Sâlih Amelin Faydaları
Âyet:
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
“(Allah,) iman eden ve sâlih amel işleyenleri mükâfatlandıracaktır. Onlar için mağfiret ve güzel bir rızık vardır.”[1]
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
“İman etmiş olarak, kadın – erkek kim sâlih amel işlerse ona güzel bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”[2]
Hadis:
“Allah, sizin ceset ve sûretlerinize değil; kalplerinize ve amellerinize bakar” [3]
a- Güzel Bir Gelecek ve Mutluluk
Kur’ân-ı Kerim’de, iman edip sâlih amel işleyenleri güzel bir gelecek ve mutluluğun beklediği ifade edilerek şöyle buyrulmaktadır:
“İman eden ve sâlih amel işleyenler için güzel bir gelecek ve mutluluk (tûbâ) vardır.”[4]
Âyette ifade edilen güzel bir gelecek ve mutluluğun, iman edip sâlih amel işleyenlerin olacağı belirtilmektedir. Çünkü iman etmek ve bu imanın gerektirdiği şekilde güzel davranışlarda bulunmak, helâl ve haram kavramlarını en ince noktasına kadar düşünüp, bu doğrultuda hareket etmek, mü’min için umulan, ama oldukça da zor başarılan davranışlardandır. İşte kim bunları yerine getirirse, Allah böylelerine mutluluk ve güzel gelecek vaad etmektedir ki, Allah’ın verdiği sözden dönmeyeceği açık bir şekilde beyan edilerek şöyle buyrulmaktadır: “
Bu, Allah’ın vadidir. Allah, vadinden caymaz.”[5] Ra’d sûresi 29. âyette geçen “tûbâ” kelimesinin, nimet, gıpta etmek, sevinç ve göz aydınlığı, güzellik, hayır, keramet, cennet, cennette bir ağaç anlamlarına geldiği rivâyet edilmektedir.
b- Güzel Bir Hayat
Kur’ân-ı Kerim’de ister kadın, isterse erkek olsun, mü’min olarak sâlih amel işleyene güzel bir hayat vaad edilmekte ve şöyle buyrulmaktadır:
“İman etmiş olarak, kadın – erkek kim sâlih amel işlerse ona güzel bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”[6]
Âyette ifade edilen güzel bir hayatın bu dünyada mı, yoksa âhirette mi olacağı konusunda görüş ayrılıkları bulunmaktadır. İbn Abbas ve Dahhâk’e göre vaad edilen bu hayat, bu dünyada; Katâde, Mücahid ve İbn Zeyd’e göre âhirette ve Süddî’ye göre de kabirde olacaktır.[7] “Güzel bir hayat”la ne kast edildiği konusunda da çeşitli görüşler vardır. Kurtubi, bunları helal rızık, kanaat, Allah’ın rızasını kazandıran tâatleri yapmak, saâdet, cennetteki hayat şeklinde sıralar.
Âhiret hayatı, ebedî saadet ve mutluluğu ifade etmekle beraber, sâlih bir mü’min, sâlih ameliyle ve şahsiyetli bir kişiliği ile bu dünyada da mutlu bir hayat sürebilir. Çünkü davranışlarında samimi, doğru, âdil ve temiz olanlar, diğer İnsanlara oranla bu dünyada da çok daha iyi bir hayat yaşarlar. Çünkü onlar, kusursuz kişilikleriyle, bu özelliklere sahip olmayanların görmediği saygı, şeref ve güven içinde yaşarlar. Başarı kazanmak için kötü yollar deneyenlerin elde edemediği temiz ve göze çarpan bir başarı kazanırlar. Dünya hayatındaki güzel yaşayış, âhiretteki mükâfatı eksiltmez, onların zevaline yol açmaz. Bahşedilecek güzel bir hayatın, sadece âhirete tahsis edilmeyeceği kanaatindeyiz. Çünkü mü’min, sâlih amelle, kendisi ve çevresiyle hoş bir atmosfer içinde yaşama imkânını bulabilir. Fakat önemli olan bu yaşantıyı kendisine sağlayacak iman ve bu imanın gerektirdiği sâlih ameli işlemektir. Kadın olsun, erkek olsun bu güzel hayata ulaşabilmek için İnsanların Allah’a iman etmekle beraber, Allah’ın kitabına ve rasulünün sünnetine tâbi olarak sâlih ameller işlemeleri gerekmektedir.
