Kur’an’sız Ramazan, İçi Boş Sahte Cennet Gibidir
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“O (sayılı günler), doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur’an’ın indirildiği ramazan ayıdır. Artık sizden kim bu aya yetişirse onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, başka günlerden sayısınca tutar. Allah sizin için kolaylık istiyor güçlük çekmenizi istemiyor. Sayıyı tamamlamanız, sizi doğru yola iletmesine karşı Allah’ın ululuğunu dile getirmeniz ve umulur ki şükredersiniz diye (uygun hükümler gönderiyor).” [1]
Ramazan ayını diğer aylardan üstün kılan nedir? Ramazan’ın özelliklerini sayarak diğer aylardan farkını anlamaya çalışalım: Ramazan, oruç ve az yeme ayıdır. Ramazan, nefisle cihad ayıdır, olgunluk ve sabır ayıdır. Teravih başta olmak üzere nâfile ibâdetlerin daha çok yapıldığı ibâdet ayıdır. Zekât ve fıtır sadakasının verildiği bereketli bir aydır. Fakirlerin hatırlanıp gözetildiği cömertlik ayıdır. Şeytanların ve şeytânî arzuların bağlandığı rahmet ve mağfiret ayıdır. Kötü alışkanlıkların terk edilip iyi alışkanlıklar edinilmeye çok müsait bir aydır. Ramazan, bir okuldur. Ama, Kur’an onu, bütün bu özelliklerinden başka bir özellikle tanıtıyor. Bunlar doğrudur, ama Ramazanı Kur’an’ın tanıttığı gibi tanıtmaya yetmez. Rabbimiz onu bize Kur’an’ın indirildiği ay olarak tanıtıyor. Evet, Kur’an’a göre Ramazanın en önemli özelliği, bu ayın Kur’ân-ı Kerim ayı olmasıdır. Ramazan gücünü, şerefini ve güzelliğini Kur'an'dan almaktadır. “Ramazan ayı ki, insanlara dosdoğru yolu gösteren ve hakkı bâtıldan ayırma ölçüsü ve hidâyet için belgeler içeren Kur'an onda indirilmiştir…” [2]
Ramazan ayının değerli oluşu, insanlığı kurtaracak mesajın bu ayda indirilmesinden kaynaklanmaktadır. Kur’an’ın indirildiği gece bin aydan hayırlı olduğuna göre,[3] Kur'an'ı okumaya, anlamaya ve yaşamaya ayrılan bir gün de, bin aydan daha hayırlı olacağı değerlendirilmelidir. Her gün ve gece Kur'an'a uygun olarak ihyâ edilmelidir. Kur’an’ı indiriliş gayesine uygun olarak okuyup hükümlerini ferdî olarak itikadî, ibâdî, ahlâkî ve ekonomik bütün yönleriyle yaşarsak, sosyal ve siyasal hayata hâkim kılıp tatbik ettirme çabasında bulunursak, yani vahyi gönlümüze ve yaşayışımıza indirirsek, o zaman biz de bin insandan hayırlı oluruz, böyle yaşadığımız gün ve geceler de bin aydan üstün olur.
