Yunus (a.s.)
- Yunus, Hayatı ve Tevhid Mücadelesi
- Yûnus’un (a.s.) Zühdüne Dair Haberler
- Yunus (a.s.): Ninova ve Yerel İnançlar
- Niye Yunus (a.s.) Gibi Olmamalıyız?
Hz. Yunus, Hayatı ve Tevhid Mücadelesi
Yunus (a.s.): Adı Kur'ân'da geçen peygamberlerden biridir.
Soyu, Bünyamin vasıtasıyla Ya'kûb’a (a.s.) ve onun vasıtasıyla de İbrâhim (a.s)'a dayanmaktadır. Bazı âlimlerin naklettiğine göre, İsa (a.s.) annesinin adıyla İsa b. Meryem diye anıldığı gibi, Yûnus (a.s) da annesinin adıyla Yûnus b. Matta diye anılmaktadır. (İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1957, I, 55). Buhârî'nin verdiği bilgiye göre ise, bu görüş yanlıştır. Aslında Matta, Yûnus (a.s)'ın annesinin değil, babasının adıdır. Yani Yûnus (a.s.), Yûnûs b. Matta diye anılınca, babasının adıyla anılmış olur (ez-Zebîdî, Sahihi Buhârî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhî, trc: Kamil Miras, Ankara, 1971, IX, 152).
Yûnus (a.s.)'ın Ya'kub’un (a.s.) torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber veriliştir:
"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrâhim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebûr'u vermiştik" (en-Nisâ, 4/163).
Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s.), Eyyûb (a.s), Harun (a.s.) ve Süleyman (a.s.)'da Yunus (a.s) ile aynı soydan, Yakub (a.s)'ın torunlarındandırlar.
Yûnus (a.s.)'ın nüfusu yüz bini aşkın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide çağrıcı bir peygamber olarak gönderildiği, Kur'ân'da şöyle geçmektedir:
"Ve onu yüz bin insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik" (es-Saffat, 37/147).
O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir. Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı. Bu beldenin insanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler. Yûnus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara, küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah'ın varlığına ve birbirine inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire, t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, 42).
Yûnus (a.s)'ın adı, Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'daki sûrelerden birine isim olarak verilmiştir. Kur'an'ın onuncu sûresinin adı, Yûnus sûresidir.
Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah'a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet etti, tebliğde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece iki kişi ona imân etti (İbn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152).
Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Yûnus (a.s.)'ın zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini terketmeye kalkışmasını şöyle haber vermiştir:
"Zünnûn (Yûnus)'a gelince, o, öf keli bir halde geçip gitmişti. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; "Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti." (el-Enbiyâ, 21/87).
Bu âyette Yûnus (a.s.)'dan Zünnûn diye bahsedilmiştir. Zünnûn, balık sahibi demektir. Kur'ân'ın başka bir yerinde de, Yûnus (a.s.) bu lakabla anılmıştır:
"Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani, o dertli dertli Rabbine niyaz etmişti" (el-Kalem, 68/48).
Hem bu âyette hem de yukarıdaki âyette Yûnus (a.s)'ın sabretmemesine, Allah'ın emri olmadan milletini terketmeye kalkışmasına işâret edilmiştir. Onun bu hali üzerine, Yüce Allah şöyle buyurmuştu:
"O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (el-Ahkâf, 46/35).
Allah'ın müsaadesi olmadan Yûnus (a.s.)'ın ayrılmaya kalkışması, iyi netice vermemişti. Ninova'dan ayrılmak için bir gemiye binmişti. Geminin batmaya yüz tutması üzerine, hafiflemesi için yolculardan birinin suya atılması gerekti. Kimin suya atılacağını tesbit için kur'a çekildi ve kur'a Yûnus (a.s.)'a isâbet etti. Bu durum kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:
"Gemide onlarla karşılıklı Kur'a çektiler de yenilenlerden oldu" (es-Saffat, 37/141).