c- Bol Rızık ve Mağfiret
Kur’ân-ı Kerim’de, iman eden ve sâlih amel işleyenlerin bağışlanıp bol ve güzel bir rızıkla rızıklandırılacağı belirtilmekte ve şöyle buyrulmaktadır:
“(Allah,) iman eden ve sâlih amel işleyenleri mükâfatlandıracaktır. Onlar için mağfiret ve güzel bir rızık vardır.”[8]
Âyette geçen mağfiret, imanın mükâfatı; rızk-ı kerîm ise, sâlih amelin ödülüdür. Başka bir âyette ise:
“İman eden ve sâlih amel işleyenlere mağfiret ve bol rızık vardır.”[9] buyrularak, bunlara nail olmak için iman ve amel-i sâlihin gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Bazı âyetlerde ise, iman eden ve sâlih amel işleyenlerin, büyük mükâfatla birlikte mağfiret edilecekleri belirtilmektedir. [10]
Bütün bu âyetler, iman eden ve bu inancına bağlı olarak sâlih amel işleyenlerin affedileceğini, bunlarla da kalmayıp gerek bu dünyada ve gerekse âhirette yaptıklarının karşılıklarını göreceklerini göstermektedir. Çünkü Allah, ğafur ve rahimdir. Nitekim Allah, tevbe eden, durumunu ıslah eden/düzelten, ıslah işinde çalışanı bağışlayacağını ve ona aynı zamanda merhamet edeceğini de beyan etmektedir. [11]
Kur’an, tevbe eden, iman eden ve sâlih amel işlemek sûretiyle hidâyete ulaşan İnsanı bağışlayacağını zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Ve Ben, tevbe eden, iman eden ve sâlih amel işleyen, sonra da hidâyete ulaşan kimseye karşı elbette çok bağışlayıcıyımdır.”[12] Bu âyete göre bağışlanma için dört husus gerekmektedir. Bunlar:
Tevbe: İsyan, itaatsizlik ve küfürden sakınmak ve vazgeçmek,
İman: Allah’a, Rasûl’üne, Kitab’a ve âhiret gününe samimiyetle inanmak,
Sâlih amel: Allah ve Rasul’ünün emirlerine uygun işler yapmak,
Hidâyet: Sebatla doğru yolu takip etmek ve yanlış yola sapmaktan sakınmak.
Sayılan bu hususlara, doğrudan ve dolaylı olarak Kur’an’ın hemen her yerinde rastlamak mümkündür.
“Ancak sabredenler ve sâlih amel işleyenlere gelince, işte onlar için mağfiret ve büyük ecir vardır.”[13] Bu âyette de, bağışlanma ve büyük mükâfata nail olma, sabretmeye ve sâlih amel işlemeye bağlanmaktadır. Başka bir âyette ise, amellerin ıslah edilip günahların bağışlanması, Allah’tan korkmaya ve doğru söz söylemeye bağlanmakta ve:
“Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki (Allah) amellerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.” [14] buyrulmaktadır.
d- Tevbelerinin Kabul Görmesi
Kur’ân-ı Kerim’de sâlih ve muslih İnsanların tevbelerinin kabul edileceği beyan edilerek şöyle buyrulur:
“Rabbiniz içlerinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz, sâlih İnsanlar olursanız, şüphesiz ki O, tevbe edenleri bağışlar.”[15]
Bu âyette Allah, mağfiretini sâlih bir İnsan olma ve tevbe edip O’na itaat etme şartına bağlamaktadır ki, böyle bir İnsanın da Allah’a iman eden ve sâlih amel işleyen birisi olduğu da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Başka bir âyette ise, bir kötülük yapıp, sonra durumlarını düzeltenlerin de tevbelerinin kabul göreceği beyan edilmektedir.[16] Kısaca geçmişi tamamen tasfiye etme, günahlardan vazgeçip pişmanlık duyma anlamını ifade eden tevbe, iman da dâhil olmak üzere, her şeyden önce gelmektedir. Nitekim âyetlerde bunu görmekteyiz.[17] Çünkü tevbe, gerçek iman etmenin bir teminatı durumundadır. Çünkü tevbe, bu durumda olan bir şahsın, ayrılmaz vasfıdır. Hatta diyebiliriz ki, tevbe, mü’minlerin en önde gelen vasıflarından biridir. [18]
Bir âyette ise, tevbe ve sâlih amel, Allah’a gereği gibi yönelmenin şartı durumundadır. “Kim tevbe eder ve sâlih amel işlerse, o, gereği gibi Allah’a yönelmiş olur.”[19]
Bu âyet, aynı zamanda tevbe edip kendilerini düzeltenler için bir müjdedir. Zira bu âyette, tabir câizse “genel af” ilan edilmektedir.