Değeri Kur'an'dan kaynaklanan Ramazan, Kur'an'dan daha çok önemsenirken, Kur'an ihmal edilmiştir. Rasûlullah’ın ümmetinden şikâyetçi olacağı tek husus vardır: “(O gün) Peygamber şöyle der: ‘Ey Rabbim! Doğrusu benim toplumum, bu Kur’an’ı terk etmişti (uzak durmuş, onunla amel etmemişti).” [4]
Unutmayalım, Kur’an’ın indiriliş amacına uygun yaşadığımız gün ve gece bizim için Kadir gecesi, böyle yaşadığımız ay bizim için diğer aylardan çok üstün Ramazan’dır. Yoksa rahmet çeşmesinin büyüklüğü, ondan yararlanmasını bilmeyen, susuzluğunu gidermek için su kabını veya ağzını çeşmenin altına yerleştir(e)meyen kimseler için hiçbir şey ifade etmez. Çeşme, bindört yüz yıldır akmaktadır. Bu güne kadar onun hayat veren lezzetli suyunu içenleri suladığı, nimetlendirip dirilttiği gibi, hâlâ canlandıran rahmet suyunu sunmaya devam etmektedir. Ama biz, kabımızı o çeşmenin altına tutmuyor, çeşmeden yararlanmayı bilmiyorsak suç elbette çeşmenin değil; bizimdir. Karanlıklarda yaşayan insan çeşmenin yolunu unutmuş olabilir, ama çeşmenin suyundan az da olsa tatmış olanların yapmaları gereken büyük görevleri olmalıdır. Hele o çeşmenin yanı başındaki yangınları farkeden itfaiyeci (dâvet ve tebliğci) görevini yapmıyorsa, karanlıktan yararlanarak yangını çıkaran ve değişik araçlarıyla yangını körükleyenler kadar, o da suçlu değil midir? Kendilerini ve toplumlarını değiştirmek isteyenlere Kur'an yardıma hazırdır; referansları, örnekleri ortadadır. Değişim ve dönüşüm projelerini, kendisine yöneleceklere sunmaya, yol göstermeye, yollarını aydınlatmaya hazır beklemektedir.
Ramazan, Kur’an’ın kendisine indiğini bilen ve ona göre hayatını tanzim eden kimselerin Ramazan’ıdır. Kur’an’ı ve hükümlerini önemsemeyen, ya da başka şeyleri Kur’an’a tercih eden, Kur’an’a ters ilke ve yaşama biçimlerini reddetmeyen kimseler için, yani Kur’an’sız, Kitapsız yaşayanlar için Ramazan da yoktur bayram da. Kur’an kendisine inmemiş gibi Kitapsız şekilde yaşayan insanlar, Kur’an’dan yararlanamadığı gibi, Ramazan’dan da nasip alamazlar.
"Elif, Lâm, Râ. Bu Kur'an, öyle bir Kitaptır ki, insanları Rablerinin izniyle zulumâttan nûra, her şeye gâlip ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarmak için onu sana indirdik."[5]; "O (Kur'an) sizi zulumâttan nûra çıkarmak için apaçık âyetler olarak kuluna (Peygamber'e) indirilmiştir."[6]; "O bir peygamber gönderdi; Allah'ın açıklayıcı âyetlerini sizlere okuyor ki iman edip sâlih amel işleyerek zulumâttan nûra çıkasınız." [7]
Zulumât, karanlıklar demektir. Zulüm kelimesi de aynı kökten gelmektedir. Dolayısıyla Nur kaynağından gelen aydınlığı kendine veya başkalarına engelleyip karanlıkları tercih, bir zulümdür aynı zamanda. O yüzden "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir."[8] Nur, tek olduğu halde; karanlıklar, yanlışların sayısı kadar çoktur. Allah, yeryüzünü maddî ışık kaynağı güneşten mahrum yaratmadığı, bir an olsun mahlûkatını ışıksız bırakmadığı gibi; gönlümüzü ve yolumuzu aydınlatan nur'dan da bizi mahrum bırakmamış, elçi ve Kitap göndermiştir. Karanlık, fıtrî değil; ârızîdir. Karanlıklar, ışık kaynağıyla irtibatın kesilmesi olduğundan zâlim insanın nur düşmanlığının neticesi oluşturduğu zindanlardır. Zindan; ışıktan, nurdan uzak yaşansın diye insanın kendi eliyle ördüğü duvarlardır. Ahiretteki cezanın sebebi, dünya hayatını kendine ve başkalarına zindan etmektir. İnsan, asr-ı saadetteki insanı mutlu eden kuralları değil de; zindanı, zindanları tercih ediyorsa, kendisi bilir. Ama başkalarına zindan hayatı yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur. Saadet asrı insanının saadetine benzer bir mutluluğu, burada başlayıp orada bitmeyen mutluluğu, insana çok gören tâğutlar tarafından binâ edilmiştir zindanlar. "Allah, mü'minlerin dostudur, onları karanlıklardan nûra (aydınlığa) çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur. O, onları nurdan (aydınlıktan) alıp karanlıklara götürür."[9] Zâlim insan, ışığa karşı gözlerini kapatmış, karanlıklar içinde yaşamayı tercih etmiş, Allah'ın "gözleri vardır, onlarla (görülmesi gerekeni) görmezler" [10] dediği körlüğü seçmiş, kendine de yazık (zulüm) etmiş insandır. Zâlimlerin en büyükleri olan tâğutlar ise, gören göze düşman olan, başkalarını da körlüğe zorlayan ışık (nur) düşmanı vahşilerdir.
