Cumartesi, 06 Şubat 2021 18:57

KISAS

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

KISAS


- 67 -
Kavram no: 114
Görevlerimiz 22
Bk. İslâm; Sâlih Amel; İsyan-İtaat; Şeriat
KISAS
• Kısas; Anlam ve Mâhiyeti
• Kısasın Hikmetleri
• Kur’an’ın İcaz Örneklerinden Biri: “Kısasta Hayat Vardır!”
• Kısastaki Adâlet; Cinâyetlerin Önüne Ancak Kısasla Geçilir
• Kısasın Tarihçesi; Diğer Din ve İdeolojilerde Kısas
• İslâm Hukukuna Göre Adam Öldürme ve Cezası
• Kısasın Uygulanabilme Şartları
• Kur'ân-ı Kerim'de Kısas Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Kısas Kavramı
• Diyet ve Kasâme
• Kur’ân-ı Kerim’de Cinâyet Suçu
• Hadis-i Şeriflerde Cinâyet
• Cinâyet; Büyük Zulüm
• Cana Kıymanın Uhrevî Sorumluluğu
"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür. Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse kısas düşer. Bundan sonra ma’rûfa/iyiye uymak, öldürülenin velîsine (gereken diyeti) güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gelir. O halde söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra saldırıya kalkışırsa, muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, prensiplere uyar da kendinizi (kötülüklerden) korursunuz.” 275
Kısas; Anlam ve Mâhiyeti
"Kısas", sözlükte aynıyla karşılık vermek demektir. Herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek, değiştirmek anlamına da gelmektedir. Kısas, kanı aynıyla ödetmektir. Kavram olarak bir suç işleyenin aynı cinsten bir ceza ile cezâlandırılmasıdır. Bir hakkı misliyle takas etmek demektir.
İslâm'a göre insan öldürmek, intihar etmek, kana, mala ve ırza (iffete) tecâvüz haramdır. Müslümanın canı, malı, ırzı ve şerefi koruma altındadır. Yine müslümanın müslümana, hakaret etmesi, onunla alay etmesi, ona karşı kibirlenmesi, ona eliyle ve diliyle zarar vermesi de helâl değildir. Bir kimse bir insanı öldürürse veya bedenine zarar verirse; İslâm bunun cezâsının verilmesini öngörür. Hem insan haklarının korunması, hem toplum huzurunun sağlanması, hem de kin ve nefret duygularının azalması için buna ihtiyaç vardır. Karşılığı verilmeyen suçlar, sahibini daha da azdırır.
275] 2/Bakara, 178-179
- 68 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah’ın insana verdiği en önemli nimetlerden biri hayattır. Hayatı sona erdirme hakkı da sadece onu veren Allah’a aittir. Hiç kimse haksız yere bir cana kıyamaz. Allah (c.c.) haksız yere cana kıyanlara ve insanların bedenine zarar verenlere belli cezâların verilmesini emreder. “Bu nedenle, İsrâiloğullarına şunu yazdık: 'Kim bir nefsi, bir nefse ya da yeryüzündeki bir fesâda karşılık olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur...”276 Görüldüğü gibi bir insanı haksızca öldürmek bütün insanları öldürmek kadar ağır bir suçtur. Böylesine ağır bir suçun cezâsı da kendi cinsinden olmalıdır. Bu, adâletin gereğidir. 277
Kısasın Hikmetleri
Bir kimsenin hayatına saldıranın, bunu hayatıyla ödemesi, birinin vücudunu yaralaması, kendi bedeninde bunun karşılığı kadar zedelenmeye uğramasını gerekir. Bu, insana ve onun haklarına bir saygıdır. Öldüreni affetmek, ölenin hakkına tecâvüzdür. Kur’an, öldürenin (katilin) bağışlanmasını tavsiye etmektedir. Ancak, bu af yetkisi, yalnızca ölenin yakınlarına âittir. Onlar dilerse affederler, dilerse diyet (kan bedeli) alırlar. Ama affetmezlerse, suçlunun cezâsı verilmelidir. Bu cezâyı da ancak müslümanların işlerini yürüten yetkililer (İslâm devletinin yöneticileri) yerine getirebilir.
Kısas, Kur’an’ın tesbit ettiği bir cezâdır. Peygamberimiz bunu hem uygulamış hem de tavsiye etmiştir. Bütün İslâm âlimleri bu konuda fikir birliği (icmâ) etmişlerdir. Akıl yönünden de bu cezanın gerekliliği ortadadır. Bir tarafta suçlu, bir tarafta ise haksızlığa uğrayan taraf vardır. Suçlunun ceza alması, haklının da hakkının ödenmesi gereklidir. "Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür. Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse kısas düşer. Bundan sonra ma’rûfa/iyiye uymak, öldürülenin velîsine (gereken diyeti) güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gelir. O halde söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra saldırıya kalkışırsa, muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, prensiplere uyar da kendinizi (kötülüklerden) korursunuz.”278 Mâide Sûresi beşinci âyetinde ise, cana can, kulağa kulak, göze göz, buruna burun, dişe diş karşılığı kısas olduğu bildirilmektedir.
Günümüzde bazı kimseler, kısas cezâsını ağır bularak karşı çıkarlar. Kısas, dengiyle karşılık vermektir, yani adâleti yerine getirmedir. Üstelik katilin vârislerine affetme veya diyet alma yetkisi de verilmiştir. Hatta bunu Kur’an’ın teşvik ettiğini de yukarıda gördük. Asıl haksızlık, bu cezâların kaldırılması, ölenin yakınlarının haklarının kendilerine sorulmadan ellerinden alınmasıdır. Kim, hangi yetkiyle öldürülenin vârislerinin bu hakkını ellerinden alıyor? Katile cezâ vermemek, bir başkasının hakkına saldırıdır. Aynı zamanda ölenin vârislerinin intikam duygularını kabartır. Nitekim birçok yerde, katillere hak ettiği cezâ verilmediği için ölünün yakınları cezâ vermeye kalkıyorlar ve kan dâvâları sürüp gidiyor.
Öldüren katilin yaşama hakkı, öleninkinden daha kutsal değildir. Kısasta insanlar için hayat vardır. Hem ahlâk yönünden, hem sosyal barış yönünden,
276] 5/Mâide, 32
277] Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 354
278] 2/Bakara, 178-179
KISAS
- 69 -
hem caydırıcılık yönünden, hem de merhamet yönünden en tutarlı yol, kısastır. Allah, insanları bu konuda akıllı davranmaya çağırıyor. Kötülüğün cezâsı, yapılan kötülük kadardır. Ancak affedip barışma yolunu seçenlere Allah mükâfat verecektir. 279 İslâm'da, bir yanağına vurana öbür yanağı da çevirmek yoktur. Ne zulmetmek vardır, ne de zulme uğrayınca sessiz kalmak. Kur’ân-ı Kerim, haklının hakkını ortaya koyduktan sonra, hak sahibini affetmeye çağırır. Bu da tam bir denge, adâlet ve merhamettir.
Kısas cezâsını uygun ve gerekli gören bizzat Allah'tır. Her şeyi bilen Rabbimiz insanlar hakkında şüphesiz en hayırlısını bilir. Kimin hak sahibi olduğunu en iyi o gösterir. Doğruyu ve yanlışı O’ndan daha iyi kim bilebilir? O’nun hükmüne karşı çıkanlar ya bilgisiz câhillerdir, ya da çok cür'etli kibirlilerdir. Onlar Allah’ın Rabliğini yeterince bilemeyen ve kabul etmeyenlerdir.
Kısas cezasının uygulanması için birtakım şartlar aranır. Bu şartların önemlilerini, kısaca şöyle sayabiliriz:
a- Kısas, cinâyeti (suçu) kim işlemişse ona uygulanır.
b- Kısası ancak müslüman otorite sahipleri yerine getirir. Herhangi bir kişi veya topluluk bunu yapamaz.
c- Bir cinâyeti birkaç kişi beraber işlemişse, kısas hepsine uygulanır.
d- Cinâyetin işlendiği tam kesin olmazsa, yani şüphe halinde kısas uygulanmaz.
e- Suçlulara bu cezâ uygulanırken makamlarına göre ayrım yapılmaz. Halk ile devlet başkanı arasında bile fark yoktur.
f- Suçun, kasden yani bilerek işlenmesi gerekir. Hatalı öldürme ve yaralamalarda başka cezâlar uygulanır.
g- Öldürülenin vârisleri veya yaralananın kendisi ‘diyet’ isterse veya affederse, kısas uygulanmaz.
h- Kısas, kendi dengine göre uygulanır, aşırıya gidilmez.
İslâm'ın bütün hükümlerinde ve ölçülerinde insanlar için hayırlar ve faydalar vardır. Kimi câhiller bunu görmese de bu böyledir. Çünkü o, yerin ve göklerin sahibi Allah’ın dinidir. Yaralamalara ve organlara verilecek zararlara karşı, onların dengi bir ceza, yani bir diyet uygulanır. "Göze göz, kulağa kulak" demenin, anlamı, gözün aynen çıkartılması, kulağın aynen kesilmesi değil, onların bedellerinin günün şartlarına uygun olarak diyet şeklinde verilmesidir. İnsanlar arasında adâlet, ancak Allah’ın koyduğu hükümlerin uygulanmasıyla sağlanır. İnsan, toplum, hayvan ve çevre haklarının garantisi İlâhî hükümlerdir. Bu hükümlere yüzçevirenler hem gerçek adâletten, hem de herkese âit hakları gereği gibi yerine getirmekten mahrum kalırlar. Adâletten mahrum kalmanın sonucu ise zulüm, baskı, ezilme, horlanma ve hakkını alamama gibi kötülükler ve İlâhî azaptır. 280
Kısas, herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek, değiştirmek anlamına da gelmektedir. Kavram olarak bir suç işleyenin aynı cinsten bir ceza ile
279] 42/Şûrâ, 40
280] Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 355-356
- 70 -
KUR’AN KAVRAMLARI
cezalandırılmasıdır. Kanı, aynısıyla ödetmek, bir hakkı misliyle takas etmektir. Hayat kutsaldır. Hayatı veren Hayy (diri) ve Muhyî (hayat veren) isimlerinin sahibi Allah, onu alan da Mümît (öldüren) ismiyle yine Allah’tır. Allah’a ait olan bu hak ve yetkiyi O’nun dışında, O’nun izni ve emri olmadan kimsenin kullanma hakkı yoktur.
İslâm hukukunun ana kurallarından biri olan kısas, suçluya, işlediği suç kabilinden ceza vermektir. Kasden ve haksız yere bir insanı öldüren kimseye hapis cezası vermek, aklın kabul edeceği bir şey değildir. İslâm’da hapishane yoktur, tutuk evi vardır. Suç işleyen bir kimse, ya öldürülür, ya para ya da sürgün cezasına çarptırılır; hapse atılmaz. İslâm’da af da büyük bir yer işgal eder. Suçundan dolayı öldürülmesi gereken kimse, hak sahibi tarafından affedilirse, cezası paraya dönüşür. Kısası emreden Bakara, 178. âyetinde bu cihet de ifade edilmiştir. Meşrû müdafaa yaparken öldürmek gibi, ilk öldüreni cezalandırmak için öldürmek, yani kısas, hayata kasdetmek değil; tam tersine hayata hizmettir. 281
Kısas hükmü, bazılarına çok ağır bir ceza gibi gelse de ulu’l-elbâb/akıl sahipleri kabul ederler ki, bu adaletin gereğidir, kangren olmuş bir uzvun kesilmesiyle vücudun kurtarılmasının sağlanması gibi, hayat sağlayan bir yaptırımdır. Çünkü kısas, dini veya nefsi müdafaa gibi meşrû bir sebep olmadan bir adamı zulmen öldürenlere uygulanır. Birisinin yaşama hakkını yok yere, kaba gücüne dayanarak elinden alan kimseye, kendisinden daha güçlünün var olduğunu bildirmek, onun da elinden hayat hakkını almak lâzımdır. Birisini haksız yere öldürdüğü takdirde kendisinin de öldürüleceğini bilen insan, kimseyi öldürmeğe cesâret edemez. Böylece toplumda öldürme olayları çok azalır. Arada sırada gözü dönmüş katiller çıkarsa, onlar da Allah’ın kanunuyla ortadan kaldırılınca topluma tam bir huzur havası egemen olur. Sonra zâlimler öldürülünce mazlum olarak öldürülen kimsenin yakınlarının kalbinde kin ve intikam hissi kalmaz. Hak yerini bulacağı için, fertler intikam hissine kapılıp kendileri ceza vermeğe kalkmazlar, kan dâvâları olmaz. Belki birkaç yılda bir kişi kısas olarak öldürülür, ama kendisinin kısas yapılarak öldürüleceğini düşünen kimse, başkasını öldürmeye kalkmaz, toplum yaşar. Her gün yüzlerce insanın çeşitli cinâyetlere kurban gitmesi yerine saldırgan bir insanın öldürülerek toplumda güvenin sağlanması daha iyi değil midir? 282
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, prensiplere uyar da kendinizi (kötülüklerden) korursunuz.”283 “Kısasta hayat vardır” sözü, gerçekten îcaz bakımından mûcizevî özellikler taşıyan ve çok dikkate değer bir ifadedir. Çünkü kısas tatbik edilirse bir kişinin öldürülmesiyle pek çok kimsenin yaşaması sağlanır, kan dâvâları böyle önlenir. Bir insanın hayatına kast eden zâlimi affetmek için, öldürülen mazlumun hakkını gasb etmek, merhamet ve insanlık değildir.
