5, h. no: 2427
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 122 -
Öyle ki, (Allah onun) üzerine himayesini indirir ve günahlarını itiraf ettirir.
Ona sorar: Şu şu günahlarını biliyor musun?’ Mü’min kul, iki kere: ‘Evet ey
Rabbim, biliyorum!’ der. Rab Teâlâ da: ‘Dünyada iken bunları örterek seni
teşhir etmemiştim. Bugün de onları senden affediyorum!’ buyurur. Sonra
ona hasenât defteri verilir. Ama kâfirlere ve münâfıklara gelince, bunlarla
ilgili olarak, bütün mahlûkatın huzurunda: ‘Bunlar Allah nâmına yalan
söylemiş, (böylece büyük bir zulümde bulunmuşlardır). Haberiniz olsun!
Allah’ın lâneti zâlimleredir!’ diye nidâ olunur” dediğini işittim.” 551
Âişe (r. anhâ) anlatıyor: “Bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü!
Benim kölelerim var, bana yalan söylüyorlar ve bana ihanet ediyorlar,
bana isyan ediyorlar. Ben de onlara şetmediyor ve dövüyorum.
Onlar yüzünden (Allah yanında) durumum ne olacak?’ diye
sordu. Rasûlüllah (s.a.s.): “Kıyâmet günü onlar, sana olan ihânetleri,
isyanları ve yalanları sebebiyle muhâsebe olacaktır. Senin onlara verdiğin
cezâ ise, eğer cezân onların günahları nisbetinde ise, başabaştır; ne
lehine ne de aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin cezâ onların suçlarından
az ise bu senin için bir fazilet olur. Eğer onlara verdiğin cezâ onların suçlarından
çok olursa, bu fazla kısım sebebiyle onlar lehine sana kısas yapılır”
buyurdular. Bunun üzerine adam huzurdan çekildi, ağlamaya
ve dövünmeye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah dedi ki: “Sen
Allah’ın kitabını okumuyor musun? (Bak ne diyor!) (Meâlen): “Biz Kıyâmet
gününe mahsus adâlet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle
haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa,
onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak da Biz yeteriz” 552. Adam
tekrar: ‘Allah’a yemin olsun, ey Allah’ın Rasûlü! Ben hem kendim
ve hem de onlar için, ayrılmalarından daha hayırlı bir şey göremiyorum.
Seni şâhit kılıyorum, hepsi hürdür, (âzâd ettim)’ dedi.” 553
Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.) (bir gün) güldüler ve:
“Niye güldüğümü biliyor musunuz?” buyurdular. Biz: “Allah ve Rasûlü
daha iyi bilir!” dedik. “Kulun Rabbine olan hitabından!” buyurdular
ve şöyle devam ettiler: “Kul şöyle der: ‘Ey Rabbim, Sen beni zulümden
korumadın mı?’ Rab Teâlâ: ‘Evet korudum’ buyurur. Kul da: ‘Fakat
ben bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şâhit olmasını asla
istemiyorum’ der. Rab Teâlâ: ‘Bugün sana tek şâhit olarak nefsin, çok
şâhit olarak da kirâmen kâtibîn kâfidir’ buyurur.” Rasûlüllah devamla
dedi ki: “Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına: Konuş! denilir.
Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda serbest
bırakılır. Adam organlarına: ‘Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben
551] Buhârî, Mezalim 2, Tefsiru Hûd 4, Edeb 60, Tevhid 36; Müslim, Tevbe 52, h.
no: 2768
552] 21/Enbiyâ, 47
553] Tirmizî, Tefsir, Enbiyâ, h. no: 3163
KIYAMET
- 123 -
sizin için mücâdele etmiştim’ der.” 554
“Aziz ve celil olan Allah (Kıyâmet günü), ümmetimden bir adamı
mahlûkatın arasından seçer ve onun için doksan dokuz büyük defter
açar. Her defter, gözün alabildiği kadar büyüktür. Rab Teâlâ adama sorar:
‘Bu defterde yazılı olanlardan bir şey inkâr ediyor musun? Muhâfız
kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi?’ Kul: ‘Ey Rabbim!
Hayır! (Hepsi doğrudur!)’ der. Rab Teâlâ sorar: ‘(Bunları yapmada
beyan edeceğin) bir özrün var mı?’ Kul der: ‘Hayır! Ey Rabbim!’ Aziz ve
celil olan Allah: ‘Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen
var. Bugün sana zulüm yapmayacağız!’ buyurur. Hemen bir etiket
çıkarılır. Üzerinde ‘Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
Rasûlallah (şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şehâdet
ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir)’ yazılıdır. Sonra, Rabb Teâlâ der:
‘Ağırlığını (yani amellerinin ağırlığını) hazırla!’ Kul sorar: ‘Ey Rabbim! Bu
defterlerin yanındaki bu etiket de ne?’ Rabb Teâlâ der: ‘Sana zulmedilmeyecek!
Hemen defterler Mizan’ın bir kefesine konur, etiket de diğer
kefesine. Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen
Allah’ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz.” 555
Ebû Mes’ud el-Bedrî (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlü dendi,
biz câhiliye devrinde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek miyiz?” Şu
cevabı verdiler: “Müslüman olduktan sonra iyi olana, câhiliye devrinde
yaptıklarından sorulmayacaktır. Kötü amel işleyene, hem İslâm’daki ameli
hem de önceki ameli sebebiyle hesap sorulacaktır.” 556
“Bir kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye çağıran hiç kimse yok ki
Kıyâmet günü, o çağırdığı şeyle birlikte tevkif edilmemiş olsun. Mutlaka
onunla ayrılmaz şekilde beraberdir. Bir adam bir adamı (bir şeye) dâvet
etmiş olsa dahi!” Sonra şu âyeti okudu. (meâlen): “Onları hapsedin,
çünkü onlar mes’uldürler” 557
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlü dedim, Kevser
havzının kapları nedir?” Şu cevabı lutfettiler: “Nefsimi kudret elinde
tutan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun, onun kapları açık ve karanlık bir gecede
gökteki yıldızlardan daha çoktur. Cennetin kaplarından kim içerse
artık ömrünün sonuna kadar hiç susamaz. Havzın cennetten çıkan iki
oluğu gürül gürül akar. Genişliği uzunluğuna denktir. Bu da Amman’dan
Eyle’ye olan mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır.”
558
554] Müslim, Zühd 17, h. no: 2969
555] Tirmizî, İman 17, h. no: 2641
556] Buhârî, İstitâbe 1; Müslim, İman 189, h. no: 120
557] 37/Sâffât, 24). (Tirmizî, Tefsiru Sâffât, h. no: 3226
558] Müslim, Fezâil 36, l, h. no: 2300; Tirmizî, Kıyâmet 16, h. no: 2447
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 124 -
“Her peygamberin bir havzı vardır. Ümmeti oraya su almaya gelir.
Peygamberlerin herbiri, hangisinin suya geleni çok diye övünürler. Su
almaya gelen ümmeti en çok olan peygamberin ben olacağımı ümid
ediyorum.” 559
Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.)’a “Kevser nedir?” diye
sorulmuştu. “Cennette bir nehirdir. Allah onu bana verdi. O, sütten
daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onda (nehirde) bir kuş vardır, boynu
deveboynuna benzer!” buyurdular. Hz. Ömer atılarak: “Öyleyse o
müreffehtir!” dedi. Rasûlullah da: “Onu yiyen, ondan da müreffehtir!”
buyurdular.” 560
“Ben havza ilk geleniniz olacağım!” 561
“Ben havzın başına sizden önce geleceğim. Bana sizden bazı kimseler
yükseltilip (gösterilecek). O kadar ki, eğilsem onları tutarım. Ama hemen
geri çekilecekler. ‘Ey Rabbim! Bunlar benim ashâbım!’ derim. Ama bana:
‘Senden sonra bunların ne bid’atler yaptıklarını sen bilmezsin!’ denilir. Ben
de: ‘Dini benden sonra değiştirenler rahmetten uzak olsun, rahmetten
uzak olsun!’ derim.” 562
“Ümmetim havzın başında yanıma gelecek. Ben, tıpkı kendi devesinden
başkasının devesini kovan bir kimse gibi, havzımdan (bazı) insanları
kovarım!” Yanındakiler: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bizi tanıyacak mısınız?’
dediler. ‘Evet buyurdu. Sizin, başkasında olmayan bir alâmetiniz olacak.
Sizler yanıma alın ve abdest uzuvlarında, abdestin eseri olan bir nurla
geleceksiniz. Ancak sizden bir grup benden engellenecek, onlar bana
ulaşamayacaklar. Ben: ‘Ey Rabbim onlar benim ashâbım, onlar benim
ashâbım!’ diyeceğim. Ama bir melek bana cevap verip: ‘Senden sonra
onlar ne bid’alar ortaya çıkardılar biliyor musun?’ diyecek.” 563
“Siz (ashâbım), havzın başında yanıma gelenlerin yüz bin cüzünden
sadece bir cüzünü teşkil edeceksiniz!” Râvî sahâbîye: “O gün siz ne
kadardınız?” diye soruldu da: “Yedi yüz veya sekiz yüz kadardık!”
diye cevap verdi.” 564
Enes (r.a.) anlatıyor: “(Bir gün), ‘ey Allah’ın Rasûlü! Kıyâmet
günü bana şefaat edin!’ dedim. “İnşâallah yapacağım!” buyurdular.
Ben tekrar: “Sizi nerede arayıp bulayım?” dedim. “Beni ilk aradığın
zaman sırat üzerinde ara!” buyurdular. “Size (orada) rastlayamazsam?”
dedim. “Mizan’ın yanında beni ara!” buyurdular. “Orada da
559] Tirmizî, Kıyâmet 15, h. no: 2445
560] Tirmizî, Kıyâmet 15, h. no: 2445
561] Buhârî, Rikak 53; Müslim, Fezâil 25, h. no: 2289
562] Buhârî, Rikak 53, Fiten 1; Müslim, Fezâil 32, h. no: 2297
563] Müslim, Tahâret 37, h. no: 247
564] Ebû Dâvud, Sünnet 26, h. no: 4746
KIYAMET
- 125 -
size rastlayamazsam?” dedim. “Öyeyse beni havzın yanında ara! Zira
ben üç mevkinin dışına çıkmam!” buyurdular.” 565
Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: “Ateşi hatırlayıp ağladım.
Rasûlüllah (s.a.s.): “Niye ağlıyorsun?” diye sordu. “Cehennemi hatırladım
da onun için ağladım! Siz, Kıyâmet günü, ailenizi hatırlayacak
mısınız?” dedim. “Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan
yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar, sahifelerin uçuştuğu
zaman; kendi defterini nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına
mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sıratın yanında; cehennemin iki yakası
ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar.” 566
“Her peygamberin müstecab (Allah’ın kabul edeceği) bir duâsı vardır.
Her peygamber o duâyı yapmada acele etti. Ben ise bu duâmı Kıyâmet
gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı
âhirete bıraktım). Ona inşâallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri
nâil olacaktır.” 567
“Kâfir, bir iki fersah uzunluğundaki dilini Kıyâmet günü yerde sürür,
(Mevkıf’te) insanlar onun üzerine basarlar.” 568
“Kıyâmet günü ilk çağırılacak olan, Âdem (a.s.)’dir. Allah Teâlâ: ‘Ey
Âdem!’ der. Âdem (a.s.): ‘Buyur ey Rabbim, emrindeyim!’ der. Rabb
Teâlâ: ‘Zürriyetinden cehenneme gidecekleri ayır!’ diye emreder. Âdem:
‘Ey Rabbim ne miktarını ayırayım?’ diye sorar. Rabb Teâlâ: ‘Her yüzden
doksan dokuzunu!’ diye ferman buyurur.” (Ashab bu esnâda atılıp:)
‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bizden geriye ne kaldı?’ derler. Allah’ın Elçisi:
‘Benim ümmetim, diğer ümmetler yanında siyah öküzün başındaki beyaz
tüy gibi (az)dır!” 569
“Üç kişi vardır ki, Allah Kıyâmet gününde onlarla ne konuşur, ne onlara
nazar eder, ne de onları günahlarından arındırır, onlara acıklı bir azâb
vardır:
Sahrada, fazla suyu bulunduğu halde ondan yolcuya vermeyen kimse,
Kıyâmet günü Allah onun karşısına çıkıp: ‘Bugün Ben de senden fazlımı
(lütfumu) esirgiyorum, tıpkı senin (dünyada iken) kendi elinin eseri olmayan
şeyin fazlasını esirgediğin gibi’ der.
İkindi vaktinden sonra, bir mal satıp müşterisine Allah Teâlâ’nın adını
zikrederek bunu şu şu fiyatla almıştım diye yalandan yemin ederek,
565] Tirmizî, Kıyâmet 10, h. no: 2435
566] Ebû Dâvud, Sünen 28, h. no: 4755
567] Buhârî, Deavât 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, h. no: 198; Muvattâ, Kur'an
26, h. no: 1, 212; Tirmizî, Deavâat 141, h. no: 3597
568] Tirmizî, Cehennem 3, h. no: 2583
569] Buhârî, Rikak 45
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 126 -
muhâtabını inandıran ve bu sûretle malını satan kimse.
Sırf dünyevî bir menfaat için bir imama biat eden kimse; öyle ki, dünyalıktan
istediklerini verirse biatında sâdıktır, vermezse sâdık değildir.” 570
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Üç
işi vardır, Kıyâmet gününde Allah onlara ne konuşur ne nazar eder ne de
günahlardan arındırır, onlar için elim bir azab vardır! Bunu üç kere de
tekrar etti. Ben: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Öyleyse onlar büyük zarar ve
hüsrana uğramışlardır. Kimdir bunlar?’ dedim. Şöyle saydılar: “(Elbisesini
kibirle, yerlere kadar salıp) süründüren, yaptığı iyiliği başa kakan,
malını yalan yeminlerle reklâm eden kimseler!” 571
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.) buyurdu ki: “Üç
kişi vardır, Kıyâmet günü Allah Teâlâ hazretleri onlara konuşmaz, nazar
etmez, günahlardan da arındırmaz, onlara elim bir azab vardır: Zinâ eden
yaşlı, yalan söyleyen devlet reisi, büyüklenen fakir.” 572
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.) buyurdu ki:
“Üç kişi vardır, Kıyâmet günü Allah onlara nazar etmez: Anne ve babasının
hukukuna riâyet etmeyen kimse, erkekleşen kadın ve deyyus (karısını
yabancı erkeklerden kıskanmayan) kimse.” 573
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s.) buyurdu ki:
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ‘Üç kişi vardır, Kıyâmet günü Ben onların hasmıyım:
Benim adıma (yemin) edip sonra gadreden kimse, hür bir kimseyi
satıp parasını yiyen kimse, bir işçiyi ücretle tutup çalıştırdığı halde, ücretini
vermeyen kimse.” 574
Ebû Hüreyre anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu ki: “Kıyâmet
günü ilk çağrılacaklar, Kur’ân’ı ezberleyen biri, Allah yolunda öldürülen
biri ve bir de çok malı olan biridir. Allah Teâlâ Kur’ân okuyana:
‘Ben Rasûlüme inzal buyurduğum şeyi sana öğretmedim mi?’ diye
soracak. Adam:
‘Evet, yâ Rabbi!’ diyecek.
‘Bildiklerinle ne amelde bulundun?’ diye Allah Teâlâ tekrar soracak.