Karanlıklar, korkuyu meydana çıkarır. Bu korku, yanlış bir korkudur. Allah korkusu, yani takvâ değil; vehimlerden oluşan korkudur. Fobidir, aç kalmaktan, insanlardan... kısacası korkulmaması gerekenlerden korkmaktır. Karanlıklar, şeytanların faaliyetleri için uygun bir ortam oluşturur. Karanlıklar, insanın önünü ve ilerisini (istikbalini) görmesine engeldir. Yolda ne gibi tehlikelerin olduğunu görüp bilemez karanlıkların insanı. Işığın yardımını reddettiğinden, nurla, göz nûruyla görerek işini yapamaz; yapıp ettiklerini ancak el yordamıyla yapar, körebe gibi tuttuğunu yakalar. Fili de tuttuğu yeriyle tanır ve tanıtır.
Aydın insan, münevver insan, câhiliyye karanlıklarını reddedip, bir adı da "Nûr" olan Allah'ın Kitabıyla nurlanıp başkalarını aydınlatmaya çalışan insandır. Kur'an'la bağı kopmuş insan, aydın değil; olsa olsa kara karanlıkların kapkara adamıdır. Kur'an'sız hayat, karanlıkların nuru boğduğu vahşi bir hayattır, zindan hayatıdır, körlerin hayatıdır. "Kim Benim zikrimden (Kur’an'dan) yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve Biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O: 'Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten (dünyada) görüyordum!' der. (Allah) buyurur ki: İşte böyle (sen dünyada da mânen kördün). Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun. Doğru yoldan sapanı ve Rabbinin âyetlerine inanmayanı işte böyle cezalandırırız. Âhiret azâbı, elbette daha şiddetli ve daha süreklidir." [11]
Bugün fert ve toplumları Kitap yönlendirmiyor. Vatandaşa "Kitapsız!" denildiğinde hemen herkes bu sözü büyük bir hakaret kabul eder, ama yaşayışıyla bu sözü hak edip etmediğini düşünmez. Kitapsız toplumdur câhiliyye toplumu, onlar Kitab’ın kendilerini ve toplumlarını eğitip yönlendirmesini istemezler. Kitabı öğretmesi gereken okullar Kitapsız okuldur; Kitabı göndereni ve Kitabı eğitime karıştırmazlar, O Kitab’ın yeri yoktur resmî kurumlarda. Mahkemeler, Meclis ve tüm kurumlar Kitapsız olduğu gibi, mü’minlerin elindeki (fazla fonksiyonu olmasa da) Kitab’ı (ç)almak için bin bir gerekçe ve hüküm koymaktan çekinmez. Devlet, Kitapsız devlettir. Kitabın bir âyetini, bir hükmünü bile uygulamaz. Öldükten sonra sorulacak sorulardan birinin "Kitabın ne?" sorusu olacağı hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. "O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şâhitlik eder."