Toplumun hakkını ferdin affetmesi mümkün olmadığı gibi, bir ferdin hakkını da toplum veya onlar adına düzenlerin affetme hakkı ve yetkisi yoktur. Katilin toplum veya kanunlar tarafından affedilmesi veya Allah’ın koyduğu cezanın dışında hafif cezalara çarptırılması, merhamet değil; zulümdür. Mazluma karşı, onun yakınlarına karşı, insanın yaşama hakkına, can emniyetine ve dolayısıyla
281] 2/Bakara, 179
282] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 1, s. 71
283] 2/Bakara, 180
KISAS
- 71 -
insanlığa karşı bir zulümdür. Toplumun ve düzenlerin görevi, hak sahiplerinin haklarını korumaktır; başkasının en temel haklarından birini ihlâl edeni kurtarmak için bahane aramak değil.
Kur’an’ın İcaz Örneklerinden Biri: “Kısasta Hayat Vardır!”
Kısasın hikmetini anlatan Bakara sûresi, 179. âyeti Arap dili ve edebiyatı yönünden söz sanatlarının zirvesidir. Anlam yönüyle olduğu kadar kelâmın vecizliği ve belâğatı yönüyle de insanları bir benzerini meydana getirmekten âciz bırakan îcaz eseridir. “Sizin için kısasta hayat vardır.”284 Bu âyetteki ifâde, bundan önce geçen, “Sizin üzerinize kısas farz kılındı” âyetine ma’tuftur. Maksat, rûha kısas hükmünü benimsetmektir. Çünkü kısas, nefislere ağır gelen bir cezâdır. Bu cümle, belâğatın zirvesinde bir ifâdedir. Arap dilinde bu mânâya gelmek üzere en çok şöhret bulan atasözü; “El-katlu enfâ li’l-katl = Öldürme, öldürmeyi yok eder” ifâdesidir. Ne var ki, “Ölümü en iyi ölüm önler” anlamındaki bu sözden, “Sizin için kısasta hayat vardır.” buyruğu her bakımdan daha belîğânedir. Bu üstünlüğü birkaç yönden ifâde edebiliriz:
a) Harflerin azlığı bakımından. Burada maksat 10 harfle ifâde edilmiştir. Diğerinde ise 14 harf vardır.
b) İttirâd vardır. Çünkü her kısasta hayat vardır. Ancak her öldürme ölümü önlemez. Çünkü zulüm ile öldürme daha çok ölümü celbeder.
c) Hayat derken kullanılan tenvin ile bir tür yücelik anlamı verilmiştir.
d) Kısas ile hayat arasında bir intibak sağlanmıştır. Aslında kısas hayatın yok edilmesi ve hayat ise kısasın mukabilinde yer alır.
e) İfâdede istenen doğrudan doğruya hayattır. Ölümün önlenmesi ise yalnızca bunun için gereklidir. Yoksa kendiliğinden gerekli değildir.
f) Bir şeyin kendi zıddında mevcut kılınması şeklindeki garâbet sözkonusudur. Diğer bakımdan zarf, mazrûfu ihtivâ ederse o şeyin dağılmasını önler. Böylece bizim için sözkonusu olan kısas, hayatı felâketlerden muhâfaza eder.
g) İfâdede birbirine yakın anlamlar olmakla beraber tekrardan uzak durulmuştur.
h) İfâdede farklılık ve selâset (akıcılık) vardır. Çünkü bu ifade ile Araplarca kullanılan cümle arasında hafif sebeplerin ardarda gelmesi şeklindeki durum, bahis mevzûu değildir. Çünkü Arap dilinde ardarda gelen harekeli iki harf, ancak bir yerde vardır. Bu ise, ifâdenin selâsetini (akıcılığın) azaltıp dilde açıklığı eksiltir. Yine, fâ’dan lâm’a geçiş, elif’ten lâm’a geçişten daha doğrudur (Kısas kelimesinden sonra hayat kelimesinin gelmesi).
i) Belirli bir sebebe ihtiyaç göstermemesi bakımından da bu ifâde üstündür. Hâlbuki öbür ifâde bunu gerektirir.
k) Vurmayı, yaralamayı ve öldürmeyi ihtivâ eden bu hükmün hakikatini gösteren cins edâtı olan elif-lâm ile birlikte kısas kelimesinin kullanılması özelliği öbür ifâdede yoktur.
284] 2/Bakara, 179
- 72 -
KUR’AN KAVRAMLARI
l) Öldürmeyerek diri bırakmanın da ölümü önleyeceği vehmi doğuracak fiillerden uzak olması da bir ayrı özelliktir.
m) Âyet-i kerime, öldürme için en uygun karşılık olan hayatı ihtivâ etmektedir. Arapların kullandığı söz ise bunun tersinedir. Çünkü o öldürmeyi içermektedir.
n) Arapların kullandığı ifâdede bir şeyin bizzât kendisinin yok olmasının sebebi olması şeklindeki vehim bu ifâdede yoktur. Sözü, sözlerin en yücesi, âyetleri işâretlerin en parlağı olan Rabbimizi hamd ile tesbih ederiz. 285
Kısastaki Adâlet; Cinâyetlerin Önüne Ancak Kısasla Geçilir
Öldürme beş çeşittir; kasden öldürme, kasda benzer öldürme, hatâen öldürme, hatâen öldürmeye benzer öldürme ve öldürmeye sebebiyet verme. Kasden öldürmenin üç temel unsuru vardır:
Maktûlün, öldürülmesi yasak olan canlı bir insan olması,
Öldürmenin katilin fiilinin sonucu olması,
Katilin, ölümün meydana gelmesini kasdetmesi.
Kur'ân-ı Kerim'de ve Hz. Peygamber'in sünnetinde kasden öldürmekle ilgili birçok hüküm olduğunu görmekteyiz. Bu konudaki âyetler üç grupta toplanabilir. Bunlar; öldürmeyi yasaklayan,286 uhrevî cezâyı ifâde eden287 ve kısasla ilgili âyetlerdir. 288
İslâm hukukunda kasden insan öldürmenin cezası, sadece kısas veya diyet değildir. Cinâyet işleyene bir'den fazla cezâsı vardır. Bunların bir kısmı aslî, bir kısmı tâbi cezâlardır. Aslî cezâlar: Kısas (veya diyet), tâzir ve keffârettir. Tâbi cezâlar ise iki tanedir; mirastan mahrûmiyet, vasiyetten mahrûmiyet.
Kasden İnsan Öldürmenin Cezâsı; Kısas: Kısas, insanın hayatına ve vücut tamamlığına karşı işlenen suçlara (cinâyetlere) verilen bir cezâ çeşididir. Yapılan bir şeyin aynısının yapılmasıdır.
Kısasın Tarihçesi; Diğer Din ve İdeolojilerde Kısas
İlk insan toplumunda: Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Âdem'in iki oğlunun kıssaları anlatılarak birinin diğerini öldürdüğünü, her ikisinin de, bu davranışın kötü olduğunu bildikleri için birinin mukabele etmediği, diğerinin de, sonunda pişman olduğu anlatılmaktadır. 289 Sonunda da şu âyete yer verilmektedir: "Bundan dolayı İsrâil oğullarına şöyle yazmıştık: 'Kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya (fesat) karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış olur." 290
Tevrat'ta: Tevrat, bütün öldürme çeşitlerinden bahseder, kısas gerektiren ve
285] Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, c. 2, s. 51
286] 6/En'âm, 151; 17/İsrâ, 31, 33 vb.
287] 4/Nisâ, 93; 25/Furkan, 68, 69 vb.
288] 2/Bakara, 178, 179, 194; 5/Mâide, 45; 17/İsrâ, 33
289] 5/Mâide, 27-31
290] 5/Mâide, 32
KISAS
- 73 -
gerektirmeyen öldürmeden söz ederek cinâyetin Allah katında en büyük günah olduğunu bildirir.291 Kitab-ı Mukaddes'in Tevrat diye bilinen ilk bölümünde (Ahd-i Atîk'de) bir cümlede; "Bir adamı vuran, vurduğu ölürse, mutlaka öldürülecektir."292 denmektedir. Diğer bir cümle de şöyledir: "Ve babasına yahut anasına vuran mutlaka öldürülecektir."293 Bu ifâdelerden de anlaşılıyor ki, Tevrat'ta öldürmenin cezâsı öldürülmektir. Affetmek haramdır.
İncil'de: Birçok insan, Matta İncilinin şu cümlelerine dayanarak kısas hükmünün İncil'de benimsenmediğini söylemektedir: "Göz yerine göz, diş yerine diş, denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim; kötüye karşı koyma ve senin sağ yanağına kim vurursa, ona ötekini de çevir ve eğer biri seninle mahkemeye gidip senin gömleğini almak isterse, ona abanı da bırak ve kim seni bir mil gitmeye zorlarsa, onunla iki mil git!"294 Bazı müfessirler de hıristiyanlıkta öldürmenin cezâsının diyet olduğunu belirtmektedirler. Hâlbuki bu iddiânın Hz. İsa’nın İncil’deki sözlerine ters düştüğü belirtilmektedir. Gerçekten Hz. İsa; “Ben Tevrat’ı nakzetmek için değil; Onu tamamlamak için geldim” demektedir. Hz. İsa’dan gelen bu rivâyet doğrudur; çünkü Kur’ân-ı Kerim de bunu te’yid etmektedir: “Ben, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak... gönderildim.” 295
İncil’in; “Kötüye karşı koyma!” sözü af ve müsâmahayı tavsiye mâhiyetinde olup, kısas hükmüne mâni değildir. Nitekim bu anlamda Kur’ân-ı Kerim’de de birçok âyet vardır 296. Özellikle Hz. İsa’nın sözü ve Kurân-ı Kerim’in Âl-i İmrân sûresinin 50. âyeti gözönüne alındığında İncil’de kısasın benimsendiğini söyleyebiliriz.
Roma Kanununda: Eski Roma kanununda öldürmenin cezâsı olarak kısas vardır. Ancak, bu herkese uygulanmazdı; suç işleyen devlet görevlisi ya da eşraftan biriyse, öldürülmez, sürgün edilirdi; orta tabakadan biriyse, boynu vurulurdu; aşağı tabadakan biriyse, çarmıha gerilirdi. Daha sonra çarmıha gerilme yerine vahşi hayvanların önüne önüne atılırdı. Sonra bu da dönüştürüldü. Roma, Civitas haline gelince de kişilere karşı işlenen fiillerin başında adam öldürme gelmekteydi. Daha önce intikam niyetiyle verilen cezâlar ve diyetler lağvedildi. Artık kasden adam öldürmede suçu işleyene ölüm cezâsı verilirdi.
Araplarda: Arapların da İslâm’dan önce başvurdukları bazı kıstasları bulunmaktaydı. Bunlardan biri, katilin öldürülmesi idi. “El-katlu enfâ li’l-katl = Öldürme, öldürmeyi yok eder” şeklindeki sözleri meşhurdur. Ancak bunu bir kin ve öç alma duygusuyla söylerlerdi. Bu konuda aşırıya giderek, bazen katilden başkasını öldürüyor, bir kişi yerine birçok kişiyi öldürüyorlardı; kadına karşı erkeği, köleye karşı hür insanı, hayvana karşı insanı öldürüyorlardı. Eğer öldürülen eşraftansa, öldürülenin yakınlarının istekleri bitmiyordu. Akla hayale gelmeyen şeyler isteyerek işi zorlaştırıyorlardı.
