DÜNYA ÇÖLLERİNDE CENNET YOLUNU ŞAŞIRAN
KİMSEYE KILAVUZLUK: HİDÂYET
ÂYET:وَلَّذ۪ينَ هْتَدَوْ زَدَهُمْ هُدًى وَتٰٰيهُمْ تَقْوٰيهُمْ
“Hidâyeti kabul edenlerin (ihtedev), Allah hidâyetlerini artırır.” [1]
نَِّ لذ۪ينَ مَٰنُو وَعَمِلُو لصَّالِحَاتِ يَهْد۪يهِمْ ربَُّهُمْ بِا۪يمَانِهِمْۚ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ لْانَْهَارُ ف۪ي جَنَّاتَِّ لنَّع۪يمِ
“İman edenler ve sâlih ameller işleyenleri imanlarına karşılık Rableri onları hidâyete erdirir, doğru yola eriştirir.” [2]
كَيْفَ يَهْدِي للّٰهُ قَوْماً كَفَروُ بَعْدَ ۪ يمَانِهِمْ وََشَهِ آدُو نََّ لرسَُّولَ حَقٌّ وَ آجَاءَهُمُ لْبَيِّنَاتُۜ وَللّٰهُ لَا يَهْدِي لْقَوْمَ لظَّالِم۪ينَ ﴿٨٦﴾
“İman ettikten, Peygamber’in hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkâr eden bir topluluğu, Allah nasıl hidâyet eder?” [3]
وَللّٰهُ لَا يَهْدِي لْقَوْمَ لظَّالِم۪ينَۚ
[4]“Allah, zalimler topluluğuna hidâyet etmez.” لَيْسَ عَلَيْكَ هُدٰيهُمْ وَلكِٰنَّ للّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَ آشَاءُۜ
“Onların hidâyetleri sana düşmez, fakat Allah dilediğini hidâyet eder.” [5]
Hidâyet kavramı Arapça’da; yol, yön, sîret, maksat, adak, bir şeyin benzer, misli ve bir adamın içinde bulunduğu hal, durum, doğru yol gibi değişik fonksiyonlu anlamlar taşır. Hidâyet, bu bakımdan insan hayatının tümünü kapsayan bir ölçü konumundadır. Genel anlamda hidâyet kavramının, bir insanın kendisine yöneldiği ya da yönlendirildiği, inanç ve yaşama biçimi olarak değerlendirmek mümkündür.
Çölün ortasında yolunu şaşırıp kaybeden bir kimseyle, bir rehber yardımıyla gideceği yeri, yönü rahatça tayin edip bulan kimse bir olmaz. Bu bakımdan hidâyetin tam karşısına da şaşırmışlık, sapmışlık, anlamına gelen dalâlet kavramının yerleştirildiği görülür. Çünkü her şey kendi zıddına nispetle daha gerçek anlam taşır. Öyleyse insanı, tâğutlar tarafından çölleştirilmiş hayat yolunda doğru istikamete götürecek, sapmalardan koruyacak, doğru yön tayin edecek kılavuz nedir? Cevabı hidâyet kitabı versin: “De ki: Hidâyet/doğru yola kılavuzluk; ancak Allah’ın hidayetidir.”[6]; “Seni şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?”[7]; “Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğri olanı da vardır. Allah dileseydi hepinizi hidayete iletirdi.” [8]
Hidâyet; doğru yolu bulma, açıklama, ilham etme, muvaffak kılma anlamlarına gelmektedir. Terim olarak hidâyet; küfür, şirk ve sapıklıklardan kurtularak, İslâm’ın aydınlık yoluna girmektir. Hidâyet, lutf ile olan rehberlik demektir. Allah Teâlâ’nın, lütuf ve keremiyle, kuluna sonu hayır ve mutluluk olacak isteklerinin yollarını göstermesi veya yola götürüp muradına erdirmesidir. Sadece yolunu ve sebeplerini göstermeye irşâd; neticeye erişinceye kadar yola götürmeye de tevfîk denir. Hidâyette istenen, hayra ulaştırmaktır. Meselâ, hırsıza yol göstermeye hidâyet denmez. Hidâyeti buldurmaya “ihtidâ” veya “hüdâ” denmektedir. Allah’ın güzel isimlerinden biri de “el-Hâdî”, yani hidâyet veren, hidâyete erdirendir.
