Cumartesi, 06 Şubat 2021 18:49

KARDEŞLİK

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

KARDEŞLİK


- 997 -
Kavram no 112
Ahlâkî Kavramlar 24
Bk. Ahlâk; Sâlih Amel; İhtilâf
KARDEŞLİK
• Uhuvvet/Kardeşlik; Anlam ve Mâhiyeti
• İslâm Hukukunda Nesep Yönüyle Kardeşlik Hukuku
• İslâm ve İnsan Kardeşliği
• Tasavvufta Kardeşlik (İhvân) Anlayışı
• Radâ; Sütkardeşliği ve Süt Akrabalığı
• Kan kardeşliği ve And İçme
• Muâhât; Ensâr ile Muhâcirler Arasında Kardeşlik
• Günümüzde Müslüman Bireyler ve Cemaatler Arasında Kardeşlik
• Selâm; Kardeşliğin Göstergesi
• Îsâr; Kardeşini Kendine Tercih Edecek Özveri
• Kur’ân-ı Kerîm’de Kardeşlik Kavramı
• Hadis-i Şeriflerde Kardeşlik Kavramı
• Uhuvvet/Kardeşlik ve Görevlerimiz
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan ittika edip korkun ki, merhamete ulaşasınız.” 4157
Uhuvvet/Kardeşlik; Anlam ve Mâhiyeti
Kardeş, aynı anne ve babadan doğan veya ortak değerlere sahip olan kimselere denilir. Arapça'da “ah(v)” kelimesiyle karşılanmaktadır. Kardeşler, arkadaşlar anlamına gelen ihve(h) ve ihvân kelimeleri ise “ah(v)” kelimesinin çoğuludurlar. Kardeş denildiğinde, genellikle aynı anneden ve babadan dünyaya gelen kişiler akla gelmektedir. Bu soy-sop kardeşliğinin dışında bir de aynı dine ve dünya görüşüne mensup olmayı ifade eden akîde kardeşliği sözkonusudur.
İslâm dininde kardeşlik, bütünüyle akîde temeline dayanmaktadır. Allah (c.c.), Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurmaktadır: "Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah'tan ittika edip korkun; umulur ki merhamete ulaşırsınız." 4158 Âyet-i kerîmeden de açıkça anlaşılacağı üzere, ancak iman bağıyla bir araya gelenler kardeş olarak kabul edilmektedirler. Buna göre yeryüzünün neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar, hangi dili konuşuyorlarsa konuşsunlar, hangi kavme mensup olurlarsa olsunlar veya hangi renge sahip olurlarsa olsunlar bütün mü'minler kelimenin tam anlamıyla birbirlerinin kardeşleridirler, yani birbirlerinin sâdık dostlarıdırlar. Bu kardeşler kendi aralarında apayrı bir topluluk oluştururlar. Kendi akîdelerine saldıran veya imana karşı küfrü tercih eden kimselere -kendilerine ne kadar yakın olurlarsa olsunlar- asla sevgi beslemezler. Bu anlamda sadece akîde kardeşliğini esas tutarlar; Rablerinin şu mealdeki
4157] 49/Hucurât, 10
4158] 49/Hucurât, 10
- 998 -
KUR’AN KAVRAMLARI
uyarılarını asla unutmazlar: "Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiçbir topluluk bulamazsın ki onlar Allah'a ve Rasûlüne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar. Bunlar ister, babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir." 4159; "Ey iman edenler, eğer imana karşı küfrü sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi velîler/dostlar edinmeyin. Sizden kim onları velî edinirse, işte zulme sapanlar bunlardır." 4160
Kuşkusuz mü'min gönülleri en sağlam ve köklü bir biçimde bağlayan bağ, iman ve takvâ esasından kaynaklanan kardeşlik bağıdır. Bu, Cenâb-ı Allah'ın mü'minlere bahşettiği en güzel nimetlerden biridir. Âyet-i kerîmede bu durum şöyle ifade edilmektedir: "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidâyete erersiniz diye, Allah, size âyetlerini işte böyle açıklıyor."4161 Yüce Rabbimiz bizlere, câhiliyye döneminde birbirlerine düşmanlıklarıyla ün salmış Evs ve Hazrec kabilesine mensup fertleri iman bağıyla nasıl kardeşler haline getirdiğini hatırlatmaktadır. Bu hatırlatma, insanlığa kumanda edecek kişilerin mutlaka akîde bağını esas alan, yani hep birlikte Allah'ın ipine içtenlikle sarılan insanlar olmaları gerektiğini zımnen öne çıkartmaktadır. Dahası ve en önemlisi, insanlığa kumanda edecek mü'minlerin başarısını, Allah'ın ipine sımsıkı sarılıp kardeşlik bağını kuvvetlendirmek şartına bağlamaktadır.
İslâm'da kardeşlik akîde temeline oturtulduğu içindir ki, mü'minlerin arasını bozacak her türlü sun’î/yapay ayrımlar ve böbürlenmeler de haram kabul edilmiştir. Irk, soy, cins vs. türünden câhilî değerler yerine takvâ kriteri getirilmek sûretiyle toplumsal kardeşliğin ve âhengin bozulmaması sağlanmıştır. Bu konudaki âyet-i kerîme her türlü tartışmayı sona erdirici niteliktedir: "... Hiç kuşkusuz, Allah katında en üstün olanınız, takvâca en ileride olanınızdır..." 4162
Mü'min erkekler ile mü'min kadınların, akîde ve takvâ temelinde birbirleriyle yardımlaşmaları kardeşliğin bir gereği olarak zikredilmektedir. Bu yardımlaşma, bireysel ve toplumsal hayatta iman ve takvâ ilkesinin egemen olmasını sağlamak için gerekli görülmektedir. Nitekim bu amaçla bir araya gelen kimselere Allah'ın rahmet edeceği belirtilmektedir: "Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velîleridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır..." 4163
Kardeş olmak, arkadaş ve sâdık dost olmak; sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak; bunu fiilî olarak göstermek demektir; sevmek, saymak, güvenmek, merhamet etmek, yardımlaşmak ve dayanışmak demektir. Bunlar olmadan kardeşlik iddiasının bir anlamı olmaz. Kur'ân'ın öngördüğü kardeşlik, bütün bunları içeren bir muhtevâya sahiptir. Bir hayat biçimidir İslâm'daki kardeşlik.
4159] 58/Mücâdele, 22
4160] 9/Tevbe, 23
4161] 3/Âl-i İmrân, 103
4162] 49/Hucurât, 13
4163] 9/Tevbe, 71
KARDEŞLİK
- 999 -
Dinde kardeşliğin en güzel numûnesini Peygamber çağında Peygamber’le birlikte yaşayan seçkin sahâbeler ortaya koymuşlardır. Muhâcir-Ensar ilişkisi, kardeşliğin ne anlama geldiğini bizlere gösteren son derece mükemmel bir örnekliktir. Medineli Ensar, Mekkeli Muhâcir kardeşlerinin nefislerini, kendi nefislerinden daha aziz tutmuşlar, onları hiçbir konuda yalnız ve yardımsız bırakmamışlardır. Hatta Ensâr'dan bir müslüman, muhâcir kardeşine, şâyet dilerse hanımlarından birini boşayıp kendisine nikâhlayabileceğini bile teklif etmekten kaçınmamıştır. Bu davranışlarıyla Ensar, imanlarında ne denli ihlâslı olduklarını göstermişlerdir elbette. Âyette şöyle buyrulmaktadır: "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar, felâh bulanlardır" 4164. Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Hiçbiriniz kendi nefsiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için de istemedikçe iman etmiş olmaz."4165 Hz. Ali (r.a.) şöyle demektedir: “Senin hakiki kardeşin seninle beraber olan, sana menfaat versin diye kendi nefsine zarar vermeye râzı olan, zamanın felâketleri kapını çaldığı vakit, senin dağınık durumunu derlemek için kendi derli toplu durumunu (gerekiyorsa) dağıtan kimsedir.”
Mü'minler kardeşlikte ve dostlukta tıpkı aksâmı birbirine geçmiş mükemmel ve sapasağlam bir bina gibidirler veya bütün unsurları ve zerreleriyle birbirine bağlı bir vücut gibidirler. Bir vücudun herhangi bir organı rahatsız olduğunda nasıl ki bütün bir vücut aynı rahatsızlığı, aynı acıyı duyarsa, bir tek mü'minin -dünyanın tâ öbür ucunda bile olsa- çektiği acıyı, duyduğu ıstırâbı diğer mü'min kardeşleri derinden hisseder. Mü'minlerin bu denli birbirlerine bağlı olduklarını Peygamber (s.a.s.) şöyle ifade etmektedir. “Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir." Hadisi rivâyet eden Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin bunu tarif için parmaklarını birbirine geçirdiği zikredilmektedir.4166 "Mü'minleri kendi aralarındaki merhametleşmelerinde, sevişmelerinde, yardımlaşmalarında bir vücut gibi görürsün. Ki vücudun bir organı ağrırsa, vücudunun kalan kısmı uykusuzluk ve humma ile o organ için birbirini çağırır." 4167
Bir mü'minin, diğer bir mü'min kardeşine her hâlükârda yardımcı olması gerekmektedir. Peygamberimiz bir hadisinde, "zâlim de olsa, mazlum da olsa mü'min kardeşine yardım et!" diye buyurmaktadır. Zulüm konusunda nasıl yardım edileceğini ise şu çarpıcı sözlerle dile getirmektedir: "Onu zulümden el çektirirsin. Ona yapacağın yardım işte budur." 4168 Kardeşliğin bir gereği de, zulme meyleden diğer kardeşlerini uyarmak ve onları hizaya getirmek için çalışıp durmaktır. Bu tür bir yardımlaşma fertlerin ve toplumların selâmeti için oldukça önem arzetmektedir.
Allah Rasûlü Mescid-i Nebevî'nin inşâsından sonra Muhâcirler ile Ensâr'dan doksan sahâbe arasında ikişer ikişer kardeşlik akdetti. Kendisi de Hz. Ali'yi kardeş edindi. Bütün mü'minler birbirinin din kardeşi olmakla birlikte, bu özel kardeşleştirme; yardım, ziyâret, ihsan, nasihat ve rehberliği, hatta zevi'l-erhamdan önce mirasçı olmayı kapsamına alıyordu. İbn Abbas anlatıyor: "Muhâcirler Medine'ye
4164] 59/Haşr, 9
4165] Buhârî, İmân 7
4166] Buhârî, Salat 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65; Tirmizî, Birr 18; Nesâî, Zekât 67
4167] Buhârî, Edeb 27, 41; Müslim, Birr 66, h. no: 2586
4168] Buhârî, Mezâlim 4; Müslim, Birr 62
- 1000 -
KUR’AN KAVRAMLARI
geldikleri zaman aralarında akrabalık bağı olmaksızın, Rasûlüllah'ın ihdas ettiği kardeşlik dolayısıyla Ensara vâris oluyorlardı. Âyette şöyle buyruluyor: "O kimseler ki iman edip hicret ettiler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda mücâdele ettiler. O Ensar ki Muhâcirleri barındırdılar ve onlara yardım ettiler. Onlar birbirinin velîleridirler." 4169 Burada velâyet; yardım, yardımlaşma, öğüt ve verâsetle tefsir edilmiştir. Bedir savaşından sonra Muhâcirlerin maddî durumlarının düzelmeye başlaması üzerine Muhâcirlerin Ensara mirasçı olma hükmü şu âyetle neshedilmiştir: "Hısımlar (akrabâlar) Allah'ın kitabında birbirine daha yakındırlar." 4170 Ensâr bazı mallarını Muhâcir kardeşleriyle bölüşmüş, hurmalıklar üzerinde onlarla ziraat ortakçılığı yapmışlardır. 4171
Bir mü'min kendi için arzu ettiğini mü'min kardeşi için de arzu etmedikçe olgun mü'min olamaz.
Kardeşliği Bozan Hususlar
Kardeşliği bozan pek çok husus vardır. Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadis-i şeriflerde bütün bu hususlar açık bir biçimde belirtilmektedir. Bir âyet-i kerîmede, kardeşliği bozan ve dolayısıyla bireysel ve toplumsal âhengin zedelenmesine yol açan kötü hususlardan bazılarına şöyle deyinilmektedir: "Ey iman edenler! Zannın çoğundan (sûizandan) kaçının, çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin. Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinizin etini yemeyi sever mi?" 4172 Bu âyet-i celîlede Yüce Rabbimiz, mü'minleri açık bir biçimde sûizandan, kardeşlerinin gizli yönlerini araştırmaktan, gıybet, dedikodu ve kulis yapmaktan sakındırmaktadır. Peygamberimiz (s.a.s.) ise bu konuda şöyle buyurmaktadır: "(Sebepsiz) zandan sakınınız. Zira zan, sözlerin yalanı çok olanıdır. Birbirinizin ayıbını görmeye ve duymaya çalışmayınız. Birbirinizin mahrem hayatını da araştırmayınız." 4173
Bir başka âyet-i kerîmede şu hususların altı çizilmektedir: "Ey iman edenler, bir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin, belki alay ettikleri kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da kadınlarla alay etmesin, belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi yadırgayıp küçük düşürmeyin ve birbirinizi en olmadık kötü lakablarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir." 4174 Bu âyet-i kerîmede de alay, kötü lakab takma ve benzeri gibi fısk kabul edilen davranışlar konusunda mü'minlerin duyarlı olmaları gerektiği vurgulanmaktadır.
Kin, haset ve hakaret de kardeşliği bozan hususlar arasındadır. Kitab-ı Kerîm'de kendilerinden övgüyle bahsedilen mü'minlerin cennette her türlü kinden ve hasetten tümden arındırıldıkları belirtilmektedir: "Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar."4175 Enes b. Mâlik'in rivâyet ettiği sahih bir hadiste ise Peygamberimiz (s.a.s.) şu nasihatlerde bulunmaktadır: "Birbirinizle kinleşmeyin, hasetleşmeyin,
4169] 8/Enfâl, 72
4170] 8/Enfâl, 75
4171] İbn Sa'd, Tabakat, III, 396; Buhârî, II, 71, 111, 164
4172] 49/Hucurat, 12
4173] Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58; Müslim, Birr 28-34
4174] 49/Hucurât, 11
4175] 15/Hicr, 47
KARDEŞLİK
- 1001 -
birbirinizden yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeş olun..."4176; "Bir kişiye, müslüman kardeşine hakaret etmesi kötülük olarak yeter."4177 Mü'min kardeşinin ufak-tefek kusurlarına ve eksikliklerine bakarak ona kin ve adâvet besleyen kişi, gerçekte insafsızca ve zâlimce davranan kimsedir.
Grupçuluk, inhisar-ı zihniyet, benmerkezcilik vb. gibi kötü hasletler de kardeşliği bozan ve mü'minleri birbirine düşüren hususlar cümlesindendir. Çünkü bu türden iddialar kaçınılmaz olarak beraberinde tefrikayı, çekişmeyi ve çatışmayı getirmektedir. Mü'minlerin birbirine düşmesi veya düşürülmesi ancak bu yollarla mümkün olabilmektedir. Nitekim bir hadis-i şerifte, şeytanın bu yönde daima bir umut beslediğine işaretle şöyle buyrulmaktadır: "Şeytan, Kıbleye dönen (mü'min)lerin artık kendisine ibâdet etmesinden ümidini kesmiştir; fakat onları birbirine düşürmekte (hâlâ ümitlidir)." 4178
Bütün bu kardeşliğe zarar veren hususlar ve hasletler, tıpkı birer mikrop gibi, sirâyet ettiği vücutları hasta düşürmekte ve tahrip etmektedir. Dinde kardeşlik rûhunu yeniden canlandırmak ve mü'minlere kaybettikleri kuvveti yeniden kazandırmak, ancak bu tür hasletlerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilir. Kitab-ı Kerîm'in öngördüğü kardeşliğin tesis edilmesi demek, İslâm ümmetinin yeniden dirilmesi demektir. "Tarihî kinleri, kabilevî ihtirasları, şahsî tamahları, taassup ile kaldırdıkları bayrakları bir kenara itip yok eden, Allah yolunda kardeşlik prensibinden başka hiçbir prensip, kalpleri birleştiremez. Ancak bu kardeşlik prensibiyle saflar Yüce Allah'ın sancağı altında birleşebilir."
Kardeşlik Hukuku
Sıhrî (nesep/soy yoluyla) kardeşlik, İslâm'ın kıymet verdiği önemli akrabalık münâsebetlerindendir. Kardeşlerin birbirleri üzerinde hakları ve vazifeleri vardır. Kardeşler, aralarında adâlet, iyilik ve dostlukla muâmele etmelidirler.
Kur'ân-ı Kerîm’de, Hz. Âdem'in iki oğlu Hâbil ve Kabil'den şöyle bahsedilir: "Ey Rasûlüm, Ehl-i Kitab'a, Âdem'in iki oğlunun haberini hakkıyla oku. Onlar Allah rızâsını kazanmak için kurban kesmişlerdi de birisininki kabul edilmiş, diğerininki kabul olunmamıştı. Kurbanı kabul olunmayan (Kabil) diğerine; ‘Seni muhakkak öldüreceğim’ demişti. Kardeşi ona şöyle cevap vermişti: ‘Allah, ancak takvâ sahiplerinin kurbanını kabul eder. Yemin ederim ki, eğer beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki sen kendi günahınla birlikte benim günahımı da yüklenesin; böylece cehennemliklerden olasın. İşte zâlimlerin cezâsı budur.’ Nihâyet (Kabil) hevesine uyarak kardeşini (Habil'i) öldürmeye kalkışmış ve sonra onu öldürmüştü. Böylece ziyana uğrayanlardan olmuştu.” 4179
Yûsuf sûresinde de, Hz. Yûsuf'a kardeşlerinin yaptıkları kötülükler uzun uzun anlatılır. Sonunda her şey ortaya çıkınca kardeşlerinin ona: "Allah'a yemin ederiz, Allah seni bizden üstün kılmıştır. Biz doğrusu (sana yaptıklarımızda) suçlu idik" dedikleri; Hz. Yusuf'un da; "Size, bu gün hiç bir başa kakma ve ayıplama yok. Sizi Allah mağfiret
4176] Buhârî, Edeb 57; Ferâiz 2; Müslim, Birr 23; Tirmizi, Birr 24
4177] Müslim, Birr 32
4178] Tirmizi, Birr 25; Müslim, Münâfıkun 65
4179] 5/Mâide, 27-30
- 1002 -
KUR’AN KAVRAMLARI
etsin. O merhametlilerin en merhametlisidir." 4180 diyerek, onları af ve müsâmaha ile karşıladığı haber verilmektedir.
Hz. Mûsâ (a.s.), kardeşinin de kendisiyle beraber hayır ve iyilikte ortak olmasını Allah Teâlâ'dan şöyle istemiştir: "Mûsa dedi ki: ‘Ey Rabbim; benim göğsüme genişlik ver; işimi kolaylaştır; dilimden de şu düğümü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar. Bana kendi ailemden bir de vezir (yardımcı) ver; kardeşim Hârun'u... Onunla sırtımı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl. Tâ ki seni çok zikredelim, çok analım."4181 Peygamberlerin kardeşlerine olan iyiliklerinin Kur'an'da anlatılması müslümanlara öğüt ve örnek olması içindir. Kardeşler, aralarında şu esaslara göre hareket etmelidir:
1- Kardeşler birbirlerine sevgi ve saygı beslemeli, küçükler büyüklerine karşı saygısız davranışlardan sakınarak onları anne ve babası gibi görmeli ve kendilerine (meşrû ve mâruf ölçüler içinde) itaat etmeli, büyük kardeşler de küçüklerin kabahatlerini af ve hoşgörü ile karşılamalıdır.
2- Kardeşler, anne ve babalarını üzmeyecek, onlara huzur dolu bir hayat yaşatacak davranışlarla, birlik ve beraberlik içinde yaşamalıdır. Para, servet miras gibi maddî çıkarlar düşmanlık sebebi haline getirilmemeli ve birlik ruhu bozulmamalıdır.
3- Şan, şöhret, makam, servet gibi şeyler kıskançlık sebebi olmamalıdır. Kardeşlerden biri ilim, servet veya makam itibarıyla yükselirse bu durum diğerleri için ancak bir iftihar vesilesi sayılmalıdır. Maddî ve mânevî bakımdan güçlü olan da diğerlerine hor bakmamalı, onlara her konuda yardım elini uzatmalıdır.
4- Aralarındaki işleri ve fikir ayrılıklarını zora başvurmadan, birbirlerinin fikirlerine saygı duyarak ve konuşup anlaşarak tatlılıkla halletmenin yollarını aramalıdırlar. 4182
İslâmî literatürde kardeşlik karşılığında kullanılan Arapça uhuvvet, aynı ana babadan veya bunlardan birinden dünyaya gelenler arasındaki kan bağını belirtmesi yanında; aynı sülâleye, kabile veya millete mensup olma, özellikle de aynı inanç ve değerleri, dünya görüşünü paylaşma gibi ortaklık ve benzerlikleri bulunan kişi ya da gruplar arasındaki birlik ve dayanışma rûhunu da ifade etmektedir.4183 Kelime Kur'an ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda, câhiliye telakkisinde soy birliğine ve kan bağına dayanan asabiyet kavramının karşıtı olarak tevhid inancını esas alan mânevî birliği, dayanışma ve paylaşma sorumluluğunu anlatmak üzere yaygın biçimde geçmektedir. Klasik sözlüklerde “uhuvvet” kelimesinin iki farklı çoğulundan “ihve”nın daha çok kan/soy kardeşleri, “ihvân”ın ise kan bağı olsun veya olmasın aynı inanç ve idealleri paylaşmaktan dolayı aralarında mânevî yakınlık bulunan kişileri ifade etmek için kullanıldığı belirtilmektedir (Lisânü'l-Arab, "ahv" md.). Kur'ân-ı Kerîm'de ihvân, çoğu mânevî kardeşlik olmak üzere her iki anlamda kullanılırken, mü’minlerin birbirlerinin kardeşleri olduğunu bildiren âyet 4184 dışında ihve kelimesi özellikle gerçek kardeşleri ifade eder. Fahreddin er-Râzî'ye göre bu istisnaî kullanımdaki amaç, din
4180] 12/Yûsuf, 91-92
4181] 20/Tâhâ, 25-34
4182] Mehmet Metiner, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 302-305
4183] Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "ah" md.
4184] 49/Hucurât 10
KARDEŞLİK
- 1003 -
kardeşliğinin en az kankardeşliği kadar önemli olduğunu vurgulamaktır. 4185
Kur'an'da kardeşlik kavramının farklı ilişki biçimlerini ortaya koyduğu görülmektedir.
a- Nesep ilişkisi: Miras, evlenme gibi fıkhî düzenlemeler üzerinde durulurken kardeşlerden söz edilmesi yanında, ahlâk açısından Hz. Adem'in oğullarından Kabil'in kıskançlık ve menfaat duygularına mağlûp olarak kardeşi Hâbil'i öldürmesi 4186, yine kıskançlık yüzünden Hz. Ya'kub'un oğullarının, kardeşleri Yûsuf'a ihânet etmeleri 4187 anlatılır. Ayrıca bazı âyetlerde müslümanların putperest akrabalarıyla ilişkileri çerçevesinde kardeşlerden de söz edilmekte ve müslümanların bunları dost kabul etmemeleri gerektiği bildirilmektedir. 4188
b- Aynı soya ve kavme mensûbiyet: Özellikle Hûd, Sâlih, Şuayb gibi peygamberlerin kendi toplumlarıyla ilişkilerinden söz edilirken bunlar kavimlerinin kardeşleri olarak takdim edilir. Kaynaklarda, bu bağlamda kardeşlik kavramının soy birliğini veya bütün insanların aynı atadan geldiğini ifade etmesi yanında peygamberlerin kavimlerine duydukları şefkati, dolayısıyla onların mânevî kurtuluşları için besledikleri arzuyu dile getirdiği belirtilir. 4189
c- İnanç, amaç ve davranış birliği: Kur'an bu açıdan müslümanları birbirinin kardeşleri olarak gördüğü gibi4190 müslümanların dışında kalan inanç grupları arasındaki ortaklık ve iş birliğini de kardeşlik kavramıyla ifade eder. Buna göre inkârcılar ve münâfıklar birbirinin kardeşleridir.4191 Hatta Kur'an münâfıklarla Ehl-i kitap arasında da bir kardeşlik ilişkisi kurar.4192 Fahreddin er-Râzî bu ilişkiyi iki tarafın da Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğini inkâr etmesine, ona karşı tutumlarında aynı düşmanca niyeti beslemesine bağlar.4193 Öte yandan mallarını benlik iddiası uğruna saçıp savuran veya müslümanları başarısız kılmak için harcayan putperestler kastedilerek,4194 "Savurganlar (müsrifler) şeytanların kardeşleridir" denilmekte,4195 aynı ilişki A'râf sûresinde de4196 yine kardeşlik kavramıyla belirtilmektedir.
Hz. Peygamber, kabileci asabiyetin bir sonucu olarak kan bağına büyük değer veren bir zihniyet dünyasında her türlü ırkî yakınlığı değerler alanının dışına atmak, bunun yerine din ve inanç birliğini koymaya girişmekle tamamen yeni bir toplum tesis etmek gibi güç bir işe teşebbüs etmişti. Nitekim içlerinde Ebû Cehil'in de bulunduğu putperest liderler grubunun Rasûlullah'ı Araplar içinde benzeri görülmemiş bir şekilde halkının atalarını kötülemek, saygın kişileri aşağılamak ve toplumda ayrılık tohumları ekmekle suçlaması 4197, bunların neden
4185] Mefâtihu’l-Gayb, XXVIII, 129
4186] 5/Mâide, 27-31
4187] 12/Yûsuf, 8-1 5
4188] 9/Tevbe, 23-24; 58/Mücâdile, 22
4189] Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "ah" md.; Zemahşerî, 11, 86; Şevkânî, II, 249
4190] 3/Âl-i İmrân, 103; 9/Tevbe, 11; 49/Hucurât, 10; 59/Haşr, 10
4191] 3/Âl-i İmrân, 156, 168; 33/Ahzâb, 18
4192] 59/Haşr, 11
4193] Mefâtîhu'l-ğayb, XXIX, 288
4194] a.g.e., XX, 194
4195] 17/İsrâ, 27
4196] 7/202
4197] İbn İshak, s. 178
- 1004 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hz. Peygamber'in amansız düşmanları olduğunu açıklamaktadır. Rasûl-i Ekrem aile, aşiret, nesep, kavim gibi kan bağına dayalı birlik duygularının ve ilişkilerin önemini kabul etmekle birlikte, ilkel şekliyle şahsî veya ırkî çıkarlara yönelik olan asabiyet kavramının içeriğinde köklü bir değişiklik yaparak bu kavramı özellikle dinî öğretilerin yayılması, gerçeğin gün ışığına çıkarılması, daha faziletli bir toplum kurulması gibi yüksek hedeflfl er için bir araç olarak değerlendirmiştir. İslâm'ın temel toplumsal dinamiği başından itibaren inanç birliği etrafında yoğunlaşan mânevî kardeşlik duygusu olmuş, asabiyetten kaynaklanan farklılaşma ve çatışma eğilimleri yok edilerek; yerine, ilkelerini Kur'an'ın belirlediği inanç ve değerler birliğine dayalı bir kardeşlik ruhu konulmuştur. Nitekim Âl-i İmrân sûresinde,4198 Câhiliye Araplarındaki kabilecilik çatışmaları kendilerini bir yıkım noktasına sürüklemişken onların gönüllerinde barış ve kardeşlik duygularının gelişmesi, bu sûretle de bir kardeşler topluluğu haline gelmeleri Allah'ın onlara bir nimeti olarak nitelendirilir. Zemahşerî, Araplar'ın câhiliye döneminde ihânet ve düşmanlık duygularıyla sürekli savaş halinde olduklarını hatırlattıktan sonra âyetteki "kardeşler" kavramını bu bağlamda "birbirine karşı şefkat duyan, temel noktalarda uzlaşıp anlaşan topluluk" şeklinde açıklar ve bunun "Allah için kardeşlik" (el-uhuvve fillâh) olduğunu belirtir.4199 "el-Hubbü lillâh" gibi bu tâbir de İslâmî literatürde çıkar gütmeyen kardeşlik ve sevgi duygusunu ifade eder. Hz. Peygamber, bütün maddî varlıklarını Mekke'de bırakarak Medine'ye hicret etmek zorunda kalan Mekkelilerle onlara kucak açan ve daha sonra kendilerine ensar (yardımcılar) adı verilen Medineli müslümanlar arasında "muâhât" denilen bir kardeşlik bağı kurmak sûretiyle geçici mal ortaklığını da içine alan bir uygulama gerçekleştirmiştir.
Hucurât sûresinde (49/9-13), "Mü’minler sadece kardeştirler" şeklinde kategorik bir hüküm konulmuş ve bu hükmün gerektirdiği ahlâkî ve insanî ödevler özetlenmiştir. Hadislerde de müslümanların kardeşliği ilkesi üzerinde önemle durulmuş ve aynı ödevlere daha ayrıntılı olarak yer verilmiştir. İbn Kuteybe'nin "Uyûnü'l-ahbâr'ı (), Mâverdî'nin Edebü'd-dünyâ ve'd-dîn'’i (s. 148-226), Gazzâlî'nin İhyâ'u Ulûmi'd-din’i (II, 157-221) gibi geleneksel İslâm ahlâk literatüründe, müslümanlar arasında kurulması gereken kardeşlik ve dostluk ilişkilerinin önemine, bu çerçevedeki hak ve sorumluluklara, muâşeret kaidelerine geniş yer verilmiştir. Tasavvuf kaynaklarında ilk zamanlarda sohbet ve müridliğin âdâbına dair bölümlerde kardeşlik konusuna da yer verilirken tarikatların ortaya çıkmasıyla bir tarikata veya onun kollarına mensup olanlara ihvan denilmeye başlanmıştır. 4200
İslâm Hukukunda Nesep Yönüyle Kardeşlik Hukuku
Kardeş: Arapça'da erkek kardeşe ah, kızkardeşe uht denilir. Ayrıca aynı kaynaktan (ayn) gelmeleri veya diğer kardeşlere nisbetle daha asıl ve önemli (ayn) olmaları bakımından ana baba bir kardeşler için benü'l-a'yân, aynı şeyin parçaları olmaları dolayısıyla da şakik, annelerinin birbirine kuma (aile) olması sebebiyle baba bir kardeşler için benü'l-allât, ayrı babalarından dolayı farklı şekil ve özelliklere sahip olmaları (ahyâf) sebebiyle de ana bir kardeşler için benü'l-ahyâf tabirleri kullanılır. Kardeşler arasındaki akrabalık bağı, İslâm hukukunun çeşitli
4198] 3/103
4199] el-Keşşâf, I, 451
4200] Mustafa Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 24, s. 485-486
KARDEŞLİK
- 1005 -
alanlarında karşılıklı hak ve yükümlülüklere ve bazı özel hükümlere konu teşkil eder. Sütkardeşiliği de özellikle evlenme engelleri bakımından önem taşır.
