Cumartesi, 06 Şubat 2021 16:02

GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)


- 437 -
Kavram no 55
Nimetler 4
Bk. Ensârullah; Felâh; İman; Sâlih Amel; Takvâ
GÂLİBİYET
(ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
• Gâlibiyet; Anlam ve Mâhiyeti
• Gâlibiyet Kavramına Yakın Diğer Kur’ânî Kavramlar (İzzet, Tevfîk, Zafer, Nusret, Felâh)
• Gâlib alâ Emrihî; Allah’ın Güzel İsimlerinden Biri
• El-Azîz/Her Şeye Gâlip; Esmâü’l-Hüsnâ’dan Bir Diğeri
• Gâlibiyet, Zafer ve Başarı “Çok” ile Değil; “Hak” ile Birlikte Olmakla Mümkündür
• Kur’ân-ı Kerim’de Gâlibiyet ve Allah’ın Yardımı
• Allah’ın Yardımını Bekleyenler, Allah’ın Dinine Yardım Etmelidir!
• Allah Mü’minleri Gâlip Getireceğine Söz Vermiştir
“Eğer Allah size yardım ederse, artık size gâlip gelecek kimse yoktur. Ve eğer size yardımını keserse, bundan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etmeli, sadece O’na güvenip dayanmalıdır.” 1828
Ğâlibiyet; Anlam ve Mâhiyeti
“Ğâlibiyet”; Üstün gelme, yenme, daha çok olma, muzaffer olma, hâkim ve mâlik olma, üstünlük, çokluk demektir. “Ğalebe” de aynı anlama gelir. Türkçede “yenme” anlamı, tümüyle değilse de, az-çok bu kavramı karşılar. Bu kavram, daha çok dış düşmanlara karşı kullanılsa da, aynı zamanda insanın hevâsına, yani kötü arzularına karşı üstün gelmesine de galebe denir. “Mağlûb(iyet)”; yenilmiş olma, yenilgi ve boyun eğme demektir. “Gâlib” ise, galebe fiilinin fâil ismidir. Gâlib; Galebe çalan, üstün gelen, yenen, muzaffer, güçlü, kudretli, hükmeden, üstün olan demektir. Kur’ân-ı Kerim’de “Ğâlib alâ emrihî (işinde gâlip olan)”1829 şeklinde Allah’ın güzel isimlerinden biri olarak zikredilir. Yüce Allah, (her) işinde gâlip olandır; onlar isteseler de istemeseler de yaratılmışlar hakkındaki irâdesini ve dilediğini yapan, gerçekleştirendir.
Gâlibiyet ve Zafer Vaadi: “Gönderilen rasul/elçi kullarımıza şu sözümüz geçmişti: ‘Mutlaka zafere ulaştırılanlar kendileri olacaktır. Ve gâlip gelenler, mutlaka Bizim ordumuz olacaktır! Bir süreye kadar onlardan dön (onların sözlerine aldırış etme). Onları gözetle. Yakında (başlarına neler geleceğini) göreceklerdir.”1830 Yüce Allah, peygamber olarak görevlendirdiği kullarına, mutlaka onlara yardım edileceğine ve Allah’ın ordusunun gâlip geleceğine kesin söz vermiştir. Allah’ın ordusu, peygamberler ve onlara iman edenlerden oluşur. Allah, iman edenlere yardım ve zafer vaad
1828] 3/Âl-i İmrân, 160
1829] 12/Yusuf, 21
1830] 37/Sâffât, 171-175
- 438 -
KUR’AN KAVRAMLARI
etmiştir. Ama bu, onların hiç yenilmeyecekleri anlamına gelmez. Önemli olan son zaferdir. Bir-iki defa yenilgiye uğrasalar, biraz sıkıntı çekmiş olsalar da, sonunda onlar zafere ulaşacaklardır. Onun için sabretmek, iman ve ısrar ile dâvâyı yürütmek gerekir. Bundan dolayı bu âyetlerin devamında Hz. Peygamber’e sabır öğütlenmekte, yakında onların başlarına gelecekler ortaya çıkıncaya dek onlardan yüz çevirip onların sözlerine aldırış etmemesi istenmektedir.
“Allah sizden iman edip sâlih amel işleyenlere vaad etmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldı, halifeler yaptı, güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılıp halifeler yapacak, güç ve iktidar sahibi kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve Bana hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayacaklar. Ama kim bundan sonra da nankörlük edip küfre giderse işte onlar, fâsıktırlar, yoldan çıkanlardır.”1831; “... Allah onlardan iman edip sâlih amel işleyenlere mağfiret ve büyük mükâfat vaad etmiştir.1832; “Allah, iman edip sâlih amel işleyenlere vaad etmiştir: Mağfiret/bağışlama ve büyük mükâfat onlarındır.”1833; “Andolsun Tevrat’tan sonra Zebûr’da da: ‘Arza mutlaka sâlih/iyi kullarım vâris olacak (bu yer onların eline geçecek)’ diye yazmıştık.” 1834
Bu âyetlerde sâlih mü’minlerin dünyada zafere ulaşacakları, dünyaya veya en azından dünyanın bir kısmına egemen olacakları müjdesi yanında, âhirette cennete girecekleri müjdesi de saklıdır. Çünkü İlâhî kitaplarda bildirilen öğütler, toplumu kötü ahlâktan kurtarır, yüceltir, sâlih, birbirine tutkun bir toplum yapar. Birbirini seven sâlih kişilerin oluşturduğu toplum da dünyada ve âhirette başarılı olur. Ancak zafere ulaşmanın temel şartı, dinin rûhuna sarılmaktır. Şekillere saplanıp dinin özünden uzaklaşan, hurâfeler içinde yüzen geri kalmış toplumlar zafere ulaşamazlar. Onlar kendilerini sâlihlerden saysalar bile, gerçekte sâlih değillerdir. Sâlih olsalardı, görevlerini gereğince yapar, geri kalmazlardı. Dinin rûhu, maddeten ve mânen çalışmaktır. Çalışan kazanır. Nitekim Nûr Sûresi, 55. âyette; Allah’ın, daha önceki sâlih mü’minleri yeryüzüne egemen kıldığı gibi, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e iman eden sâlih mü’minleri de egemen kılacağını bildirmektedir. Allah’ın, önceki sâlih mü’minleri nasıl egemen kıldığını tarih açıklar. Yeryüzünde hiçbir tembel, kokuşmuş ulus egemen olmamış, ancak çalışan, dinamik, iyi ahlâk sahibi âdil kişiler egemen olmuştur. Çalışanlar zafere ulaşmışlardır.
Mekke’de bir avuç müslüman, bu İlâhî vaadler sonucunda zafere ulaşmış, kısa zamanda Arabistan’ın sınırlarını aşan İslâm toplumu, dünyanın büyük bir kısmına hâkim olmuştur. Çalışanın zafere ulaşması, Allah’ın yasasıdır: “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. Çabasının sonucu görülecek ve karşılığı ona tam olarak verilecektir.”1835 Tembel tembel vakit tüketmekle, boyun bükerek meskenet içinde yaşamakla arza hâkim olunmaz. Din şekilden ziyâde ruhtur. Allah, insanın şekline değil; rûhuna/gönlüne bakar. Şekil rûhun aynası olmalıdır. İlâhî vahy, sâlih insanı her bakımdan en iyi, en düzgün, en ileri olmaya yöneltir, mü’minlerin en hayırlı toplum olmasını öğütler ve onları en hayırlı toplum olarak niteler. Geri
1831] 24/Nûr, 55
1832] 48/Fetih, 29
1833] 5/Mâide, 9
1834] 21/Enbiyâ, 105
1835] 53/Necm, 39-41
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 439 -
kalmış, ahlâken kokuşmuş, yalan, sahtekârlık ve fesatla dolu yaşayışa sahip insanlar, nasıl en hayırlı toplum olabilir? 1836
Gâlibiyet Kavramına Yakın Diğer Kur’ânî Kavramlar
(İzzet, Tevfîk, Zafer, Nusret, Felâh)
İzzet: “İzzet”in kelime anlamı, insanın yenilmesine engel olan şeydir. Bu da onun hakkında üstünlük, şeref ve haysiyet, kuvvet ve güç sahibi olmayı ifade eder. Kişinin şerefinin yüceliğini ve değerini anlatır. Onu zillete (alçaklığa, şerefsizliğe) düşmekten alıkoyan bütün üstünlükler, yücelikler ve sahip olunan imkânlardır. Düşmanı karşısında gâlip gelen kimse için de ‘izzetli’ denilmiştir.
Aynı Kökten türemiş “Azîz” kavramı ise, her türlü üstünlüğü, gâlibiyeti, güçlü olmayı ve en üstün şerefi ifade eder. Bu sıfat Kur’an’da hemen hemen tamamen Allah hakkında kullanılmaktadır. Azîz, yani en üstün, en yüce ve mutlak izzet sahibi yalnızca Allah’tır. Peygamber ve mü’minler de Allah’ın emrine itaat ettikleri için O’nun yanında üstünlük ve şeref kazanırlar, İslâm’ı yaşadıkları için de izzet/üstünlük elde etme imkânına kavuşurlar.
“İzzet Allah’ındır, Rasûlünündür ve mü’minlerindir.”1837 Bu âyet, müslümanlara tepeden bakan, onlarla alay eden münâfıklara cevap vermektedir. Peygamber zamanında bazıları müslümanlara yukarıdan bakıyorlardı; onları mal, dünyalık, makam açısından, kuvvet yönünden ‘zelîl’ (aşağı) görüyorlardı. Kur’an onlara bu âyetle kesin bir cevap veriyor ve izzetin kime âit olduğunu belirtiyor.
İslâm, insan fıtratına aykırı, insanın değerini düşürecek bütün davranışları yasaklar. İçki içmek, zinâ etmek, hırsızlık yapmak gibi. Bunlar ve bunlara benzer bütün fiiller insanın kalitesini düşürür. İşte bu günahlardan sakınanlar izzet, şeref ve haysiyet sahibidirler. Bunları yapanlar ise şereflerini kaybederler, zelîl/değersiz olurlar.
Tevfîk: Vifāk kökünden tef’îl veznidir. “... Tevfîkım/başarım, ancak Allah (‘ın yardımı) iledir. Yalnız O’na tevekkül edip dayandım ve yalnız O’na yönelirim!”1838 Tevfîk: Allah’ın, kulun yararına olan şeyi yapmayı dilemesi ve kulu; kendisinin beğeneceği, râzı olacağı şeyleri sevmeye, dilemeye ve yapmaya muktedir kılması; kendisinin beğenmeyeceği, gazap edeceği fiillerden ikrâh ettirmesidir. Bu sevdirme ve nefret ettirme eylemi, Allah’ın işidir. Kul, sadece bu eylemin ortaya çıktığı mahalden/yerden ibârettir. Nitekim Yüce Allah: “Allah size imanı sevdirdi; küfrü, fıskı ve isyânı size kötü gösterdi. İşte doğru yolda olanlar, öyle kimselerdir. Allah lütuf ve nimetiyle onlara güzel şeyleri sevdirmiş, kötü şeyleri çirkin göstermiştir. Allah bilendir, halîmdir.” 1839
Vifāk iki şey arasında uygunluk, mutâbakat demektir. Nebe’ sûresinde cehennemin azgınların varacağı yer olduğu, orada serinlik ve içilecek bir şey olmadığı, orada sadece kaynar su ve irin içirileceği vurgulanır ve bütün bunların, dünyadayken işledikleri amele uygun (“vifāk”, muvâfık) olduğu belirtilir: “Yaptıklarına uygun (vifāk) bir cezâ olarak.”1840 Yine vifāk kökünden iftiâl vezni olan
1836] S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 23, s. 69-70
1837] 63/Münâfikûn, 8
1838] 11/Hûd, 88
1839] 49/Hucurât, 7-8
1840] 78/Nebe', 26
- 440 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ittifāk, yapılan işlerin, kadere uygun düşmesidir ki, işte bu, başarıdır. İttifak, hem iyi, hem kötü işlerde başarıyı belirtmek için kullanılmakla beraber, tevfîk, sadece iyi işlerde başarılı olmayı belirtir.
İşte Hz. Şuayb; “... Başarım (tevfîkî), ancak Allah (‘ın yardımı) iledir. Yalnız O’na tevekkül edip dayandım ve yalnız O’na yönelirim!”1841 sözüyle kendisini bu hayırlı işte başarıya ulaştıracak olanın, sadece Allah olduğunu vurgulamaktadır.
Zafer: Zafer, tırnak anlamındaki “zufur”dan alınmıştır. Kuşun tırnağı, silâhı durumunda olduğundan zufur kelimesi, kuşun tırnağına teşbîhen silâh anlamında da kullanılır. Zafer ise başarmak, gâlip gelmek demektir.
“Mekke’nin göbeğinde, sizi onlara gâlip getirdikten (azferakum) sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çeken O’dur. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.”1842 Bu âyette “azferakum” fiili, “sizi gâlip getirdi” demektir. Şimdi, Allah’ın müslümanlara yardım edip onları zafere ulaştırdığını belirten bazı âyetleri gözden geçirelim: “(O gün) Onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü; (Ey Muhammed,) attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri güzel bir imtihanla sınamak için (bunu yaptı). Doğrusu Allah işitendir, bilendir.”1843 Bu âyette, Yüce Allah’ın, Peygamber’e ve iman edenlere olan büyük yardım ve desteği belirtiliyor.
Mü’minler, Bedir Savaşında İslâm düşmanlarını öldürmüşler, ama gerçekte o kâfirleri, onlar vâsıtasıyla öldüren Allah’tır. Çünkü Allah mü’minlere yardım etmiş, onlara güç ve cesâret vermiş; düşmanlarının yüreklerine korku salmış; Allah’ın yardımıyla ve sarsılmaz iman ile savaş alanına atılan mü’minler, aslanlar gibi düşmanı biçmişlerdi. Bu, onların kendi güçleriyle değil; Allah’ın yardımıyla olmuştu. Âdetâ Allah, mü’minlerin ellerini kullanarak kâfirleri öldürmüştü.
Allah’ın elçisi (s.a.s.), savaş başlamadan önce yerden bir avuç taş-toprak alıp kâfirlere doğru: “Yüzleri kötü olsun!” diyerek atmıştı. Âyette Rasûlullah’ın bu atışına işaret edilerek: “Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı!” buyurulmuştur. Allah’ın elçisi o bir avuç çakıl taşını atarken Allah ile öylesine rûhânî bir yakınlık içinde ve öylesine Allah sevgisi ile dolu idi ki, kendisini Allah yönetiyordu. “Kulum öyle bir dereceye gelir ki, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı Ben olurum. Benimle görür, Benimle işitir, Benimle tutar, Benimle yürür.”1844 rivâyetinin belirttiği mânevî yüceliğe ermişti. İşte bu halde attığı çakıl taşlarını, gerçekte onun eliyle Allah atmıştı. Artık bu İlâhî tecellî, bu İlâhî yardım karşısında hangi maddî güç durabilir?
“O zaman şeytan onlara yaptıkları işi süslemiş: ‘Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur (korkmayın), ben sizin yanınızdayım!’ demişti. Fakat iki topluluk birbirini görünce iki ökçesi üzerine (geriye) dönüp: ‘Ben sizden uzağım, ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah’tan korkarım, zira Allah’ın cezâsı çetindir!’ demişti. Münâfıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar (sizin için): ‘Bunları dinleri aldatmış, (baksana başa çıkamayacakları bir kuvvetle savaşmaya kalkıyorlar)’ diyorlardı. Oysa, kim Allah’a tevekkül edip dayanırsa şüphesiz Allah, daima gâlip, hüküm ve hikmet sahibidir.”1845 Bedir savaşı konusunda inen
1841] 11/Hûd, 88
1842] 48/Fetih, 24
1843] 8/Enfâl, 17
1844] Buhârî, Rikak 38
1845] 8/Enfâl, 48-49
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 441 -
bu âyetlerin öncesinde Allah’ın, çoğu az göstermesinden bahsedilir. Böylece müslümanların korkup morallerinin bozulması, cesâretlerinin kırılması, birbirleriyle savaş konusunda anlaşmazlığa düşmesi engellenmiş oluyordu.
Savaş öncesi, Ebûbekir’le birlikte gölgelikte duran Peygamber (s.a.s.), Rabbine duâ ediyordu. Bir aralık daldı, ayıldığında yanındaki Ebûbekir’e: “Müjde! Allah’ın yardımı geldi. İşte Cebrâil, ağzında su bulunan bir atın yularını tutmuş güdüyor” dedi. Sonra dışarı çıkıp ashâbını savaşa teşvik etti: “Muhammed’in nefsini elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, bugün sabırla, sebatla, Allah rızâsı için, kaçmadan düşmanla savaşanı Allah cennete sokar” dedi. Umeyr ibn el-Humâm, elinde yemekte olduğu birkaç hurmayı atarak: “Demek şimdi benimle cennete girmem arasında şu adamların öldürmesi varmış” dedi. Kılıcını alıp savaşa daldı ve şehid edilinceye dek savaştı. 1846
Enfâl Sûresinin 47-48. âyetlerinde, kâfir Kureyş ordusunun durumu resmedilmektedir. Onların bütün çabası, gösteriş ve Allah yoluna engel olmaktır. Şeytan onların yaptıkları kötü işleri gözlerine süslü göstermiş, kalplerine kendilerini kimsenin yenemeyeceği gururunu sokmuş, kendisinin de onlarla beraber olduğunu söyleyerek, onları aldatıp savaşa sürmüş, fakat iki topluluk karşılaştığı zaman kâfirlerin göremediği şeyleri; mü’minlerin sarsılmaz durumunu, Allah’ın onlara yardımını görünce aldattığı insanları bırakıp dönmüş, onların yaptıklarından uzak olduğunu, Allah’tan korktuğunu söyleyip gitmiştir.
Âyetteki “şeytan” kelimesiyle Arapların ileri gelen liderlerinden birinin kastedilmiş olması da kuvvetli ihtimaldir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de kötülüğe teşvik eden insanlara da şeytan denmiştir. “De ki: ‘Sığınırım ben, insanların Rabbine. İnsanların pâdişahına, insanların ilâhına: O sinsi vesvesecinin şerrinden. O ki, insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar. Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım).”1847; “Böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık.” 1848
İşte bu gerçeği göz önünde tutarak bu âyetteki şeytan tâbiriyle de Kureyşlileri kışkırtıp savaşa sürükleyen, işin ciddiyetini görünce de savaş alanından dönüp giden veya hiç savaşa katılmayan müşrik liderlerden birinin kastedildiği değerlendirilebilir. Yahut, bu âyetle kâfirlerin, şeytanın vesveselerine kapılarak, kaba kuvvetlerine güvenerek kendilerini felâkete sürükledikleri anlatılmıştır. Hasan-ı Basrî’ye göre şeytan, insan kılığına girmemiş, fakat vesveseleriyle müşriklerin kalplerine attığı düşüncelerle, onların yaptıkları işi gözlerine süslü göstermiştir. 1849
İki topluluğun durumunda tam bir tezat simetriği vardır: Biri Allah’a güveniyor, ötekisi kendi gücüne. Birinin yardımcısı Allah, ötekinin teşvikçisi şeytan. Melekler mü’minlerin yanından ayrılmazken, dostlarını kışkırtıp savaşa süren şeytan, onları kritik anda yalnız bırakıp kaçıyor ve yaptıkları işten de uzak duruyor. Kâfirler güçlerine dayanarak yola çıkmışlardı. Müslümanların dayanağı ise Allah’a imanları, O’nun yardımına güvenleri idi.