İşin daha acısı, Yûnus (a.s) denize atıldıktan sonra bir balık onu yutmuştu. Yüce Allah Kur'ân'da onun bu durumunu şöyle haber vermiştir:
"Yûnus, (Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldığı için) kendisi kötülüklerken, onu bir balık yuttu" (es-Saffat, 37/142).
Burada Yûnus (a.s.) hatasını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Balığın karnındaki karanlıklarda:
"Senden başka ilâh yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin. Ben zalimlerden oldum!" (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua etmeye ve Allah'a yalvarmaya başladı. Bu şekilde imân ve inançla Allah'a sığınması neticesinde, Yüce Allah onu affetmişti (el-Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, III, 465 vd). Yûnus (a.s)'ın duasının kabul edildiği ve Allah tarafından bağışlandığı, Kur'ân'da şöyle dile getirilmiştir:
"Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, insanları böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ, 21/88).
"Eğer tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) yeniden diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı" (es-Saffat, 37/143, 144).
Gücü her şeye yeten Yüce Allah, balığın karnındaki Yûnus (a.s)'ı öldürmedi. Bir süre sonra balık onu ağzı ile sahile bırakmıştı. Onun kurtuluş ve daha sonraki hafi, Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:
"(Ama balığın karnında bizi andı, tesbih etti), biz de onu hasta bir halde ağaçsız, boş bir yere attık ve üzerine (gölge yapması için) kabak türünden bir ağaç bitirdik" (es-Saffat, 37/145, 146).
Yûnus (a.s)'ın Allah tarafından affedilmesi ve büyük bir tehlikeden kurtarılması, Kur'ân'ın başka bir yerinde dile getirilmiştir:
"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti. Eğer Rabb'inden ona bir nimet yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı. Fakat (böyle olmadı), Rabb'i onun duasını kabul etti de onu salihlerden kıldı" (el-Kalem, 68/8, 49, 50).
Yûnus (a.s)'ı bu sıkıntılardan kurtaran Yüce Allah, onun milletine de neticede hidâyeti nasib etti. Onlar da sonunda Allah'a imân edip tevhid'e sarıldılar. Onların tevbe edip hakka dönüşlerini ifâde eden âyetin meâli şöyledir:
"İnandılar, biz de onları bir süreye kadar geçindirdik" (es-Saffat, 37/148).
Yûnus (a.s)'ın milletinin bu şekilde tevbe etmeleri, küfürden dönüp Allah'a inanmaları, Allah tarafından övülmüş, methedilmiştir:
"Keşke (azabı gördükten sonra) inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir memleket olsaydı! (Azabı gördükten sonra inanmak, hiç bir memlekete yarar sağlamamıştır). Yalnız Yûnus'un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca, dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha yaşatmıştık" (Yûnus, 10/98).
Yûnus (a.s)'ın faziletli bir insan olduğu, Yüce Allah tarafından şöyle haber verilmiştir:
"İsmâil, el-Yesa', Yunus ve Lut'a da (yol gösterdik). Hepsi iyilerden idiler" (el-En'âm, 6/86).
Hz. Muhammed (s.a.v) de onu şöyle övmüştür:
"Her kim ben Yûnus b. Mattâ'dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir" (Buhârî, Tefsiru süre 6, 4).
Yûnus (a.s) da, diğer peygamberler gibi, insanları küfrün şerrinden nehyetmiş ve Allah'a imân etmeye davet etmiştir. İnanan insanlar için, onun hayatından alınacak çeşitli ibretler vardır. ( )
Nebi Yunus a.s, kavmi hidayete gelmeyince onları terk edip bir gemiye binerek ordan uzaklaşmak istemiş.
Bu yolculuğu esnasında birgece denizde fırtına kopmuş. O zamanki insanların inanışında böyle durumlarda bir kişi kurban olarak denize atılırsa gemi batmaktan kurtulur ve diyer insanlar yaşar idi.
Bunun üzerine gemidekiler, kimin feda edileceği konusunda kura çektiler ve kura Hz yunus a.s çıktı. Onu denize atılar ve büyük bir balık gelip onu yuttu.