Adam:
570] Buhârî, Şirb 2, Hiyel 12; Müslim, İman 173, h. no: 108; Ebû Dâvud, Büyû' 62,
h. no: 3474, 3475; Nesâî, Büyû' 6, h. no: 7, 247
571] Müslim, İman 171, h. no: 106; Ebû Dâvud, Libas 28, h. no: 4087, 4088;
Tirmizî, Büyû' 5, h. no: 1211; Nesâî, Büyu' 5, h. no: 7, 245
572] Müslim, İman 172, h. no: 107; Nesâî, Zekât 77, h. no: 5, 86
573] Nesâî, Zekât 69, h. no: 5, 80
574] Buhârî, Büyû' 106
KIYAMET
- 127 -
‘Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum’ diyecek. Allah:
‘Yalan söylüyorsun!’ diyecek. Melekler de ona:
‘Yalan söylüyorsun! diye çıkışacaklar. Allah Teâlâ ona:
‘Bilakis sen, ‘Falanca Kur’an okuyor’ densin diye okudun ve bu da
söylendi’ der.
Sonra, mal sahibi getirilir. Allah Teâlâ:
‘Ben sana bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar bol verdim ki, kimseye
muhtaç olmadın?’ der. Zengin adam, ‘Evet yâ Rabbi’ der.
‘Sana verdiğimle ne amelde bulundun?’ diye Allah Teâlâ sorar. Adam:
‘Sıla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim’ der. Allah:
‘Bilakis sen: ‘Falanca cömerttir’ desinler diye bunu yaptın ve bu da
denildi’ der.
Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri:
‘Niçin öldürüldün?’ diye sorar. Adam:
‘Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım”
der. Hakk Teâlâ ona:
‘Yalan söylüyorsun!’ der. Ona melekler de: ‘Yalan söylüyorsun!’ diye
çıkışırlar. Allah Teâlâ ona tekrar: ‘Bilakis sen: ‘Falanca cesûrdur’ desinler
diye düşündün ve bu da söylendi’ buyurur.”
Sonra (Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Hüreyre’nin dizine vurup): “Ey
Ebû Hüreyre! Bu üç kimse, Kıyâmet günü, cehennemin, aleyhlerinde kabaracağı
Allah’ın ilk üç mahlûkudur!” dedi. 575
Abdullah ibn Ömer dedi ki: Babam Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.)
bana şunu anlattı:
“Ben Peygamber (s.a.s.)’in yanında oturuyordum. Derken elbisesi
bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde,
yolculuğa delâlet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden
kimse onu tanımıyordu da. Gelip Peygamber (s.a.s.)’in önüne oturup
dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle
koyduktan sonra sormaya başladı:
‘Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver!’ Peygamber
(s.a.s.) açıkladı:
“İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve
575] Müslim, İmâret 152, h. no: 1905; Tirmizî, Zühd 48, h. no: 2383; Nesâî, Cihâd
22, h. no: 6, 23, 24
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 128 -
elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan
orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah’a haccetmendir.” Yabancı:
‘Doğru söyledin’ diye tasdîk etti. Biz hem sorup hem de söyleneni
tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu:
‘Bana iman hakkında bilgi ver.’ Peygamber (s.a.s.) açıkladı:
“Allah’a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe
inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna da inanmandır.”
Yabancı yine:
‘Doğru söyledin!’ diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu:
‘İhsan nedir?’ Peygamber (s.a.s.) açıkladı:
“İhsan Allah’ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah’a ibâdet etmendir.
Sen O’nu görmesen de O seni görüyor.” Adam tekrar sordu:
‘Bana Kıyâmet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver.’ Peygamber
(s.a.s.) bu sefer:
“Kıyâmet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla bir şey
bilmiyor!” karşılığını verdi. Yabancı:
‘Öyleyse Kıyâmetin alâmetinden haber ver!’ dedi. Peygamber
(s.a.s.) şu açıklamayı yaptı:
“Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir
-Müslim’in rivâyetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek
binalar yapmada yarıştıklarını görmendir.”
Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım.
-Bu ifâde Müslim’deki rivâyete uygundur. Diğer kitaplarda
“Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) ile karşılaştım” şeklindedir-
Peygamber (s.a.s.):
“Ey Ömer, sual soran bu zâtın kim olduğunu biliyor musun?” dedi.
Ben:
‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir’ deyince şu açıklamayı yaptı:
“Bu, Cebrâil aleyhisselâmdı. Size dininizi öğretmeye geldi.” 576
Kıyâmet ve Âhiret Şuuru
Kur’an’ın, üzerinde en fazla durduğu konuların başında
âhirete iman gelir. İnsanların İslâm’a girmeleri, Allah’ın dinine
teslim olmaları ancak bu iman ile mümkündür. Bunun için âhiret
konusunun en fazla işlendiği sûreler Mekkî sûrelerdir. Bunun
576] Müslim, İman 1, h. no: 8; Nesâî, İman 6, h. no: 8, 101; Ebû Dâvud, Sünnet 17,
h. no: 4695; Tirmizî, İman 4, h. no: 2613
KIYAMET
- 129 -
böyle olması kaçınılmazdı. Çünkü müşrik, kâfir, ya da putçu her
ne olursa olsun, insanların her tür şirk, küfür ve cahiliyye düşüncesinden
temizlenmeleri ve hayatlarının bütününde İslâm’ı kendilerine
bir yaşam biçimi edinmeleri, bu iman ile mümkündür. Her
şeyden önce Allah’a ve bu dünyadan sonra gelecek ebedî âhiret
hayatına inanmayan bir insanın, yeryüzünde şeytanın oyunlarına
karşı sebat etmesi, canı ve malı pahasına mustaz’afların haklarını
savunup zâlimlere karşı durması beklenemez. Bu insanlar, yaşadıkları
hayat gereği, tüccarca bir felsefeyi kendilerine rehber
edinmişlerdir. Yaptıkları her tür iyilik ya da yardımın karşılığını bu
dünyada ve dünyanın geçer akçesiyle almak isterler. Oysa İslâm,
müslümanlara böyle bir şey va’detmez. Aksine insan, akidesi için
sadece malını ve dünyevî zevklerini değil, canını bile feda etse,
bunun karşılığını yalnızca âlemlerin rabbı olan Allah’tan beklemek
zorundadır. Allah’a teslimiyet, dünyevî zevk, rahat ve menfaatlerden
ferâgat anlamına geldiğine göre sağlam bir âhiret
inancı, mü’minde olmazsa olmaz bir özellik demektir.
Sağlam bir âhiret inancına sahip olmayan bir insanın, cahilî
düşünce ve yaşayışlardan uzak durması, imkân hâricindedir. Bu
yüzden Kur’an, her konuda olduğu gibi, bu konuda da en doğru
yolu takip etmiş ve yeryüzünde Allah’ın hilafetini yüklenecek ve
ilahî adaletini arz üzerinde tesis edecek insanları somut haram ve
helâllerden uzaklaştırmadan önce, yakîn bir âhiret (cezâ-mükâfat)
inancına davet etmiştir. Nitekim Mekke’de de böyle olmuş ve namaz,
oruç, hac, içki, zina gibi konularla ilgili hükümler gelmeden
önce bu inancın sağlamlaştırılmasına uğraşılmıştır.
İnsanın fıtratından uzaklaşıp, gittikçe artan bir hızla nefsini,
dünyevî ve hayvanî zevkini öne çıkartan bir anlayışla gücü yettiği
her şeye hükmetme istemesi her yerde fesadı arttırmıştır. Bunun
sonucu olarak, İslâm’dan uzak anlayış ve yaşayış; insandan tabiata,
felsefeden bilime, dinden siyasete hemen hemen her şeyin dengesini
altüst etmiştir. İşin garibi, modern insan, bu altüst olmuş
dengenin hâlâ en iyi olduğunu ve ilerleme felsefesi gereği daha
da iyi olacağını söylüyor. Bu dengenin bozulması sonucu adaletin
arz üzerindeki tesisi de ortadan kalkmıştır. Ve artık yeryüzünde
suç işleyen, zulmeden, milyonlarca mustaz’af insanı sömüren müstekbirler,
emperyalistler, çağdaş firavunlar cezâlandırılmadan bu
dünyadan ayrılıyorlar. İşte bunların nihaî cezâsını Allah, âhirete
saklamıştır. Adalet konusu, sadece kâfir ve mücrimlerin suçlarıyla
değil, aynı zamanda müslümanların ecirleriyle de ilgilidir. “Göğü,
yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık; bu, inkâr edenlerin bir
zannıdır. Bu yüzden o inkâr edenlere ateşten helâk vardır. Yoksa biz,
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 130 -
iman edip iyi işler yapanları yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi
tutacağız? Yoksa muttakîleri, yoldan çıkaranlar gibi tutacağız?” 577
Bu dünyada sırf Rabbinin rızâsını gözeterek her tür meşakkate
katlanan, Allah’ın davası için işkence, hapis, kınanma, işinden
edilme gibi her tür zorluğa göğüs geren insanların, Allah’ın bir
lütfu olarak âhirette bir karşılığının bulunması gerekir. Gerçi bir
müslüman, dünyada sırf Rabbine olan bağlılığından dolayı gördüğü
eza ve cefalarla hiçbir zaman alçalmaz; aksine O’nun katında
daha fazla yükselir.
Yaratılışa İnanan, Yeniden
Yaratılmaya da İman Eder
Yaratılış olarak da âhiretin varlığında şüphe edilemez. Müşriklerin
kesin inkârlarına getirdikleri en büyük delil; yok olan,
toprağa karışan insan bir daha nasıl diriltilebilir? Oysa âlemlerin
rabbi olan Allah’ın buna gücü elbette yeter. “Elbette gökleri ve yeri
yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyük (bir şey)dir. Fakat insanların
çoğu bilmezler. Kör ile gören bir olmaz. İnanıp salih ameller yapanlarla
kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz! (Kıyâmet) sâat(i)
mutlaka gelecektir. Bunda asla şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmazlar.”
578; “Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allah)
onu yaptı. Kalınlığını (tavanını) yükseltti, onu düzenledi.” 579; “De ki: ‘Allah
sizi yaşatıyor, sonra sizi öldürüyor, sonra sizi kendisinde şüphe olmayan
günde toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” 580
Öldükten sonra dirilme; bir de insanın yaratılış felsefesi ile ilgilidir.
Peygamberimiz: “insanın dünyada bir yolcu, dünyanın da ağaç
altında bir solukluk dinlenme yeri” olduğunu söylemiştir. Yani başı
O’ndan gelen ve sonu yine O’na ulaşacak olan bir yolculuk. (İnnâ
lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.). Bu yolculukta insan başıboş bırakılmamıştır.
“İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır?” 581; “Bizim sizi boş yere,
bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi
mi sandınız?”582 Allah, insanı boş yere yaratmadığına
göre, helâkını da boş yere yapmayacaktır. Bu dünyada kendisine
bu kadar nimet ve hasletler verilen, mahlûkatın en şereflisi kılınan
ve tüm bunların karşılığında sadece Allah’a kulluk etmesi istenen
insanın, tüm bu imkân ve lütufları boş yere harcaması, ya da sırat-ı
577] 38/Sâd, 27-28
578] 40/Mü'min, 57-59
579] 79/Nâziât, 27-28
580] 45/Câsiye, 26
581] 75/Kıyâme(t), 36
582] 23/Mü'minûn, 115
KIYAMET
- 131 -
müstakim doğrultusunda kullanması karşılıksız kalmayacaktır.
“...(O müttakiler) âhirete yakîn olarak iman ederler. İşte onlar, Rablerinden
bir hidâyet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de onlardır.”583 Âyette
geçen yakînen iman önemlidir. İslâm’ın temel özelliklerinden birisi,
insanları, gaybe imana davet etmesidir. Bu gaybın varlığı, bizim
duyularımızla müşahede edilmez; aklî çıkarsamalar ya da mantıksal
önermelerle de bilinmez. Aksine gaybe imanın en sağlam
teminatı, sadık habere duyulan güvendir. Kur’an gibi sadık bir
haberde herhangi bir yanlışlık ya da tezatlık olmayacağına göre,
gaybin varlığı da kesindir. Âhiret gaybî olduğuna göre, ona yakînî
iman da ancak Allah’a olan imanla mümkündür. Çünkü gerçek
yakîn, bizatihi müşahede iledir. Oysa âhiret konusunda böyle bir
imkân yoktur. Dolayısıyla konu, Allah’ın sözüne iman ile alâkalıdır.
Kıyâmet ve Âhiret Anlayışı Bizi
Dirilişe Ulaştırır/Ulaştırmalıdır
Bugün yaşadığımız toplumda âhiret inancı, bir mit ve
hurâfeler yığını olarak yaşamaktadır. İnsanlar bu inancın getirdiği
her tür dinamizm, coşkunluk ve aşktan fersah fersah uzaktadırlar.
Bu avamî anlayış, tevhid bilincine sahip mücadeleci müslümanlar
için geçerli değildir. Avamdan, ya da ehl-i dünyadan birisi yaşadığı
hayat ve sahip olduğu hayat felsefesince âhirete inanmaktadır ve
büyük bir ihtimalle de kendini cennette görmektedir.
Gerçek müslümanlar için durum çok farklıdır. Çünkü müslümanlar
‘dünyadadırlar’, ama ‘dünyadan ve dünyevî’ değildirler.
Dünyada, bütün ömürleri boyunca bir yolcu ya da garip gibidirler.
Yani onlar, niçin yaratıldıklarını, nasıl yaşayacaklarını ve buna
bağlı olarak sonlarının nereye ulaşacağını bilen insanlardır. İnsan,
şu anda yaşadığına göre, öncelikle bilmesi gereken; nasıl yaşayacağı
ve sonunun ne olacağıdır. Aslında son dediğimiz şeye, fazla
uzak gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü “Dünya” kelimesi, denâ’dan
gelir ve ‘yakınlaştırılmış şey’ demektir. Demek ki dünya, insanın
akıl ve idrak tecrübesine ve bilincine yakınlaştırılmış bir şeydir. Yakına
getirilen şeyin (dünyanın) tabir caizse bizi kuşatması ve etkilemesi
gerçeği, bilincimizi, son varış yerimizden (âhiretten) başka
yöne çevirir. Bu son gidilecek yer, ‘daha sonra’ geldiğinden; bize
‘uzak’ gibi gelir. Hâlbuki bu, ‘yakın’ olan (dünya)nın sebep olduğu
yanılsama ve şaşırtmacadan dolayı böyledir. Yani, son, âhiret
bize o kadar uzak değildir. Uzak sanmamız, duyularımızın bizi yanıltması
nedeniyledir. Öyleyse yaşadığımız ile ulaşacağımız sonu
583] 2/Bakara, 1-5
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 132 -
düşünmek ve her anımıza bir muhâsebe yapmak durumundayız.