1846] İbn Hişâm, Sîret II/267-268
1847] 114/Nâs, 1-6
1848] 6/En’âm, 112
1849] F. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, 15/174
- 442 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Enfâl Sûresi 49. âyette münâfıkların ve kalbi hasta olanların, Kureyş ile çarpışmaya giden müslümanlar için “bunları, dinleri aldatmış, ne yaptıklarını bilmiyorlar. Şu bir avuç insanla kendilerinden kat kat fazla bir kuvvete karşı nasıl çarpışacaklar?” dedikleri anlatılmakta, Allah’ın, kendisine tevekkül edenlere Azîz ve Hakîm sıfatları ile tecellî edeceği vurgulanmaktadır. Yani Allah, güçlüdür, daima gâliptir. Kendisine tevekkül edenlere yardım eder, güç verip onları gâlip getirir. O hükümdardır, dilediğini yapar, hiçbir şey O’nun irâdesini engelleyemez.
“İnkâr edip kâfir olanlar, Allah yolunda engel olmak için mallarını harcarlar ve harcayacaklar da. Sonra bu, kendilerine dert olacak, nihâyet mağlûp olacaklar ve kâfirler cehenneme sürüleceklerdir. Ki, Allah, murdarı temizden ayıklasın ve bütün murdarları birbiri üzerine koyup yığsın da hepsini cehenneme atsın. İşte ziyana uğrayanlar onlardır.”1850 Bu âyetlerde anlatıldığı gibi, kâfirler topladıkları malları nasıl birbiri üstüne yığarlarsa, Allah da onların eylemlerine uygun olarak kendilerini birbiri üzerine koyup yığmakta ve hepsini cehenneme atmaktadır. Yahut onların eylemlerini, harcadıkları malları birbiri üstüne koyup cehenneme atar. Her iki mânâ da muhtemeldir. 1851
Kâfirler bu malları müslümanlarla savaşmak için yığmışlardı. İşte o yığdıkları mallar, mü’minler için değil, kendileri için ateş olmuştur. Onların, kaybedenlerden oldukları vurgulanmaktadır. Yani bütün çabalarının boşa gideceği, hiçbir sûretle mü’minleri yenemeyecekleri, mallarıyla birlikte canlarının da birbiri üstüne devrilip cehenneme gideceği bildirilmektedir. Kâfirlerin birbiri üstüne yığılmasında, savaş alanında devrilip ölenlerin, birbiri üstüne düştüğüne işâret olabileceği gibi, bunların bir çukura doldurulmuş olmasına da işâret vardır. Rivâyete göre Rasûlullah (s.a.s.) bunların cesetlerini bir kuyuya doldurmuş, sonra: “Biz Rabbimizin bize vaadini gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin size vaadettiğini gerçek buldunuz mu?” diye hitap etmişti. İşte bu âyette onların cesetlerinin öyle birbiri üzerine yığılmasına işâret olduğu ihtimali vardır.
Âyetler Bedir Savaşının sebep ve sonuçlarına işâret etmektedir. Müşrikler, Bedir’den önce müslümanları tamâmen yok etmek üzere mal toplamış, para harcamış, büyük hazırlık yapmışlardı. Elbette büyük bir kuvvetin yola çıkarılması, günlerce yürütülmesi, az masrafa mal olmaz. Onlar büyük masraflarla Bedir’e gelmişlerdi. “feseyunfikûnehâ / daha harcayacaklar da” ifâdesiyle de onların, sadece Bedir’le yetinmeyeceklerine, ileride de İslâm’ı ve müslümanları imhâ etmek için masraflar yapacaklarına işâret buyrulmaktadır. Bu kelimede müşriklerin, Bedir’den sonra daha çok çaba ve mal harcayacaklarına, fakat çabalarının kendilerine hasret, dert olmaktan öte bir sonuç vermeyeceğine işâret ve müslümanlar için ileride de birçok zaferin müjdesi vardır.
“Hani sen, erkenden âilenden ayrılmıştın, (Uhud’da) mü’minleri savaş üslerine yerleştiriyordun. Allah da işitendi, bilendi. Sizden iki takım, korkup bozulmaya yüz tutmuştu. Hâlbuki Allah, kendilerinin dostu idi. Mü’minler, Allah’a tevekkül edip dayansınlar. (Allah mü’minlere yardım eder.) Nitekim Allah size Bedir’de de yardım etmişti. Siz o zaman zayıf idiniz. O halde Allah’tan korkun ki, şükredesiniz. O zaman sen mü’minlere: ‘Rabbinizin, size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi, size yetmez mi?’ diyordun. Evet, sabreder, ittika edip korunursanız; onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz size
1850] 8/Enfâl, 36-37
1851] F. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, 15/161
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 443 -
nişanlı/işâretli beş bin melekle yardım eder. Allah bu (yardım vaadini) sırf size müjde olsun ve kalpleriniz bununla güven bulsun diye yaptı. Yardım ve zafer, yalnız, dâima gâlip ve hikmet sahibi Allah katındandır.” 1852
Bu âyetler, Uhud Savaşının olaylarına işâret etmektedir. Uhud’da düşman, müslümanların beş katı kadar olmasına rağmen, ilk anda müslümanlar düşmanı bozguna uğrattılar. Ama müslüman okçular, düşmanın bozulduğunu görünce yerlerinde durmadılar, komutanın bütün ısrarına rağmen savaş alanına indiler. Okçuları gözetleyen bir düşman kolu, çoğunun gidip ancak birkaç kişinin kaldığını görünce, derhal hücuma geçti, o birkaç kişiyi de kılıçtan geçirip müslümanlara arkadan saldırdı. Böylece iki kuvvet arasında kalan müslümanlar şaşırdılar. Allah Rasûlünün çevresinden dağıldılar. Toparlanan düşman, hücumunu sıklaştırdı. Rasûlullah’ın üzerine taş ve ok yağdırmaya başladılar. Allah Elçisi’ne isâbet eden bir taş, azı dişinin önündeki dişi kırdı. Atılan ok ve taşlarla Rasûlullah, dudağından, alnından ve yanağından yaralandı. Yüzünden akan kanı silerken: “Kendilerini Rablerine çağıran peygamberlerinin yüzünü kana bulayan bir kavim nasıl iflâh olur?”1853 diyordu. Ama yine de onlara lânet etmedi, hidâyete gelmeleri için duâ etti.
Biri: “Muhammed öldürüldü!” diye bağırdı. Bu ses, müslümanların moralini iyice bozdu. Fakat bir sahâbî Rasûlullah’ı sağ görünce, “İşte Allah’ın Rasûlü burada!” diye bağırmaya başladı. Rasûlullah (s.a.s.), yüzünden, başından yaralanıp bir çukura düşmesine rağmen, yiğitlik ve metânetini hiç kaybetmedi. Bu durumda bile müslümanları, çevresinde toplanıp savaşmaya teşvik etti. Peygamber’in çevresinde toplanıp dağa doğru çekilen müslümanlar, 70 şehid vermişlerdi. Rasûlullah’ın kahraman amcası Hz. Hamza da şehidler arasında idi. Fakat müşrikler de hayli ölü vermiş, birçokları da yaralanmıştı. Müslümanlar ağır zâyiat vermekle beraber, düşman da savaştan kesin bir sonuç alamamış ve savaşı kesmek lüzumunu hissederek dönmüştü.
Rasûlullah (s.a.s.), düşmanın tekrar geri dönüp saldıracağı haberini alınca, kendisi ve arkadaşları yaralı olmalarına rağmen düşmanı takibe karar verdi. Fakat düşmanın konakladığı yere vardıklarında düşmanın gitmiş olduğunu gördüler.
Bu savaştan alınacak en önemli ders, Allah’ın Elçisi’ne kayıtsız ve şartsız itaatin gerekliliğidir. Eğer okçular, Rasûlullah’ın sözlerine tam itaat edip yerlerini bırakmasalardı, kesin zafer müslümanlarındı. Fakat Allah’ın rasûlüne muhâlefet, savaşı müslümanların aleyhine çevirdi. Demek ki, savaşta komutana itaat gerekir. Hele komutan, Allah’ın vahyi ile destekli bir peygamber olur veya peygamberin yolunda giden akıllı, basiretli, dirâyetli, sâlih bir mü’min olursa ona itaat de müslümanları zafere götürür. İşte İslâm tarihindeki zaferlerin sırrı, komutana itaat, dönmek için değil; şehid olmak için çarpışma azmidir.
Müfessirlerin nakline göre 3/Âl-i İmrân sûresinin 124-125. âyetlerinde vaad edilen üç bin ve beş bin melekle yardım hâdisesi Bedir’de olmuştur. Âyetlerin rûhundan anladığımıza göre bu âyetler, Rasûlullah, Uhud’da askerlerini savaş düzenine sokarken onlara moral vermek üzere söylediği sözleri aktarmaktadır.
1852] 3/Âl-i İmrân, 121-126
1853] Müslim, Cihad 104
- 444 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah’ın Elçisi, ashâbını cephede yerlerine yerleştirirken onlara sabretmelerini, Allah’ın yardımının kendileriyle beraber olduğunu, Bedir’de nasıl üç-beş bin melekle kendilerine yardım edildiyse burada, bu dakikada da sabır ve sebat ettikleri takdirde yine mânevî güçlerle, meleklerle kendilerine yardım edileceğini vaad etmiştir. Nitekim öyle de olmuştur. Eğer İlâhî güçler, düşmanların kalplerine korku salmasalardı, düşman Medine’ye girer ve müslümanları tamâmen imhâ edebilirdi. Fakat Allah’ın yardımı ve mânevî güçlerle desteği sâyesinde müslümanlar toparlanmışlar, müşrikler de sonunda geri dönmek zorunda kalmışlardı.
Allah’ın meleklerle yardım etmesi, meleklerin bizzat savaşa katılıp savaşması şeklinde olacağı gibi, daha büyük ihtimalle, düşmanın içine korku salmak, müslümanların irâdelerini güçlendirmek, onlara güven vermek, mânen onları desteklemek sûretiyledir. Zira soyut ruhlar olan melekler, insan ruhlarıyla temas kurup onlara güven, moral verebilir. “Allah bunu, sırf, size müjde olsun, kalpleriniz bununla yatışsın diye böyle yaptı”1854 âyetinde bu husûsa işâret vardır. Yani meleklerin yardımı, mü’minlerin gönüllerine müjde ve güven aşılamak şeklinde olmuştur.
Savaşta en önemli şey, güven duygusudur. Öncelikle Allah’a ve sonra kendine güveni olmayan asker ne kadar çok olsa da sonuç alamaz. Nitekim Bedir’de Allah’ın kendilerine yardım edeceğine kesinlikle inanan müslümanlar, kendilerinin üç katından fazla düşmanı yenmişlerdi. Uhud Savaşında da Peygamber’in emrine uyarak güvenle çarpışmaya başlayan müslaümanlar, ilk anda düşmanın öncü kuvevetlerini bozguna uğratmışlardı. Ama sonrada niyetleri bozulup bazılarının içine ğânîmet toplama arzusu düşmekle Peygamber’in emri dışına çıkıp korumakta oldukları geçidi bırakarak savaş alanına indiklerinde işler değişmiş, iki düşman arasında kalan müslümanlar güvenlerini yitirip savaşı da kaybetmişlerdi. Allah’ın yardımı, itaat şartına bağlıdır. İtaati bırakınca Allah da yardımı çeker. Çünkü bu, Allah’ın yasasıdır. “Allah’ın yasasında (sünnetinde) bir değişiklik bulumazsın.”1855 Hangi toplum, Allah’ın genel yasaları çerçevesinde hareket eder, savaşa hazırlanır, sağlam azim ve tam güvenle çarpışırsa başarılı olur. Zaman zaman kâfirlerin de savaşlarda başarılı olmalarının nedeni, işte bu genel yasanın, belli bir toplumu değil; müslüman-kâfir bütün insanları kapsamasındandır.
Kimler sağlam iman, kesin zafer umudu ve güven ile savaşın gereklerine uyarak tedbirlerini almak sûretiyle savaşırlarsa başarıya ulaşırlar. “Biz o günleri insanlar arasında dolaştırıyoruz; tâ ki, Allah mü’minleri bilsin (açığa çıkarsın), sizden şehîdler edinsin. Allah zâlimleri sevmez.”1856 Allah’ın, kâinatın sahibi olduğunu, dilediğini affedip dilediğini bağışlayacağını, O’nun rahmet ve mağfiretinin çok kapsamlı olduğunu vurgulayan bu âyet de sanki Allah’ın bu genel yasasına işâret etmektedir.
“Başınıza bir belâ gelince -siz, onun iki katını onların başlarına getirmiş olduğunuz halde yine- ‘Bu nereden başımıza geldi?’ dediniz. De ki: ‘O (belâ), kendinizdendir.’ Allah, her şeye kaadirdir. İki topluluğun karşılaştığı gün, sizin başınıza gelen, ancak Allah’ın izniyle olmuştur ki, (O,) insanları bilsin (deneyip ortaya çıkarsın). Ve ikiyüzlülük yapan münâfıkları
1854] 3/Âl-i İmrân, 126; 8/Enfâl, 10
1855] 33/Ahzâb, 62; 35/Fâtır, 43; 48/Fetih, 23
1856] 3/Âl-i İmrân, 140
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 445 -
bilsin (ortaya çıkarsın)...” 1857
Bu âyetlerde Uhud Savaşındaki kötü sonuçlara işâret edilerek şöyle buyrulurmaktadır: Ey mü’minler, eğer siz Uhud’da bozulup yetmiş şehid verdinizse, Bedir’de de siz onlara bunun iki katı zarar vermiştiniz; yetmiş kişiyi öldürmüş, yetmişini de tutsak etmiştiniz. Yahut siz bu savaşta bozuldunuz, zarara uğradınızsa, onlar da savaştan gâlip ayrılmadılar. Siz de başlangıçta onlara, sizin zararınızın iki katı zarar verdiniz. Sonunda bozguna uğramanızı hazmedemediniz: ‘Bu, neden başımıza geldi?’ dediniz. Bu, sizin kendi hatanız yüzünden oldu. Çünkü Rasûlullah, size, yerinizden ayrılmamanızı tenbih etmişti. Fakat okçularınız, onun emrini dinlemeyip yerlerinden ayrıldılar. İşte o emre aykırı hareketinizden dolayı bu iş başınıza geldi. Ama iki ordunun, yani müslüman ve kâfir ordusunun karşılaştığı gün başınıza gelen bu olay, yine de Allah’ın takdiriyle olmuştur. O’nun izni olmadan hiçbir şey vuku bulmaz. Allah’ın dilemediği şey olmaz.
Allah’ın dilemesi iki türlüdür. Biri cebrî olan İlâhî irâdedir. Bu irâdeyi hiçbir sebep ve şart geçemez. Yani bu irâde, bir sebebe bağlı değildir. Bu, Allah’ın Cebbâr (zorla kararını yaptırıcı) isminin eseridir. Bu irâdenin ortaya çıkardığı kul eylemleri zorunludur, önlenemez ve kul bundan sorumlu değildir. Allah’ın diğer bir irâdesi ise, sebep ve şarta bağlı olup kulun irâdesiyle birlikte cereyan eder. Bu irâde, kulun işine izin verme, onun işini yürütme, fiili yapması için kula güç verme anlamındadır. Bu işlerde sorumluluk kula âittir. Çünkü kul, bir iş yapmayı isteyince Allah da onun o işi yapmasına izin ve güç verir. Bunda istek, kuldan olduğu için sorumlu olan kuldur.
İşte Uhud’da müslümanların uğradıkları güçlükler, acılar da Allah’ın izniyle olmuştur. Burada Allah’ın izni, O’nun rızâsı demek değildir. Allah dileseydi, müslümanların, kusurları yüzünden kâfirlerin onlara gâlip gelmelerine izin vermez, her şeye rağmen müslümanları üstün getirirdi. Fakat Allah ezelde bir yasa koymuştur. Çalışanı, tedbirli olanı başarıya ulaştıracağını takdir etmiştir. Kâinatta bu yasa egemendir. Allah’ın yasasında değişiklik olmaz.
Bazı müslümanlar, burada tedbiri bırakıp küçük menfaatleri düşündüklerinden, başlarına bu bozgun gelmiştir. Savaşta başarının yasası, ölümü göze alarak var gücüyle çarpışmaktır. Böyle çarpışmayan insanların başarıya ulaşması zordur. Allah’ın genel yasası budur. Ama Allah için güç olan bir şey yoktur. Allah dilese kâfirleri her şeye rağmen başarıya ulaştırmaz. Fakat böyle olmasını dilememiş, çalışan herkese, eyleminin karşılığını vermeyi dilemiştir. Savaşın böyle sonuçlanmasında da yine Allah’ın hikmetleri vardır. 1858
Nusret: Yardım etmek ve zafer anlamına gelen “nusret” ve “nasr” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de “min” harf-i cerri ile birlikte kullanıldığı vakit, kurtarmak anlamına gelir. “...Allah, kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah, kuvvetlidir, gâliptir.” 1859
Âl-i İmrân sûresi 52. âyette anlatıldığı üzere, Hz. İsa, Allah yolunda kendisine yardımcılar aramış, havârîleri ona yardımcı olacaklarına söz vermiş, yani bey’at etmişlerdir. Havârîlerin Hz. İsa’ya bey’at ve desteği 61/Saf sûresi 14. âyetinde de
1857] 3/Âl-i İmrân, 165-167
1858] S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 23, s. 47-62
1859] 22/Hacc, 40
- 446 -
KUR’AN KAVRAMLARI
anlatılmıştır. Saf sûresinde, bundan önceki âyetlerde mü’minlere, âhiret ve dünya ödüllerine erebilmek için Allah’a inanmaları ve Allah yolunda malla, canla savaşmaları emredilmişti. Bu âyette de onlara, İsa’ya (a.s.) yardım eden havârîler gibi Allah’ın dininin üstü gelmesi için çalışmaları emredilmektedir.