Yunus (a.s.) Biliyordu ki, öyle biri var ki onun gücü hem gecenin karanlığına, hem denizin fırtınasına, hem de onu yutan balığa yeter.
Ve o da dedi ki:"la ilahe illa ente subhaneke inni kuntu minezzalimin" Bu duası hatırına kudereti her şeye yeten Allah (c.c.) denizdeki fırtınayı durdurdu o dalgalı deniz çöl gibi dümdüz oldu. Kap karanlık gece bulutların çekilmesi ile mehtabın ışığıyla aydınlandı. Ve bir balıkçı gemisi gelerek o balığı avladı. Balığın karnı yarılınca Yunus (a.s.) çıktı. Ancak balığın midesindeki asit derisini yakmış olduğu için Balıkçılar onu kıyıya getirerek, kuranda geçtiği gibi yaktin denen ağacın yaprakları ile tedavi etiler.
Şimdi bu belki tarihi ve özel bir durumdur, ama bize bakan ciheti şu imiş. Onun bindiği gemi, bizim için hayat ve ömürdür. Onun gecesi, bizim karanlık ve aşılmaz akidevi sorunlarımızdır. Onu yutan balık, bizi yutan nefsimiz ve şehvetimizdir.
Onu yutan balık sadece dünyasına zarar verebilirdi, ancak bizim nefsimiz dünya ve ahiretimizi yutuyor.
O yüzden sayısız defa LÂ İLÂHE İLLÂ ENTE SUBHÂNEKE İNNÎ KÜNTÜ MİNE’Z-ZÂLİMÎN demeliyiz.
Ve peygamber kısalarından nefsimize hisse çıkarmalıyız. Birer tarihi vakka olarak bakmamalıyız.
Yûnus’un (a.s.) Zühdüne Dair Haberler
Mücâhid'den rivayet edildiğine göre, Beytullah'ı yetmiş tane peygamber haccetmiştir. Bunlardan biri Mûsâ b. İmran olup, hac esnasında sırtında pamuktan ma'mûl iki abayesi varmış. Bu peygamberlerden bir diğeri de Yûnus (as)'muş. (O da, hac esnasında) "Davetine icabet ettim, ey sıkıntıları gideren, davetine icabet ettim" dermiş.
Katâde'den Allah Teâlâ’nın (Yûnus (as) hakkında) 'Eğer Allah'ı teşbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalmıştı' âyetini şöyle te'vîl ettiği nakledilmiştir: "Yûnus (as) bela ve sıkıntıların olmadığı zamanlarda çok uzun namaz kılardı. Güzel işler yapmak, sahibinin ehli ve iyâli içinde değerim artırır. Düşüp kalacak olursa, o takdirde de başını sokacak bir yer bulur."
Salim b. Ebû'1-Ca'd, Allah Teâlânın; Yûnus (as), nihayet karanlıklar içinde, senden başka bir ilah yoktur. Seni tenzih ederim, gerçekten ben zalimlerden oldum?[158] ifadesi hakkında şöyle diyor: "Allah balığa Yûnus (as)'un ne etine ve ne de kemiğine bir zarar vermemesini vahyetti. Daha sonra başka bir balık onu yutuverdi. O da karanlıklarda, Rabbine nida etti. (Bu karanlıklar) balığın (karnının) karanlığı ve denizin karanlığıdır."
Ebû'l-Celed'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yûnus (as) kavmine azab inmeye başlayınca, zifiri karanlık geceler gibi başlarına üşüşmüş. İçlerinden akıllı olanları hemen âlimlerden geriye kalan bir şeyhin yanma gitmişler ve 'Gördüğün gibi başımıza gelen geldi. Bize bir dua öğret de, ola ki Allah bu sayede musibeti başımızdan giderir' demişler. O da 'Ey, hiçbir canlı yok iken diri olan!; Ey ölülere hayat bahşeden ve ey kendisinden başka ilâh olmayan mutlak diri!, diyerek yakarın' demiş. Bunun üzerine Allah Teâlâ azabı onlardan defetmiştir."