Müslüman birey, kendi bilinç ve dimağını devamlı diri tutmak
zorundadır. Bir taraftan cahilî yaşamın, diğer taraftan nefsin/
şeytanın öne sürdüğü zaaf ve oyalanmalar arasında kalan birey,
cihadın her şeyden önce bunlara karşı verilmesi gereken bir mücadele
olduğunu bilmelidir. Bunun sağlanabilmesi ise ancak yaşanılan
dünyadan ve hayattan daha yüksek, yüce ilkelere, hedeflere
bağlanmakla mümkündür. Bu ilke ya da hedef, günlük yaşamadan
ve denîlikten uzak ve yüce olduğu ölçüde bu hayatı anlamlı
kılabilecektir. Hangi düzeyde olursa olsun, müslüman birey için
mücadele zorunlu olduğundan, mücadeleye liyakat için fertlerin
dimağlarını her zaman diri tutacak donanımlara, eskimeyen kaynaklara
ihtiyacı vardır. İşte bu kaynakların başında âhiret inancı
gelir. Kişi, dünyanın geçici zevklerinden, korku ve umutsuzluktan,
hedef sapmalarından ve hilâfet görevini unutmaktan, ancak bu
inanç ile uzaklaşabilir. İnsanoğlu nisyâna (unutmaya) meyillidir ve
nisyan arttıkça isyan ve sapma da artar. Dahası, insanın gönlünde
iki ayrı (üstelik zıt) ilkenin, idealin ya da duygunun bulunması
mümkün değildir. Bir yandan hilafet görevini yerine getirmeye
çalışmak, özgürlük ve adalet için mücadele etmek, bir yandan da
dünyanın ve şeytanın geçici oyunları, hileleri karşısında aldanmak,
korkmak ve zavallı yaşam biçimlerine istek duymak, bir müslümanın
şahsında birleşemez. “Dünya hayatını âhiret hayatı karşılığında
satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür
ya da galip gelirse, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.”584
Allah’ın yolunda mücadele, -alanı ve biçimi ne olursa olsun- ancak
dünya hayatının satılmasından sonradır. Sağlam bir irade ve
direnme duygusuna sahip olmayan insanların, düşmanın güç ve
oyunları karşısında kısa zamanda umutsuzluk ve korkuya düşmesi
mümkündür. Hâlbuki sorgulama, tahkir edilme, işkence görme ve
nihâyet şehidlik ile kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını; aksine cennetlere
ve bunun ötesinde temiz ve özgür bir ruha sahip olacağını
ve Rabbinin huzuruna bu tertemiz haliyle çıkacağını bilen bir insan
için, korku son derece arızî bir şeydir.
Her An Yaşadığımız Kıyâmet: Gündüz
Yaşıyor, Gece Ölüyor, Sabah Diriliyoruz
“Niçin varsın?” şeklindeki soruya “yok olmak için” şeklinde cevap
vermek, var olan ve yaşanılan her şeyi bir anda anlamsız kılmak
demektir. Öyle ya, siz bir şey icad eder, bir şey var edersiniz;
ardından size sorarlar: “Bunu niçin var ettin?” Cevap verirsiniz:
584] 4/Nisâ, 74
KIYAMET
- 133 -
“Var etmiş olmak için var ettim!” Neticede her iki cevap da oldukça
anlamsız olup, kişinin kendisini, hayatı ve varlığı tanımadığını,
olup bitenlerden gaflet içinde yaşadığını gösterir. “Onlar, ayakta,
oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı
üzerinde düşünürler. Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın (derler).
Sen yücesin, bizi ateş azabından koru.” 585
Her şeyin bir anlamı vardır. Hayatın, ölümün, ağaçların, dağların,
insanların, hayvanların... Ölümü anlamlandırdığımız zaman,
her şey bir anlam kazanacaktır. Ölüm, bir yok olma değil; yeni bir
hayatın başlangıcıdır. Ölümlü, fani sıkıntılarla dolu bir diyardan,
ölümün olmadığı, ebedî, mükâfatlarla dolu zahmet ve sıkıntının
bulunmadığı, sevdiğimiz her şeyin bulunduğu bir diyara yolculuktur.
Onun için müslüman ölümden korkmaz; sadece ona hazır olur.
Hatta, yeri geldiğinde seve seve canını verir, âhiret karşılığında
dünyayı satar. “Ölüm yok olmak değil; bir diriliştir, yeni bir hayata
geçiştir” cümlesinden hareketle, yaşadığımız hayatı ve varlıkları
seyredelim:
Her gece bir ölüm, her sabah bir diriliştir. Gece olur uyuruz.
Uyku, ölümün kardeşidir, ölmenin provasıdır. Bir müddet sonra
uyanırız. Yani ölümden dirilişe geçeriz. Bunu her gün tekrarlarız.
Gündüz yaşar, gece ölür, sabah diriliriz.
Her Kış Bir Ölüm, Her Bahar Bir Diriliştir
Güneşin her batışı bir ölüm, her doğuşu bir diriliştir. Her gün
tekrarlanan bu batış ve doğuş gösterileri, bize şu gerçeği fısıldar:
Ey insan! Tıpkı benim gibi sen de bir gün böyle batıp sonra tekrar
doğacaksın, yani öleceksin ve dirileceksin. Bu gerçeği unutturmamak
için Rabbimiz her gün bu manzarayı bize seyrettiriyor.
Bakmasını bilenler, baktıklarında görenler için güneşin doğuş ve
batışı da âhirete imanı içeren bir âyettir.
Mevsimler de bize ölüm ve ardından dirilişi anlatır. Her kış bir
ölüm, her bahar bir diriliştir. Kış geldiğinde toprağı ve hayatı ölü
görürüz. O yeşil yeşil canlı bitkiler ve toprağın üstünde kaynaşan,
devinen, gezinen böcekler, hayvanlar yoktur artık. Ama baharın
gelip yağmurların inmesiyle birlikte toprağın dirilişe geçtiğini görürüz.
Kışın, nice sineklerin kaybolması bir ölüm, baharla ortaya
çıkması bir diriliştir. Kışın odun haline gelen ağaç için bu bir ölüm,
baharla çiçek açıp meyve vermesi bir diriliştir. Tabiat, kendi diliyle
haykırır: “Ey insan! Bir gün sen de böyle ölecek ve dirileceksin!”
Rabbimiz, kış ve bahar mevsimlerini yaşatırken aynı zamanda
585] 3/Âl-i İmran; 191
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 134 -
ölümleri ve dirilişleri de aylarca seyrettirir. Tohumların toprağa
atılışı bir ölüm, günler sonra topraktan çıkışı bir diriliştir. Tohumun
toprağın içinde yok olduğunu zannederiz; hâlbuki yokluk
yoktur. O, tohum rüzgârı borusunu öttürecek, tohum, Kıyâmeti
yaşayarak kıyam edecek, yeşillikler içinde yeni bir hayata kalkacaktır.
İnsan da böyle bir tohum gibidir. Yaşarken bir gün toprağın
altına düştüğünü görürüz. İnsanın düştüğü yer, onun kabridir. Tohum
gibi o da bir gün düştüğü yerden kalkacaktır. Kıyâmet günü,
zaten kalkış günü demektir. “Gökten bereketli bir su indirdik. Kullara
rızık olmak üzere onunla bahçeler, biçilecek taneli ekinler, küme küme
tomurcukları olan hurma ağaçları yetiştirdik. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte
insanların diriltilmesi de böyledir.” 586 “O (Allah), ölüden diri, diriden ölü
çıkarır; yeryüzünü ölümünden sonra o canlandırır. Ey insanlar! İşte siz de
böyle diriltileceksiniz.! 587
Doğum da bir diriliştir. Doğum, ölü gibi olan bebeklerin ana
rahminde dirilişe geçip dünyaya adım atmasıdır. Bakmasını ve görmesini
bilenler için bir damla suyun (atılan pis suyun milyonlarca
parçasından birinin) dirilişe geçmesidir. “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki,
siz ölüler idiniz; O sizi diriltti. Yine öldürecek, yine diriltecek, sonra O’na
döndürüleceksiniz.” 588; “İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık.
Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. Kendi yaratılışını unutarak
bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: ‘şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’
diyor. De ki: ‘Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her
türlü yaratmayı gâyet iyi bilir.” 589
İçinde yaşadığımız hayatın kuruluş düzeni de ölümden sonra
dirilişin ve hesaba çekilmenin gerçekleşeceğine başlı başına
bir delildir. Çünkü yaşadığımız hayatta güçlü ve zâlim insanlar
var. Çoğu kez bunlar, “ben istediğimi yaparım ve kimseye hesap
vermem!” havası içinde yaşıyorlar. Diğer taraftan zavallı, güçsüz,
her türlü haksızlığa maruz kalıp hakkını alamayanlar var. Günün
birinde, zâlim cezâsını, mazlum da hakkını alamadan ölüp gidebiliyor.
Hayat, bu kadar dengesiz ve anlamsız, zâlimlerin yaptıklarının
yanına kâr kalacağı adaletsiz olamaz. Hemen insanın aklına
şu geliyor: “Ölümden önce haklıya hakkı, suçluya cezâsı tümüyle
verilmediğine göre, demek ki ölümden sonraya bırakılıyor.” İşte
ancak bu değerlendirmeden sonra hayat anlam kazanıyor. İnsan,
dirilişin sancılarını çekmektedir. Vicdan azabının da temelinde
“öldükten sonra bir gün dirilme ve yaşanılan hayatın hesabını
586] 50/Kaf, 9-11
587] 30/Rûm, 19
588] 2/Bakara, 28
589] 36/Yâsin, 77- 79
KIYAMET
- 135 -
vermenin getirdiği endişeler” vardır.
Sadece bu dünyada yaşayacağınızı düşünerek yaşarsanız ölü
yaşarsınız. Ama öleceğinizi düşünerek yaşarsanız diri yaşarsınız.
Çevremizdeki insanlar hep dirilişin etkisiyle, âhiret şuuruyla
yaşasalar!.. Seyredin o zaman hayatın güzelliğini. İkinci asr-ı saadet
olur çağımız. İnanın, iman ettiğimiz cenneti daha burada
iken yaşamaya başlarız. Fakat biz, tüm yatırımlarımızı bu dünyaya
yönlendirerek yaşadığımız hayatı ve yeri sahte cennet haline getirmeye
koyulunca cenneti de unuttuk. Özlemez olduk. Nasıl özleyebiliriz
ki; lüks, israf demeden yaşadığımız hayatı, materyalistlerin
uydurma cenneti gibi yapmak için bir ömür boyu gece gündüz
koşturunca. Sahabe, cenneti öyle bir özlüyordu ki! Enes bin Nadr,
Uhud savaşında “cennetin kokusunu Uhud’un arkasından duyar
gibi oluyorum” diyordu. Bilirsiniz, insan çok acıkınca yemeğin kokusunu
çok uzaktan duyar. Sahabe de cennete öyle acıkıyordu ki,
daha dünyada iken kokuları geliyordu cennetin.
İmam Gazali diyor ki: “Mezardakilerin pişman oldukları şeyler
yüzünden dünyadakiler birbirlerini kırıp geçiriyor.” Ölüm
öncesindeki kavgaların ölümden sonra pişmanlık getireceğini
hissederek yaşayan insan, hiç pişman olacağı şeyin kavgasını verir
mi? Hırsla hayatın ve eşyaların, burada kalacak şeylerin ardına
bir ömür boyu düşer mi? “Onlar, geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler,
çeşmeler, ekinler, güzel makamlar ve zevk ü sefa sürecekleri nice nimetler.
İşte böyle oldu ve biz onları başka topluma miras verdik.” 590; “Ey iman
edenler, size ne oldu ki: ‘Allah yolunda topluca savaşa çıkın’ denildiği
zaman yere çakılıp kaldınız? Âhirettense dünya hayatına mı razı oldunuz?
Ama dünya hayatının geçimi (zevki), âhiret yanında pek azdır.” 591
Gerçek özgürlük, Allah’a koşmakta ve Allah’a yakın olmaktadır.
İnsan, Allah’a ne kadar yakın olur, O’na ne kadar bağlanırsa
o kadar özgür sayılır. Allah’tan uzak yaşayan insanlar köle insanlardır.
Mesela; mobilyalarının ve arabalarının çizilmesine hiç dayanamazlar.
Çünkü o çizilen şeylerin kölesi durumundadırlar. Efendilerinin
zarar görmesinden rahatsız olurlar. Ama her gün dinleri,
imanları, şerefleri, namusları çizilir, hiç rahatsız olmazlar. Başörtüsüne
uzanan ele kızmaz; yeter ki o el, kendi putlarına, efendilerine
zarar vermesin. Menfaatine dokunulduğunda etrafı velveleye
boğanlar, dinlerine ve âhiretlerine yapılan hücumdan hiç rahatsızlık
duymamaktalar. Böyle insanların özgürlükten bahsetmeleri,
kölelerin özgürlük dersi vermesine benzer.
590] 44/Duhân, 25-28
591] 9/Tevbe, 38
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 136 -
Peygamberimiz’in tavsiyesi şöyle idi: “Bu dünyada, sanki gurbete
gitmiş, birgün yuvasına tekrar dönecek biri gibi ol veya gelip geçici bir
yolcu gibi yaşa.” Hayatın geçiciliğini kalbine ve kafasına oturtmuş
bir müslüman geçici şeylere sevgi beslemez ve kendini bağlamaz.
Zaten şu bir gerçektir ki; Allah’ın dışındaki şeylere olan ilgi ile
Allah’a olan ilgi arasında ters orantı vardır. Bir kimsenin Allah’ın
dışındaki varlıklara, eşyaya ilgisi ne kadar fazla ise, Allah’a olan
ilgisi o kadar azdır. Böyle bir durumda ilgi duyulan şeyler Allah ile
kul arasında engel teşkil ederler. Bu yüzden İslâm, insanın duygularını
âhirete yönetmek için Kur’an’da çok sık şekilde ölüm, âhiret,
Kıyâmet, hayatın geçiciliği üzerinde durur. Mekkî sûrelerin aşağı
yukarı tamamında, diğer sûrelerin de genelinde bu havanın verilmeye
çalışıldığını görürsünüz. “Bilin ki, dünya hayatı bir oyun, eğlence,
süs, kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır. (Bu) tıpkı bir
yağmura benzer ki, bitirdiği ot ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu
sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Âhirette ise çetin bir azab; Allah’tan
mağfiret ve rızâ vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir zevkten başka bir şey
değildir.” 592
Ölüm; Gurbetten Vuslata Hicret
Ölümü tefekkür ederek yaşamak, hayatta “gidici” olarak yaşama
sonucunu doğurur. Böyle yaşayan insan da hesabını ve yatırımını
gideceği yere göre yapar. Hesaba çekilme günü gelmeden
önce kendini hesaba çeker. Aksi halde, insan gideceği sâate kadar
kalacakmış gibi yaşar ve tercihini ona göre yapar. “Ama siz, dünya
hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır.”
593 Aşağı yukarı her insan, bir eşya satın alırken, önüne konan iki
maldan “iyisi olsun, pahalı olsun” diyerek daha kalıcısını tercih
ettiği halde, Allah’ın önüne koyduğu iki hayattan geçicisini tercih
ediyor; kalıcısını bırakıyor. “Hayır, siz acele geçiveren şu dünyayı çok
seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz!” 594 Hayır, siz yaptığınız işlerin
karşılıklarının acele, peşin verildiği şu dünyayı çok sevdiğiniz için
karşılıkların veresiye olduğu öteki dünyayı bırakıyorsunuz, sevmiyorsunuz.