e- Kötülüklerinin Örtülmesi ve İyiliklere Tebdili
İçerisinde sâlih amel ifadesinin geçtiği âyetlerden bazılarında, iman eden ve sâlih amel işleyenlerin kötülüklerinin örtüleceği ve iyiliklere tebdil edileceği vurgulanmaktadır. Bunlardan birinde şöyle buyrulmaktadır:
“Ancak kim tevbe eder, iman edip sâlih amel işlerse, işte onların kötülükleri iyiliklerle değiştirilir.”[20]
İlgili âyetlerden anlaşıldığına göre, kötülüklerin örtülüp iyiliklere tebdil edilmesinde bazı şartlar söz konusudur. Bunlar da, genel anlamda tevbe, iman ve sâlih amel olarak ifade edilmektedir.
f- Sevginin Oluşması
Kur’ân-ı Kerim’de iman edip sâlih amel işleyenlere, Rahman’ın bir sevgi yaratacağı belirtilerek şöyle buyrulur:
“İman eden ve sâlih amel işleyenler (var ya), Rahman onlara bir sevgi yaratacak.”[21]
Âyette ifade edilen sevginin yaratılmasını Hz. Peygamberimiz’in şöyle izah ettiği rivâyet edilmektedir:
“Allah bir kulunu sevdiği zaman Cebrâil’e der ki: ‘Ben falanı sevdim, sen de sev.’ Cebrâil de göktekilere aynı şekilde nida eder. Sonra onun için yeryüzünde bir sevgi yerleşmiş olur. İşte Allah’ın “iman eden ve sâlih ameller işleyenler (var ya), Rahman onlara bir sevgi yaratacak” âyeti bunu ifade eder.” [22]
Allah’ın muhsinleri/iyilik yapanları,[23] Allah’tan tam anlamı ile sakınanları / müttakîleri,[24] sabredenleri,[25] adâletli davrananları,[26] Allah’a tevekkül edenleri,[27] çok tevbe edenleri,[28] temizlenenleri[29] seveceği zikredilirken; zâlimleri,[30] haddi aşanları,[31] fesâdı ve fesad çıkaranları,[32] kâfirleri,[33] kibirlenenleri,[34] günahkârları,[35] israf edenleri,[36] hâinleri,[37] nankörleri[38] de sevmeyeceği belirtilir.
Allah’ın kulunu sevmesi demek, ona nimetlerini sunması demektir. Kulun Allah’ı sevmesi ise, O’na yakın olmayı arzu etmesi, istemesi demektir. Böylece kul, daima kendini kontrol etmeyi hissedecek demektir. Çünkü Allah’ın sevgisini kaybetmek istemeyecektir. Bundan dolayı da kulun Allah’a sevgisi kuvvetlenecek ve âyette işaret edilen boyuta ulaşacak demektir ki, âyette şöyle buyrulur: “... Mü’minlerin Allah’ı sevmesi ise daha kuvvetlidir.”[39] Allah sevgisini kazanmak için O’na iman ve bu imanın gerektiği şekilde sâlih amel gerekmektedir.
g- İnsanların En Hayırlıları Olmak
Kur’ân-ı Kerim’de iman eden ve sâlih amel işleyenlerin mahlûkatın en hayırlıları olacağı ifade edilerek şöyle buyrulur:
“İman eden ve sâlih amel işleyenler mahlûkatın en hayırlılarıdır.”[40]
Bu âyette geçen “beriyye” kelimesinin genel bir mânâ arzedeceği gibi, kendi asırlarında yaşayan mahlûkatın en hayırlısı anlamını ifade edeceği beyan edilmektedir. Gerçekten İnsan, “en güzel bir şekilde yaratılmış” olup, şeklen mahlûkatın en mükemmeli olduğu gibi, akıl sayesinde de onların en üstünüdür. Fakat İnsan, bu mükemmelliğin nereden kaynaklandığını unuttuğundan dolayı, kendisini yaratan, öldüren ve sonra yine diriltecek olan Allah’ı unutmuş ve böylece “nankör” durumuna düşmüştür.[41] Dolayısıyla mahlûkatın en şerlisi olmuştur. Ancak, onu bu durumdan kurtaracak yol da yine Allah tarafından gösterilmiştir ki, bu da genel anlamda iman ve sâlih amel olup, İnsan bu sayede yaratıkların en hayırlısı konumuna gelmiştir.