Sadî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yanında bulunan bir zât Yûnus (as) balığın karnında kırk gün mü kaldı?' diye sormuş. Şa'bî de 'Bir günden daha az bir süre kalmıştır. Balık onu kuşluk vakti yutmuş, ikindiden sonra olup da güneş batmaya doğru meyledince balık sıçramış ve Yûnus (as) güneşin parıltısını gö-rüvermiş, derhal 'Senden başka hiçbir ilâh yoktur, seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum' demiştir. (Hemen balık onu kıyıya atmış ve o da gam ve kederinden kurtulmuştur)' demiştir. Birisi Şa'bî'ye yönelerek 'Sen Allah'ın kudretini inkâr mı ediyorsun?' deyince, o da 'Hayır, ben Allah'ın kudretini inkâr etmiyorum. Eğer Allah Teâlâ dileseydi balığın karnında bir çarşı bile kurardı' cevabını vermiştir."
Ebû Mâlik'ten Yûnus'un (a.s.) balığın karnında kırk gün kaldığı rivayet edilmiştir.
Hz. Yunus (a.s.): Ninova ve Yerel İnançlar
Hz. Yunus Kur'an-ı Kerîm'de kıssası anlatılan büyük peygamberlerden birisidir. Kendisi Ninova'ya yani şu anki Irak'taki Musul'a peygamber olarak gönderilmişti. Bazıları Kur'an-ı Kerîm'deki bu olayı imkânsız bulabilir. Ancak görülecek ki yakın tarihlerde bile benzeri olaylar meydana gelmiştir.
“Deniz Köpeği" adlı bir balık (Carcharodon cacharias) 12 metre boya bile ulaşabilmektedir. Bu canlı ılık sularda yaşar. 1758 yılında Akdeniz'de bir gemici gemiden düşüp bir balık tarafından yutulmuştu. Geminin kaptanı balığı topa tutturmuş ve balık yuttuğu adamı öldürmeden çıkarmıştır.”
1. Sperm balinaları 2.4 metrelik bir kütleyi bir kerede yutabilirler. Şubat 1891'de James Bartley adlı bir gemici, "Star of the East" adlı gemiden düşüp Falkland Adaları civarında bir balina tarafından yutuldu. 48 saatten fazla balinanın içinde kalan gemici balina avcılarının balinayı zıpkınlayıp geminin güvertesinde balinanın karnını yardıktan sonra tesadüfen çıkarıldı. Sir Francis bunun hakkında şöyle der:
“Bartley, balina içinde bir insanın havasızlıktan ölmeden yaşayabileceğini kanıtladı. Bu kişi balinaya girişini hatırlıyor. Balinaya girdikten hemen sonra zifiri bir karanlık etrafını kaplamış. Çevresinde ne olup bittiğini anlamayan denizci biraz araştırdığında yumuşak birşeye temas ettiğini anlamış. Daha fazla hareket edememiş ama hala nefes alabiliyormuş. En kötü şey korku ve müthiş sıcaklıkmış. İçerde durdukça cildi asitle beyazlamış ve kurtarılınca da bu beyazlık hiç geçememiş. Bunun dışında her şeyi sağlıklı imiş”
2.Asurluların önde gelen tanrısı "Dagan", "yarı balık-yarı insan" şeklinde tasavvur edilirdi. Bu balık tanrısı figürleri Ninovadaki yıkık sarayların girişinde ve Ninova'daki tapınak harabelerinde ve Babil mühürlerinde değişik formlarda yer alır.
Babil tarihçisi Berosus M.Ö.4.üncü y.y.'da bu balık adam inancının kökeni ile ilgili kayda sahiptir. En eski geleneklere göre Kalde ve Babil, sudan gelen "yarı balık-yarı insan" birisinin yönetimindeydi. Hz. Yunus (a.s.) zamanında insanlar onun peygamberliğine inanırlardı. H. Clay Trumbull şöyle yazar:
"…Tarihce kayıtlara geçen ani ve yaygın Ninova inancı ile Yunus'un mucizesi bir tesadüf değildir.."