Kardeşlik ilişkisinin ağırlıklı şekilde sözkonusu edildiği miras hukukunda kardeşler erkek veya kız yahut öz veya üvey oluşlarına göre farklı hükümlere tâbidir. Ana baba bir veya baba bir erkek kardeşler "asabe" sıfatıyla mirasçı olup ashâbü'1-ferâizden artakalanı paylaşırlar. Ancak asabe grubunda fürû (oğul, oğlun oğlu...) veya usûl (baba, babanın babası...) varsa kardeşler mirastan mahrum kalacakları gibi, iki yönden kan bağına sahip ana baba bir kardeşler varken de baba bir kardeşler mirasçı olamazlar. Ana baba bir veya baba bir kızkardeşler ise asabe yahut ashâb-ı ferâiz olarak mirasa hak kazanırlar. Bu kızkardeşler kendi erkek kardeşleriyle birlikte bulunduklarında "bi-gayrihî" asabe olur ve onların yarısı nisbetinde pay alırlar. Erkek kardeşleri olmayıp da ölenin kızı veya oğlunun kızı ile birlikte bulunan kızkardeşler "maa'l-gayr" asabe olur ve onlardan artakalan mirası alırlar. Bu durumda da ana baba bir kızkardeş varken, baba bir kızkardeş mirasçı olamaz.
Ana baba bir veya baba bir kızkardeşler başkaları vasıtasıyla asabe oldukları bu iki durum dışında ashâbü'l-ferâiz sıfatıyla miras alırlar. Bu şekilde mirasa hak kazanabilmeleri için erkek kardeşlerini de mirasçılıktan düşüren yakın asabeden kimsenin bulunmaması gerekir. Bu durumda ana baba bir kızkardeş bir tane ise mirasın yarısını alır; birden fazla ise mirasın üçte ikisini eşit şekilde bölüşürler. Ana baba bir kızkardeşler bulunmayınca baba bir kızkardeşlerin hükmü de böyledir. Baba bir kızkardeş, ana baba bir tek kızkardeşle bulunursa payı altıda bire düşer; ana baba bir kızkardeşler birden fazla olursa baba bir kızkardeşler mirastan pay alamazlar. Ana bir kardeş, erkek-kız ayrımı yapılmaksızın bir tane ise mirasın altıda birini alır; birden fazla ise üçte birini eşit olarak paylaşırlar. Bu kardeşler ölenin oğlu, kızı, oğlunun oğlu veya oğlunun kızı, babası veya dedesiyle birlikte bulunduklarında miras alamazlar.
Aile hukuku alanında kardeşlik; evlenme mânileri, hidâne ve nafakayla ilgili olarak sözkonusu edilir. Kur’an’da evlenilmesi yasak kadınlar (muharremât) arasında kızkardeşler, kardeş kızları, kızkardeş kızları ve ayrıca süt kızkardeşler sayılmış,4201 âlimler de ister öz ister üvey olsun kardeşlerle sütkardeşi ve bunların çocukları, çocuklarının çocukları ile evlenmenin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. İlgili âyette ayrıca iki kızkardeşle aynı anda evli bulunmak da yasaklanmıştır. Şahsın hukuku bakımından evlenmede velâyet konusunda erkek kardeşin rolü de tartışılmış, kadının velîsi olarak Hanefî ve Şâfiîler baba ve dededen; Mâlikîler oğul ve babadan; Hanbelîler baba, dede ve oğuldan sonra kardeşe yer vermişlerdir. Kardeşler arasında da önce ana baba bir, sonra baba bir kardeşler gelir. Hanefîler'in aksine diğer üç mezhebe göre nesep birliği olmadığından ana bir kardeşlerin velâyet yetkisi yoktur. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ana bir kardeşin velîliği için asabenin icâzeti gerekli iken Ebû Hanîfe buna gerek görmez.
Küçüğün velâyeti kural olarak babaya; bakımı, gözetimi ve terbiyesi anlamındaki hidâne hak ve sorumluluğu da anneye aittir. Anne olmayınca bu hak kadın akrabaya, onlar da bulunmazsa erkek akrabaya geçer. Çoğunluk bu hakkın anneden sonra anneanneye; Ahmed bin Hanbel ise babaanneye
4201] 4/Nisâ, 23
- 1006 -
KUR’AN KAVRAMLARI
geçeceğini belirtmiştir. Bundan sonraki sırayla ilgili çok farklı görüşler ileri sürülmüş olup bazı hukukçular kızkardeşe, bazıları ise babaanneye, teyze veya babaya, daha sonra kızkardeşe yer vermişlerdir. Bazılarına göre ise bu sıralama daha da karmaşıktır (geniş bilgi için Hidâne kavramı araştırılmalıdır). Kızkardeşler arasında öncelik sıralaması genel olarak ana baba bir, ana bir ve baba bir kardeşler şeklindedir. Kadın akrabanın yokluğunda hidâne sorumluluğu asabe sırasına göre erkeklere ve bu çerçevede erkek kardeşlere geçer. Şâfiîler kardeşler arasındaki öncelik sırasını ana baba bir, baba bir ve ana bir şeklinde belirlerken; Hanefîler asabe olmadıkları için ana bir kardeşlere bu hakkı tanımaz. Hanbelîler de bu kardeşlere ancak zevi'l-erhâm akraba içinde belli bir sıraya göre yer verir. Mâlikîler ise ana baba bir kardeşten sonra hidâne kavramıyla bağlantılı olarak ana bir kardeşe, sonra da baba bir kardeşe öncelik tanırlar.
Şâfiî mezhebinde nafaka sorumluluğu sadece usûl ve fürû; Mâliki mezhebinde sadece ana, baba ve çocuklarla sınırlı tutulurken; Hanefîler birbirleriyle evlenmesi yasak olan bütün akraba; Hanbelîler de ashâbü'l-ferâiz ve asabe sıfatıyla mirasçı olanlar ve bu çerçevede kardeşler arasında karşılıklı olarak nafaka sorumluluğunu gerekli görürler. Erkek veya kızkardeşler birden fazla ise, bu mezheplere göre mirastaki hisseleri ölçüsünde sorumluluk yüklenirler. Hanbelîlere göre kardeşin mirasçı olmasına engel teşkil eden daha yakın birisinin bulunması halinde (oğul gibi) kardeşin nafaka sorumluluğu kalkar.
Yargılama hukuku alanında Hanefîler kardeşin kardeşe şâhitlikte bulunabileceğini kabul ederken Şâfiîler şâhitlik yapana bir menfaat sağlayıcı veya ondan zararı önleyici bir durum sözkonusu olmadıkça şâhitliği geçerli sayarlar. Mâlikî ve Hanbelîlerin bu konuda ileri sürdükleri bazı şartlar da genel anlamda bu yaklaşıma dayanmaktadır.
Kişinin usûl ve fürûu dışındaki akrabasına zekât verip veremeyeceği konusu tartışmalıdır. Hanefîlere göre kişi ister kendisine nafaka verme sorumluluğu taşısın ister taşımasın bu akrabalarına ve dolayısıyla erkek ve kızkardeşlerine zekât verebilir. Diğer üç mezhepte ise kişinin nafaka sorumluluğu taşıdığı akrabasına zekât veremeyeceği belirtilmiştir. Şâfiî ve Mâlikîlere göre erkek ve kızkardeşe nafaka ödeme sorumluluğu bulunmadığından bunlara zekât verilebileceği anlaşılmaktadır. Hanbelî mezhebinde nafaka sorumluluğu için mirasçılık şartı arandığından kişi mirasçısı olduğu kimseye zekât veremez, zira ona nafaka ödemek zorundadır. İki kişi (kardeş) karşılıklı olarak birbirine mirasçı olduğunda ise Ahmed bin Hanbel'den nakledilen kuvvetli rivâyete göre zekâtlarını birbirine verebilir. Diğer rivâyet mirasçı olanın diğerine zekât veremeyeceği, aksinin geçerli olduğu yönündedir. Buna göre meselâ iki kardeşten biri diğerine mirasçı olabilirken oğlunun varlığı gibi bir engel sebebiyle diğeri buna mirasçı olamıyorsa mirasçı olamayan diğerine zekât verebilir, çünkü ona karşı nafaka sorumluluğu yoktur. 4202
İslâm ve İnsan Kardeşliği
İnsanın insandan daha büyük dostunun olduğunu biliyorum ama kendisinden daha vahşi düşmanının olduğundan emin değilim. Gerçi aklıma şeytan geliyor fakat Allah, şeytanların bir kısmının insan olduğunu söylüyor 4203. Bu
4202] Rahmi Yakan, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 24, s. 484-485
4203] 6/En’âm, 112
KARDEŞLİK
- 1007 -
durumda şeytanların insanı mı, yoksa cini mi beşere daha şiddetli düşmandır, bilemiyorum. Ama şundan eminim ki insan vahşileşince hiç bir yaratık onunla yarışamıyor. Çünkü insanların işlediği toplu katliam ve benzeri vahşetleri vahşi hayvanlara izlettirseydik her halde küçük dillerini yutarlardı.
Şeytanların vesveseleri sonucu ortaya çıkan beşerî ideolojiler, öylesine yaydılar ki kin ve düşmanlık tohumlarını, müslüman zihinleri bile kasvet kapladı. Bırakınız insanların birbiriyle selâmlaşmasını, muhabbet etmesini, toplu taşıma araçlarında bile birbirleriyle göz göze gelmemeye özen gösterir oldular. Aynı imana, aynı ideolojiye mensup insanlar dahi kendi aralarında kaygısızca konuşamıyor, birbirlerini dinleyemiyor. Âdeta iletişim özürlü bir hayatı istemeyi sürdürüyorlar. Sevgi, barış ve kardeşlik kelimelerinin en çok tüketildiği bir memlekette insanların bazen birbirine "arkadaş", "kardeş" kelimesiyle hitap etmesine rağmen, iletişimin dillerden gönüllere doğru akmayıp da el ve ayaklardan suratlara doğru sıçraması ne yaman bir dramdır! Neredeyse insanlar arası ilişkilerin en temel esprisinin düşmanlık olduğu tezi, savunulacak hale geldi.
Kardeş kelimesinin anlamını yitirdiği bir âlemde, dostluğun yerini düşmanlığın alması hiç de şaşırtıcı olmamalı. Gerçi tarihte ve günümüzde yapılan din ve mezhep savaşlarına bakarak beşerî ideolojilerin tek yanlı olarak itham edildiği görüşü ileri sürülebilirse de, kavga eden dinlerin önemli bir kesiminin insan elinde aslî hüviyetini yitirerek yarı yarıya beşerîleşmiş bir ideolojiye dönüştüğünü, bu nedenle de meramını dille değil elle anlatmaya kalktığını farketmek mümkündür. Pavlos'un elinden geçmiş bir zihin ürününü hakiki din olarak görüp de, Marx'ın tornasından çıkmış bir düşünceyi salt beşerî bir ideoloji olarak ayırmak haksızlık olur kanaatindeyiz. Bu yarı ideolojik dinler, Hz. Mûsâ'yı (s.a.s.) İsa'ya (s.a.s.), Hz. İsa'yı (s.a.s.) Muhammed'e (s.a.s.) düşman edemeseler de Mûsâ'nın (s.a.s.) bağlılarını (daha doğrusu ona bağlı olduklarını iddia eden yoldan çıkmışları) İsa'ya, İsa'nın ümmetini Muhammed'e düşman edebilmektedirler. Oysa bütün peygamberler kendinden önceki peygamberleri tasdik etmiş, kendinden sonrakileri müjdelemiştir. Laf anlamayıp da birbirini yiyenler ise peygamberlerinin dinini saptıran, tahrif edenler olmalı! En kutsal değer kabul ettikleri dini dahi bozanlar neyi bozmazlar ki? Dini, dünyayı, insanı, her şeyi...
Yapılması gereken şey, insanın kendi hayatını genel bir değerlendirmeye tâbi tutması, kaybettiği gayeyi ve kader çizgisini yeniden tesbit etmesidir. Böylece yaratılış hikmetine uygun şiirsel bir hayatı yakalayabilir ve dünyayı kendi cehennemi yapmaya yönelik gayretlerinden vazgeçebilir. Aksi takdirde kendi amacından uzaklaşmış bir insan, el uzattığı herşeyi bozmaya devam edecektir.
Tefrika Değil, Kardeşlik
İnsanın kendini koruma refleksi, özü itibarıyla başkalarını koruma ve kollama zorunluluğunu beraberinde getiriyor. Başkalarına zarar vermesi de yine kendi varlığını tehlikeye sokması anlamına geliyor. Çünkü insan hayatta akraba olmasının ötesinde yaratıldığı hammaddeler itibarıyla dahi akraba ve kardeştir. Kendisinin değil bir başka gücün irade ve gücüyle var olmuştur. Bu irade ve gücün sahibine bağımlı olması nedeniyle kaderde kardeştir.
O güç; insanı bir maddeden değil, birçok nesnenin terkibinden ve çeşitli aşamalardan geçirerek yaratmıştır. Bu yaratma serüveni, önce çamur, sonra bir
- 1008 -
KUR’AN KAVRAMLARI
sıvı özü olarak gelişti ve düzenlendi. Bu da yetmiyordu. Şâyet yetseydi bütün bataklıkların, insan ocağı olması gerekirdi. Yaratan ona kendi ruhundan üflfl edi. Görme, duyma ve düşünme gibi hasletler verdi.4204 Bu demektir ki insan aslında tabiatın çocuğu olduğu kadar Allah'ın yakını ve gözdesidir.
Zayıflığı nedeniyle insan, sadece tabiata ve İlâhî Rûha değil, aynı özden yaratıldığı insan kardeşine de bağımlıdır. İnsan insanın hem sebebi hem sonucudur. Çünkü insanın yaratıldığı su, saf yağmur suyu veya dere suyu değil, başka iki insanın özümsemesinden geçmiş ve insanı var kılma aşkına dönüşmüş bir sudur. Ve bu özel su, insana dönüşürken soy sop sahibi olma vasıflarını da kazanmaktadır. 4205
Daha da açık bir ifadeyle insanın var oluşu, Allah'ın müdahalesini ve tabiattaki birçok etkenin reaksiyona girmesini ve de insanın insanla ilişkisini zorunlu kılmaktadır. Âdem'in (s.a.s.) ilk çocukları da bugünkü torunları da bir anne ve babadan dünyaya gelmektedir. Bunun anlamı, her çağda insana "Âdemoğlu" diye hitab edilmesini mümkün kılan bir akrabalık ilişkisidir ki bu, en geniş anlamıyla dikey olarak bir dede-torun ilişkisini ve yatay olarak da kardeşlik ilişkisini gündeme getirmektedir. Ayrıca bu ilişkiler ağı, bir defaya mahsus olmuş bitmiş bir olay değildir. Âdem ve Eşinin topraktan yaratılması gibi bugün insanın varlığı da toprak ve su ürünlerine bağımlıdır.
İnsanın; Allah, tabiat ve insana bağımlılığı, sadece varlık dünyasına çıkma aşamasıyla sınırlı değildir. Varlığını devam ettirirken ve hayatının öbür dünyadaki devamında da bu yakınlık ve zorunlu ilişki devam etmektedir. Tabiatla içiçe, insanla yanyana ve Allah'a muhtaç vaziyette sürüp gider bu serüven. Toprağa tohum atar meyve alır, insana el uzatır gönül alır, Allah'a el açar sevap alırız. Topraktan el çeker yoksul, insandan el çeker yalnız, Allah'tan el çeker yarınsız kalırız. Her üçünün aleyhinde bulunmamız ise helâkimiz olur. Bu sebeple İlâhî din, beşerin Allah'la, tabiatla ve insanla barışık olmasını istemektedir. Çünkü hayat, bu sulhun üzerine kurulmuştur. Bunun zıddı fesaddır, fesadın kökeninde ise şeytanizme meyletme vardır. Akrabasına iyilik etmeyip de varlığını saçıp savuranlar şeytanla kardeş olurlar.4206 Bu sorun insanın en temel sorunudur.
"İnsanlar sadece bir tek ümmetti fakat ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi" 4207; "İnsanlar bir tek milletten başka bir şey değildi. Allah nebîleri müjdeci ve uyarıcılar olarak gönderdi. Ama aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler." 4208 Bu âyetlerin açıkça ifade ettiği gibi insanlar tek toplumdu ve ilk ihtilâfı insan başlattı. Kendisini bir sudan yaratana hasım oldu. 4209
Gerek cennette ve gerekse cennet sonrası dönemde Allah hem Âdem (a.s.)’i, hem de oğullarını şeytana karşı dikkatli olmaları konusunda uyarmış, şeytanın düşmanlığına dikkat çekmişti.4210 Hatta cennetten dünyaya yolcu ederken onlara
4204] 32/Secde, 7-9
4205] 25/Furkan, 54
4206] 17/lsrâ, 26, 27
4207] 10/Yûnus, 19
4208] Bakara/213
4209] 16/Nahl, 4
4210] 20/Tâhâ, 117, 36/Yâsin, 60
KARDEŞLİK
- 1009 -
şunu söylemişti: "Size Benden her hidâyet geldiğinde kim Benim hidâyetime uyarsa o sapmaz ve sıkıntıya düşmez. Ama kim Benim öğüdümden yüz çevirirse onun için dar bir geçim vardır ve kıyâmet günü kendisini kör olarak süreriz..." 4211 Allah yarattığı her insana yolu göstermiş ve şükretme ile nankör olma arasında imtihan için serbest bırakmıştır.4212 Onları iyiliğe teşvik etmenin ötesinde bir baskıda bulunmamıştır.4213 Ayrıca iman ve kardeşlik yolundan sapacak olanların cezalandırılacağını her çağda insanlara iletmiştir.4214
Ama Âdemoğulları bu uyarıları gözardı etmişler, azmış ve Âdem’e (a.s.) ait baba ocağını terketmişlerdir. Henüz. Âdem'in iki oğlu arasında öldürmeyle sonuçlanan bir kavga yaşanmıştır.4215 Kabil’in bencilliği yüzünden kardeşine el kaldırmasına karşın Hâbil’in "Andolsun eğer öldürmek için bana elini uzatırsan, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbinden korkarım. İsterim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenip cehennemlik olasın. Zâlimlerin cezası budur"4216 demesi, çok ilginç bir kardeşlik göstergesidir. Allah'ın her defasında "Açık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâf eden muhâlif olanlar gibi olmayın..." uyarısına rağmen,4217 insanlar neredeyse küfür ve azgınlıkta tek millet olma riskiyle karşı karşıya kaldılar.4218 Şeytan onları yoldan çıkardığı halde kendilerini doğru yolda sandılar. 4219
Böylece, kardeşlik düşmanlığa dönüşmekle kalmadı, aynı zamanda insanlıkta aslolanın kardeşlik değil de düşmanlık olduğu sanılmaya başlandı. İnsanlar sadece Allah'a kul olsunlar diye yaratılmışken parçalama ve parçalanmanın temsilcileri, Allah'a kulluğa çağıranları bölücülükle suçladılar.4220 Oysa İslâm'a çağrı, bir öze dönüş çağrısıdır. Evi terketmiş kardeşe, "yuvaya dön" çağrısından başka bir şey değildir. Bölücülükse Allah'ın kendisine biçtiği misyonu terkeden, böylece İblisin elinde oyuncak olan sapkın kardeşlerin zavallı tavrıdır. Bu sebeple zalime bile yol göstererek iyilik yapmamız istenmektedir. 4221
Nasıl Kardeşlik?
Ne Türkçe'de ne de Arapça'da, kardeş kelimesi tek formlu ve tek anlamlıdır. Kullanıldığı durumlara göre kardeş kelimesinin anlamında genişleme ve özelleşmeler görülmektedir. Türkçe'de karındaş kelimesiyle eşanlamlı oluşu nedeniyle kelimenin aynı annenin karnından doğan, aynı rahmi paylaşan anlamındaki yakınlığı ve kan bağını ifade için kullanıldığını sanıyorum. Arapça'da kardeş anlamında kullanılan (a.h.v.) kelimesi; hayvan bağlanan ip, düğüm, kazık vs. anlamında kullanılmaktadır. Her iki dilde de kelime, sıkı ilişki, yakınlık ve bağlı olmak anlamına gelmektedir. Hatta Arapça'da bu kelime aynı dizinde yer alan nesne ve olaylar için kullanılabilmektedir. Misal olması bakımından Mûsâ’ya (a.s.)
4211] 20/Tâhâ, 123, 124
4212] 72/İnsan, 2, 3
4213] 2/Bakara, 253
4214] 4/Nisâ, 115, 116, 119
4215] 5/Mâide, 27-31
4216] 5/Mâide, 27-31
4217] 3/Âl-i İmrân, 105
4218] 43/Zuhruf, 33, 34
4219] 43/Zuhruf, 37
4220] 40/Mü’min, 26; 7/A’râf, 127
4221] Buhârî, Mezâlim 4
- 1010 -
KUR’AN KAVRAMLARI
verilen mûcizeler birbirinin kardeşi olarak nitelenmektedir.4222 Hem bu, hem de zikredeciğimiz örnekler, kelimenin anlamının aynı anne veya babadan dünyaya gelen kankardeşlerle sınırlı kalmadığını göstermektedir. Hem Türk hem de Arap insanı; kelimeyi arkadaş, dost ve yâran anlamlarında kullanabilmektedir. Cehenneme giden aynı yolun yoldaşlarına da bu kelime kullanılıyor. 4223 Yine Türk insanının hiç tanımadığı yabancı bir insana, arkadaş anlamında "kardeş" diye hitab ettiğini yakînen bilmekteyiz.
Öte yandan kelimenin arkadaşlık anlamına benzer şekilde, duygu ve düşünce bağlılığı anlamında kullanılması da bir hayli yaygındır. Şu âyetler, kardeşliğin sadece kan ve süt bağından kaynaklanmadığını, gönül bağının da insanı kardeş yaptığını gösterir.
"Ey iman edenler, Allah'tan gereği gibi korkun ve ancak müslümanlar olarak ölün. Hep birden Allah'ın ipine (vahye) sarılın ayrılığa düşmeyin. Üzerinizdeki Allah’ın nimetini düşünün. Siz birbirinize düşmanken kalplerinizi ısındırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Ateşten bir uçurumun kenarındayken sizi kurtardı. Doğru yolu bulmanız umuduyla Allah âyetlerini böyle açıklıyor." 4224
Kısaca belirtmek gerekirse kardeşlik çeşitleri şu şekilde sıralanabilir:
a- Kan bağına dayalı kardeşlik: Anne-baba bir veya ayrı olması itibarıyla öz-üvey ayrımına tâbi tutulduğu gibi, yakın ve uzak kardeşliği de içerir. Âdemoğullarının insan kardeşliği, aynı soydan olma itibarıyla akrabalık veya soydaşlık da bir nevi uzak kardeşlik kabul edilebilir. "Ey insanlar biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için kavim ve kabileler haline getirdik. Allah'a göre en üstününüz, en takvâlı olanınız, O’na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır..."4225 Gerek bu âyet ve gerekse zikredeceğimiz şu deliller, tümel olarak insanların, tikel olarak da kabile ve kavimleri meydana getiren insanların kardeş olduğunu kanıtlamaktadır: "Kulların hepsi kardeştir." 4226; "Allah'ın birbirine kardeş kulları olun."4227 Yine Hz. Peygamber’in Vedâ Hutbesinde "Ey insanlar, hepiniz kardeşsiniz. Hepiniz Âdem’in oğullarısınız. Âdem de topraktandır..." dediğini bilmeyen yoktur. Hatta Kur'an birçok âyetinde insanlara hitab ederken “Ey Âdemoğulları!” diye hitab etmektedir.4228 Bu durum, kan bağına dayalı kardeşliğin arasında, yakınlık ve uzaklığa göre bir derecelendirmeye tâbi tutulabileceğini göstermektedir. Yakın kardeşlik mirası doğururken, uzak kardeşlik (akrabalık) mirastan pay alma hakkı doğurmamaktadır.
b- Süt akrabalığına dayalı bir kardeşlik: Sütkardeşliği, evlenmesi haram olanlar bağlamında sık gündeme gelir. Kan (soy) kardeşliği ile tamamen aynı olmasa bile İslâm kültürüne göre hukukî sonuçlar doğurabilmektedir. Sütkardeş, sütanne vs. ile evlenilemez. Ama sütten dolayı mirasçı da olunmaz. 4229
4222] 43/Zuhruf, 48
4223] 7/A’râf, 38
4224] 3/Âl-i İmrân, 103
4225] 49/Hucurât, 13
4226] Ebû Dâvud, Vitr 25
4227] Buhârî, Nikâh 45
4228] 7/A’râf, 26, 27, 31, 35; 36/Yâsin, 60
4229] 4/Nisâ, 23
KARDEŞLİK
- 1011 -
c- Gönül bağına dayalı duygusal kardeşlik: Dostluk ve din kardeşliği bunun iki örneğini oluştururlar. "Mü’minler, ancak kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan sakının ki size rahmet edilsin."4230; "Mü’min, mü’minin kardeşidir."4231; "Müslim, müslimin kardeşidir." 4232
Âyet ve hadislerin açıkça ifade ettiği gibi din kardeşliği de kan/soy ve sütkardeşliği gibi bir kardeşlik doğurmaktadır. Ancak bunun hukukî ve ahlâkî sonuçları diğer iki kardeşlik türünden farklıdır. Din kardeşliği maddî miras hakkı doğurmaz. Ancak din ve devlet ayrılığı İslâm hukukuna göre mirasa engel görülmüştür. Şu iki âyet bu konuyu netleştirmektedir: İman ettiği halde hicret etmeyenler mü’minlerden velâyet hakkı elde edemiyor. Ancak kendilerine dinî yardım yapılabilir.4233 İman etmeyenlerin velâyet hakkı kendiliğinden yok sayılıyor. Fakat iman edip hicret eden ve mü’minlerle birlikte savaşa katılan karındaşlar (kan akrabaları), Allah'ın kitabına göre birbirlerinin daha yakın dostudurlar. 4234 İslâm bu tür bir kardeşliği vâkıa olarak onaylamaktadır. Hatta sıla-ı rahim diye bilinen akrabalık ilişkilerini sürdürmeyi ve akraba haklarını gözetmeyi öngörmektedir.4235 Bu bağlamda şu âyeti zikretmek çok yerinde olacaktır: "Rahim sahipleri (karındaşlar), Allah'ın kitabına göre birbirlerine öteki mü’min ve muhâcirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız hâriç. Bunlar Kitapta yazılmıştır."4236 Hatta gönül bağı olması münasebetiyle din kardeşliği, din ayrılığı ile birlikte bulunan kan ve sütkardeşliğinden üstün kabul edilebilmiştir.4237 Çünkü dinî kardeşlik irâdî bir tercihle gerçekleşir, diğerleri ise tabiî bir zorunluluktur. Kişinin sevdiği ile daha çok beraber olması daha doğal bir sonuçtur. Celâleddin Rûmî'nin belirttiği gibi:
"Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer.
Nice Hintli, nice Türk vardır ki düdeştirler. Nice İki Türk de vardır ki birbirine yabancı gibidirler.
Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir.
Gönülden sözsüz, yazısız yüzbinlerce tercüman zuhur eder." 4238
Genel bir değerlendirmeye tâbi tutulursa her kardeşlik türü, derecelenmeye imkân tanımaktadır. Ancak bu derecelenmenin varlığı, onlardan birini yok saymamıza imkân vermez. İslâm, din kardeşliğini vaz’ederken kan/soy kardeşliğini yok saymadığı gibi, soy kardeşliğini her şeyin genel geçer ölçüsü de saymamıştır. Kardeşliğin her bir çeşidini kendi mihverinde değerlendirmiştir. Bu dengenin gözetilmesi tabiîdir. Çünkü Yaratan da değerlendiren de aynı zâttır. İlâhî hikmet, İslâmî kardeşliği öne çıkarmakla aslında beşerî kardeşliği ıslah etmeyi hedeflemektedir. Çünkü İslâm'ın muhâtabı insanlık âlemi, amacı da fesadı önleyip ıslahı
4230] 49/Hucurât, 9,10
4231] Ebû Dâvud, Edeb 49
4232] Tirmizî, Hudûd 3
4233] 8/Enfâl, 72
4234] 8/Enfâl, 75
4235] 4/Nisâ, 1, 47/Muhammed, 22
4236] 33/Ahzâb, 6
4237] Buhârî, Ferâiz 9
4238] Mesnevi, I, 97
- 1012 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gerçekleştirmektir. Ancak, İlâhî hikmetten uzak ideolojilerin insanı önyargılara mahkûm etmesi nedeniyle din ve soy kardeşliğini sanki birbirinin zıddı gibi sunan birtakım çarpık anlayışlar, İslâm toplumlarını maalesef birtakım lüzumsuz tartışmaların içerisine çekebilmiştir. Çıkarcı liderler, zavallı gençliğe "Ne dininizden ne de kanınızdan vazgeçmeniz gerekiyor" diyememişlerdir.