“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan,
ürünlerden biraz eksiltmekle imtihan eder, deneriz. Sabredenleri
müjdele.” 595; “Yoksa içinizden Alah cihad edenleri ve sabredenleri belirtmeden
cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?” 596
Görüldüğü gibi, dünyadaki acıların ve zevklerin altında
592] 57/Hadîd, 20
593] 87/A'lâ, 16-17
594] 75/Kıyâme(t), 20-21
595] 2/Bakara, 155
596] 3/Âl-i İmran, 142
KIYAMET
- 137 -
imtihana çekilme esprisi yatmaktadır. O halde böyle durumlarda
alınması gereken ilaç sabırdır. Çünkü bu zevkler ve acılar geçicidir.
Geçici olması da sabrı kolaylaştırıyor. Sabretmediğimizde ne
olur? Geçici zevklere sabretmeyip dalarsak, âhiretteki ebedî ve
hakiki zevklerden mahrum kalırız. Şu hayatın geçici elemlerine
sabretmezsek, bu defa hem ebedî, hem de daha ağır âhiret azabına
maruz kalırız ve âhirette bize şöyle denilir: “İnkâr edenler, ateşe
sunuldukları gün, onlara: ‘Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan her
şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz; ama bugün, yeryüzünde haksız
yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı bir
azab göreceksiniz’ denir.” 597
Kur’an’a baktığımız zaman âdeta tüm azgınlık, isyan ve başkaldırıların
sebeplerinin tek sebebe bağlandığını görürüz. O da
âhireti hesaba katmadan ve âhiretten korkmadan yaşamak. “Hayır,
doğrusu onlar âhiretten korkmuyorlar.” 598 Kur’an, terbiye etmeye
çalıştığı insanda ilk etapta âhiret endişesi oluşturmaya çalışır.
Bu endişe belli bir boyuta ulaştığı zaman insanların hayatlarında
inkılabların gerçekleştiğine şahit oluruz. Mesela; içki Medine
döneminde ve yaklaşık Uhud savaşı yıllarına kadar yasaklanmamıştır.
Fakat o tarihlerde içkiyi kesin olarak yasaklayan âyet inince
evdeki şarap küplerinin kırılarak içkili hayata son verildiğini
görürüz. Peki, bu neden kaynaklanıyor? Tabii ki âhiret ve Allah
korkusundan. O insanlar o güne kadar öyle eğitilmiş ki, yaptıkları
işin âhirette kendilerine çok pahalıya malolacağı söylendiği anda
hemen o işten vazgeçiyorlar.
Âhirete imanı, âhiret endişelerini, cennet ve cehennem mefhumlarını
ortadan kaldırdığınızda insanları gerçek anlamda motive
edemezsiniz. Yani iyi şeyleri kendiliklerinden yaptırıp, kötülüklerden
de kendiliklerinden vazgeçiremezsiniz. Âhirete iman; en
büyük ve gerçek anlamda tek otokontrol mekanizmasıdır. Âhiret
ve Allah korkusu olmadan insanları neye göre ahlâklı ve dürüst
olmaya sevkedeceksiniz? Eğer bir insan, yaptığı bir kötülüğün
cezâsını görmeyeceğini bilse, niye o kötülükten vazgeçsin veya
yapacağı bir iyiliğin karşılığında mükâfat yoksa niçin o iyiliği yapsın?
Denilebilir ki; insanlık için. Ben ölür ölmez bu insanlar çok
kısa bir süre içinde beni unutacaklar. Unutmasalar bile öldükten
sonra bana ne faydaları dokunabilecek ki?
Ama düşünün ki “bir varlık” var ve “bir gün” var. O varlık, o
günde yaptığınız tüm iyiliklerin karşılıklarını kat kat fazlasıyla
597] 46/Ahkaf, 20
598] 74/Müddessir, 53
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 138 -
verecek ve yaptığınız kötülüklerin de cezâsını verecek. O varlık
ki, hiçbir iyiliği unutmaz, adaletli, kimseye zerre kadar zulmetmez,
hiçbir şeye ihtiyacı yok. Her şeyin yaratıcısı ve sahibi, çok
merhametli, çok affedici. İnsan, böyle bir varlığa iman edip sadece
O’nun rızâsını kazanmak idealiyle yaşadığı zaman artık siz bu
insanları “Allah’ın rızâsını kazanma” amacıyla iyi şeylere kolayca
yönlendirebilir ve kötü şeylerden de kolayca sakındırabilirsiniz.
Aksi takdirde bütün çabalarınız sonuçsuz kalır. Âhiret korkusu olmadan
insanlar, fırsat bulduklarında kötülük yapabilecekleri için
kimsenin kimseye güveni olmaz.
İnsanın ve insanlığın kemali, âhirete iman olmadan mümkün
olamazdı. Toplumsal huzurun ve ferdin saadetinin âhiret inancına
bağlı olduğunu bize saadet asrının örnek toplumu öğretti. Hiçbir
ahlâkî kural tanımayan, fuhşun alenen işlenip suç sayılmadığı,
birçok insanın babasının tombala usulü belirlendiği, kokuşmuş
gelenek dışında kanun ve nizamın bulunmadığı, hak ve hukukun
değil; gücün egemen olduğu, güçlünün hep haklı olduğu, kız çocuklarının
diri diri toprağa gömüldüğü, faizin ve her türlü haksız
kazancın normal sayıldığı, ezmeyene ezilmekten başka bir seçenek
tanınmadığı cahiliyye toplumundan dünya tarihinin ender
şahid olduğu faziletli bir toplum çıkarılmasında, âhiret inancının
payı sanıldığından da daha büyüktür.
Kur’an ve Sünnette Allah’a iman ile âhirete iman birlikte
zikredilir. Zaten ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir.
Ayırdığımız zaman bir anlamı kalmaz. Örneğin, laiklerin inandığı
gibi bir Allah’a inanıyorsunuz. Yani Allah’ın, kendi varlığınızı
ve her şeyi yarattığını kabul ediyorsunuz. Fakat Allah’ı hayatınıza
karıştırmıyorsunuz. Kötülük yaptığınızda cezâ vermiyor; iyi ve
dürüst davrananlara da ödül vermiyor. Allah aşkına bana söyler
misiniz böyle bir Allah’a inanmakla inanmamak arasında ne fark
var? Hiçbir fark yok. Ama Allah’ın iyileri mükâfatlandıran, suçluları
cezâlandıran bir varlık olduğuna iman eden, ayrıca zâlimin
cezâsını görmediği, mazlumun da hakkını şu hayatta alamadıklarını
gören bir insan, elbette ölümden sonra bu işlerin tamamlandığı
bir günün olduğuna zorunlu olarak iman eder. Zaten âhiret
gününün bir başka adı da “din günü”dür. Din’in sözlük anlamlarından
birisi de mükâfat ve cezâ olduğuna göre din günü; yapılan
işlerin karşılıklarının verileceği gün manasına gelir.
İki insan düşününüz. Birincisi hep onun bunun hakkını gasbetmiş,
başkalarının alın teri ve emeği üzerinde keyif çatmış, ikincisi,
başkalarının hukukuna tecavüz etmediği gibi bir ekmeğini ikiye
bölerek tasadduk etmiş. Birincisi zulmetmiş, ezmiş, sömürmüş ve
KIYAMET
- 139 -
semirmiş. İkincisi yardım etmiş, gönül yapmış, onarmış ve mazlumu
kollamış. Birincisi cana, mala, ırza tecavüz etmiş; ikincisi canı,
malı, ırzı aziz ve muhterem bilmiş ve korumuş. Birincisi her türlü
ahlâkî kurallardan ve insanî faziletlerden uzak, arzularının ve
tutkularının esiri olarak yaşamış; ikincisi Allah’ın kendisi için çizdiği
sınırları yine O’nun sevgisi ve korkusuyla çiğnememiş ve hep
ahlâkî, insanî değer ve faziletleri koruyarak kuralları yaşamış.
Evet, şimdi bu iki kişinin de öldükten sonra aynı sonuçla karşılaşıp
yaptıklarının yanlarına kalacağını düşünmek hangi akla,
hangi vicdana ve hangi adalete sığar? 599
Dünyanın; ekolojik anlamda tabii dengenin bozulması sınırından;
ahlâkî, kültürel, siyasi, ekonomik vb. anlamlarda da toplumsal
dengenin deformasyonu sınırına kadar, ilahî olan her tür dengenin,
tabiiliğin, sünnetullahın sınırlarını zorlayıcı bir sona doğru
hızla yaklaştığını gördüğümüz bu dünyanın her şeye rağmen “halifesi”
olarak seçilmişleri olan insanlarının, bu ilahî misyonlarını
yerine getirebilmeleri için hâlâ bir fırsatları, bir şansları var.
Batı uygarlığının; insanı ve tabiatı tahrip eden, baş döndürücü
bir ilerleme-kalkınma yarışı ile büyüleyici çağdaşlık, modernlik
sendromu ile ifsad edici iletişim-medya hegemonyası, iğfal edici
gayri ahlâkî yaşam tarzı ile artık âşina olduğumuz bu şeytanî
uygarlığın sağına, soluna, ortasına bakmaksızın bütün yorumları,
uzantıları ve sonuçları ile dünyayı ve insanlığı tehdit etmesine son
verebilmek için hâlâ insanlığın en erdemlilerinin yapacakları bir
şeyler var.
Bu erdemlilerin ve daha doğrusu insana üflenen ilahî ruhun
bütün erdemlerini temsil eden İslâm inancının insanlığa sunacağı
ilahî hikmetin bir ayağını tevhid; diğer ayağını âhiret bilinci oluşturuyor.
Batının şeytanî hegemonyasına alarak ilahî olana yüz
çevirttiği, hikmeti ve ilahî bilgiyi unutturduğu, insanî olan, tabii
olan, hak olan her şeye sırtını döndürdüğü insanlık, içine düştüğü
şeytanî bataktan ancak tevhid ve âhiret ayaklarına basarak
doğrulabilir. Bu gerçek, yeryüzünün her yöresinde her gün her
sâat her an kendini gösteren trajik akıbetin farkına varan, farkında
olan müslümanlar için üstlenilmesi gereken ağır sorumluluklar
manasına geliyor.
Dünya ve içindekilerin gelip geçici olduğunu, bir sınama ve
imtihan aracı olduğunu bilen ve böyle inanan İslâm insanı, bu
bilgisini ve bu imanını, kuru ve şematik, içi boş ve vicdanî inanç
599] M. İslâmoğlu, İman Risalesi, 287-288
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 140 -
kofluğundan çıkartıp, olması gereken yere, âlemlerin rabbi olanın,
dünya ve âhiretin sahibi olanın istediği yere, hayatın tam ortasına
oturtmak zorundadır.
Âhiret inancını hayatın tam ortasına oturtmak ne demektir?
Ve bu, nasıl olabilir? Bu sorulara müslümanın, her müslüman
topluluğun âhiret inancını gözden geçirmesi, içi boş bir inanç olmaktan
çıkartıp, hayatına yön veren bir şuur/bilinç düzeyinde el
alması ve müslüman insanın dünyevî yaşantısının bu bilinçle nasıl
şekilleneceğini ortaya koyması ile cevap verilebilir. Bu da, elbette
ki dünyaya değer vermeyerek, bir oyun ve eğlence gözüyle görerek
dünyevî olana itibar etmeyerek, gelip geçici değerlerden yüz
çevirip, o büyük gün için, Rabbimiz’in karşısına tek tek çıkacağımız,
titreyerek ya da açık alınla çıkacağımız hesap günü için yaşamakla
mümkündür. Bu mümkünü, hayatın tam ortasına oturmuş
bir gerçekliğe dönüştürebilmek, yani gerçekten hesap günü için,
hesap gününe ayarlanmış bir biçimde yaşayabilmek için de âhiretin
bilincine varmış olmak gerekiyor.
Ufukları ölümle sınırlı, ölüme kadar uzanabilen bir yaşam
felsefesine inanan, ölüm öncesini de Allah’sız, âhiretsiz, ed-Din’siz
beşerî ideolojilerin yaşam projeleriyle tasarlayan şeytanın kemalist
ve batıcı dostlarının egemen olduğu bir toplumda hem bu bilince
ulaşabilmek, hem de bu bilincin gerektirdiği tarzda yaşayabilmek
-işin doğrusu- o kadar da kolay değil. Çünkü iki yüz yıldır ümmetin
başına bela olan batı işbirlikçisi egemen güçlerin, ezerek, zulmederek,
hile dolap ve desiseler kurarak, batı batağına sürüklemeye
çalıştığı ümmetin ve bir parçası olan yaşadığımız toprakların insanlarını,
inkârın, şirkin, sapmanın, yüz çevirmenin, yalanlamanın,
küçümsemenin, hor görmenin anaforundan baktığı ilahî değerlere,
ed-din gerçeğine, felah (kurtuluş) yoluna yeniden, bıkmaksızın,
usanmaksızın çağırmak ve bununla birlikte işbirlikçilerin, satılmışların,
sömürücülerin, insanlık düşmanlarının, Allah düşmanlarının
düzenlerine karşı bitmez tükenmez bir kin pınarından beslenerek
savaşmak, bir ve en büyük olan Allah’a, âhiret gününe yakînen
iman edenlerin mesleğidir. Âhiret bilincinin gerektirdiği tarzda
yaşayabilmek bu mesleği icra etmektir ve onun için kolay değildir.
Yaşadığımız toplumda bir asra yakın ifsad ve inkâr kaynaklı
zulüm düzeninin, pozitivist ve modernist paradigmalar temelinde
ürettiği kemalist, sağcı, solcu, milliyetçi, kapitalist vb. ideolojilerin
kıskacında bulunan insanların arasından çıkan müslümanların, bu
kıskacın etkilerini tamamen silebildiğini söyleyebilmek çok zordur.
Şu veya bu şekilde tevhid bilincine erişmiş insanların aynı oranda
ve önemde âhiret bilincine de ulaşabildiklerini ne yazık ki iddia
KIYAMET
- 141 -
edemiyoruz. Eğer tevhid bilinci insanlara beyinlerdeki ve kalplerdeki
putları, tağutları yıktırıyorsa; âhiret bilinci de hayattaki
putları ve tağutları yıkma mücadelesine sevkeder. Dünyayı değiştirmenin,
toplumu değiştirmenin, insanı değiştirmenin en doğal,
en sıradan faturası ve bedeli olan ölümü göze almanın, ölüme
atılabilmenin, ölümden korkmamanın insanı davası uğruna
mücadeleye sevkeden en güçlü sâik olduğunu görürüz.
Eğer insanlar tevhid bilinciyle yorumlayabildikleri dünyayı değiştirebilmek
için kıllarını dahi kıpırdatmıyorlarsa, ya da sadece
kıllarını, ya da dillerini kıpırdatıyorlarsa, işte o zaman insanların
iç dünyalarına inip oradaki tortuyu, toplumun kültüründen kalmış
gizli kalıntıları, yani o çıplak ölüm korkusunu, o açık dünya
sevgisini bulup çıkarmak gerekir; zira insanları, tevhide ulaştığı
halde yerinde tutacak olan, hâlâ yaşamaya, yalnızca yaşamaya
sevkedecek olan tek sebep, bütün teorik, ilmî, fikrî izahların, yorumların,
anlayışların aldatıcı perdesi arkasına gizlenen tek sebep;
dünya sevgisi ve ölüm korkusudur. İslâmî bilincine rağmen bu içgüdüsel
tortuyu barındıran insanların ölüm korkusu diğer insanlardan
daha fazla, dünya sevgisi diğer insanlarınkinden daha yoğun
ve kalıcı olur. Çünkü bir içgüdü olarak, bilinçaltında sürekli
beyin, kalp ve dildeki gerçeklerin perdesiyle örtülüp, bir biçimde
bu gerçeklere inanıyor olmanın rahatlatıcı, yeterli gördürücü, tatmin
edici işleviyle oyalanıyor olarak dünyayı sevmek daha meşru,
ölümden korkmak daha doğal hale gelir ve bu insanlar âhiretin
bilincine daha uzak bir noktaya düşerler. Çünkü bu bilinci de taşıdıklarını
var saymakta ve kendilerini de başkalarını da buna inandırabilmektedirler.