Bugünkü Türk Ceza Kanununda: Türk ceza kanunu, kasden insan öldürmenin suçunu üçe ayırmaktadır; ağır hapis, müebbet ağır hapis ve idam. “Kim,
291] Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 21/12-32; Tesniye, 29/2 vd.
292] Çıkış, 21/12
293] Çıkış, 21/16
294] Kitab-ı Mukaddes, Matta İncili 5/38-41
295] 3/Âl-i İmrân, 50
296] 41/Fussılet, 34 vb.
- 74 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir kimseyi kasden öldürürse, 24 seneden 30 seneye kadar ağır hapis cezasına mahkûm olur,297 öldürülen kişi akraba ise, ya da zehirlenme yoluyla öldürülürse, suçu işleyen müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.298 Türk Ceza Kanununun 450. maddesinde sıralanmış olan on bir şarttan birini taşıyorsa, öldürmenin cezası idamdır. Meselâ öldürülen kişi, katilin usûl ve fürûundan ise, T.B.M.M. üyelerinden biriyse, devlet memuruysa, kasden yapılmışsa, cezası idamdır. 299
Görülüyor ki, bahsi geçen bu hukuk sistemlerinde idam, yani kısas cezâsı vardır ve gâyesine uygun olarak veya olmayarak uygulanmıştır. Buna rağmen, günümüzde bazı insanlar, kısasın cezâ olarak uygulanamayacağını iddiâ etmektedirler. Hâlbuki, meşhur kuraldır: “El-cezâu min cinsi’l-amel = Cezâ, amel/suç cinsindendir. Öldürme suçu, aynı cinsten bir cezâ ile benzer bir öldürmeyle cezâlandırılmalıdır. Suç-cezâ eşitliği, adâletin gereğidir ve toplumun kurtuluşu buradadır. Suç-cezâ eşitliği bulunmadığı zamanlarda, kanunların dinlenmediği ve suçların arttığı bir gerçektir. Cezâ, caydırıcılığını kaybettiği an, cezâ olmaktan çıkmış demektir.
İslâm Hukukunda: İslâm hukukunda her şeyde orta yol ve adâlet tercih edilmiştir. İnsan hayatını garanti edebilmek için İslâm, kısası kabul etmiştir. Ancak Tevrat’taki gibi ifrâta da, birçoğunun anladığı mânâda İncil’deki tefrîte de düşmemiştir. Yukarıda geçtiği gibi Tevrat’ta öldürmenin cezâsı sadece öldürmedir. Suçluyu affetmek câiz değildir. İncil’de ise, birçoğunun anlayışına göre, “Bir yanağına vurana, diğer yanağını çevireceksin”300 ifâdesinden kısasın olmadığı bazılarınca anlaşılıyor. Kur’an ise, orta yolu tercih etmiştir; kısası prensip olarak kabul etmiş,301 ancak, öldürülenin velîlerine affetme hakkını da vermiştir (aynı âyetler). Hatta bunu teşvik etmiş, sevdirmiştir.302 Eski Roma hukukunda olduğu gibi, insanları çarmıha germeyi, ya da yırtıcı hayvanlara yem etmeyi reddetmiştir.
Özet olarak İslâm cezâ hukukunda, diğer ağır cezâlarda olduğu gibi kısasta da cezânın mümkün olduğu kadar kaldırılması hedeflenmiştir. İnsan hayatına tecâvüzleri önlemek için kısas benimsenmiştir. Fakat hangi sebeple olursa olsun öldürülen kadar öldürenin de yaşamına değer verilmiştir. Bu amaçla kısası gerektiren suçlarda gerek kanunî unsurların tam olarak gerçekleşmesinde, gerek isbatta âzamî hassâsiyet gösterilmiştir.
Diğer ağır cezâlarda af ve sulh geçerli olmadığı halde, yaşam ve organlar üzerinde sonuçlar doğuran kısasta, bir de mağdûrun isteğine bağlı olarak af ve sulh müesseseleri kabul edilmek sûretiyle kısasın uygulanması ileri derecede sınırlandırılmış ve kısas cezâsı, affa teşvikle neredeyse düşürülmüştür.
İslâm Hukukuna Göre Adam Öldürme ve Cezası
İslâm hukukunda katl, yani adam öldürme cinâyeti beş kısma ayrılmıştır:
1- Kasden öldürme: Ateşli silâh veya silâh yerine geçen yaralayıcı kılıç, bıçak ve balta gibi şeylerle vurup öldürmektir. Böyle bir suçu işleyen hem büyük günah
297] Türk Ceza Kanunu, madde 448
298] T.C.K. madde 449
299] Abdullah Pulat Gözüboyök, Türk Ceza Kanunu Şerhi, c. 4, s. 145-369
300] Kitab-ı Mukaddes, Matta’ya Göre İncil, 5/39
301] 2/Bakara, 178; 17/İsrâ, 33
302] 42/Şûrâ, 40; 2/Bakara, 237
KISAS
- 75 -
işlemiş olur ve hem de kısas cezasına çarptırılır. Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyrulur: “Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, ona lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”303; “Ey iman edenler! (Kasden) öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı).”304 Kasden öldürmede keffâret cezâsı yoktur. Katil, yakınını öldürmüşse, mirastan da mahrum olur.
2- Kasda benzeyen öldürme: Taş, sopa ve benzeri silâh olmayan şeylerle kasden vurup öldürmektir. Böyle bir cinâyeti işleyen de günahkâr olur. Keffâret öder ve ağır diyet cezâsı verir, mirastan mahrum olur.
3- Hata yoluyla öldürme: Hata; kasıtta hata ve fiilde hata olmak üzere iki kısma ayrılır. Av hayvanı diye insana ateş etmek kasıtta hata; başka bir hedefe atılan kurşunun insana isabet etmesi de fiilde hatadır. Böyle bir cinâyet işleyen günahkâr olmaz. Kendisine keffâret gerekir. Diyet ödemesi gerekmez; mirastan mahrum olur.
4- Hata yerine geçen öldürme: İnsanın uyku esnasında sağa sola dönmesi ile yanındakinin ölümüne sebep olması bu tür bir cinâyettir. Bu da hata yoluyla öldürme gibidir. Aynı hükümler burada da geçerlidir.
5- Sebep olarak öldürme: Bu, çeşitli şekillerde bir başkasının ölümüne sebep olmaktır. Meselâ, birinin kendi mülkü olmayan bir yere kuyu kazıp oraya bir başkasının düşerek ölmesi gibi. Böyle bir cinâyetten dolayı sadece diyet gerekir. 305
Kısasın Uygulanabilme Şartları
Hukukîliği Kur’an, Sünnet, icmâ ve aklî delille sâbit olan kısasın uygulanabilmesi için bazı şartlar vardır. Bunların bir kısmı katil (öldüren) ile bir kısmı maktûl (öldürülen) ile bir kısmı da katl (öldürme işi) ile diğer bir kısmı da, maktûlün velîsi ile ilgilidir.
Katilde bulunması gereken şartlar:
a- Katil, akıllı ve bülûğ çağına ermiş olmalıdır. Çocuk ve deliye kısas uygulanmaz. Ancak, dört mezhebe göre sarhoşa kısas uygulanır. Çünkü sarhoş mükelleftir. Sarhoşa içki içme haddi/cezâsı uygulandığı gibi kısas da uygulanır. Sedd-i Zerâî için de bu gerekli görülmüştür. Aksi takdirde öldürmek isteyen herkes, nasılsa cezâ uygulanmaz diyerek içki içip adam öldürmeye kalkışır.
b- Katil, kasden öldürmüş olmalıdır. Mâlikîler hâriç, diğer hukukçular, kasden öldürmeyi şart koşmuşlardı. Mâlikîlere göre, orta yerde düşmanlığın bulunması yeterlidir.
Maktulde bulunması gereken şartlar:
a- Maktul, öldürülmesi yasak olan birisi olmalıdır. Meselâ, düşman askerini öldürmek kısas gerektirmez, çünkü öldürülmesi yasak değildir. Buna karşın bir müslümanın, bir zimmînin öldürülmesi yasaktır.
b- Maktul, katilin bir parçası olmamalıdır. Buna göre, bir baba oğlunu
303] 4/Nisâ, 93
304] 2/Bakara, 178
305] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, 319; Ö. Nasuhi Bilmen, Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, 3/10
- 76 -
KUR’AN KAVRAMLARI
öldürdüğü için kısas edilmez; hukukçular bu konuda ittifak etmişlerdir. Ancak, Mâlikîler, babanın terbiye için değil de; bizzat onu öldürmek istediğinin iyice anlaşılması durumunda kısası gerekli görmüşlerdir.
c- Maktul, katile denk biri olmalıdır. Hanefîler hâriç, İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu bu şartı öngörmektedirler; ancak bu denklikten kasıt, din ve hürriyet denkliğidir. Hanefî mezhebine mensup hukukçular, bu konuda denklik aramamaktadırlar, zira onlara göre insanlar eşittirler; kısasla ilgili âyetlerin genel mânâsı da bunu gerektirir. Kısasla ilgili âyetlerden biri şöyledir: "Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür...” 306
Hanefîlere göre âyetin mânâsı şöyledir: “Ey iman edenler, öldürülenin katiline kısas yapmanız, size farz kılındı. Kimse kimseye karşı haksızlık yapmasın, aşırı gitmesin. Hür bir insan, hür bir insanı öldürdüğü zaman yalnız o hürü öldürün, köle köleyi öldürdüğü zaman da yalnız onu öldürün, kadına karşılık da sadece katil kadını öldürün. Hür yerine birçok hür, köle yerine hür, kadın yerine erkek öldürmeyin...” 307
Hanefîlere göre âyetin başı ve sonu birbirinden bağımsızdır. Diğerlerine göre, başı ve sonu birbirine bağlıdır. Hanefîler diyorlar ki; Allah, âyetin başıyla katilin öldürülmesini farz kılmıştır. Bu hüküm, bütün katillere şâmildir; katil ister hür olsun, ister köle, ister kadın olsun, ister erkek, değişmez; her katil öldürülür. “Hüre karşılık hür...” cümlesi ise, geçen hükmü te’yid şeklinde açıklamakta ve bazı kabilelerin tatbikatını yasaklamaktadır. Onlar, kölelerine karşılık hür öldürmek istiyorlardı. Âyet, onların zulmünü önlemekte ve ancak katilin öldürülebileceğini emretmektedir. Böylece, köle öldürmüş olan bir hürün öldürülmeyeceğine dair bir delil olmadığı gibi, kadın öldüren erkeğin öldürülmeyeceğine dair de bir delil yoktur. Âyetin başı, genel bir hüküm ifâde eder. Hür yerine hürün öldürülmesinin zikredilmesi, öteden beri uygulanan bir zulmü iptal etmektedir.
Kim zulmen öldürülürse, onun velîsine yetki veririz, ama o da öldürmede aşırı gitmesin!”308 Öldürülen ister müslüman olsun, ister zimmî, hür veya köle olsun, kadın ya da erkek olsun velîsine kısas isteme yetkisi verilmiştir. “Kim size tecâvüz ederse, onun size tecâvüz ettiği kadar siz de ona tecâvüz edin!”309; “Eğer cezâ verecekseniz size yapılan cezâ kadar cezâ verin...”310 âyetleri de kısası emretmektedir.
Sünnetten de kısastaki bu genel hükmün köleleri de kapsadığını öğrenmekteyiz. Hz. Peygamber, müslümanların kanlarının birbirine denk olduğunu söylemiş, köle ile hür arasında bir ayrım yapmamıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Kölesini öldüreni öldürürüz; onun burnunu, kulağını kesenin burnunu, kulağını keseriz ve onu iğdiş edeni iğdiş ederiz." 311 buyurmuştur. Mâlikî ve Şâfiîler, “Öldürmede kısas size farz kılındı...” 312 âyetinin başı ile sonu birbirini tamamlamaktadır diyerek âyetin,
306] 2/Bakara, 178
307] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c. 1, s. 291
308] 17/İsrâ, 33
309] 2/Bakara, 194
310] 16/Nahl, 126
311] Buhârî, İlim 39, Cihad 17, Diyât 24, 31; Ebû Dâvud, Diyât 7, 11, 147; Tirmizî, Diyât 18; Nesâî, Kasâme 9
312] 2/Bakara, 178
KISAS
- 77 -
“... kadına karşı kadın...” sözüne varınca ancak tamamlandığına inanmaktadırlar. Onlara göre de insan eşittir, ancak mûteber eşitlik hürrün hüre, kölenin köleye, kadının kadına eşit olduğudur; âyet bunu ifâde etmektedir. Bu görüşe göre, kadına karşılık erkeğin öldürülmemesi lâzım gelir. Ama kadını öldüren erkeğin öldürüleceği hakkında icmâ vardır. Fakat köle hüre eşit değildir. Bir köle için bir hür öldürülemeyeceğine göre, müslüman da zimmî karşılığında öldürülemez. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, "Kâfire karşılık bir mü'min yahut ahdi içerisinde bulunan bir ahidli (zimmî) öldürülmez." 313 hadisi, bunu kanıtlamaktadır.