Âyette nasıl İsa’ya (a.s.) iman edenler, ona inanmayıp düşman olanlara üstün gelmiş ise, Hz. Muhammed’e (s.a.s.) iman edenlerin de, ona inanmayıp düşman olanlara üstün geleceklerine işaret edilmekte ve müslümanların, sonunda düşmanlarına üstün geleceği müjdesiyle sûre sona ermektedir. Gerçekten öyle olmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.) Mekke’de çok sıkıntı çekmiş, Mekkeliler ona rağbet etmemişlerdir. Medine’ye hicretten ve nice zahmetlerden sonra, nihâyet bu âyetlerin inişiyle birlikte Allah’ın yardımı görünmeye, zaferler ve fetihler birbirini izlemeye başladı. İsa’ya (a.s.) inananlar da inanmayanlara üstün geldiler. Allah’ın vaadi gerçekleşti, hak bâtılı yendi. İnşâallah bir gün İslâm bütün dünya dinlerinin üstüne dünyevî uygulama yönüyle de çıkacaktır.
“Ey iman edenler, eğer siz Allah(ın dinin)e yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder; ayaklarınızı (hakkı koruma yolunda) sağlam tutar.”1860 Bu âyette Allah’ın, kendisine yardım edenlere, yani tevhid dininin yerleşip güçlenmesine çalışanlara, bu uğurda savaş verenlere yardım edeceği, onların ayaklarını sağlam tutacağı; öylelerinin, yıkılıp yere düşmeyecekleri; çabalarının yarım kalmayacağı; kâfirlerin ise yüz üstü yere kapanacakları (devrilip düşecekleri), engellemelerinin bir sonuç vermeyeceği belirtiliyor. Âyette mü’minlerle kâfirlerin durumu tam karşıtlık içinde anlatılmaktadır. Allah iman edenlerin ayaklarını sağlam bastırıp onlara yardım ederken, inançsızların ayağını gevşetip onları deviriyor, eylemlerini de hedefinden saptırıyor. Çabaları boşa çıkıyor. Onlar Allah’ın hükümlerini istemedikleri için Allah da onların eylemlerini boşa çıkarmıştır.
Nasr ve nusret; Birine yardım edip onu düşmana üstün getirmek, zafere ulaştırmaktır. Allah’ın kullarına yardımı açıktır. Ancak: “Allah, Kendisine yardım edene elbette yardım eder.”1861; “Siz Allah’a yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder...” 1862; “Allah, kimin gaybda (içtenlikle) Kendisine ve elçilerine yardım edeceğini bilsin...”1863 âyetleri, Allah’ın kendisine yardım edene yardım edeceğini bildirmektedir. Kulun Allah’a yardımı, Allah’ın dininin yerleşmesine yardım etmesi, mü’minlere destek olması, dininin hükümlerine uyması sûretiyle olur.
“... Mü’minlere yardım etmek, üzerimize borçtur.”1864; “Yardım, yalnız, dâima gâlip, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındandır.”1865 Bu âyetler ve benzerleri, nasrın/yardım ve zaferin ancak Allah katından olduğunu, iman edenlere yardım etmenin, Allah’ın üstlendiği bir borç olduğunu vurgulamaktadır.
“Yardım (ve zafer), yalnız Allah katındandır. Allah dâima üstün, hüküm ve hikmet sahibidir.”1866; “Seveceğiniz bir şey daha var: Allah’tan bir zafer ve yakın bir fetih...
1860] 47/Muhamed, 7
1861] 22/Hacc, 40
1862] 47/Muhammed, 7
1863] 57/Hadîd, 25
1864] 31/Rûm, 47
1865] 3/Âl-i İmrân, 126
1866] 3/Âl-i İmrân, 126; 8/Enfâl, 10
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 447 -
Mü’minleri müjdele.”1867; “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini överek tesbih et. O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeyi kabul edendir.”1868 Bu âyetlerde Hz. Peygamber’e, Allah’ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların topluca Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman Rabbini övgü ile tesbih edip O’ndan mağfiret dilemesi emrediliyor. Burada hitap Peygamber’edir, ama onun davranışı bütün mü’minlere örnek olduğu için her mü’minin, Allah’ın nimet ve yardımını görünce O’na hamd ve şükretmesi gerekir. Feth; bir ülkeyi düşmanın elinden almak sûretiyle İslâm dâvetinin önündeki engelleri kaldırmak, yolunu açmaktır. Bu âyet, özellikle Mekke’nin fethiyle ilgilidir. Ama Uhud’dan başlayıp Mekke’nin ve Tâif’in fethiyle taçlanan zaferlere, fetihlere de işâret etmektedir. Bu sûrede fetih, Peygamber’in bütün zafer ve fetihlerini kapsamak üzere genel olarak kullanılmıştır. Mekke’nin fethi, dinin yayılması açısından son derece önemli sonuçlar vermiş, bundan sonra insanlar teker teker değil; bölük bölük, kabile kabile müslüman olmaya başlamışlardır.
“... Allah’a kavuşacaklarına kanaat getirenler: ‘Nice az bir topluluk var ki, Allah’ın izniyle çok topluluğa gâlip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir’ dediler. (Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerlerinin karşısına çıktıklarında şöyle dediler: ‘Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır! Ayaklarımızı sağlam tut ve o kâfir millete karşı bize yardım et!’ Derken, Allah’ın izniyle onları hezîmete/bozguna uğrattılar. Dâvûd Câlût’u öldürdü; Allah ona (Dâvud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmıyla diğerlerini def edip savmasaydı, dünya fesâda uğrar, bozulurdu. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.” 1869
“Ey Peygamber, Allah ve sana tâbi olan mü’minler sana yeter. Ey Peygamber, mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi kişi olsa (onlar) iki yüz (kâfir)i mağlûp edip yenerler. Sizden yüz kişi olsa (onlar), kâfirlerden bin kişiyi mağlûp ederler. Çünkü o kâfirler, anlamayan bir topluluktur. Şimdi Allah sizden (yükü) hafifletti, sizde zaaf bulunduğunu bildi. Bundan böyle sizden sabreden yüz kişi olsa, iki yüz (kâfir)i mağlûp ederler. Ve eğer sizden bin kişi olsa, Allah’ın izniyle iki bin (kâfir)i yenerler. Allah, sabredenlerle beraberdir.” 1870
Bu âyetlerde, Peygamber’e hitâben, Allah’ın ve kendisine tâbi olan mü’minlerin kendisine yeter olduğu; mü’minleri savaşa teşvik etmesi; yirmi sabırlı mü’minin iki yüz kişiyi; yüz sabırlı mü’minin de bin kişiyi yenebileceği buyurulduktan sonra; çok üstün bir morale sahip, iyi eğitimli mü’minlerin durumunu belirten bu hükmün, kamunun durumuna tam uymadığı için zayıf durumda bulunan kamuya hafifletildiği; fakat yüz sabırlı mü’minin, en azından iki yüz kişiyi, bin mü’minin de Allah’ın izniyle iki bin kişiyi yenebileceği bildirilmekte ve Allah’ın, sabredenlerle beraber olduğu vurgulanmaktadır.
Yirmi mü’minin iki yüz kişiye, yüz mü’minin bin kişiye gâlip gelmesi hikmetinin ve gücünün nereden kaynaklandığını, 65. âyetin sonundan anlıyoruz: Mü’minler bilinçli, inançlı, anlayışlı ve eğitimli insanlardır, moralleri yüksektir. Dâvâlarına inanmışlardır. Kâfirler ise bilinçsiz, mâneviyatsız bir topluluk
1867] 38/Sâd, 13
1868] 110/Nasr, 1-3
1869] 2/Bakara, 249-251
1870] 8/Enfâl, 64-66
- 448 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olduklarından güçsüzdürler. Allah’a iman, ruhsal hayata bağlılık, insanın moralini yükseltir, kendisine güvenini artırır.
Önceleri yirmi mü’min iki yüz kâfire, yüz mü’min de bin kâfire denk tutulmuş iken, daha sonra bu hüküm hafifletilerek yüz mü’min iki yüz kâfire, bin mü’min de iki bin kâfire denk tutulmuştur. Bu âyetleri orantıya vurursak, birinci âyetteki bire on, ikinci âyette bire ikiye düşer. Bundan bir mü’minin on kişiye veya en az iki kişiye gâlip geleceği anlaşılırsa da, âyette bir mü’minin on kişiye veya iki kişiye gâlip geleceği değil; topluluk halindeki mü’minlerin, kendilerinin on veya en az iki katı bir kuvveti yenecekleri belirtiliyor. Bu anlatımın derin hikmeti vardır. Çünkü yirmi mü’min bir birlik oluşturur. Bireyin yapamayacağını topluluk yapar. İnsanlar bir araya gelip birbirlerine destek olunca, ayrı ayrı insanların yapamayacakları işleri yaparlar. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Topluluk halinde birbirlerinden cesâret alırlar. Bir insan yalnız başına tehlikeli bir işe kolay girişemez, ama birkaç kişi birlik olunca rahatlıkla buna cesâret ederler.
İşte âyetin, bir mü’minin on kâfire değil de, yirmi mü’minin iki yüz kâfire gâlip geleceği şeklindeki ifâdesinde bu toplumsal destek ve cesâret sezilmektedir. Bundan her mü’minin, mutlaka on kâfiri yeneceğini anlamak yanlış olur, âyetin asıl anlamına aykırı düşer. Bundan, mü’minlerin küçük topluluğunun, kendilerinden on misli veya en az iki misli büyük toplulukları yeneceği anlaşılır.
Ayrıca âyette Hz. Peygamber’in (s.a.s.) birliklerinin tertibine de işâret vardır. Allah’ın Elçisi, düzenlediği seriyyelere çoğunlukla yirmi kişi ile yüz kişi arasında kuvvetler gönderirdi. Yirmiden az, yüzden fazla kuvvet göndermezdi. 1871
Birinci âyette Yüce Allah, sabreden yirmi mü’min olursa, onların, iki yüz kâfiri yeneceklerini söylüyor. İkinci âyette ise çoğunlukla bir cemaatin, kendilerinden on kat fazla bir topluluğa dayanamayacağını bildirerek, mü’minler topluluğunun, en azından kendilerinin iki katı olan bir topluluğu yeneceğini haber veriyor. Birinci âyet, sabreden mü’minlerin durumunu, ikinci âyet ise, onlar kadar sabırlı olmayan mü’minlerin durumunu bildirmektedir. Bunlar arasında nesih söz konusu olamaz. Çünkü birinci âyetteki sabır ve azim vasfını taşıyan mü’minlerin küçük topluluğu, her zaman büyük işler başarırlar. Bir çeşit komando birliği olan bu vasıftaki mü’minler azdır. Herkesi bunlarla bir tutmak doğru değildir. İkinci âyet, genel olarak bütün mü’minlerin durumunu bildirmektedir. Birinci âyet, özel bir şartı, ikinci âyet genel şartı değerlendirmektedir.
Âyetlerin sonunda, Allah’ın, sabredenlerle beraber olduğu vurgulanmaktadır. Bu demektir ki, eğer yirmi mü’min sabreder, sağlam durursa Allah onlara yardım eder, onları başarıya ulaştırır. Eğer yirmi mü’min, iki yüz kişi karşısında sağlam durursa Allah’ın izni ve yardımı ile onlara gâlip gelir. Ama buna dayanamayanlar hakkında birinci âyetin hükmü değil; ikinci âyetin hükmü geçerli olur. Demek ki bunlar, o çok sabırlı, dayanıklı mü’minlerden değil, genel mü’minlerdendir. 1872
Burada dikkat edilmesi gereken bir incelik daha vardır. Yirmi kişilik mü’minler grubunun yenebileceği iki yüz kişilik veya yüz kişilik mü’minler grubunun gâlip gelecekleri bin kişilik düşman kuvveti, “lâ yefkahûn” olarak nitelendirilmektedir. Yani onlar, bilmez, anlamaz, câhil, eğitimsiz insanlar olduğu için sağlam, eğitimli,
1871] F. Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, 15/193
1872] F. Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb, 15/196
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 449 -
moral gücü yüksek mü’minlerin, onları yenecekleri anlatılmaktadır. O halde, kendilerinden on kat fazla kuvvete gâlip gelecek mü’minler, sıradan insanlar değil; dirençli, eğitimli, moral gücü yüksek mü’minler; karşılarındaki kuvvet de anlamaz, moralsiz, eğitimsiz bir yığındır. Mü’minlerin eğitimli, moral sahibi, aynı zamanda kendilerinden üstün gücü yenecekleri ifâde edilmiyor. Bu da önemli bir noktadır. Allah’ın değişmez yasaları (sünnetullah) vardır. Başarmak için eğitim görmek, savaş tekniğini öğrenmek gerekir. Allah’ın yardım ve desteğine erebilmek için, olayın sebeplerine yapışmak, savaşın gereklerine uymak lâzımdır. Elinden gelen çabayı, savaş eğitimini alıp savaş stratejisiyle hareket eden imanlı insanlara Yüce Allah, hem verdiği güven duygusuyla, hem de mânevî güçlerle yardım edip onları başarıya ulaştırır.
“Kâfirlere de ki: ‘Mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir döşektir! Karşılaşan şu iki toplulukta sizin için bir ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu, öteki de nankördü; onları, gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Elbette (bunda) gözleri olanlar için bir ibret vardır.”1873 Bu âyetlerde de imanlı nice az topluluğun, kendilerinin iki katı bir toplulukla çarpışıp onları yendikleri, Kitab-ı Mukaddes’teki misallerden biriyle anlatılmakta; bunda bir ibret olduğu vurgulanarak müşriklerin, azımsayıp küçümsedikleri müslümanların, imandan ve güven duygusundan yoksun müşrik topluluğunu yeneceklerine işâret edilmektedir. “Setuğlebûn/mağlûp olacaksınız” denildiğine göre demek ki, bu âyetlerin hitap ettiği müşrikler, henüz yenilmemişlerdi. Bundan da bu âyetlerin, Bedir Savaşından önce indiği veya hitap edilen müşriklerin, Medine yöresindeki müslüman olmamış, içlerinde hıristiyanların da bulunduğu Arap kabileleri olduğu anlaşılır.
Âyette, kendine güvenden yoksun, inançsız topluluğun, kendilerinden az olan mü’minleri, savaşta kendilerinden çok gördükleri; Allah’ın yardımı sâyesinde mü’minlerin, kâfirlerin gözlerinde büyüdüğü, çok göründüğü anlatılmaktadır. Bu âyetlerde, Peygamber’in sahâbîlerine, Allah’ın, geçmişteki mü’min toplulukları desteklemesi; böyle biri mü’min, öteki kâfir iki topluluk örneğiyle anlatılmaktadır. Bu âyette işâret edilen olay, Bakara sûresinde anlatılan Tâlût ve Câlût olayıdır.1874 Tâlût komutasındaki İsrâiloğulları, Câlût askerlerini, kendilerinden çok görmüş: “Bugün Câlût’a ve askerlerine karşı gücümüz yetmez” demişlerdi.1875 Allah’a kavuşacaklarına kanaat getirenler (şehâdet arzusuyla çarpışanlar) ise, nice az topluluğun, Allah’ın izniyle kendilerinden çok topluluğu yendiklerini söylemiş, ötekilerine moral vermiş: “Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam tut ve o kâfir topluma karşı bize yardım et!” diye Allah’a duâ etmişlerdi.1876 İşte bu âyette o olaya işâret edilerek İslâm’a karşı çıkan müşrikler uyarılmaktadır.
Burada da, kesin inançtan yoksun insanların, mü’minler kadar cesur olamayacaklarına, savaşta cesâretlerinin kırılacağına da işâret vardır. Çünkü dünyadan sonra bu hayattan daha iyi bir hayata gideceğine kesin inanan insan, savaştan korkmaz, yılmaz. Ama âhiret hayatına inanmayan, her şeyi bu dünyanın görünen hayatından ibâret sanan insan, ölmek istemeyeceği için savaşmaya da cesâret edemez. Dünyada sahip olduğu varlıkları kaybetmek ona ağır gelir. Demek ki,
1873] 3/Âl-i İmrân, 12-13
1874] 2/Bakara, 246-251
1875] 2/Bakara, 249
1876] 2/Bakara, 249
- 450 -
KUR’AN KAVRAMLARI
inançsızın cesâretinin azlığı, savaştan çekinmesi; âhirete inanmayışından, dünya tutkusundan ileri gelmektedir. 1877
Felâh: Arapça’da “yarmak, tarlayı sürmek” mânâsına gelen “f-l-h” kökünden türeyen felâh, zafer, necât, halâs ve fevz kelimeleriyle eş anlamlı kabul edilir. Sözlükte “yarmak, arzu edilen şeyleri elde etme, istenmeyen şeylerden kurtulma, gâyeye ulaşma, hayır, nimet, refah ve saâdet içinde bulunma” gibi mânâlar taşır. Felâh kelimesinin yarmak anlamından dolayı, çiftçiye fellâh; alt dudağı yarık olan kimseye de eflâh adı verilmiştir. Felâh, bir terim olarak; kişinin dinî ve ahlâkî yükümlülüklerini yerine getirmesinin sonucunda dünyada elde edeceği başarı ve mutlulukla, âhirette ulaşacağı ebedî kurtuluş ve saâdeti ifade eder.
İnsanın böyle bir sonuca ulaşabilmesinin, karşısına çıkan bütün engelleri aşması şartına bağlı olduğu dikkate alınırsa, felâhın sözlük anlamı ile terim anlamı arasındaki bağlantı anlaşılır. Felâh; önündeki engeli yarıp, kendini kurtarmak ve istediğine ermek, yani zafer bulmaya denir. Para, kadın, makam, şöhret gibi engelleri aşanlar, dünyada devlete; âhirette cennete ulaşırlar. Ezanda geçen “hayye ale’l-felâh” (Haydi kurtuluşa!) ifadesindeki felâh, kurtuluşa yönelmek anlamındadır. Aynı kökten gelen iflâh, bir şeyi elde etmek, arzu edilen şeye ulaşmak, çalışmada başarılı olmak gibi anlamlar ifade eder.
Gâlib Alâ Emrihî; Allah’ın Güzel İsimlerinden Biri
Gâlib alâ Emrihî; Allah’ın isimlerinden biridir. Kur’ân-ı Kerim’de yalnız bir defa ve muzâf (tamlama) olarak görünür. “İşinde gâlip olan, -isteseler de istemeseler de- yarattıkları hakkında murâdını gerçekleştiren” demektir. “Kendisini hiçbir şey âciz bırakamayan, istediğini istediği şekilde yapan” diye tanımlanmıştır.