Oysa âhiret bilincini sıradan bir insana kavratabilmek
daha kolay; bu tür insanların yeniden kavrayabilmeleri
daha zordur.
“Lâ ilâhe illâllah”ın bütün bir tarihi, bütün bir dünyayı, bütün
bir toplumu izah eden esprisini kavrayıp da, yeryüzünde işlenen
bunca zulme, bunca haksızlığa, bunca iğrençliğe şahid olup da,
içinde yaşadığı toplumda ne yapmasını ve ne yapmamasını açık ve
net bir şekilde kavrayıp da, hiçbir şey yokmuş gibi yaşamanın, hiçbir
şey bilmiyormuş gibi davranmanın, hiçbir sorumluluğa sahip
değilmiş gibi ömür tüketmenin başka bir izahı yoktur. Mücâdelesiz,
kavgasız, çilesiz, hapissiz, işkencesiz, kansız, şehidsiz geçen günlerin;
daha fazla küfür, daha fazla zulüm, daha fazla tuğyan, daha
fazla zillet demek olduğunu bilen insanların, bilmesi ve gereken
insanların hâlâ yerlerinde durabilmeleri, hâlâ mücadeleye atılmamaları,
hâlâ kavgayı yarınlara erteleyici çözümlere sarılmaları,
hâlâ kolay ve rahat yolları bayraklaştırabilmeleri, başka bir
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 142 -
şeyle izah edilemez. Mücâdelenin, kanın, şehidin olmadığı yerde
âhiret bilinci de gereği kadar yoktur demektir. Âhiret bilincinin
gereği kadar olduğu bir yerde insanlar günlerini meydanlarda, sokaklarda,
karakollarda, mahkemelerde, cezâevlerinde, mezarlarda
ya da mezar başlarındaki şehadet andlarında doldururlar.
Oysa düşmanın açık seçik belli olduğu, kavganın bütün yakıcılığıyla
kendini dayattığı, inancın kan, ter ve gözyaşı ile ispat istediği
bir zamanda, insanlar hâlâ kaybetmekten korkacakları şeyleri
biriktirmekle meşgullerse, hâlâ yaşamak için, sıradan bir vatandaş
olarak yaşamak için, sıradan bir vatandaş olarak yaşamak için
çaba gösteriyorlarsa, hâlâ hayatın uyutucu gerçekleri hesap gününün
ürpertici gerçeğinin önüne geçebiliyorsa, hâlâ şerefsizce
yaşamanın sermayesi olan dünyalık şeyler peşinde koşmak, âhiret
kazanma çabasına girmemenin mazereti olabiliyorsa, o zaman
Allah’ın ipine tutunarak ayağa kalkabilmenin bir ayağı yani âhiret
bilinci eksik demektir. Zaten yüce Rabbimiz de Kur’ân-ı Kerîm’de
sık sık “Allah’a ve âhiret gününe iman edenler” diyerek, iki ayağın
kopmaz birliğini vurgulamıyor mu?
Her gün ve her gece, namaz sonlarında, işimizin arasında
özellikle ölümü, dirilişi, Kıyâmeti, mahşeri, cenneti, cehennemi,
günahlarımızı, Allah’ın nimetlerine teşekkürdeki kusurlarımızı
derin derin düşünelim. Bunu kendimize görev edinelim. Bu dünyadaki
rahatımızdan fedakârlık yapalım. Hem burada tam bir rahat
etme, hem de orada rahat etme gibi imkânsız ve gülünç olan
sevdadan vazgeçelim. Sahâbeler, Hz. Peygamber’e, biraz rahatına
bakması, kendini fazla yormaması yolunda birtakım şeyler söyleyince,
Önder ve Örneğimiz’den şu cevabı alırlar: “Nasıl refah ve
nimetin tadını bulurum ki, boynuz sahibi (İsrafil) boynuzu (sûr’u) ağzına
koymuş, alnını eğdirmiş ve kulağını vermiş, ne zaman üfleyeceğine dair
emir bekliyor.” 600
Kabirlere, hele gece karanlığında gidip, oralarda ölümle kolkola
yaşayacağımız günleri düşünelim. Ölüm ve şehadet râbıtası
yapalım. Allah’ın dinini yaşayamıyor, müslümanca hayat süremiyorsak
müslümanca ölmenin de zor olduğunun bilincine varalım.
Mezarlarda ve hayalinde düşünerek canlandırdığın kabir hayatında
düşün ki, bir-iki metrelik çukur, içinde birkaç kemik parçası ve
mezar taşında da senin adın, evet senin adın, benim adım yazılı.
Artık Rabbinle karşı karşıyasın. Büyük Kıyâmetin kopmasını bekliyordun
veya beklemiyordun. Ama öldün, yani senin Kıyâmetin
koptu. İşte bu Kıyâmete hazırlandın mı? Yaptın mı yapacaklarını?
600] Tirmizî
KIYAMET
- 143 -
Sakındın mı yapmaman gerekenlerden? Hazır mısın ölüme? Borçların-
harçların, ümitlerin, beklentilerin, yatırımların... neresi için?
Ölüm... Ne zaman? Evet, ey insan! Tohumun toprağın üstüne yeni
bir hayatla çıktığı gibi bir gün kabrinden çıkartılacağını, Rabbinin
huzuruna gidip yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını vereceğini
düşün ve hayatını ona göre düzenle: Çünkü ölüm bir yok oluş
değil; diriliştir. Ölüm uzakta değil; çok yakınımızdadır.
Âhirete iman etmiş olmak, âhiret bilincine erişmiş olmak,
yalnızca kafalarda âhiretle ilgili bilgileri arttırmakla, kalplerde
âhirete olan inancı tazelemekle gerçekleşmez. Çünkü âhiret bilinci
kafa ve kalpte başlayıp biten işlevsiz bir olgu değil; insan hayatının
bütün boyutlarını ve ömrünün bütün anlarını belirleyen
canlı ve dinamik bir olgudur. O yüzden Bakara sûresi 4. âyette
Kur’an’ın doğru yola kılavuzluk edeceği muttakîlerin vasıfları sayılırken
“âhirete inananlar” değil; “âhirete yakînen (şuurlu / bilinçli
olarak) iman ederler.” denilir. O yüzden âhiret bilincinin varlığını
ve derecesini ölçebilmenin bir yolu sürekli olarak kafa ve kalbi
gözden geçirmekse, bir diğer yolu da bizatihi yaşanan hayatı
gözden geçirmek ve hesap günündeki ilahî sorguya uyup uymadığının
muhâsebesini yapmaktır. Bu muhâsebe de, dünya ve içindekilere
bağlılık, dünyevî zevk ve değerlere iltifat, ölüm duygusu
ve gerçeğinden uzaklaşmak olumsuz; âhirete ve hesap gününe
ayarlı bir hayat yaşamaya çalışmak, dünyadan, içindekilerden, geçici
zevk ve değerlerden -Allah’ın istediği vasatın dışında- uzaklaşabilmek
ve hayatı, enerjiyi, yetenekleri, bilgiyi, gücü, bedeni,
kafayı Allah’ın davası için harcamak olumlu olarak değerlendirilmelidir.
Birey olarak muhâsebesinde olumsuz hanesi ağır basanlar
istedikleri kadar tevhid bilincine ulaştıklarını iddia etsinler, yaşadıkları
hayatın yüzlerine çarpılacağını unutmamak zorundadırlar.
Muhâsebesinde olumlu hanesi ağır basanlar ise, zaten içiçe
yaşadıkları ölümle gerçek hayata geçtikleri andan itibaren Rablerine
kavuşmanın mutluluğunu tadarlar. Ne mutlu onlara! Ne mutlu,
ölümden korkmayan, ölümü sevebilen, ölümü arzulayabilen,
ölümle dostluk kurabilen, ölümün koynunda ömür tüketebilen
Allah erlerine! “Rabbinizin mağfiretine (bağışına) ve takvâ sahipleri için
hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” 601
Âhiret bilinci; ölümü sevmek, ölümle bir yaşamak ve nasıl gelirse
gelsin, ama müslümanca yaşayış üzerine gelsin, müslümana yakışır
şekilde ölüme, yani cennete koşabilmektir. 602
601] Al-i İmran, 133
602] Hüseyin Özhazar, Âhiret Bilinci; Hasan Eker, Âhiret Bilinci
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 144 -
Kıyâmetin ve Ölümün Düşündürdükleri
İnsan, teklifsiz, başıboş ve kendi keyfine bırakılmamıştır. Onun
yapacağı işler ve yapmaması gerekenler, ilâhî hükümlerle bildirilmiştir.
Dünyada irâdesiyle Allah’a kulluk etmesi için ona her türlü
imkân sağlanmıştır. Allah’ın kendisine verdiği, maddî mânevî tüm
imkânları O’nun istediği gibi kullanan kimse, dünyada ebedî hayatı
kazanmış olur. Aksini yapan kişi de bu ebedî hayatın mutlu
sonucunu elde edemez. Bunun içindir ki, her insanın âhiret hayatı,
dünyadaki ömrüne göre değil; dünya hayatında yaptığı işlerine
göre olacaktır.
Ebû Hureyre’den (r.a.), Rasûlullah’ın (s.a.s.) şöyle buyurduğu
rivâyet edilmiştir: “Yedi kimseyi Allah, kendi zıllinden (gölgesinden)
başka bir gölge olmayan Kıyâmet gününde kendi gölgesi altında barındıracaktır.
Bunlar; 1- İmâm-ı âdil (adâletli müslüman devlet başkanı, idareci),
2- Rabbine itaat ve ibâdet eden genç, 3- Gönlü mescidlere bağlı
olan kimse, 4- Birbirlerini Allah için seven ve yine Allah için buğz eden iki
kimseden herbiri, 5- Makam ve güzellik sahibi bir kadının isteğine rağmen
“ben Allah’tan korkarım” diyerek haram işlemeyen erkek, 6- (Gönül
hoşnutluğu ile) infak ettiğinden sol elinin haberdar olmayacağı kadar
gizli olarak sadaka veren kimse, 7- Tenhada (lisanen veya kalben) Allah’ı
zikredip de gözü yaşla dolup taşan kişi.” 603
Kıyâmet günü evlât ve malın fayda vermediği, ancak doğruların
doğruluğunun fayda verdiği bir gündür. Geleceğinde hiç
şüphe olmayan bu günde, insanlar kabirlerinden çıkarak Allah’ın
huzurunda toplanacak ve hiçbir kimse -Allah’ın izin verdikleri
müstesnâ- bir diğerine fayda veremeyecektir. İnsanların kendi organları
yaptıklarına şâhitlik edecektir.604 Kısacası bu günün, çok
korkunç anları ve özellikleri vardır. Kıyâmet gününde insanın kendi
yaptıklarından başka her şeyden, kesin olarak ümidini keseceği
anlaşılıyor.
Kur’an âyetlerinde ve hadis-i şeriflerde, Kıyâmet tasvir edilirken,
yer ve gök nizamının bozulmasından ve bunların mahvolup
toz haline gelmesinden bahsedilmiştir. “O gün arz (yer) başka bir
arz olup değişecek; gökler de değişecek...”605 Bu âyetten de anlaşıldığına
göre Kıyâmet, âlemin nizamının bozulmasının ve dünyadaki
mevcut hayatın mahvolmasının ismidir. Ondan sonra yeni bir
hayat başlayacak, bu yeni hayatın nizamı kurulacaktır. Kıyâmet
inancı, dinin iman esaslarındandır. İnsanların davranışlarına yön
603] Buhârî, Bed'ul Ezân, 384, Tecrîd-i Sarih Ter. c. 2, s. 617
604] 41/Fussılet, 20-21
605] 14/İbrâhim, 48
KIYAMET
- 145 -
vermedeçok etkili olduğu içindir ki, İslâm, bu inancı kendi mensuplarının
gönüllerine tam ve kâmil bir şekilde yerleştirmek istemiştir.
Kur’an’ın ve hadis-i şeriflerin belirttiği Kıyâmet gününün çeşitli
durumlarına, ne yazık ki insanların pek çoğu, gerektiği şekilde
samimi olarak inanmamaktadır. Dilleri ile “Kıyâmet günü
haktır” derken, kalpleri o günden gâfil bulunanlar, dilleriyle
inanmış, ancak davranışlarıyla o günü yalanlamış olanlardır. Şu da
unutulmamalıdır ki, Kıyâmeti davranışlarla yalanlamak, yani sanki
bu gün hiç gelmeyecekmiş gibi her türlü günah ve kötülükler
işlemek, dil ile yalanlamak gibidir. Kıyâmetin vuku bulacağı şüphesizdir.
Çünkü bunu Allah haber vermiştir. Kıyâmeti inkâr etmek
küfürdür. Kıyâmetin ne zaman meydana geleceğini Allah, kullarına
bildirmemiştir. O er geç vuku bulacaktır. Şu kadar ki, onun
olacağı zamanı kimse tayin edemez. İnsana düşen görev, böyle
bir günün geleceğini bilmek, ona inanmak ve o gün için hazırlanmaktır.
Zaten bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, insan ölünce
kendi Kıyâmeti kopmuş demektir.
Âhirete iman etmek, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmak,
hesap ve cezâ meselelerini kabullenmek, İslâm dininin inanç
esaslarının bir bölümüdür. Allah’ın tek bir ilâh olduğunu kabul
etmenin hemen ardından bunlara inanmak gereklidir. İslâm’da
ulûhiyet gerçeği ile âhiret hayatının hakikatı birleştirilip tek temel
üzerine oturtulmuş, böylece itikadî, amelî ve ahlâkî değerler
birleştirilerek bir bütün haline getirilmiştir.
İslâm tasavvurunda hayatın mânâsı, insan ömrünün teşkil ettiği
şu kısa zaman değildir. Hatta bu hayatın anlamını, ne bir kavmin
ve toplumun yüz yıllar süren ömrü, ne de bütün insanların
süregelen hayatı ifade edebilir. İslâm tasavvurundaki hayat, şu
görünen dünya hayatını içine aldığı gibi, Allah’tan başka kimsenin
bilmediği âhiret hayatını da içine almaktadır. Mekân itibarıyla
da, üzerinde insanların yaşamakta olduğu şu yeryüzünü içine
aldığı gibi; âhiret yurdunu da ihtiva etmektedir. Yine âlemleri
kucaklarcasına şu görünen kâinata şâmil olduğu gibi, her türlü
gerçeklerini Allah’tan başka kimsenin bilmediği “gayb” âlemini
de kapsamaktadır. O gayb âlemi, ölüm ânı ile başlayıp âhiret hayatıyla
son bulur. Mâhiyet itibarıyla hayat, dünya hayatındaki şu
bilinen yaşayışı kapsadığı gibi, ikinci hayat dediğimiz âhiret yaşayışını
da içine almaktadır.