Düşmanlık Nereden Doğuyor? İslâm, üstünlüğü takvâ ve din kardeşliğine, gönül birliğine vermesine rağmen, kan bağını ve dostluğu da gözardı etmeyerek kâfirlerle müslümanları (her durumda) düşman saymamıştır. Ta ki onlar düşmanlık beslemedikleri sürece.4239 Kur'an peygamberlerin mücâdelelerinden kesitler sunarken helâki hak etmiş suçlu kavimleri peygamberlerin kardeşleri olarak sunabiliyor: “Âd kavmine kardeşleri Hûd'u, Semûd'a kardeşleri Sâlih'i, Medyen'e kardeşleri Şuayb'ı, gönderdik.”4240; “Kardeşleri Nuh, Hûd, Sâlih, Lût onlara dediler ki: Allah'tan korkmaz mısınız?”4241 Lût'un çok temiz bir insan olması, homoseksüel kavmine karşı kardeşlik sorumluluğunu güzel söz ve uyarıyla yerine getirmesine engel teşkil etmiyordu. Bu demektir ki İslâm kardeşliğinin efdal oluşu, aynı dini paylaşmadığım insanla olan kardeşliğimi sadece ikinci sınıf bir kardeşlik durumuna düşürür. O düşmanlık yapmadığı sürece ikinci sınıf kardeşliğe engel yoktur.
Kur'an; Allah'a, Rasûle ve mü’minlere düşmanlık eden kâfirleri dost edinmeyi yasaklıyor. Çünkü onlar düşmanlık etmektedirler. Düşmanlık edenleri dost kabul etmek mü’minleri hamâkate (ahmaklığa) sürükleyecektir. 4242 Fakat Kur'an, düşmana bile saldırganca ve ölçüsüzce davranmayı hoş görmüyor. Muhammed (s.a.s.) ve arkadaşlarını Mekke'den sürüp çıkaran işkenceci kâfirler hakkında mü’minlere şu öğüdü veriyor: “Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı beslediğiniz kin, sizi saldırganlığa sevketmesin. İyilik ve takvâ konusunda yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azâbı çetindir.” 4243
Düşmanca münasebetlerin ve savaşların sürdüğü bir dönemde dahi müslümanların saldırgan olmamasını isteyen Kur'an, anlaşmazlıkların düşmanlığa dönüşmesinin müslümanlarca başlatılmasını asla istemezdi. İnsanlara güzel söz söylemeyi prensip olarak belirleyen Kur'an, insanlara yanağını bükmeyi (yüzünü çevirmeyi) bile hoş görmüyor.4244 "İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü daha güzeliyle savuştur. O zaman görürsün ki seninle aranda düşmanlık bulunan kimse sıcak bir dost oluvermiş. Buna ancak sabredenler kavuşabilir. Ve buna en büyük payı alanlar eriştirilir." 4245
Bu âyetlere iman eden ve onu hayatında gerçekleştiren insanlara, hiçbir teröre bulaşmadığı veya tasvip etmediği halde birtakım insanların bölücü veya saldırgan demesi, hakkı değiştirecek değildir. Muhammed (s.a.s.)'e nisbet edilen şu söz çok yerinde bir ölçü koymakta, sevgi ve düşmanlığın değişken olduğuna
4239] 9/Tevbe, 6-10
4240] 7/A’râf, 65, 73, 85; 50/Kaf, 13; 11/Hûd, 50, 61, 84; 27/Neml, 45; 29/Ankebût, 36; 46/Ahkaf, 21
4241] 26/Şuarâ, 106, 124, 142, 161
4242] 60/Mümtehıne, 1
4243] 5/Mâide, 2
4244] 2/Bakara, 83; 31/Lokman, 18
4245] 41/Fussılet, 34, 35
KARDEŞLİK
- 1013 -
işaret etmektedir: "Buğzettiğin kimseye ölçülü buğzet, gün gelir dostun olur."4246 Görülüyor ki Kur'an ve Peygamber (s.a.s.) duygularımızı kontrol etmemizi, aramız açık olan kimselere karşı uzun vâdeli düşünerek iyimserlik beslememizi istemektedir. Hem bu ölçülerin kâfirlere karşı da işletilmesini istemektedirler. O halde düşmanlık; adı bile barış ve esenlik anlamına gelen İslâm'dan değil, bu yoldan ayrılmaktan kaynaklanmaktadır. İslâm'ın realiteci çağrısı ise, Hz. Muhammed'in (s.a.s.) şu veciz sözünde somutlaşmaktadır: "Allah'ın kardeş kulları olun." 4247
Kardeşler arası yakınlık veya uzaklık duygu ve davranışları değiştirebilir, ama kardeş olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Bu genel durumu Kur'an'dan bir örnekle somutlaştırmak istiyorum: Yusuf'un kardeşleri kıskançlıkları yüzünden kendisini öldürmeye kalkışıyor ve sonunda adı kayıplar listesinde çıkıyor!4248 Kendisini kuyuya atan kardeşlerine gün gelip yaptıklarını söyleyeceğini Yusuf, Allah'ın lutfu ile biliyordu.4249 Müjdenin tevili gerçekleşip kardeşlerinin itiraf ve mahcûbiyetlerini görünce Yusuf, hakiki kardeşlik sözünü söylüyor: "Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. Çünkü O merhametlilerin en merhametlisidir." 4250 Bu örnek çerçevesinde bir noktayı aydınlatmamız gerekiyor. Kuyuya atılırken de, onları affederken de Yusuf (s.a.s.), onların kardeşiydi. O halde, öldürmeye kalkışan ile kendisine tuzak kuranı affeden kardeş arasındaki fark ne? Biri, şeytanın propagandasına kapılarak kıskançlığını ön plana çıkaran kardeş, diğeri de Allah'ın vahyine uyarak kardeşini şeytanın esâretinden kurtaran kardeş. O halde vahiy, gözardı edilmiş kardeşliğin hatırlatılması; kin ve düşmanlık ise şeytan tarafından kardeşlik duygusunun örtülmesi ve yerine kıskançlığın konmasıdır. Bu gerçeği bazı insanlar, Yusuf gibi erken öğreniyor, bazıları da onun kardeşleri gibi oldukça geç anlıyor. Tabiî bazıları da hiç öğrenmeden gidiyor. Yusuf gibi sabır örneği olmak için; geç öğrenenleri, hiç öğrenmeyecek olanlardan ayırmak lâzım. Bu da Allah'a bağlı bir gönül gerektirir.
Burada asıl ele alınması gereken hususlardan birisi ve en önemlisi, evi terketmiş Âdemoğullarının eve dönmesi için çağrı yaparken evdekilerin birbirini yememesidir. Düşmana bile mert davranmayı, kâfirlerin kötülüğüne karşı bile sabırlı ve ümitvar olarak iyi davranmayı öğütleyen bir dinin temsilcileri, kendi aralarında daha şefkatli ve müsâmahalı davranması gerekir. Hata ile ma'lûl iki müslüman arasında sorun çıksa bile çözümsüz olmadığını bilmek ve zamanla her şeyin düzeleceğine inanmak her müslümanın gözönünde bulundurması gereken bir zorunluluktur. Sorunsuz bir dünya olmadığına göre, sorun çıktığında nasıl davranacağını bilen insanlar, en iyi kardeşliği gerçekleştirecek insanlardır. Üçüncü şahısların yangına körükle gitme yerine ıslah ümidiyle yaklaşması ve arabuluculuk girişimi de bir diğer önemli görevdir.4251 İslâm'ın kardeşler arası ilişkilerdeki sorunlara nasıl yaklaşılması gerektiği konusundaki öğütlerini kısaca özetlemeye çalışalım:
Müslüman kardeşini tahkir etmek kişinin şer özelliğini yansıtır.4252 Çünkü ki4246]
Tirmizî, Birr ve Sıla 60
4247] Buhârî, Nikâh 45
4248] 12/Yûsuf, 9-10
4249] 12/Yûsuf, 15
4250] 12/Yusuf, 90-92
4251] 49/Hucurât, 9,10
4252] Müslim, Birr 32
- 1014 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir, küfrün de temelini oluşturan en büyük günahlardan biridir.4253 Kendisi için istediğini kardeşi için istemek, imandandır.4254 Fesadla bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek; bir insanı yaşatmak, bütün insanları yaşatmak gibidir.4255 Bırakın öldürmesini, kişinin bir yerde oturan kardeşini kaldırıp yerine kendisinin oturması bile çok çirkin bir davranıştır.4256 İnsanın kardeşiyle alay etmesi, kusurunu araştırması, kötü lakapla çağırması fısk ve zulümdür. Zann, tecessüs, arkadan çekiştirme gibi davranışlar, insanın ölü kardeşinin etini yemesi kadar çirkin huylardır. 4257
"Size adam öldürmemeniz söylenmişti. Ben size derim ki kardeşine kızan, hükme müstehak olacaktır... Göze göz, dişe diş dendiğini işittiniz. Fakat ben size derim ki; kötüye karşı koyma ve senin sağ yanağına kim vurursa ona ötekini de çevir."4258 Hz. İsa'ya atfedilen bu sözlerin değerini şimdi daha iyi anlıyorum. Müslümanın kardeşiyle üç günden fazla küs durması helâl olmadığı4259 gibi akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını vermeyip saçıp savurması şeytanla kardeş olmaktır. 4260 Cehenneme giren her ümmet, kardeşine lânet eder.4261 Çünkü kendisi de lânetlik biri gibi davranıyordu. O halde kardeşliği cehenneme gitmeden önce ısıtmak lâzım. Tabiî bu çağrıyı lüks bulanlar olabilir. O durumda bile insan kardeştir. Önemli olan Yusuf gibi kardeş olabilmektir. 4262
“Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını bozmak)tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir.” 4263
Bu âyette geçen ‘el-erhâm’ ‘rahm’in çoğuludur. Rahim, kadının döl yatağına denir; fakat aynı rahimden çıktıklarından dolayı istiâre olarak akrabaya rahim ve ruhm dendiği gibi, rahim sahipleri da denilir. Sıla-i rahim akrabayı ziyaret; kat'-ı rahim ise akraba ile ilgiyi kesmektir. Bu âyette erhâm hakkına ri'âyet edilmesi, kadınlara karşı şefkatle davranılması, aile hukukunun gözetilip aralarında rahim bağı bulunan insanların, birbirlerine karşı sevgi ve şefkatle hareket etmeleri, akraba ile ilgiyi kesmemeleri emredilmektedir.
Nisâ Sûresi'nin, erkek-kadın, bütün insanların ortak niteliği olan “en-nâs/insanlar” ta'biriyle başlaması, insanların bir tek kökten geldiğinin belirtilmesi ve akrabalık hakkına saygının emredilmesi, bütün insanların aynı kökten gelmiş, aynı atalardan türemiş kardeşler, köken bakımından akraba olduklarına dikkati çekmektedir. Bu âyet; ırk, dil, bölge ayrımı gözetmeden bütün insanlığa hitabeden İslâm'ın evrensel, toplayıcı, birleştirici ezelî prensiplerindendir.
4253] 16/Nahl, 23
4254] Buhârî, İman 7; Müslim, İman 71, 72
4255] 5/Mâide, 32
4256] Buhârî, Cum’a 2
4257] 49/Hucurât, 11, 12
4258] Matta, 5/21, 22, 38, 39
4259] Buhârî, Edeb 57
4260] 17/İsrâ, 26, 27
4261] 7/A’râf, 38
4262] Tuncer Namlı, Ahlâkî Kavramlarda Anlam Arayışı I, Fecr Y., s. 61-75
4263] 4/Nisâ, 1
KARDEŞLİK
- 1015 -
Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde bu köken kardeşliği ve özellikle de iman kardeşliği vurgulanmaktadır. Aşağıdaki âyetler, kardeşliği vurgulayan en çarpıcı örneklerdendir: “Eğer mü’minlerden iki grup vuruşurlarsa, onların arasını uzlaştırın; şâyet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun (Allah'ın buyruğuna) dönerse artık adâletle onların arasını düzeltin ve dâima âdil olun. Çünkü Allah, adâlet yapanları sever. Muhakkak mü'minler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet edilsin.” 4264
Bu âyetlerde iman edenlere, iki mü'min cemâat arasında çıkan kavgayı yatıştırmaları, bir cemâat diğerine saldırdığı takdirde, saldırgan taraf Allah'ın buyruğunu dinleyinceye kadar onunla savaşmaları, Allah'ın buyruğuna râzı olduğu takdirde kavga edenlerin aralarını uzlaştırmaları, adâletten ayrılmamaları buyrulmakta ve Allah'ın, adâlet yapanları sevdiği; inananların kardeş oldukları, Allah'ın rahmetine erebilmek için kardeşler arasını uzlaştırmaları gerektiği vurgulanmaktadır.
Âyetlerin hükmü geneldir. Buna göre iki müslüman grup veya toplum arasında anlaşmazlık ve kavga çıkarsa diğer müslümanların seyirci kalmayıp onları uzlaştırmaya çalışmaları; bir taraf hakkı kabule yanaşmaz ve öteki tarafa saldırmaya devam ederse bütün müslümanların, kuvvet kullanarak saldırganı hak çizgisine getirmeye ve iki tarafı uzlaştırıp aralarında adâletle barış kurmaya çalışmaları gerekir.
Kavga eden taraflar, bir devlet içinde iki aile, iki aşiret, iki kabîle, iki kent olabileceği gibi, 1980’li yıllarda İran'la Irak arasında görüldüğü üzere iki bağımsız devlet de olabilir. Bir devlet içinde çıkan olaylarda devlet, olayı önler. Fakat devlet müdâhale edinceye kadar diğer müslümanların olayı yatıştırmaya, saldırgana mâni olmaya çalışmaları gerekir.
Şâyet olay iki devlet arasında ise müslüman devletler topluluğu, (meselâ İslâm Konferansı Üyeleri) müştereken bunların arasını bulmaya çalışırlar. Ama bir taraf Allah'ın hükmünü dinlemiyor, karşı tarafa haksız yere saldırıyorsa o zaman müslüman devletlerin, hep beraber o saldırgana karşı savaşıp onu doğru yola getirmeleri gerekir.
Yine bu âyetlerin hükmüne göre müslümanlar kardeştirler. Kardeşçe geçinmelidirler. Allah'ın rahmetine nâil olabilmeleri için barış içinde yaşamaları ve müslüman kardeşler arasında çıkan olayları yatıştırmaya, kavgaları önlemeye, müslümanların arasını uzlaştırmaya çalışmaları gerekir.
Ayrıca karı-koca arasını uzlaştırmak için arabulucu tayinini emreden 4/Nisâ, 35. âyet de, iman eden gruplar arasında çıkan anlaşmazlıkların da yine arabulucu yoluyla çözülmesine işaret etmektedir. Nitekim meşhur muhaddis el-Hâkim Ebû Abdillah İbn el-Beyyi', o âyette, iki zümre arasında çıkan anlaşmazlığın çözümü için her iki taraftan birer hakem gönderilmesine işaret bulunduğunu söylemiştir. Gerçekten âyette tefrika ve fitneden endişe eden herkesin, iki hakem (arabulucu) göndermesine delîl vardır. Nitekim mü'minlerin emîri Hz. Alî, Hâricîlerle kendisi arasında çıkan anlaşmazlığın çözümü için hakem tayin edilmesini, Nisa 35. âyetten çıkarmıştır. Demek ki müslümanlar arasında anlaşmazlık çıktığında
4264] 49/Hucurât, 9-10
- 1016 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çözüm için hakem tayin etmek uygun olur. 4265
Tabii İslâm'da esas olan, bir tek devlettir. Fakat bugün için bu, mümkün görünmüyor. Çünkü her ulus kendisinin, diğerlerine hâkim olmasını istiyor. Bu da İslâm milletleri arasında ayrılıklara, övünmelere, sürtüşmelere yol açmaktadır. Tarih boyunca da böyle olmuştur. Peygamber’in (s.a.s.), ilk üç halîfesinin dönemleri hâriç tutulursa, bütün müslümanların birlikte yaşadığı bir devlet de kurulamamıştır. Osmanlı Devleti zamanında bu birliğe doğru yaklaşılmış ise de yine de İslâm milletlerinin tamamı bir tek devletin çatısı altına alınamamıştır.
Şimdi bugün, İslâm Konferansı üyelerinin gittikçe aralarında siyasî yakınlık kurarak, önce İslâm Ortak Pazarı, sonra iç işlerinde serbest, dış işlerinde beraberlik esasına dayalı bir Birleşik İslâm Devletleri Örgütü kurmaları mümkündür. Bu örgütün başkanı da alfabetik sıraya göre nöbetleşe her üye devletten belli bir süre için seçilmelidir. Bu örgütün, İslâm âlimlerinden oluşan bir parlamentosu da olursa İslâm'ın aradığı sürekli ve istikrarlı bir birliğe yaklaşılmış olur. Avrupa Birliği’nin nihaî hedefi böyle bir siyâsî birliktir ve onların parlamentosu da vardır. Neden müslümanların böyle bir örgütü, müşterek konseyi ve parlamentosu olmasın?
Böyle bir örgüt, İslâm devletleri arasında çıkan anlaşmazlıkları da karara bağlar ve kararı da bağlayıcı olur. İslâm devletleri arasında çıkan sorunları çözmek, haklıyı, haksızı ayırt etmek için Avrupa Adâlet Divânına benzer bir İslâm Adâlet Dîvânı oluşturmak da gereklidir.
Kur'ân'ın bu âyetlerinde böyle bir adâlet dîvânının nüvesi vardır. Çünkü Kur'ân, haksızlığın önlenmesini istiyor. Haklıyı ve haksızı da ancak adâlet divanı ayırdeder. Kur'ân, on dört asır önce en modern hukuk sistemine ışık tutmuş iken müslümanların bu örgütü kurmakta gecikmeleri gariptir.
Adâlet, İslâm kardeşliği ve dayanışması konusunda bu âyetlerin yanında pek çok hadîs de vardır. Bunlardan birkaçına işaret edelim:
"Dünyâda adâlet yapanlar, yaptıkları adâletten dolayı Rahmân'ın önünde inciden minberler üstünde bulunacaklardır." 4266
"Birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve acımalarında mü'minler bir tek cesede benzerler. Cesedin bir organı rahatsız olunca diğer organları da uykusuzluk ve ateş ile onun rahatsızlığını paylaşır." 4267
Peygamber (s.a.s.): “Mü'minler, bir binanın taşları gibi birbirini tutar” deyip parmaklarını birbirine geçirmiştir. 4268
“Birbirinize hased etmeyiniz, birbirinizin satışına engel olmayınız, kızmayınız, sırt çevirmeyiniz, ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz. Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu rüsvây etmez, ona hakaret etmez.” (Devamında Rasûlullah (s.a.s.) göğsüne işaret ederek üç defa:) “Takvâ buradadır.” buyurdu. 4269
4265] Kasimî, Mehâsinu't-Te'vîl, 5/1226
4266] Müslim, İmâret 18; Nesâî, Kudât 1; Ahmed bin Hanbel, Müsned 2/159, 160, 203
4267] Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, Ahmed bin Hanbel, Müsned 4/270
4268] Buhârî, Salât 88, Edeb 36, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65; Tirmizî, Birr 18; Nesâî, Zekât 67; Ahmed bin Hanbel, Müsned 4/104, 405, 409
4269] Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57-58, 62; Müslim, Birr 30-32
KARDEŞLİK
- 1017 -
“(Hiçbir kötülüğü olmasa dahi) kişinin, müslüman kardeşine hakaret etmesi kendisine yeter. Her müslümanın diğerine kanı, malı ve namusu haramdır.” 4270
“Müslümanın, müslüman kardeşiyle üç günden fazla küs tutması helâl değildir. Öyle ki birbirleriyle karşılaşırlar, biri bu tarafa, öbürü diğer tarafa bakıp geçer (birbirlerine selâm verip konuşmazlar). Onların en hayırlısı, ilk selâm verendir.” 4271
Müfessirler Hucurât sûresi, 9-10. âyetlerden, müslümanlar arasında çıkan çarpışmanın, kendilerinden iman vasfını götürmeyeceği, hattâ bağînin dahi kâfir olmayacağı kanısına varmışlardır. Çünkü Allah, âyette bâğî (saldırgan) oldukları halde yine onlara: "ihveh/kardeşler" ve "mü'minler" sıfatını vermiştir. Bu da onların, birbirleriyle çarpışmalarından dolayı kâfir olmadıklarını gösterir. Nitekim birisi Hz. Alî'ye, Cemel ve Sıffîn olaylarında kendisine karşı savaşanların müşrik olup olmadıklarını sormuş, Hz. Alî: “Hayır, onlar şirkten kaçtılar” demiştir. Soran: “Peki onlar münâfık mıdır?” demiş. Hz. Alî: “Hayır, münâfıklar, Allah'ı çok az anarlar” demiş. Soran: “Öyleyse onların hali nedir?” diye sorunca Hz. Alî: “Kardeşlerimizdir, bize haksız yere saldırdılar (bâğîdirler)” demişti. 4272
Topluca Allah'ın ipine yapışın, ayrılmayın: “Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allah) kalplerinizi uzlaştırdı; O'nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz. Siz bir ateş çukurunun kenarında bulunuyordunuz, Allah sizi ondan kurtardı. Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki yola gelesiniz.” 4273
Âyet, mü'minlere, Allah'ın ipi olan Kur'an'a sarılmalarını, bölünüp ayrılmamalarını emrediyor. Ve daha önce, düşmanlığın körüklediği ateş çukurunun içine düşmek üzere olduklarını; ancak Kur'an'a sarılmaları sonucu bu düşmanlık durumundan kurtarıldıklarını hatırlatıp bir daha öyle bir duruma dönmemelerini öğütlüyor.
Gerçekten Allah'ın ipi olan Kur'an'a sarılanlar birleşirler. Daha önce birbirine düşman olan, birbirlerine karşı düşmanlıkla ateş püsküren Medîne toplumu, nefret ve düşmanlık ateşiyle dolu bir çukurun kenarında bulunuyordu. Neredeyse düşmanlık ateşi içine düşüp mahvolacaklardı. Allah, hidâyetini lutfedip onları helâkten kurtardı. Şimdi hidâyete gelip kardeşlik içine girdikten sonra tekrar eski düşmanlık durumlarına dönmek yakışır mı?
Allah Elçisi'nin Medîne'ye gelmesinden önce bu kentte Evs ve Hazrec adıyla iki Arap kabîlesi otururdu. Câhiliyye döneminde bunlar arasında şiddetli düşmanlık vardı. Zaman zaman bunlar kavga eder, savaşırlardı. İki kabîle arasında geçen son savaş da Bu'âs Savaşı idi. Medîne'ye İslâm gelince iki kabîle birbiriyle dost ve kardeş oldular. Onların bu kardeşçe yaşayışları, aslında ikisini de istemeyen yahûdîleri son derece rahatsız ediyordu. Yahûdîlerden Kays oğlu Şâs, bir gün Evslilerle Hazreclilerin birlikte sohbet ettiklerini gördü, canı sıkıldı: "Bunlar böylesine dost oldukları sürece bizim burada yerleşmemize imkân kalmaz" diyerek bir yahûdî çocuğunu onların arasına gönderdi ve onlara Bu'âs harbini, bu harbde Evs'in, Hazrec'i yendiğini hatırlatmasını tenbihledi. Yahûdî çocuğu, aralarına sokulup Bu'âs konusunu ortaya atınca hava değişmeğe, eski
4270] Müslim, Birr 32; Ebû Dâvûd, Edeb
4271] Buhârî, Edeb 57, 62, İsti'zân 9; Müslim, Birr 25; Tirmizî, Birr 21
4272] Beğavî, Meâlimu't-Tenzîl, Hâzin kenarında 6/225
4273] 3/Âl-i İmrân, 103
- 1018 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gönüllerde düşmanlıklar canlanmaya başladı. Evs ve Hazrecliler, birbirlerine laf atmağa başladılar ve: “İsterseniz o günü tekrar edelim, haydi Harra'ya gidelim!” dediler.
Bu'âs harbi Harra meydanında geçtiği için oraya gidip vuruşmak istediler, silâhlarını almağa başladılar. Tam bu sırada Allah'ın Elçisi, durumdan haberdar olup geldi, onları yatıştırmağa çalıştı: "Ben sizin aranızda iken câhiliyye dâvâsını mı güdüyorsunuz?" dedi ve yukarıdaki meali verilen 3/Âl-i İmrân, 103 âyetinden başlayarak okudu. İki kabile mensupları yaptıklarına pişman oldular, barıştılar, birbirlerine sarıldılar. 4274
Âyette "Allah'ın ipine yapışın" deyimi, isti'âredir. Allah'ın ipi, insanları sapıklık bataklığından kurtarmak için gökten yere indirdiği vahiyleri içeren Kitabdır. İşte Allah'ın ipi durumundaki o Kitaba sarılıp onun prensiplerini gönülden uygulayanlar, sapıklıktan çıkarak düşmanlık ateşinde yanıp mahvolmaktan kurtulurlar.
İnsanlar arasında düşünce ayrılıklarının olması doğaldır. Bu, Allah'ın yasası gereğidir: "Rabbin dileseydi, insanları bir tek ümmet yapardı. Ama ihtilâf edip durmaktadırlar."4275 Allah insanları zekâ, düşünce ve yetenek bakımından farklı yarattığına göre onlar arasında düşünce ayrılıklarının olması da doğaldır. Fakat bu ayrılıkların, düşünce düzeyinde kalması, büyüyüp düşmanlığa dönüşmemesi gerekir. Çünkü düşünce farkı, bir ölçüde insanları rekabete, ilerlemeye sevk ederken; bunun büyüyüp düşmanlığa dönüşmesi yıkıcı olmaktadır. İşte düşünce ayrılıklarını sınırlamak, düşmanlık sınırına vardırmamak için herkesin Allah'ın sınırlarında durması, Allah'ın Kitabına sarılması, o genel prensiplerin dışına çıkmaması gerekir. İnsanlar o genel prensipler içinde kaldıkça dost olurlar. Aralarında bazı düşünce ayrılıklarının olması; birbirlerini sevmelerine, anlayışlı davranmalarına engel olmaz. Hz. Muhammed Aleyhisselâm, Kur'ân ile böyle “düşmanlarına karşı cesur, şiddetli; birbirlerine karşı şefkatli, birbirlerini seven” ideal bir toplum kurmuştu. Kur'an her zaman böyle bir toplumun kurulmasını sağlamaya kadirdir. Yeter ki insanlar onun genel prensiplerine gönülden sarılsın, o prensiplerin dışına çıkmasınlar. 4276
Kardeşlik ve Beraberlik
Mü’minlerin önemli bir özelliği de uhuvvet ve tesânüttür (kardeşlik, dayanışma, birliktelik). Kuran'da bildirilen hükme göre, tüm mü’minler birbirlerinin kardeşidirler. Onlar aynı yola uymuş, aynı Kitab’a tâbi olmuş, aynı hedefe sahip, aynı duyguları taşıyan insanlardır. Dolayısıyla aralarında büyük bir sevgi ve dayanışma bulunur. Allah, bu durumu şöyle tarif etmektedir: “Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”4277 Bu âyette tarif edildiği gibi bir tesânüt içinde Allah yolunda cehd etmek (çaba harcamak) kesin bir emirdir. Al-i İmran Suresi'nde Allah şöyle hükmetmektedir: “Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın...” 4278
4274] İbn Kesir, Tefsir 1/389; Hüseyn Heykel, Hz. Muhammed Mustafa, Ö.R. Doğrul çevirisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1948, s. 232
4275] 11/Hûd, 118
4276] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Y., c. 11, s. 274-281
4277] 61/Saff, 4
4278] 3/Âl-i İmrân, 103
KARDEŞLİK
- 1019 -
Mü’minler güzel ahlâklıdırlar, mütevâzidirler, sevgi ve saygı doludurlar. Bu yüzden de tesânüt mü’minler arasında doğal bir şekilde oluşur. Ancak bu konuda yine de dikkat edilmesi gereken yönler vardır. Çünkü mü’minlerin yapabileceği çeşitli yanlışlar, bu tesânüdün zedelenmesine ve mü’minler arasında soğukluk yaşanmasına neden olabilir.
Bu yanlış hareketlerin nedeni, mü’minlerin davranışlarını gaflet anlarında etkileyen nefstir. Mü’min fedâkâr, hoşgörülü ve sıcaktır; ama herkeste nefs bulunur ve insan dikkat etmezse bazen nefsine uyabilir. Kıskanç, bencil ve hırslı olan nefsine uyması ise, bu kötü hislerin mü’mine etki etmesi demektir. İşte bu yüzden Kuran'da, mü’minler tesânüt (dayanışma ve birlik) konusunda son derece dikkatli olmaları için uyarılmaktadırlar. Madem şeytanın insandaki tezâhürü olan nefsin hevâsı, insanı yanıltabilmektedir, öyleyse karşıdaki mü’minin nefsini harekete geçirecek bir üslûp kesinıllikle kullanılmamalıdır. Bu yönde âyette şöyle buyrulmaktadır: “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.”4279 Âyette bildirilen emir, tesânüdün sağlanması açısından son derece önemlidir. Birincisi, mü’minlerin birbirlerine karşı sürekli olan en güzel hitap şeklini (yalnızca güzel değil, "en güzel") kullanmaları emredilmektedir. İkincisi, şeytanın bir özelliği açığa vurulmaktadır: Şeytan, insanların ve özellikle de mü’minlerin arasını bozmak için uğraşmaktadır.