“Ğ-l-b” kelimesi ve türevleri Kur’an’da az çok kullanılmıştır. Daha çok, insanlarla ilgilidir. Allah hakkında fiil ve isim şekilleri nâdiren görülür. “Allah şöyle yazmıştır (hükmetmiştir): ‘Elbette Ben gâlip geleceğim, Rasullerim de; şüphesiz Allah kavîdir, azîzdir.”1878 Buradaki galebeyi “hüccetle olan üstünlük”e hasretmek isteyenler varsa da, hem hüccet hem de dünyevî güç üstünlüğü olarak anlayanlar da bulunur. Maddî üstünlüğü de dâhil edenler, hakka karşı çıkan çeşitli toplulukların helâk edilmelerini misal verirler. Peygamberlerin yolundan gidenlerin de -mücâhedelerini mülk, hüküm sürmek, saltanat gibi dünyevî maksatlarla olmayıp, sırf Allah rızâsı için yapmak kaydıyla- bu vaade dâhil olduğunu söylerler. “Mağlûp olacaksınız.”1879; “İşte burada yenildiler”1880 gibi meçhul fiillerin fâili (onları mağlûp eden) de gerçekte Allah’tır ve bu, daha çok âhiretle ilgilidir.
İsm-i fâil şekli “gâlib” Kur’an’da 4 yerde geçer. Bir âyette Allah’ı tavsif eder: “... Allah emrinde Gâliptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”1881 Bu umûmî hüküm, Hz. Yusuf’un hayatına, Allah’ın husûsî bir biçimde müdâhale edip, zâhirî sebeplerin zıddına, onu istediği gâyeye yöneltmesi muhtevâsında vârid olmaktadır. 1882
1877] S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 2, s. 458-475
1878] 58/Mücâdele, 21
1879] 3/Âl-i İmrân, 12
1880] 7/A’râf, 119
1881] 12/Yûsuf, 21
1882] Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s. 229
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 451 -
El-Azîz/Her Şeye Gâlip; Esmâü’l-Hüsnâ’dan Bir Diğeri
Azîz: İzzet sahibi, yüce, büyük, her şeye gâlip olan, mağlûp edilmesi imkânsız olan kimse demektir. Allah Teâlâ’nın esmâ-i hüsnâsından, doksan dokuz güzel isminden biridir. Allah’ın emir ve irâdesine karşı koyacak yoktur. O, her şeye gâlip gelir. O’nu mağlûp edecek hiç bir kuvvet yoktur. Allah’ın bu ismi Kur’an-ı Kerîm’de bazen “Doğrusu Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli azap vardır. Allah Azîzdir/güçlüdür, intikam sahibidir.”1883 âyetinde olduğu gibi, azap ve intikam yerinde gelmiştir. Fakat birçok yerde “Hakîm” (hikmet sahibi) ismiyle beraber zikredilmiştir.1884 Bunun mânâsı; Allah azîzdir, gücü her şeye yeter, her şeye gâlip gelir, fakat hikmeti ile kötülerin cezâsını tehir eder demektir.
Azîz; aynı zamanda, kıymetli, değerli, seçkin, izzet sahibi, muhterem, kuvvetli, üstün, yüce, şeref sahibi, bulunmaz derecede az ve nâdir olan; her şeye gücü yeten, hiç bir zaman yenilmeyen anlamlarına gelir. Aziz, Arapça “azze” kökünden gelmekte olup, “ızz” masdarından bir sıfattır, “eıze” ve “eızzâ” şeklinde gelen kalıpları da vardır.
Istılahta ise; “Aziz” Yüce Allah’ın isimlerinden birisidir. O’nun mutlak hâkimiyet ve üstünlüğünü ifâde eder. O hiç bir şekil ve sûrette asla yenilgiye uğramayan, her şeye gücü yetendir. O, haksızlık yapılamayacak kadar güçlüdür. O en üstündür, en yücedir, şeref ve izzet sahibidir.
İzzet; tam olarak zilletin, yani aşağılık, düşüklük ve âcizliğin zıddıdır. Aziz ve izzet ile bunların zıddı olan zelil ve zillet kelimeleri halk arasında da kullanılmakta ve genellikle aynı lugat anlamını korumaktadır. Bir hitap sözcüğü olarak kullandığımız “aziz” kelimesi, hitap ettiğimiz topluluğa veya kişiye bir şeref ve üstünlük atfetmekte ve bir iltifat ifâde etmektedir. Aynı zamanda bir saygı ve bağlılık sözcüğüdür.
Yüce Allah’ın isimlerinden olan “el-Azîz” ismi, Kur’ân-ı Kerîm’de doksan bir yerde geçmektedir. Fakat hiçbir yerde tek başına zikredilmemiş; daima Esmâü’l-Hüsnâ’dan diğer bir isimle beraber vârid olmuştur. Bunların başında el-Hakîm gelmektedir ki, toplam kırk yedi yerde beraber geçmektedir. Bunu on beş yer ile el-Alîm, daha sonra sırasıyla el-Kavî, er-Rahîm, Zu’ntikam, el-Hamîd, el-Ğaffâr, el-Cebbâr, el-Ğafûr, el-Vehhâb, el-Kerîm ve el-Muktedir isimleri tâkip eder. Aziz isminin geçtiği doksan bir âyetin ellisi Mekkî, kırk biri ise Medenî’dir. Burada dikkati çeken önemli bir husus da, Yüce Allah’ın azamet ve kudretini ifâde eden bu Aziz sıfatının daha ziyâde Cemâl sıfatlarıyla beraber zikredilmesidir. Bu doksan bir âyetin on üçünde Zu’ntikam, el-Kavî ve el-Cebbâr isimleriyle yani Celâl sıfatlarıyla beraber geçmektedir. Geriye kalan yetmiş sekiz âyette ise Cemâl sıfatlarıyla beraber geçmektedir. O çok merhametli ve çok affedicidir. Zirâ O azîzdir, izzet sahibidir, kullarına çok acıyandır. Aziz ismi, Kur’ân-ı Kerim’de doksan dokuz yerde geçer. 1885
1883] 3/Âl-i İmrân, 4
1884] 2/Bakara, 209, 220, 228, 240, 260
1885] Azîz isminin geçtiği âyetlerden bazıları şunlardır: 2/Bakara, 129, 209, 220, 228, 240 ve 260; 3/Âl-i İmrân 6, 18, 62 ve 126; 11/Hûd, 66; 26/Şuarâ, 9 ve 68; 34/Sebe', 6; 38/Sâd, 9 ve 22; 35/Fâtır; 2; 40/Mü’min, 2; 44/Duhân, 49; Abdurrahim Güzel, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 188-189
- 452 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Gâlibiyet, Zafer ve Başarı “Çok” ile Değil;
“Hak” ile Birlikte Olmakla Mümkündür
Gâlibiyet/zafer ve hezîmet meselesi, azlık veya çokluk ile ilgili değildir. Aksine bu mesele, tamamıyla iman, teşkilât, program, eğitim ve itaatle ilgilidir. Çünkü teşkilâtlı mü’min bir azınlık, imanını ve teşkilatını yitirmiş kâfir bir çoğunluğa karşı kahredici bir zafer elde edebilir. “Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle çok topluluklara gâlip gelmişlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir.” 1886
Mücâhid mü’min zayıf da olsa, çok büyük güçlere de sahip olsa, Allah’tan yardım istemek ve O’na muhtaç olduğu şuurunu yaşamak konumundadır. Çünkü onun, elinde bulundurduğu maddî güçlerden çok, savaşın zorlu şartlarında sabra ve sebâta ihtiyacı vardır. Zafer de önünde sonunda Allah’ın tarafındadır. Bu itibarla, sahip olduğu güçler veya güçlü olduğu yolundaki hisleri, kendisini Allah’ı unutturacak bir gurura kapılmak gibi bir yanlışa götürmemelidir. Yine, zayıflık hissi de onu Allah’ın sonsuz gücüne bağlayıp O’na dayanmaktan alıkoymamalıdır. Savaşta mü’min ile kâfir arasındaki fark, mü’minin gücünü yeryüzünden göklere uzanan ve hiçbir sınır tanımayan mânevî, rûhî, İlâhî kuvvetten alması; kâfirin ise gücünü yeryüzünden ve onun sınırlı maddî kuvvetlerinden almasıdır.
“Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla defetmese/savmasaydı, yeryüzü bozguna uğrardı. Fakat Allah (bütün) âlemlere karşı lütuf ve ikram sahibidir.”1887 Âyet-i kerîmenin bu cümlesinden şunu anlıyoruz: İnsanların yaşadıkları toplumsal hayatın hareketinde Allah’ın koyduğu tabiî ve fıtrî bir kanun (sünnetullah) vardır. Bütün insanlar sevdiği, istediği ve inandığı şeylere karşı müsbet; sevmeyip istemediği, red ve inkâr ettiği şeylere karşı da menfî bir eğilim taşırlar. Bu gerçek üzere hayatta, karşı fikirler ve tavırlar oluşur ve bunlar hayat içerisinde yerlerini alırlar.
İşte Allah Teâlâ bu âyette, hayatın onun üzerine kurulu olduğu ve üzerinde yürüdüğü bu tabiî kanuna, bunun insanların hayatındaki önemine ve hayatın ıslahatındaki rolüne işaret etmektedir. Bu sünnetullah olmasaydı, yeryüzünün bozguna uğramış olacağını bildirmekte ve bunun Allah’ın âlemlere bir lutfu olduğu vurgulanmaktadır. Çünkü insanlardan biri veya bir kısmı büyük güçlere sahip olduğunda diğer insanlara, onları kendi irâdeleri altında toplamak yolunda baskı yapar. Diğer insanlar da buna karşı çıkmazlarsa bu baskıcı insanların baskıları son derece artar ve yeryüzünü fesâda uğratır, yeryüzünde hakka ve iyiliğe yer bırakmaz. Bunun için hayatın hak, iyilik ve adâlet üzere kaim olmasını ve gelişip ilerlemesini isteyen Allah, bu tabiî kanunu sebebiyle kötülüğün iyilik üzerindeki, bâtılın hak ve zulmün adâlet üzerindeki baskılarını, insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile savarak kaldırmak ve yeryüzü halkına insanca yaşama fırsatını bağışlamak istemiştir. Bu da Allah’ın âlemlere olan bir lütfu ve ikrâmıdır. 1888
Amalika kavminin kralı olan Câlût (Golyat) İsrâiloğullarını defalarca bozguna uğratır. İsrâiloğulları, içlerinde bulunan Samuel peygamberden kendilerine ille de bir kral tâyin etmesini isterler. O güne kadar, saltanat ve istibdat idâresiyle değil, meşverete dayalı nübüvvet idâresiyle yönetilmekteydiler. Samuel peygamber,
1886] 2/Bakara, 249
1887] 2/Bakara, 251
1888] Muhammed Hüseyin Fadlullah, Min Vahyi'l-Kur'an, c. 4, s. 209-213
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 453 -
Allah’ın emriyle onlara Tâlût’u (Saul) kral atadı. İlginçtir ki Tevrat, İsrâiloğullarının bu isteğini Allah’ın hoş karşılamadığını ihsas ederek, kral atamayı âdeta bu talebe verilmiş bir cezâ olarak takdim etmektedir.1889 Tevrat’ın bu bölümündeki ifâdeler, saltanatla nübüvvet arasındaki farkı güzel bir şekilde açıklıyor. Aslında gerek monarşik, gerek teokratik ve demokratik, gerek dikta ve cunta, tüm saltanat çeşitleri Allah’ın nübüvvet yolundan ayrılan toplumlara verdiği bir belâdır. Bu kral istemelerini ve bunun ardında yatan anlayışı, “yahûdileşme temâyülü” bağlamında değerlendirirsek, saltanat, bir “yahûdileşme alâmeti”dir. Peygamberleri, onları saltanattan sakındırıp onun getireceği zulüm ve sefâhati bir bir saydığı1890 halde, onlar yine de ısrarla kendilerine bir kral seçmesini istemişler, istişâreye dayalı sivil yönetime, zorbalığa dayalı monarşiyi tercih etmişlerdir.
İşte bu istek üzerine Samuel Peygamberin atadığı Tâlût ile Amalika kralı Câlût arasında geçen savaşta olanlardan bir kesit Kur’an’da şöyle verilir: “Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca, ‘Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan hiç tatmazsa bendendir (benimledir), ancak eliyle bir avuç içen de istisnâ edilmiştir (o da benimledir)’ dedi. İçlerinden pek azı müstesnâ hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, ‘bu gün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur’ dediler. Kendilerinin, sonunda Allah’ın huzuruna varacaklarını bilenler, kendi aralarında ‘nice az kişiler vardır ki, sayıca kendilerinden çok olan topluluklara Allah’ın izniyle gâlip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir’ dediler.” 1891
Burada iki grup var: a) Allah’a hüsnüzan edenler, b) Allah’a sûizan edenler. Allah’a hüsnüzan edenler, komutanlarına itaat ediyorlar. Başarıyı kelle sayısında değil; öncelikle Allah’ın izninde, sonra da disiplin ve itaatte görüyorlar. Allah’a hüsnüzan edenler, O’na kavuşacaklarını biliyorlar. Bu nedenle de ölümden korkmuyorlar. Şehâdetin bir bayram olacağının farkındalar. Allah’a sûizan edenler ise, hem itaat ve disiplinden yoksunlar, hem de başarıyı kelle sayısında, çoklukta arıyorlar. Onların derdi “hak” ile birlikte olmak değil; “çok” ile birlikte olmak. Çünkü “ekseru’n-nâs/insanların çoğu” böyledir. Onun için de Allah’ı hakkıyla takdir edemiyorlar.
Allah’a hüsnüzan edenler diyorlar ki: “Ey Rabbimiz, üzerimize sabır dök! Ayaklarımızı sağlam tut ve o kâfir millete karşı bize yardım et.”1892 Ve sonunda bilinçli, inançlı, disiplinli ve itaatli azınlığın, çoğunluğa gâlip geldiğini yine Kur’an’dan öğreniyoruz.
Günümüz müslümanlarının düştüğü bu çokluk ve güç tuzağı, temelde Allah’a itimatsızlık ve sûizan olayıdır. İnsanlık tarihini doğru okuyanlar iyi bilirler ki, insanlığın kaderini değiştiren büyük devrimler, şuursuz kalabalıklar sâyesinde değil; iyi eğitilmiş bir avuç şuurlu kadrolar sâyesinde gerçekleşmiştir. Bunun en canlı örneği yeryüzünün en büyük inkılâbı olan Saâdet Asrı inkılâbıdır. Bu inkılâp şuursuz kitlelerin, câhil kalabalıkların elleriyle değil; inandığı değerler uğruna ölmeyi bilen bir avuç iyi yetiştirilmiş insan eliyle gerçekleştirilmiştir.
Günümüzdeki hareketlerin en büyük zaafı kitleleri şuurlandırmaya
1889] Bk. I. Samuel, 8/7-17
1890] Bk. I. Samuel, 8/7-17
1891] 2/Bakara, 249
1892] 2/Bakara, 250
- 454 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çalışmaktır. Kitleler tarihin hiçbir döneminde şuurlandırılamamış, ancak şartlandırılmıştır. Şuurlandırılması elzem olan çekirdek kadrolardır. Çağdaş İslâmî yapılanmalar ise bunun tam tersini yapmaya çabalıyorlar: Kitleleri şuurlandırmak, kadroları şartlandırmak... Çünkü eğer kadrolar şuurlandırılırsa belki elden kaçabilir. Bu korkuyla onları şuurlandırma yerine, şartlandırma mantığı güdülmektedir. 1893
Çoklukla Övünenler: “(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Öyle ki ziyaret edip saydınız kabirleri.”1894 İlk âyette geçen ve aynı zamanda sûrenin de adı olan “tekâsür”, çokluk yarışı yapmak, çoklukla övünmek anlamındadır. Kur’an’da bu deyim, insanın niteliğe karşılık niceliği öne çıkarışını kınamak için kullanılmaktadır. Seviyesiz, onuru düşük bir hayatın temsilcileri mal ve evlât çokluğu ile böbürlenmeyi ve hayatı böyle birçoklukta öne geçmenin bir yarış arenası haline getirmeyi esas alırlar. İnsanoğlunun bu yarışı, mezarlıkları ve ölüleri sayacak kadar ileri götürdüğünü söyleyen Kur’an, bunun en büyük aldanışlardan biri olduğuna dikkat çeker.
Tekâsür, çokluk anlamına gelen “kesret” teriminden türetilmiştir. Onun üç anlamı vardır: Birincisi, insanın en fazla kesret/çokluk elde etmek için çalışmasıdır. İkincisi, insanların bolluk elde etmek için birbirleriyle yarışması ve birbiri üzerine çıkmaya çabalamasıdır. Üçüncüsü, insanların birbirlerine karşı kibirli davranmalarının bolluk dolayısıyla olmasıdır. Tekâsür, yani “çoklukla yarış” insanların yaşamını öylesine derinden etkilemiştir ki, onlar, daha önemli şeylerden gâfil olmuşlardır. Onlar, hayat seviyeleri yükselsin diye kendilerini o kadar kaptırmışlardır ki, insanî seviyelerini düşürmeyi bile göze almışlardır. Çok fazla servet elde etmek isterken bunun hangi yolla olacağını düşünmeden bu isteklere tutulmuşlardır. Onlar, çok fazla güç, en büyük askerî kuvvet ve en gelişmiş silahları elde etmek isterler. Bu yolda birbirleriyle yarış içindedirler. Fakat onlar, bütün bunların, Allah’ın arzında zulüm yapmak ve insanlığın felâketini hazırlamak anlamına geldiğini düşünmezler. Kısaca “tekâsür”, insanları ve toplumları içine çeken sayısız şekillerdedir. Artık gece gündüz dünyadan, ondan faydalanmaktan ve dünyevî lezzetlerden başka bir şey düşünmeye meydan kalmamıştır.
İkinci âyette geçen “sonunda kabirleri ziyâret ettiniz” deyiminde üç anlam muhtemeldir: İlkine göre, “siz ölünceye kadar mal ve evlât çoğaltmakla meşgul oldunuz” demektir. Kabirleri ziyâret etmek, ölüp kabre gömülmek anlamındadır. İkincisine göre, “kabirleri ziyâret etmek”, kabirlerdeki ölüleri anmaktır, kabirlerde olan ölülerle övünmek, onları ziyâret etmek şeklinde ifade edilmiştir. Bazı kimseler ölen atalarıyla övünürler. Âyetin anlamı, çokluk övünme sizi o kadar oyaladı ki, ölüleri anacak, onlarla övünecek kadar ileri gittiniz. Üçünscüsüne göre, “kabirleri ziyâret ettiniz” deyimi, fiilen kabirlere gittiniz, demektir. Bazı kimseler övünmek için kabirlere gider, adamlarının kabirlerini göstererek “işte şu, şu bizim kabirdir” demek sûretiyle oradaki ölülerle övünürlerdi. Bir rivâyete göre Ensar kabilelerinden Hârise oğullarıyla, Hâris oğulları birbirine karşı övünmüşler, biri diğerine: “Sizin içinizde falan, falan gibisi var mı?” demiş, ötekiler de böyle söyleyip her kabile, ötekine karşı sağ olan adamlarıyla övündükten sonra sıra mezarlıktaki ölüleri saymaya kadar gelmiş: “Haydi kabristana gidelim”
1893] Mustafa İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s. 367-369
1894] 102/Tekâsür, 1-2
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 455 -
demişler. Mezarlıktaki ölüleri göstererek: “Sizde falan, falan gibi var mı?” diye birbirlerine karşı övünmüşler, Allah bu âyeti indirmiş.