Hanefîler bu hadisi şöyle anlamaktadırlar: “Bir müslüman ve bir sözleşmeli, savaşçı bir kâfire karşılık olarak öldürülmez.” Bu hadisi öyle anlamak gerektiğini de şöyle izah ederler: Burada sözleşmeliye (ahitliye) karşılık savaşçı denmek isteniyor. Çünkü zaten ahitliye karşı ahitlinin öldürüleceği icmâ ile kabul edilmiştir. Bu duruma göre kâfiri savaşçı ile sınırlama zorunluluğu açıktır.
Ebû Hanife’nin ictihadı, Kur’an’ın rûhuna daha uygundur. Çünkü Şâfiî ve Mâlikîler, bir yandan mûteber eşitlik meselesini ortaya atarken, kadın karşılığında erkeğin öldürülemeyeceği görüşleriyle bu prensiplerini bozmuşlardır. Ayrıca âyetten, ilk bakışta da anlaşılacağı gibi, böyle bir ayrım yapılacağını gösteren bir husus yoktur. Katil kim olursa olsun, birisini haksız yere öldürmüşse, kendisi de öldürülür.
3- Öldürme fiilinde bulunması gereken şartlar: Hanefîlere göre kısas gerektiren öldürme işinin doğrudan yapılmış olması gereklidir; doğrudan değil de, dolaylı olarak ölüme sebebiyet vermek, kısası değil, diyeti gerektirir. Hanefîlerin dışındaki hukukçular, bu şartı koşmamışlardır. Onlara göre ölüme sebebiyet vermek, doğrudan öldürmekten farksızdır ve kısas gerektirir. Kısaca cumhura göre, öldürmeye zorlamak gibi, hissî bir sebep, ya da yalancı şâhitlik gibi hukukî bir sebep yahut zehirli yiyecek vermek gibi örfî bir sebeple ölüme sebebiyet vermek kısas gerektirir.
4- Maktûlün velisinde bulunması gereken şartlar: Hanefîler, maktûlün kısasta hak sahibi olan velîsinin belli olmasını şart koşarlar. Şâyet bilinemiyorsa, kısas gerekmez. Çünkü velî belli değilse kim bu hakkı isteyecektir? Diğer hukuk ekolleri, bu şartı kabul etmemişlerdir. 314
Kur'ân-ı Kerim'de Kısas Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de “kısas” kelimesi, 4 yerde geçer.315 Bunun yanında, kısas kelimesi zikredilmediği halde, kısastan bahseden 4 âyet daha vardır. 316
"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür. Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse kısas düşer. Bundan sonra ma’rûfa/iyiye uymak, öldürülenin velîsine (gereken diyeti) güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gelir. O halde söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra saldırıya kalkışırsa, muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.” 317
313] Ebû Dâvud, Diyât 7, 11; Tirmizî, Diyât 17
314] Ahmet Yaşar, İslâm Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren Suçlar, s. 29-52
315] 2/Bakara, 178, 179, 194; 5/Mâide, 45
316] 2/Bakara, 237; 16/Nahl, 126; 17/İsrâ, 33; 42/Şûrâ, 40
317] 2/Bakara, 178
- 78 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, prensiplere uyar da kendinizi (kötülüklerden) korursunuz.” 318
“Haram aya karşılık, haram aydır. İşlenen suçlara karşılık da kısas vardır. Kim size saldırırsa siz de ona mukabele bil-misil olacak kadar saldırın (ileri gitmeyin). Allah’tan korkun. Bilin ki Allah muttakîlerle (aşırı gitmeyenlerle) beraberdir.” 319
“Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: ‘Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezâdır). Yaralar da kısastır (Her yaralama, misli ile cezâlandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zâlimlerdir.” 320
“... Affetmeniz takvâya daha yakındır. Aranızda iyilik ve ihsânı unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.” 321
“Eğer cezâ verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle cezâ verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.” 322
“Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velîsine (mirasçısına, hakkını alması için) yetki verdik. Ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin. Zâten (kendisine bu yetki verilmekle) o, yardıma mazhar olmuştur.” 323
“Bir kötülüğün cezâsı ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a âittir. Elbette O, zâlimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, böyle hareket edenlerin aleyhine bir yol (mes’ûliyet) yoktur (Onlar kınanmaz ve cezâlandırılmazlar). Sorumluluk, ancak, insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere yönelir. İşte böylelerine acı bir azap vardır. Kim sabreder ve affederse, şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir (bağışlayan kimse, mert ve azimli insanların yaptığı işi yapmıştır).” 324
Hadis-i Şeriflerde Kısas Kavramı
“Kim haksız yere, amden (bile bile) öldürülürse, velîsi şu üç şeyden birini tercihte serbesttir: Ya kısas ister, ya affeder veya diyet alır. Eğer dördüncü bir şey istemeye kalkarsa elinden tutun (engel olun)!” Sonra Rasûlullah (s.a.s.), Bakara sûresi, 179. âyeti tilâvet buyurdu. 325
“Kim mü’min bir kimseyi (amden) öldürürse, katil bu sebeple kısas olunur. Kim bu kısasa engel olursa Allah’ın lânet ve gazabı onun üzerine olsun! Allah onun farz veya nâfile hiçbir hayrını kabul etmez.” 326
“Kim, aralarında taş atışması veya kamçı ya da sopa darbı gibi durumlarla müphem şekilde öldürülürse (bunun hükmü); hatâen öldürme hükmüne tâbidir, diyeti de hata
318] 2/Bakara, 179
319] 2/Bakara, 194
320] 5/Mâide, 45
321] 2/Bakara, 237
322] 16/Nahl, 126
323] 17/İsrâ, 33
324] 42/Şûrâ, 40-43
325] Ebû Dâvud, Diyât 3, 4, hadis no: 4496, 4504; Tirmizî, Diyât 13, hadis no: 1406
326] Ebû Dâvud, Diyât 17, hadis no: 4539, 4540-41; Nesâî, Kasâme 29
KISAS
- 79 -
diyetidir. Kim bu diyetin yerine getirilmesine mâni olursa Allah’ın lânet ve gazabı üzerine olsun” Onun hiçbir farz ve nâfile hayrı kabul edilmeyecektir.” 327
"Kölesini öldüreni öldürürüz; onun burnunu, kulağını kesenin burnunu, kulağını keseriz ve onu iğdiş edeni iğdiş ederiz." 328
Vâil İbn Hucr (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’a (s.a.s.) bir adam geldi, bir başkasını kayışla bağlamış getiriyordu. “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu, kardeşimi öldürdü!” dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "Doğru mu? Bunun kardeşini mi öldürdün?" diye sordu. Getiren adam: : "O itiraf etmezse, aleyhine delil getirebilirim!" dedi. Öbür adam: "Evet, öldürdüm" diye itiraf etti. Peygamberimiz: "Onu nasıl öldürdün?" diye sordu. Adam açıkladı: "İkimiz bir ağaçtan yaprak silkiyorduk. Derken bana söverek beni kızdırdı. Ben de elimdeki balta ile başına vurup öldürdüm." (Diğer bir rivâyette şu ziyâde vardır: “Ben onu öldürmeyi düşünmemiştim.”) Rasûlullah (s.a.s.): "Kendin nâmına ona (fidye olarak) verebileceğin bir şey (para) var mı?" diye sordu. Adam: "Benim elbisemle baltamdan başka malım yok" cevabını verdi. "Kavminin seni satın alabileceklerini (sana gerekli diyet borcunu ödemek için para vereceklerini) tahmin eder misin?" diye sordu. Adam: "Ben kavmimce beş para etmem!" dedi. Allah'ın Rasûlü bunun üzerine diğer adama (ondan bu fakir suçluyu affetmesini istedi, fakat o kabul etmedi. Sonra;) bağladığı ipi atarak: "al arkadaşını!" buyurdu. Adam da onu alıp gitti. O gittikten sonra Rasûlullah (s.a.s.): "Onu öldürürse o da onun gibi olur (Hem katil hem öldürülen cehennemdedir)." Birisi, o adama giderek Rasûlullah'ın sözünü söyledi. O da Peygamber'in yanına döndü. "Yâ Rasûlallah! Duydum ki Sen 'Onu öldürürse o da onun gibi olur' buyurmuşsun; hâlbuki onu Senin izninle alıp götürdüm" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): Onun seninle kardeşinin günahlarınızı üzerine almasını istemez misin?" buyurdular. Adam: "Yâ Nebiyyallah! Hay hay" dedi. Peygamberimiz: "İşte bu onun gibidir" buyurdu. Adam da katili bıraktı, ona yol verdi. 329
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah zamanında bir adam birini öldürmüştü. Hâdise Peygamberimiz’e geldi. (Meseleyi araştırdıktan sonra) katili, maktûlün velîsine teslim etti. Katil: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben onu öldürmeyi kasdetmemiştim (kazâen öldürdüm)” dedi. Allah Rasûlü velîye: “Eğer bu sözünde sâdık ise, doğruyu söylüyorsa, bu durumda onu (kısas olarak) öldürdüğün takdirde ateşe gidersin!” buyurdu. Bunun üzerine maktûlün velîsi, adamı salıverdi. Adam bir kayışla bağlı idi, kayışını sürükleyerek uzaklaştı. Bundan sonra kendisine zu’n-nis’a (kayışlı) adı takıldı.” 330
Süraka İbn Mâlik (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’ın (s.a.s.), oğlu sebebiyle babaya kısas uyguladığına, fakat oğluna, babası sebebiyle kısas uygulamadığına şâhit oldum.” 331
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Bir oğlan, hile (sûikast) sûretiyle öldürülmüştü. Hz. Ömer (r.a.): ‘Bunun öldürülmesine San’a ahâlisi iştirak etmiş olsaydı, bu tek kişi
327] Ebû Dâvud, Diyât 17, 18, hadis no: 4539, 4540, 4591; Nesâî, Kasâme 29
328] Buhârî, İlim 39, Cihad 17, Diyât 24, 31; Ebû Dâvud, Diyât 7, 11, 147, hadis no: 4515-4518; Tirmizî, Diyât 18, hadis no: 1414; Nesâî, Kasâme 9
329] Müslim, Kasâme, 32, 33, hadis no: 1680; Ebû Dâvud, Diyât 3, hadis no: 4499, 4500, 4501; Nesâî, Kasâme 5
330] Tirmizî, Diyât 13, hadis no: 1407; Ebû Dâvud, Diyât 3, hadis no: 4493; Nesâî, Kasâme 5
331] Tirmizî, Diyât 9, hadis no: 1399
- 80 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yüzünden bütün San’a halkını öldürürdüm!’ dedi.” Bir başka rivâyette: “Dört kişi bir çocuğu öldürmüştü Hz. Ömer dedi ki...” diye başlar ve yukarıdaki gibi devam eder. 332
"Kâfire karşılık bir mü'min yahut ahdi içerisinde bulunan bir ahidli (zimmî) öldürülmez." 333
İbn Firâs, Hz. Ömer’den (r.a.) naklediyor: “Rasûlullah’ı (s.a.s.) gördüm, (başkasının lehine olarak) kendi nefsine kısas uyguluyordu.” 334 Rasûlullah, adâlete verdiği ehemmiyetin bir delili olarak kendisine kısas uygulamıştır. Hz. Ömer bu sözleriyle, Rasûlullah’ın: “kimin bende hakkı varsa gelsin alsın, kime haksız olarak vurmuşsam gelsin vursun!” mânâsındaki zaman zaman yaptığı talepleri kasdetmiş olmalıdır. Bu hususta Ebû Dâvud’un kaydettiği bir örnek şöyledir: Ebû Said anlatıyor: “Rasûlullah bir taksim yapıyordu. Bir adam ilerleyerek geldi ve üzerine eğilip bakmaya başladı. Allah Rasûlü elindeki hurma dalını yüzüne dürterek “çekil!” dedi. Dal adamın yüzünü kanattı. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Gel (aynı şeyi bana yaparak), kısasta bulun!” dedi ise de, adam: ‘Hayır, affettim ey Allah’ın Rasûlü’ dedi.” Ensardan mizahçı/şakacı bir zat vardı. (Bir gün yine) Konuşup yanındakileri güldürürken Rasûlullah (s.a.s.) elindeki çubuğu (şaka yollu) adamın böğrüne dürttü. Bunun üzerine adam: “Ey Allah’ın Rasûlü, (canımı yaktınız.) Müsâade edin kısas yapayım!” dedi. Allah Rasûlü de: “Haydi yap!” buyurdu. Adam: “Ama üzerinizde gömlek var, benim üzerimde yoktu (kısasın tam olması için çıkarmalısınız!” dedi. Adamın talebi üzerine, Peygamberimiz gömleğini kaldırıp böğrünü açtı. Adam, Rasûlullah’ı kucaklayıp böğrünü saygıyla öpmeye başladı ve: “Ben bunu arzu etmiştim ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. 335
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in de, nefislerine kısas tatbik ettiklerine dâir rivâyetler gelmiştir. İslâm, idârecilere teşrîî ma’sûniyet tanımaz.
Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.)’ı, kendisine her ne zaman kısas bulunan bir dâvâ getirildiğinde, mutlaka her seferinde affetmeyi emrediyor gördüm.” 336
Ebû Cuheyfe (r.a.) anlatıyor: “Hz. Ali’ye (r.a.): ‘Ey mü’minlerin emîri! Yanınızda Kur’an’da bulunmayan yazılı bir şey var mı?’ diye sormuştum. Şöyle cevap verdi: ‘Hayır! Dâneyi yar(ıp ondan filizi çıkar)an ve insanı yaratan Zâta kasem olsun! Bildiğim şeyler, Allah’ın, Kur’an’da olanı anlamak üzere kişiye verdiği anlayış ve bir de şu sahifede bulunanlardır. ‘Peki, bu sahifede ne var?’ dedim. ‘Diyet(le ilgili ahkâm), esirlerin hürriyete kavuşturulması (ile ilgili tavsiye ve teşvik), kâfir mukabilinde müslümanın öldürülmeyeceği!’ cevabını verdi.” 337
Kays İbn Ubâd (r.a.) anlatıyor: “Ben ve El-Eşter en-Nehâî, Hz. Ali’nin (r.a.) yanına gittik. Kendisine: ‘Rasûlullah (s.a.s.), bütün insanlara şâmil olmayan husûsî bir tâlimde bulundu mu?’ dedik. Bize: ‘Hayır! Ama, şu sahifede bulunanlar var!’ dedi ve kılıcının kabzasından bir sayfa çıkardı. İçerisinde şunlar vardı:
332] Buhârî, Diyât 21; Muvattâ, Ukûl 13
333] Ebû Dâvud, Diyât 7, 11; Tirmizî, Diyât 17
334] Nesâî, Kasâme 23
335] Ebû Dâvud, Edeb 160, hadis no: 5224
336] Ebû Dâvud, Diyât 3, hadis no: 4497; Nesâî, Kasâme 27
337] Buhârî, Diyât 31, İlim 39, Cihad 171; Tirmizî, Diyât 16, hadis no: 1412; Nesâî, Kasâme 12
KISAS
- 81 -
‘Mü’minlerin kanı eşittir. Onlar kendilerinden başkalarına karşı tek bir el gibidirler. Onlar içlerinden en âdîlerinin verdiği emâna (bile) uyarlar. Haberiniz olsun: Mü’min, kâfir mukabilinde öldürülmez; ahd (antlaşma) sahibi de anlaşma müddeti esnâsında (küfrü sebebiyle) öldürülmez. Kim bir cinâyet işlerse sorumluluğu kendine âittir (başkasını ilzâm etmez). Kim bir cinâyet işler veya câniyi himâye ederse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun!” 338
Câriye İbn Zafer (r.a.) anlatıyor: "Bir adam bir başkasının kolunun ön kısmını bir kılıç vurarak mafsal olmayan bir yerden koparıp attı. Kolu koparılan adam Rasûlullah (s.a.s.)'a mürâcaatla kolunu kesenden hakkını almasını istedi. Rasûlullah (s.a.s.) kolu kesilene diyet ödemeyi emretti. Adam: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben kısas istiyorum' dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Diyetini al, Allah diyeti hakkında mübârek kılacaktır!" buyurdular ve kısasa hükmetmediler." 339
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Bir yahûdi kadın Rasûlullah’a (s.a.s.) şetmde bulunuyor (sövüyor), hakaretler ediyordu. Bir adam onu boğarak öldürdü. Rasûlullah (s.a.s.) kadının kanını bâtıl kıldı (cezâsız bıraktı).” 340
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: “Âmâ, yani gözleri kör bir zât, ümmü veled olan câriyesini, Rasûlullah’a (s.a.s.) şetmettiği (sövdüğü) için öldürdü. Rasûlullah (s.a.s.) câriyenin kanını heder etti (cezâsız bıraktı).” 341
Enes (r.a.) anlatıyor: “Bir yahûdi, gümüş takıları için bir câriyeyi taşla öldürmüştü. Câriye Rasûlullah’a (s.a.s.) getirildi. Henüz canını teslim etmemişti. Kadıncağıza (bazı isimler sayılarak): ‘Seni falanca mı öldürdü?’ diye soruldu. Başıyla ‘Hayır!’ diye işaret etti. ‘Seni filan mı öldürdü?’ diye bir başka isim zikredildi. Kadıncağız yine: ‘Hayır!” mânâsında başıyla işaret etti. Üçüncü kere (başka ismi) sordu. Bu sefer: ‘Evet!’ anlamında başıyla işaret etti. Bunun üzerine Rasûlullah adamı (yakalattı, adam suçunu itiraf etti ve kadını öldürdüğü şekilde) iki taşla öldürdü; başını iki taş arasında ezdi.” 342
Sa’lebe İbn Zehdem el-Yerbû’î (r.a.) anlatıyor: “Ensârdan bir grup insan gelip: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Şunlar Benî Sa’lebe İbn Yer’bû’dur. Câhiliyye devrinde falan kimseyi öldürdüler!’ dedi. Aleyhissalâtu ve’s-selâm sesini yükselterek: ’Bir kimse diğerinin cinâyetinden sorumlu olmaz.” (Diğer rivâyette: ’Anne, çocuğu adına cinâyet işlemez, cinâyeti kendi adınadır!’) buyurdular.” 343
"Şüpheli durumlarda hadleri (cezâları) kaldırın." 344
“Öldürme tarzında insanların en ölçülüsü, iman sahipleridir.” 345
Abdullah İbn Zeyd el-Ensârî (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) müsle (denen daha çok savaşta düşmana karşı câhiliyye döneminde uygulanan göz çıkarmak, burun, dudak, kulak kesmek, karın deşmek gibi tecâvüzler)den, yağmacılıktan men etti.” 346
338] Ebû Dâvud, Diyât 11, hadis no: 4530; Nesâî, Kasâme 8
339] Kütüb-i Sitte Muht. Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 329, hadis no: 824 -2636- (6811)
340] Ebû Dâvud, Hudûd 2, hadis no: 4362
341] Ebû Dâvud, Hudûd 2, hadis no: 4361; Nesâî, Tahrîm 16
342] Buhârî, Diyât 7, 4, 5, 12, 13, Husûmât 1, Vesâyâ 5; Müslim, Kasâme 15, hadis no: 1672; Ebû Dâvud, Diyât 10, hadis no: 4527-4529; Tirmizî, Diyât 6, hadis no: 1394; Nesâî, Kasâme 11
343] Nesâî, Kasâme 39
344] Feyzu'l-Kadîr, 1/227
345] Ebû Dâvud, Cihad 120, hadis no: 2666; İbn Mâce, Diyât 30, hadis no: 2681, 2682
346] Buhârî, Mezâlim 30, Zebâih 25
- 82 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Diyet ve Kasâme
Diyet: İnsanın veya insan uzvunun telef edilmesi karşılığı olarak verilmesi gereken tazminata, kan bedeline diyet denir. Kur’ân-ı Kerim’de: “Yanlışlıkla (hatâen) olması dışında bir mü’minin bir mü’mini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mü’mini öldüren kimsenin, mü’min bir köle âzâd etmesi ve ölenin âilesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğerki ölünün âilesi o diyeti bağışlamış olsun (Bu takdirde diyet vermez). Eğer ölen mü’min olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mü’min bir köle âzâd etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda andlaşma bulunan bir toplumdan ise âilesine teslim edilecek bir diyet ve bir mü’min köleyi âzâd etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşi peşine oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.”347 Diyetin meşrûiyeti, Kitap, Sünnet ve sahâbe-i kirâmın icmâı ile sâbittir. Bilindiği gibi kasden öldürme olayında “kısas” gündeme girer. Kısas cezâsında, hem Allah Teâlâ’nın hukuku, hem kul hukuku bir aradadır. Kısasın icrâ edilebilmesi için, öldürülen kimsenin velîsinin cezânın tatbikini istemesi esastır. Zira Kur’ân-ı Kerim’de: “Kim, mazlum olarak öldürülürse, biz onun (öldürülenin) vesilesine bir salâhiyet vermişizdir. O da (öldürülenin velîsi), öldürmekte aşırı gitmesin. Çünkü o, zaten yardıma mazhar olmuştur.” 348 hükmü beyan buyrulmuştur. Öldürülen kimsenin velîsi, kısası talep etmek veya diyete râzı olmak noktasında serbesttir. Rasûl-i Ekrem’e (s.a.s.) “kısas”la ilgili herhangi bir mesele arzolunduğu zaman, maktûlün velîlerine, affetmelerini tavsiye buyurmuştur. 349 Dolayısıyla, mü’minlerin emîri, öldürülenin velîlerine affetmelerini veya sulh yapmalarını tavsiye eder. Ancak kesinlikle bu konuda zorlama yapmak veya kendisi af yetkisi kullanma yönünde selâhiyet sahibi değildir. Kısasın tatbiki, affetme veya sulh yapma noktasında tek yetkili, maktûlün velîsidir. Esasen, zarara uğrayanların başında da, maktûlün velîleri gelir.
İnsan veya insanın bir uzvunun telef edilmesi, kasden veya hatâen olabilir. Mü’min bir erkek, hatâen bir kardeşini öldürürse, maktûlün velîsine diyet vermek mecbûriyetindedir. Bu husus kat’î nassla sâbittir. Diyetin miktarı, öldürülen kimsenin erkek veya kadın olması halinde farklılaşır. Ayrıca hür olan bir kimsenin diyeti ile kölenin diyeti aynı değildir. Dolayısıyla diyetin miktarına, hürriyet ve cinsiyet durumu etki eder. Öldürülen mü’min bir erkeğin diyetinin bin dinar altın olduğu Sünnet’le sâbittir. Ebû Hanife, diyetin yüz deve 350 veya bin dinar altın (bin altın) veya on bin dirhem gümüş olarak verilmesinin esas olduğunu söylemiştir.351 İmâmeyn’in bu husustaki tesbiti ise şu şekildedir: “Bu üç ana ölçünün dışında, iki yüz sığır veya iki bin koyun olarak da vermek mümkündür.” Rasûlullah’ın (s.a.s.) döneminde bir koyunun bedeli, beş dirhem gümüştür. İki bin koyun, beş dirhem gümüşle çarpılırsa, karşımıza on bin dirhem gümüş çıkar. Dolayısıyla bütün bu ölçüler, mâlî değer olarak birbirine eşittir.
Öldürülen kimsenin müslüman olup olmamasının diyetin miktarına etki edip etmemesi hususunda iki ayrı görüş vardır. Hanefî fukahâsı, Rasûlullah’’ın: “Her ahid sahibinin diyeti bin dinar altındır”352 hadisini esas alarak, Dâru’l-İslâm
347] 4/Nisâ, 92
348] 17/İsrâ, 33
349] Ahmed bin Hanbel, III/213, 252; İbn Mâce, Diyât 35
350] Tirmizî, Diyât 1
351] Ebû Dâvud, Diyât 16; Nesâî, Kasâme 33
352] Ebû Dâvud, Diyât 16
KISAS
- 83 -
tebaasından olan gayrı müslimin (zimmînin) diyeti, tıpkı müslümanın diyeti gibidir, hükmünde ittifak etmiştir. Abdullah bin Mes’ûd’dan (r.a.) da, müslüman ile zimmet sahibinin diyetinin eşit olduğuna dair bir rivâyet vardır. Ayrıca Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer dönemindeki uygulama da aynı şekilde olmuştur. İkinci görüşe gelince, İmam Şâfiî (r.a.) Amr bin Şuayb’dan (r.a.) rivâyet edilen: “Zimminin (gayrı müslimin) diyeti; müslümanların diyetinin yarısıdır.”353 hadisini esas alarak eşitlik sözkonusu olmayacağını beyan etmiştir.