İşte Kıyâmete ve âhiret gününe iman etmek, böylesine zamanın
sonsuz mesafesini, mekânın hudutsuz ufuklarını, hayat ve
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 146 -
âlemlerin bitmeyen derinliklerini ve yüceliklerini ifade etmektedir.
Bu inanç, kesinlikle kişinin dünya görüşünü değiştiren ve davranışlarını
etkileyen bir inançtır. Her asırda olduğu gibi günümüzde
de en önemli hususlardan biri, âhiret gününe iman etmek konusudur.
Bunun içindir ki, Kur’an, tevhid inancıyla beraber bu inanç
üzerinde ısrarla durmuş, Hz. Peygamber de pek çok sözleriyle bu
inancın önemini belirtmiştir. Her konuda hakkı bildiren Allah, hak
olan âhiret konusunda da önemle duruyor. Eğer insan yaptıklarından
sorumlu olmasaydı, o zaman iyilik ve kötülüğün farkı ortadan
kalkmış olur, insan yaşayışı tamamen maksatsız ve gayesiz hale
gelir, her iş neticesiz kalırdı. Oysa insan, maksatsız ve gâyesiz olarak
yaratılmamıştır. Her insan, kendi iradesiyle yaptıklarının karşılığını
görmeyecek olsaydı, o zaman iyilik ve kötülük aynı şey olur,
günah ve sevâbın anlamı kalmazdı.
İnsanlar, bu dünya hayatında da az çok yaptıklarının karşılığını
görürler. Bununla beraber şunu da unutmamalıdır ki, pek çok
zâlim günahkârlar, kötülük yapan insanlar, bu dünyada rahat yaşarlar
da, birçok iyi insan musibetlere mâruz kalır. Çünkü bu dünya,
yapılan işlerin asıl karşılığının görüleceği yer değildir. İşte tüm
işlerin karşılığının verileceği ve rabbânî adâletin tecellî edeceği an
din günüdür. 606
Allah’ın kâinat için koyduğu bazı kanunlar vardır. Adına Sünnetullah
dediğimiz bu tabiat kanunlarından biri “cezâ=karşılık
kanunu”dur. Yapılan hiçbir hareket karşılıksız değildir. Ateş yakar,
ekilen tohum biter, olgunlaşan meyve yere düşer... Yani kâinatta
neyi düşünsek, nereye göz atsak, Allah’ın koymuş olduğu bu “karşılık
kanunu”nu görürüz. Atasözlerinde de “eden bulur”, “eşen
düşer”, “her koyun kendi bacağından asılır”, “ne ekersen onu biçersin”
gibi ifadeler, karşılık kanunu için örneklerdir.
Karşılık kanunu, en büyük adâlettir. Çünkü insan, daha önceden
bildiği esaslara uyup uymamanın neye mal olduğunu bilmekte,
seçimini hür irâdesiyle ona göre yapma imkânına sahip
olmaktadır. Bu ilâhî kanuna göre, herkes amellerinin karşılığını
görecek, hiç kimse başkasının günahını çekmeyecektir.607 Bununla
birlikte, ister hayır, ister şer olsun, yapılan en küçük iş karşılıksız
kalmayacaktır. 608 Bu da insanın, bahane bulma duygusunu
yok edecek; “kendim ettim, kendim buldum” şeklinde bir neticeye
varmasına yol açacaktır. Kâinatta her şeyin bir karşılığı olduğu
606]] Y. Çiçek, F. Yıldız, Din Günü İbâdet, s. 61
607] 6/En'âm, 164; 17/İsrâ, 15; 53/Necm, 38
608] 99/Zilzâl, 7-8
KIYAMET
- 147 -
gibi, yapılan hiçbir kötülük, kimsenin yanına kâr kalmayacaktır.
Hal böyle iken, bütün karşılıkların görülebilmesi için, dünya hayatı
elbette kâfi değildir. O zaman şöyle bir durumla karşı karşıya
kalırız: Bir tarafta karşılık kanunu, diğer tarafta dünya hayatının
buna kâfi gelmeyişi. Burada, “imtihan edilme” sözkonusudur.
Bu açıdan bakıldığında “karşılık kanunu”, âhirete inanmanın
zarûretini de ortaya koyar. Yani her şeyin bir karşılığı olacağına
göre, dünya hayatının da bu karşılıklar için kâfi gelmediğine
göre, mutlaka bir karşılık zamanı olmalıdır. İşte Fâtiha’da Allah
bu “karşılık günü = din günü”nün tek sahibi olduğunu belirtmektedir.
Burada “din”, yapılan bir işin, kendi cinsinden karşılığı
manasını ifade eder. Bu karşılık kanunu sebebiyle, dünyada da
hesaba çeken Allah’tır; âhirette de hesaba çeken Allah’tır. Allah,
karşılıkları imhal eder, ama ihmal etmez. (Karşılığını erteleyebilir,
istediği vakitte verir; ama ihmal etmez.) Allah’ın bu “karşılık kanunu”,
bütün ilmî disiplinlerce kabul edilmektedir. Burada problem,
işin ilâhî boyutunun gözardı edilmesidir. 609
Dünya, âhiretin habercisi, âhiret dünyanın izdüşümüdür. İnsan
adlı bu ölümsüz yolcu, birinden diğerine intikal ederek sürdürür
sonsuz yolculuğunu. Çünkü ölüm, bir başka hayatın besmelesidir.
Nübüvvet, insanlığın geçmişinin; âhiret ise geleceğinin tarihidir.
Kur’an da, bu tarihin akacağı yatağın ilâhî projesi. İnsan, bu projeye
bakarak tarihi değiştiriyor ve tarihi tarihe bu projeyle taşıyor.
Âhiret olmasaydı, insan insan olamazdı. İnsana irâde verildiği
gün âhiret de verildi. Eğer seçiminin ödül ve cezâsını görmeyecekse
yaratıklar arasındaki bunca ayrıcalığın gerekçesi ne ola ki?
İşte bu nedenle âhiret, seçme hürriyetinin, irâde ve şuurun doğal
sonucudur. İnsanın seçiminin Allah tarafından kaale alındığının,
değerlendirildiğinin bir delilidir. İnsanı yaratan, onu yeryüzüne
halife seçip irâde veren ve kendi ruhundan ruh üfleyen Allah’ın,
en güzel kıvamda yarattığı kulunun istikbâliyle ilgilenmediğini
düşünmek abes olacaktır. Boşuna mı yaratıldı şu muazzam makine
ve yaratılanların en muhteşemi olan insan? Boş yere, abes bir
iş olarak mı yaratıldı evren ve içindekiler? Cennet niçin yaratıldı?
Cehennem lüzumsuz mu?
Âhiret, Allah’ın “vaad” ve “vaîd”inin, yani ödül ve cezâsının
bir gereğidir. Suyu getirenle testiyi kıranı mahlûk bile bir tutmazken
Hâlık’ın bir tutması O’nun mutlak adâletine nasıl sığar? Eğer
“şunu yaparsan ödüllendirilir, bunu yaparsan cezâlandırılırsın” deniliyorsa
elbette sonuçta “iyi” olanla “kötü” olanın ayrılıp, yapana
609]] A. Özbek, Kur'an'da Tevhid Eğitimi, 26
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 148 -
ödülü, yapmayana cezâsı verilecektir. Bu nedenle âhiret, adâlet-i
ilâhînin kaçınılmaz sonucudur. Âhirete inanmamak adâlete inanmamak,
adâleti istememek demektir.
Âhirete iman, ölüm korkusunun insanda bir kâbusa ve kronik
bir illete dönüşmesini engeller. Ölümden sonra bir hayatın olduğuna
inanan, kendisini koyvermez. Onun için, ölüm bir bitiş değil;
bir intikaldir. Bu nedenle âhirete iman eden kâmil bir mü’min, hayatta
bir kez ölür. Âhirete inanmayan kâfirse her ölümü hatırlayışta
ölür. Bu nedenle âhireti inkâr edenler, mümkün olduğunca
ölümü hatırlamak istemezler. Kendilerine ölümün hatırlatılmasından
rahatsız olurlar ve beklenenden daha fazla tepki gösterirler.
Bir de müslümanların ölümü güler yüzle karşıladıklarını, onunla
sık sık selâmlaştıklarını düşünelim. İslâm medeniyetinde mezarlar
şehirlerin ortasına yapılırdı. İslâm, insanların ölümü sık hatırlamaları
için mezar ziyaretini Nebi’nin diliyle özendirmişti. 610
Kur’an, her sayfasında, insanı hem ruhun tarihine, hem
istikbâline (âhirete) götürerek insana önünü ve sonunu hatırlatır.
Bu nedenle mü’min, her ânında üç zamanı birden yaşayan insandır.
Bu, ona süreklilik ve sorumluluk duygusu verir. Kur’an’daki
Kıyâmet, cennet, cehennem, mahşer, mîzan ve sorgu sahneleri,
mü’minde sorumluluk hissini ve fazileti güçlendirmek için
istikbâline açılan birer penceredir.
“Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibârettir.”611 Oyuncaktan hoşlanan
çocuklar mıyız, yoksa rüştümüzü isbat eden adamlar mı?
Dünya oyuncağına verdiğimiz değerde saklı bunun cevabı. Oyuna
dalıp çokça eğlenenler, çocuklar ve o seviyedeki çocuk akıllılardır.
Kıyâmet ve hesap günü şuûru, bize ölümü sık sık düşündürür
ve bizi oraya hazırlar. Bu bilinçle ölüm râbıtası, bir adım daha ileri
giderek şehâdet rabıtası yapmalıyız. Bu bilinç ve râbıtalar, bize
sadece âhiret azığı değil; dünyada kaybettiğimiz izzeti, insanlık
onurumuzu da kazandıracak ve ölüm korkusunu yenen, ölümle
sevdalanan bir seviyeye çıkaracaktır. Ancak bu sayede haklarımızı
söke söke almak için dileniş değil direniş gerektiğini öğrenir
ve canlı şehid olarak şerefli bir hayat süreriz. Bugün Yahudi, teknik
imkâna sahip milyarı aşan kimlik müslümanlarından değil;
intifâda coşkusunu sürdüren çocuk yaştaki genç yiğitlerden korkmaktadır.
Ölümden korkan gayr-ı müslim, en çok ölümden korkmayanlardan
korkar. Müslümanın müslümanca yaşayamadığı her
ortamda müslümanca ölme imkânı her an vardır.
610] M. İslâmoğlu, İman Risalesi, 285
611] 6/En'âm, 32; 29/Ankebût, 64; 47/Muhammed, 36; 57/Hadîd, 20
KIYAMET
- 149 -
Her asırda olduğu gibi, günümüzde de birkısım insanın,
Kıyâmet gününe iman etmeyişlerinin sebebi, öldükten sonra dirilmeyi
uzak bir ihtimal görmeleridir. İnanmayanların görüşüne
göre hayat, sebepsiz, hedefsiz ve gayesiz bir hareketten ibârettir.
Oysa her şeyde bir sır, o sırrın gerisinde bir hedef ve hedefin gerisinde
de bir hikmet vardır. İnsan bir ölçü dâhilinde bu dünyaya
getirilir, yine aynı şekilde takdir edilmiş olan âkıbete, cezâ ve hesap
gününe döndürülmüş olur. Dünya hayatı da, her insan için bir
imtihandır. İnsanların bütün bu gerçekleri bilip, bunların gerisinde
kudret ve hikmet sahibi yüce Yaratıcı’yı düşünmesi gerekir. İşte
bu bilgi ve düşünce insanı âhiret inancına götürür.
İnsanların çokça hatırlaması gereken ölüm, her canlının kendisine
erişeceği bir hâdisedir. Ölüm, kendi yolunda sapmadan ve
durmaksızın ilerler. Ne geride bıraktıklarına, ne de ıstırap çekenlerin
feryadına bakar. Korkanların korkusu, sevenlerin de sevgisi
bunu önleyemez. Hayatı sadece dünya hayatından ibâret görmek,
çok ilkel bir düşüncedir. Kur’an, düşüncesi gelişmemiş bu tür kişilerin
sözlerini ve durumlarını şöyle dile getirir: “Onlar derler ki: ‘Bu
dünya hayatımızdan başka bir hayat yok! Tekrar dirilecek değiliz.” 612
İslâm’da dünya, âhiretin tarlasıdır. Dünya hayatını ıslah etmek,
ondan her tür kötülüğü ve bozgunculuğu kaldırmak, bütün insanlar
için iyilik ve adâleti gerçekleştirmek gibi işlerde sarf edilen
emek ve uğraşıların hepsi, âhiret sermâyesidir. Böyle bir inançla
çalışan ve Allah’ın rızâsını dileyerek gönülden bu güne inananların
yeryüzünü ihmal etmeleri, azgınlıklara ve bozgunculuklara
göz yumarak dünyayı terk etmeleri mümkün olabilir mi?
Bazı insanlar, -âhirete iman ettiklerini iddia etmekle beraberkendilerini,
câhilliğin ve azgınlığın akıntısına kaptırmışlarsa; bu,
Allah’a ve âhiret gününe inandıkları için değil; âhirete imanlarının
zayıf oluşundandır. Her asırda, âhireti inkâr edenler veya bu
güne, inanılması gerektiği şekilde inanmamış olanlar, devamlı
günah işlemeyi arzu edip buna karşı bir engelin çıkmasından korkanlar
ve her şeye kadir Yaratıcının huzurunda hesap vermek istemeyenlerdir.
İşte bunun için de öldükten sonra dirilmeyi ve âhireti
hayal zannederler.
Âhiret gününe, Kıyâmete inanmak ve bu inancın gereğini
yapmak, kötülüğe koşan her nefis için bir gem, günahı seven
her insan için de bir engeldir. Bütün insanlığa hitap eden Kur’an,
bu günün olmasını imkânsız görenlere en kesin ve doğru cevabı
verir: “İnsan, kendini bir nutfeden nasıl yarattığımızı görmedi mi ki,
612] 6/En'âm, 29
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 150 -
şimdi apaçık bir hasım kesildi.”613 İnsanın yaratılışındaki hayret verici
durumlar, organlarının yapısındaki çeşitli özellikler, onun tekrar
diriltilmesinden çok daha önemli ve dikkat çekicidir. Allah’ın sanat
ve kudretindeki bu incelikleri, mükemmellikleri bilip görenler,
öldükten sonra dirilmeyi artık nasıl inkâr edebilirler? Ne yazık ki
ünsiyet etmediği her şeyi inkâr, insanoğlunun tabiatındadır. Eğer
o yılanı yüzüstü ve hem de sür’atle yürür görmese, ayaklardan
başka şey üzerinde yürümeyi kabul etmezdi. Hatta insan, dünyayı
görmeden, dünyadaki acayip haller ona anlatılsa, onları bile
çoktan inkâra kalkardı. Şu halde, din gününü yakînen tasdik etmemek,
bu kavramı anlamaktaki noksanlıktan ileri gelmektedir.