Âyette gerçekten kabirleri ziyâret kast edilmiş olsa da, burada kötülenen ziyâret, ölülerle övünmek için yapılan ziyârettir. Ölüleri rahmetle anma ve âhireti düşünmek için kabirleri ziyâret kötü değil; tam aksine, sünnettir. Çünkü kınanan kabir ziyâreti, kişiyi âhiretten gaflete düşüren ziyârettir. Özetle, âyetlerde insanların mal ve evlât çoğaltmak için birbirleriyle yarışa girmeleri ve ölünceye kadar ömürlerini bu tutku ile geçirmeleri kınanmakta ve yakında, kendilerine haber verilen âhiret sorumluluğunun gerçek olduğunu kesin olarak bilecekleri ve o gün, kendilerine verilmiş olan dünya nimetlerinin hesabının sorulacağı vurgulanmaktadır.
Sanki bir uyarış çığlığı, yüksek bir yerden olanca sesiyle ve sesinin keskinliğiyle bağırmaktadır: “Ey uykuya dalmış olan mahmur gözlüler, ey mallarıyla çocuklarıyla ve dünya hayatıyla aldananlar, ey bulundukları duruma kapılıp kalanlar, ey böbürlenip gururlandıkları şeyleri her ikisinin de bulunmadığı dar bir çukura atıp gidenler... Uyanın, kendinize gelin!” 1895
Çokluk, Çoğunluk: İnsanların çoğunun bilmediğini, şükretmediğini, akletmediğini, akıllarını kullanmadığını, yoldan çıkmışlığını, günah ve haram peşinde koştuklarını, insanların mallarını haksız yere yediklerini, çokluğu ve çoğunluğu ile şişindiğini, bu yüzden mallarının ve evlâtlarının çokluğu ile övündüklerini, daha çok ve daha zengin oldukları halde, kendilerinden önce nice toplulukların yok edildiğini, bütün bunlardan ders almayan insanların yine pek çoğunun yoldan çıktığını, âyetler sıralanamayacak kadar çoklukta ve ısrarla söz etmektedir. Çokluğun ancak Allah’ı zikirde, şükretmede, zikretmede, kulluk etmede işe yarayan bir şey olduğu da yine Kur’an’da üzerinde durulan gerçek olarak belirtilmektedir. “Onların (insanların) çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan/gerçekten hiçbir şey ifâde etmez.”1896 Evet, gerçekten/haktan bir şeyin ifâdesi bulunmayan zanna uyanlar ister çoğunluk, ister azınlık olsun, haktan bir şeyin ifâdesi olmayana uyduklarına göre akletmiyorlar demektir. Gerek çokluğun, gerek çoğunluğun, gerekse çoğulculuğun temelinde kendini bile bilmeyen insan ve onun zanna uyan aklı yatmaktadır.
Çokluğu da, çoğunluğu da, çoğulculuğu da demokrasi bütününe güvenmemesi için yaşamının sağlamasını yapmakla varacağı nokta insana, kendinin farkına varmasına yardımcı olacaktır. Teslim olmadan yapamadığı görülen insanın, teslim olmaması değil; kime ve neye teslim olacağı ile ilgili tercihleri söz konusudur. “İnsan kendi hevâsına mı, başkalarının (çoğunluğun) hevâsına mı, yoksa Allah’a mı teslim olmalıdır?” sorusuna verilecek isâbetli cevap insanın önünü açacaktır. Açılan ufku insanın bütünü görmesini, kendinin farkına varmasını sağlayacaktır. Önü açılan insanın görebildiği bütün karşısında yapacağı seçim, elbette daha isâbetli olacaktır. Hayat, ona hayat verene teslim olmakla anlamlanacaktır. Teslim olamadan yapamayan insan, en güvenilire teslim olmakla ancak tatmin olabilir. 1897
1895] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, s. 339-342
1896] 10/Yûnus, 36
1897] Ercüment Özkan, İnanmak ve Yaşamak, c. 2, s. 149-150
- 456 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an’da Ekseriyet/Çokluk: “...Nice az kişiler vardır ki, sayıca kendilerinden çok olan topluluklara Allah’ın izniyle gâlip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” 1898
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.” 1899
“Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz.” 1900
“Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir.” 1901
“Onların (insanların) çoğu, ancak şirk/ortak koşarak Allah’a iman ederler.” 1902
“İnsanların çoğu şükretmez.” 1903
“İnsanların çoğu fâsıktır.” 1904
“İnsanların çoğu bilmezler.” 1905
“İnsanların çoğu iman etmezler.” 1906
“Onlardan çoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür!” 1907
“Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (âhiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür; Allah onlara gazab etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar.” 1908
“İblis dedi ki: ‘Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için Senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve Sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!” 1909
“Andolsun Biz cinler ve insanlardan çoğunu cehennem için yaratmışızdır...” 1910
“Onların (insanların) çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını tümüyle bilir.” 1911
“İnsanların çoğu, âyetlerimizden ğâfildir.” 1912
1898] 2/Bakara, 249
1899] 6/En'âm, 116
1900] 9/Tevbe, 25
1901] 12/Yûsuf, 103
1902] 12/Yûsuf, 106
1903] 2/Bakara, 243
1904] 5/Mâide, 59
1905] 7/A'râf, 187
1906] 11/Hûd, 17
1907] 5/Mâide, 62
1908] 5/Mâide, 80
1909] 7/A'râf, 17
1910] 7/A'râf, 179
1911] 10/Yûnus, 36
1912] 10/Yûnus, 92
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 457 -
“Onlar (insanlar) Allah’ın nimetini bilirler (itiraf ederler). Sonra da onu inkâr ederler. Onların çoğu kâfirdir.” 1913
“Yoksa O’ndan başka birtakım tanrılar mı edindiler? De ki: ‘Haydi delillerinizi getirin! İşte benimle beraber olanların Kitab’ı ve benden öncekilerin Kitab’ı. Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler; bu yüzden de yüz çevirirler.” 1914
“... İnsanlardan birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur.” 1915
“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha sapıktırlar.” 1916
“Şüphesiz bunlarda (Allah’ın kudretine) bir alâmet vardır; ama çoğu iman etmezler.” 1917
“Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.” 1918
“Bunda elbet (alınacak) büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.” 1919
“Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.” 1920
“Doğrusu bunda büyük bir ibret vardır; ama çokları iman etmezler.” 1921
“Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.” 1922
“Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” 1923
“Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler.” 1924
“(Cehennem bekçisi Mâlik, cehennemliklere şöyle der:) Andolsun Biz size hakkı getirdik, fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.” 1925
İsrâiloğullarının nehirle imtihan olması konusunda görüyoruz ki, yahûdileşmiş insanlar, düşmanlarının sayısını ve gücünü gözlerinde büyütmüşlerdi. Onların anlayışına göre nicelik önemlidir. Sayı önemlidir. Bakışlar keyfiyete değil, kemmiyete; niteliğe değil, niceliğe dönüktür. Çünkü nehrin bu tarafında, nicelik geçerlidir. Nehrin öte yakasına geçilmediği sürece, niceliğin egemenliği yakamızı bırakmayacaktır. Oysa, melekûtî bir nazarla bakan, eşyanın hakikatine nazar eden, sebeplere değil, Müsebbibu’l-Esbâb olan Allah’a yapışan için, niteliktir önemli olan. O bilir ki, her şey Rabbimizin izin, havl ve kudretine bağlıdır. O isterse ve hikmeti iktizâ ederse, küçük bir sinek Nemrud’u gebertir, küçücük karıncalar Firavun’un sarayını yıkar, elektron mikroskobuyla dahi görülemeyen bir hepatit virüsü kendini dünyaya bedel sayan bir müstekbiri alteder. Ve bir çocuk, donanımlı ordusunun başındaki heybetli Câlût’u tek bir sapan taşıyla cehenneme
1913] 16/Nahl, 83
1914] 21/Enbiyâ, 24
1915] 22/Hacc, 18
1916] 25/Furkan, 44
1917] 26/Şuarâ, 8
1918] 26/Şuarâ, 67
1919] 26/Şuarâ, 103
1920] 26/Şuarâ, 121
1921] 26/Şuarâ, 139
1922] 26/Şuarâ, 223
1923] 36/Yâsin, 62
1924] 41/Fussılet, 4
1925] 43/Zuhruf, 78
- 458 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gönderir. Esbâb ırmağının öte yakasına geçebilenler, Tâlût’u terk etmeyen az sayıda mü’min gibi, görürler ki, “Allah’ın izniyle, nice azlar, nice çokları yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.”
Yeter ki, bizi daima sebepler batağına çekmeye çalışan hevâ ve şeytan ikilisine karşı Allah’a iman ve emrine itaatle sabır gösterilsin. Ayaklarımız iman üzere olsun ve bu halde sebat bulsun. Sonucu Allah’tan değil; sebeplerden bilme gibi tavırlara kaymasın. Bugün ehl-i dünyanın maddî başarıları ve niceliğin egemenliği karşısında yılgın ve ezik olan ehl-i din için, Rabbimizin zikrettiği bu mânidar kıssa öyle şifâlı, öylesine nûrânî bir reçete sunuyor ki...
Kur’an-ı Kerim’de Gâlibiyet ve Allah’ın Yardımı
Kur’ân-ı Kerim’de gâlibiyet ve mağlûbiyetle ilgili olarak kullanılan “ğ-l-b” kelimesi ve türevleri, toplam 31 yerde geçer. Yardım ve zafer anlamındaki “nasr” kelimesi ve türevleri ise toplam 158 yerde kullanılır. Yardımı kesmek anlamında “h-z-l” ve türevleri 3 yerde, başarı anlamındaki “tevfîk” kelimesi ve türevleri 4, gâlibiyet anlamındaki zafer kelimesi ise 1 yerde zikredilir.
Yine, konuyla ilgili olarak ve daha çok da âhirete yönelik “kurtulma, kurtuluş, selâmet ve mutluluk anlamındaki “felâh” kelimesi ve türevleri toplam 40 yerde zikredilir. Bu kavramın zıddı anlamında kullanılan, yani zarar, ziyan ve kayıp anlamına gelen “hüsrân” ve türevleri de Kur’ân-ı Kerim’de 65 yerde kullanılır.
Bilindiği gibi “ğâlib”; yenen, üstün gelen anlamına gelir. “... Öyle ya, Allah emrine gâliptir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.”1926 Bu âyette görüldüğü gibi, Kur’an gâlib sıfatını Allah’a izâfe etmiştir. “Eğer Allah size yardım ederse, artık size gâlip gelecek kimse yoktur. Ve eğer size yardımını keserse, bundan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etmeli, sadece O’na güvenip dayanmalıdır.”1927 Bu âyette gâlibiyetin ancak Allah’ın yardımı ile mümkün olduğu açıklanmış, O’nun yardımını kestiği durumda gâlibiyetin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Görüldüğü gibi, Kur’ân-ı Kerim’de, hem Allah’ı gâlib sıfatıyla tanımak ve hem de gâlibiyeti Allah’tan bilmek gereği açık ifâdelerle yer almıştır. Bu itibarla da Gâlib ismi, Esmâü’l-Hüsnâdan sayılmıştır.
“(Ey mü’minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve onlar öylesine sarsıldılar ki Peygamber ve onunla beraber iman edenler nihâyet ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ dediler. İşte o zaman (onlara), ‘Şüphesiz Allah’ın yardımı yakın’ (denildi).” 1928
“... Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: ‘Nice az sayıda birlik, Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir’ dediler.” 1929
“Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında; ‘Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et’ dediler. Sonunda Allah’ın izniyle onları hezîmete uğratıp yendiler. Dâvud da Câlût’u öldürdü. Allah ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah insanlardan bir
1926] 12/Yûsuf, 21
1927] 3/Âl-i İmrân, 160
1928] 2/Bakara, 214
1929] 2/Bakara, 249
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 459 -
kısmının kötülüğünü diğerleriyle def edip savmamasaydı elbette yeryüzü fesâda uğrar, altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.” 1930
“Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan nûra/aydınlığa çıkarır. İnkâr edip kâfir olanlara gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlıklara götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” 1931
“Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” 1932
“(Bedir’de) Karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir grup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir grup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.” 1933
“Onlar (ehl-i kitap) size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” 1934
“Hani sen (ey Rasûlüm), sabah erkenden mü’minleri savaş mevzilerine yerleştirmek için âilenden ayrılmıştın. -Allah, hakkıyle işiten ve bilendir.- O zaman, içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Hâlbuki Allah onların yardımcısı idi. Mü’minler, yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” 1935
“Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah’tan sakının ki O’na şükretmiş olasınız. O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sâyede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır. Allah, kâfirlerden bir kısmının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler diye, size yardım eder).” 1936
“(Ey mü’minler!) Gevşemeyin, üzüntüye kapılmayın. Siz eğer (gerçekten) mü’min iseniz (düşmanlarınıza gâlip ve onlardan) çok üstünsünüzdür.” 1937
“Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma, bazen öteki topluma nasip ederiz.) Tâ ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şâhitler edinsin. Allah zâlimleri sevmez.” 1938
“Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde
1930] 2/Bakara, 250-251
1931] 2/Bakara, 257
1932] 2/Bakara, 286
1933] 3/Âl-i İmrân, 13
1934] 3/Âl-i İmrân, 111
1935] 3/Âl-i İmrân, 121-122
1936] 3/Âl-i İmrân, 123-127
1937] 3/Âl-i İmrân, 139
1938] 3/Âl-i İmrân, 140
- 460 -
KUR’AN KAVRAMLARI
savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibâretti: ‘Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sâbit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!’ Allah da onlara dünya nimetini ve (daha da önemlisi,) âhiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları sever.” 1939
“Siz Allah’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vaadini yerine getirmiştir. Nihâyet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (gâlibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, âhireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, mü’minlere karşı çok lütufkârdır. 1940
“Eğer Allah size yardım ederse, artık size gâlip gelecek kimse yoktur. Ve eğer size yardımını keserse, bundan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etmeli, sadece O’na güvenip dayanmalıdır.” 1941
“Bir kısım insanlar, mü’minlere: ‘Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!’ dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!’ dediler. Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah’ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah’ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, Benden korkun.” 1942
“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.” 1943
“Sulh (daha) hayırlıdır.” 1944
“Sizi gözetleyip duranlar, eğer size Allah’tan bir zafer (nasib) olursa, ‘Sizinle beraber değil miydik?’ derler. Kâfirlerin (zaferden) bir nasipleri olursa (bu sefer de onlara), ‘Sizi yenip (öldürebileceğimiz halde öldürmeyip) mü’minlerden korumadık mı?’ derler. Artık Allah kıyâmet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.” 1945
“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah’a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” 1946
“... Bir topluma karşı beslediğiniz kin, sizi tecâvüze, haddi aşmaya sevk etmesin! İyilik ve takvâ (Allah’ın yasaklarından sakınma) üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.” 1947
“Kim Allah’ı, Rasûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki); gâlip olanlar, üstün
1939] 3/Âl-i İmrân, 146-148
1940] 3/Âl-i İmrân, 152
1941] 3/Âl-i İmrân, 160
1942] 3/Âl-i İmrân, 173-175
1943] 4/Nisâ, 45
1944] 4/Nisâ, 128
1945] 4/Nisâ, 141
1946] 4/Nisâ, 144
1947] 5/Mâide, 2
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 461 -
gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır.” 1948
“Mûsâ, kavmine dedi ki: ‘Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç takvâ sahiplerinindir (Allah’tan korkup günahtan sakınanlarındır).” 1949
“Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duânızı kabul buyurdu. Allah bunu (meleklerle yardımı) sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yapmıştı. Zaten yardım yalnız Allah tarafındandır. Çünkü Allah mutlak gâliptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. O zaman katından bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu; sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (verdiği vesveseyi) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve savaşta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu. Hani Rabbin meleklere: ‘Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına!’ diye vahyediyordu. Bu söylenenler, onların Allah’a ve Resûlüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.” 1950
“(Savaşta) Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, mü’minleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. Bu böyledir. Şüphesiz Allah, kâfirlerin tuzağını bozar.” 1951
“Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır.” 1952
“Hatırlayın ki, (Bedir savaşında) siz vâdinin yakın kenarında (Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında (Mekke tarafında) idiler. Kervan da sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi. Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilâfa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah hakkıyla işitendir, bilendir.” Hatırla ki, Allah, uykunda sana onları az gösterdi. Eğer onları sana çok gösterseydi, elbette çekinecek ve bu iş hakkında münâkaşaya girişecektiniz. Fakat Allah (sizi bundan) kurtardı. Şüphesiz O, kalplerin özünü bilir. Allah, olacak bir işi yerine getirmek için (savaş alanında) karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah’a döner. Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok zikredin/anın ki başarıya erişesiniz.” 1953
“Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: ‘Bugün insanlardan size gâlip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım’ dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve: ‘Ben sizden uzağım, ben sizin göremediklerinizi görüyorum, ben Allah’tan korkuyorum; Allah’ın azâbı şiddetlidir’ dedi.” 1954
1948] 5/Mâide, 56
1949] 7/A’râf, 128
1950] 8/Enfâl, 9-13
1951] 8/Enfâl, 17-18
1952] 8/Enfâl, 36
1953] 8/Enfâl, 42-45
1954] 8/Enfâl, 48
- 462 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“O zaman münâfıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar, (sizin için), ‘Bunları, dinleri aldatmış’ diyorlardı. Hâlbuki kim Allah’a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. (Kendisine güveneni üstün ve gâlip kılacak O’dur. Yoksa orduların sayı ve techizat üstünlüğü değildir).” 1955
“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir. Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.” 1956
“Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz (kâfir)e gâlip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye gâlip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye gâlip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle (onlardan) iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.” 1957