Allah, hâdîdir; yani kendisini tanıma yollarını kullarına gösterip tanıtan, onları Rubûbiyetini ikrar edici kılan, necat (kurtuluş) yolunu gösterip açıklayan, her yaratığın bekası ve varlığını sürdürmesi için gerekli olan cihetlere yönelten zattır. Bundan fazla olarak, kullarından dilediğini tevhid nuruyla müşerref kılar, istediğini dosdoğru yola hidâyet eder. Ayrıca bütün diğer yaratıkları faydalarına olan yöne sevkeder, rızık arama yollarını, zararlardan sakınmalarını ilham eder. İmam Gazali, bu ikinci nevi hidâyete bazı örnekler verir: Yeni doğan yavruya memeyi tutmasını, civcive çıkar çıkmaz daneleri toplamasını, arıya yuvasını altıgen şeklinde yapmasını vb. gibi her canlı için en uygun şartı ilham eder. Hidâyetin zıddı dalâlettir. Dalâlet; sapmak, şaşmak, karanlıkta kalmak, bocalamak ve kaosa yenik düşmek anlamlarına gelir. Dalâlet, doğru yoldan bile bile veya iğfale kapılarak sapmaktır. “İhdinâ” kelimesinin Türkçeye çevrildiğinde en uygun tabir: “bize hidâyet et” ifadesidir. Merhum Elmalılı’nın açıklamasına göre: “İhdinâ” kelimesini “göster” diye tercüme etsek, götürmek kalır. “Götür” deyince, letafet kalır ve hiç biri tam anlamı ifade etmez. En uygunu Türkçeye de yerleşmiş olduğu şekliyle “bize hidâyet et” ifadesidir. Yani hidâyet, tek kelimeyle tam olarak tercüme edilemez.
Hidâyet, bir yolu göstermek ve o yolda sebatı sağlamada yardımcı olmaktır. Yalnız göstermek, dinin anladığı manada hidâyeti ifade etmez. Gösterilen yolda sebata yardım etmek de vahyin hidâyetinin bir parçasıdır. O yüzden daha çok hidâyete ermiş insanların okuduğu Fatiha suresi 5. âyetindeki “ihdinâ” kelimesine, bazı müfessirler; “bize verdiğin hidâyette sebatımızı nasib et” anlamı vermişlerdir.
KUR’AN’DA HİDÂYET
Hidâyet, Kur’an’ın en önemli kavramlarından birisi olmakla beraber, aynı zamanda zıddı olan dalâletle birlikte Kur’an’da en çok zikredilen kelimelerdendir. Hidâyet kelimesinin kökü olan “Hdy” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 317 yerde geçer. Hidâyetin zıddı olan dalâlet kelimesinin kökü “d-l-l” ve türevleri ise toplam 188 yerde kullanılır. Hâdî, hidâyet eden, hidâyet yaratan, istediğini hayırlı ve kârlı yollara muvaffak kılan anlamına gelir. Kur’an’a göre mutlak Hâdî, Allah’tır. Mutlak Hâdî olan Allah’ın insanlara olan hidâyetinin ise dört şekilde olacağı beyan edilmektedir:
- Hidâyetin bütün mahlûkata şamil olması. Bu, Allah’ın onlara akıl, zekâ ve zaruri bazı bilgiler ihsan etmesidir. Tâhâ, 50 ve A’lâ, 3 âyetlerinde bu tür hidâyetten bahsedilir.