Görünmediğinden dolayı, din gününe inanmayanlar, ilim adına
cehâlet gösterenlerdir. “Âhiret yurdu, sakınan muttakîler için daha hayırlıdır,
düşünmüyor musunuz?” 614
Dünya, ne seçim ne de geçim dünyasıdır müslüman için; dünya
kulluk/ibâdet dünyasıdır, imtihan dünyasıdır. Sınav esnâsında
oyuna dalan, gülüp eğlenen kimsenin imtihanda başarı şansı ne
kadar olabilir? Gençler, üniversite imtihanına verdikleri önemi,
esas sınava, büyük imtihana verseler, din günü bilinci nasıl hayata
yansırmış, görürdük. Orta yaşlılar, yakın gelecekleri için hazırlayıp
biriktirdiklerini, esas istikbâl için yatırıma dönüştürseler, örnek
müslümanların sayısı nasıl artardı! “Ey iman edenler! Allah’tan korkun
ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun. Çünkü
Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” 615
Mücâdelenin, cihadın, şehâdetin olmadığı yerde Kıyâmet ve
âhiret günü bilinci yeterince yok demektir. Ana vatanımız, baba
diyarımız cennet olduğuna göre, biz memleketimizde gerekli ihtiyacımızı
karşılamak için bu diyarda gurbete çıkmış durumdayız.
Orada lâzım olan azığı unutup, buradaki görevimizi ihmal etmek
ve buralarda oyuncaklarla oyalanmak ne kadar mantıklılıktır?
Ne mutlu, Kıyâmet, âhiret, din günü bilincine sahip, ölüme
ve ölüm ötesi hesaba hazır olan ve ölümden korkmayan, ölümle
dostluk kurabilen canlı şehidlere!
613] 36/Yâsin, 77
614] 6/En’âm, 32; Y. Çiçek, F. Yıldız, Din Günü İbâdet, s. 65
615] 59/Haşr, 18
KIYAMET
- 151 -
Kıyâmet Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Kıyâmet Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 70 Yerde): 2/Bakara,
85, 113, 174, 212; 3/Âl-i İmrân, 55, 77, 161, 180, 185, 194; 4/Nisâ, 87, 109, 141,
159; 5/Mâide, 14, 36, 64; 6/En’âm, 12; 7/A’râf, 32, 167, 172; 10/Yûnus, 60, 93;
11/Hûd, 60, 98, 99; 16/Nahl, 25, 27, 92, 124; 17/İsrâ, 13, 58, 62, 97; 18/Kehf,
105; 19/Meryem, 95; 20/Tahâ, 100, 101, 124; 21/Enbiyâ, 47; 22/Hacc, 9, 17, 69;
23/Mü’minûn, 16; 25/Furkan, 69; 28/Kasas, 41, 42, 61, 71, 72; 29/Ankebût, 13,
25; 32/Secde, 25; 35/Fâtır, 14; 39/Zümer, 15, 24, 31, 47, 60, 67; 41/Fussılet, 40;
42/Şûrâ, 45; 45/Câsiye, 17, 26; 46/Ahkaf, 5; 58/Mücâdele, 7; 60/Mümtehıne, 3;
68/Kalem, 39; 75/Kıyâme, 1, 6.
B- Sâat Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 48 Yerde): 6/En’âm, 31,
40; 7/A’râf, 34, 186; 9/Tevbe, 117; 10/Yûnus, 45, 49; 12/Yûsuuf, 107; 15/Hıcr, 85;
16/Nahl, 61, 77; 18/Kehf, 21, 36; 19/Meryem, 75; 20/Tahâ, 15; 21/Enbiyâ, 49;
22/Hacc, 1, 7, 55; 25/Furkan, 11, 11; 30/Rûm, 12, 14, 55, 55; 31/Lokman, 34; 33/
Ahzâb, 63, 63; 34/Sebe’, 3, 30; 40/Mü’min, 46, 59; 41/Fussılet, 47, 50; 42/Şûrâ,
17, 18; 43/Zuhruf, 61, 66, 85; 45/Câsiye, 27, 32, 32; 46/Ahkaf, 35; 47/Muhammed,
18; 54/Kamer, 1, 46, 46; 79/Nâziât, 42.
C- Âhır (Yevmu’l-Âhır) ve Âhiret Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam
143 Yerde –28/115): 2/Bakara, 4, 8, 62, 86, 94, 102, 114, 126, 130, 177, 200,
201, 217, 220, 228, 232, 264; 3/Âl-i İmrân, 22, 45, 56, 77, 85, 114, 145, 148,
152, 176; 4/Nisâ, 38, 39, 59, 74, 77, 134, 136, 162; 5/Mâide, 5, 33, 41, 69, 92;
6/En’âm, 32, 92, 113, 150; 7/A’râf, 45, 147, 156, 169; 8/Enfâl, 67; 9/Tevbe, 18,
19, 29, 38, 38, 44, 45, 69, 74, 99; 10/Yûnus, 10, 64; 11/Hûd, 16, 19, 22, 103; 12/
Yûsuf, 37, 57, 101, 109; 13/Ra’d, 26, 34; 14/İbrâhim, 3, 27; 16/Nahl, 22, 30, 41,
60, 107, 109, 122; 17/İsrâ, 7, 10, 19, 21, 45, 72, 104; 20/Tahâ, 127; 22/Hacc, 11,
15; 23/Mü’minûn, 33, 74; 24/Nûr, 2, 14, 19, 23; 27/Neml, 3, 4, 5, 66; 28/Kasas,
70, 77, 83; 29/Ankebût, 20, 27, 36, 64; 30/Rûm, 7, 16; 31/Lokman, 4; 33/Ahzâb,
21, 29, 57; 34/Sebe’, 1, 8, 21; 38/Sâd, 7; 39/Zümer, 9, 26, 45; 40/Mü’min, 39,
43; 41/Fussılet, 7, 16, 31; 42/Şûrâ, 20, 20; 43/Zuhruf, 35; 53/Necm, 25, 27; 57/
Hadîd, 3, 20; 58/Mücâdele, 22; 59/Haşr, 3; 60/Mümtehıne, 6, 13; 65/Talâk, 2;
68/Kalem, 33; 74/Müddessir, 53; 75/Kıyâme, 21; 79/Nâziât, 25; 87/A’lâ, 17; 92/
Leyl, 13; 93/Duhâ, 4.
D- “Hesap” (Hısâb) ve Hesap günü “Yevmu’l-Hısâb” Kelimelerin Geçtiği
Âyet-i Kerimeler (Toplam 39 Yerde): 2/Bakara, 202, 212; 3/Âl-i İmrân, 19, 27,
37, 199; 5/Mâide, 4; 6/En’âm, 52, 52, 69; 10/Yûnus, 5; 13/Ra’d, 18, 21, 40, 41;
14/İbrâhim, 41, 51; 17/İsrâ, 12; 21/Enbiyâ, 1; 23/Mü’minûn, 117; 24/Nûr, 38, 39,
39; 26/Şuarâ, 113; 38/Sâd, 16, 26, 39, 53; 39/Zümer, 10; 40/Mü’min, 17, 27, 40;
65/Talâk, 8; 69/Haakka, 20, 26; 78/Nebe’, 27, 36; 84/İnşikak, 8; 88/Ğâşiye, 26.
E- Haşr Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 43 Yerde): 2/
Bakara, 203; 3/Âl-i İmrân, 12, 158; 4/Nisâ, 172; 5/Mâide, 96; 6/En’âm, 22, 51, 38,
72, 111, 128; 7/A’râf, 111; 8/Enfâl, 24, 36; 10/Yûnus, 28, 45; 15/Hıcr, 25; 17/İsrâ,
97; 18/Kehf, 47; 19/Meryem, 688, 85; 20/Tahâ, 59, 102, 124, 125; 23/Mü’minûn,
79; 25/Furkan, 17, 34; 26/Şuarâ, 36, 53; 27/Neml, 17, 83; 34/Sebe’, 40; 37/Sâffât,
22; 38/Sâd, 19; 41/Fussılet, 19; 46/Ahkaf, 6; 50/Kaf, 44; 58/Mücâdele, 9; 59/Haşr,
2; 67/Mülk, 24; 79/Nâziât, 23; 81/Tekvîr, 5.
F- Ba’s Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 67 Yerde): 2/
Bakara, 56, 129, 213, 246, 247, 259; 3/Âl-i İmrân, 164; 4/Nisâ, 35; 5/Mâide, 12,
31; 6/En’âm, 29, 36, 60, 65; 7/A’râf, 14, 103, 167; 9/Tevbe, 46; 10/Yûnus, 74, 75;
11/Hûd, 7; 15/Hıcr, 36; 16/Nahl, 21, 36, 38, 84, 89; 17/İsrâ, 5, 15, 49, 79, 94, 98;
18/Kehf, 12, 19, 19; 19/Meryem, 15, 33; 22/Hacc, 5, 7; 23/Mü’minûn, 16, 37, 82,
100; 25/Furkan, 41, 51; 26/Şuarâ, 36, 87; 27/Neml, 65; 28/Kasas, 59; 30/Rûm, 56,
56; 31/Lokman, 28; 36/Yâsin, 52; 37/Sâffât, 16, 144; 38/Sâd, 79; 40/Mü’min, 34;
56/Vâkıa, 47; 58/Mücâdele, 6, 18; 62/Cum’a, 2; 64/Teğâbün, 7, 7; 72/Cinn, 7; 83/
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 152 -
Mutaffifîn, 4; 91/Şems, 12.
G- Kıyâmetle İlgili Konular:
a- Kıyâmetin Kopma Zamanı Bilinemez: A’raf, 187-188, Hud, 104 ; Nahl, 77 ;
Enbiya, 1
b- Kıyâmetin Kopması ve Tekrar Dirilmenin Dehşeti: İsra, 58 ; Kehf, 47 ; Ta-
Ha, 105-108 ; Enbiya, 104 ; Hacc, 1-2 ; Nur, 37 ; Neml, 88 ; Tur, 9-10 ; Mürselat,
8-10...
c- İlk Defa Yaratan Kudret, Tekrar Diriltecektir: İsra, 49-52 ; Meryem, 66-67 ;
Hacc, 5 ; Mü’minun, 84-85; Rum, 19 ; Vakıa, 57, 62 ; Kıyâme, 37-40 ; İnsan, 28
; Naziat, 27...
d- Dirilmeyi İnkâr: En’âm, 2, 29-31 ; Yunus, 7-8 ; Hud, 7 ; Ra’d, 5 ; Nahl, 38 ;
İsra, 49-52 ; Meryem, 66-67; Mü’minun, 81-83 ; Yasin, 78-79 ; Saffat, 16-18 ;
Vakıa, 47-50, 57, 60-62, 83-87; Teğabün, 7 ; Kıyâme, 3-6 ; İnsan, 27-28 ; Naziat,
10-14...
e- Kıyâmet Gününün Tek Hakimi Allah’tır: Fatiha, 4 ; En’âm, 73 ; Ta-ha, 111;
Hacc, 56; Furkan, 26 ; Zümer, 67 ; Mü’min, 16 ; Nebe’, 37 ; İnfitar, 19.
f- Âhirete İman: Bakara, 4, 46, 62, 123, 177 ; Al-i İmran, 9, 25 ; En’âm, 113 ;
A’raf,147; Tevbe, 18-19, 44; Yunus, 45 ; Nahl, 22 ; Kehf, 110 ; Neml, 3 ; Lokman,
4 ; Şura, 7 ; Mearic, 2, 26.
g- Kıyâmet Alâmetleri: Neml, 82 ; Sebe’, 14 ; Duhan, 9-14 ; Kıyâme, 7-9 ; Kehf,
92-97; Enbiya, 96-97 ; Zuhruf, 61 ; Muhammed, 18.
H- Âhiretle İlgili Konular:
a- Âhirete İman: Bakara, 4, 46, 62, 123, 177; Al-i İmran, 9, 25; Nisa, 38-39, 59,
162; En’âm, 113; A’raf, 147; Tevbe, 18-19, 44; Yunus, 45; Nahl, 22; Kehf, 110;
Neml, 3; Lokman, 4; Şura, 7; Mearic, 2, 26.
b- Âhireti İnkâr: Nisa, 136; Yunus, 7-8; Neml, 4-5; Sebe’, 3, 7-9; Mutaffifin,
10-12; Tin, 7.
c- Âhiretin Varlık Hikmeti: Sebe’, 4-5
d- Âhiret İçin Gönderilen Ameller: Bakara, 110; Hacc, 77; Yasin, 12; Haşr, 18;
Kıyâme, 13; İnfitar, 5.
e- Âhiret Nasibi İçin Çalışmak: Bakara, 200-201; Al-i İmran, 145; Nisa, 77; Kasas, 77.
f- Âhiret Hayırlıdır: En’âm, 32; A’raf, 169-170, Kasas, 60; Şura, 36; A’la, 16-17;
Duha, 4.
g- Âhireti İsteyenler: İsra, 19; Şura, 20.
h- Âhiret Nimetleri İle Dünya Nimetlerinin Karşılaştırılması: Kasas, 60;
AnkEbût, 64.
i- Âhiret Nimeti (Cennet), Zulümden ve Fesattan Sakınanlar İçindir: Kasas, 83;
AnkEbût, 36; Şura, 36-39.
j- Âhiret Hayatı, Geleceği Gerçek Bir Hayattır: AnkEbût, 20; Sebe’, 3.
k- Âhiret Hayatı Asıl Hayattır: AnkEbût, 64.
l- Kâfirler, Dünyayı Âhiretten Üstün Tutarlar: İbrahim, 3; Kehf, 32-36; Rum, 7;
Kıyâme, 20-21; İnsan, 27; A’la, 16.
m- Âhiret de Dünya da Allah’ındır: Necm, 25; Leyl, 13.
n- Dünya, Âhiretin Tarlasıdır: Şura, 20.
o- Hem Dünya, Hem Âhiret Nasibi İstemek: Bakara, 201; Nisa, 145; Kasas, 77;
Cum’a, 10.
p- Âhirete Önden Hayır Yollamak: Bakara, 110; Hacc, 77; Yasin, 12; Haşr, 18;
Kıyâme, 13; İnfitar, 5.
r- Âhiret İçin Zararlı Kadınlar: Teğabün, 14.
KIYAMET
- 153 -
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. TDV. İslâm Ansiklopedisi, T.D.V. Y. Kıyâmet: c. 25, s. 516-522 (B.
Topaloğlu); Kıyâmet Alâmetleri: c. 25, s. 522-525 (Yusuf Şevki Yavuz)
2. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. Kıyâmet: c. 3, s. 366-367 (Ahmet
Özalp); Kıyâmet Alâmetleri: c. 3, s. 367-368 (Ahmet Özgen); Ba’s: c. 1,
s. 202-204 (Cengiz Yağcı), el-Bâıs: c. 1, s. 204; Ba’su Ba’de’l-Mevt: c. 1, s.
204-205; Sûr: c. 5, s. 450-451 (Fedâkâr Kırmızı); Haşr ve Neşr: c. 2, s. 361-
362 (Halid Erboğa); Haşr-ı Cismanî, c. 2, s. 363-364 (H. Erboğa); Hesap
Günü: c. 2, s. 395-397 (H. Erboğa); Mizan, c. 4, s. 219-220 (Muhiddin
Bağçeci)
3. Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Ömer Dumlu, Anadolu Y. s. 211-213;
217-223
4. Kur’an’ın Temel Kavramları, s. 304-307
5. Kur’an’da Kıyâmet Sahneleri, Said Köşk, Anahtar Y.
6. İtikadî Açıdan Uzak Gelecekle İlgili Haberler, İlyas Çelebi, Kitabevi Y.
7. Âyetlerle Ölüm ve Diriliş, Said Köşk, Anahtar Y.
8. Kur’an ve Kıyâmet, Emel Faruk Yavuz, Marifet Y.
9. Kur’an’da Kıyâmet Sahneleri, Seyyid Kutub, Çizgi Y. / Hilâl Y. / Yeni
Ufuklar Y.