Kadının diyeti, nefse kıymak (yani öldürmek) veya uzvu telef etmek noktasında erkeğin diyetinin yarısıdır.354 Bu hüküm mevkuf olarak Hz. Ali’den (r.a.), merfû olarak Rasûlullah’tan rivâyet edilmiştir. Hür bir mü’minin diyeti ile kölenin diyeti de birbirine eşit değildir. Dolayısıyla diyetin miktarına, Hanefî fukahâsına göre hürriyet ve cinsiyet tesir etmektedir. İmam Şâfiî’ye göre ise, İslâm, hürriyet ve cinsiyeti diyetin miktarının belirlenmesinde esas alır.
İnsan uzvunun koparılması veya ta’tili (iş göremez hale getirilmesi) veya yaralanmasında, mağdûra ödenmesi vâcip olan mala “erş” denilir. Tabii ki, erşin vâcip olması için misli sözkonusu olmadığından kısas tatbik edilemez olmalıdır. Zira kasden uzvun koparılmasında da, misli sözkonusu olduğu süre içerisinde kısas esastır. Hem kısas imkânı olmaz, hem kat’i nasslarla beyan edilmiş erş miktarı bilinemezse, ehl-i hibre tâyini gündeme girmektedir. Ehl-i hibrenin (bilirkişi heyetinin) mağdûra ödenmesini esas aldığı mala da “hükümet-i adl” ismi verilir. Dolayısıyla insana veya insan uzvuna karşı, hatâen işlenen her cürümde mutlaka mağdura veya velîsine mal ödenir.
Hatâen veya hata yerine sayılan öldürme çeşitlerinde, diyetle birlikte keffâret de gündeme gelir. Keffâret, mü’min bir köleyi âzâd etmek veya buna imkân bulunamazsa, iki ay fâsılasız (devamlı) oruç tutmaktır.355 Ayrıca, keffâretlerde illet kat’î olarak tesbit edilemeyeceği için, ictihad gündeme giremez. Bu sebeple hatâen veya hata yerine sayılan öldürmelerde yoksul ve miskinleri doyurmak, keffâret yerine geçmez. Çünkü “mü’min bir köleyi âzâd etmek veya iki ay fâsılasız oruç tutmak” hususunda kat’î nass mevcuttur.
İslâm ulemâsı, “diyetin kim tarafından ve nasıl ödeneceğini” izah ederken, “akıle” üzerinde durmuştur. Bilindiği gibi, akıl kelimesi, men etmek, tutmak ve korumak gibi mânâlara gelmektedir. Hatâen bir cürüm işleyen kimseden diyet borcunu kaldırmak ve onun suç işlemesini önlemek, baba tarafından en yakın akrabaların görevidir. Rasûlullah’ın (s.a.s.), Huzeyl kabilesinden iki kadının kavgası sonucu ortaya çıkan cenin cinâyetini hükme bağlarken, hâmile kadının karnına vuranın âkılesine hitâben: “Kalkın, ceninin diyetini (ğurreyi) verin.”356 emri, bu hususta kat’î bir delildir. Kasden işlenen cinâyetlerde âkıle herhangi bir ödemede bulunmaz.
Hanefî fukahâsı: “Beş yüz dirheme kadar olan cezâlarda, âkile hiçbir şey ödemekle mükellef değildir. Bunu cinâyeti işleyen kimse bizzat kendisi öder. Beş yüz dirhem gümüşü (yaklaşık 100 koyun fiyatını) aştığı zaman, suçlunun âkılesine dâhil olan (kadın ve çocukların dışındaki her fert) üç veya dört dirhem ödemek
353] Ebû Dâvud, Diyât 16-21
354] Müslim, Kasâme, 36, 37
355] 4/Nisâ, 92
356] Müslim, Kasâme 11; Ebû Dâvud, Diyât 21;Tirmizî, Diyât 18; İbn Mâce, Diyât 17
- 84 -
KUR’AN KAVRAMLARI
durumundadır. Hz. Ömer (r.a.), Rasûlullah’tan bu ödemenin üç yıl içerisinde olacağını rivâyet etmiştir. Hatâen bir cinâyet işleyen kimsenin, yakın veya uzak hiçbir akrabâsı veya bağlı bulunduğu bir divan yoksa, Beytü’l-Mâl, âkıle görevini üstlenir ve İslâm devleti diyeti öder. 357
Kasâme: Katili meçhul cinâyetlerde maktûlün bulunduğu köy veya mahalle halkından elli kişinin Allah’a yemin ederek “öldürmedik ve öldüreni de görmedik” diye yemin etmeleri anlamında bir İslâm cezâ hukuku terimidir. Bunu talep etmek ve yemin edecek elli erkeği seçmek maktûlün velîsinin hakkıdır. Hanefîler dışında çoğunluk İslâm hukukçularına göre, öldürülenin velîleri cinâyeti başka bir delille isbat edemezlerse, suçlunun aleyhine yemin ederler. Onlardan herbiri Allah’a yeminle “ona filanca vurdu ve öldü veya onu falanca öldürdü” diye yemin eder.
Kasâmenin delili sünnettir. Ensârdan biri şöyle rivâyet etmiştir: “Hz. Peygamber kasâmeyi câhiliyye devrinde olduğu üzere bıraktı.”358 Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Delil getirme iddiâ edene, yemin ise, inkâr edene âittir. Ancak kasâme bundan müstesnâdır.”359 Kasâmenin amacı, müslümanın canını korumak, kanın yere dökülmesini önlemek ve suçlunun cezâsız kalmasını engellemektir. Hz. Ali, Ömer’e (r.a.) Cuma namazı veya Kâbe’yi tavaf sırasında izdihamından ölen kimseler hakkında şöyle demiştir: “Ey mü’minlerin emîri, eğer öldüreni bilirsen hiçbir müslümanın kanı boşa gitmez. Aksi halde onun diyetini Beytülmâl’den ver.”
Yemin sırasında cinâyeti üstlenen çıkmazsa, o mahalle veya köy halkının mükellef erkeklerine diyetle hükmolunur. İnsanların oturduğu yerden, ses işitilmeyecek kadar uzakta, kırlarda bulunan ölünün, cinâyet sonucu öldürüldüğü belli ise, diyeti devlete âittir. İslâm, suç işlemeleri önlemek için kollektif sorumluluk esasını getirmiştir. Yine katilin asabe veya âkılesinin kasâme ve diyetle yükümlü tutulmasının sebebi, maktûlün bulunduğu yerde, öldürülmezden önce, hayatını korumadaki eksiklikleri ve cânînin saldırısına karşı ona yardım ve himâye etmemeleridir. Nitekim yanlışlıkla (hatâen) öldürmede âkılenin diyetle yükümlü tutulmasının sebebi de budur.
1) Öldürenin meçhul olması, eğer katil biliniyorsa kasâme usûlü uygulanamaz. Şartları varsa, kasden öldürmede kısas, şibhü’l-amd (kasda benzer) ve hatâen öldürmede ise diyet gerekir.
2) Öldürülende yara, vurma vb. öldürme eserinin bulunması gerekir. Bunlar olmazsa kasâme ve diyet gerekmez. Kendi kendine ölmüş sayılır. Ağız, burun, dübür ve cinsiyet uzvundan kan gelmiş olsa yine bir şey gerekmez. Çünkü bu yerlerden kan, bir harbe olmaksızın normal olarak gelebilir. Bununla onun öldürüldüğü anlaşılmaz. Ancak kan, göz veya kulaktan gelmiş olursa kasâme ve diyet sözkonusu olur.
3) Öldürülenin insan olması. Hayvan için kasâme yoluna gidilmez.
4) Öldürülenin velîleri tarafından mahkemeye dâvâ açması. Çünkü kasâme bir yemindir. Yemin ise dâvâsız hukukî bir anlam taşımaz.
357] Yusuf Kerimoğlu, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 409-410
358] Buhârî, Diyât 22, Menâkıbu’l-Ensâr 27; Ebû Dâvud, Diyât 8, 9
359] eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VII/39
KISAS
- 85 -
5) İtham edilenin suçu inkâr etmesi. Çünkü yemin inkâr edenin görevidir. Sanık suçu itiraf ederse, kasâme sözkonusu olmaz.
6) Dâvâcının kasâme talebinde bulunması. Çünkü yemin teklif etmek dâvâcının hakkıdır.
7) Maktûlün bulunduğu yerin bir kimsenin mülkü veya yararlandığı bir yer olması. Çünkü insanlar mülk edindiği veya kira akdi gibi bir yolla yararlandığı yerin güvenliğinden sorumlu tutulabilir.
Büyük câmilerde, umûma âit cadde, köprü ve çarşılarda veya cezâevinde bulunan maktûl için kasâme yapılmaz. Çünkü bu yerler, bir kimsenin mülkü veya tasarrufunda olan yerler değildir. Burada diyet Beytülmâl tarafından ödenir. Mahalle mescidinde bulunursa, o mahalle halkı kasâmeye dâvet edilebilir. Gemi, uçak, otobüs ve tren gibi araçlarda katili bilinmeyen bir ceset bulunsa, kasâme bu araçlarda bulunan kimselere yöneltilir. Çünkü bu araçlar onların elinde sayılır.
Sonuç olarak, tasarrufu bir kimseye veya cemaate değil de, müslüman toplumuna âit olan her yerde kasâme ve diyet fertlere gerekmez. Diyeti devlet öder. 360
Kur’ân-ı Kerim’de Cinâyet Suçu
Kur’ân-ı Kerim’de adam öldürmenin haram olduğunu bildiren birçok âyet vardır.361 “Sefkü’d-dimâ’ (kan dökmek) deyimi Kur’an’da 2 âyette yer alır. Öldürmek anlamına gelen “katl” kelimesi türevleriyle birlikte 170 yerde, “kısas” kelimesi de 4 yerde geçer.