[12] “Kitabın ne?” sorusuna o gün Kitaptan uzak yaşayan insan "falan gazete", "filânın nutku", "falan anayasası", ya da "şu kanal", "bu televizyon"... diyebilir. Yani, “Kitabım” diye iddia edilen Allah'ın Kitabı yerine, kişiye yön veren, o kimsenin O Kitap'tan fazla okuyup baktığı, etkilendiği, itaat edip uyduğu ne ise, insanın organları yalan da söyleyemeden onları itiraf edecektir. "Kitabım Kur'an" sözü bir tekerleme ve bir iddiadan mı ibârettir, yoksa tümüyle yaşayışımıza yön veren gerçeği mi yansıtmaktadır? İnanmak, inandığını yaşamaktır. Ateşin yakıcı olduğuna inanan, kolay kolay elini ateşe uzatmaz. Bir ilke, bir kanun fert ve toplum hayatında ilgi ve saygı görüyor, tatbik olunuyorsa onun varlığının anlamı ve değeri vardır. Yok, sadece varlığına ve gerekliliğine inanılmakla yetiniliyor da fertlerin irâdelerine ve toplum hayatının akışına yön vermiyorsa onun mevcudiyetinin fiilî bir önemi yoktur. "Allah, şu Kur'an'la amel eden toplumları yükseltir. Onun izinden gitmeyenleri de alçaltır." [13]
Hayat kitabımız Kur'an'ımızı okumak, anlamak için olacağı gibi; anlamak da şüphesiz tatbik etmek için olacaktır. Mü'minin Kur'an'a imanı, zaten onu yaşamak içindir. "İşte bu Kur'an, indirdiğimiz mübârek bir Kitaptır. Artık Kur'an'a uyun, (onun emir ve yasaklarına aykırı davranıştan) sakının ki merhamet olunasınız."[14] Mü'min, Kur'an'ı, mûsikisinden yararlanmak ve kültürünü artırmak için okumayacaktır. Onu yaşamak için öğrenecek, okuyacak ve dinleyecektir.
Tatbik olunmayan bilgilerden bir menfaat edinilemeyeceği gibi; inanılan, okunan, anlaşılan, fakat yaşanmayan Kur'an'dan da özlenen faydalar sağlanamayacaktır. "Benim zikrimden (Kur'an'ımdan) yüzçeviren kişi(ler) için (buhranlarla dolu) dar bir hayat ve geçim sıkıntısı vardır." [15]
Bir ilâcın şifaya vesile olması için, o ilacın kullanılması gerekir. Sadece reçetenin veya prospektüsün okunmasıyla şifa beklenemez. "Kur'an şifadır."[16] Hem ferdî hastalık, problem, stres ve buhranlarımıza; hem de sosyal kargaşaya. Aynı zamanda devlet yönetiminin ölümcül hastalıklarına şifadır. Bunun böyle olduğu sayısız deney ve tecrübelerle kanıtlanmış tarihî ve güncel bir vâkıadır. Aynı ilaç, bayatlamadan bozulmadan duruyor. Son kullanma tarihi kıyâmet olan bu şifa kaynağı raflarda, kabından açılmadan tutuluyor. Uygulayacak hastaları bekliyor.
Tevhidî çizgide yaşamaya çalışan mü’minler Kitapsız değildir, Kitapsız olamazlar. Onları Kitabullah yönlendirir. Eğitimleri, cemaat çalışmaları Allah’ın Kitabını daha iyi anlamaya yöneliktir. Medya organlarının, nutukların, herhangi bir beşerin yazdığı kitabın Allah’ın Kitabının yerini tutamayacağını bilirler ve ona göre tercihlerini yaparlar. Onlar hiçbir şeyin Kur’an’dan daha önemli olmadığının bilinci içindedir. İçinde hiç yanlışın olmadığı, her emrine mutlak itaat edilmesi gereken ve sözlerin en güzeli olan kelâmın, Allah’ın kitabı Kur’an olduğuna inandıklarını tüm davranışlarıyla ispat etmeye çalışırlar.