“Hiçbir peygambere, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) âhireti istemektedir. Allah, azîzdir (dostlarını düşmanları üzerine gâlip kılandır, üstün ve güçlüdür), hakîmdir (her duruma lâyık olanı hakkıyla ve hikmetiyle bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir).” 1958
“Onların (müşriklerin) nasıl (anlaşmaya uyması söz konusu) olabilir ki! Onlar size gâlip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de antlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi râzı ediyorlar, hâlbuki kalpleri (buna) karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” 1959
“Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifâya kavuştursun.” 1960
“Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezîmete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz. Sonra Allah, Rasûlü ile mü’minler üzerine sekînetini (sükûnet ve huzur duygusu) indirdi, sizin görmediğiniz ordular (melekler) indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezâsıdır.” 1961
“Allah’ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidâyet ve Hak Din ile gönderendir.” 1962
“Eğer siz ona (Rasûlullah’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin
1955] 8/Enfâl, 49
1956] 8/Enfâl, 61-62
1957] 8/Enfâl, 65-66
1958] 8/Enfâl, 67
1959] 9/Tevbe, 8
1960] 9/Tevbe, 14
1961] 9/Tevbe, 25-26
1962] 9/Tevbe, 32-33
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 463 -
görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” 1963
“De ki: (Siz bizim için) iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.” 1964
“Andolsun Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da: ‘Yeryüzüne sâlih/iyi kullarım vâris olacaktır’ diye yazmıştık.” 1965
“Onlar, sadece ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defetmeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol zikredilen manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak sûrette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, azîzdir/gâliptir.” 1966
“İşte böyle. Her kim, kendisine verilen eziyetin dengi ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine bir tecâvüz ve zulüm vâki olursa, emin olmalıdır ki, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Hakikaten Allah çok bağışlayıcı ve mağfiret edicidir.” 1967
“Allah sizden iman edip sâlih amel işleyenlere vaad etmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldı, halifeler yaptı, güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılıp halifeler yapacak, güç ve iktidar sahibi kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve Bana hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayacaklar. Ama kim bundan sonra da nankörlük edip küfre giderse işte onlar, fâsıktırlar, yoldan çıkanlardır.” 1968
“Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah’ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öclerini alanlar) başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” 1969
İnsanlardan öylesi vardır ki, ‘Allah’a iman ettik’ der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah’ın azabıymış gibi sayar; ama Rabbinden bir yardım ve zafer gelirse, andolsun; ‘Biz gerçekten sizlerle birlikteydik’ demektedirler. Oysa Allah, âlemlerin sineleri içinde olanı en iyi bilen değil midir?” 1970
“Siz ne yeryüzünde ne de gökte (Allah’ı) âciz bırakamazsınız. Allah’tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız.” 1971
“Elif. Lâm. Mîm. Rumlar (Hıristiyan Bizanslılar, mecûsî/müşrik İranlılara) mağlûp oldu. Arapların bulunduğu bölgeye yakın bir yerde. Hâlbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra
1963] 9/Tevbe, 40
1964] 9/Tevbe, 52
1965] 21/Enbiyâ, 105
1966] 22/Hacc, 40
1967] 22/Hacc, 60
1968] 24/Nûr, 55
1969] 26/Şuarâ, 227
1970] 29/Ankebût, 10
1971] 29/Ankebût, 22
- 464 -
KUR’AN KAVRAMLARI
birkaç yıl içinde gâlip geleceklerdir. Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da (eninda sonunda) emir Allah’ındır. O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, nusretiyle dilediğine yardım eder, dilediğini gâlip kılar. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir. (Bu) Allah’ın vâdettiğidir. Allah vâdinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.” 1972
“Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Mü’minlere yardım etmek, onlara zafer vermek de Bize düşer.” 1973
“Sen şimdi sabret. Bil ki Allah’ın vaadi gerçektir. (Buna) iyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevk etmesin!” 1974
“Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi. Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden ve alt yanından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman; İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı. Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar: ‘Meğer Allah ve Rasûlü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuş!’ diyorlardı.” 1975
“Allah, o inkâr eden kâfirleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi. Allah (ın yardımı) savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak gâliptir. Allah, ehl-i kitaptan, onlara (müşrik ordularına) yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz. Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah’ın her şeye gücü yeter.” 1976
“Andolsun ki (peygamber olarak) gönderilen kullarımız hakkında bizim geçmiş sözümüz (vardır): Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. Muhakkak Bizim ordumuz, kesinlikle gâlip gelenlerdir.” 1977
“Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şâhitlerin şâhitlik edecekleri günde yardım eder, zafer veriririz.” 1978
“Yeryüzünde (O’nu) âciz bırakamazsınız. Allah’tan başka bir dostunuz ve bir yardımcınız da yoktur.” 1979
“Öyleyse, inkâr edenlerle (savaş sırasında) karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları ‘iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da’ artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) veya bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi
1972] 30/Rûm, 1-6
1973] 30/Rûm, 47
1974] 30/Rûm, 60
1975] 33/Ahzâb, 9-12
1976] 33/Ahzâb, 25-27
1977] 37/Sâffât, 171-173
1978] 40/Mü’min, 51
1979] 42/Şûrâ, 31
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 465 -
içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip boşa çıkarmaz.” 1980
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sâbit tutar, kaydırmaz.” 1981
“Bu, Allah’ın, inananların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince, onların yardımcıları yoktur.” 1982
“Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” 1983
“Ve Allah, sana üstün ve onurlu bir zaferle yardım etsin.” 1984
“İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır.” 1985
“Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah azîzdir, hakîmdir.” 1986
“Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı. Allah’ın, ötedenberi süregelen kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. Onlara karşı size zafer verdikten sonra, Mekke’nin göbeğinde ellerini sizden ve sizin de ellerinizi onlardan çeken O’dur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” 1987
“Allah; ‘Elbette ben ve elçilerim gâlip geleceğiz’ diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, gâliptir.” 1988
“O, öyle Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir. O, yaratan, var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şânını yüceltmektedirler. O, azîzdir/gâliptir, hikmet sahibidir. 1989
“Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için fitne/deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak sensin.” 1990
“Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zâlimler onlardır.” 1991
“Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah’tan yardım ve zafer (nusret) ve
1980] 47/Muhammed, 4
1981] 47/Muhammed, 7
1982] 47/Muhammed, 11
1983] 47/Muhammed, 35
1984] 48/Fetih, 3
1985] 48/Fetih, 4
1986] 48/Fetih, 7
1987] 48/Fetih, 22-24
1988] 58/Mücâdele, 21
1989] 59/Haşr, 23-24
1990] 60/Mümtehıne, 5
1991] 60/Mümtehıne, 9
- 466 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yakın bir fetih. Mü’minleri müjdele!” 1992
“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havârîlere: ‘Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir?’ demişti. Havârîler de: ‘Allah (yolunun) yardımcıları biziz’ demişlerdi. İsrailoğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de inkâr etmişti. Nihâyet biz iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” 1993
“... İzzet (şeref, kuvvet ve gâlibiyet) Allah’ındır, Peygamberinindir, mü’minlerindir, fakat münâfıklar (bunu) bilmezler” 1994
“Rahmân olan Allah’a karşı şu size yardım edecek askerleriniz hani, kimlerdir? İnkâr eden kâfirler, ancak derin bir gurur (gaflet ve aldanma) içinde bulunmaktadırlar.” 1995
Ve bir hadis-i şerif: “Bir kavim, zayıf ve yoksuldular, kuvvette ve sayıda güçlü olanlar onlarla savaştı. Allah Teâlâ, o zayıfları onlara gâlip kıldı. Onlar da düşmanlarına (kötülük) kastederek onları (büyük zorluklarda) kullandılar ve onlara Mûsâllat oldular. Böyle Allah Teâlâ’ya kavuşacakları güne kadar Allah’ı kendilerine gazap ettirdiler/kızdırdılar.” 1996
Allah’ın Yardımını Bekleyenler, Allah’ın Dinine Yardım Etmelidir!
Allah, yarattığı her şeyi güzel yapmıştır.1997 O, insanı da en güzel biçimde yaratmıştır.1998 İnsana şekil verip şeklini güzel yapan ve onları temiz/güzel besinlerle rızıklandıran Allah’tır.1999 Allah, insanı şan ve şeref sahibi kılarak ona ikram etmiş, güzel rızıklar vermiş, yarattıklarının çoğundan üstün kılmıştır.2000 Gökleri ve yeri yaratan, gökten suyu indirip onunla rızık olarak bize türlü meyveler çıkaran, izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrimize veren, nehirleri de bize akıtan ancak Allah’tır.2001 Âdetleri üzere seyreden güneşi ve ayı bize faydalı kılan, geceyi ve gündüzü istifâdemize veren yine Allah’tır.2002 O, yerde ne varsa hepsini bizim için yaratmıştır.2003 O bize istediğimiz her şeyden vermiştir. Eğer Allah’ın nimetlerini sayacak olsak, onu sayamayız. 2004
Bunca nimet ve ihsânını sunan Yüce Allah insanları ancak kendisine ibâdet/kulluk yapsınlar diye yaratmıştır.2005 Kur’an’ın nazarında, hayat bir imtihan, daha doğrusu bir imtihanlar zinciridir. Semâvât ve arzın yaratılışının gâyesi de zaten insanın imtihana tâbi tutulmasıdır.2006 Ölüm ve hayatın yaratılışı da aynı gâyeyi
1992] 61/Saff, 13
1993] 61/Saff, 14
1994] 63/Münâfıkun, 8
1995] 67/Mülk, 20
1996] Ahmed bin Hanbel, V/407
1997] 32/Secde, 7
1998] 95/Tîn, 4
1999] 40/Mü’min, 64
2000] 17/İsrâ, 70
2001] 14/İbrâhim, 32
2002] 14/İbrâhim, 33
2003] 2/Bakara, 29
2004] 14/İbrâhim, 34; 16/Nahl, 18
2005] 51/Zâriyât, 56
2006] 11/Hûd, 7
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 467 -
taşır.2007 Allah’ın dünya ve âhirette yardımını ve vaad ettiği cenneti kazanabilmesi için, insanın hayatı boyunca tâbi tutulacağı imtihanlarda İlâhî yardıma lâyık olduğunu ispatlaması lâzımdır.2008 Bu imtihanlar, gerçekten iman edenlerle etmeyenleri birbirinden ayırır. 2009
İnsandan kendine doğru adım atmasını isteyen Rabbimiz, dünya imtihanını kazanması için insandan gayret ve çaba ister. Tüm âlemlerin rabbi olan Allah Teâlâ, insana verdiği bunca nimete şükür mü, yoksa nankörlük mü edileceğini dener. Onun için kul ile Allah arasındaki ilişkiler, kul öncelikli olmalıdır. Sünnetullah dediğimiz Allah’ın değişmez kanunlarındaki icraat böyle istemektedir. Kul, Allah’a iman edip Allah ve Rasûlüne itaat edecek, Allah da onları büyük kurtuluş olan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyacaktır.2010 Kul şükredecek, Allah da (nimetlerini) arttıracaktır.2011 Kul ihsân edecek, Allah da ihsân eden kulu sevecek, ihsâna ihsanla, iyilik ve güzellikle karşılık verecektir.2012 Kul, Allah uğrunda cihad edecek, Allah da kendi yollarına eriştirecektir.2013 Kul, duâ edecek, Rabbi de duâsına icâbet edecektir.2014 Kul Allah’ı zikredecek ki, Allah da kulunu zikretsin.2015 Kul Allah’a bir adım yaklaşacak, Allah da bir arşın ona doğru yaklaşacaktır. Kul yürüyerek O’na doğru giderse Allah da koşarak cevap verecektir.2016 Allah, iman edip sâlih amel işleyen kullara, daha önceki ümmetleri hâkim kıldığı gibi, yeryüzünde halife kılacak, dinlerini yerleştirip koruyacak, yani onlara devlet nimetini de ihsan edecektir. Yeter ki, kullar sadece Allah’a kulluk ve ibâdet edip, hiçbir şeyi O’na şirk koşmasınlar, O’na hiçbir şeyi eş tutmasınlar, yani zafere, devlete lâyık olsunlar. 2017
“Zahmetsiz rahmet olmaz.” Allah sebeplerin mahkûm değildir, ama dünyayı bir sebepler kanununa bağlı kılmıştır. “Yere eken göğe bakar” Yere bir şey ekmeyen kimsenin göğe bakıp yağmur ve rahmet bekleme hakkı yoktur. Tarlaya tohum ekmeden, yani fiilî duâ yapmadan, kimsenin Allah’tan ekin istemesi (kavlî duâ) doğru olmaz. Sünnetullah dediğimiz Allah’ın evrendeki değişmez kanunları, hep sebep-sonuç ilişkilerine oturtulmuştur.
Aynen böyle; kul, Allah’a, yani O’nun dinine yardım edecektir ki, O da kuluna yardım etsin.2018 İman edenler, kendilerinden önceki mü’minlerin sünnetullah gereği başından geçen sıkıntılara göğüs gerecek ve “Allah’ın yardımı ne zaman?” diye tavırları ve dilleriyle o yardımı bekleyip hak kazanacaklar ki, “Allah’ın yardımı yakın” olsun. Allah’ın yardımı olmadan muvaffakiyet/başarı yoktur.2019 Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’ındır.2020 Allah dilediğine yardım edip
2007] 67/Mülk, 2
2008] 2/Bakara, 155; 3/Âl-i İmrân, 186; 23/Mü’minûn, 30; 29/Ankebût, 2-3
2009] 3/Âl-i İmrân, 166-167, 169; 9/Tevbe, 16; 29/Ankebût, 3; 47/Muhammed, 31
2010] 4/Nisâ, 13
2011] 14/İbrâhim, 7
2012] 2/Bakara, 195; 55/Rahmân, 60
2013] 29/Ankebût, 69
2014] 40/Mü’min, 60
2015] 2/Bakara, 152
2016] Buhârî
2017] 24/Nûr, 55
2018] 47/Muhammed, 7
2019] 11/Hûd, 88
2020] 3/Âl-i İmrân, 126
- 468 -
KUR’AN KAVRAMLARI
zafer verir.2021 Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basîret sahipleri için büyük bir ibret vardır.2022 Mü’minlere yardım etmeyi Allah üzerine hak olarak almıştır.2023 İman edip mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda savaşanların günahlarını bağışladığı ve onları cennetlere koyduğu gibi, Allah, onlara sevecekleri başka bir şey daha vaad eder: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. 2024
Bir kısmının adı “ensâr” olan ashâbın Allah’ın yardımına nâil olup kısa bir zaman içinde maddî ve mânevî her alanda dünyanın en büyük gücüne sahip olması, O’nun yardımıyla zaferden zafere koşmaları işte bu bilinçte yatmaktadır: Onlar öncelikle Allah’ın dinine yardım ettiler, Allah da onlara yardım etti. Onlar öncelikle kendileri Allah’a doğru adım attılar, Allah da onlara yardım etti. Önce İlâhî yardıma, zafer ve devlete liyakat kesbettiler, Allah da onlara kapılarını açtı. Günümüz insanı hazırcılığa, kolaycılığa, görevlerini ihmal edip haklarını öne çıkarmaya, özgürlüğünü savunup sorumluluktan kaçmaya, her şeyi eleştirip kendi nefsini savunmaya, cihad gibi Allah’ın yardımına ulaştıracak vesilelerden uzaklaşmaya, dünyevîleşip ölümden korkmaya meyyâl olduğu için Allah’ın yardımı da gelmemektedir.
Allah’ın yardımı hangi şartlarda gelir, Kur’an bu sünnetullahı birçok âyette belirtir. Bunlardan biri: “(Ey mü’minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve onlar öyle sarsıldılar ki Peygamber ve onunla beraber iman edenler, nihâyet ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ dediler. İşte o zaman (onlara): ‘Şüphesiz Allah’ın yardımı yakın’ (denildi).”2025 Bu âyette eşsiz bir terbiye örneği vardır. Müslümanlar için dünyada ve dolayısıyla âhirette başarılı olmanın yolu, iman ve cihadla çalışmak, çabalamak, Allah yolunda sıkıntılara katlanmak, güçlüklerden yılmamak, daima tembelliği, zevk ve sefâyı, eğlenceyi tercih eden nefsin hevâsından, şeytandan uzak olmaktır. Ey müslümanlar! Sıkıntı çekmeden, cihad etmeden, kurban vermeden zafere ulaşamazsınız, cennete giremezsiniz. Bu âyet, bir rivâyete göre, Hendek Savaşında müslümanların çektiği sıkıntıları dile getirir. Diğer rivâyete göre, Uhud Savaşı ile ilgilidir. Diğer bir rivâyete göre ise, evlerini, mallarını ve yakınlarını Mekke’de bırakıp bunca sıkıntılara katlanarak Medine’ye göç eden müslümanları teselli için inmiştir.
Hadis-i Şerifte: “Nasılsanız öyle idare olunursunuz” buyrulmuş. “...Bir toplum kendindeki özellikleri değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledimi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.”2026 Allah âdildir, zerre kadar zulmetmez. Hak edene hak ettiğini verir. Hatta, hak etmek için, liyakat kesbetmek için gerekli gayreti gösteren kimselere lutfuyla muâmele eder, fazlaca nimetler ihsân eder. Önemli olan, mü’min kulların kulluk bilincidir. İnsan Allah’a doğru adım atar atmaz Allah kapılarını açacak, dünyada izzet ve devlet, âhirette sonsuz nimet ve cennet verecektir.
İnsanın yapısını teşkil eden temel unsurlar vardır: Nefs, beden, ruh ve kalp
2021] 30/Rûm, 5
2022] 3/Âl-i İmrân, 13
2023] 30/Rûm, 47
2024] 61/Saf, 10-13
2025] 2/Bakara, 214
2026] 13/Ra’d, 11
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 469 -
(gönül). Birçok konuya yaklaşmak için, onun zıddını bilmek de bir metoddur. Felâhın tersi hüsrandır. Özellikle, felâh yoksa mutlaka az çok hüsran vardır. Şimdi, insanlara, topluma bakalım; hüsran manzarasından başka ne görebiliriz? Asr sûresinde ifâde edildiği gibi, tüm insanlar hüsrandadır. İman edenler, sâlih amel işleyenler (namaz kılan ve infak edenler), hakkı ve sabrı tavsiye edenler (özellikle sözleriyle infak edenler) hüsranda değillerdir; çünkü onlar felâh bulmuşlardır. İnsanın önünde iki seçenek vardır: Ya bu üç ilkeye uyar ve felâha (kurtuluşa) erer; ya da hüsranın pençesinde perişan olur.
Bilindiği gibi “ğâlib”; yenen, üstün gelen anlamına gelir. “... Öyle ya, Allah emrine gâliptir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.”2027 Bu âyette görüldüğü gibi, Kur’an gâlib sıfatını Allah’a izâfe etmiştir. “Eğer Allah size yardım ederse, artık size gâlip gelecek kimse yoktur. Ve eğer size yardımını keserse, bundan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etmeli, sadece O’na güvenip dayanmalıdır.”2028 Bu âyette gâlibiyetin ancak Allah’ın yardımı ile mümkün olduğu açıklanmış, O’nun yardımını kestiği durumda gâlibiyetin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Görüldüğü gibi, Kur’ân-ı Kerim’de, hem Allah’ı gâlib sıfatıyla tanımak ve hem de gâlibiyeti Allah’tan bilmek gereği açık ifâdelerle yer almıştır.