3.Berosis bu tanrının adını Odacon'un çeşitli tezahürlerinden bahsederken, Asur Balık Tanrısı "OANNES" olarak verir. Ünlü Asurolog Dr. Herman V. Hilprecht, Yunancaya geçmiş şekliyle aynı olan Oannes'in Yunus'tan geldiğinden bahseder.
4."Yunas" kelimesinin Ninova'da kalıntıları da Yunus (as) kıssasının doğruluğuna işaret eder. ([1])
Niye Yunus (a.s.) Gibi Olmamalıyız?
“Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti.
Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı o, mutlaka, kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.
Fakat ardından, Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu sâlihlerden kıldı.” [2]
"Rabbinin hükmü"nden maksat Hz. Muhammed'e (s.a.s.) verilen peygamberlik ve dinî tebliğ görevidir veya Allah'ın inkârcılara mühlet vererek onlara karşı Hz. Peygamber'e yar-dımını ertelemesidir. "Balık sahibi" ise Yûnus peygamberdir. Hz. Peygamber'e, Allah'ın verdiği görevi sabırla yerine getirmesi emredildikten sonra Yûnus'a atıf yapılmakta ve Rasûlullah'a onun hatalı davranışını tekrar etmemesi telkin edilmektedir. Çünkü Yûnus, tebliğ ettiği dini halkın hemen kabul etmediğini görünce sabır ve azimle görevine devam edeceği yerde, halkına kızarak ülkeyi (Ninova’yı) terk etmiş, bir gemiye binip denize açılmış, yolda fırtına çıkmış, yolcuların bir kısmının denize atılmasına karar verilince çekilen kur'ada Yûnus'un şansına denize atılmak düşmüştü; fakat denizde bir balık tarafından tutularak boğulmaktan kurtulmuştu. Böylece kendisine burada da Allah'ın rahmeti yetişti; Allah Teâlâ'nın lütfuyla bu balık onu sahile bırakarak ölümden kurtardı. Yûnus Allah'ın emriyle ülkesine dönüp peygamberlik görevini sürdürmeye, tevhid inancını yaymaya devam etti. Bir rivayete göre Hz. Yûnus kavmine, inanmadıkları takdirde bir azaba uğrayacaklarını bildirmiş, ancak onlar tövbe edip imana geldikleri için bu azap tahakkuk etmemiştir. Fakat onların imana geldiklerinden habersiz olan Yûnus, belirttiği azabın vaktinde gerçekleşmediğini görünce kendisinin alay konusu olacağını düşünerek kızgın bir halde kavminden ayrılıp gitmiştir. Bu olay Sâffât sûresinde şöyle anlatılır: “Doğrusu Yûnus da gönderilen peygamberlerdendi. Hani o, dolu bir gemiye binip kaçmıştı. Gemide olanlarla karşılıklı kur’a çektiler de kaybedenlerden oldu. Yûnus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu. Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık. Ve üstüne (gölge yapması için) kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik. Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Sonunda ona iman ettiler, bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar yaşattık.” Enbiyâ sûresinde de Yûnus’un (a.s.) duâsı, tevbesi zikredilir: “Zünnûn’u (Yûnus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn: Senden başka hiçbir ilâh/tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum!” diye niyaz etti. Bunun üzerine onun duâsını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte Biz mü’minleri böyle kurtarırız.” Burada Yûnus Peygamber'in kıssasına değinilerek Hz. Muhammed uyarılmakta, Mekke müşriklerinin kendisine gösterdiği muhâlefete kızıp da ümitsizliğe kapılmaması ve peygamberlik görevini sürdürmesi telkin edilmektedir.
Yunus (a.s.) ve Tevhidî Mücadele Sabır
Kur'an-ı Kerim'de müstakil bir sureye ismini vermiş olan Yunus (a.s.); aynı zamanda Allah tarafından, Zü’n-nûn ve sahib-i hût (balık sahibi) olarak isimlendirilmiştir. Yunus (a.s.)'ın balık sahibi olarak nitelenmesinin sebebi, onun balığın karnına haps edilişinden gelmektedir. Yoksa balıkçılık ve buna benzer bir iş yaptığından dolayı değildir.