Kur’an, muvahhid mü’minin başucu kitabıdır, hayat kitabıdır, müracaat kitabıdır. Hakemdir, ölçüdür, furkandır. Kur’an mü’minler için ana yasadır. Ona ters hiçbir hüküm ve kanunu kabul etmez, edemez muvahhid kimse.
Ölü kitabı değildir Kitaplı mü’min için, muska kitabı değildir Kur’an. Hatmetmek için hatmetmenin Kitaplı olmaya yetmeyeceğini bilir muvahhid mü’min. Dostlar alışverişte görsün kabilinden, yasak savma cinsinden Ramazanlarda Kur’an’ı kabından çıkarıp hatim etmeyle işin biteceğini hiç mi hiç düşünmez. Ashâb: “Bize Kur’an’dan önce iman veriliyordu” demişlerdi. Şirksiz ve şeksiz iman olmadan okunan Kur’an, insanın hidâyetini değil, hüsrânını arttırabilirdi çünkü. “Biz, Kur’an’da mü’minlere şifâ ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. Ama bunlar, zâlimlerin hüsrânını, kayıplarını arttırır.”[17] Kim gönlündeki, başta şirk olmak üzere, her çeşit mânevî hastalıkları Kur’an’la tedavi etmezse, Allah ona başka bir yoldan asla şifâ vermez. Âyette dünya, türlü hastalıklarla dolu bir hastaneye, Peygamber bir doktora, Kur’an da şifâ veren ilaca benzetilmiştir. Kur’an’a itaat eden mü’min, bu âyetlerle şifaya ve rahmete kavuşur. Buna karşılık, hastanın ilaçtan yararlanmak istemeyişi de onun hastalığını arttıracaktır.
Kur’an’ı anlamak ve yaşamaktır Kitaplı mü’minlerin dertleri. Onlar Kur’an’a tâbi olmak, ona itaat etmek için okurlar. Bilirler ki, Kur’an hüdâdır, hidâyettir, yol göstericidir. Onlar Kur’an’ı yaşama niyetiyle okuyup anlamayı en büyük zikir, en önemli ibâdet kabul ederler. Onları kimse Allah adına kandırıp Kur’an’ı anlayamayacaklarını söyleyemez. Başkalarının, hata yapma ihtimali büyük olan beşerin, üstad ve şeyhlerin kitaplarına yönlendirip Kur’an’ı onlara yasak kılamaz. Eğer başka kitabı Kur’an’a tercih eden bir tavrı görseler, öyle bir eûzü çekerler ki, sadece cin şeytanları değil ins şeytanları da kaçar onlardan.
Onlar mezarda yatanları affettirsin diye değil, ses sanatkârları gibi güzel ses gösterilsin diye değil, mevlitlere çeşni katsın diye değil; kendilerine gösterdiği yoldan gidip Allah’a yaklaştırsın diye Kur’an okurlar.
Sadece Kur’an’la yetişen “canlı Kur’an” sıfatına en lâyık şahsiyet, “Onun ahlâkı Kur’an’dı” (Müslim, Musâfirîn, B. 18, Hds. 139) denilen Yüce Önderimiz Peygamberimiz’in izinden giden muvahhid mü’minler de canlı Kur’an olmaya, ahlâkını, yaşayışını tümüyle Kur’an’ın yön verdiği tevhidî inkılâbı her alanda gerçekleştirmeye aday olmaya çalışan insanlardır. Onlar bilirler ki, insanların en hayırlısı Kur’an’ı (metnini okumayı, anlamını, hükümlerini, nasıl yaşanacağını, çevreye nasıl hâkim kılınacağını) öğrenen ve başkalarına öğreten kimselerdir. Onların evleri Kur’an okuludur. Ailecek Kur’an’ı anlamaya ve yaşamaya çalışırlar.