h- Dinamizm Kazanmaları
İman edip sâlih amel işlemek, İnsanı dinamizme sevkeder. Çünkü iman ve sâlih amel, bir noktada, mü’minin boş işlerle meşgul olmasını engeller. Çünkü mü’minler âyetlerde de ifade edildiği gibi
“... Faydasız bir şeye rastladıkları zaman, yüz çevirip vakarla geçerler. Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.” [42]
İnsanın sabahın erken saatlerinden, gecenin belirli bir vaktine kadar Rabbi ile baş başa kalması, bir sâlih ameldir ve bunu İnsana ancak inancı yaptırabilir. Yani kılacağı beş vakit namaz, mü’minin Rabbi ile başbaşa kalmasını sağlayacaktır ki, namazın sâlih amellerin en üstünü olduğu belirgindir. Namaz, özellikle cemaatle kılındığında mü’minin hem kendisine ve hem de çevresine karşı sorumlu ve uyanık olmasını sağlayacaktır. Böylece mü’min sâlih ve muslih (aktif bir İnsan) olma yolunda gayret gösterecek demektir. Ramazan’da oruç tutan bir mü’min, toplumdaki yoksulları düşünür. Bu durum, mü’mini dinamik tutarak onun devamlı çalışmasını sağlayacak ve yine çevresinde fakir ve yoksul olanlara sadaka ve zekât yoluyla yardıma koşacaktır ki, bunlar da sâlih amelin birer göstergeleridir. Psikolojik açıdan ibâdetlerin İnsan ruhu üzerinde etkisinin olduğu ve İnsanı huzur ve sükûna kavuşturduğu bilinmektedir. Günlük ibâdetlerini yerine getiren bir mü’min, Allah’a karşı görevini yapmanın rahatlığı yanında, kendini de yenilemiş ve dinamik bir hayata kavuşmuş olacaktır. Böylece mü’minler, Allah’ın bütün İnsanları sadece kendisine kulluk etmeleri için yarattığının[43] şuuru içinde hareket etmeleri gerektiğini idrâk etmiş olacaklardır.
i- Yeryüzüne Vâris Olmaları
Kur’ân-ı Kerim’de iman edip sâlih amel işleyenlere, yeryüzüne halef kılınacakları vadedilerek şöyle buyrulur:
“Allah, sizden iman edip sâlih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı, sahip ve hâkim kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, sahip ve hâkim yapacağına onlar için râzı olduğu dinî temelli yerleştireceğine ve korkularını güvene çevireceğine dâir söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Ama kimler bundan sonra da inkâr ederse, işte onlar artık yoldan çıkmışlardır.”[44]
Bu âyette Allah, iman edip bu imanlarının gerektirdiği şekilde sâlih amel işleyenlere üç şey vadetmektedir. Bunlar:
Yeryüzüne halef kılınmaları,
Kendileri için seçilen ve beğenilen/râzı olunan dinin kendilerine sağlamlaştırılacağı,
Korkularından sonra güvene erecekleridir.
Âyette vaad edilen “yeryüzünde halef kılma” şeklinde ifade edilen hususla ne kast edilmektedir? Müfessirler, bu konuda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Allah’ın hangi ırktan olursa olsun müşriklerin topraklarına varis kılması ve orada her türlü tasarruf yapmaya yetkili halifeler yapması, kâinatı imar etme, adaleti yerine getirme ve kullar arasında ihsan, iyilik yapmak için Allah’ın onları halife yapmasının söz konusu olduğu beyan edilmektedir. Başka bir âyette de bu vaade açıklık getirilir:
“Andolsun, Tevrat’tan sonra Zebur’da da arza mutlaka sâlih kullarım vâris olacaklardır, diye yazdık.”[45]
Ancak bu verâseti, iman etmeye ve bu inancın gerektirdiği şekilde sâlih amel işleme şartına bağlamaktadır. Yeryüzüne, tevhid inancına sahip olup sâlih amel işleyenler, dün olduğu gibi bu gün de vâris olabilirler. Yeter ki onlar sâlih olsunlar.
k- Cenneti Kazandırması
Kur’an’da iman eden ve sâlih amel işleyenlere vadedilen hususların başında cennet ve içindekilerin geldiğini söyleyebiliriz. Cennete girmenin temel şartı iman ve sâlih ameldir. Bazı âyetlerde bu durum, “şart edatı” ile ifade edilmektedir.