Yunus kıssası hakkında Kur'ân-ı Kerim'de dört yerde işaret vardır. Yûnus Sûresi, Enbiyâ Sûresi, Sâffât ve Kalem sûrelerinde kıssa hakkında detaylı olmayan ve fakat kıssanın amacını en beliğ biçimde ifade eden ayetler yer alır. Şurası muhakkak ki Yunus kıssası hakkında Kur'an'ın iniş dönemi esnasında yaşayan müşrikler, atalarından gelen lafzî olmayan bir tevatür olarak ve de Ehl-i Kitab sahiplerinden edindikleri birtakım tahrif edilmiş, kıssanın amacından uzaklaşmış sadece ve sadece tarihî bilgi konumunda olan bilgilere sahiptiler.
Bu hususta Kitab-ı Mukaddes'te Yonah adlı bir bölümün bulunduğunu ve orada anlatılanların; Kur'an'da anlatılan Yunus (a.s.) kıssası ile ortak özelliklere sahip olduğu görülmektedir. Ancak gerek Kitab-ı Mukaddes'te yer alan metinler ve gerekse müşriklerin Yunus (a.s.) hakkında edindikleri lafzi olmayan tevatürler insanları hidayete sevkedecek bir amil olmaktan öte, tarihsel bir biyografi veya efsane niteliğine sahipti. Bu yüzden Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'de Yunus kıssasının doğrusunu zikrederek, tüm insanların konumlarına göre bu kıssadan dersler alarak Allah'ın birliğini tasdik etmelerini istemiştir.
Kur'an-ı Kerim'de anlatılan Rasullerin kıssalarında görülen ortak noktalardan biri de, vahyin iniş dönemi esnasında müşriklerin müslümanlara uyguladıkları baskılardır. Rasullerin elçilik görevlerini toplumlarına açıklamasıyla beraber, müşrikler tarafından yoğun bir baskı ve eziyet kampanyası başlatılır. Hedef; rasul ve ona uyanların dirençlerini yıkmak ve aynı zamanda müslümanları kitleye âciz göstermektir.
Rasuller yalancılıkla itham edilir. Üstünlük heveslisi olarak nitelendirilir. Mecnun olarak vasıflandırılır. Sihirbaz, kâhin ve şair olduğu iddia edilir. İftiranın her türlüsü yapılır. Müslümanlara çeşit çeşit tuzaklar kurulur. Bütün bu eziyet ve baskılara rağmen Rasul ve müslümanların yapacakları tek hareket; "okuma" (tebliğ) eyleminde "sabr" etmek, gidişatın seyrini Allah'ın istediği istikamette devam ettirmektir.
Kur'an'ın iniş döneminde de Rasulullah'ın elçiliğini ilan etmesiyle beraber geçmişte diğer rasullere yapılanlar "sünnetullah"ın gereği tekrar edilmeye başlandı. Müşriklerin Rasul ve Kur'an'a yaptıkları iftira ve saldırıları, Allah, Kur'an'da şöyle beyan ediyor:
"(Ey Muhammed) öğüt ver; Rabb'inin nimetiyle sen, ne kâhinsin, ne de mecnunsun."
"Arkadaşınız sapıtmadı ve azmadı."
"(Dediler ki:) Bu Kur'an öğretilegelen bir sihirdir. Bu Kur'an sadece bir insan sözüdür."
"Biz ona şiir öğretmedik."
Rasulullah'a yapılan bütün iftira ve eziyetlere karşın Allah, rasulüne şöyle emreder:
"Bizi anmaktan yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma!"
"...Yanlarından güzelce ayrıl."
Rasulullah'a yapılan çirkin iftira ve taarruzlara karşı ondan, müşriklerin yaptıkları bu tazyiklere aldırış etmemesi, onların yaptıklarının karşılığını Allah'a havale etmesi istenir.