10. Gözle Görülen Kıyâmet, Muhammed Mahmud Savvaf, Hilâl Y.
11. Ölüm, Yeniden Doğuş İçin Kıyâmet, Ahmet Musaoğlu, Okul Y.
12. Kıyâmet Yaklaşıyor, Vehbi Karakaş, Cihan Y.
13. Kıyâmet Alâmetleri, Abdullah Naim Şener, Sönmez Neşriyat
14. Kıyâmet Alâmetleri, İsmail Mutlu, Mutlu Y.
15. Kıyâmet Alâmetleri, Naim Erdoğan, Pamuk Y.
16. Kıyâmet Günü, Yusuf Samedoğlu, Ötüken Neşriyat
17. Kıyâmet ve Âhiret, Naim Erdoğan, Huzur Y.
18. Kıyâmet ve Âhiret, Ahmet Faiz, Uysal Kitabevi
19. Kıyâmet ve Âhiret, İmam Gazâli, Hakikat Y.
20. Kıyâmet ve Âhiretle İlgili Kavramların Öğretimi, Osman Taştekin,
Palmiye Y.
21. Kıyâmet Alâmetleri, Abdullah Naim Şener, Bahar Y.
22. İslâm İnancı Açısından Nüzûl-i İsa Meselesi, Zeki Sarıtoprak, Çağlayan Y.
23. Deccal Komplosu, Üç Büyük Dinin Kaynaklarına Göre D. Tarihi, Said
Eyyüb, Sır Y.
24. Geleceğin Tarihi, Orhan Baytan, 1-2, Mevsim Y.
25. Ölüm ve Sonrası, Mehmed Paksu, Nesil Basım Yayın
26. Ölümden Sonra Dirilmek ve Reenkarnasyon, Naim Erdoğan, Enes
Kitabevi Y.
27. Âhir Zaman Garipleri, Mehtap Araz, Sinan Y.
28. Âhir Zaman Fitneleri, Derleme, İttihad Y.
29. Büyük Gün Hz. İsa’nın Dönüşü, Olcay Yazıcı, Marifet Y.
30. Âhiret Bilinci, Hüseyin Hazar, Bengisu Y.
31. Âhiret Bilinci, Hasan Eker, Denge Y.
32. Âhiret Hazırlığı, Sadık Dânâ, Erkam Y.
33. Âhiret Perdesini Aralarken, Hâris el-Muhâsibî, Çev. Abdülaziz Hatip,
Nesil Basın Yayın
KUR’AN KAVRAMLARI SERİSİ İTİKÂDİ KAVRAMLAR
- 154 -
34. Âhirete Açılan Kapı Kabir, Yusuf Şensoy, Furkan Dergisi Y.
35. Âhirete Giden Yol, Ali Rızâ Altay, Sönmez Neşriyat
36. Âhirete İnanıyorum, M. Yaşar Kandemir, Damla Y.
37. Ölüm ve Ötesi, Heyet, Sağlam Y.
38. Ölüm ve Diriliş, Safvet Senih, Nil A.Ş. Y.
39. Mezar Notları, Muammer Özkan, İnsan Dergisi Y.
40. Bediuzzaman’ın Yorumları Işığında Kıyâmet, Alâmetleri, İsmail Mutlu,
Mutlu Y.
41. Ölüm Yokluk mudur? Hekimoğlu İsmail, Timaş Y.
42. Ölüm, Kıyâmet ve Âhiret, Sıddık Naci Eren, Demir Kitabevi Y.
43. Ölüm ve Ölümden Sonraki Hayat, Murat Tarık Yüksel, Demir Kitabevi Y.
44. Ecel, Kıyâmet, Âhiret, Ali Eren, Çile Y. / Merve Yayın Paz.
45. Ruh Âleminde Bir Seyahat, Kemal Osmanbay, Kitsan Kitap Kırtasiye Y.
46. Dünya ve Âhiret Hayatı, Muhammed İhsan Oğuz, Oğuz Y.
47. Dünya Ötesi Yolculuk, Abdülaziz Hatip, Gençlik Y.
48. Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te Âhiret İnancı, Mehmet Paçacı, Nûn Y.
49. Kur’ân-ı Kerîm’de Kıyâmet ve Âhiret, İmam Gazâli, Salah Bilici Kitabevi Y.
50. Ölümden Sonraki Hayat, Süleyman Toprak, Esra Y.
51. Ölümden Sonra Diriliş, Subhi Salih, Kayıhan Y.
52. Ölüm ve Sonrası, İmam Gazâli, Vural Y.
53. Ölüm ve Âhiret, İmam Gazâli, Arslan Y.
54. Ölüm ve Ötesi, Hüseyin S. Erdoğan, Çelik Y.
55. Ölüm ve Ötesi Hayat, Abdülhay Nâsih, Nil A.Ş. Y.
56. Ölüm, Kıyâmet ve Diriliş, Şârânî, Pamuk Y.
57. Ölüm, Kıyâmet, Âhiret ve Ötesi, Abdullah Aydın, Mehdi Y.
58. Ölüm, Kıyâmet, Cehennem, Cavit Yalçın, Vural Y.
59. Ölüm, Kıyâmet, Âhiret ve Âhirzaman Alâmetleri, Şârânî, Bedir Y.
60. Ölüm, Kabir, Kıyâmet, Mustafa Necati Bursalı, Erhan Yayın Dağıtım
61. Gaybın Haberleri, Safvet Senih, Zaman Gazetesi Y.
62. İman Nurları, Âhiret Sırları, Ali Küçüker, Bahar Y.
63. Haşir Risâlesi, B. Said Nursi, Sözler Y. / Envar Y. / İhlâs-Nur Y. / Yeni Asya
Gazetesi Neşriyat
64. Kıyâmet Günü, Harun Yahya, Vural Y.
65. Ölüm, Kıyâmet, Cehennem, Harun Yahya, Vural Y.
66. Deccal, Zeki Sarıtoprak, Nesil Basın Yayın
67. Onbirinci Sâat, Martin Lings, İnsan Y.
68. Âhiret Bilinci, Hüseyin Özhazar, Bengisu Y.
69. Âhiret Bilinci, Hasan Eker, Denge Y.
70. Âhirete Giden Yol, Ali Rızâ Altay, Sönmez Neşriyat
71. Âhiret Hazırlığı, Sadık Dânâ, Erkam Y.
72. Ecel, Kıyâmet, Âhiret, Ali Eren, Çile/Merve Y.
73. Gözle Görülen Kıyâmet, Muhammed Mahmud Savvaf, Çelik Y.
74. Kabir Âlemi, Celâleddin Suyûtî, Kahraman Y.
75. Kırık Tayflar, Şemseddin Nuri, T.Ö.V. Y.
76. Mezar Notları, Muammer Özkan, İnsan Dergisi Y.
KIYAMET
- 155 -
77. Ölüm Psikolojisi, Faruk Karaca, Beyan Y.
78. Ölüm, Mehmed Zâhit Kotku, Sehâ Neşriyat
79. Ölüm, Kıyâmet ve Âhiret, Sıddık Naci Eren, Demir Kitabevi Y.
80. Ölüm Ötesi Hayat, M. Fethullah Gülen, Nil Y.
81. Ölüm ve Ölümden Sonraki Hayat, Murat Tarık Yüksel, Demir Kitabevi
82. Ölüm ve Ötesi, Hüseyin S. Erdoğan, Çelik Y.
83. Ölüm ve Ötesi, Heyet, Sağlam Y.
84. Ölüm Yokluk mudur? Hekimoğlu İsmail, Timaş Y.
85. Ölüm ve Sonrası, İmam Gazali, Vural Y.
86. Ölümden Sonraki Hayat, Süleyman Toprak, Esra Y.
87. Bediüzzaman’ın Görüşleri Işığında Ölüm, Cenaze, Kabir, İsmail Mutlu,
Mutlu Y.
88. Bediüzzaman’ın Görüşleri Işığında Ölümden Sonra Diriliş, İsmail Mutlu,
Mutlu Y.
89. Ölüm ve Diriliş, Safvet Senih, Nil A.Ş.
90. Kabir Âlemi, Âlemü’l-Berzah Tercümesi, Celâleddin Süyûtî, Kahraman Y.
91. Batılının Ölüm Karşısında Tavrı, Philippe Arise, Gece Y.
92. Ölümsüzlük Düşüncesi, Turan Koç, İz Y.
93. Ölümü Yaşamak, Betty J. Eadie, Form Y.
94. Ölüm Her An Gündemde, Feridun Yılmaz Yüceler, Akçağ Y.
95. Kaçınılmaz Gerçek Ölüm, Yusuf Şensoy, Furkan Dergisi Y.
96. Âhirete Açılan Kapı Kabir, Yusuf Şensoy, Furkan Dergisi Y.
97. Ölüm, Kıyâmet, Âhiret ve Ötesi, Abdullah Aydın, M. İzci, Mehdi Y.
98. Ölüm, Kıyâmet, Cehennem, Cavit Yalçın, Vural Y.
99. Meşhurların Son Anları, Burhan Bozgeyik, Türdav A.Ş.
100. Ölüm Cezâsı, Jean Imbert, İletişim Y.
101. Ölüm İstatistikleri, 1990 D.İ.E. , Devlet İstatistik Enstitüsü Y.
102. Ölüm İstatistikleri, İl ve İlçe Merkezlerinde 1993 D.İ.E. , Devlet İstatistik
Enstitüsü Y.
103. Ölüm, Kabir, Kıyâmet, Mustafa Necati Bursalı, Erhan Y.
104. Ölüm, Kıyâmet, Âhiret ve Âhir Zaman Alâmetleri, İmam Şârânî, Bedir Y.
105. Ölüm, Kıyâmet ve Diriliş, İmam şârânî, Pamuk Y.
106. Ölüm Ötesi Hayat, Abdülhay Nâsıh, Nil A.Ş.
107. Ölüm Son Değildir, Selim Gündüzalp, Zafer Y.
108. Ölüm Sonrası Cennet ve Cehennem, Selim Al, Furkan Dergisi Y.
109. Ölüm ve Âhiret, İmam Gazali, Arslan Y.
110. Ölümden Sonra Diriliş, Subhi Salih, Kayıhan Y.
111. Ölümden Sonra Dirilmek ve Reenkarnasyon, Naim Erdoğan, Fatih Enes
Kitabevi
112. Sentez (Ölüm Son Değildir), Yusuf Mirdoğan, İshak Basımevi
113. Ölüm Şiirleri Antolojisi, Hasan Ali Kasır, Denge Y.
114. Ölüm Şiirleri Antolojisi, Ahmet Sezgin, Cengiz Yalçın, Ünlem Y.
115. Felsefe Tarihinde Ölüm Meselesi, Ernst Von Aster, Resimli Ay Matbaası
116. Ölüm Korkusundan Kurtuluş, İbn Sînâ, Burhaneddin Matbaası
117. Kitabu’r-Rûh, İbn Kayyım el-Cevziyye, İz Y.
118. Ruhî Olaylar ve Ölümden Sonrası, Sinan Onbulak, Dilek Y.
119.
Hüvel Baki, Mustafa Özdamar, Kırk Kandil Y.
120.
Sevmek, Ölmekle Başlar, 1-2; Murat Başaran, Zafer Y.
121.
Ölümü Yaşarken, Gülay Atasoy, Türdav Y.
122.
Ölüm Sonrası Hayat, Burhan Bozgeyik
123.
Ah Şu Ölüm Dedikleri, Abbas Yunal, Uysal Kitabevi Y.
124.
Ölümü Özlemeyen Aşkı Anlayamaz, İsmail Acarkan, Vural Y.
125.
Modern Fizik ve Tasavvuf Karşısında Ruh ve Ölüm, Cemal Bardakçı, Akdem Y.
126.
Stres ve Dinî İnanç, Necati Öner, T.D.Vakfı Y.
127.
Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, Hayreddin Karaman, T. Diyanet Vakfı Y.
128.
Kur’an’da İnsan, İman ve Âhiret, Murtaza Mutahhari, Endişe Y.
129.
Anadolu Folklorunda Ölüm, Sedat Veyis Örnek, Ank. Ün. Basımevi
130.
Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te Âhiret İnancı, Nun Y.
131.
Dünya Ötesi Yolculuk, Abdülaziz Hatip, Gençlik Y.
132.
Ölüm ve Ötesi Bilimsel İncelenimi, Haluk Egemen ve Suat Bergil, Taş Matbaası, İst.
133.
Çağdaş Filozoflarda Ölümün Anlamı, R. Schaerez
134.
Ölüm, Louis-Vincent Thomas, İletişim Y.
135.
Ölümün Sıcak Yüzü, Ölümün Soğuk Yüzü, Ölümün Yüzsüzlüğü, M. Ali Kılıçbay, Gece Y.
136.
Korkular, Takıntılar, Saplantılar, Özcan Köknel, Altın Kitaplar Y.
137.
Ölümden Sonra Hayat, A. Raymond Moody, İnkılap ve Aka Kitabevi Y.
138.
İnsanların Ölüm Karşısındaki Tutumları, Murat Yıldız, Dokuz Ey. Ü. S. Bil. Enst. İzmir
139.
Aile İçindeki Ölüme Karşı Çocukların Tepkileri, Atalay Yörükoğlu, Nöro Psik. Araşt. 5, 7
140.
Uyku ve Ölümün Tabiatıyla İlgili Çağdaş Müslüman Yorumları, İ. Jane Smith, At. Ün. İ. F. Der. s.13
141.
Ölüm Gerçeği ve Allah İnancı, Dokuz Eylül Ün. İ.F. Dergisi, c.1, sayı 1, sayfa 303-312
142.
Ölümle İlgili Dinî Sosyal Davranış Örüntülerinin Değişmesi, Ank. Ün. Sosyal B. Enst.
143.
Mutasavvıflara Göre Ölüm, Mehmet Demirci, İslâmî Araştırmalar Dergisi, sayı, 3, 1987
144.
Ölüm Üzerine, B. Ziya Egemen, Ank. Ü. İ.F.D. c. 11, 1983
145.
Ölümle İlgili Tutumlar ve Dinî Davranış, Hayati Hökelekli, İslâmî Araştırmalar, c. 5, sayı, 2, 1991
146.
Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi, Hayati Hökelekli, Uludağ Ün. İ.F. Dergisi, c.3, sayı 3, 1991
147.
Ölümle İlgili Tutumların Dinî Davranışla İlişkisi, H. Hökelekli, Uludağ Ün. İ.F. Der, c.4, s.4, 1992
Sonsöz
Eğer bu kitabı gerçekten okuyup mesajını anladıysanız, bunu ve buna benzer diğer kitapları bir kenara koymalısınız ve hemen elinize Allah’ın Kitabı’nı alıp meal ve tefsiriyle okumaya başlamalısınız. Daha önce okuduysanız, yine yeniden ve sürekli okumalısınız. Anlayarak, yaşayışınızla ve güncel hayatla bağlantı kurup O’nun gösterdiği istikamet doğrultusunda her şeyi gözden geçirerek Kur’an’a yönelmeniz, bu okuyup bitirdiğiniz kitabın yazılış amacına hizmet etmiş olacaktır.
Haydi Kur’an’a; Elimize, gönlümüze ve yaşantımıza almak ve bir daha bırakmamak için…

 

Ortam