Bütün mûcizevî yönlerinin yanında Kur'an, tarihin akışını değiştirmiş, en köklü değişiklikleri gerçekleştirmiş, en sağlam nizamı oluşturmuş, pratikte muhteşem meyvelerinin görüldüğü, her isteyene nimetlerini sunan bir ağaçtır. Kendisine yönelenlere sırlarını açan, hazinelerini saçan gökten inen muazzam bir sofradır. Göklere doğru tırmanmak, yükselmek isteyenlere Allah'ın uzattığı kopmaz bir iptir. Tarihin şâhit olduğu en büyük devrim, Kur'an'ın gerçekleştirdiği inkılâptır. Kur'an, kişileri kısa zamanda, tepeden tırnağa değiştirdiği gibi; toplumları da nuruyla ihyâ etmiş, diriltmiş, değiştirmiş, dönüştürmüştür.
Fert planında sözgelimi, Ebû Cehil'in samimi arkadaşı, eli silahlı katil adayı Ömer, Peygamber'i öldürmeye giderken kendisi dirilmiş, dinlediği Kur'an onu bir anda değiştirivermiştir. Kızını toprağa diri diri gömen Ömer, Kur'an sayesinde insanları ihyâ eden, karıncayı ezmemek için yere dikkatli basan merhamet ve adâlet timsali Hz. Ömer oluvermişti. Fert planında tek tek yaşanan bunun gibi sayısız örnekler yanında, Kur'an, toplumu da, düzeni de kökten değiştirmiştir. Kabile halinde yaşayıp, sık sık birbirlerine saldıran, o güne kadar tarihte ciddi varlık gösteremeyen, devlet ve medeniyet nedir bilmeyen baldırı çıplak insanlar, Kur'an'ın gerçekleştirdiği inkılâp sayesinde çok kısa bir zaman içinde üç kıtada at koşturan, en büyük devlet olmuşlar ve en güzel medeniyet oluşturmuşlardı.
Ashâbı dirilten, canlandıran, adam eden Kur’an bizi de ihyâ eder. Yeter ki Kur’an’a yaklaşımımız ashâbınki gibi olsun.
Kur'an çağ kapatıp çağ açmıştır. Hemen her konuda olduğu gibi, câhiliyyenin çağ anlayışı da câhilcedir. İnsanlığın hattındaki en büyük fay kırılmasını da, hakkı görmek istemediği için görmezden gelir, farklı çağ anlayışını zanna ve uydurmalara dayanarak savunur. İslâm'ın çağ anlayışı, tevhid mücâdelesini yansıtan olaylarda, vahyin verdiği doğru haberler ışığındadır. İlk insan, aynı zamanda ilk peygamberdir. Ülü'l-azm denilen büyük peygamberler de çağ kapatıp çağ açmış devrimci liderlerdir. Nuh tufanı, o tarihte ve sonraki etkileriyle yeni bir çağı belirler. İbrahim (a.s.) putperest çağa destansı meydan okumaları ve mücâdeleleriyle tevhid çağını yeniden oluşturan inkılabın köşe taşıdır. Mûsâ (a.s.) ve İsa (a.s.) da öyle. Ve en büyük inkılâp, Kur'an'ın yaptığı inkılâp; en büyük inkılâpçı da Hz. Muhammed’dir (s.a.s.). Kur'an'la câhiliyye çağı kapanmış; mutluluk çağı başlamıştır. Kur'an'la birlikte Kur'an'ın oluşturduğu yeni çağın adı asr-ı saâdet; inkılâpçı insanın adı da müslüman'dır artık. Diğer devrimler, adına inkılâp denilemeyecek basit, sınırlı, sahte, avutucu değişimlerdir. Daha doğrusu zindanları değiştirmenin adına devrim denilmeye başlanmıştır. Karanlıklar, zulümler, zindanlar arasındaki değişikliğin adına devrim; küçük değişikliklerin veya tahmine ya da uydurmaya dayanan zaman dilimlerinin adı çağ olamaz.