- Peygamber ve Kitaplarla insanları çağırdığı hidâyet. “Onları, buyruğumuz ile, insanları doğru yola götüren (yehdûne) önderler yaptık.”[9] âyetinde olduğu gibi.
- Bu hidâyeti kabul eden ve doğru yolda olanlara tevfik hidâyeti, onları bu hidâyete muvaffak kılması. “Hidâyeti kabul edenlerin (ihtedev), Allah hidâyetlerini artırır.”[10]; “Allah, iman edenleri hidâyet etti.”[11] âyetlerinde olduğu gibi.
- Âhirette cennete hidâyet edip iletmesi. “Hamd Allah’a olsun ki, bizi buna hidâyet etti.”[12] âyetinde olduğu gibi.
İnsan, bir başkasını, bu dört hidâyet çeşidinden sadece davet ve yolu tanıtmak suretiyle hidâyete sevkedebilir. Hz. Peygamber’e hitaben: “Muhakkak ki sen, dosdoğru yola hidâyet edersin.”[13]; “Her millet için hidâyet eden (yani, davet eden) vardır.”[14]gibi âyetlerde kasdolunan hidâyet, bu nevidendir. Gerekli istidatları, tevfik ve âhirette mükâfat verme şeklinde olan öbür hidâyet çeşitlerine ise: “Sen istediğini hidâyete erdiremezsin”[15] (Hitap özellikle Hz. Peygamber’edir.) gibi âyetler işaret eder. Allah’ın; zalimler, kâfirler, fasıklar hakkında menettiğini bildirdiği her âyette, üçüncü nevi, yani “hidâyeti kabul edenlere mahsus olan tevfik hidâyeti” söz konusudur. Cennete koymak ve âhirette mükâfat vermekten ibaret olan dördüncü kısma giren hidâyet ise şu gibi âyetlerdedir: “İman ettikten, Peygamber’in hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkâr eden bir topluluğu, Allah nasıl hidâyet eder?”[16]; “Allah, zalimler topluluğuna hidâyet etmez.”[17]; “Onların hidâyetleri sana düşmez, fakat Allah dilediğini hidâyet eder.” [18]
Hâdî, cahiliyye devrinde, yolları iyi bilen ve insanlara yol gösterip, varacakları yerlere götüren kimseye denilmektedir. Kur’an, sâlih amelle hidâyet arasında yakın bir münasebet olduğunu açıklar. Tevbe-iman-sâlih amel üçlüsünün neticesinde hidâyete ulaşılmaktadır.[19] Başka bir ifadeyle hidâyet, tevbe-iman-sâlih amelin doğal neticesidir. Hidâyete ermenin, iman ve sâlih amellerle olacağını şu âyette de görmekteyiz: “İman edenler ve sâlih ameller işleyenleri imanlarına karşılık Rableri onları hidâyete erdirir, doğru yola eriştirir.”[20] Başka bir âyette de hidâyet ve ıslah arasında bir ilginin varlığı görülmekte olup, şöyle buyrulmaktadır: “Onları hidâyete erdirir, doğru yola eriştirir ve durumlarını düzeltir.”[21] Âyette doğru yola eriştirilen ve durumları düzeltilenler, surenin baş tarafında ifade edildiği gibi, iman eden ve sâlih amel işleyenlerdir. [22]
HİDÂYET, YÖN BULMAK; İMAN, YÖNÜ BULDURAN KUVVET
İnsan hayatının en önemli meselesi yön bulmaktır. İman, yönü bulduran kuvvettir. Ancak bulunan yönde yürüyebilmek, bizi yol problemiyle karşı karşıya getirir. Yönün işe yaraması, bu yönde yürümemizi sağlayacak yolu gerekli kılar. Bu bakımdan Kur’an, yol konusu üzerinde çok durmaktadır.
Kur’an’da geçen sırat, sebil, tarik ve şeriat kelimelerinin hepsi -aralarında nüanslar olmasına rağmen- yol anlamındadır.