Kur’an’ın haber verdiğine göre, ilk kan döken kimse, Hz. Âdem’in oğlu Kabil’dir. Onun kardeşi Hâbil’i öldürmesi, bir cana kıymanın ötesinde, tüm insanlığa tecâvüz anlamına gelir.362 Kur’an, bir insanı haksız yere öldürenin, bütün insanlığı öldürmüş gibi suçlu sayılacağını söyler.363 Kur’an, katil için kısas cezasını emreder.364 Kur’an, adam öldürme fiilini işleyenlerin uhrevî cezalarını da açıklar. Kim, kasden bir mü’mini öldürürse, cezası ebedî cehennemdir, Allah’ın gazabı ve lâneti de onadır. 365
“(Ey İsrâiloğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz.” 366
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür. Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse kısas düşer. Bundan sonra ma’rûfa/iyiye uymak, öldürülenin velîsine (gereken diyeti) güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gelir. O halde söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Kim bundan sonra saldırmaya kalkışırsa, muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, prensiplere uyar
360] Hamdi Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 312
361] 2/Bakara, 178-179; 4/Nisâ, 92-93; 5/Mâide, 32, 45; 17/İsrâ, 33
362] 5/Mâide, 27-31
363] 5/Mâide, 32
364] 2/Bakara, 178-179
365] 4/Nisâ, 93
366] 2/Bakara, 84
- 86 -
KUR’AN KAVRAMLARI
da kendinizi (kötülüklerden) korursunuz.” 367
“Ey iman edenler! ...Kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir. Kim düşmanlık ve haksızlıkla bunu yaparsa, (bilsin ki) onu ateşe sokacağız; bu ise Allah'a çok kolaydır.” 368
“Yanlışlıkla olması dışında bir mü’minin bir mü’mini öldürmeğe hakkı olmaz. Yanlışlıkla bir mü’mini öldüren kimsenin, mü’min bir köle âzâd etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Eğer ölünün ailesi, o diyeti bağışlamış olursa (bu takdirde diyet vermez). Eğer ölen mü’min olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise, mü’min bir köle âzâd etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mü’min köleyi âzâd etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşi peşine oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, ona lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” 369
“Bu nedenle, İsrâiloğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur…” 370
“Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: ‘Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa, kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zâlimlerdir.” 371
“De ki: ‘Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizin de onların da rızkını Biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve haksız yere Allah’ın yasakladığı cana kıymayın! İşte şu size anlatılanları Allah vasiyet etti. Umulur ki düşünüp anlarsınız.” 372
“Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da, sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek, gerçekten büyük bir suçtur.” 373
“Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velîsine (mirasçısına, hakkını alması için) yetki verdik. Ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) o, yardıma mazhar olmuştur.” 374
“Onlar (o mü’minler) ki, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zinâ etmezler. Bunları yapan, günahı(nın cezasını) bulur. Kıyâmet günü azâbı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır. Ancak tevbe edip iyi davranışta bulunanlar başka...” 375
367] 2/Bakara, 178-179
368] 4/Nisâ, 29-30
369] 4/Nisâ, 92-93
370] 5/Mâide, 32
371] 5/Mâide, 45
372] 6/En’âm, 151
373] 17/İsrâ, 31
374] 17/İsrâ, 33
375] 25/Furkan, 68-70
KISAS
- 87 -
“Diri diri toprağa gömülen kızlara, ‘suçunuz neydi, hangi günah sebebiyle öldürüldünüz?’ diye sorulduğunda... her kişi (hayır ve şerden) neler yapıp getirdiğini anlar.” 376
Hadis-i Şeriflerde Cinâyet
“Müslümanın kanı ancak üç şeyden birisi ile helâl olur. Zina eden evli, cana karşılık can (kısas), dinini terk edip İslâm cemaatından ayrılan kimse.” 377
Vedâ haccında Peygamberimiz, muazzam kalabalığa şöyle demiştir: “...Şüphesiz, sizin kanlarınız ve mallarınız; bu gününüzün, bu ayınızın ve bu beldenizin haram olduğu gibi birbirinize haramdır.” 378
“Yedi helâk edici günahtan uzak durun.” Denildi ki, ‘Ya Rasûlallah, onlar nelerdir?’ Şöyle buyurdu: “Allah’a şirk koşmak, bir cana kıymak, sihir yapmak, fâiz yemek, yetim malı yemek, cihaddan/savaştan kaçmak, iffetli ve hiçbir şeyden habersiz mü’min bir kadına zinâ iftirası atmak.” 379
“Her günahı Allah’ın mağfiret buyurması muhtemeldir. Ancak, bilerek mü’mini öldüren veya kâfir olarak ölen kimse hâriç.” 380
“Mü’minin öldürülmesi, Allah katında, dünyanın zevâlinden daha büyük (bir hâdise)dir.” 381
“Kim kasten öldürürse, bunun hükmü kısastır.” 382
“Kıyâmet gününde insanlar arasında hükmü verilecek ilk dâvâ, kan dâvâlarıdır.” 383
“Dünyanın tamamen yok olması, Allah indinde müslüman bir adamın öldürülmesinden daha hafiftir.” 384
“Gökler ve yer, bir mü’minin kanını (haksız yere) dökmek için birleşmiş olsa, Allah onların hepsini cehenneme atar.” 385
“Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki, katilin günahından bir misli Hz. Âdem’in ilk oğluna (Kabil’e) gitmemiş olsun. Çünkü o, haksız öldürme yolunu ilk açandır.” 386
“Kim, yarım sözcükle de olsa bir müslümanın öldürülmesine yardım ederse kıyâmet gününe, iki gözünün arasına (Allah’ın rahmetinden umutsuzdur) yazısı yazılmış olarak gelir.” 387
“Mü’min, haram kana bulaşmadıkça dininde genişlik içindedir.” 388
376] 81/Tekvîr, 8-9, 14
377] Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kasâme 25, 26; Ebû Dâvud, Hudûd 1; Tirmizî, Diyât 10, Hudûd 15; Nesâî, Tahrîm 5
378] Buhâri, İlim 37, Hacc, 132, Hudûd, 9; Müslim, Hacc 147; Tirmizî, Fiten 6
379] Buhârî, Vesâyâ 23, Hudûd 28; Müslim, İman 144
380] Nesâî, Tahrîm 1 -7, 81-
381] Nesâî, Tahrim 2 –7, 83-
382] Ebû Dâvud, Diyât 5
383] Buhârî, Diyât 1; Müslim, Kasâme 8, hadis no: 28
384] Tirmizî, Diyât 7
385] Tirmizî, Diyât, 8
386] Buhârî, Diyât 2, Enbiyâ 1, İ’tisâm 15; Müslim, Kasâme 27, Tirmizî, İlm 14
387] İbn Mâce, Diyât 1
388] Buhârî, Diyât 1
- 88 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Kim haksız yere, bile bile öldürülürse velîsi şu üç şeyden birini tercihte muhayyerdir: Ya kısas ister; ya affeder yahut diyet alır. Eğer dördüncü bir şey istemeye kalkarsa elinden tutun (mâni olun)!” Sonra Rasûlullah şu âyeti okudu: “Kim bundan sonra tecâvüz ederse, ona elîm bir azap vardır.” 389
“Kim mü’min bir kimseyi kasden öldürürse, katil bu sebeple kısas olunur. Kim bu kısasa mâni olursa Allah’ın lânet ve gadabı onun üzerine olsun! Allah onun farz olsun, nâfile olsun hiçbir hayrını kabul etmez.” 390
“Kim kölesini öldürürse, biz de onu öldürürüz. Kim de kölesinin (burnunu, kulağını keserek) sakatlarsa, biz de onun (burnunu, kulağını keserek) sakatlarız.” 391
“Mü’minlerin kanı eşittir. Onlar kendilerinden başkalarına karşı tek bir el gibidirler. Onlar içlerinden en âdîlerinin verdiği emana uyarlar. Haberiniz olsun: Mü’min, kâfir mukabilinde öldürülmez; ahd (antlaşma) sahibi de anlaşma müddeti esnasında (küfrü sebebiyle) öldürülmez. Kim bir cinâyet işlerse sorumluluğu kendine aittir (başkasını ilzâm etmez). Kim bir cinâyet işler veya câniyi himâye ederse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun!” 392
“İki müslüman birbirine kılıç çekip saldırırsa öldüren de, öldürülen de ateştedir.” “Ya Rasûlallah, öldüren ateşte, ama öldürülen niçin ateşte oluyor?” dediler. Buyurdu ki: “Çünkü o da arkadaşını öldürmek istiyordu.” 393
“Kim kendisini dağdan atarak intihar ederse o cehennemlik olur. Orada ebedî olarak kendini dağdan atar. Kim zehir içerek intihar ederse, cehennem ateşinin içinde elinde zehir olduğu halde ebedî olarak ondan içer. Kim de kendisine bıçak gibi bir demir saplayarak intihar ederse, cehennemde ebedî olarak o demiri karnına saplar.” 394
Cinâyet; Büyük Zulüm
Kur’an’da haksız yere adam öldürmek, şirkin hemen ardından gelen büyük günahlardan biri olarak belirtilir. Şirk koşmadan Allah’a iman eden hâlis kulların en belirgin vasıflarından biri olarak: “Allah’ın yasakladığı canı haksız yere öldürmezler.” 395 âyetinin de bildirdiği üzere, haksız yere adam öldürmeyecekleri vurgulanır. Kur’an’da “Haksız yere adam öldürmeyin!” emri, birkaç kez vurgulanır.396 İnsanlık tarihinde ilk kan dökme olayı, Hz. Âdem’in oğulları arasında, kardeşin kardeşi (Kabil’in, Hâbil’i) öldürmesi şeklinde meydana gelmiştir. Bu ilk cinâyet, kıskançlık ve çekememe yüzünden işlenmiştir. Kur’ân- Kerim, bu olayı şöyle anlatır: “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), ‘Andolsun seni öldüreceğim’ dedi. Diğeri de ‘Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder’ dedi (ve ekledi:) ‘Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben âlemlerin Rabbı olan
389] 2/Bakara, 179; Ebû Dâvud, Diyât 3; Tirmizî, Diyât 13
390] Ebû Dâvud, Diyât 17; Nesâî, Kasâme 29
391] Ebû Dâvud, Diyât 7; Tirmizî, Diyât 18; Nesâî, Kasâme 9
392] Ebû Dâvud, Diyât 11; Nesâî, Kasâme 8
393] Buhâri, İman 22, Diyât 2, Kasâme 2; Müslim, Kasâme 33, Fiten 14-15; Ebû Dâvud, Fiten 5; Nesâî, Tahrim 29, Kasâme 7; İbn Mâce, Fiten 11
394] Buhârî, Tıb 56; Müslim, İman 175; Tirmizî, Tıb 7; Nesâî, Cenâiz 68; Ebû Dâvud, Tıb 11
395] 25/Furkan, 68
396] 17/İsrâ, 33; 6/En’âm, 151
KISAS
- 89 -
Allah’tan korkarım. Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zâlimlerin cezâsı işte budur.’ Nihâyet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü; bu yüzden de kaybedenlerden oldu. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Katil kardeş:) ‘Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim’ dedi ve yaptığına pişman olanlardan oldu.” 397
Bu âyetlerden de açıkça anlaşılıyor ki, insan nefsânî duygularına, kıskançlık hissine boyun eğerse kardeşini bile öldürebilir; ancak bunun sonu dünyada insanı içten içe yakan vicdan azabı ve pişmanlık, âhirette ise ruh ve vücudunu yakan ateştir. Kıskançların kendilerini gören gözleri kördür, mazhar oldukları nimetleri ve güzellikleri görmez; hep başkasındakini görür ve kinlenirler. Bu hastalığın çaresi İslâm’ı bütünüyle yaşayarak nefsi terbiye etmek, hep kötülüğü emreden nefs-i emmâreyi, sükûn ve huzura kavuşturmak (mutmainne kılmak) ve Allah’ın verdiğine râzı hale getirmektir. Kur’an, bu öldürme olayını bir hüsran (büyük kayıp, sapma) olarak belirtir.398 Bu hüsranın sonu da pişmanlık olmuştur. 399
Haksız yere ilk kan dökme olayını başlattığı, kötü bir sünnet/çığır başlattığı için, Kabil, diğer kan dökenlerin vebalini de yüklenecektir. “Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki, katilin günahından bir misli Hz. Âdem’in ilk oğluna (Kabil’e) gitmemiş olsun. Çünkü o, haksız öldürme yolunu ilk açandır.” 400
6/En’âm sûresi, 151. âyetin bildirdiği haramlardan biri, fakirlik korkusuyla çocukları öldürmektir. Günümüzde de kimi kadınların, doğan çocuğunu boğduğu veya bir tarafa attığı duyulmaktadır. Eski toplumlarda da fakirlik endişesiyle çocuklarını öldürenler vardı. Fakat o zamanki öldürme tekniği ilkel olduğu için öldürülen çocuk sayısı da fazla değildi. Bugün bin bir çeşit öldürme tekniğiyle anne karnında vücudu belirmiş, can üflenmiş 5-6 aylık çocuklar, parça parça doğranıp alınabilmektedir. Kendilerini sırf çocuk öldürmeğe hasredip bu konuda uzmanlaşan, günde kim bilir kaç çocuğu annesinin karnında parçalayıp alan kürtajcı doktorlar, cinâyet işlemekte, hatta katliam yapmaktadır. Tabii, bu yaptıklarının hesabını hem ebeveyn, hem de bu doktorlar, Allah’ın huzurunda ve o parçaladıkları çocukların ruhları karşısında çok vahim bir şekilde vereceklerdir.
Abdullah bin Mes’ûd, diyor ki: “Ey Allah’ın elçisi, hangi günah daha büyüktür?’ dedim. Rasûlullah (s.a.s.): “Seni yaratan Allah’a eş, ortak koşman” dedi. “Sonra hangisi?” dedim. “Senin yemeğini yer, rızkına ortak olur düşüncesiyle çocuğunu öldürmen” buyurdu. “Sonra hangisi?” dedim. “Komşunun karısıyla zinâ etmen” dedi. 401
Cana Kıymanın Uhrevî Sorumluluğu
“Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, ona lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”402 Âyet-i kerimede, haksız yere kasden bir müslümanı öldüren kimsenin, ebedî
397] 5/Mâide, 27-31
398] 5/Mâide, 30
399] 5/Mâide, 31
400] Buhârî, Diyât 2, Enbiyâ 1, İ’tisâm 15; Müslim, Kasâme 27, Tirmizî, İlm 14
401] Buhârî, Tefsir 25, Edeb 20, Diyât 1, Hudûd 20, Tevhid 40, 46; Müslim, İman 141-142; Ebû Dâvud, Talak 50; Tirmizî, Tefsir 25
402] 4/Nisâ, 93
- 90 -
KUR’AN KAVRAMLARI
cehennemde kalacağı, Allah’ın ona lânet ettiği ve onun için büyük bir azap hazırladığı vurgulanmaktadır. Adam öldürmek, şirke yakın bir günah olduğu için Allah, bunu şirkle beraber saymış, hiçbir günah için böyle çok ağır dört ceza (sürekli cehennem, Allah’ın gazabı, lâneti ve acı azâp) belirtmemiştir.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet gününde insanlar arasında hükmü verilecek ilk dâvâ, kan dâvâlarıdır.”403; “Dünyanın tamamen yok olması, Allah indinde müslüman bir adamın öldürülmesinden daha hafiftir.” 404; “Gökler ve yer, bir adamı öldürmek için birleşmiş olsa, Allah onların hepsini cehenneme yuvarlar.” 405; “Kim, yarım sözcükle de olsa bir müslümanın öldürülmesine yardım ederse kıyâmet gününe, iki gözünün arasına (Allah’ın rahmetinden umutsuzdur) yazısı yazılmış olarak gelir.” 406
İbn Abbas’tan gelen bir hadise göre kasden bir mü’mini öldürenin tevbesi makbul değildir. Zeyd bin Sâbit, Ebû Hüreyre, Abdullah bin Ömer gibi bazı sahâbiler de kasden bir mü’mini öldürenin tevbesi olmayacağı kanısındadırlar. Bu konuda çok hadis vardır.