Şeytanın ve nefsin mü’minlerin arasındaki tesânüdü bozmak için en çok başvurduğu yollardan biri ise, rekabet duygusudur. Eğer mü’min gaflet halinde olursa, makam, mevki gibi konularda rekabet hissine kapılıp kardeşlerini geçmeye, kendini onlardan daha ön plana çıkarmaya çalışabilir. Aynı şekilde kendisinden daha ön plandaki bir kardeşine karşı kıskançlık hissedebilir. Aslında gaflet halinde yapılan bu hareket, gerçekte Allah'a isyan anlamına gelmektedir. Çünkü "Yoksa onlar, Allah'ın kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?" 4280 âyetine göre, insanlara verilmiş olan nimetler Allah'tandır ve bunları kıskanmak Allah'ın takdirine karşı gelmek anlamına gelir. Bu nedenle mü’minlerin kıskançlık gibi bir tavırdan kesinlikle uzak durmaları gerekmektedir. Eğer böyle bir tavır ortaya konulursa, bu, hem Allah'ın rızâsına muhâlif bir harekettir, hem de âyetin hükmüne göre, mü’minlerin gücünün azalmasına neden olur: “Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” 4281
Bu nedenle mü’min, kesinlikle kardeşleri ile arasında bir çekişme, rekabet ortamı oluşmasına engel olmalıdır. Hem kendisi kıskançlık gibi ilkel bir duyguya kapılmamalı, hem de sahip olduğu özellikleri ön plana çıkartarak kardeşlerinin nefsindeki kıskançlık damarını tahrik etmemelidir. Olabildiğince mütevâzi, alçak gönüllü olmak, rekabet tehlikesini yok eder. Kuran'da bu konuda verilen bir diğer kıstas ise, kardeşlerinin nefsini kendi nefsine üstün tutmak, yani her durumda fedâkâr davranmak ve bundan zevk almaktır. Kur’an'da bu özellik şöyle tarif edilir: “Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç
4279] 17/İsrâ, 53
4280] 4/Nisâ, 54
4281] 8/Enfâl, 46
- 1020 -
KUR’AN KAVRAMLARI
(arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar, felâh (kurtuluş) bulanlardır.” 4282
Kıskançlık, rekabet, darılma mü’minler arasında birliğin ve kardeşliğin önündeki çok önemli üç engeldir. Hırs sonucu doğabilecek herhangi bir rekabet, insanların birbirlerine olan sevgisini azaltır. Bu tür Kuran'a uymayan bir hareket, onların ruhlarına büyük zarar verir ve mânevî yönden gerilemeye yol açar. Oysa iman edenler için sonsuz bir sevap kaynağı mevcutken birbirlerinin önünü tıkayıp, haksız rekabet ve kıskançlıklarla vakit geçirmenin hiçbir anlamı yoktur. Eğer hedef Allah rızâsı olursa, herhangi bir rekabet olmaz. Çünkü herkes bir diğerinin önünü kesmeden Allah rızâsı için hizmet edebilir, sevap toplayabilir. Bu nedenle mü’minler, mü’min topluluğunun bir insan vücudu gibi olduğunu, her organın bir diğerinin yardımcısı ve destekçisi olduğunu unutmaz ve kardeşlerinin başarılarını kendi başarılarıymış gibi görürler. Bu, son derece önemlidir. Kuran'da mü’minlerin arasındaki tesânüt/dayanışma ile ilgili çok sayıda âyet vardır. Bir âyette, mü’minlerin diğer mü’minlerle tesânütlerinin artması için yaptıkları bir duâ şöyle aktarılır: “Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” 4283
Mü’minler arasında bir çekişme ya da kırgınlık yaşanması herkese zarar verir. Dolayısıyla iman edenler böyle bir harekete tevessül etmezler. Nitekim bir Kur’an âyetinde, mü’minlerin birbirlerinin velîleri (dost ve koruyucuları) olmadıkları takdirde, fitne çıkacağı şöyle haber verilmektedir: “İnkâr eden kâfirler birbirlerinin velîleridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” 4284
Ayrıca Kuran'da tesânütle ilgili açık hükümler vardır. Bu âyetlerden bazıları şöyledir: “Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.”4285; “…Buna göre, eğer mü’min iseniz Allah'tan korkup sakının, aranızı düzeltin; Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin.”4286; “Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiçbir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah'adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.” 4287
Mü’minler diğer mü’minlere karşı son derece merhametli ve alçak gönüllü olmakla yükümlüdürler. Aksi bir tavır kesinlikle Kur’an'a uygun değildir. Kibir, kıskançlık, çekememezlik, kötü söz söyleme, çekişme mü’minlerin değil; inkârcıların/kâfirlerin özelliğidir. Bu nedenle nefsi yüzünden böyle bir küçüklük göstermiş olan bir mü’min hemen kendini toparlamalı, Allah'a sığınmalı ve gerçek mü’min tavrını göstererek hatasını telâfi etmelidir. Aksi halde Allah o kişinin yerine daha hayırlısını getireceğini âyetlerinde haber vermiştir. İman eden her insan şu âyetin hükmüne girmekten şiddetle kaçınmalıdır: “Ey iman edenler,
4282] 59/Haşr, 9
4283] 59/Haşr, 10
4284] 8/Enfâl, 73
4285] 3/Âl-i İmrân, 105
4286] 8/Enfâl, 1
4287] 6/En’âm, 159
KARDEŞLİK
- 1021 -
içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (onun yerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” 4288
İslâm ahlâken yükselmeyi, ilişkileri geliştirmeyi hedefleyen ilâhi emirler manzumesidir. Bu dinin hedefi kardeşliği pekiştirmek, sulh'u tesis etmektir. Bu münasebetle Kur'ân-i Kerîm'de "Ihveh" kelimesinin Önemli bir yeri bulunur. Hz. Peygamberin ilk günden itibaren önemle üzerinde durduğu, inananlar arasında İlk yaptığı işlerin başında İslâm kardeşliğini pekiştirmesi gelir. Bu kardeşliğin özünü, Allah ve Peygamberine iman teşkil eder.
İslâm'daki bu kardeşlik kankardeşliği dediğimiz anne-baba'dan meydana gelen kardeşlikten daha önemlidir. Zira Hz. Nuh için; "Ey Nuh! O senin ailenden sayılmaz. O kötü bir iş yapmıştır..." 4289 âyeti, iman etmeyen oğlunu kendi ailesinin dışına itmesine sebep olmuş ve gemiye alınmasına izin verilmemiştir. Kur'ân-ı Kerîm ırka ve soya önem vermekle birlikte, bunu bir mozayik gibi değerlendirir. Dolayısıyla, insanlar arasındaki kan bağı önemli olmakla birlikte, bu bağ, imanla pekişirse kuvvetli ve sürekli olmaktadır. Aksi durumda birliği teminde yeterli değildir. Çünkü Allah'ın birliğini kabul edemeyen insanların dostluğuna güvenmek mümkün değildir. Böyle insanların diğer yaratıklardan bir üstünlüğü bulunmaz. 4290
İslâm kardeşliğinin tesisi iman ile mümkün olmakta, bu da, Kur'ân'a inanmaktan geçmektedir.4291 Tarih, Hz. Peygamber’in İslâm ile oluşturduğu kardeşliğin bir benzerini nakletmekten âcizdir. Evinde çocuğunun yiyeceğinden başka bir yiyeceği olmayan Ebû Talha'nın, aç olan misafire o yiyeceği yedirmesini haber veren Yüce Allah; "Kendileri zarûret içinde bulunsalar bile, (kardeşlerini) onları kendilerinden önde tutarlar."4292 ifâdeleriyle zamanımız insanlığına önemli bir mesaj verilmiştir. Zira İslâm'ın dışındaki hiçbir sistemde böyle bir ahlâk üstünlüğünü bulmak mümkün olmamaktadır.
Hz. Peygamber de bu meseleye şu şekilde işaret etmektedir: "Allah'ın öyle kulları vardır ki, onlar peygamber ve şehid değillerdir. Fakat peygamberler ve şehitler kıyamet gününde onlara gıbta ederler.” Ashâbın: ‘Yâ Rasûlallah! Onlar kimlerdir?’ sorusuna Hz. Peygamber; “onlar aralarında aile bağı olmadığı halde Allah için bir birini seven ve yardımlaşanlardır. Vallahi onların yüzleri nurdur ve nurdan makamlar üzerindedirler." 4293
Kardeşlik ibâdetimizin vakti geçmesin
İnanç birliği sosyal birlikteliği gerektirir. Müslümanların her konuda birlik ve beraberlik içinde olmaları, ortak düşmana ortak tepki vermeleri, ortak problemlerini ortak katkılı çözümlerle aşmaları, ortak projeler üretmeleri, ortak işler
4288] 5/Mâide, 54; Harun Yahya, Kur’an’da Temel Kavramlar, Vural Y., s. 130-134
4289] 11/Hûd, 46
4290] 7/A'râf, 179
4291] 3/Âl-i İmrân, 103
4292] 59/Haşr, 9
4293] Şeyh Mansur, el-Tâc el-Câmiu fi'l-Usûl. Kitabul Birr, V/83; Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları, Kitabevi Y
- 1022 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yapmaları emredilen, arzu edilen, olması gereken ve olmadığında kesinlikle çaresizlik getiren, gözyaşı getiren, düşmana boyun eğiş getiren, can damarı gibi önemli bir husustur. Kur’ân “Mü’minler kardeştirler” diyerek mü’minleri kardeşlik ibadetine çağırırken; Müslümanların kardeşlik ibadetinde sınıfta kalmaları günümüzdeki perişanlığın da en korkunç müsebbiplerinden değil mi? Öyle ki, Irak kendi derdiyle kendisi boğuşurken, Filistin kendi derdine kendisi ağlıyor, Endonezya bir başına çığlık atıyor, Afganistan kendi derdine kendisi yanıyor. Kimse kimsenin derdine yanamıyor. Diğer yandan zenginlikten, keyiften, varlıktan, rahattan kendinden başkasını görmeyen müslümanların sayısı da az değil. Bunun mahşer gününde her halde hesabı kolay olmayacak.
Müslümanların acıda ve huzurda, iyi günde ve kötü günde birlik ve beraberlik içinde olmaları ve birlik ve beraberlik kurumlarını kurmaları gerekiyor. Tembellik mi, gaflet mi, dalâlet mi, vahşî kapitalizmin oyunu mu, ruhsuz materyalizmin karanlık gölgesi mi, nedir üstümüzdeki ölü toprağı bilemiyorum. Fakat iki kişinin bir araya gelip şirketleştiği, herkesin sağda solda birlikler kurduğu, dünya insanının asgarî müştereklerde birleştiği günümüzde, maalesef iki milyar mü’min kardeşlerden oluşan müslüman âlem birlikte hareket etmeyi henüz başarabilmiş değil. Arada mutlaka dehşetli fitneciler var ki, müslüman âlem hakta ve hayırda birleşemiyor.
Diğer yandan herkes imtihandadır. Herkes kendi âhiretini dokuyor. Herkes kendi Cennetini imar ediyor veya ateşini yakıyor. Herkes Allah’ın rızâ makamlarından birinde, kendisine bir rızâ derecesi biçiyor. Kur’ân’ı dinleyip kardeşlik yapan da, düşmanla dost olup kardeşini dışlayan da kendi amel defterini yazıyor. Herkes kendi amel yazılarıyla doldurduğu defterini mahşerde alacak. Elbette ya gülecek, ya ağlayacak.
Müslümanlar neden böyle bölük pörçükler? Arada şeytan var, düşman var, fitneci odaklar var, nefsimiz var. Tüm bu negatif bentleri aşıp pozitif bina dikmek ve kardeşlik ibâdetini yapmak, kolay olmuyor demek. İmtihan şiddetli. Ve kardeşlik ibâdetini başarmak zor. Oysa unutulmamalı; bu, Kur’ân’ın emridir. Kur’ân’ın emri bizim için ibâdettir. Demek ibâdet sadece namaz ve oruçtan ibâret değil.
Şüphesiz kardeşlik ibâdetinin tesisi için hayırlı adımlar atılmıyor değil. Ümitsiz olmayalım. Biz en azından duâ edelim. İnşallah Müslümanların daha güçlü ve daha birlik ve beraberlik içinde günlere doğru gideceklerini Rahmet-i İlâhiye’den umalım ve duamızı kesmeyelim. Çünkü kavgacı ve gürültücü dünyamız böyle bir ortak sese, bir barış ve kardeşlik nefesine, bir adâlet eline ve nice muhabbet fedâisine muhtaç. 4294
Tasavvufta Kardeşlik (İhvân) Anlayışı
Kardeşler anlamına gelen ihvân kavramı; tasavvufta, aynı şeyhe bağlı olan müridleri, aynı tarikatın veya tarikat kolunun mensuplarını ifade eden bir terim olarak kullanılır.
İhvân; Sözlükte "erkek kardeş, arkadaş, yoldaş, dost, meslektaş, ortak" anlamlarına gelen “ah” kelimesinin çoğulu olup Türkçe'de daha çok tekil anlamında yaygınlık kazanmıştır. İslâm dini mü’minlerin birbirinin kardeşi olduğunu
4294] Süleyman Kösmene
KARDEŞLİK
- 1023 -
ilân etmiştir.4295 Kur'an'da İslâm'a karşı oluşturulan grupların da birbirinin kardeşi olduğu belirtilmiş,4296 Hz. Peygamber müslümanları din kardeşliğine bağlı kalmaya çağırmıştır.4297 Hadislerde geçen "din kardeşi, din ve dünya kardeşi"4298 tâbirleri de bu hususun önemini ifade eder. Hiçbir ayırım yapılmadan kadın-erkek bütün mü’minler birbirinin kardeşi kabul edilmekle beraber Rasûl-i Ekrem Medine'ye hicret ettiğinde daha özel bir anlamda Mekkeli muhâcirlerle Medineli ensarı birbirine kardeş yapmış, böylece göçmenlerle yerlileri kaynaştırmayı amaçlamıştır. 4299
Sûfîler ilk dönemlerden itibaren kendi aralarında farklı gruplar oluşturmaya, birbirine kardeş gözüyle bakmaya başlamışlardır. Tasavvufun giderek tarikat şeklinde kurumsal bir yapı kazanmasıyla birlikte bu durum daha da gelişmiştir. Gazzâlî'nin kaydettiğine göre sûfîler birbirinin yüzüne severek ve merhametle bakmayı ibâdet sayıyor,4300 bazen aralarında yaptıkları sohbetlere yabancıların girmesine dahi izin vermiyorlardı. Bu dönemde müridlerin birbirine hizmet etmeleri, gönül hoşluğuyla birbirinin mallarını harcamaları, ihvâna karşı fedakâr ve tahammüllü olmaları, özür dilemeyi gerektirecek davranışlardan sakınmaları, sevgi ve şefkat duygularıyla dolu olmaları öğütleniyordu. 4301
Başlangıçta daha çok "ashâb" kelimesiyle ifade edilen “ihvân” kavramı, ilk tasavvufî eserlerde sohbet ve müridliğin âdâbına dair bölümlerde işlenmiştir. İhvân kelimesine ilk olarak Kuşeyrî'nin er-Risâle'sinde rastlanmaktadır.4302 Sûfîler, V. (XI.) yüzyıldan itibaren bugünkü mânada tarikatlar halinde örgütlenmeye başlayınca aynı tarikata veya tarikat koluna bağlı olanlara özel anlamda ve bir tasavvuf terimi olarak ihvan denilmiştir. Bütün tasavvufî zümrelerde ihvan terimine veya onunla aynı anlama gelen "ah, fetâ, derviş, pîrdaş" gibi kelimelere tesadüf edilmektedir. Tarikatlar bir kurum olarak ortaya çıkınca ihvan ve pîrdaş olan müridler arasındaki ilişkiler daha düzenli bir şekil almış, bu dönemde yazılan Âdâbü'l-mürîdîn, Avârifü'l-meârif gibi eserlerde ihvanın gözetmesi gereken kurallara özel bölümler ayrılmıştır. Bu eserlerde ihvan arasındaki sevginin sırf Allah için olduğu, maddî çıkar, itibar veya şöhret arzusunun sözkonusu edilmeyeceği, ihvanın her zaman birbirini hayırla andıkları, karşılık beklemeden birbirlerine hizmet ettikleri, kardeşinin hatalarını görmezlikten gelip ezâlarına katlandıkları, ihtiyaçlarını gidermeye çalıştıkları, daima saygılı, hoşgörülü davrandıkları, her zaman kardeşlerini haklı, kendini kusurlu bildikleri, insaflı olup insaf beklemedikleri, birbirinin sevinç ve üzüntülerini paylaştıkları, bir sıkıntıyla karşılaşanın yardımına koştukları, vefâlı olmayı ve sadâkatten ayrılmamayı görev bildikleri anlatılmaktadır. 4303
Aynı tarikatın mensupları, kendi aralarında sırf Hak rızâsına dayanan samimi
4295] 3/Âl-i İmrân, 103; 9/Tevbe, 11; 49/Hucurât, 10; 59/Haşr, 10
4296] 59/Haşr, 11
4297] Buhârî, Nikâh 45, Mezâlim 3; Müslim, Birr 23, 32
4298] Buhârî, Nikâh 11; Tirmizî, Menâkıb 20
4299] Buhârî, Nikâh 7; Savm 51, Müslim, Fezâ'ilü'ş-sahâbe 203
4300] İhya, II, 159
4301] Serrâc, el-Lüm’a, s. 234-237; Kuşeyrî, Risale Terc. Uludağ, s. 433-439, 574-580, 746, 749
4302] s. 746
4303] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kütü'l-kulûb, Kahire 1961, II, 442-489; Gazzâlî, İhya', Kahire 1939, II, 154-191; Şehâbeddin es-Sühreverdî, Avârifü'l-maarif, Beyrut 1966, s. 423-442
- 1024 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir dostluğun gereklerini yerine getirmenin yanı sıra tekke düzenine, tarikat kurallarına, şeyhin öğütlerine tam anlamıyla uyar, büyüklerini baba, akranını kardeş, küçüklerini evlât olarak görürler. Şeyh baba, müridleri onun evlâtlarıdır. Şeyhin eşi anne, birbirlerinin eşleri ise hemşiredir (bacı).4304 Bu samimi dostluğun hâtırası ölümden sonra da devam eder. Vefat eden mensuplarının geride bıraktığı aile fertlerini korur, onlarla da dostça ilişkiler kurarlar. Menâkıb kitaplarında ihvanın sadâkatini, vefakârlığını ve fedakârlığını gösteren pek çok örnek kaydedilmiştir.
Ahîlik'te ve fütüvvet ehli arasında da mânevî kardeşlik bağına büyük önem verilmiştir. Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktûl daima Allah'ı teşbih, takdis ve zikreden tevazu ve huşu sahiplerine "ihvân-ı basîret", "kün makamı" denilen bir mertebede bulunan, irâdeleriyle sûrî şeyleri icat etme gücüne sahip olanlara "ihvân-ı tecrid", beşerî kir ve lekelerden kurtulup ruhlarını kemal halleriyle donatanlara da "ihvân-ı safa" demektedir.4305 Bu son tabirin bir felsefeciler grubu olan İhvân-ı Safa ile ilgisi yoktur. 4306
Radâ; Sütkardeşliği ve Süt Akrabalığı
"Radâ"' veya "rıdâ"; Arapça "radaa" kökünden masdar olup; annesini emmek demektir. Bir isim olarak ise, sütkardeşliği ve süt emme anlamına gelir. Kur'ân-ı Kerim'de çocuğun kendi annesinden veya başka bir kadından süt emmesiyle ilgili çeşitli âyetler vardır: “Sizi emziren analarınız ve süt cihetinden kızkardeşleriniz (size haram kılındı).”4307; “Emzirmeyi tam yapmak isteyen için anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler”4308; "Çocuklarınıza sütanne istemenizde, bir sakınca yoktur."4309; “Boşadığınız karılarınız kendisinden olan çocuklarınızı emzirirlerse, onlara ücretlerini verin. Bu konuda birbirinize danışarak hareket edin. Eğer güçlük meydana gelirse, çocuğu başka bir kadın emzirecektir.” 4310; "Kıyâmetin koptuğunu göreceğiniz gün, emzikli her kadın emzirdiğini unutup geçer" 4311; "Biz Mûsâ'nın annesine; ‘Onu emzir, sana ona ait bir tehlike gelince, kendisini denize bırak; korkma, kederlenme. Çünkü biz onu yine sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız’ diye vahyettik"4312; "Biz daha önce ona (Mûsâ'ya) sütanaların sütünü emmeyi haram kılmıştık." 4313
İslâm hukukçuları diyâneten annenin çocuğunu emzirmesi gerektiği konusunda görüş birliği içindedir. Çünkü anne, çocuğunu korumak zorundadır. Ancak kadın emzirmek istemediği takdirde, kaza yoluyla zorlama yapılıp yapılamayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır.
Çoğunluk fakihlere göre, kadının çocuğunu emzirmesi menduptur. Zarûret olmadıkça emzirmeye zorlanamaz. Çocuğun emzirilme işi çocuğun babası
4304] Ebu'l-Mefâhir Yahya el-Bâharzî, Evrâdü'l-ahbâb ve fusûsü'l-âdâb, nşr. Efşâr, Tahran 1358 hş., s. 106-127; Muhammed b. Abdullah el-Hânî, el-Behcetü's-seniyye, İstanbul 1989, s. 27-29
4305] Mecmû'a, II, 242-245
4306] Süleyman Uludağ, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 21, s. 580
4307] 4/Nisâ, 23
4308] 2/Bakara, 233
4309] 2/Bakara, 233
4310] 65/Talâk, 6
4311] 22/Hacc, 2
4312] 28/Kasas, 7
4313] 28/Kasas, 12
KARDEŞLİK
- 1025 -
üzerine vâcibdir. O, karısını emzirmeye zorlayamaz. Çünkü "Emmeyi tamam yaptırmak isteyenler için, anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler"4314 âyeti bir tavsiye niteliğindedir. Ancak çocuğun annesinden başkasının memesini kabul etmemesi durumu müstesnâdır.
Şu üç durumda anne çocuğunu emzirmeye kaza yoluyla da zorlanabilir:
1. Çocuk, annesinden başka kadının sütünü emmezse, çocuğu helâk olmaktan korumak amacıyla annesi emzirir.
2. Başka bir sütanne bulunamaması halinde, kendi annesi yine çocuğun hayatını korumak için emzirir.
3. Çocukla ilgilenecek baba bulunmaması ve çocuğun sütanne tutabilecek bir malının olmaması durumunda anne çocuğu emzirir.
Yukarıdaki durumların dışında anne çocuğu emzirmekten kaçındığı takdirde, babanın bir sütanne tutması gerekir. Sütanne, çocuğu, öz annenin yanında emzirir. Çünkü anne için "hıdâne" hakkı vardır. Bu hak, çocuğun kendi başına temizliğini yapabileceği, yaklaşık yedi yaşlarına kadar sürer. Baba sütanne tutmazsa, kadın, mahkeme yoluyla sütanne ücreti isteme hakkına sahiptir.
Babanın evlilik içinde veya ric'î talâktan sonra iddet beklemekte olan karısına, kendi çocuğunu emzirmesi için ücret vermek zorunda değildir. Çünkü bu durumda karısına nafaka yükümlülüğü vardır. Bâin boşama halinde ise kadın iddet içinde kazaen emzirmeye zorlanamaz. Hanefîlerden sağlam görüşe göre, bu durumda, anne, emzirme ücreti talep edebilir. Çünkü âyette; "Onlar sizin için, kendilerinden olan çocuğunuzu emzirmişlerse, onlara ücretlerini verin."4315 buyrulur. Bu âyet, boşanmış kadınlar hakkında inmiştir. Sütanne, süt emzirme ve örfün gerektirdiği şeyler dışında bir görevle yükümlü tutulamaz. Çocuğun yiyeceğini hazırlama, onu koruma, yıkama ve elbiselerini temizleme gibi hizmetler, örfe göre, sütanneye gerekebilir.
Çocuğun süt emme çağında kendi annesinden başka bir kadından süt emmesi halinde, bu çocukla süt emziren kadın ve bu kadının hısımları arasında bir süt hısımlığı meydana gelir. Kan yoluyla meydana gelen hısımlığa "nesep hısımlığı", evlilik yoluyla doğan hısımlığa ise "sıhrî hısımlık" denir. Süt hısımlığı bazı istisnâlar dışında kan hısımlığı ile aynı yasakları doğurur.
Evliliği Haram Kılan Süt Hısımlığının Şartları:
1. Sütün, bir kadına ait olması gerekir. Çoğunluğa göre, süt emziren kadının evli veya bekâr olması veya kocasının bulunmaması, sonucu değiştirmez. Sütten başka bir şeyi, meselâ; sarı su, kan veya kusuntuyu yemekle süt hısımlığı doğmaz. Erkeğin veya bir hayvanın sütü de hısımlık doğurmaz.
2. Sütün, emen çocuğun midesine ulaşması gerekir. Sütü memeden emmekle, bir kap veya bardaktan içmek birdir. Çocuk memeyi ağzına alır, fakat süt emip emmediği bilinmezse, haramlık doğmaz. Çünkü şüphe ile hüküm sâbit olmaz. Mâlikîlere göre ise bu durumda ihtiyatla amel ederek haramlık sâbit görülür. Şâfiî ve Hanbelîler ise beş ayrı emmeyi şart koşarlar.
4314] 2/Bakara, 233
4315] 65/Talâk, 6
- 1026 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Hanefilerle Mâlikîlere göre süt emme miktarı az olsun çok olsun sonuç değişmez. Delil: "Süt emziren analarınız (size haram kılındı)." 4316 âyeti ile “Nesepçe haram olanlar süt yoluyla da haram olurlar”4317 hadisidir. Bu âyet ve hadiste emme miktarı ve sayısı belirlenmemiştir.
3. Emzirmenin ağız veya burun yoluyla olması gerekir. Çünkü süt, ancak bu iki yoldan boğaz yoluyla mideye ulaşır ve gıdalanma meydana gelir. Hanefi, Şâfiî ve Hanbelîlere göre, idrar yollarına, göze, kulağa veya bir yaraya akıtılacak kadın sütü ile hısımlık doğmaz.
4. Sütün başka bir sıvı ile karışmaması gerekir. Süt başka bir sıvı ile karışırsa, Hanefi ve Mâlikîlere göre çok olanı esas alınır. Süt fazla ise haramlık doğurur. Ebû Hanîfe'ye göre, bir gıda ile karıştırılan süt az olsun çok olsun haramlık doğurmaz. Çünkü bu gıda sütün kuvvetini giderir. Hüküm olarak gıda kısmı sütten fazla sayılır. İmam Ebû Yusuf ve İman Muhammed, burada da çok olanı esas alırlar.
Bir kadının sütü başka bir kadının sütü ile karıştırarak çocuğa içirilse, Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre, çok olan esas alınır. Sütler eşit olursa, karışma yüzünden her iki kadın bakımından da, haramlık doğar. Mâlikîlere, İmam Muhammed ve Züfer'e göre bu durumlarda her iki bakımdan süt hısımlığı doğar. Sütlerin eşit veya birisinin eksik ya da fazla olması, sonucu değiştirmez. Tercih edilen görüş budur. Çünkü sütler bir cinstir. Aynı cinsten iki şey arasında gâlipliğin hükmü bulunmaz. Günümüzde bazı ülke ve beldelerde görülen "anne sütü bankası"nda karışan anne sütlerini yukarıdaki esaslara göre çözümlemek gerekir 4318.
5. Çoğunluğa göre, hısımlık doğuran sütün ilk iki yaş içinde emilmesi gerekir. Çünkü âyette "Anneler, çocuklarını iki bütün yıl emzirirler" buyrulmuştur. Nesep hısımı olan çocuklarla ilgili olan bu hüküm, süt emen diğer çocukları da kapsar. Hadiste "Süt hısımlığı ancak iki yaş içinde emzirilen sütle oluşur." 4319 buyrulur.
Ebû Hanife'ye göre ise emme süresi 30 aydır. Delil şu âyettir: "Çocuğun ana karnında taşınması ile sütten ayrılmasının süresi otuz aydır." 4320 Burada 30 ay, hem gebeliğin, hem de sütten ayrılmanın ayrı ayrı süresidir.
Çoğunluk fakihlere göre ise, iki yıl emme süresi ile gebeliğin en kısa süresi olan altı ayın toplamı verilmiştir. Nitekim sütten ayrılmanın iki yıl olduğunu belirleyen başka deliller de vardır. Başka bir âyette şöyle buyrulur: "Biz insana ana-babasına itaat etmesini bildirdik. Onun anası kendisini zahmet üstüne zahmetle taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür." 4321
Süt Emme Yoluyla Meydana Gelen Evlenme Yasağı
Kur'ân-ı Kerîm'de; "Sizi emziren analarınız ve süt kızkardeşleriniz (size haram
4316] 4/Nisâ, 23
4317] Buhârî, Şehâdât 7; Müslim, Radâ' 1
4318] el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, IV, 135 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire 1970, VII, 537 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, Mısır (t.y.), II, 34 vd.; ez-Zühayli, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh Dimaşk 1405/1985, VII, 705 vd.
4319] Buhârî, Nikâh 21
4320] 46/Ahkâf, 15
4321] 31/Lokmân, 21
KARDEŞLİK
- 1027 -
kılındı)." 4322 buyrulur. Bu âyette yalnız iki tane süt hısımından söz edilmiştir. Bu konuda genel prensip şu hadisle konulmuştur. “Nesepçe haram olanlar süt yoluyla da haram olurlar.” 4323 Yine nesep yoluyla, evlenmekle ortaya çıkan sıhrî hısımlıklara kıyasla, süt yoluyla da sıhrî hısımlıklar oluşur. Ancak bunun iki istisnâsı vardır.
Süt yoluyla haram olanlar şunlardır:
l. Bir kimsenin süt cihetinden usûlü. Sütannesi, sütninesi gibi...
2. Süt cihetinden fürûu. Bir kimse sütkızı, sütoğlunun kızı ve ilânihâye bunların çocuk ve torunları ile evlenemez.
3. Sütana ve babanın fürûu. Bir kimse ana baba bir, baba bir veya yalnız ana bir olan sütkardeşleri ve bunların ilânihâye fürûu ile evlenemez.
4. Sütana ve babanın usûlünden yalnız ilk füru'. Bunlar süt emenin, süt cihetinden amca, hala, dayı ve teyzeleri olup bunlarla evlenmesi yasaktır.
5. Sütbaba ve dedelerin eşleri: Burada zifafın olup olmaması, sonucu etkilemez. Nitekim bir kimse, nesep babasının karısı ile de evlenemez.
6. Sütoğlun veya sütoğlun oğlunun yahut sütkızın oğlunun karısı ile evlenmek yasaktır. Burada da zifafın olup olmaması, sonucu etkilemez. Nitekim bir kimse gelinleriyle evlenemez.
Hanefiler şu durumları istisna etmişlerdir:
a. Bir kimse süt cihetinden erkek veya kızkardeşinin annesi ile evlenebilir. Hâlbuki nesepçe kardeşin annesi ile evlenilemez. Meselâ; bir kadın bir çocuğa süt emzirse, bu kadının nesepçe bir oğlu bulunsa, bu oğul, süt emzirilen çocuğun annesi ile evlenebilir.
b. Bir kimse süt bakımından oğul veya kızının sütkardeşi ile evlenebilir. Hâlbuki bu durum nesep bakımından câiz olmaz. Meselâ; bir kadın, bir çocuğa süt emzirse, bu kadının kocası süt emen çocuğun kızkardeşi ile evlenebilir. 4324
Sonuç olarak bu konuda şu esas söylenebilir: Süt emenin nefsi süt emzirenin nesline haram olmaktadır. Ancak süt emen çocuğun daha sonra doğabilecek çocukları dışında diğer nesep hısımları ile süt emziren kadının nesep veya sıhrî hısımları arasında bir akrabalık meydana gelmektedir. Kısaca; süt emen çocuğun nesepten kardeşleri ile süt emziren kadının nesepten çocukları arasında bir evlenme engeli doğmaz. Çünkü onlar aynı kadından süt emmedikleri için, fizik ve biyolojik yapılarında ortak cüz sözkonusu değildir.