“Erkek ve kadından her kim iman ederek sâlih amel işlerse işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.”[46]; “Allah, muhakkak ki iman eden ve sâlih amel işleyenleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyar.” [47]
Bütün bunların yanında, iman edip sâlih amel işleyenlere Allah, yüksek dereceler verecek;[48] korku ve hüzünden emin kılacak;[49] çalışmalarını zâyi etmeyecek;[50] iyi İnsanlar arasına dâhil edecek[51] ve İlâhî rahmete kavuşturacaktır. [52]
“Ey Rabbim! Beni verdiğin nimete şükretmeye ve râzı olacağın sâlih ameller işlemeye muvaffak kıl. Rahmetinle, beni sâlih kulların arasına kat.” [53]
[1] 34/Sebe’ 4
[2] Nahl, 96
[3] Müslim, Birr ve Sıla 10; İbn Mâce, Zühd 9
[4] 13/Ra’d, 29
[5] 39/Zümer, 20
[6] 16/Nahl, 97
[7] Fahreddin Râzi, Tefsiru’l-Kebir, 20/113
[8] 34/Sebe’, 4
[9] 22/Hacc, 50
[10] 5/Mâide, 9; 35/Fâtır, 7; 48/Fetih, 29
[11] 3/Âl-i İmran, 89; 5/Mâide, 39; 6/En’âm, 54...
[12] 20/Tâhâ, 82
[13] 11/Hûd, 11
[14] 33/Ahzâb, 72
[15] 17/İsrâ, 25
[16] 4/Nisâ, 16
[17] 19/Meryem, 60; 20/Tâhâ, 82; 25/Furkan, 70; 28/Kasas, 67
[18] Bak. 9/Tevbe, 112
[19] 25/Furkan, 71
[20] 25/Furkan, 70 ve yine bak. 47/Muhammed, 2; 29/Ankebut, 7; 64/Teğâbün, 9
[21] 19/Meryem, 96
[22] Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an 20
[23] 2/Bakara, 195; 3/Âl-i İmran, 134; 5/Mâide, 93
[24] 3/Âl-i İmran, 76; 9/Tevbe, 4, 7
[25] 3/Âl-i İmran, 146
[26] 5/Mâide, 42; 49/Hucurât, 9; 60/Mümtehine, 8
[27] 3/Âl-i İmran, 159
[28] 2/Bakara, 222
[29] 2/Bakara, 222; 9/Tevbe, 108
[30] 3/Âl-i İmran, 57; 42/Şûrâ, 40
[31] 2/Bakara, 190; 5/Mâide, 87; 7/A’râf, 55
[32] 2/Bakara, 205; 5/Mâide, 64; 28/Kasas, 77
[33] 3/Âl-i İmran, 32; 30/Rûm, 45
[34] 4/Nisâ, 36; 16/Nahl, 23; 28/Kasas, 76
[35] 4/Nisâ, 107
[36] 6/En’âm, 141; 7/A’râf, 31
[37] 8/Enfâl, 58; 2/Bakara, 276
[38] 22/Hacc, 38
[39] 2/Bakara, 165
[40] 98/Beyyine, 7
[41] 22/Hacc, 66
[42] 25/Furkan, 72-73
[43] 51/Zâriyât, 56
[44] 24/Nur, 55
[45] 21/Enbiyâ, 105
[46] 40/Mü’min, 40 ve bak. 19/Meryem, 60; 4/Nisâ, 124; 64/Teğâbün, 9; 65/Talak, 11
[47] 22/Hacc, 14 ve bak. 47/Muhammed, 12; 14/İbrahim, 23; 2/Bakara, 25; 29/Ankebut, 58
[48] 20/Tâhâ, 125; 46/Ahkaf, 19; 8/Enfâl, 84
[49] 2/Bakara, 277; 2/Bakara, 62; 5/Mâide, 69; 6/En’âm, 48; 7/A’râf, 35
[50] 7/A’râf, 170; 18/Kehf, 30; 3/Âl-i İmran, 57; 4/Nisâ, 173; 21/Enbiyâ, 94
[51] 29/Ankebut, 9; 28/Kasas, 67
[52] 45/Câsiye30; 6/En’âm, 12
[53] 27/Neml, 19; Ömer Dumlu, Kur’ân-ı Kerim’de Salâh Meselesi adlı kitabından yararlanılıp yer yer özetlenerek hazırlanmıştır.