İnsanlık, bugün bilmem kaçıncı câhiliyye çağının karanlıklarında yaşıyor. Kur'an'da "câhiliyye" kelimesi dört yerde geçer. Bu dört âyet, câhiliyyenin dört özelliğini belirtir. Câhiliyye, İslâm'a zıt, putçu bir inanç sistemidir (bk. 3/Âl-i İmran, 154). Câhiliyye bir hayat felsefesi, taassup içeren bir yaşam biçimidir (bk. 48/Fetih, 26). Câhiliyye ahlâksızlık, hayâsızlıktır (bk. 33/Ahzâb, 33). Ve câhiliyye bir devlet anlayışı, bir yönetim biçimidir: "Yoksa onlar, câhiliyye hükmünü, idaresini mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükmü Allah'tan daha güzel kim var?" (5/Mâide, 50). Câhiliyyenin temel vasıflarından kölelik hâlâ hükmünü sürdürmektedir. İnsanlar bugünkü modern câhiliyyede şeytanın, nefislerinin, hevâ ve heveslerinin kölesi durumunda yaşarlarken; bir yandan da kullara kulluk-kölelik yapmaktalar. Yabancı emperyalistler ve yerli sömürücüler modern köleliği devam ettiriyorlar. Eski câhiliyye devrinde bazı insanlar kızlarını diri diri toprağa gömüyorlar, kızlarının dünya hayatlarını yok ediyorlardı. Günümüzdeki modern câhiliyyede kız-erkek bütün çocuklar, öldürülmelerin en kötüsüne mahkûm ediliyor. Çocukların fıtratları bozulduğu ve mü'mince yaşatılmadığı için âhiretleri, ebedî hayatları mahvediliyor (Tabii, kürtaj, intihar, uyuşturucu gibi şeyleri saymaya gerek görmüyorum). Kısaca, Kur'an gelip câhiliyyeyi değiştirmeden neler varsa, modern biçimde bugün de, buralarda da arz-ı endam etmektedir.
Peki, Kur'an, aynı Kur'an olduğuna göre, bugünkü câhiliyyeyi niye değiştiremiyor? Bugünkü insanlar Kur'an okudukları halde, niçin karanlıklardan sıyrılıp değişik bir kimliğe bürünemiyor? Yani Kur'an, niye artık tevhidî bir inkılâp yapamıyor? Kur'an değişmemiştir, ama Kur'an okuyanlar başkalaşmıştır. Kur'an anlayışı, Kur'an'a bakış, Kur'an'a yaklaşım değişmiştir. Kur'an, aynı Kur'an'dır, ama Kur'an'a yönelmesi gereken insan, Kur'an'a ashâb gibi yönelmiyor.
Kur'an bu ayda indirildiğinden, müslümanların Kur'an'la bağlarını sağlamlaştırması Ramazan'daki ilk görevleridir. Okumayı bilmeyenlerin hemen öğrenmesi, bilenlerin Kur'an'ı çokça okuması ve anlamlarını öğrenmeye ve yaşamaya gayret etmesi, Kur'an'ı meal ve tefsiriyle okumaya çalışması, Allah'ın emir ve yasaklarını ilk elden öğrenmesi gerekmektedir. Kur’ân-ı Kerim’in Allah’ın Kitabı olduğuna iman eden insanlar, Kur’an âyetlerini bu Ramazan ayında nâzil oluyormuş gibi imanî bir heyecanla okumalı, dinlemeli ve üzerinde tefekkür etmelidir. Bireysel, sosyal, siyasal, ekonomik tüm problemlerin Kur'an'ı terk etmenin, onu tatbik etmemenin ürünü olduğunu, çözümün de Kur'an'ın tüm hükümleriyle hayata geçirilmesiyle mümkün olacağını unutmamalıyız. Ramazan, mü’minler için bir eğitim ayı olduğu gibi bir öğretim ayı da olmalıdır.