Süt Hısımlığının Hükmü
Süt hısımlığı mutlak bir evlenme engeli doğurur. Yukarıda sayılan istisnâlar dışında kalan süt hısımları her nasılsa evlenmişlerse, durum anlaşıldığında birbirlerini terketmeleri gerekir. Bunların nikâhı Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre bâtıl, Ebû Hanîfe'ye göre fâsittir.
Süt hısımları birbirine yabancı olmazlar. Bir fitne tehlikesi yoksa birbirine
4322] 4/Nisâ, 23
4323] Buhârî, Şehâdât 7; Müslim, Radâ' 1
4324] bk. el-Kâsânî, a.g.e., III, 4, 5; el-Meydânî, el-Lübâb, III, 33; ez-Zühayli, a.g.e., VII, 138, 139
- 1028 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bakabilirler. Süt emmekle bir hısımlık doğarsa da, bununla nafaka, miras, şahitliğin reddi, nikâh ve mal velâyeti gibi diğer nesep hükümleri doğmaz.
Süt hısımlığı, nasslarda belirtilen hususlarla sınırlı kalır. Nesebe her bakımdan eşit haklar sağlamaz. Bu yüzden bir sütana, sütoğlundan nafaka isteyemez, ona mirasçı olamaz ve bu çocuk üzerinde velâyet iddiasında bulunamaz. 4325
Süt Baba:
Sütannede sütün meydana gelmesine sebep olan ve sütanne ile evli bulunan erkek, sütbabadır. Bu arada sütbabanın ölümü veya sütanneden boşanmış olması, sonucu değiştirmez. Süt emen çocuğa bu sütbaba ile nesep ve sıhrî hısımları haram olur. Sütbabaya ait çocukların hepsi de süt emenin sütkardeşleri olur. 4326
Süt Hısımlığının İsbâtı: Süt hısımlığı ikrar veya bir delille ispat edilir.
1. İkrar: Bu, erkeğin ve kadının birlikte veya bunlardan birisinin, süt hısımlığını itiraf etmesidir. Bir erkek ve kadın evlenmeden önce süt hısımlığını ikrar etseler, evlenmeleri helâl olmaz. Buna rağmen evlenseler akit fâsit olur ve kadın mehir isteyemez. İkrar evlilikten sonra olmuşsa, derhal ayrılmaları gerekir. Kendiliğinden ayrılmazlarsa, hâkim zorla ayırır. Çünkü akdin bozukluğu ortaya çıkmıştır. Burada, kadın, belirlenen mehirle, emsal mehirden az olana hak kazanır.
İkrar yalnız erkek tarafından ve evlilikten önce olmuşsa, evlenmesi helâl değildir. Evlilikten sonra olmuşsa derhal ayrılmaları gerekir. İkrar yalnız kadın tarafından ve evlilikten önce olmuşsa, kadının bu erkekle evlenmesi helâl olmaz. Fakat erkek, kadının yalan söylediği kanaatinde ise fetvâya esas olan görüşe göre, bu kadınla evlenmesi câizdir. Kadın evlilikten sonra ikrarda bulunsa, bu ikrar, onu kocası tasdik etmedikçe evliliğin sıhhati üzerinde etki meydana getirmez.
2. Beyyine: Burada beyyineden maksat, hâkim önünde süt hısımlığa şâhitlik yapmaktır. Dört mezhep de adâletli iki erkek veya bir erkekle iki kadının şâhitliği ile süt hısımlığının sâbit olacağı konusunda görüş birliği içindedir. Ancak tek erkek, tek kadın veya dört kadın şâhitle süt hısımlığının sâbit olup olmayacağı ihtilâflıdır. Hanefilere göre, bu şâhitlikler kabul edilmez. Çünkü Hz. Ömer’den (r.a.); "Süt hısımlığı konusunda iki erkek şâhitten daha az kabul edilmez" dediği rivâyet edilmiştir. Sahâbelerden bu uygulamaya karşı çıkan olmadığı için bu konuda icmâ oluşmuştur.
İmam Şâfiî ve Ahmed bin Hanbel'e göre dört kadının, İmam Mâlik'e göre bir erkek bir kadın veya iki kadının şâhitliği ile süt hısımlığı sâbit olur. Bu mezhepler süt emzirme konusunda erkek şâhit bulma güçlüğünü dikkate alarak kadın şâhide ağırlık vermişlerdir. 4327
Kankardeşliği ve And İçme
Yemin anlamındaki andiçme: And ve andiçme kelimeleri, Moğolca'dan dilimize geçmiştir. Moğolca anda: Kankardeşi ve amca, dayı anlamına gelir. Türkçeye and şeklinde geçmiştir. Andiçmek, bir Moğol töresi gereğidir. Moğol töresine
4325] Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 222
4326] İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 572; el-Meydânî, a.g.e., III, 32
4327] bk. İbnül-Hümâm, a.g.e., III, 19, 20; el-Kâsânî, a.g.e., IV, 14; İbn Kudâme, a.g.e., VII, 558 vd.; ez-Zühaylî, a.g.e., VII, 712 vd.; Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 467-469
KARDEŞLİK
- 1029 -
göre, iki ayrı boydan olan kimse, birer damla kanını bir kaba damlatır, şerbetle karıştırır, karşılıklı içerler. Bu durumda ikisi, birbiriyle kankardeşi olur, buna andiçmek denir. Türkler müslüman olmazdan önce, bu uygulamaları benimsemişler şamanist Türk boylarında eski çağlardan beri bu andiçme geleneğini uygulamışlardır. Eski Türkler; Göktanrı, tapındıkları putlar ve tabiat varlıkları adına andiçerlerdi. En değerli andlardan biri, kan üzerine içilen anddı. Eski Türklerde kankardeşliği çok önemliydi ve kişilere gerçek kardeşlerin hak ve görevlerini yüklerdi. Yapılan and töreni, ettikleri kardeşlik yemininin kanıtı sayılırdı. Kardeşleşme ve dostlaşma töreni olarak and merasiminde, kardeş olmaya karar veren şahıslar, topluluk huzurunda kollarını çizerek and kabına kan akıtırlar, kımız, süt veya şarapla karıştırılan bu kan taraflarca içilirdi. Daha sonra, silahlar, atlar veya kızkardeşler değiştirilir ve taraflar andlı adaş (Moğollar devrinde anda) olurlardı. Bu, kan üzerine yapılan yemin demekti.
Bu tür and törenleriyle ilgili ilk bilgilere Herodot tarihinde rastlanmaktadır. Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lügat-ı Türk adlı meşhur eserinde; Kırgız, Kıpçak ve daha başka Türk boylarında andiçmenin kılıç üzerine yapıldığını açıklar. Yakut, Altay ve Salcak kabileleri en büyük andlarını eski totem olan ayı üzerine yaparlardı. Türkler İslâmiyetten sonra, şer'î mahkemelerde fıkhî yeminleri uygulamalarına ve giderek çoğalan bir uygulama ile Allah adına yemin etmeye başlamalarına rağmen, eski câhiliyye geleneğinin devamı mâhiyetindeki bazı and gelenekleri sürdü. Anadolu'nun kimi yörelerinde hâlâ benzeri kankardeşliği, yani andiçme görülmektedir.
Kankardeşliği: Kankardeşliği, işte kardeşlik yemini anlamında bu andiçme âdetiyle ilgilidir. Bazı insanların karşılıklı olarak vücutlarından bir yeri kanatarak çıkan kan ile kardeşlik oluşturdukları âdetleri vardır. Bazı farklılıklar gösterse de doğu kavimlerinde, tarih boyunca bu tür kardeşlik anlayışı sözkonusudur. Türklerde kabul görüp uygulandığı şekliyle; birbirleriyle dost olan iki kişinin, karşılıklı kanlarını içerek ya da emerek oluşturdukları düzmece akrabalığa kankardeşliği denilir. Eski Türkler’de kankardeşliği çok önemliydi ve kişilere gerçek kardeşlerin hak ve görevlerini yüklerdi. Kankardeşi olmak isteyenler boy’un önünde kollarını çizerek kanlarını ant kabına akıtır, kımız, süt ve şarapla karıştırarak içerlerdi. Daha sonra at, kılıç ve kızkardeşlerini değiştir, böylece antlı, adaş ya da Moğol dönemindeki adıyla anda, yani kankardeşi olurlardı. Aynı oba ya da boy’dan olmayanlar da kankardeşi olabilirlerdi. Kan kardeliği ancak ölümle sona ererdi. Kankardeşleri birbirlerine olduğu kadar, birbirlerinin ailelerine karşı da sorumluluk taşırlardı. Batı Türklerinde bu âdet giderek ortadan kalkmıştır. Doğu Türklerinin çoğu boylarında günümüzde de bu âdetin uygulanageldiğini görüyoruz. Günümüzde gelenekselliğini koruyan bazı yörelerde, hâlâ rastlanmaktaysa da, eski önem ve anlamını, yaygınlığını yitirmiştir. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yer yer uygulandığı görülmektedir.
Dinimizde insanın kan içmesi, bir damla da olsa kanı emip yalaması câiz değildir. İslâm'da bu çeşit kankardeşliği diye bir kavram yoktur. Bu tür uygulamalar, kanı kutsal sayan bâtıl din ve câhiliyye örfünden etkilenmelerle ilgilidir. Kur’an, bütün müslümanları birbirleriyle en güzel şekilde kardeş kabul etmiş ve bu tüm müslümanlara bu istikamette görevler yüklemiştir. İslâm’ın öngördüğü müslüman kardeşliğinin eksik bir tarafı yoktur ki, kankardeşliği gibi başka bir kardeşliğe ihtiyaç hissedilsin.
- 1030 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Muâhât; Ensâr ile Muhâcirler Arasında Kardeşlik
“Muâhât”, Muhâcir ve Ensârın birbirlerine kardeş olarak ilan edildiklerini ifade eden bir siyer ve İslâm tarihi kavramıdır. Nübüvvetin on üçüncü yılında Evs ve Hazreçli müslümanların daveti üzerine mal ve mülklerini Mekke'de bırakarak Medine'ye gelen muhâcirler her şeyden mahrum idiler. Muhâcirleri mahrumiyetten kurtarmak ve onları Ensâr ile kaynaştırmak için aralarında mânevî kardeşlik tesis edildi: Bu kardeşlik "hak, eşitlik ve miras" konusunda karşılıklı yardımlaşmaya ve sevgiye dayalı idi.4328 Bu muâhâtın, Enes b. Malik'in evinde Bedir harbinden önce 90 veya 100 kişi arasında yapıldığı rivâyet edilir. 4329
Hazreti Peygamber'in "ikişer ikişer kardeşleşiniz" emri üzerine, Muhâcirler Ensâr kardeşleri tarafından kucaklandılar. Böylece her şeyden mahrum olan Muhâcirler bir anda birçok şeye sahip oldular. Kardeşleşme emri karşısında Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Ali ile kardeşleşmiş: Ebû Bekir, Hârise b. Zübeyr; Hz. Ömer, Itbân b. Mâlik; Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh; Muâz b. Cebel; Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Rabî ile ve diğer sahâbiler de Ensâr ve Muhâcirlerden birer kardeş bulmuşlardır. Böylece muâhât ile kankardeşliğinden daha üstün bir kardeşlik kurulmuş oldu. 4330
Bu kardeşliğin tesisinden sonra Ensârın, Muhâcirlere karşı gösterdiği fevkalade alâka ve ev sahipliği Hz. Muhammed (s.a.s.), tarafından övülmüştür. 4331 Hicretten sonra Medineli Ensar ve Muhâcirler arasında bir kardeşlik kurulduğu gibi, Hicret öncesi müşriklerin eza ve cefâlarına karşı koymak ve müslümanların daha güçlü olmalarını sağlamak, Hicret esnasında da yardımcı olmak bakımından Hz. Peygamber (s.a.s.), Muhâcirler arasında da bir kardeşlik tesis etmiştir. Rasûlüllah yine Hz. Ali ile; Hz. Hamza, Zeyd b. Haris ile; Hz. Ebu Bekir, Ömer ile; Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf ile ve diğer Muhâcirlerde birbirleriyle kardeş ilan edilmişlerdir.
Hz. Peygamber'in talimatı üzerine meydana gelen Ensâr ve Muhâcirler arasındaki hak, eşitlik ve miras konularındaki muâhât, miras hükmü dışında devam etmiş, ancak miras hükmü bir müddet sonra Enfâl Sûresi ile kaldırılmıştır. 4332 Bu hükmün kaldırılmasına rağmen muâhât İslâm kardeşliği olarak Ensar ve muhâcirler arasında en güzel örneğini vermiştir.
Ensâr ve Muhâcirler arasında yapılan kardeşlikle Ensar, Muhâcir kardeşlerinin özellikle maddi ihtiyaçlarını karşılamak üzere arazilerinin ikiye bölünmesini, hattâ eşlerinden birisini boşayarak muhâcir kardeşine nikâhlamak üzere vermeyi teklif ettikleri bir vakıadır. Nitekim Abdurrahman b. Avf'ın, Ensâr kardeşi malının yarısını ve hanımlarından birini ona vermek istediği zaman Abdurrahman b. Avf Ensar kardeşine yük olmamak için bunlan kabul etmeyerek kendisine çarşı ve pazar yolunu göstermesini istemiş, kısa sürede yaptığı ticaret ile büyük bir servet sahibi olmuştur. 4333
4328] Müslim, Fedâilü's-Sahabe, 204, 205; İbn Sa'd et-Tabakât, I/238; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd II/63
4329] İbn Sa'd, et-Tabakât, I/238
4330] İbn Hişâm, II/161, Buhârî, Menâkıbül-Ensâr, 3
4331] Müslim, Fedailü's-Sahabe, 171,188-198; İbn Mace, Mukaddime,11
4332] 8/Enfâl, 72-75
4333] Buhârî, Nikâh 68, Menâkıbü'l-Ensâr 3
KARDEŞLİK
- 1031 -
Hz. Peygamber'in tesis ettiği bu kardeşlik, Ensar ve Muhâcirlerin zamanı bile eşit kullanmalarını temin etmiş, bir gün Rasûlullah'ı kardeşlerden biri dinlerken, bir başka gün diğer kardeşi Rasûlullah'ı dinleyerek olup bitenlerden birbirlerini haberdar etmişlerdir. 4334 Bu kardeşlik tesisi ile Medine'de kurulması planlanan sosyal ve siyâsî birlik önce Ensâr ve Muhâcirler arasında sağlanmış, sonra da verdiği iyi örneklerle Medine'deki diğer toplulukların aynı çatı altında toplanmasına imkân hazırlanmıştır. 4335
Günümüzde Müslüman Bireyler ve Cemaatler Arasında Kardeşlik
Batı, felsefe mirasına sahip olduğu ve her filozof, kendinden önceki filozofu tenkit edip onun doğru olarak ileri sürdüğünü eleştirip delillerini çürütmeye çalışmış olduğu için Batılılar, hakikati bulamamışlar ve bulduklarını iddiâ etmeyecek/edemeyecek durumdalar. Demokrasi, biraz da bu anlayışın ürünüdür. Göreceli doğrulara, değişken gerçekliğe sahip olan farklı görüşler değişik partiler şeklinde temsil edilir ve halkın çoğunluğu hakem tâyin edilerek bu göreceli doğrulardan bir veya birkaçı öne çıkar, kimsenin kesin/mutlak doğrusu olmadığından buna itiraz eden çıkmaz. Herkes, karşısındakinin olduğu kadar kendi doğrularının da göreceli olduğunu benimser. Bu tavırda aşırılık sözkonusudur, çünkü onlara göre insanların uymak zorunda olduğu mutlak hakikat diye bir şey yoktur ve herkesin doğrusu kendisinedir. Buna karşılık Doğulular, tenkit mirasına değil, şerh geleneğine sahiptir. Şerh geleneği ve velî kültü, şahısları ve onların görüşlerini yüceltme tavrına götürmüştür. Filozofların tam aksine, kendi acziyetini kabul eden halef, hep seleflerini yüceltme gayretindedir. Bu tavrın da mâkul ve meşrû bir tavır olmadığı, farklı bir aşırılık ürünü olduğu rahatlıkla Kur’an’dan yola çıkarak değerlendirilebilir.
Müslümanların, modernizmi olduğu kadar geleneklerini de sorgulamak zorunda olduğu gibi, aynı zamanda hem birey, hem cemaat olarak yaptıklarını gözden geçirip sık sık otokritik yapmaları, metot ve söylemlerini masaya yatırmaları gerekmektedir. Bu muhâsebeyi yap(a)mayan fert ve cemaatler, hedeften sapma ve amaçlara uygun araçlar kullanamama yüzünden sadece kendi veballerini değil; ümmetin vebâlinden paylarına düşeni de yüklenme riskiyle karşı karşıya kalacaklardır.
Sadece iyi niyetin yeterli olmadığı, usûl ve yöntemin büyük önemi olduğu inkâr edilemez. Bu dâvâya sadece akıllı geçinen düşmanlar değil, akılsız dostların iyi niyetli ama yanlış tavırları da büyük zararlar vermektedir.
Her konuda “doğru” tek değildir; bu, özellikle beşerî doğrular için böyledir. “Doğru”nun iki kaynağı, ölçüsü vardır: İlki, bir adı da Hak olan Cenâb-ı Hakk’a ait doğru; diğeri de insan aklı, ilmi, mirası ve tecrübesine ait doğru. Birincisi, müslümana (Allah’a teslim olana) göre mutlak doğrudur. Yani, her zamanda ve her yerdeki her insana/müslümana göre doğrudur; değişmeyen, tartışılamayacak ve teslim olunacak doğru. İkincisi ise beşerî doğrudur. Yani, göreceli, zannî, ictihâdî, yoruma dayanan, tarihe, coğrafyaya, kişiye göre değişebilecek olan doğru. Kur’an’da muhkem ve yoruma yer bırakmayacak açıklıkta verilen
4334] Buhârî, İlim, 27
4335] M. Ali Kapar, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 220
- 1032 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bilgiler, emredilen veya yasaklanan hükümler mutlak doğrudur, hak ve hakikattir. Kur’an’da farklı anlamaya müsâit yoruma açık hükümler ya da Kur’an ve sahih sünnette yer almayan doğrular ise ikinci çeşit doğrulardır. Bunlar, delillere sahip olmaya, deliller arasında tercih veya delillerin sağlamlığı konusunda iknâ olmaya göre farklılık arzedebilecek göreceli doğrular, değişken gerçeklerdir.
Ümmetin ihtilâf edegeldiği mezhebî/ictihadî, fıkhî doğrular da bu gruba girer. Meşhur abdest örneğinde olduğu gibi. Mâlikîlere göre doğru olan başın tümünün meshedilmesidir, bu farzdır. Hanefîlere göre doğru, başın dörtte birinin meshedilmesinin farz olduğu, Şâfiîlere göre ise saçın birkaç telinin. Bu ictihâdî doğrulardan kalkarak bir mâlikî hanefîye, hanefî de şâfiîye abdestsiz, dolayısıyla namazsız diyemez veya bu gerekçe ile arkasında namaz kılınmasının câiz olmadığını ileri süremez. Yoksa, mü’minlerin kardeşliğinden bahsetmek mümkün olmaz. Ağız ve burnun Hanefîlere göre dış organ sayıldığı için gusülde yıkanmasının farz olduğu, Şâfiîlere göre ise iç organ kabul edilerek yıkanmasının gerekmediği örneği de bunun gibidir. Cuma namazının sıhhat şartları konusunda da mezheplerin doğruları birbirinden çok farklıdır. Hatta aynı mezhebin farklı müctehidlerinin de farklı ictihadları vardır. Bu ve bunun gibi ictihâdî doğruların hangisinin delili bir kimseye kuvvetli gelirse, o görüşü din kabul etmemek, farklı ictihadları suçlamamak şartıyla benimser, yaşar. Ama unutulmamalıdır ki, Kur’an’ın emrettiği bir ibâdeti hiçbir ictihad yasaklayamaz, haram kıldığını da mubah kılamaz. Çünkü hakkında nass olan bir hüküm, ictihad konusu değildir, olamaz. “Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur.” 4336 Yani, âyet ve sahih hadis olan yerde ictihad yoluna gitmez câiz değildir. Unutmamak lâzımdır ki, ictihadla sâbit olan bir şeyin hükmü kesin değil; zannîdir. Hele, “ben müctehid değilim” diyenlerin dini yorumlaması, sadece kendini bağlar. Allah, falan veya filan zâtların dinî yorumlarına itaat edip etmediğimizden değil; kendi Kitabına uyup uymadığımızdan soracaktır.
“Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek ümmet (millet) yapardı. Fakat onlar ihtilâfa düşmeye devam ederler...” 4337 Görüş açılarındaki farklılık, müslüman akla görüş zenginliği kazandıracak, farklı düşünceleri incelemesini, olayları bütün boyut ve cepheleriyle kavramasını, aklı akla katmasını sağlayacak bir sıhhat alâmeti olacağı yerde; bu durum, bozuk çağın müslümanında iç çekişmelere ve dövüşme fırsatına dönüşmüştür. “Kendi ayıplarının, başkalarının ayıplarını görmesini engelleyen kişiye ne mutlu!” denildiği halde, bizler iç dünyamıza, kişisel ve toplumsal kusurlarımıza pek az bakıyoruz. Başkalarının ayıplarıyla uğraşıp onları sergilemek, onları ha bire eleştirmek, fırsat bulursak bize göre hatalarını yüzlerine vurmaktan, kendimizi düzeltmeye fırsat kalmıyor. Bazı müslümanlara göre, liderlerinin bir bildiği, yaptıklarının bir hikmeti olduğundan, her şeye te’vil gözlüğünden bakılabildiğinden kendi liderlerinin veya gruplarının yanlışı, başkalarının doğrusuna tercih edilebiliyor.
Günlük hayatta ve Din’i anlamada farklı görüşlerin, farklı yorumların olması normaldir. Hatta farklı görüşlerin olması bir faydadır, bir kolaylıktır. Burada dikkat edilmesi gereken, Din’i kendi hevâsına göre anlama, sonra da kendi anladığını din haline getirme yanlışlığıdır. Din’in özünü zedeleyecek yanlış yorumlar
4336] Mecelle, Madde 14
4337] 11/Hûd, 118
KARDEŞLİK
- 1033 -
ve bunların inanç haline getirilmesi bir anlamda ‘bağy’ dir ve tefrikaya yol açar. Müslümanlar arasındaki vahdetin en büyük düşmanı, yanlış din anlayışı, ülke, bölge, etnik grup, siyasi rejimler, mezhep ve tarikat taassubudur. Hâlbuki bütün bunlar tefrikaya sebep olmaz, aksine müslüman toplumların entegre olmasına yardımcı olurlar.
Müslümanlar farklı mezheplere, meşreplere, düşüncelere, ülkelere, ilkelere sahip olabilirler, farklı coğrafyalarda yaşayabilirler, farklı gruplar içerisinde bulunabilirler. Bunlar normal şeylerdir. Ancak herkes kendi anladığını, kendi meşrebini, kendi mezhebini, kendi tarikat veya partisini din haline getirirse; işte bu Din’de tefrikadır. Unutulmamalıdır ki, Din Allah’ındır ve Kur’an’da anlatılmıştır; Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de bize tebliğ etmiş, hayatıyla ve ahlâkıyla dinden ne anlaşılması gerektiğini göstermiştir. Âlimlerin, mezheplerin, grupların Din’den anladıkları, yalnızca bir yorum veya Din’i daha iyi yaşama noktasında bir çaba gibi görülmelidir. Onların anladıkları hiç bir zaman Din’in kendisi değildir. Bir gruba, bir mezhebe, bir meşrebe bağlı olmak mümkündür ve bazen ihtiyaçtır. Ancak, sadece kendi meşrebini, kendi grubunu hak, diğerlerini bâtıl görme anlayışı ‘tefrika’ mantığıdır. Mezhepli olmak ihtiyaç, mezhepçi olmak yanlıştır. Bir meşrepten olmak doğal, ama meşrepçi olmak doğru değildir. Bir gurupla faydalı çalışma yapmak üzere bir araya gelmek, bu amaçla bir cemaate mensup olmak iyi, ama grupçu olmak sakattır. Bütün bu yanlışlar tefrika sebebidir. 4338
Bu anlamdaki hadis rivâyeti uydurma da olsa, ihtilâflar rahmet olabilir; eğer ihtilâfa konu olan beşerî alanla mutlak hakikat ayrımını doğru yapar, ihtilâf edebiyle imtihan edildiğimizi farkeder ve nasıl ihtilâf edeceğimizi bilirsek... Yoksa her grup kendi mezheb veya meşrebini, cemaat prensiplerini Din haline getirir ve onlarla övünmeye kalkarsa 4339 bu, rahmete ulaştıran ihtilâf sınırını aşar, azâb sebebi tefrikaya dönüşür.
Kendisinin müctehid değil; taklitçi olduğunu söylediği halde, müctehidlerin bile vermediği fetvâları, güya onların ictihadlarından yola çıkarak cesâretle vermek, kraldan fazla kralcılıktır. Kur’an’dan başka kutsal kitaplar, Peygamber’den (s.a.s.) başka sözü eleştirilemez insanlar kabulü diye tanımlanacak problemlerle müslümanlar dünyada rahmet ve devlete, âhirette cennete zor kavuşur.
Bir âlimin, bir müctehid veya müfessirin yorumunu tercih etmek başka, o yorumu mutlak doğru olarak Din kabul etmek daha başkadır. Aksi halde, ondan önce yaşayan, onu tanımayan müslümanların, ya da o doğruları farklı yorumlayan veya çok değişik tarih, coğrafya ve şartlarla çevrili kimselerin durumu ne olacaktır? Deliller bırakılarak şahısların ve onların söylemlerinin bayraklaştırılıp tereddütsüz kabulü ve herkesin kabul etmesi gerektiği anlayışı, "ya hep ya hiç" şeklindeki kumarbaz beklentisidir. “Mâ lâ yüdrakü küllühû, lâ yütrakü küllühû” “Bir şey bütünüyle elde edilemezse, tümüyle de terkedilmez.”
Bugün insanlara sunulan din; büyük oranda şudur: Beşerî görüşler, göreceli ve tartışmalı konular, cemaatlerin tartışmalı doğruları, filân efendi hazretlerinin görüşleri, mezhebî ictihad ve kelâmî değerlendirmeler, hatta bazen Kur’an’ın
4338] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 690
4339] 23/Mü’minun, 53;30/Rûm, 32
- 1034 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bazı emirlerini yasaklayan, bazı yasaklarını mubah kılan tavırlar... Kur’an’ın önemsediği konular yerine, hiç yer vermediği konular din adı altında topluma kabul ettirilmek istenmekte, mesajın başına oturtulmaktadır. Fili farklı yerlerinden yakalayıp bu parçayı fil diye tanımlama tavrı, basarla birlikte basîreti, alnındaki gözüyle beraber göğsündeki gözü de kullanması gereken, gözleri açık ve her dem uyanık bulunması icap eden müslümanların maalesef tavrı olabiliyor. Dini, bazıları şekilsel özellikler, bazıları sarık, sakal, cübbe ve çarşaftan ibâret sayarken, bazıları sadece falan zâtın kitaplarını okuyup açıklamak, bazıları ise tesbih çekmekten, bazıları sadece cihad veya siyasal yorumlardan, haftalık ders ve sohbetlere katılmaktan, bazıları dergi çıkarmak veya radyo imkânlarından ibâret sayabilmektedir. Bundan da daha fecîsi, Kur’an’ın ısrarla emrettiği halde, bazı müslümanların ısrarla yasakladığı kimi ibâdetler sözkonusu olabilmekte ve Kur’an’a taban tabana zıt olan bir yasağı, meselâ Kur'ânî bir emrin, farîzanın terkini, fâiz gibi bir haramın mubahlığını cihad yorumu ve dâru’l-harp mantığı ile topluma empoze etmektir.
Güzel insan olmamız ve mesajımızın güzel olması için, insanları başka şeye, tartışmalı teferrruata değil; sadece Allah’a, Allah'ın mutlak doğrularına, yani hakka dâvet etmemiz ve bunu herhangi bir hizip adına değil, “müslüman” isim ve sıfatımızla, İslâm’ın hizipler üstü temel prensipleri adına yapmamız gerekmektedir: “(İnsanları) Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır.”4340 Müslüman dâvâ adamı, âyetlerdeki bütüncül çağrıya rağmen; parçacı, hizipçi, cemaatlerinin yorumunu öne çıkaran bir yaklaşım sergileyerek kınanacak bir tavra düşebiliyor: “Onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. (Bunlardan) her fırka, kendi yanındakiyle sevinmektedir.”4341 Bugün kimi cemaat mensubu kişiler, insanlara Kur’an’ın önceliklediklerini, mutlak hakikatleri, Kur’an’ın muhkem doğrularını anlatacaklarına, İslâm’ın temel esaslarına dâvet edeceklerine; kendi tartışılabilecek doğrularına çağırmaktadırlar. “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.” 4342
İslâm inançları (Akaid), beşerî görüşlere ve şahsî anlayışlara değil; vahye dayanır. Kimsenin hevâ ve hevesleri akaidde bağlayıcı olamaz. İtikadı belirleyen ölçülerin tek kaynağı vahydir. Vahy olduğu tartışılan veya mânâsı farklı anlaşılmaya müsâit olan hükümler de akaid için kesin ölçü olamaz. İslâm inanç esasları, delâleti ve sübûtu kat’î olan vahyin itikadî hükümleridir. Kesin doğru, mutlak doğru olan hükümler, tüm müslümanların kabul etmek zorunda olduğu sâdık ve mütevâtir haberlerdir.