HİDÂYET İSTEĞİ VE HİDÂYETTE DEVAM
Fâtiha sûresinde “ihdinâ” (bize hidâyet et) diye dua ediliyor. Dalâlette bulunanların hidâyet istemesi, hidâyetin meydana gelmesini istemek; hidâyette bulunanların hidâyet istemesi de sebat ve hidâyet mertebesinde yükselmeyi istemek anlamındadır. Bizi hidâyet üzere sâbit kıl, hidâyetten ayırma demektir. Şu âyette buna benzer dua ifadesi vardır: “Ey Rabbimiz, bizi hidâyete ulaştırdıktan sonra, kalplerimizi saptırma.”[23] Nice âlim ve âbid vardır ki, onun kalbine küçük bir şüphe düşmüş, böylece de Hak’tan sapmış, ayağı kaymış ve dosdoğru yoldan, müstakim dinden dönmüştür. Müslümanca bir hayat önemlidir, ama müslümanca ölmek çok daha önemlidir. “Başka türlü değil, sadece müslüman olarak ölün.”[24] Tabii, Müslümanca ölmek için Müslümanca yaşamak şarttır. Biz, her an hidâyette kalabilmek, doğru yoldan sapmamak için Allah’ın yardımına muhtacız. Zaten suredeki tüm cümleler istimrarı (devamlılığı) ifade etmektedir. Hamdler, sürekli O’na; ibâdetler, tâatler ve dualar da kesintisiz O’nadır.
Hidâyet, bizi hakka götüren her türlü meziyet, araç, akl-ı selim, Peygamber ve Kitap’tır. Müstakim yolda kalabilmemiz, kesintisiz olarak bunlara sahip olmakla mümkündür. Sürekli akl-ı selim sahibi olmak, vahiyle irtibatlı bulunmak, Peygamber’e bağlı kalmak; dosdoğru yolu bulmak kadar, o yolda kalmak için de önemlidir. Öte yandan müslüman daha ileriye, en ileriye taliptir. Zarardan kurtulmak için, mü’minin iki günü birbirine denk olmamalıdır. İlmî ve amelî yönden de kendini sürekli yenilemeli, hidâyet yolunda mesafe kat etmeye, dosdoğru yolun en ilerisinde yer almaya gayret etmelidir. İşte bu duamızla biz, Rabbimiz’den hidâyetimizin artırılmasını da istiyoruz.[25]
Bu âyetten hemen önce “Ancak Senden yardım isteriz.” denilmişti. İşte, bu duanın nasıl yapılacağını göstermek için duaya başlanıyor: “Hidâyet eyle bizi doğru yola...” Bu talep ve dua, istianenin öneminin ve genişliğinin tatbik sahasını gösteriyor. Dua ve isteğe ne suretle başlayacağımızı, Allah’tan ne istememiz gerektiğini, bizim için en büyük ve en değerli şeyin ne olması gerektiğini öğretmek için böyle dua etmemiz telkin edilmiş oluyor.
“İhdinâ” (Bizi hidâyete erdir) ifadesi, ne istediğimizi anlatmaya yetebilirdi. Ama bununla yetinilmedi. Nereye hidâyet edilmesi, hangi yola Allah’ın bizi iletmesini istediğimiz de “es-sırata’l-müstakıym” ifadelerinde açıklanmış oldu: “Dosdoğru yola. Öyle yol ki...”