Fakat selef ve halefin çoğunluğuna göre kasden de olsa adam öldüren kişi tevbe eder, iyi amel işlerse tevbesi kabul edilir, Allah onun kötülüklerini iyiliklere değiştirir. Maktulün uğradığı zulme karşılık da kendisine nimetler verip onu memnun eder ve hakkını helâl ettirir. “De ki: ‘Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”407 Bu âyet, şirk de dâhil, her türlü günahın affedilebileceğini bildirmektedir. Âyette geçen “cemîan” kelimesi, bütün günahları içine almaktadır. Fakat: “Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz, bunun dışında kalan (günah)ları, dilediği kimseye bağışlar.”408 âyeti, şirki af dışında bırakmıştır. Ancak şirkten tevbe eden de affedilir.
Tevbe ettikten sonra af dışında kalan hiçbir günah yoktur. Allah’ın, şirki affetmemesi, şirk içinde kalanla ilgilidir. Yüce Allah, tevbe edenlerin günahlarını affedeceğine göre, kasden adam öldüreni de dilerse affeder. “Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, ona lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”409 âyeti de kasden bir mü’mini öldürenin cezasını bildirmektedir. Normal olarak onun cezası budur. Fakat Allah dilerse onu affeder. O, dilediğini yapar.
Nisâ sûresi 93. âyetinde geçen “hâliden” kelimesinin kökü olan “hulûd”, uzun zaman kalmak demektir. Kasden mü’min öldüren, çok uzun süre cehennemde kalacaktır ama sonunda yine oradan kurtulacaktır. Çünkü kalbinde zerre kadar iman bulunan kimsenin cehennemden çıkacağına dair mütevâtir hadisler vardır. 410
Kıyâmet gününde maktûlün katilden hak istemesine gelince; Bilerek öldürme,
403] Buhârî, Diyât 1; Müslim, Kasâme 8, hadis no: 28
404] Tirmizî, Diyât 7
405] Tirmizî, Diyât, 8
406] İbn Mâce, Diyât 1
407] 39/Zümer, 53
408] 4/Nisâ, 48
409] 4/Nisâ, 93
410] Buhârî, Tevhid 24, 36; Müslim, İman 81, 82, 83
KISAS
- 91 -
insan haklarına saldırıdır. Bu saldırı, sırf tevbe ile kalkmaz, gasbedilen hakkı geri vermek gerekir. Gasbedilen, saldırı ile alınan hakların, sahiplerine geri verilmeden, tevbe ile kalkmayacağı hakkında icmâ vardır. Şâyet gasbedilen hakkı geri vermek mümkün değilse hakkına saldırılmış bulunan kişi, âhirette hakkını ister. Her hak istemenin, mutlaka ceza ile sonuçlanması gerekmez. Zira olur ki, katilin iyi amelleri bulunur, bunların tamamı veya bir kısmı maktûle verilerek maktûl râzı edilir. Yahut da Allah, dilerse maktûle, uğramış olduğu zulme karşılık cennette nimetler, yüksek dereceler vererek onu râzı eder. Katili de tevbesi ve iyi amelleri yüzünden affedip cennete koyar.
İbn Abbas başta olmak üzere bazı âlimlerin Nisâ sûresi 93. âyetinin zâhirinden yola çıkarak katilin tevbesinin kabul edilmeyeceği ve buna karşılık da ehl-i sünnet âlimlerinin hemen hepsinin tevbesinin kabul edileceğini belirtmelerine rağmen, en doğru hüküm şudur: Kasden adam öldüren kimse âsî ve fâsık olur. Onun işi Allah’a kalmıştır. O dilerse azab eder, dilerse bağışlar; dilerse cehennemde kısa veya uzun süre azab eder, sonra cennete koyar. Tabii, bütün bu değerlendirmeler, katil de olsa hakiki bir mü’min olan ve gerçek anlamda tevbe eden kişi içindir.
Haksız yere adam öldürmek, en büyük günahlardandır.411 Yüce Allah, İsrâiloğullarına, bir adam öldürenin, bütün insanları öldürmüş gibi olacağını bildirmiştir. Bir kişiyi haksız yere öldürmek, cinâyetlerin topluma yayılmasına, can güvenliğinin kalkmasına sebep olur. Canı, ancak veren alabilir. Allah’ın verdiği canı başkasının almağa hakkı yoktur. Cana kıymak, hem insanın, hem de Allah’ın hakkına saldırıdır. Din için yapılan savaşta adam öldürmek hak olur. Haksız yere adam öldüreni öldürmek, yani kısas da haktır. Bunların ikisi de Allah’ın buyruğudur. Bu durumda öldürmek, Allah adınadır. Ancak kısası kişiler değil, mahkeme kararıyla İslâm devleti uygular. Savaş ve kısas dışında her insanın canı dokunulmazdır. Haksız yere adam öldürenin, Allah’ın lânet ve gazabına uğrayıp ebedî cehennemde kalacağını vurgulayan Kur’an, haksız yere bir canı öldürmeyi, bütün insanları öldürmekle eş bir suç saymaktadır. 412
Neden bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek sayılmıştır? Çünkü bir insan, türünü temsil eder. Bir insanın haksız yere öldürülmesi, toplumda öldürme olaylarının yayılmasına, sonunda bütün insanların birbirine düşmesine, haksızlıkların ve düşmanlıkların çoğalmasına, toplum düzeninin bozulmasına yol açar. Birinin hayatını koruyup kurtarmak da toplumda can güvenliğini sağlar. Toplumu gönül huzuru ile yaşatır. Yüce Allah, bir ferdin hayatını, bir toplumun hayatı kadar değerli görmüş; fertlerin hayatlarına saygının; toplumun hayatı, güvenliği, mutluluğu ve toplumda cinâyetleri önlemek için kısasın gerekliliğini anlatmak istemiştir. Allah’ın elçisi de şöyle buyurmuştur: “İki müslüman birbirine kılıç çekip saldırırsa öldüren de, öldürülen de ateştedir.” “Ya Rasûlallah, öldüren ateşte, ama öldürülen niçin ateşte oluyor?” dediler. Buyurdu ki: “Çünkü o da arkadaşını öldürmek istiyordu.” 413
411] 6/En’âm, 151
412] 5/Mâide, 32
413] Buhâri, İman 22, Diyât 2, Kasâme 2; Müslim, Kasâme 33, Fiten 14-15; Ebû Dâvud, Fiten 5; Nesâî, Tahrim 29, Kasâme 7; İbn Mâce, Fiten 11; S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 1, s. 75 vd.
- 92 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kısas ve Cinâyet Konusunda Âyet-i Kerimeler
Kısas Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (4 Yerde): 2/Bakara, 178, 179, 194, 5/Mâide, 45.
Kısa Konusu:
Kısasın Farziyeti: 2/Bakara, 178.
Tevrat’ta Kısas: 5/Mâide, 45.
Kısasın Düşmesi: 2/Bakara, 178.
Misilleme: 42/Şûrâ, 40-43.
Cezada Misilleme: 16/Nahl, 126; 22/Hacc, 22, 60; 42/Şûrâ, 40-43; 60/Mümtehine, 11.
Öldürmede Misilleme: 2/Bakara, 190; 9/Tevbe, 36; 59/Haşr, 11.
Kısasta Misilleme: 2/Bakara, 178-179, 194; 5/Mâide, 45.
İntikam: 2/Bakara, 194; 16/Nahl, 126; 22/Hacc, 60.
Adam Öldürmek
Kasten Öldürmek: 2/Bakara, 178; 4/Nisâ, 92-93; 5/Mâide, 32; 6/En’âm, 151; 17/İsrâ, 33.
Hata İle Öldürmek: 4/Nisâ, 92.
Kan Dökmek: 2/Bakara, 84.
Öldürmenin Cezası: 5/Mâide, 33; 25/Furkan 68-69.
Mü’minler, Haksız Yere Öldürmezler: 25/Furkan, 68.
Fakirlik Korkusuyla, Çocukları Öldürmekten Sakınmak: 6/En’âm, 151; 17/İsrâ, 31.
Diyet
Kasten Öldürmede Diyet: 17/İsrâ, 33.
Hata İle Öldürmede Diyet: 4/Nisâ, 92.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Fi Zılâli'l-Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 340-345
2. Tefhimu'l Kur'an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. 122-123
3. Hak Dini Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 493-503
4. Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 363-370
5. Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 3, s. 690-698
6. Hulâsatü'l-Beyan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 298-303
7. Mefatihu'l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 4, s. 279-300
8. El-Mîzan Fî Tefsîri'l-Kur'an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 605-614
9. El-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'an, İmam Kurtubi, Buruc Y. c. 2, s. 492-509
10. El-Esâs fi’t-Tefsîr, Said Havvâ, Şamil Y. c. 440-448
11. Muhtasar Taberî Tefsiri, İmam Taberi, 133-134
12. Rûhu’l Furkan, Mahmut Ustaosmanoğlu, 235-250
13. Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat c. 1, s.289-294
14. Et-Tefsîru'l-Hadis, İzzet Derveze, Ekin Y. c. 5, s. 166-169
15. Kur'an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. c. 1, s. 48-50
16. Safvetü't Tefâsir, Muhammed Ali es-Sâbûnî, Ensar Neşriyat, c. 1, s. 217-220
17. Min Vahyi'l Kur'an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 3, s. 177-192
18. Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sabuni, Şamil Y. c. 1, s. 135-150, 422-438
19. Şamil İslâm Ansiklopedisi (Hamdi Döndüren), Şamil Y. c.3, s. 360-362
20. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 11, s. 403-413
21. İslâm'ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 354-356
22. İslâm Hukukunda Örf ve Âdet, Selâhattin Kıyıcı, İşaret Y. s. 115-118
23. İslâm'a GöreCâhiye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri, Ali Osman Ateş, Beyan Y. s. 434-441
24. Kur'an'ın Ana Konuları, M. Said Şimşek, Beyan Y. s. 299-301
25. İslâm Ceza Hukuku ve Beşerî Hukuk, Abdülkadir Udeh, Terc. Akif Nuri, İhya Y. c. 3, s. 5-98
26. İslâm, Said Havva, Terc. Said Şimşek, İkbal Y. c. 2, s. 519-521
27. Akaid ve Şeriat, Mahmud Şeltut, Yöneliş Y. c. 2, s. 193-279, 173-177
KISAS
- 93 -
28. İslâm Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren Suçlar, Ahmet Yaşar, Beyan Y. s. 29-52
29. Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Y. c. 3, s. 58-119
30. İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, Vehbe Zuhayli, Risale Y. c. 8, s. 49-132
31. İbn-i Âbidin, (Reddü'l-Muhtar Ale'd-Dürri'l-Muhtar), İbn-i Âbidin, Şamil Y. c. 16, s. 248-338
32. Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı, Abdurrahman Cezîrî, Bahar Y. (/Çağrı Y.)
33. Ceza Hukukunda Mağdurun Korunması, Süleyman Akdemir, Nil Y.
34. İslâm Ceza Hukuku ve İnsanî Esasları, Cevat Akşit, Kültür Basın Yayım Birliği Y.
35. Türk Ceza Kanunu Şerhi (4 cilt), Abdullah Pulat Gözüboyök, Adım Y.
36. Neden Öldürüyorlar? Vural Okur, Şahsî Y.
37. Kanı Kanla Yıkamak, İnsan Hakları ve Türkiye, Muzaffer İlhan Erdost, Sol-Onur Y.

Okunma 1247 kez