İslâm akaidi, şüpheye, zanna, beşerî görüş ve yoruma dayanmaz. Kişinin müslüman olabilmesi için inanmak zorunda olduğu hususlar, en küçük çapta veya en küçük cüz’ü reddedildiğinde kişiyi küfre sokan hükümler, akaid esaslarıdır. Tabii ki bunlar, vahy olduğunda en küçük şüphe bulunmayan mütevâtir haberlerdir. Yani, Kur’an ve mütevâtir hadislerdir. Bunlara sübûtu kat’î deliller denir. Akaidde bağlayıcı bir hükmün, delâletinin de kat’î olması gerekir. Âyet
4340] 41/Fussılet, 33
4341] 30/Rûm, 32
4342] 6/En’âm, 159
KARDEŞLİK
- 1035 -
veya mütevâtir hadislerdeki bazı ifadelerin hangi mânâya delâlet ettiği kesin olmayabilir; mânâya delaleti zannî, yoruma açık olabilir. Kimse bir şahsın ictihadını, ya da kendi anlayışını, beşerî bir yorumu, başka insanlara inanç esası olarak dayatma hakkına sahip değildir. Mânâya delâleti zannî olan şahsî açıklama veya yorumu kabul etmeyenleri tekfir etme hakkına hiç kimse sahip değildir.
Bazı kaypak kavramları, karşımızdaki müslümanın dinle ters düşmeyecek şekilde farklı anlam yükleyerek onu savunması veya bazı kurallarını uygulaması hiç dikkate alınmadan, te’vil etme özgürlüğünü onlara vermeden, kendi anladığımız biçimde küfür olduğuna hükmetmek, hatta bir adım daha ileriye gidip onlara kâfir demek, göreceli doğrularımızı mutlak hakikat yerine koymak demektir. Kendisi de şu veya bu ölçüde, ama mutlaka düzenin şu veya bu kurumundan geçtiği halde, alternatif bulamadığı için o kurumlara şu veya bu şekilde takılanlara müslüman gözüyle bakmamak... Bu gibi durumlar, karşısındakine ictihad hakkı vermeden, kendini veya reisini müctehid ilân etmektir. Hatta, müctehid hata yapabilecek kişi olduğu halde, kendi cemaat görüşünde, liderinde yanılma ihtimali kabul etmeyen kişinin bu tavrının ne anlama geldiği, dilin ifâde etmekten çekindiği fecî bir tavır olmaktadır. “Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), râhiplerini rabler edindiler...”4343 Adiy bin Hâtem, Rasûlullah’ın yanına geldiğinde bu âyeti okuyunca, Adiy: “Yâ Rasûlallah, hıristiyanlar din adamlarına ibâdet etmiyorlar, onları rab ve ilâh edinmiyorlar ki” dedi. Rasûlullah (s.a.s.) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Onlara haramı helâl, helâlı da haram yaptılar, onlar da uymadılar mı din adamlarına?” Adiy: “Evet” dedi. Efendimiz buyurdu ki: “İşte bu, onlara ibâdettir/tapınmadır.” 4344
Din, özellikle akîde, haram-helâl ölçüsü ve ibâdet hükmündeki ahkâm, mutlak doğrulara dayanmak durumundadır. Mutlak doğruyu te’vil edip beşerî yorumları din haline getiren anlayış, İslâmî anlayış olamaz. Falan hocanın veya filan imamın bir görüşünü, İslâm’ın olmazsa olmaz bir unsuruymuş gibi din adına ileri sürmek, bu görüş doğru olsa dahi, çok yanlış bir yaklaşımdır. Her grubun, İslâm cemaatini kendisinin temsil ettiğini, kendi dışındakilerin sapma içinde olduğunu zannetmesi, hatta buna inanıp başkalarına dayatması Dinimiz için problem olmaktadır. Müslümanların kendi kanaatlerini, üstad, lider ve âlimlerinin yorumlarını din zannetmeleri, bugünkü ihtilâfların temelini teşkil ediyor.
Mevcut düzen ve toplum yapısının belvâ-yı âmm (toplumsal belâ) niteliğindeki dayatmalarına karşı tavır alamayan insanlara alternatif göster(e)meden onları dinin dışına itmek, Din’i yanlış yorumlamaktır. Ayağı yere basmayan idealist yaklaşımlar, İslâm’ı, günlük hayatta uygulanamayacak soyut görüşlerden ve ütopyadan ibâret saymaktır. "Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden ötürü helâk oldular." 4345
Şu kadar cemaat ve ilim adamının melekleri sevindirecek ve şeytanları ürkütecek kapsamda hayırlı faâliyetler, ses getirecek tavır ve eylemler ortaya koyamadıklarının sebebi, biraz da bu usûl, yöntem hatalarından, dine bakıştaki eksik veya yanlıştan kaynaklanıyor diye düşünüyorum.
4343] 9/Tevbe, 31
4344] Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an 10, hadis no: 3292
4345] Dârimî, Siyer 45; Ahmed bin Hanbel, Müsned IV/127, V/318, 330
- 1036 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Konumuzla ilgili empati; muhâtaplarımızı, “öteki” insanları, öteki cemaatleri, onların dünyasından bakarak değerlendirmektir. Bu yapılamadığı zaman, gerçeğin bir kısmı kaybedilecektir. Nisbî/göreceli doğruları, beşerî yorumları, Din ve mutlak hakikat gibi değerlendirmemeli; insanları kendi doğrularımıza, kendi mezhep, meşrep, metot, dernek, vakıf ve faâliyetlerimize dâvet etmek yerine, İslâm’ın doğrularına dâvet etmeliyiz. Müslümanlarla ihtilâf edeceğimiz konulardan ziyade ittifak halindeki konulardan yola çıkarak asgarî müşterekleri giderek artırmak önemsenmeli, dostluk ve sevginin giderek samimiyete ve işbirliğine dönüşmesi hedeflenmelidir. İnsanların olduğu her yerde, kesinlikle ihtilâflar da olacaktır. İslâm’ın aslî meselelerinde müslümanlar ihtilâf edemez. İlâhî vahyin müslümanlara seçme muhayyerliği, tasarruf yetkisi, ictihad, yorum ve tercih hakkı verdiği meselelerle ilgili ihtilâflar, mâkul ve normal karşılamamız gereken ihtilâflardır. Müslüman cemaatlerle ittifak ettiğimiz konularda işbirliğine gitmeli, ihtilâf ettiğimiz konularda birbirimizi mâzur görmeliyiz. “Sadece benim mezhep, cemaat, teşkilât, metot, lider ve görüşüm hak; diğerleri bâtıl!” demekten sakınıp kendi doğrularımızın "yanlış ihtimali olan göreceli doğru" olduğunu, muhâtap mü’minlerin de "doğru ihtimali olan yanlış" görüşleri olduğunu, empati ile ve göreceli doğruların bir’den fazla olabileceğini unutmadan olgun mü’mine yakışan şekilde değerlendirebilmeliyiz. “Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın hidâyet edip doğru yola ilettiği kimseler onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.” 4346
Selâm; Kardeşliğin Göstergesi
“Selâm”, 'selime' fiilinden gelen bir masdardır. Sözlükte, kurtulmak, selâmette olmak, güven, barış, ayıp ve kusurlardan uzak olmak anlamlarına gelir. Selime fiili ve onun türevleri olan kelimeler, barış, teslim olma, güvende olma, ayıp ve kusurdan uzak olma, barışa girme, hayır ve iyilik içinde olma, emniyette olma gibi anlamlara gelirler. Görüldüğü gibi bütün bu anlamların birbirleriyle yakın ilgisi bulunmaktadır.
Allah'ın İsmi Olarak Selâm: ‘Selâm’ Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Kendisi her türlü eksiklik ve noksanlıktan uzak olduğu gibi başkalarına da barış ve esenlik veren anlamına gelir. Bazılarına göre Allah’ın ‘Selâm’ ismi, bütün yaratıkları her türlü bozukluktan uzak tutan, onlara selâmet veren demektir. Kâinatta her şey Allah’ın koyduğu düzene göre devam etmektedir. Allah’ın bütün fiilleri bozukluk ve düzensizlikten uzaktır. O’nun takdirinde ve yaratmasında kusur olmaz.
‘Selâm’, hem Allah’ın noksanlıklardan uzak olduğunu, hem de O’ndan kullarına gelen esenliği, güveni ifade eder. Nitekim namazın sonunda Peygamberimiz, “Allahümme ente’s-selâmü ve minke’s-selâm” demiş ve böyle denilmesini tavsiye etmiştir. Yani, “Ey Allah’ım sen Selâmsın ve selâm Sendendir.”
Esenlik ve Kurtuluş Olarak Selâm: Kur’an’da selâm kelimesi esenlik, kurtuluş ve tehlikeden salim (uzak) olma anlamlarında da kullanılmaktadır. "Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan toplulukla, Bizden bir selâm-esenlik ve bereketle gemiden in..."
4346] 39/Zümer, 18
KARDEŞLİK
- 1037 -
4347; "Biz: 'Ey ateş! İbrâhim'e karşı serin ve selâm (selâmetli) ol' dedik." 4348
Selâm Kur’an’da, insanlar hakkında kullanıldığında, selâm vermeyi, sözle esenlik, barış ve güven dilemeyi ifade etmek; Allah hakkında kullanıldığı zaman da, bizzat bu esenliği, barışı ve güveni gerçekleştirmek anlamında gelmektedir.
Cennette Selâm: Allah (c.c.) ayrıca Cenetten olan kimseleri de bizzat selâm sözüyle karşılamaktadır. “Rahman olan Rabbinden onlara bir de sözlü ‘Selâm’ vardır.”4349 "Rablerinden korkup sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, onun kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: 'Selâm üzerinize olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedî kalıcılar olarak ona girin." 4350
Allah (c.c.) mü'minlere; Cennette selâm ve güvenle beraber girmelerini söylüyor. Gerçekten bu, onlar için çok üstün bir mükâfattır.4351 Rabbimiz, özellikle seçtiği Rasullerine selâm sözüyle selâm vermekte ve onlar hakkında övücü sözler sarfetmektedir.4352 Cennete bulunan mü’minler orada boş bir söz, yalan bir lâf işitmeyecek; orada ancak selâm sözü işitecekler. 4353
Kurtuluş Yolu Olarak Selâm: Allah (c.c.), rızâsına uyanları Kur’an ve Hz. Muhammed’le ‘selâm yolları’na ulaştırır, o insanları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır. 4354
Rabbimiz, bütün insanları ‘selâm yurdu’na dâvet eder, insanlardan dilediğine, -bir anlamda hidâyeti isteyene- hidâyetini verir. 4355 İnsanlar İslâm’ı hayat haline getirirlerse, önce kendileri ‘selâm’a ulaşırlar. Böyle insanlardan kurulu bir toplum artık ‘selâm’ toplumu olur ve onların yaşadığı yerler de ‘selâm yurdu’ (dârü’s-selâm) olur.
Selâm Yurdu: Ancak, asıl ‘selâm yurdu’ Cennet’tir. Cennet’te bitmeyecek bir sonsuzluk, fakirliği olmayan bir zenginlik, hastalıksız sağlık, zilleti olmayan bir izzet vardır. İşte Allah (c.c.) insanları böyle bir yurda çağırmaktadır.
Müslümanların Selâm Vermesi: Mü’minler birbirlerine ‘selâm’ vermekle yükümlüdürler. Böylelikle kendilerinin ulaştığı ‘selâm’ halini müslüman kardeşi için de isterler. Onların yeryüzünde ve Cennet’te ‘selâm yurdunda’ olmaları için duâ ederler.
Selâm, her şeyden önce, müslümanlar arasında bir şiardır (alâmettir). Mü’minler birbirlerine selâm vererek tanışırlar, birbirlerinden emin olurlar ve birbirlerine duâ ederler. Bir mü’mine ‘selâmün aleyküm’ veya ‘es-Selâmü aleyküm’ diyen bir kimse, ‘selâm senin üzerine olsun’, selâm üzere olasın, selâmette olasın, benden sâlim ol (benden sana zarar gelmez)’ demiş olur. Böylece mü’minler arası dostluk, güven ve karşılıklı iyi niyet gerçekleşmiş olur.
4347] 11/Hûd, 48
4348] 21/Enbiyâ, 69
4349] 36/Yâsin, 58
4350] 39/Zümer, 73; Ayrıca: 7/A'râf, 46; 10/Yunus, 10; 13/Ra'd, 24; 14/İbrâhim, 23; 16/Nahl, 32 vd.
4351] 15/Hıcr, 46; 50/Kaf, 34
4352] 27/Neml, 59; 37/Sâffât, 79, 109, 120, 130, 181
4353] 10/Meryem, 62; 56/Vâkıa, 26
4354] 5/Mâide, 16
4355] 10/Yûnus, 25
- 1038 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an diyor ki: “Selâm hidâyete uyanların üzerine olsun.”4356 Mü’minler Allah’ın hidâyetine kavuşan insanlardır. Öyleyse ‘selâm’ onların hakkıdır. Rabbimiz buyuruyor ki: “Siz bir selâm ile selâmlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeliyle karşılık verin veya verilen selâmı aynen iade edin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” 4357 Burada selâm ‘tahiyye’ kelimesiyle ifade ediliyor. “Ey mü’minler! Evlerinizden başka evlere izin almadan, seslenip sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Eğer düşünürseniz bu, sizin için daha iyidir.” 4358
Bu âyetler mü’minlerin birbirlerine selâm vermelerini emrediyor. Çünkü selâm insanlar arasındaki emniyeti, barışı, kardesliği pekiştirir, mü’minlerin birbirlerine dua etmeleri sağlar. ‘Selâm’ dini olan ‘İslâm’ı tebliğ eden Hz. Muhammed (s.a.s.) ‘selâm’ sancağını taşıyan biricik Rasûldür. Öyleyse selâmların en güzeli O’na ve diğer peygamberlere verilmelidir. Et-Tehiyyatü’ aynı zamanda O’na selâm verme duâsıdır. Mü’minler bu duâyı, salli bârik’i okuyarak, salevât getirerek O’na selâm verirler.
İslâm fıkhına göre müslümanların ‘selâm’ vermeleri sünnet, verilen ‘selâm’ı almaları ise farzdır. Bu hüküm, selâmın mü’minler arasında ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Bir sahâbi Peygamberimize ‘İslâm’ın hangi işi daha hayırlıdır?’ diye sordu. Buyurdu ki: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir.” 4359. Peygamberimiz buyuruyor ki: “İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe (olgun bir) imana sahip olamazsınız. Size, yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayın.” 4360
Selâmı, ‘es-selâmü aleyküm’, ‘selâmün aleyküm’, ‘es-selâmü aleyküm ve rahmetullah’, veya; ‘es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llahi ve berekâtühu’ şeklinde vermek mümkündür. Selâm, ‘aleykümü's-selâm’, ‘ve aleyküm selâm’, ‘aleykümü's-selâm ve rahmetullah’ ve ‘aleykümü's-selâm ve rahmetullahi ve berekâtuh’ şeklinde iâde edilir. Bütün anlamıyla, bereketiyle ve sonuçlarıyla selâm, Kur'an'ın dediği gibi 'hidâyete tâbî olanların üzerine olsun.' 4361
Îsâr; Kardeşini Kendine Tercih Edecek Özveri
Îsâr; Başkaları için özveride bulunma anlamında ahlâkî bir terimdir. Sözlükte "bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tutma, tercih etme" mânâsına gelen îsâr, ahlâk terimi olarak "bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması" demektir. Cürcânî îsârı, "kişinin başkasının yarar ve çıkarını kendi çıkarına tercih etmesi veya bir zarardan, öncelikle onu koruması" şeklinde tarif ederek bu anlayışın din kardeşliğinin en ileri derecesi olduğunu belirtir. Îsâr anlamında Batı dillerinde kullanılan altrüizm karşılığında modern Arapça'da daha çok gayriyye, Türkçe'de diğergâmlık ve özgecilik terimleri kullanılmaktadır. Bir kimsenin cömertlikte îsâr derecesine ulaşabilmesi için ikram ettiği şeye kendisinin fiilen muhtaç durumda bulunması şart değildir; önemli olan, muhtaç olsa dahi başkasını kendisine tercih edebilecek bir ahlâk
4356] 20/Tâhâ, 47
4357] 4/Nisâ, 86
4358] 24/Nûr/27
4359] Ebû Dâvud, Edeb, hadis no: 5194; Buhârî, İman 6, 20
4360] Müslim, İman 93, hadis no: 54
4361] 20/Tâhâ, 47; Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Y., s. 587-590
KARDEŞLİK
- 1039 -
anlayışına ve irâde gücüne sahip bulunmasıdır.
Îsâr kavramı Kur'ân-ı Kerîm'de dört âyette 4362 sözlük mânâsında, bir âyette de 4363 terim anlamında kullanılmıştır. Kelime aynı mânâda hadislerde de geçmektedir. Îsârın terim anlamına esas olarak gösterilen âyette, bütün mal varlıklarını Mekke'de bırakarak Medine'ye göç etmek zorunda kalan Hz. Peygamber'i ve diğer muhâcirleri şefkatle kucaklayıp mal varlıklarını onlarla paylaşmaktan çekinmeyen Medineli müslümanlar (ensâr) övgüyle anılmakta, âyette onların şahsında müslüman toplumun bazı temel mânevî ve ahlâkî özelliklerine temas edilmektedir. Buna göre müslümanlar öncelikle imanı gönüllerine yerleştirmişlerdir; ayrıca muhâcirler gibi zor durumda kalıp kendi beldelerine gelenleri severler; din kardeşlerine kendilerinden daha fazla imkân sağlanmasından dolayı içlerinde kıskançlık duymazlar; nihâyet ihtiyaç içinde olsalar dahi onları kendilerine tercih eder, şahsî menfaatlerinden, zevklerinden fedakârlıkta bulunurlar. Âyetin son kısmında, nefsinin cimrilik eğilimlerinden kendini koruyabilenlere ebedî kurtuluşu kazanacakları müjdelenirken dolaylı olarak îsârın bu yöndeki psikolojik etkisine de işaret edilmektedir. 4364
Bu âyet münâsebetiyle îsâr kavramı tefsirlerde, "âhiret saadetini elde etme arzusuyla başkasının iyiliğini ve mutluluğunu kendine ve kendi zevklerine tercih etmek, başkasının ihtiyacını kendi ihtiyaçlarından daha önde tutmak" şeklinde açıklanıp bir cömertlik derecesi olarak gösterilmektedir.4365 Kaynaklarda cömertliğin sehâ, cûd ve îsâr olarak başlıca üç derecesi bulunduğu belirtilir. Buna göre bir kimsenin elindeki imkânların en çok yarısını başkasına ikram etmesine sehâ (sehâvet), çoğunu vermesine cûd, imkânlarının tamamını başkaları için kullanmasına da îsâr denir.4366 Cömertlik, İslâm’ın güzel ahlâk olarak sunduğu temel erdemlerden biridir. Cömertliğin en yüksek derecesinin de îsâr olduğu belirtilir. Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Peygamberin çok yüce bir ahlâka sahip olduğu bildirildiğine göre, îsâr aynı zamanda Rasûlullah'ın ahlâkının da bir unsurudur. Ancak diğer erdemli davranışlarda olduğu gibi îsârın da belirtilen ahlâkî değeri kazanabilmesi için maddî veya mânevi bir karşılık beklenmeden sırf Allah rızâsı ve insan sevgisinden dolayı yapılması gerekir. Çünkü iyilik karşılığında teşekkür veya övgü bekleyen kişi cömertlik değil alışveriş yapmış sayılır. 4367
Kaynaklarda, bir kimsenin sıkıntı içinde bulunmasına rağmen imkânlarını başkası için kullanıp nefsini mahrum bırakmasının câiz olup olmadığı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çoğunluğun benimsediği görüşe göre mahrûmiyet ve sıkıntıya sabredebilenler için îsâr, halinden şikâyet edecek veya başkalarına el açabilecek yapıda olanlar için malına sahip olmak (imsak) daha hayırlıdır.4368 Nitekim Hz. Peygamber, bir kimsenin elindeki imkânların tamamını muhtaçlara verip sonra da başkalarından yardım istemesini kınamıştır. 4369 Ayrıca
4362] 12/Yûsuf, 91; 20/Tâhâ, 72; 79/Nâziât, 38; 87/A'lâ, 16
4363] 59/Haşr, 9
4364] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, XVIII. 27
4365] İbn Kesîr, Muhtasaru Tefsiri İbn Kesir (nşr. Muhammed Ali es-Sâbûnî), Beyrut 1402/1981, III, 474; Şevkânî, Fethu'l-kadîr, Beyrut 1412/1991, V, 232
4366] Kuşeyrî, er-Risâle, Kahire 1385/1966, II, 502
4367] İhyâ, -Beyrut-, III, 260
4368] Kurtubî, XVIII. 28
4369] Dârimî, Zekât 25
- 1040 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bir müslümanın malının üçte birinden fazlasını vasiyet etmesini yasaklayan hüküm dikkate alınarak 4370 aile fertlerini maddî sıkıntıyla karşı karşıya bırakacak derecede tasaddukta bulunmanın doğru olmadığı sonucuna varılabilir. Rasûl-i Ekrem konuyla ilgili hadislerinin birinde şöyle demiştir: "Arkanda zengin vârisler bırakman, onları insanların elindekine göz dikecek derecede yoksul bırakmandan daha iyidir. Eşinin ağzına verdiğin bir lokma dâhil olmak üzere iyilik olarak yaptığın her harcama sadakadır." 4371
Îsâr kavramı genellikle malî fedakârlıklar için kullanılmakla birlikte, bazı kaynaklarda "can ile îsâr"dan, yani kişinin sevdiği bir kimse için kendi rahatını, huzurunu, hatta hayatını fedâ etmeyi göze almasından da söz edilmekte ve bunun malla îsârdan daha faziletli olduğu belirtilmektedir. En yüksek derecede sevgi, seven kişinin gerektiğinde sevdiği için canını fedâ etmeyi göze almasını sağlar. Uhud Gazvesi'nde İslâm ordusunun geçici olarak bozguna uğradığı sırada bazı mü’minlerin Hz. Peygamber'in hayatını korumak için kendi hayatlarını ortaya koymaları da can ile îsâr için örnek gösterilir. Bu arada Ebû Talha adlı sahâbînin kendini Rasûlullah'a siper etmesi ve onu korurken yaralanması4372 özverinin en güzel örneklerinden biri olarak anılır.
Batı ahlâk felsefesinde David Hume, Jeremy Bentham, John Stuart Mill, Henri Spencer, William James gibi faydacı filozoflar insanın aslî tabiatında bencil duyguların hâkim olduğunu, toplumsal gelişme ilerledikçe bu duyguların karmaşık bir yapı değişikliği süreci sonunda altrüist duygulara dönüştüğünü ileri sürerken altrüizmin en önemli temsilcisi olan Auguste Comte, tam aksine insanın fıtratında altrüist duyguların esas olduğunu düşünmüştür. Thomas Hobbes, Arthur Schopenhauer, Max Stirner, Frederic Nietzsche gibi filozoflar ise çok daha köklü bir egoizmi ve bireyciliği savunmuşlardır. İslâm dünyasında bu sonuncu türde bir felsefeye pek rastlanmaz. Fakat kesin bir ayırıma gidildiğini söylemek güç olmakla birlikte Ehl-i sünnet'in faydacı görüşe, Mu'tezile'nin de altrüist görüşe daha yakın olduğu kabul edilebilir. Gazzâlî, ilke olarak insandaki altrüist duyguları ben merkezli eğilimlere bağlar. 4373 İnsanın temelde kendini sevdiğini, "İnsan ihsânın kölesidir" şeklindeki atasözünün de belirttiği gibi kendisine iyilik edenleri de sevmekle birlikte bu sevginin merkezinde yine kendi beninin bulunduğunu ifade eder. Ancak ahlâkî ve estetik duyarlığı gelişmiş insanlar iyilik ve güzellik gibi üst değerleri severler; buna karşılık değerlerin yeterince kavranıp hazmedilmediği durumlarda sevgi ben merkezlidir. 4374
Kur’ân-ı Kerîm’de Kardeşlik Kavramı
Kur’ân-ı Kerîm’de kardeşlik kavramının karşılığı olan uhuvvet kelimesinin kökü “a-h-v” ve türevleri toplam olarak 96 yerde geçer. Kur'ân-ı Kerîm'de ihveh kelimesi dost ve kardeşliği ifâde etmekle birlikte, ana-baba bir evlât, bir kabileye mensup kişi, herhangi bir hizbin mensubu, sahip ve mensup gibi değişik anlamlar için de kullanıldığı görülmektedir.
4370] Buhârî, Vesâyâ 3; Tirmizî, Vesâyâ 1
4371] Buhârî, Vesâyâ 2; Müslim, Vasıyye 5, 8
4372] Müsned, IV, 265, 286; Buhârî, Cihâd 80, Menâkıbü'l-Ensâr 18
4373] Mustafa Çağrıcı, Gazzâlî'ye Göre İslâm Ahlâkı, İstanbul 1982, s. 139-143, s. 139-143
4374] İhyâ, IV, 299-306; Mustafa Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 22, s. 490-491
KARDEŞLİK
- 1041 -
Kur'an'da kardeşlik kavramının farklı ilişki biçimlerini ortaya koyduğu görülmektedir.
a- Nesep ilişkisi: Miras, evlenme gibi fıkhî düzenlemeler üzerinde durulurken kardeşlerden söz edilmesi yanında, ahlâk açısından Hz. Adem'in oğullarından Kabil'in kıskançlık ve menfaat duygularına mağlûp olarak kardeşi Hâbil'i öldürmesi,4375 yine kıskançlık yüzünden Hz. Ya'kub'un oğullarının, kardeşleri Yûsuf'a ihânet etmeleri4376 anlatılır. Ayrıca bazı âyetlerde müslümanların putperest akrabalarıyla ilişkileri çerçevesinde kardeşlerden de söz edilmekte ve müslümanların bunları dost kabul etmemeleri gerektiği bildirilmektedir. 4377
b- Aynı soya ve kavme mensûbiyet: Özellikle Hûd, Sâlih, Şuayb gibi peygamberlerin kendi toplumlarıyla ilişkilerinden söz edilirken bunlar kavimlerinin kardeşleri olarak takdim edilir. Kaynaklarda, bu bağlamda kardeşlik kavramının soy birliğini veya bütün insanların aynı atadan geldiğini ifade etmesi yanında peygamberlerin kavimlerine duydukları şefkati, dolayısıyla onların mânevî kurtuluşları için besledikleri arzuyu dile getirdiği belirtilir. 4378
c- İnanç, amaç ve davranış birliği: Kur'an bu açıdan müslümanları birbirinin kardeşleri olarak gördüğü gibi4379 müslümanların dışında kalan inanç grupları arasındaki ortaklık ve iş birliğini de kardeşlik kavramıyla ifade eder. Buna göre inkârcılar ve münâfıklar birbirinin kardeşleridir.4380 Hatta Kur'an münâfıklarla Ehl-i kitap arasında da bir kardeşlik ilişkisi kurar.4381 Mallarını benlik iddiası uğruna saçıp savuran veya müslümanları başarısız kılmak için harcayan putperestler kastedilerek,4382 "Savurganlar (müsrifler) şeytanların kardeşleridir" denilmekte,4383 aynı ilişki A'râf sûresinde de4384 yine kardeşlik kavramıyla belirtilmektedir.
“Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidâyete erersiniz diye, Allah, size âyetlerini böyle açıklar.” 4385
“Sizlere anneleriniz, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerin kızları, kızkardeşlerin kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz, süt kızkardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle (gerdeğe) girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız -onlarla gerdeğe girmemişseniz, size bir sakınca yoktur-, sizin sülbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kızkardeşi bir araya getirdiğiniz (evlilik) haram kılındı. Ancak (câhiliyede) geçen geçmiştir. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır,
4375] 5/Mâide, 27-31
4376] 12/Yûsuf, 8-1 5
4377] 9/Tevbe, 23-24; 58/Mücâdile, 22
4378] Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "ah" md.; Zemahşerî, 11, 86; Şevkânî, II, 249
4379] 3/Âl-i İmrân, 103; 9/Tevbe, 11; 49/Hucurât, 10; 59/Haşr, 10
4380] 3/Âl-i İmrân, 156, 168; 33/Ahzâb, 18
4381] 59/Haşr, 11
4382] a.g.e., XX, 194
4383] 17/İsrâ, 27
4384] 7/202
4385] 3/Âl-i İmrân, 103
- 1042 -
KUR’AN KAVRAMLARI
merhametlidir.” 4386
“Senden fetvâ isterler. De ki: "Allah, 'çocuksuz ve babasız olanın (kelale'nin)' mirasına ilişkin hükmü açıklar. Ölen kişinin çocuğu yok da kızkardeşi varsa, geride bıraktıklarının yarısı kızkardeşinindir. Ama (ölen) kızkardeşinin çocuğu yoksa, kendisi (erkek kardeşi) ona mirasçı olur. Eğer kızkardeşi iki ise, geride bıraktıklarının üçte ikisi onlarındır. Ama (mirasçılar) erkekler ve kızkardeşler ise, bu durumda erkek için dişinin iki payı vardır. Allah, -şaşırıp sapmayasınız diye- açıklar. Allah, her şeyi bilendir.” 4387
“Sonunda nefsi ona (Kabil’e) kardeşini (Hâbil’i) öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrâna uğrayanlardan oldu.” 4388
“(Mûsâ yalvarıp) Dedi ki: ‘Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.” 4389
“(Şeytan'ın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar.” 4390
“Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için âyetleri böyle birer birer açıklarız.” 4391
“Ey iman edenler! Eğer imana karşı inkârı sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi velîler edinmeyin. Sizden kim onları velî edinirse, işte bunlar zâlimlerdir.” 4392
“De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Rasûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez.” 4393
“(Babası) Demişti ki: ‘Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.” 4394
“Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için âyetler (ibretler) vardır. Onlar şöyle demişti: ‘Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysaki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir.” 4395
“Onların (cennettekilerin) göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar.” 4396
“Saçıp savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür.” 4397
“(Mûsâ Allah’a duâ ederek dedi:) “Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver; Kardeşim Hâürûn'u; Onun sâyesinde arkamı kuvvetlendir; Ve onu işime ortak kıl; böylece Seni bol
4386] 4/Nisâ, 23
4387] 4/Nisâ, 176
4388] 5/Mâide, 30
4389] 7/A’râf, 151
4390] 7/A’râf, 202
4391] 9/Tevbe, 11
4392] 9/Tevbe, 23
4393] 9/Tevbe, 24
4394] 12/Yûsuf, 5
4395] 12/Yûsufu, 7-8
4396] 15/Hıcr, 47
4397] 17/İsrâ, 27
KARDEŞLİK
- 1043 -
bol tesbih edelim; Ve çok çok zikredip analım Seni.” 4398
“Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir sakınca (bir vebal) yoktur. Ancak kalplerinizin kasıt gözeterek (taammüden) yaptıklarınızda vardır. Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.” 4399
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan ittika edip korkun ki, merhamete ulaşasınız.” 4400
“Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık (yoldan çıkma) ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte böyle kimseler zâlimdir.” 4401
“Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok merhametlidir.” 4402
“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi şûbelere ve kabîlelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, en takvâlı (O’ndan en çok korkanınız, sorumluluk bilincine en fazla sahip) olanınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi) bilendir, (her şeyden) haberi olandır.” 4403
“Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan râzı olmuş, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. İşte onlar, hizbullahtır, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın hizbi/fırkası olanlar, felâh (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” 4404
“Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felâh (kurtuluş) bulanlardır.” 4405
“Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: ‘Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş
4398] 20/Tâhâ, 29-34
4399] 33/Ahzâb, 5
4400] 49/Hucurât, 10
4401] 49/Hucurât, 11
4402] 49/Hucurât, 12
4403] 49/Hucurât, 13
4404] 58/Mücâdele, 22
4405] 59/Haşr, 9
- 1044 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” 4406
Münâfıklık edenleri görmüyor musun ki, Kitap Ehlinden inkâr eden kardeşlerine derler ki: ‘Andolsun, eğer siz (yurtlarınızdan) çıkarılacak olursanız, mutlaka biz de sizinle birlikte çıkarız ve size karşı olan hiç kimseye, hiçbir zaman itaat etmeyiz. Eğer size karşı savaşılırsa elbette size yardım ederiz.’ Oysa Allah, şâhidlik etmektedir ki onlar, gerçekten yalancıdırlar.” 4407
“İşte o gün kişi o gün, kendi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar; O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” 4408
“Sen onların milletine/dinine uyuncaya kadar yahûdiler de hıristiyanlar da senden asla râzı olmazlar. De ki: ‘Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur.’ Sana gelen ilimden sonra eğer onların hevâlarına/arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir velî/dost, ne de bir yardımcı vardır.” 4409
“Mü’minler mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî/dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur (artık O’ndan hiçbir şey beklemesin). Ancak onlardan (gelebilecek bir zarardan) korunmanız (takıyye) başkadır. Allah sizi kendisinin emirlerine karşı gelmekten sakındırıyor (Sakın hükümlerine aykırı davranıp düşmanlarını velî edinerek O’nun gazabına uğramayın). Dönüş, yalnızca O’nadır. De ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye gücü yetendir.” 4410
“Ey iman edenler! Sizden olmayanı dost, sırdaş edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan, size fenâlık etmekten geri kalmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır; sînelerinin gizlediği (içlerinde sakladıkları düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Size âyetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz.” 4411
“Münâfıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî/dost, taraftar edinenler, onların yanında izzet (güç, onur ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet, yalnızca Allah'a aittir.” 4412
“Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp kâfirleri velîler edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’tan apaçık olan kesin bir delil vermek mi istersiniz?” 4413
“...İyilik ve takvâ (Allah’ın yasaklarından sakınma) üzerinde yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.” 4414
“Ey iman edenler! Yahûdileri ve hıristiyanları velî/taraftar, dost edinmeyin, onlar birbirlerinin velîleridir/taraftarıdır. Sizden kim onları veli edinirse o da onlardandır….” 4415
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini
4406] 59/Haşr, 10
4407] 59/Haşr, 11
4408] 80/Abese, 34-37
4409] 2/Bakara, 120
4410] 3/Âl-i İmrân, 28-29
4411] 3/Âl-i İmrân, 118
4412] 4/Nisâ, 138-139
4413] 4/Nisâ, 144
4414] 5/Mâide, 2
4415] 5/Maide, 51
KARDEŞLİK
- 1045 -
seven, mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiç kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” 4416
“Kâfirler, inkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde büyük fesat/kargaşa, büyük bozgun ve fitne çıkar.” 4417
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velîsidirler. İyiliği (ma’rûfu) emrederler, kötülükten (münkerden) alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir. Allah daima Aziz’dir (üstündür), Hakim’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” 4418
“Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, aksi halde size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velîleriniz yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez.” 4419
“Onlar seni, sana vahyettiğimizden çevirip başka şeyi uydurmayı ve Bize atfetmeyi istediler ki, o zaman seni öz dost edineceklerdi. Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, sen belki onlara biraz meyledecektin.” 4420
“... Siz Beni bırakıp da şeytanı ve soyunu evliyâ/dostlar mı ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır.” 4421
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost oluverir. Bu (haslete) ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur.” 4422
“...Onlar, Allah'a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Doğrusu zâlimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takvâ sahiplerinin dostudur.” 4423
“Muhammed Allah’ın rasûlü/elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin (şiddetli), kendi aralarında ise merhametlidirler...” 4424
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen hakkı/gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı, Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz Benim yolumda savaşmak ve rızâmı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Oysa Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur. Şâyet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edip kâfir olmanızı istemektedirler.” 4425
“Olur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. Allah,
4416] 5/Mâide, 54
4417] 8/Enfâl, 73
4418] 9/Tevbe, 71
4419] 11/Hûd, 113
4420] 17/İsrâ, 73-74
4421] 18/Kehf, 50
4422] 41/Fussılet, 34-35
4423] 45/Câsiye, 19
4424] 48/Fetih, 29
4425] 60/Mümtehine, 1-2
- 1046 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gücü (her şeye) yetendir, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” 4426
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azap vardır.” 4427
“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma ait) işlerde onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine sığınanları sever.” 4428
“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, ‘sen mü’min değilsin!’ demeyin. Çünkü Allah’ın indinde sayısız ganîmetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lutfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” 4429
“Sana da, daha önceki Kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen hakkı bırakıp da onların hevâlarına/arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse hayırda (iyi işlerde) birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size, üzerinde ihtilâf ettiğiniz (ayrılığa düştüğünüz) şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.” 4430
“De ki: ‘Allah, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye ya da sizi grup grup, parti parti birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını taddırmaya kadirdir.’ Bak ki, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!” 4431
“(Bir kısmına inanıp bir kısmını da inkâr etmek sûretiyle) Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.” 4432
“Allah'a ve Rasûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rîhınız (rüzgârınız, gücünüz, devletiniz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” 4433
“Ve (Allah,) onların kalplerinin arasını birleştirendir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, azîzdir/mutlak gâliptir, hakîmdir/hikmet sahibidir.” 4434
“İnsanlar sadece bir tek ümmetti. (Önce hepsi tevhid dinine bağlı iken) sonradan ihtilâf edip ayrılığa düştüler. Eğer (azâbın ertelenmesiyle ilgili) Rabbinden bir söz (ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı, ihtilâf ettikleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi (derhal azap
4426] 60/Mümtehine, 7
4427] 3/Âl-i İmrân, 105
4428] 3/Âl-i İmrân, 159
4429] 4/Nisâ, 94
4430] 5/Mâide, 48
4431] 6/En’âm, 65
4432] 6/En’âm, 159
4433] 8/Enfâl, 46
4434] 8/Enfâl, 63
KARDEŞLİK
- 1047 -
iner ve işleri bitirilirdi).” 4435
“Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek ümmet (millet) yapardı. Fakat onlar ihtilâfa düşmeye devam ederler. Ancak Rabbinin rahmetine nâil olanlar hâriçtir. Zaten Rabbin onları bunun için (rahmet etmek için) yarattı. Rabbinin, ‘andolsun ki cehennemi insanlar ve cinlerle toptan dolduracağım’ şeklindeki sözü yerini buldu.” 4436
"Allah, kendi yolunda hepsi birbirine kenetlenmiş, yekpâre/tek parça ve müstahkem bir duvar/bina gibi, saf bağlayarak savaşanları sever." 4437
Hadis-i Şeriflerde Kardeşlik Kavramı
“Mü’min, mü’minin kardeşidir.” 4438
“Müslim, müslimin (müslüman, müslümanın) kardeşidir.” 4439
“Kulların hepsi (Âdem’in çocukları olma yönüyle, insan olarak) kardeştir.” 4440
“Allah'ın, (birbirine) kardeş kulları olun.” 4441
“Ey insanlar, hepiniz kardeşsiniz. Hepiniz Âdem’in oğullarısınız. Âdem de topraktandır.” 4442
“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olmaz.” 4443
“Zâlim de olsa, mazlum da olsa mü'min kardeşine yardım et!” Bir adam: “Yâ Rasûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim; ama zâlimse nasıl yardım edebilirim, söyler misiniz?” dedi. Peygamberimiz: “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir” buyurdu. 4444
"Şeytan, Kıbleye dönen (mü'minlerin artık kendisine ibâdet etmesinden ümidini kesmiştir; fakat onları birbirine düşürmekte (hâlâ ümitlidir)." 4445
“Nefsim yedinde olan Allah'a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayın.” 4446
“Biriniz bir meclise gelince selâm versin. Kalkmak isteyince de selâm versin. Birinci selâm sonuncudan evlâ değildir (ikisi de aynı ölçüde önemlidir).” 4447
"Âilene girdiğin zaman selâm ver ki, selâmın, hem senin üzerine hem de âile halkına
4435] 10/Yûnus, 19
4436] 11/Hûd, 118-119
4437] 61/Saff, 4
4438] Ebû Dâvud, Edeb 49
4439] Tirmizî, Hudûd 3
4440] Ebû Dâvud, Vitr 25
4441] Buhârî, Nikâh 45
4442] Vedâ Hutbesi’nden
4443] Buhârî, İman 6, 7; Müslim, İman 71-72; Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, İman 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9
4444] Buhârî, Mezâlim 4, İkrâh 6; Müslim, Birr 62; Tirmizî, Fiten 68
4445] Tirmizî, Birr 25; Müslim, Münâfıkun 65
4446] Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, İman 93, hadis no: 54
4447] Tirmizî, İsti'zân 15, h. no: 2707; Ebû Dâvud, Edeb 150, h. no: 5208
- 1048 -
KUR’AN KAVRAMLARI
bereket olsun!" 4448
"Biriniz kardeşini (Allah için) seviyorsa ona sevdiğini söylesin." 4449
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanında bir adam vardı. Derken oradan birisi geçti. Hz. Peygamber’in yanındaki: "Ey Allah'ın Rasûlü! dedi, ben şu geçeni seviyorum." "Pekiyi kendisine haber verdin mi?" diye Peygamberimiz sordu. "Hayır!" deyince, "Ona haber ver!" dedi. Adam kalkıp, gidene yetişti ve: "Seni Allah için seviyorum!"dedi. Adam da: "Kendisi adına beni sevdiğin Zât da seni sevsin!" diye mukabelede bulundu." 4450
"Bir kimse, bir başkasıyla kardeşleştiği zaman, ilk iş ismini, babasının ismini ve kimlerden olduğunu sorsun. Çünkü böyle yapmak, sevginin artmasına daha uygundur." 4451
“Birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve acımalarında mü'minler tek bir vücuda benzerler. Vücudun bir organı rahatsız olunca diğer organları da uykusuzluk ve ateş ile onun rahatsızlığını paylaşır.” 4452
“Mü'minin mü'mine durumu (bağlılığı), parçaları birbirini kenetleyip tutan/bütünleyen bir bina gibidir” deyip Peygamberimiz bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi. 4453
“Birbirinizle kinleşmeyin, hasetleşmeyin, birbirinizden yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeş olun...” 4454
“Birbirinizle hasetleşmeyin. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için arttırmayın. Birbirinize kin ve nefret beslemeyin. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyin. Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olun. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. -Peygamberimiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki- Takvâ buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her müslümanın kanı, malı ve ırzı başka müslümana haramdır.” 4455
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona hıyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. (Kalbini işaret ederek:) Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.” 4456
“Sakın (sebepsiz, kötü) zanna yer vermeyin; zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin (gizli kusurları araştırmayın), rekabet etmeyin, hasetleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahrik etmez. Kişiye kötülük olarak, müslüman kardeşini hakir görmesi yeterlidir. Her
4448] Tirmizî, İsti'zân 10, h. no: 2699
4449] Ebû Dâvud, Edeb 122, h. no: 5124; Tirmizî, Zühd 54, h. no: 2393
4450] Ebû Dâvud, Edeb 122, h. no: 5125
4451] Tirmizî, Zühd 54, h. no: 2394
4452] Buhârî, Edeb 27, 41; Müslim, Birr 66, h. no: 2586; Ahmed bin Hanbel, Müsned 4/270
4453] Buhârî, Salât 88, Edeb 36, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65; Tirmizî, Birr 18; Nesâî, Zekât 67; Ahmed bin Hanbel, Müsned 4/104, 405, 409
4454] Buhârî, Edeb 57; Ferâiz 2; Müslim, Birr 23; Tirmizî, Birr 24
4455] Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57-58, 62; Müslim, Birr 30-32; Ebû Dâvud, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbn Mâce, Duâ 5
4456] Tirmizî, Birr 18
KARDEŞLİK
- 1049 -
müslümanın canı, malı, kanı ve ırzı diğer müslümanlara haramdır. Allah sizin sûret ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Sakın ha, birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz.” 4457
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da o sebeple onu kıyâmet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah da o kimsenin ayıp ve kusurunu (kıyâmet gününde) örter.” 4458
"Ashâbım, birbirinizle yardımlaşmayı kesmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize hased etmeyin, birbirinizden yüz çevirip ayrılmayın. Ey Allah'ın kulları! Birbirinizle kardeş olun. Bir müslümanın din kardeşini üç günden fazla bırakması (küs durması) helâl değildir." 4459
"İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sahibi ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince ya elbiseni yakar yahut da sen onun pis kokusunu alırsın." 4460
"Sadece mü'minle arkadaşlık et. Senin yemeğini muttakî olan yesin." 4461
"Kim (bir müslümana) zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim de (bir müslüman) ile nizâya, husûmete girerse Allah da onunla husûmete girer." 4462
"Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi?" "Evet (Ey Allah'ın Rasûlü, söyleyin!)" dediler. "İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki bozukluk (dini) kazır." Tirmizî'de şu ziyade gelmiştir: "Ben saçı kazır demiyorum, velâkin dini kazır (diyorum)." 4463
“(Hiçbir kötülüğü olmasa dahi) kişinin, müslüman kardeşine hakaret etmesi kendisine (kötülük olarak) yeter. Her müslümanın diğerine kanı, malı ve namusu haramdır.” 4464
“Müslümanın, müslüman kardeşiyle üç günden fazla küs durması helâl değildir. Öyle ki birbirleriyle karşılaşırlar, biri bu tarafa, diğeri öbür tarafa bakıp geçer (birbirlerine selâm verip konuşmazlar). Onların en hayırlısı, ilk selâm verendir.” 4465
“Bir mü'minin diğer mü'mine üç günden fazla küsmesi helâl değildir. Eğer üzerinden üç gün geçer de ona rastlarsa, ona selâm versin. Selâm verilen, selâma karşılık verirse sevapta ortak olurlar. Eğer selâma karşılık vermezse günah ona döner.” 4466
4457] Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28-34; Ebû Dâvud, Edeb 40; Tirmizî, Birr 18
4458] Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58; Ebû Dâvud, Edeb 38, 46, 60, hadis no: 4893; Tirmizî, Hudûd 3, hadis no: 1426, Birr 19; İbn Mâce, Mukaddime 17; Benzer bir hadis için Bk. Müslim, Zikr 38, hadis no: 2699; Kütüb-i Sitte Terc. 10/149
4459] Buhârî, Nikâh 45
4460] Buhârî, Büyû’ 38, Zebâih 31; Müslim, Birr 146, h. no: 2628
4461] Ebû Dâvud, Edeb 19, h. no: 4832; Tirmizî, Zühd 56, h. no: 2397
4462] Ebû Dâvud, Akdiye 31 h. no: 3635; Tirmizî, Birr 27, h. no: 1941; İbn Mâce, Ahkâm 17, h. no: 2342
4463] Ebû Dâvud, Edeb: 58, (4919); Tirmizî, Kıyamet: 57, (2511)
4464] Müslim, Birr 32; Ebû Dâvûd, Edeb
4465] Buhârî, Edeb 57, 62, İsti'zân 9; Müslim, Birr 25; Tirmizî, Birr 21
4466] Ebû Dâvud, Edeb 55, h. no: 4912
- 1050 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Hiçbir müslümanın, müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durması helâl olmaz. Kim üç günün üzerinde dargın durur ve bunun üzerine ölürse, ateşe girer.” 4467
“Kim mü'min kardeşine bir sene dargın durursa, onun kanını dökmüş (onu öldürmüş) gibidir.” 4468
“Cennet kapıları pazartesi ve Perşembe günleri açılır ve Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmayan her kula (günahları) mağfiret buyrulur. Yalnız din kardeşiyle aralarında düşmanlık bulunan kimse müstesnâ. (Onlar hakkında:) ‘Şu iki kişiye barışıncaya kadar mühlet verin! Şu iki kişiye barışıncaya kadar mühlet verin!’ denilir.”4469 (Ebû Dâvud dedi ki: Darılmak, Allah için olduğu zaman hadiste beyan edilen dargınlıktan sayılmaz.)
“Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” 4470
"Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle hükmetti: "Benim rızam için birbirlerini sevenlere, benim için bir araya gelenlere, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim için birbirlerine harcayanlara sevgim vâcip olmuştur." 4471
“Dostunu/sevdiğini ölçülü sev; bir gün düşmanın olabilir. Sevmediğine de ölçülü buğzet; bir gün dostun olabilir.” 4472
“İman ipinin (kulpunun) en güçlüsü, Allah için dostluk ve Allah için düşmanlıktır. Yine Allah için sevmek ve Allah için nefret duyup buğzetmektir.” 4473
"El-mer'ü mea men ehabbe: Kişi, (kıyâmet günü) sevdiği ile beraberdir.” 4474
“Kişi, dostunun dini üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin!” 4475
“Ruhlar bir araya getirilmiş gruplar gibidir; tanışıp uyuşanlar birleşir, uyuşmayanlar ayrılır.” 4476
“Üç konuda müslümanın kalbi kin tutmaz, hıyânet etmez: Amellerde ihlâs, devlet adamlarına nasihat, cemaatten ayrılmama” 4477
“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir. Selâmını almak, hastalandığında ziyâretine gitmek, ölünce cenâzesine katılmak, dâvetine icâbet etmek, aksırınca ‘yerhamukelllah’ demek.” 4478
“Allah, bir kulu sevdiğinde, o kulu meleklere de insanlara da sevdirir. Bir kula buğzedince de meleklere ve insanlara da o kula karşı buğzettirir.” 4479
4467] Ebû Dâvud, Edeb 55, h. no: 4914
4468] Ebû Dâvud, Edeb 55, h. no: 4915
4469] Müslim, Birr 35, h. no: 2565; Ebû Dâvud, Edeb 55, h. no: 4916 Ebû Dâvud dedi ki: Darılmak, Allah için olduğu zaman hadiste beyan edilen dargınlıktan sayılmaz.
4470] Ebû Dâvud, hadis no: 4599
4471] Muvatta, Şi'r 16, h. no: 2, 953, 954
4472] Tirmizî, Birr 60
4473] Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 5014; Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1/69, Taberânî, El-Kebîr
4474] Buhârî, Edeb 96, Ahkâm 10; Müslim, Birr 161, 165
4475] Tirmizî, Zühd 45, hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 6/178; Riyâzü’s-Sâlihîn, 1/398
4476] Buhârî, Enbiyâ, 2, 3; Müslim, Birr 159, 160; Ebû Dâvud, Edeb 16; Ahmed bin Hanbel, II/295, 527, 537
4477] İbn Mâce, Mukaddime, 18; Ebû Dâvud, İlim 10; Tirmizî, İlm 7; Ahmed bin Hanbel, 3/225
4478] Buhârî, Cenâiz 2; Müslim, Selâm 4, h.b no: 2162; Ebû Dâvud, Edeb 98, h. no: 5030; Tirmizî, Edeb 1, h. no: 2738); Nesâî, Cenâiz 52, h. no:4, 52
4479] Buhârî, Tevhid 33, Edeb 41; Müslim, Birr 157
KARDEŞLİK
- 1051 -
“Aziz ve celil olan Allah Teâlâ, kıyâmet gününde şöyle diyecek; ‘Benim celâlim adına birbirlerini sevenler nerede? Gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı şu günde onları gölgemde gölgelendireyim.” 4480
“Allah Teâlâ buyuruyor ki: ‘Benim celâlim adına birbirini sevenler var ya! Onlar için orada öyle minberler vardır ki, peygamberler ve şehidler bile onlara gıpta ederler.” 4481
“Allah’ın kulları arasında bir grup vardır ki, onlar ne peygamberlerdir, ne şehidlerdir. Buna rağmen kıyâmet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler ve şehidler onlara gıpta ederler.” Orada bulunanlar sordu: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, onlar kimdir, bize haber verir misin?’ “Onlar, aralarında kan bağı ve dünya menfaati için birbirlerine bağlı olmadıkları halde, Allah’ın nûru (Kur’an) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim ki onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken onlar korkmazlar; insanlar üzülürken onlar üzülmezler.” Ardından da şu âyeti okudu: “İyi bilin ki, Allah’ın velîlerine/dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” 4482
“Din nasihatten (samimiyetten) ibârettir!” Yanında bulunanlar; ‘kim için ey Allah’ın Rasûlü?’ diye sormaları üzerine, şöyle buyurdu: “Allah için, Peygamber için, müslümanların imanları ve hepsi için! Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona yardımını kesmez; ona yalan söylemez; ona zulmetmez. Her biriniz, kardeşinin aynasıdır. Onda bir rahatsızlık görürse bunu onda izâle etsin (gidersin).” 4483
“Allah’ın eli cemaatle beraberdir.” 4484
“Cemaat rahmet, tefrika (ayrılık çıkarma) azaptır.” 4485
“Bereket, cemaatle beraberdir.” 4486
“Cemaatten bir karış ayrılıp sonra ölen kimse câhiliyye ölümü ile (küfür üzere) ölmüş olur.” 4487
“Cemaatten bir karış ayrılan kimse, boynundaki İslâm bağını çıkarıp atmış olur.” 4488
“İnsanları mâdenler mesâbesinde (kıymet yönünden farklı şekilde) bulursunuz.” 4489
“Sizin için korktuğum, dünyanın sizden öncekilerin önüne yayıldığı gibi, sizin önünüze de yayılıp onların birbirlerine karşı nefsâniyet güttükleri gibi sizin de birbirinize karşı nefsâniyet gütmeniz ve bu durumun onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesidir.” 4490
"Birbirinize hediye verin ki, dostluğunuz artsın ve kalbinizdeki kin gitsin." 4491
"Sakın iyilikten hiçbir şeyi küçük görme, iyilik yap. İsterse mü'min kardeşini güleryüzle
4480] Müslim, Birr 37, hadis no: 2566
4481] Tirmizî, Zühd 53, hadis no: 2391; Kütüb-i Sitte Terc. 10/139
4482] 10/Yûnus, 62; Ebû Dâvud, Büyû’ 78, hadis no: 3527; Kütüb-i Sitte Terc. 10/142
4483] Tirmizî, Birr 17, 18, hadis no: 1928; Müslim, İman 95
4484] Tirmizî, Fiten 7, hadis no: 2166, Humus 1966; Nesâî, Tahrîm 6
4485] Ahmed bin Hanbel, 4/145, 278
4486] İbn Mâce, Et’ıme 17
4487] Buhârî, Fiten 2
4488] Ahmed bin Hanbel, 5/180
4489] Buhârî, Menâkıb 1; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 199
4490] Buhârî, 4/117
4491] Muvatta, Husnü'l-Huluk 16
- 1052 -
KUR’AN KAVRAMLARI
karşılama derecesinden hafif olsa bile.'' 4492
"Her iyilik bir sadakadır. Müslüman kardeşini gülümseyerek karşılaman ve kovandan onun kovasına su boşaltman da iyiliktendir." 4493
Bir sahâbi Peygamberimize ‘İslâm’ın hangi işi daha hayırlıdır?’ diye sordu. Buyurdu ki: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir.” 4494