Allah, müşriklerin bu tavırlarına çok üzülen, adeta kendi kendini yiyen Hz. Peygamber ve beraberindeki müslümanlara "sabr" etmelerini, tebliğ eyleminde gevşememelerini ve kafirlerin akıbetini kendine bırakmalarını ister.
"Yalanlayanları Bana bırak."
"Yalanlayanları bana bırak. Onlara az bir süre tanı."
"Sen Rabb 'inin hükmüne sabret. Balık sahibi gibi olma..."
Kalem Sûresi kırk sekizinci ayet-i kerimede geçen "...balık sahibi gibi olma..." ibaresi ile Rasulullah ve diğer müslümanlara; geçmişte müşriklerin baskı ve eziyetlerine dayanamayarak toplumunu terk eden Yunus peygamber kıssası anlatılır.
Allah müşriklerin baskılarına karşı, dayanma güçlerinin sınırını zorlayan Rasulullah ve ashabının; geçmişte müşrik toplumunun baskılarına sabretmeyerek elçilik görevini bırakıp toplumunu, Allah'ın izni olmaksızın terk ederek hata eden Yunus (a.s.)'ın kıssasından öğüt ve ibret almalarını ve Yunus'un bu hatalı davranışına meyletmemelerini, Allah'ın Mekke müşrikleri hakkındaki hükmüne kadar sabretmelerini ister.
"Doğrusu Yunus da rasullerdendir." Putperest bir toplum içinde yaşayan Yunus (a.s.), Allah tarafından elçi olarak seçilir. Allah'tan aldığı vahyi insanlara iletmesi, onları İslâm'a davet etmesi için görevlendirilir. Allah Kur'an'da elçilikle görevlendirdiği peygamberler arasında Yunus’u (a.s.) da sıralar: "Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimizi, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a ve Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi, şüphesiz sana da vahyettik."
Yunus (a.s.) risâletle görevlendirildikten sonra büyük bir çaba ile kavmine; putlara tapmamalarını, bir ve eşi benzeri bulunmayan, doğmamış ve doğurmamış, bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah'a tapmalarını, ona kulluk etmelerini söyler. Taptıklarının onlara bir faydasının olmayacağını, kendilerine bile fayda ve zarar vermekten aciz durumda olan bu putları terk etmelerini her fırsatta insanlara bildirir.
Yunus'un tüm uyarılarına rağmen kavminin inkârcıları onun aleyhine bir tutum içine girerler. Onun yalancı, büyücü, insanları yönetme heveslisi biri olduğunu öne sürerler. Yunus’dan (a.s.) mûcize talebinde bulunurlar. Yanında melekler olmasını isterler. Daha neler neler... Maksatları peygamberi zor durumda bırakmak, toplumun gözünden iyice düşürmekti.
Her seferinde Yunus’a (a.s.) elle ve dille saldırıda bulundular. Onun direncini yıkmaya ve söylediklerinden vazgeçirmeye çalıştılar. Bu baskılar her geçen gün daha da artarak sürdü. Kavmi sanki taş kesilmişti, Yunus'un uyarıları hiç işitilmemiş gibiydi. Yunus bunalmıştır. Kendi kendini yemektedir. Onun bu hali peygamberin müşfik vasfındandır. Kavminin iman etmemiş olması onun için Allah nezdinde görevini yapmadığı anlamına gelmezdi. Çünkü Allah şu umumi kaideyi zaten ona bildirmişti.
"Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka iman ederdi. O halde sen mi insanları, inanmaları için zorlayacaksın? Allah'ın izni olmadan kimse iman edemez."
Yunus (a.s.) yine de kavminin inkârcı tutumuna çok üzülüyordu. İşte ne oldu ise oldu, bu sıkıntı ve çaresizlik içindeki durum esnasında Allah'tan bir emir olmaksızın kavmini terk ederek yola koyuldu. Allah, Yunus'un bu davranışı hakkında Kur'an'da şöyle beyan eder: "Zünnun hakkında söylediğimizi an. O öfkelenerek giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı."