Gâlibiyet ve mağlûbiyetleri Allah, insanlar arasında döndürüp değiştirir.2029 Oyun ve eğlenceden ibâret bu dünya2030 tahteravallidir; yükselenler, bir gün inerler. Ülkeler de insan gibi doğar, büyür ve ölür. Her ümmet için bir ecel vardır. 2031 Allah, kullarını varlıkla da yoklukla da imtihan ettiği gibi; gâlibiyet de mağlûbiyet gibi bir sınavdır. Müslümanların Bedir’leri gibi Uhud’ları da olacaktır. Gâlibiyet sonrası zafer sarhoşluğunun şımarıklığa ve gurura yol açan tehlikeleri yanında, mağlûbiyetin de insanın kendine ve dâvâsına güveni sarsan yıkıcı etkileri söz konusu olabilir. Uhud, ders alındığı müddetçe gâlibiyetin veremediği güzel dersler verir. Gâliptir bu yolda mağlûp. Bâtıl dâvâ için ve nice zulümlerle kazanılan zaferlerin aslında büyük bir mağlûbiyet olduğu gibi...
Şehidlik; sayıyı, maddî imkânların üstünlüğünü gözlerinde büyütenlere; pragmatizm ve determinizmin vazgeçilmez olduğunu zannedenlere en güzel cevaptır. “Boşu boşuna ölmek”, “kendine yazık etmek”, “kendini tehlikeye atmak”, “siyaset bilmemek...” gibi ithamların, şehâdetin zevkini bilmeyenlerin bahâneleri olduğunu haykırmaktır. Bu, tek dünya merkezli iddiâlar, şehâdet vâsıtasının hizmet ettiği gâyeyi bilmeyen veya önemsemeyip saptıranların anlayışlarıdır. Gâye, küfre/fitneye karşı maddeten gâlip gelmek, onu yıkmak, yönetimi değiştirmek, yeryüzüne hâkim olmak olunca, bu amaca götüren araç ve yöntemler de ona göre seçilir. Şehid için bunlar gâye değildir, olamaz. Bunlar, önemli olmasına çok önemlidir, ama amaç değildir. Amaç, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Yeryüzünde egemen olmak ise, bu amacın doğurduğu bir sonuç, bir lütuftur. Bu ince çizgi İslâm inkılâbıyla herhangi bir devrimi, şöhretli herhangi bir kahramanla şehidi birbirinden ayıran çizgidir. İhtilâllerin amacı bir memlekette (veya yeryüzünde) egemen olmaktır. Müslümanlar ise cihadla görevlidir. Egemenlik (ve zafer) cihadın celbettiği, Allah’ın rızâsının sonucu lutfedilecek bir
2027] 12/Yûsuf, 21
2028] 3/Âl-i İmrân, 160
2029] 3/Âl-i İmrân, 140
2030] 6/En’âm, 32; 29/Ankebût, 64
2031] 10/Yunus, 49
- 470 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kazanımdır. Ancak müslümanlar bu kazanım için değil; sadece Allah’ın rızâsı için cihad eder. Sonunda bu kazanım (hâkimiyet) olsun veya olmasın, birinci derecede önemli değildir. İşin o cephesi Allah’a bağlıdır. Ve Allah’ın sünneti odur ki, her zaman müslümanlar dünya ölçeğinde başarılı olamazlar. Unutmamak gerekir, Allah mü’minlere yardım için söz vermektedir.2032; “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır. Müşrikler istemeseler de, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidâyet ve hak ile gönderen O’dur. Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticâreti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlüne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemîninden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım/zafer ve yakın bir fetih. Mü’minleri bununla müjdele!” 2033
Birçok peygamber gelmiş, ömürlerini Allah’ın rızâsı doğrultusunda tebliğ ve cihada harcamışlardır. Fakat bazıları küçük bir ümmet/cemaat bile oluşturamadan gitmişlerdir. Bu, mağlûbiyet ve başarısızlık mıdır? Maddî ve zâhirî yönden “evet!” Hz. Nûh da, dünya ölçeğinde mağlup olduğunu belirtiyordu: “(Nûh) Rabbine; ‘Ben mağlûb oldum, yenik düştüm, bana yardım et!’ diye yalvardı.2034 O Nûh (a.s.) ki, her türlü yöntemi denemiş, gece-gündüz, gizli-açık tebliğ etmiş, tebliğ etmişti: “(Nûh:) ‘Rabbim! dedi, doğrusu ben, kavmimi gece gündüz (imana) dâvet ettim; fakat benim dâvetim, ancak kaçmalarını artırdı. Gerçekten de, (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman dâvet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra ben kendilerine haykırarak dâvette bulundum. Üstelik onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.” 2035 Hem de, dile kolay; tam 950 sene... 2036
Ama hakikatte ve âhiret ölçeğinde onlar başarılıydı, gâlipti, gâyelerine ulaşmışlardı. Onlar, ne yaptılarsa Allah rızâsı için yapmışlar ve o rızâyı da kazanmışlardı. İnsan, sadece kulluk yapmak için,2037 Allah’ın emir ve yasaklarına uyup O’na teslimiyetle itaat için yaratıldığına göre, bu görevlerini yapandan daha başarılı kimse olur mu?
Başarı ve zafer Allah’ın yanındadır. O dilemeden hiç kimse gâlip gelemez. Mağlûbiyet ihtimali var diye savaştan kaçan insan, gâlibiyeti hak etmeyen bir korkak olduğu için, o, hiçbir zaman gâlip gelemeyecektir. İnsan, dâvâsının savaşçısıdır. “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler de tâğut yolunda savaşırlar. Öyle ise o şeytanın dostlarıyla savaşın. Şüphesiz ki şeytanın hilesi zayıftır.”2038 Bu hak-bâtıl savaşında savaşçı olarak yer al(a)mayan kimseler, kâfirlerle mü’minlerin arasında tercih yapamayan münâfıklardır ki, onlar da bu tavırlarıyla kâfirlerin cephesinde kabul edilirler.
“Zafer sabra bağlıdır; Müslüman için kaygının sonu sevinç, zorluğun sonu
2032] 30/Rûm, 47; 2/Bakara, 214
2033] 61/Saff, 8-13
2034] 54/Kamer, 10
2035] 71/Nûh, 5-9
2036] 29/Ankebût, 14
2037] 51/Zâriyât, 56
2038] 4/Nisâ, 76
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 471 -
kolaylıktır.” Zaferin büyüklüğü, belânın büyüklüğü nispetindedir. Hiç kimse, gâlibiyet ve başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır. Güçlükler, gâlibiyet ve başarının değerini artıran süslerdir. Bazı yıkılışlar, daha parlak kalkışların teşvikçisidir. Bir şeyi yapabileceğinize kendinizi inandırırsanız, ne kadar güç olursa olsun onu başarırsınız. Fakat dünyada en basit işi yapamayacağınız kuruntusuna kapılırsanız, onu yapmanıza imkân kalmaz. Tepecikleriyle karşınıza aşılmaz dağlar gibi dikilir. Başarmak için tehlikeye atılmadıkça yarışı kazanmak, mücâdeleyi göze almadıkça da zaferi elde etmek mümkün değildir. Büyük başarıların ve gâlibiyetlerin sahipleri, küçük işleri titizlikle yapabilme sabrını gösteren kişilerdir. Ve… Yenileceğinden korkan daima yenilir.”
Uhud Savaşından mağlûp çıkan müslümanlara verilen mesaj, içinde yaşadığımız dünyada uzun zamandır siyasî ve sosyal alanda zâlim kâfirlerin gâlip ve mazlum müslümanların mağlûp kabul edildiği ortamda imtihan edilen kimseler için de geçerlidir: “(Ey mü’minler!) Gevşemeyin, mahzun olmayın. Siz eğer (gerçekten) mü’min iseniz (düşmanlarınıza gâlip ve onlardan) çok üstünsünüzdür.”2039 İnsan, savaşı önce içinde kazanır ya da kaybeder. Bir amacın başarı ve gâlibiyet limitini, kendi inancımız belirler. Mü’min, Allah’ın, Rasûlünün ve O’nun hizbinin (safını ve nihâî tercihini Allah’tan yana yapanların) gâlip olduğuna hiç şüphe etmeyen insandır. Ve esas gâlibiyet, iç dünyamızdakine paralel olarak ebedî hayatta felâh olarak ortaya çıkacaktır.
“Andolsun ki Biz rasullerimizi/elçilerimizi açık deliller ile gönderdik ve insanların adâleti ayakta tutmaları için, beraberlerinde de Kitabı ve mîzânı/adâlet ölçüsünü indirdik. Bir de kendisinde hem çetin bir sertlik, hem insanlar için menfaatler bulunan demiri indirdik (var kıldık). Çünkü (bununla) Allah, kimin gaybda (gizlide) Kendisine ve rasüllerine yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.”2040 Bu âyette de, Allah’ın, kanıtlarla elçiler gönderdiği insanların, adâleti yerine getirmeleri için peygamberlerle birlikte Kitab’ı ve adâlet ölçütünü indirdiği; indirdiği demire de bir güç ve insanlara yararlar koyduğu; demirdeki bu gücü ve yararları, kimlerin Allah’a ve elçilerine yardım yolunda kullanacağını bilmek istediği belirtilmekte ve Allah’ın kaviyy (çok güçlü) olduğu vurgulanmaktadır. Allah peygamberleri göndermiş, Kitap ve adâlet ölçütü indirmiş, demirin gücü sâyesinde de düzenin korunmasını sağlamıştır. Hem bedenlerdeki yaratılış düzenini, hem de toplumlardaki hakça düzeni demirle korumuştur. Böyle yapmıştır ki, gizlide Allah’a ve peygamberlerine yardım edenleri bilsin. Yani kimin, gerektiğinde Allah’ın verdiği güç ve sağlık sâyesinde, silâhını kuşanıp Allah’ın dininin ve elçilerinin üstün gelmesi için çalışacağını ortaya çıkarsın. Âyetin sonunda Allah’ın kavî ve azîz sıfatları vurgulanmakla, Hakk’a yardım edenlerin gâlip geleceğine işaret edilmektedir. Çünkü Allah onların yardımcısıdır. Allah’ın tarafını tutanlar gâlip gelirler.
“Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı. Bunu, mü’minleri güzel bir imtihan ile denemek için yaptı...”2041 Bedir’de Rasûlullah’ın müşrik hedefe attığı çakıl taşları ve işi neticelendiren Yüce Allah. Atışın öldürücü bir darbeye dönüşmesi için, tam bir sadâkatle Allah’a yönelip elin taşa uzanması ve eylemin gerçekleşmesi
2039] 3/Âl-i İmrân, 139
2040] 57/Hadîd, 25
2041] 8/Enfâl, 17
- 472 -
KUR’AN KAVRAMLARI
şart... Düşman büyük, taş küçük, hiç önemli değil... Unutmayalım: Allahu Ekber... Duâya duran eller... Yardım talep eden diller... Önce fonksiyonel el, aksiyoner el olmak zorunda. Eller devreye girmeden yalnızca dil ile: Ebû Lehebin ellerinin kurumasını bekleme hakkımız kalmıyor. Bu şerefi Rabbimiz bize teklif ediyor: “Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezâlandırsın, onları rezil etsin ve size de yardım etsin, mü’min toplumun kalplerini ferahlatsın.” 2042
Kur’an çağ kapatıp çağ açmıştır. Câhiliye çağını (orta çağı) kapatıp asr-ı saâdeti (âhir zamanı, son çağı) açmıştır. Toplumları karanlıklardan, kargaşalardan nûra, aydınlığa, kurtuluşa çıkarmıştır. İnsanlığın bugüne kadar bir daha göremediği en huzurlu çağı başlatmıştır. Dünyanın gördüğü ve göreceği en büyük inkılab, Kur’an’ın yaptığı inkılâbdır. Kur’an’ın bizi de hayra doğru değiştirmesi için bizim Kur’an’a bakışımızı değiştirmemiz gerekecektir. Kur’an aynı Kur’an’dır, ama Kur’an’a yönelmesi gerekenler, ashâb gibi yönelmediği için, anlamını öğrenmeden, düşünmeden, onunla amel etmeden kurtuluş beklenemez.
Bu ülkedeki ve tüm dünyadaki Müslümanların şartları, hemen hiçbir peygamberin imtihan olduğu şartlardan daha ağır değil aslında. Peygamberimiz ve diğer peygamberlerimiz dönemlerindeki küfür, günümüzdekinden daha az saldırgan ve daha hoşgörülü değildi. Kur’ân-ı Kerim, peygamber kıssalarıyla bizi daha zor şartlara hazırlıyor; küfre ve zulme karşı nebîler nasıl tavır aldıysa bizim de onu yapmamızı istiyor.
Müslüman, kendini, dâvâsını küçük göremez; sürekli mağlûbiyeti, zilleti kabullenemez. O, Allah’ın askeri olmanın bilinci, onuru ve sorumluluğu içinde yaşar. Dünya bir araya gelse, Allah dilemedikçe senin kılına zarar veremez! Güç, kuvvet sadece O’nundur. Yûnus ve Mûsâ aleyhimâ’s-selâm öğretir ki, dâvâ adamı müslümanı deniz boğamaz!
İbrâhim (a.s.) örnektir ki, muvahhid tebliğciyi ateş yakamaz!
İsmâil (a.s.) haykırır ki, Allah askeri mücâhidi bıçak kesemez!
Zorba Câlût’un dev cüssesi, çocuk yaştaki Dâvud karşısında mağlup olacaktır. Aynı şekilde zorba İsrail ve Amerika karşısında çocuk yaştaki eli sapanlı Filistin’li gençler Allah’ın izniyle gâlip gelecektir. Ebâbil kuşlarının attığı taşların fil ordusunu yerle bir etmesi gibi muvahhid Filistinli çocukların attığı taşlar da fil gibi İsrail tanklarını silip süpürecektir.
Şeytanın hileleri, Firavun’un sihirbazları İslâm’a ve Müslüman dâvâ adamına zarar veremeyecektir. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh; Güç ve kuvvet, yalnız Allah’a aittir.
Allah’ın dinine yardım edene Allah da yardım edecek, ayaklarını sâbit kılacaktır.
Her şey Allah’ın askeridir. O dilerse deveyle, dilerse pireyle mü’minlere yardım eder. Dilerse, sivrisinekle Nemrutları helâk eder. Kuşlarla Ebreheleri mahveder. İncecik ipliklerden oluşan ağıyla örümcek, kâfir güçleri alt etmeye yeter; hicret-i Rasûl’de olduğu gibi.
Allah, dilerse melekleriyle yardım eder, Bedir’deki gibi.
2042] 9/Tevbe, 14
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 473 -
Dilerse, rüzgârıyla yardım eder, Hendek’teki gibi.
Dilerse zâlim tâğutu bile, yetiştirmesi için sana hizmetçi kılar; Firavun’u Mûsâ’ya (a.s.) yardım ettirdiği gibi.
Ne diyor Kur’an’ımız: “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer gerçekten dosdoğru iman ediyorsanız siz üstünsünüz, siz gâlipsiniz.”2043; “(Gerçek) mü’minlere yardım etmek Bizim üzerimize haktır.” 2044
Kim Allah’a (O’nun yardımına) sahip o neden mahrum? Kim Allah’tan mahrum o neye sahip?
Allah Mü’minleri Gâlip Getireceğine Söz Vermiştir
Allah’ın yeryüzündeki değişmez kanunları demek olan Sünnetullah’ta hiçbir değişme olmadığı gibi, Allah’ın vaadinde de hiçbir değişme olmaz. Allah’ın vaadi haktır. Allah Teâlâ neyi vaad etmiş ise onun gerçekleşeceğine zerre kadar şüphe yoktur. Geçmişte vaadlerini yerine getirdiği gibi, halde de, gelecekte de yerine getirecektir. İşte O’nun vaadlerinden birisi: “Allah sizden iman edip sâlih amel işleyenlere vaad etmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldı, halifeler yaptı, güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılıp halifeler yapacak, güç ve iktidar sahibi kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve Bana hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayacaklar. Ama kim bundan sonra da nankörlük edip küfre giderse işte onlar, fâsıktırlar, yoldan çıkanlardır.” 2045
Allah, gerçek bir imanla inanıp sâlih amel işlemek ve yalnızca O’na ibâdet edip, hiçbir zaman şirk koşmamak şartıyla yeryüzünün iktidarını vaad ediyor. Daha önce bu şartlara riâyet edenleri yeryüzünün halifeleri ve mirasçıları yaptığı gibi, şimdi de bu şartlara sâdık kalanları yeryüzünün vârisleri olarak ilân ediyor. Yukarıdaki âyet-i kerimenin muhtevâsına dikkat edilecek olursa, şunlar göze çarpacaktır:
1- Yüce Allah’ın vaadi: Vaadlerin en gerçeği ve en yücesi; yerine gelmesinde hiç şüphe olmayan vaad... Er veya geç yerine gelmiştir ve gelecektir. Dolayısıyla kendisinde hiç şüphe yoktur. Allah asla vaadinden dönmez. Rabbimizin bu İlâhî vaadi bazı şartlara bağlanmıştır:
2- Önce hakiki iman: Öyle bir iman ki, âlemlerin rabbi Allah’tan gelen tüm emir ve yasaklara inanıp onları hayata geçirmeye çalışmak. Sâlih ve ihlâslı bir kalbe yerleşen imanın pratik neticeleri belirleniverir. İman sahibi olan kimse, hayatının bütününü imanına göre yaşamaya çalışır. Her halini Allah’ın emirlerine göre yönlendirir, tüm emirleri en son gayretiyle cehd ederek yerine getirmeye çalışır.
Düşüncesinden fikrine, niyetinden ameline kadar tüm faâliyetlerini kaplayan gerçek iman, onu “tevhid”e yönlendirir. Bu tevhidî yönelişle Allah’a yönelen mü’min, Allah’tan başka tüm yalancı ve uydurma ilâhları reddeder. Allah ‘tan başka hiçbir kanun koyucu ve nizam vaz edici kabul etmez. Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyen ve hevâ ü heveslerini ilâh edinenlerden yüz çevirdiği gibi,
2043] 3/Âl-i İmrân, 139
2044] 30/Rûm, 47
2045] 24/Nûr, 55
- 474 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve hâkimiyet Allah’ın oluncaya kadar onlarla cihad eder.
3- Sâlih amel: Allah Teâlâ’nın emirlerini O’nun rızâsı doğrultusunda yerine getirmek ve yasaklarından alabildiğince kaçınıp sakınmak.
4- Mü’minlerin İktidarı: Önceki mü’minlerin güç ve iktidar sahibi oldukları gibi, şimdiki gerçek mü’minlerin de güç ve iktidar sahibi olacakları, İlâhî vaadin gereğidir. Önceki mü’minler, gerçekten iman edip sâlih amel işlediler ve Allah yolunda malları ve canları ile cihad ettiler.2046 Allah da, onların bu ihlâslarına karşılık, kendilerini yeryüzünün iktidar sahipleri yaptı. Mekke’de başlayan İslâmî tebliğ, Medine’de devlet oldu ve hicrî birinci asırda yeryüzünde egemenliğini kurdu. İman, ihlâs ve sâlih amel ile yalnız Allah’ın rızâsını kazanmayı gâye edinen mücâhid müslümanlar, Allah’ın vaad ettiklerine kavuştular. Aynı İlâhî vaad, Kıyâmete kadar geçerlidir. Yeter ki, o İlâhî vaade ulaştıran şartlara sâdık kalınsın.