Böyle olduğu halde, evlerimiz Kur'an kursuna, Kur’an okuluna dönüşmemekte, vaktimizi Kur'an ilimleri doldurmamaktadır. Halkın en dindarları, formalite icabı ve âdet olarak mukabele ile yetinmekte, düşünmeden, anlamadan, hayatına geçirme endişesi duymadan sadece lafzını hızlı bir şekilde okumakta ve Kur'an'a karşı görevin en fazla hatim etmekten ibâret olduğunu zannetmektedir.
Bizi dünyada da âhirette de kurtaracak ve hidâyet/rehberlik için indirilmiş bulunan Kur'an’ı duvarlara, kitaplığa terk etmekten, onu süslü kabının içinde mahpus tutup tutuklu hayatı yaşatanların Ramazan’dan alacakları pay, en fazla açlık olacaktır.
Her durumda Kur’an’a müracaat etmemiz, Kur’an öğrenciliğini her türlü uğraşılarımızın önüne almamız gerekiyor. Kur’an okuyalım, bol bol okuyalım; ama güzel ses gösterisi için değil, anlamadan hatim için değil, ölülere okumak için değil, kendimiz için, ihyâ olmak için. Kur’an’sız hayat, Peygamber’siz hayat, hayat bile değildir; ölüdür Kitapsız, öndersiz insan: “Ey iman edenler! Hayat verip sizi diriltecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlüne uyun, onların emrine icâbet edin.” (8/Enfâl, 24)
Kur’an’ı sadece okuduğumuz için değil; esas olarak hayatımıza geçirip uyguladığımız, Onu yaşadığımız için ibâdet kabul etmeliyiz. Hızlı hatim yapmakla, Kur’an okuma yarışmaları, hâfızlık yarışmalarıyla Allah’ın rızâsına ulaşılmaz. Kur’an’ı yaşama, Kur’an’ı hayata ve çevreye en güzel ve en çok tatbik etme yarışı yapmalıyız.
Arapça metnini yüzünden düzgün okuyabilmek, hatta sadece hâfız olmak çok önemli değildir, “hamele-i Kur’an” olmayı hedeflemeliyiz; O’nu yüklenmeli, O’nu taşımalı, O’nu yaşamalı, O’nu yaşatmalıyız. O’nun üzerimize yüklediği görevleri yerine getirme gayretimiz, her işimizin her faaliyetimizin, her istirahatımızın önüne geçmeli. Kur’an’la yatıp Kur’an’la kalkmalı, Kur’an insanı olmalıyız. Ahlâkımız Kur’an olmalı, ayaklı Kur’an, canlı Kur’an olmayı hedeflemeliyiz.
Kur’an ve Ramazan aynasında kendimize çeki düzen vermek zorundayız. Ruhumuzun, iç dünyamızın röntgenini çekseler, iftiharla başkalarına gösterebilecek şekilde yaşamalıyız. Kur’an’ın diriltici mesajlarıyla ayaklanmalı, yattığımız yerden kalkmalı ve kıyâmetimize kadar kıyamda olmalı, kıyamda/ayakta ölmeye çalışmalıyız.
Selâm olsun canlı Kur’an adayı (her yaştan) genç muvahhidlere! Kur’an talebesi olmayı hayat boyu sürdürecek, Kur’an’ı öğrenip öğretmeyi, yaşayıp yaşatmayı hiçbir hazineye değişmeyecek Kur’an dostlarına!
[1] 2/Bakara, 185
[2] 2/Bakara, 185
[3] 97/Kadr, 3
[4] 25/Furkan, 30
[5] 14/İbrahim, 1
[6] 39/Zümer, 39
[7] 65/Talâk, 11
[8] 5/Mâide, 45
[9] 2/Bakara, 257
[10] 7/A'râf, 179
[11] 20/Tâhâ, 124-127
[12] 36/Yâsin, 65
[13] Riyâzü's-Sâlihin ve Terc. II, 341
[14] 6/En'âm, 155
[15] 20/Tâhâ, 124
[16] 10/Yûnus, 57; 17/İsrâ, 82; 41/Fussılet, 44
[17] 17/İsrâ, 82