Enbiyâ Sûresi'ndeki bu âyet-i kerimede Yunus’un (a.s.), kavmini terk etmesine sebep olarak öfkelenmesi gösterilir. Resulün öfkesi Allah'a değil, toplumuna karşıdır. Ayete görev kavmine kızan Yunus "kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı." ibaresi ile belirtilen; Allah'tan bir emir olmadığı halde kavmini terk etmiştir. Oysa Kur'an'da, Rasullerin kendi toplumlarından ayrılmalarının hep Allah'ın izniyle olduğunu görürüz:
"Biz Mûsâ'ya: ‘Kullarımı geceleyin yola çıkar. Şüphesiz takip edileceksiniz’ diye vahyettik."
"Senin kavminden inanmış olanlar dışında (bundan sonra) kimse imarı etmeyecek. Onların yapageldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında ve sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap..."
"Rabbim! Beni ve ailemi bunların yapa geldiği kötülükten kurtar.’ dedi. Bunun üzerine geride bulunan yaşlı bir kadın dışında, onu ve ailesini, hepsini kurtardık."
Dolayısıyla Yunus Peygamber’in, kavminin âkıbeti hakkında Allah'ın emrini beklemeden, yanlış bir kararla Allah'ın kendisini sıkıntıya sokmayacağını da zannederek toplumunu terketmesi "sünnetullah"a yani Allah'ın kanununa ters düşer. Yunus’un (a.s.) kavmini terk etmesinden sonraki olaylar şöyle gelişir:
"Dolu bir gemiye kaçmıştı.
Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çekmişti ve yenilenlerden olmuştu. Bu sebeple denize atılmıştı.
Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu.
Eğer Allah'ı teşbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı.
Halsiz bir halde iken kendisini sahile çıkardık.
Onun için geniş yapraklı bir bitki bitirdik.
Onu yüz bin veya daha çok kişiye rasul olarak gönderdik."
Yaptığı yanlışlığın neticesinde Allah, Yunus'u sıkıntıya uğratır. Başına gelen bu musibetlerin kendi davranışı sebebiyle olduğunu idrak eden Yunus (a.s.) Allah'a kulluğunun bir ifadesi olan tevbe kapışma başvurur. Sonunda Allah onu tevbesini kabul eder. Ve onu yeniden kavmine Rasul seçer.
Ummadığı halde Allah tarafından sıkıntıya uğratılan Yunus Allah'a kulluğun gereği olarak umutsuzluğa düşmez. Tevbe etmenin/geri dönüşün bir ibadet olduğunu en iyi bilen o şanlı Rasul'ün yaptığı tevbe sayesinde, Allah tarafından affedilir. Tekrar elçilikle görevlendirilir ve böylece kavminin yolunu tutar. "Sonunda ona inandılar, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar geçindirdik."
Yunus’un (a.s.) rasullükle tekrar vazifelendirilip kavmine yollanması ile beraber, kavminin bu sefer ona iman ettiğini görüyoruz. Bu olay da gösteriyor ki insanların hidayetinin tek müsebbibi Allah'tır. Hidâyet yalnızca onun elindedir.
Kur'an'da beyan edilen Yunus (a.s.) kıssasından çıkaracağımız dersler:
Kur'an'ı imam kabul etmiş olanların, karşılarındaki inkârcıların hal ve tavırları ne olursa olsun tebliğ mücadelesini bırakmayarak, toplumlarından kendilerini soyutlamamaları gerekir.
Müslümanlar, inkârcıların Kur'an karşısındaki katı tavırlarının belki bir gün Allah'ın hidayeti ile değişebileceğini unutmamalıdır. Bu yüzden Allah, Hz. Muhammed ve ashabına "Yanlarından güzelce ayrıl", "yalanlayanları Bana bırak; onlara az bir süre tanı" diye emrederek onlardan sabretmelerini istemiştir. İnkârcılar hemen iman etmiyor diye acele etmemelerini, onlara süre tanımalarını istemiştir.
[1] Mehmet Kahraman
[2] Kalem, 48-50