Niçin “bana hidâyet et” değil de; “bize hidâyet et” diye çoğul edatı kullanıldı, denilecek olursa, şöyle cevap verilir: Dua, daha genel olduğu zaman, kabul edilmeye daha yakın olur. Müslümanlar arasında duası kabul olunacak mutlaka birisi vardır. Allah, birisinin duasını kabul edince, diğerlerinin duasını geri çevirmez, denilmiştir. Peygamberimiz, “Allah’a, kendisiyle isyan etmediğiniz dillerle dua edin.” Buyurdu. Sahabe: “Ya Rasulallah, hangimizin öyle dili vardır?” deyince de, O: “Birbirinize dua edersiniz. Çünkü sen onun lisanı ile, o da senin lisanınla Allah’a isyan etmemişsinizdir.” buyuruyor. Kul, sanki şöyle der: “Senin Rasülün ‘cemaat, birlik rahmet; ayrılık ise azaptır.”[26] buyuruyor. Sana hamdetmek isteyince de, bütün hamdleri dile getirerek “elhamdü lillâh” dedim. İbâdeti dile getirdiğimde, bütün herkesin ibâdetini dile getirerek “iyyake na’budu - ancak Sana ibâdet ederiz-” dedim. Yardım talebinde bulununca da, herkesin yardım talebini söyleyerek “ve “iyyâke nesteıyn (ancak Senden yardım isteriz)” dedim. Şüphesiz hidâyeti istediğimde, onu herkes için isteyerek “ihdina -bize hidâyet ver-” dedim.” Ayrıca, çoğul zamiri kullanılan bu ifade tarzında, müslümanların cemaat halinde olmaları gerektiğine işaret vardır. Onlar toplu halde bir şeye karar verirlerse, bu doğru ve Allah katında değeri olan bir hüküm olur. Toplu haldeki bu müslümanlara Allah, yeryüzünü vâris kılıp, onları da yeryüzünde halifeler kılmıştır. [27]
“İhdinâ” derken, hidâyetin yalnız ve yalnız Allah’a ait olduğunu bildiğimizi de itiraf etmiş oluyoruz. Allah, Rasulüne: “Sen sevdiklerine hidâyet veremezsin. Ancak Allah, dilediğine hidâyet verir.”[28] buyurarak, hidâyeti Rasülünün bile veremeyeceğini bildirir. Peygamberler ancak hidâyete vesile olurlar, insanlara yol gösterirler. “Muhakkak sen, sırat-ı müstakıyme yol göstermektesin.”[29] Rabbimiz vahiyle peygamberlerine yol göstermiştir. Biz de o vahyin ışığında yürüyoruz. Rabbimiz, bu yolda bizlere ilerlemeyi nasip eylesin. Öyleyse haydi Vahiyle, Kur’an ile hidâyet bulmaya...
Yol açıklığı ver ya Rab! Bizi yolumuzdan etmek isteyenlere fırsat verme. Bizi kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola hidâyet et; yoldan sapmış ve gazaba uğramışların yoluna değil Allah’ım!
[1] ] 47/Muhammed, 17
[2] ] 10/Yûnus, 9
[3] ] 3/Al-i İmran, 86
[4] ] 2/Bakara, 258
[5] ] 2/Bakara, 272; Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, Kayıhan Y., s. 199
[6] ] 6/En’âm, 71
[7] ] 93/Duhâ, 7
[8] ] 16/Nahl, 9
[9] ] 21/Enbiyâ, 73
[10] ] 47/Muhammed, 17
[11] ] 2/Bakara, 213
[12] ] 7/A’râf, 43
[13] ] 42/Şûrâ, 52
[14] ] 13/Ra’d, 7)
[15] ] 28/Kasas, 56
[16] ] 3/Al-i İmran, 86
[17] ] 2/Bakara, 258
[18] ] 2/Bakara, 272; Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, Kayıhan Y., s. 199
[19] ] 20/Tâhâ, 82
[20] ] 10/Yûnus, 9
[21] ] 47/Muhammed, 5
[22] ] Ömer Dumlu, Kur’ân-ı Kerim’de Salâh Meselesi, DİB Y., s. 63
[23] ] 3/Al-i İmran, 8
[24] ] 2/Bakara, 132
[25] ] Bkz. 35/Fâtır, 32
[26] ] Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV/278
[27] ] 35/Fâtır, 39; 21/Enbiyâ, 105
[28] ] 28/Kasas, 56
[29] ] 42/Şûrâ, 52