"Müslüman kişinin kardeşi için ardından ettiği duâ makbuldür. Başının ucunda müvekkel bir melek vardır ki, o müslüman kardeşine hayır duâ ettikçe ona müvekkel olan melek, 'âmin, istediğin gibisi senin için de olsun' der." 4495
"Kim din kardeşinin ırzını/nâmusunu onun gıyâbında müdâfaa ederse, Allah, kıyâmet günü onu cehennem ateşinden uzaklaştırır." 4496
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” 4497
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şâyet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” 4498
"(Ancak) Allah için seven, Allah için buğzeden/nefret duyan, Allah için veren ve Allah için sıkılık yapıp vermezlik yapan kişi imanını kemâle erdirmiş, olgunlaştırmıştır." 4499
"Kim Allah için tevâzu ederse Allah onu yükseltir. Kim de kibirlenirse Allah onu alçaltır. Kim Allah'ı çok zikreder/anarsa, Allah onu sever." 4500
“İnsanlara merhamet göstermeyen kimseye Allah da merhamet etmez.” 4501
“Allah Teâlâ buyuruyor ki: ‘Benim celâlim adına birbirini sevenler var ya! Onlar için orada öyle minberler vardır ki, peygamberler ve şehidler bile onlara gıpta ederler.” 4502
Ebû Hureyre (r.a.)'den rivâyet edilmiştir. O şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.s.)'a bir adam geldi ve: ‘Yâ Rasûlallah! Bana açlık ve meşakkat isâbet etti (yani açlıktan dermansız kaldım)’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.), onu (doyurmak) için hanımlarına haber gönderdi. Fakat onların yanlarında hiçbir şey bulamadı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) : “... Bu gece şu adamı konuk edip yemek yedirecek bir adam yok mu ki, Allah, ona rahmet eylesin...” dedi. Ensar'dan bir zat, derhal ayağa kalktı: “Ben, yâ Rasûlallah!” diye cevap verdi. Sonra o adamı, alıp evine götürdü. Hanımına hitâben: “İşte Rasûlullah (s.a.s.)'ın konuğu. Ondan hiçbir şeyi tutup alıkoyma
4492] Müslim, Birr 144
4493] Tirmizî, Birr 36
4494] Ebû Dâvud, Edeb, hadis no: 5194; Buhârî, İman 6, 20
4495] Ebû Dâvûd, Vitr 29; Tirmizî, Birr 50; İbn Mâce, Menâsik 5
4496] Ahmed bin Hanbel, VI, 449-450
4497] Buhârî, İman 4-5, Rikak 26; Müslim, İman 64-65; Ebû Dâvud, Cihad 2; Tirmizî, Kıyâmet 52, İman 12; Nesâî, İman 8, 9, 11
4498] Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48
4499] Et-Tâc, c. 5, s. 78
4500] İbn Mâce, Zühd 16
4501] Buhârî, Edeb 18; Tevhid 2; Müslim, Fezâil 66; Tirmizî, Birr 16, Zühd 48
4502] Tirmizî, Zühd 53, hadis no: 2391; Kütüb-i Sitte Terc. 10/139
KARDEŞLİK
- 1053 -
(konuğa ikram et)” diye tenbih etti. Kadın: “Vallahi, yanımda çocukların azığından başka bir şey yok” dedi. Kocası: O halde çocuklar akşam yemeği yemek istedikleri vakit onları uyut, sonra gel, kandili söndür. Biz bu gece karınlarımızı dürelim (yani Rasûlullah (s.a.s.)'ın konuğu için biz, bu geceyi aç geçirelim)” dedi. Kadın kocasının dilediği işleri yaptı. Sonra o konuk, sabahleyin Rasûlullah'ın huzuruna vardı. Rasûlullah (s.a.s.): “... Andolsun ki, Aziz ve Celil olan Allah, bu gece falan erkek ve falane kadının işlerinden hayret etti -yahut güldü- Yani hayret uyandıracak şekilde râzı ve hoşnut oldu...” dedi. Aziz ve Celil Allah da, (onlar ve bütün Ensar hakkında) şunu indirdi: “... Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (muhâcirleri) öz nefislerine tercih ederler...” 4503
Hz. Habib bin Ebi Sabit (r.a.)'den rivâylet edilmiştir: Yermuk (savaşı) günü, Hâris bin Hişam, İkrime bin Ebî Cehil ve Ayyaş bin Ebî Rebia, savaş alanında yara ala ala nihâyet yıkılıp can çekiştiler. Bu sırada Hâris bin Hişam su istedi. Askerlerden biri ona su götürürken, İkrime’nin ona baktığını gördü. Bunun üzerine sucuya: “İkrime'ye götür ver” dedi. İkrime de, suyu alırken, Ayyaş'ın kendisine baktığını görünce sucuya: “Götür Ayyaş'a ver” dedi. Fakat sucu, daha Ayyaş'ın yanına varmadan Ayyaş vefat etti. Bunu üzerine İkrime'ye döndü ve fakat daha ona ulaşmadan o da vefat ettiği için bu sefer Hâris'e döndü. Fatat ona ulaştığında Hâris de son nefesini verdiği için her üçü de su içemeden vefat etmiş oldular. 4504
“Kim, insanların kızması pahasına Allah’ı dost edinmekle O’nu râzı ederse Allah o kimseyi insanların nazarında yüceltir. Kim de Allah’ın gazabına rağmen insanları râzı ederse, artık onu Allah’ın azâbından hiçbir şekilde kurtarmak mümkün olmaz.” 4505
“Ben, müşrikler arasında ikamet eden her müslümandan berîyim/uzağım.” Ashâb; “Niçin yâ Rasûlallah?” diye sorunca, şöyle buyurdu: “Çünkü o ikisinin ateşi birbirini görmez.” 4506
“Kim bir müşrikle ittifak yapar ve onunla birlikte ikamet ederse, o da onun gibidir.” 4507
“Ey diliyle inanıp iman kalbine inmeyenler topluluğu, müslümanları gıybet etmeyiniz. Onların ayıplarını araştırmayınız. Kim onların ayıplarını araştırırsa, Allah da onların ayıplarını araştırır. Allah kimin ayıbını araştırırsa, onun evinin içinde dahi ayıbını açar, perişan eder.” 4508
“Eğer sen, insanların ayıplarını araştırmaya kalkışırsan, onları ifsad eder veya ifsad etmeye ramak kalırsın.” 4509
“Kim bir ayıp görür de onu örterse, (Câhiliyye devrinde) toprağa diri diri gömülen kızları diriltmiş gibi olur.” 4510
4503] 59/Haşr, 9; Buhârî, Tefsir 409; Müslim, Eşribe 172, h. no: 2054 -173-
4504] M.Yusuf Kandehlevî, Hayatu's Sahabe, çev. Ahmet Meylani, İslâmi Neşriyat, Ank., TY, c. 1, s. 414; Kenzu'l Ummal, c. 5, s. 310 -Ebû Nuaym ve İbn Asâkir'den-
4505] Tirmizî, Zühd 64
4506] Ebû Dâvud, III/45, hadis no: 2645
4507] Ebû Dâvud, III/93, hadis no: 2787
4508] Ebû Dâvud, Edeb 40, hadis no: 4880; benzer rivâyetle, yakın bir mânâda: İbn Mâce, Hudûd 5, h. no: 2548; Tirmizî, Birri ve's-Sıla 84, h. no: 2101
4509] Ebû Dâvud, Edeb 44, hadis no: 4888
4510] Ebû Dâvud, Edeb 45, hadis no: 4891
- 1054 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Kim bir mü'mini, bir münâfığın şerrinden korursa, Allah ona bir melek gönderir. Kıyâmet gününde onun etini cehennem ateşinden korur. Kim bir müslümanı kötülemek isteyerek ona söz atarsa, söylediği sözü isâbet edip içinden çıkana kadar Allah, onu cehennem köprüsü üzerinde hapseder.” 4511
“Kim, hürmeti düşecek, şerefinden noksanlık olacak bir yerde müslümana yardımcı olmaz, onu yalnız bırakırsa, Allah da yardımını istediği yerde onu yalnız bırakır. Kim şerefinden kaybedeceği, saygının azalacağı bir yerde müslümana yardımcı olursa, yardımını istediği yerde Allah, ona yardımcı olur.” 4512
Hz. Âişe (r.anhâ), haber verip şöyle dedi: Bir kimse, Rasûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna gelmek için izin istedi. Rasûlullah: “Ona izin verin. O, aşiretin ne kötü kardeşidir (yahut, o, aşiretin ne kötü oğludur.” buyurdular. O kimse, Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanına girince; Rasûlullah ona karşı yumuşak sözler söyledi. Ben: “Yâ Rasûlallah, biraz önce sen, onun için söylediğin o sözleri söyledin. Sonra da ona yumuşak kelâm ettin?” diyerek bunun sebebini sordum. Rasûlullah: “Yâ Âişe, insanların en şerlisi, çirkin hareketlerinden korunulması için insanların kendisini terkettikleri yahut karşılaşmak istemeyip yalnız bıraktıkları kimsedir.” buyurdular (Not : İbn Battal'ın beyanına göre gelen kişi: Uyeyne b. Hısn El Ferazi'dir). 4513
“Kardeşinle münakaşa etme, onunla (kırıcı şekilde) şaka yapma ve ona, yerine getiremeyeceğin vaadde bulunma!” 4514
“Kardeşinin derdine sevinip gülme! Sonra Allah onu esirger de, senin başına verir.” 4515
“Kim bir (din) kardeşini bir günahtan ötürü ayıplarsa, kendisi de o günahı işlemeden ölmez.” Ahmed bin Hanbel diyor ki: Şârihler, (bu hadisin şerhinde) “tevbe ettiği bir günahtan ötürü” dediler. 4516
“Mal veya namus meselesinde bir kardeşi için zimmetinde bir haksızlık bulunup da (dünya hayatından) alınmadan önce onunla helâlleşen kula Allah rahmet etsin. Çünkü orada (kıyâmette) ne dinar, ne de dirhem vardır. Eğer sevabları varsa bu sevablardan alınacak, şâyet sevabları yoksa onların günahlarından (alınıp) bunun sırtına vurulacaktır.” 4517
"Şu hususlar da Allah'ı büyüklemenin birer şubesidir: Bir müslüman yaşlıya ikramda bulunmak. İçindekiyle amel hususunda ölçüyü aşmayan ve ondan uzaklaşmayan Kur'an hâmiline (hâfızına) ikramda bulunmak. Âdil olan iktidar sâhibine ikram." 4518
"Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa, Allah yaşlılığında ona ikram edecek kimseleri mutlaka takdir eder." 4519
"Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize sayı göstermeyen bizden değildir." Bir rivâyette şu ziyâde gelmiştir: "...Ma'rûfu emretmeyen, münkerden nehyetmeyen de
4511] Ebû Dâvud, Edeb 41, hadis no: 4883
4512] Ebû Dâvud, Edeb 41, hadis no: 4884
4513] Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Birr ve's-Sıla, 83; Tirmizî, Birr ve's-Sıla, 58, hadis no: 2064
4514] Bu hadis ğaribtir. Tirmizî, Birr ve's-Sıla, 57, hadis no: 2063
4515] Bu hadis, hasen ğaribtir. Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Birr ve's-Sıla, 83; Tirmizî, Birr ve's-Sıla, 58, hadis no: 2064
4516] Bu hadis, ğaribtir ve senedi muttasıl değildir. Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyâme 17, hadis no: 2620
4517] Bu hadis, hasen-sahihtir. Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme 1, hadis no: 2534
4518] Ebû Dâvud, Edeb 23, h. no: 4843
4519] Tirmizî, Birr 75, h. no: 2023
KARDEŞLİK
- 1055 -
bizden değildir.’’ 4520
Hz. Âişe (r. anhâ)'nin anlattığına göre, "Kendisine bir dilenci uğramıştır, o da bir parça ekmek vermiştir. (Bir müddet sonra) üstü başı düzgün, kıyafeti yerinde bir dilenci daha uğramıştır. Hz. Âişe onu oturtup yemek yerdirmiştir. Kendisine bunun sebebi sorulunca şu açıklamayı yapmıştır: "Rasûlullah (s.a.s.): "İnsanlara mevkilerine göre ikramda bulunun" buyurmuştu." 4521
“Ölülerinizin iyiliklerini anın (hayırla yâd edin). Kötülüklerini (anmaktan) vazgeçin.” 4522
“Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar, önden göndermiş oldukları amellerinin karşılıklarına ulaşmışlardır.” 4523
“Hasedden sakının, ateşin odunu veya otu yediği gibi, hased de iyi amelleri yer.” 4524
“Sizden biriniz, yaratılış, mal ve evlât husûsunda kendisinden üstün kılınmış kimselere baktığı zaman (üzülmesin), hemen kendisinden aşağı (halli) kimselere baksın!” 4525
"Rasûlullah'a: "İslâm'ın hangi ameli daha hayırlı?" diye sorulmuştu. "Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermen" diye cevap verdi." 4526
"İki müslüman karşılaşıp musâfahada bulununca (tokalaşınca), ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka affedilir." 4527
"Musâfaha edin (tokalaşın) ki, kalplerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin." 4528
"Allah hapşırmayı sever, esnemeden hoşlanmaz. Öyleyse sizden biri hapşırır ve Allah'a hamdederse, bunu işiten her müslüman üzerine, yerhamukâllah demesi hak (bir vazife)dir. Ancak esnemeye gelince, işte bu, şeytandandır. Biriniz namazda esneyecek olursa, imkân nisbetinde kendini tutsun ve hah diye ses çıkarmasın. Zira bu, şeytandandır, şeytan kendisine gülüyor demektir." 4529
"Hasta ziyaretinde bulunan kimse, ziyaretten dönünceye kadar cennet meyveleri arasındadır." 4530
"Kim Allah rızası için bir arkadaşını ziyaret eder veya bir hastaya geçmiş olsun ziyaretinde bulunursa, bir münâdi ona şöyle nidâ eder: "Dünya ve âhirette hoş yaşayışa eresin. Bu gidişin de hoş oldu. Kendine cennette bir yer hazırladın." 4531
“Cebrâil aleyhisselâm bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki,
4520] Tirmizî, Birr 15, h. no: 1920
4521] Ebû Dâvud, Edeb 23, h. no: 4842
4522] Ebû Dâvud, Edeb 50, hadis no: 4900
4523] Buhârî, Cenâiz, 148 -98’inci ölülerin şerlilerini anmak bâbı-
4524] Ebû Dâvud, Edeb 52, hadis no: 4903; İbn Mâce, Zühd 22, h. no: 4210
4525] Buhari, Rikaak 77; Müslim, Zühd ve'r-Rekaaik.8, h. no: 2963
4526] Ebû Dâvud, Edeb 142, h. no: 5194
4527] Ebû Dâvud, Edeb 153, h. no: 5211, 5212; Tirmizî, İsti'zân 31, h. no: 2729
4528] Muvatta, Husnü'l-Hulk 16, h. no: 2, 908
4529] Buhârî, Edeb 125, 128, Bed'ül-Halk 11; Müslim, Zühd 56, h. no: 2994; Ebû Dâvud, Edeb 97, h. no: 5028; Tirmizî, Salât 273, h. no: 370, Edeb 7, h. no: 2747, 2748
4530] Müslim, Birr 40, h. no: 2568; Tirmizî, Cenâiz 2, h. no: 967
4531] Tirmizî, Birr 67, h. no: 2009
- 1056 -
KUR’AN KAVRAMLARI
komşuyu vâris kılacağını zannettim." 4532
"Komşusu, zararlarından emin olmayan kimse cennete giremez." 4533
"Kim Allah'a ve âhirete inanıyorsa misafirine ikrâm etsin. Kim Allah'a ve âhirete inanıyorsa komşusuna ihsanda (iyilikte) bulunsun. Kim Allah'a ve âhirete inanıyorsa hayır söylesin veya sükût etsin." 4534
"Size Ashâbımı, sonra da onların peşinden gelecekleri (sonra da bunların peşinden gelecekleri) tavsiye ediyorum. Daha sonra (gelenler arasında) yalan, öylesine yayılacak ki, kişi, kendisinden yemin taleb edilmediği halde yemin edecek, şâhidliği istenmediği halde şehâdette bulunacak. Haberiniz olsun, bir erkek bir kadınla başbaşa kaldı mı onların üçüncüsü mutlaka şeytandır. Size cemaati tavsiye ederim. Ayrılıktan sakının. Zira şeytan, tek kalanla birlikte olur. İki kişiden uzak durur. Kim cennetin ortasını dilerse, cemaatten ayrılmasın. Kimi yaptığı hayır sevindirir ve kötülüğü de üzerse, işte o, mü'mindir." 4535
“Kim sevdiğini Allah için sever, buğzettiğine Allah için buğzeder, verdiğine Allah için verir ve men ettiğini Allah için men ederse, iman kemâle erer.” 4536
“Çok kuvvetli pehlivan, birçok güreşçileri yere serip gâlip olan değildir. Asıl kuvvetli pehlivan, öfkelendiği sırada nefsine mâlik (ve irâdesine hâkim) olan kimsedir.” 4537
“Kim, yerine getirmeye gücü yettiği halde öfkesini yenerse, kıyâmet günü bütün mahlûkatın önünde Allah onu çağıracak ve sonunda onu cennet kızlarından dilediğin (i almak) de muhayyer kılacaktır.” 4538
“Allah rızâsını dileyerek öfke yudumunu yutan bir kulun yudumundan sevabça daha büyük (ve faziletli) bir yudum Allah katında yoktur.” 4539
“Müflis kimdir bilir misiniz?” Ashâb: “Bizim aramızda müflis, hiçbir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir, demişler. Bunun üzerine: “Gerçekten benim ümmetimden müflis, kıyâmet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelecek olan kimsedir. Amma şuna sövmüş, buna zinâ isnâdında bulunmuş (fâhişe, namussuz demiş), şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini de dövmüş olarak gelecek ve buna hasenâtından, şuna hasenâtından verilecektir. Şâyet dâvâsı görülmeden hasenâtı biterse, onların günahlarından alınacak, bunun üzerine yüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır.” 4540
“Enes’den (r.a.) rivâyet edilmiştir: O der ki: “Din üzerinde münâkaşa yapıyorduk ki, üzerimize Hz. Peygamber (s.a.s.) geldi. Bizi münâkaşa (mirâ) eder halde görünce, şimdiye kadar hiç görülmemiş derecede kızdı ve şöyle dedi: “Ey Muhammed’in ümmeti, nefislerinizi bu derece ateşlendirmeyin; siz bununla (din ve akîde konularında münâkaşa ile) mı emrolundunuz? Bundan nehyedilmediniz mi? Sizden
4532] Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140, h. no: 2624; Ebû Dâvud, Edeb 132, h. no: 5151; Tirmizî, Birr 28, h. no: 1943
4533] Buhârî, Edeb 29; Müslim, İman 73, h. no: 46
4534] Buhârî, Edeb 31, 85, Nikâh 80, Rikaak 23; Müslim, İman 74, h. no: 47; Ebû Dâvud, Edeb 132, h. no: 5154
4535] İbn Mâce, Ahkâm 27, h. no: 2363; Tirmizî, Fiten 7, h. no: 2166
4536] Ebû Dâvud, Sünnet 16, h. no: 4681; Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme 22, h. no: 2642
4537] Buhârî, Edeb 139; Müslim, Birr 106, h. no: 2608; Ebû Dâvud, Edeb 3, h. no: 4779
4538] Bu hadis, hasen-ğariptir. Tirmizî, Birr ve's-Sıla 73, h. no: 2090, Sıfatu'l-Kıyâme 15, h. no: 2611; Ebû Dâvud, Edeb 3, h. no: 4777; İbn Mâce, Zühd 18, h. no: 4186
4539] Buhâri, Edebu'l Müfred, B.640, no.1318; İbn Mâce, Zühd 18, h. no: 4189
4540] Müslim, Birr ve's-Sıla, 59 h. no: 2581
KARDEŞLİK
- 1057 -
öncekiler de sadece bu sebepten yok olmadılar mı? Hayrı az olduğu için mücâdeleyi terkedin. Münâkaşayı terkedin; zira münâkaşa, kardeşler arasına düşmanlık sokar. Münâkaşayı terkedin; zira fitnesinden emin olunmaz. Münâkaşayı terkedin; zira o, (zihinlerde) şüphe meydana getirir, amelleri yok eder. Münâkaşayı terkedin, zira mü’min (dinde) münâkaşa yapmaz. Münâkaşayı terkedin, zira münâkaşa yapanın haserâtı (zararı) tam olmuştur. Münâkaşayı terkedin, zira münâkaşada devam, günah için kâfidir. Münâkaşayı terkedin, zira o, Rabbim’in putlara tapmak ve şarap içmekten sonra beni nehyettiği ilk şeydir. Münâkaşayı terkedin, zira şeytan ibâdetten ümitsiz olduğu halde, aranıza fitne ve fesat sokmaktan ümitvârdır. İşte bu, dinde münâkaşadır. Münâkaşayı terkedin, zira İsrâiloğulları (bu yüzden) 71 fırkaya, hıristiyanlar 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunların bir kısmı (biri) hâriç, hepsi de dalâlet üzerindedir.” Bu kurtulan kısmın kimler olduğu sorulduğu zaman Rasûlullah şu cevabı verdi: "Benim yolum üzerinde olanlar, ashâbım, Allah'ın dini üzerinde mücâdele ve münâzaraya girmeyenler ve herhangi bir günah sebebiyle tevhid ehlinden birini tekfir etmeyenlerdir." 4541
“İsrâiloğulları yetmiş bir fırkaya bölündü; içlerinden biri kurtuldu, diğerleri ateştedir. İsa’nın ümmeti yetmiş iki fırkaya ayrıldı; biri kurtuldu, diğerleri ateştedir. Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, biri kurtulur, diğerleri ateştedir.” 4542
Uhuvvet/Kardeşlik ve Görevlerimiz
Kalabalıkları bir millet haline getiren en müessir âmil dindir. Aynı inancı paylaşan toplumlar çok kısa zamanda kaynaşıp bütünleşirler. Çünkü aynı dine mensup olmanın en tabii neticesi din kardeşliğidir. Din kardeşi olmanın yüklediği birçok mes’uliyet vardır ki, bu mes’uliyetleri yerine getirmek de inancımızın bir gereğidir.
Durum böyle olunca her müslüman uhuvvet sarayının bir taşı olmaktadır. İslâm sarayının bütün ihtişamıyla devam etmesi için, herkes bulunduğu yerde yapması gerekeni yapacak, asla yerini terketmeyecektir. Duvardan bir taş düşerse, diğer taşların da yerinden oynamasına, binanın yıpranmasına sebep olur. O bakımdan hiçbir müslüman, uhuvveti yani kardeşliği zedeleyecek bir söz, bir harekette bulunmamalıdır. Beşeriyet icabı yapılan hatalar en kısa zamanda giderilmelidir. Küskünlükler, dargınlıklar sürüp gitmeyecek, alâka kesilmeyecektir. Peygamberimiz, dargınlığın sınırını üç gün olarak göstermiştir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Bir müslüman din kardeşine üç günden fazla küs durması helal değildir.” (Buhârî). Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmaktadır: “Bir müslüman kardeşini üç günden fazla terketmesi (küs durması) helâl değildir. Birbirlerine karşı gelirken o yüz çevirip bu da yüz çevirir. Bunların hayırlısı önce selâm verendir.” 4543
Biz müslümanların kardeşlik hukuku cinsinden, birbirimize karşılıklı olarak yapmamız gereken vazifelerden bir kısmı şunlardır:
Müslüman müslümanı sevecek,
Sevinmesiyle sevinecek, üzülmesiyle üzülecek,
4541] El-Âcurrî, eş-Şerîa, s. 55; T. Koçyiğit, Hadisçiler ve Kelâmcılar Arasındaki Münakaşalar, s. 225-226; Not: Bu hadis rivâyeti, Kütüb-i Sitte ve benzeri sahih hadis kitaplarında yer almaz, hadisin sıhhati bilinmemektedir.
4542] İbn Mâce, hadis no: 3991-3993. Not: Bu hadisin sıhhati de hadisçiler ve bazı araştırıcılarca tartışılmıştır.
4543] Müslim
- 1058 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Madden ve mânen yardımcı olacak,
Irzını, namusunu, malını koruyacak,
Onun bulunmadığı bir yerde, hakkına tecavüz ediliyor, iftira ediliyorsa onu müdâfaa edecek,
Hastalandığı zaman ziyaret edecek,
Vefat ettiği zaman cenâzesine iştirak edecek, yakınlarına taziyede bulunacak,
İstişâre ettiği zaman ona doğru bilgi verecek,
Sır verdiği zaman o sırrı ifşâ etmeyecek,
Kendisinden nasihat istediği zaman hayır nasihatte bulunacak,
İhtiyacı olduğunda emr-i bi’l-ma’ruf ve nehi ani’l-münker yapacak,
Borç istediği, bir hâcet istediği zaman imkânı varsa istediğini verecek, imkânı yoksa tatlı ve güzel sözlerle gönlünü alacak,
Selâm verdiği zaman selâmını aynıyla veya daha güzeliyle alacak,
Müslüman müslüman kardeşini düşmanına teslim etmeyecek, onu himâye edip koruyacak,
Din kardeşinin eziyet ve sıkıntılarına katlanacak, sabredecek, affedecek,
İlişkisini kesmeyecek, beşeriyet icabı aralarında bir dargınlık olursa üç günden fazla küs durmayacak,
Din kardeşine kin tutmayacak, buğzetmeyecek,
Haset etmeyecek, gıybetini yapmayacak,
Gizlice yaptığı bir günahına muttali olursa, o günah da başkalarına zarar vermiyorsa, o günahı terketmesi için nasihatte bulunacak, ama başkalarına duyurmayacak,
Alay etmeyecek, küçümsemeyecek, hakaret etmeyecek,
Sevmediği lakaplarla hitap etmeyecek,
Din kardeşine karşı böbürlenmeyecek, büyüklenmeyecek, kendini ondan üstün görmeyecek,
Sûizan etmeyecek, her zaman hüsnüzanda bulunacak,
Pazarlığının üzerine pazarlık yapmayacak,
Zaman zaman ziyaretinde bulunacak,
Hediyeleşecek,
Büyüklerine hürmette kusur etmeyecek,
Kendinden küçüklere şefkat gösterecek,
Katı yürekli olmayacak,
Her zaman merhametle, şefkatle, rıfkla muâmele edecek,
İki müslüman ya da iki müslüman toplum arasında bir anlaşmazlık olursa aralarını bulacak ve barıştıracak,
KARDEŞLİK
- 1059 -
Zulmedene zulmüne engel olarak, mazluma da zâlimin zulmünü ondan gidererek yardımcı olacak,
Komşuluk hukukuna riâyet edecek,
Alış verişlerde ve diğer hususlarda din kardeşini asla ve asla aldatmayacak.
Müslümanlar burada sıraladığımız ve burada zikretmediğimiz başka vazifelerle görevlidirler. Bu vazifelerini en sağlıklı bir şekilde yerine getirdikleri devirlerde dünyada cennete benzer bir hayat yaşamışlar; bir fazilet, saâdet ve huzur toplumu vücuda getirmişlerdir.
Ancak zamanla bu güzelliklerimizi, bu özelliklerimizi kaybettik. Kendi gafletimizden içimizdeki birkısım beyinsizlerin, idarecilerin gaflet ya da ihânetlerinden, İslâm düşmanlarının çeşit çeşit hile ve tuzaklarından bugünkü perişanlığı, dağınıklığı yaşamaktayız. Uhuvvet sarayı yıprandı. Müslüman cemaat hodgâmlaştı, dünyevîleşti, imanı zaafa uğradı. Yeniden silkinmemiz, yeniden bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkmamız gerekir. Rabbimize yönelmemiz gerekir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) haber verdiği, müjdelediği “Hak üzerine kaim” cemaatten olmak için ve o cemaatin çoğalması, etkin hâle gelmesi için bütün imkânlarımızı seferber ederek canla başla fedâkârane çalışmamız, çaba göstermemiz gerekir. İmanımız bunu gerektirmektedir, müslümanlığımız bunu gerektirmektedir.
Allah Teâlâ biz müslümanları birbirimize kardeş yapmış ve bizi bu kardeşlikle şereflendirmiştir. Efendimiz, canımız Rasûlullah da şöyle buyurmaktadır: “Birbirinize haset etmeyin, müşteri kızıştırmayın. Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın. Kardeş olun ey Allah’ın kulları! Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz. Onu tahkir etmez -üç defa kalbine işaret ederek- takvâ şuradadır. Kişiye kötülük adına müslüman kardeşini tahkir etmesi kâfidir. Müslümanın her şeyi kanı, malı, ırzı müslümana haramdır.” 4544
Müslüman kardeşim! Gel hep beraber bir kalp gibi, bir beden gibi olalım. Uhuvvet sarayını bütün ihtişâmıyla yeniden inşâ edelim. Bütün insanlığın hayranlıkla temâşâ edeceği, ondan bir fert olmak için koşacağı bir fazilet toplumu oluşturalım. Canımız, efendimiz Hz. Muhammed’in izini takip edip O’nun peşine düşelim, asr-ı saâdet müslümanları ile buluşalım.
İlahî! Biz âciz, biz günahkâr kullarını bağışla.
Bizi bize, bizi nefsimize bırakma.
Nasıl bir kul olmamızı istiyorsan bizi öyle bir kul eyle.
Bizi son nefesimize kadar İslâm’a hizmetkâr eyle.
Biz günahkârlara acı! Bu zillet ve meskenetten kurtulmamız için bize medet eyle, yardım eyle.
Yeniden inşâ edilecek olan uhuvvet sarayının bir işçisi eyle. Yeniden yükselecek olan fazilet toplumunun bir ferdi eyle.
Bizi Rasûlullah’ın (s.a.s.) haber verdiği, müjdelediği “Hak üzerinde kaim” cemaatten eyle! 4545
4544] Müslim
4545] Zeki Soyak, İlk Adım Dergisi
- 1060 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kardeşlik Konusuyla İlgili Âyet-i Kerîmeler
A- Kardeşlik Kavramının Karşılığı Olan Uhuvvet Kelimesinin Kökü “A-h-v” ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerîmeler (Toplam 96 Yerde): 2/Bakara, 178, 220; 3/Âl-i İmrân, 103, 156, 168; 4/Nisâ, 11, 12, 12, 23, 23, 23, 23, 23, 176, 176; 5/Mâide, 25, 30, 31, 31; 6/En’âm, 87; 7/A’râf, 38, 65, 73, 85, 111, 142, 150, 151, 202; 9/Tevbe, 11, 23, 24; 10/Yûnus, 87; 11/Hûd, 50, 61, 84; 12/Yûsuf, 5, 7, 8, 58, 59, 63, 64, 65, 69, 69, 70, 76, 76, 76, 77, 87, 89, 90, 100; 15/Hıcr, 47; 17/İsrâ, 27; 19/Meryem, 28, 53; 20/Tâhâ, 30, 40, 42; 23/Mü’minûn, 45; 24/Nûr, 31, 31, 31, 61, 61; 25/Furkan, 35; 26/Şuarâ, 36, 106, 124, 142, 161; 27/Neml, 45; 28/Kasas, 11, 34, 35; 29/Ankebût, 36; 33/Ahzâb, 5, 18, 55, 55, 55; 38/Sâd, 23; 43/Zuhruf, 48; 46/Ahkaf, 21; 49/Hucurât, 10, 10, 12; 50/Kaf, 13; 58/Mücâdele, 22; 59/Haşr, 10, 11; 70Meâric, 12; 80/Abese, 34.
B- Kardeşlik ve Vahdet Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler:
Toptan Allah'ın İpine Sarılmak: 3/Âl-i İmrân, 103.
Parçalanıp Ayrılmamak: 3/Âl-i İmrân, 103, 105.
Çekişmemek: 8/Enfâl, 46.
Zulme Karşı Birleşmek: 42/Şûrâ, 39
Birlik İçinde Savaşmak: 61/Saff, 4.
Parçalanıp Ayrılarak Anlaşmazlığa Düşmek: 3/Âl-i İmrân, 103, 105; 8/Enfâl, 46.
Fâsıklar Birlik ve Beraberliği İstemez: 2/Bakara, 27.
Yardımlaşmak: 8/Enfâl, 73; 9/Tevbe, 71.
İyilik Etmek ve Kötülükten Sakınmakta Yardımlaşmak: 5/Mâide, 2.
Din Kardeşliği Allah'ın Nimetidir: 3/Âl-i İmrân, 103.
Mü'minler Kardeştir: 11/Hûd, 45-47; 49/Hucurât, 10, 13
Mü'minlerin Dostluğu: 3/Âl-i İmrân, 118; 4/Nisâ, 144; o/Mâide, 55; 9/Tevbe, 16, 71, 119.
İmü'min Kardeşi Kendine Tercih Etmek: 59/Haşr, 9.
İnsanların Arasını Düzeltmek: 4/Nisâ, 114; 8/Enfâl, 1; 49/Hucurât, 9-10.
Sulh (Barış) Daha Hayırlıdır: 4/Nisâ, 128.
Dargınları Barıştırmak: 2/Bakara, 182, 224, 228; 4/Nisâ, 35, 114, 128; 8/Enfâl, 1; 11/Hûd, 88; 49/Hucurât, 9-10.
Savaşan Mü'minleri Barıştırmak: 49/Hucurât, 9.
C- Mü’minlerin Birbirini Sevmesi
a- Mü’minler Kardeştir: 11/Hûd, 45-47; 49/Hucurât, 10, 13.
b- Din Kardeşliği Allah’ın Nimetidir: 3/Âl-i İmrân, 103.
c- Mü’min Kardeşi Kendine Tercih Etmek: 59/Haşr, 9.
d- Mü’minlerine Dostluğu: 3/Âl-i İmrân, 118; 4/Nisâ, 144; 9/Tevbe, 16, 71, 119; 5/Mâide, 55.
e- Mü’minlere Tevâzu Göstermek: 15/Hucr, 88; 26/Şuarâ, 215-217.
f- Dargınları Barıştırmak: 2/Bakara, 182, 224, 228; 4/Nisâ, 35, 114, 128; 8/Enfâl, 1; 11/Hûd, 88; 49/Hucurât, 9-10.
g- Savaşan Mü’minleri Barıştırmak: 49/Hucurât, 9.
D- Arkadaş ve Arkadaşlık Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler:
a- Arkadaşa İyilik Etmek: 4/Nisâ, 36.
b- Peygamberlerin, Sıddîkların ve Şehidlerin Arkadaşlığı: 4/Nisâ, 69; 9/Tevbe, 119; 26/Şuarâ, 83.
c- Şeytanın Arkadaşlığı: 4/Nisâ, 38; 41/Fussılet, 25; 43/Zuhruf, 36, 38; 50/Kaf, 27.
E- Dost ve Dostluk
a- Allah En Güzel Dost ve En Güzel Yardımcıdır: 22/Hacc, 78; 42/Şûrâ, 9.
b- Mü’minlerin Allah’tan Başka Dost ve Yardımcıları Yoktur: 2/Bakara, 107, 120, 286; 3/Âl-i İmrân, 150; 4/Nisâ, 45; 5/Mâide, 55; 6/En’âm, 51; 7/A’râf, 196; 9/Tevbe, 16, 116; 29/Ankebût, 22; 32/Secde, 4; 42/Şûrâ, 31.
c- Allah İman Edenlerin Yardımcısıdır: 2/Bakara, 257; 3/Âl-i İmrân, 139, 160; 6/En’âm, 127; 9/Tevbe, 40; 30/Rûm, 47; 45/Câsiye, 19; 47/muhammed, 11.
d- Savaşta Allah’ın Yardımı ve Dostluğu: 2/Bakara, 214; 3/Âl-i İmrân, 125-127, 139, 148; 8/Enfâl, 9-13, 17-18, 39-40; 9/Tevbe, 25; 22/Hacc, 40, 60, 47/Muhammed, 7.
e- Allah’ın Velîleri/Dostları Kimlerdir: 10/Yûnus, 63

 
Okunma 1805 kez