5- Allah Teâlâ, dinlerini yerleşik kılıp sağlamlaştıracak: Âlimlerin çoğuna göre en son vahyedilen âyet şudur: “... Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi de tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip beğendim...”2047 Allah, kâfirlerin İslâm’ı yıkmaktan umutlarını kestiklerini ve mü’minlerin kâfirlerden değil; yalnız Kendisinden korkmalarını emretmekte,2048 kendileri için seçip beğendiği dinin “İslâm” olduğunu beyan buyurmaktadır.
6- Korkuların giderilip güvenliğin oluşması: Korkmak... Allah’tan korkmak; imanın gereği... Allah’tan başka şeylerden korkmak ise korkunç bir felâket... “Artık onlardan korkmayın, Benden korkun...”2049; “... Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun...” 2050
7- Yalnızca Allah’a kulluk yapmak ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmamak: Allah’ın vaadinin şartlarından biri ve en önemlisidir. Hayat nizamı olarak Allah’ın dinini kabul edip tüm ibâdetlerde Allah’a yönelmek ve O’nun hâkimiyetine hiç kimseyi ortak koşmamak gerekir. “Şirkin de çeşitleri ve kısımları vardır. Düşünce ve hareketlerle Allah’tan başkasına yönelmek ve onun buyruğu altına girmek, bir nevi şirktir.” 2051
İşte İslâm âleminde müstaz’af bir durumda, müstekbirlerin zulmü altında yaşayan müslümanların yeniden, yeryüzünde “güç ve iktidar” sahibi olabilmeleri için gerekli şartlar bunlardır. Allah’ın emrettiklerini, hiçbir itiraz söz konusu olmadan kabul etmek ve zafer için gerekli şartları yerine getirmek, Allah’ın vaadinin gerçekleşmesinin sebebidir. Eğer bugün emperyalist kâfirlerin zulmü altında nice müslüman inim inim inliyorsa, bu tüm müslümanların görevlerini tam olarak yapmayışlarındandır. 2052
Zaferin Anahtarı: İslâm dünyasının her bölgesinden kan ve barut kokusu gelmektedir. Müslümanları köleleştirmeye çalışan ve yıllarca baskıyla, sömürüyle
2046] 49/Hucurât, 15
2047] 5/Mâide, 3
2048] 5/Mâide, 3
2049] 5/Mâide, 3
2050] 5/Mâide, 44
2051] Seyyid Kutub, Fî Zılâli'l-Kur'an, c. 10, s. 460
2052] Kul Sadi Yüksel, Yeryüzünün Vârisleri, Madve Y. s. 235-242
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 475 -
hâkimiyetlerini sürdüren müstekbir kâfirler, devirlerini tamamlamak üzeredirler. Sayısız işkence ve zulümlerle yok etmek istedikleri müslümanlar, yeniden canlanmakta ve derinden derine uyanmaktadır. Bu uyanış ve canlanışları, tüm müstekbir kâfir güçleri korkutmaktadır. Bu korkularından dolayı, ellerindeki tüm şeytanî silâhları kullanmakta ve milyonlarca müslümanı şehid etmek sûretiyle İslâm topraklarını bir kan deryâsı haline getirmektedirler.
Gerek dıştaki emperyalist kâfirler, gerekse onların yerli uşakları olan tâğûtîler, ne yaparlarsa yapsınlar, en nihâyet zafer, İslâm’ın ve müslümanlarındır. Bu kudsî zaferi, âlemlerin Rabbi Allah şöyle vaad ediyor: “Eğer Allah size yardım ederse, artık size gâlip gelecek kimse yoktur. Ve eğer size yardımını keserse, bundan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etmeli, sadece O’na güvenip dayanmalıdır.” 2053
Mü’minler, Allah’a tevekkül edip dayandıkça ve zaferin şartlarını yerine getirip, yalnızca âlemlerin Rabbi Allah için cihad ettikçe, elbette Allah’ın yardımı ve fethi gerçekleşecektir. Zaferin anahtarı Allah’ın elindedir. O’ndan başka hiçbir güç ve silâha (tam olarak güvenip) dayanmamak gerek. Esas olan, Allah’ın yardımıdır. Silâh ve araçlar ise, birer vesiledir...
Yalnız ve yalnız Allah’a dayanıp güvenen “cihad erleri” cemaati, çok az sayıda da olsa, bu iman, ihlâs ve Allah’a bağlılıklarından dolayı nice kalabalık orduları mağlûp etmiştir, yine de edecektir. “Allah’a kavuşacaklarına kanaat getirenler şöyle dedi: ‘Nice az bir topluluk vardır ki, Allah’ın izniyle çok topluluğa gâlip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir.” 2054
Bu, sünnetullah’tır. Sünnetullah’ta hiçbir değişme yoktur. Kim Allah’ın dinine yardım ederse, İslâm’ı yeryüzüne hâkim kılmak ve tüm tâğutları alaşağı etmek için çalışırsa, Allah da ona yardım eder: “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ (ın dinin)e yardım ederseniz, (Allah da) size yardım eder; ayaklarınızı (hakkı koruma yolunda) sağlam tutar.”2055 “Peki, mü’minler Allah’a nasıl yardım edebilirler ki, Allah’ın koyduğu zafer ve sebat şartına nâil olabilsinler?” sorusunu soran şehid Seyyid Kutub, soruyu şöyle cevaplandırıyor: “Kendilerini Allah uğruna adayıp gizli-açık hiçbir şeyi O’na şirk koşmayıp, ruhlarında Allah’tan başka hiçbir şeyin sevgisine yer bırakmayıp sevdikleri ve beğendikleri her şeyden çok, Allah Teâlâ’ya muhabbet besleyip arzu ve isteklerinde, amel ve hareketlerinde, gizli-açık bütün faâliyet ve çabalarında O’nun hükmüne râm olmaları... İşte Allah’a yardımın ifâde ettiği mânâ budur. Allah’ın koyduğu bir şeriat ve hayat nizamı vardır. Bu, bütün mevcûdâta has değer ölçüleri, kaide ve prensipler üzerine kaim olur. Allah’a yardım demek, O’nun şeriatını ve nizamını hâkim kılmak ve istisnâsız olarak bütün hayatı O’nun emrine râm etmektir. İşte pratik hayatta Allah’a yardım etmek demek, Allah’ın nizamını tahakkuk ettirmek demektir.” 2056
“Allah kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım eder. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, gâliptir.”2057. Peki, kimdir bu Allah dininin yardımcıları? Onları, bize Allah şöyle târif etmektedir: “Onlar (o kimselerdir) ki, kendilerine yeryüzünde iktidar verdiğimiz tak2053]
3/Âl-i İmrân, 160)
2054] 2/Bakara, 249
2055] 47/Muhammed, 7
2056] Seyyid Kutub, Fî Zılâli'l Kur'an, Hikmet Y. c. 13, s. 379
2057] 22/Hacc, 40
- 476 -
KUR’AN KAVRAMLARI
dirde (zorbaların yoluna sapmazlar; bilâkis) namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a âittir (her şey sonunda O’na varacaktır).”2058 İşte zafere ulaşacakların ve ulaşmışların vasıfları bunlardır. Allah’ın yardım vaadi bu gerçek mü’minler içindir: “... Mü’minlere yardım etmek üzerimize borçtur.” 2059; “... Ve gâlip gelecek olanlar, mutlaka Bizim ordumuzdur.”2060İşte zaferin şartları bunlardır. Zafer, iman edip cihadını yalnız Allah için yapanlarındır!” 2061
Gâlibiyet ve mağlûbiyetleri Allah, insanlar arasında döndürüp değiştirir. (). Oyun ve eğlenceden ibâret bu dünya2062 tahteravallidir; yükselenler, bir gün inerler. Ülkeler de insan gibi doğar, büyür ve ölür. Her ümmet için bir ecel vardır.2063 Allah, kullarını varlıkla da yoklukla da imtihan ettiği gibi; gâlibiyet de mağlûbiyet gibi bir sınavdır. Müslümanların Bedir’leri gibi Uhud’ları da olacaktır. Gâlibiyet sonrası zafer sarhoşluğunun şımarıklığa ve gurura yol açan tehlikeleri yanında, mağlûbiyetin de insanın kendine ve dâvâsına güveni sarsan yıkıcı etkileri söz konusu olabilir. Uhud, ders alındığı müddetçe gâlibiyetin veremediği güzel dersler verir. Gâliptir bu yolda mağlûp. Bâtıl dâvâ için ve nice zulümlerle kazanılan zaferlerin aslında büyük bir mağlûbiyet olduğu gibi...
Şehidlik; sayıyı, maddî imkânların üstünlüğünü gözlerinde büyütenlere; pragmatizm ve determinizmin vazgeçilmez olduğunu zannedenlere en güzel cevaptır. “Boşu boşuna ölmek”, “kendine yazık etmek”, “kendini tehlikeye atmak”, “siyaset bilmemek...” gibi ithamların, şehâdetin zevkini bilmeyenlerin bahâneleri olduğunu haykırmaktır. Bu, tek dünya merkezli iddiâlar, şehâdet vâsıtasının hizmet ettiği gâyeyi bilmeyen veya önemsemeyip saptıranların anlayışlarıdır. Gâye, küfre/fitneye karşı maddeten gâlip gelmek, onu yıkmak, yönetimi değiştirmek, yeryüzüne hâkim olmak olunca, bu amaca götüren araç ve yöntemler de ona göre seçilir. Şehid için bunlar gâye değildir, olamaz. Bunlar, önemli olmasına çok önemlidir, ama amaç değildir. Amaç, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Yeryüzünde egemen olmak ise, bu amacın doğurduğu bir sonuç, bir lütuftur. Bu ince çizgi İslâm inkılâbıyla herhangi bir devrimi, şöhretli herhangi bir kahramanla şehidi birbirinden ayıran çizgidir. İhtilâllerin amacı bir memlekette (veya yeryüzünde) egemen olmaktır. Müslümanlar ise cihadla görevlidir. Egemenlik (ve zafer) cihadın celbettiği, Allah’ın rızâsının sonucu lutfedilecek bir kazanımdır. Ancak müslümanlar bu kazanım için değil; sadece Allah’ın rızâsı için cihad eder. Sonunda bu kazanım (hâkimiyet) olsun veya olmasın, birinci derecede önemli değildir. İşin o cephesi Allah’a bağlıdır. Ve Allah’ın sünneti odur ki, her zaman müslümanlar dünya ölçeğinde başarılı olamazlar. Unutmamak gerekir, Allah mü’minlere yardım için söz vermektedir.2064 “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır. Müşrikler istemeseler de, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidâyet ve hak ile gönderen O’dur. Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticâreti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlüne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz
2058] 22/Hacc, 41
2059] 30/Rûm, 47
2060] 37/Sâffât, 171-173
2061] Kul Sadi Yüksel, Yeryüzünün Vârisleri, s. 262-264
2062] 6/En’âm, 32; 29/Ankebût, 64
2063] 10/Yunus, 49
2064] 30/Rûm, 47; 2/Bakara, 214
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 477 -
bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemîninden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım/zafer ve yakın bir fetih. Mü’minleri bununla müjdele!”2065
Birçok peygamber gelmiş, ömürlerini Allah’ın rızâsı doğrultusunda tebliğ ve cihada harcamışlardır. Fakat bazıları küçük bir ümmet/cemaat bile oluşturamadan gitmişlerdir. Bu, mağlûbiyet ve başarısızlık mıdır? Maddî ve zâhirî yönden “evet!” Hz. Nûh da, dünya ölçeğinde mağlup olduğunu belirtiyordu: “(Nûh) Rabbine; ‘Ben mağlûb oldum, yenik düştüm, bana yardım et!’ diye yalvardı.”2066 O Nûh (a.s.) ki, her türlü yöntemi denemiş, gece-gündüz, gizli-açık tebliğ etmiş, tebliğ etmişti: “(Nûh:) ‘Rabbim! dedi, doğrusu ben, kavmimi gece gündüz (imana) dâvet ettim; fakat benim dâvetim, ancak kaçmalarını artırdı. Gerçekten de, (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman dâvet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra ben kendilerine haykırarak dâvette bulundum. Üstelik, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.”2067 Hem de, dile kolay; tam 950 sene... “Andolsun Biz Nûh’u kendi kavmine gönderdik de, o, dokuz yüz elli sene onların arasında kaldı.” 2068
Ama hakikatte ve âhiret ölçeğinde onlar başarılıydı, gâlipti, gâyelerine ulaşmışlardı. Onlar, ne yaptılarsa Allah rızâsı için yapmışlar ve o rızâyı da kazanmışlardı. İnsan, sadece kulluk yapmak için,2069 Allah’ın emir ve yasaklarına uyup O’na teslimiyetle itaat için yaratıldığına göre, bu görevlerini yapandan daha başarılı kimse olur mu?
Başarı ve zafer Allah’ın yanındadır. O dilemeden hiç kimse gâlip gelemez. Mağlûbiyet ihtimali var diye savaştan kaçan insan, gâlibiyeti hak etmeyen bir korkak olduğu için, o, hiçbir zaman gâlip gelemeyecektir. İnsan, dâvâsının savaşçısıdır. “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler de tâğut yolunda savaşırlar. Öyle ise o şeytanın dostlarıyla savaşın. Şüphesiz ki şeytanın hilesi zayıftır.”2070 Bu hak-bâtıl savaşında savaşçı olarak yer al(a)mayan kimseler, kâfirlerle mü’minlerin arasında tercih yapamayan münâfıklardır ki, onlar da bu tavırlarıyla kâfirlerin cephesinde kabul edilirler.
Uhud Savaşından mağlûp çıkan müslümanlara verilen mesaj, bizim gibi uzun zamandır siyasî ve sosyal alanda zâlim kâfirlerin gâlip ve mazlum müslümanların mağlûp kabul edildiği ortamda imtihan edilen kimseler için de geçerlidir: “(Ey mü’minler!) Gevşemeyin, mahzun olmayın. Siz eğer (gerçekten) mü’min iseniz (düşmanlarınıza gâlip ve onlardan) çok üstünsünüzdür.”2071 İnsan, savaşı önce içinde kazanır ya da kaybeder. Mü’min, Allah’ın, Rasûlünün ve O’nun hizbinin gâlip olduğuna hiç şüphe etmeyen insandır. Ve esas gâlibiyet, iç dünyamızdakine paralel olarak ebedî hayatta felâh olarak ortaya çıkacaktır.
“Üşenme, erteleme, vazgeçme.”
2065] 61/Saff, 8-13
2066] 54/Kamer, 10
2067] 71/Nûh, 5-9
2068] 29/Ankebût, 14
2069] 51/Zâriyât, 56
2070] 4/Nisâ, 76
2071] 3/Âl-i İmrân, 139
- 478 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Gerçek gâlibiyet, mağlûp olma korkusunu yenebilmektir.”
“Hiçbir şey, silâhla kazanılan zafer kadar geçici değildir.”
“Gerçek zaferler, kan dökmeden kazanılandır.”
“Hiçbir zafere çicekli yollardan gidilmez.”
“Gâlip gelmek veya mağlûp olmak, engel ve zorluklara karşı alacağımız duruma bağlıdır.”
“Zafer sabra bağlıdır; kaygının sonu sevinç, zorluğun sonu kolaylıktır.” (Hadis rivâyeti)
“Zaferin büyüklüğü, belânın büyüklüğü nisbetindedir.” (Hadis rivâyeti)
“Arslan bile kendini sineklere karşı korumak zorundadır.”
“Düşmanı küçük saymak doğru değildir. Küçük taş da baş yarar.” (Hz. Ali)
“Zafer irâdeden ibârettir.”
“Doğurmayan zafer, doğduğu yerde söner.”
“Hiç kimse, gâlibiyet ve başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır.”
“Zaferin büyüklüğü, savaşın çetinliği ile ölçülür.”
“İşten önce para, zaferden önce de ödül istemeyelim. Koşu alanlarında başarılı olanlar koşudan sonra armağanlarını alırlar.”
“Düşünmek ve söylemek kolay; fakat yapmak ve yaşamak, hele başarı ile sonuçlandırmak çok zordur.”
“Başarısızlıklarımız ve mağlûbiyetlerimiz için kırk milyon neden vardır da, bir tek özür yoktur.”
“İnsanın kendi kendini fethetmesi, zaferlerin en büyüğüdür.”
“Zafer kazandığı zaman kendini de yenen, iki kere başarı kazanmış demektir.”
“Başarılarını gizlemek, en büyük başarıdır.”
“Bir amacın başarı ve gâlibiyet limitini, kendi inancımız belirler.”
“MÂdemki ben yaşıyorum. O halde zafer bitmemiştir.”
“Zaferlerin babası çoktur, mağlûbiyetlerin ise hemen hiç yoktur.”
“Başarı ve gâlibiyet insana çok şey öğretmez; fakat başarısızlık ve mağlûbiyet çok şey öğretir.”
“Yenilince ümitsizliğe kapılma, her başarısızlıkta bir zafer arzusu yatar.”
“Başarısızlıklar, kuvvetlilere daha da kuvvet verir.”
“Mağlûbiyet, insana cesâretsizlik veren bir şey olacak yerde, insanı daha çok çalışmaya iten bir sebep olmalıdır.”
“Kuvvetli bir adam, yenildimi, bu mağlûbiyeti onun için yeni hamlelere yol açan bir kapıdır.”
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 479 -
“Güçlükler, gâlibiyet ve başarının değerini artıran süslerdir.”
“İnsan, ilk mağlûbiyetinde pes edip çekilmemelidir.”
“Yenile yenile yenmeyi öğrenmeli.”
“İlk iliği kaçıran, düğmeleri sonuna kadar ilikleyemez.”
“Bazı yıkılışlar, daha parlak kalkışların teşvikçisidir.”
“Gâlibiyeti en kötü biçimde kullanmak, onunla övünmektir.”
“En korkulacak an zafer ânıdır.”
“Gâlibiyet ve başarı, en etkili leke sabunudur.”
“Gönüller silâhla değil, sevgi ve yüksek gönüllülükle yenilirler.”
“Zafer, zafer değildir; Yenilen düşman yenilgiyi kabul etmedikçe.”
“Bir şeyi yapabileceğinize kendinizi inandırırsanız, ne kadar güç olursa olsun onu başarırsınız. Fakat dünyada en basit işi yapamayacağınız kuruntusuna kapılırsanız, onu yapmanıza imkân kalmaz. Tepecikleriyle karşınıza aşılmaz dağlar gibi dikilir.
“Başarmak için tehlikeye atılmadıkça yarışı kazanmak, mücâdeleyi göze almadıkça da zaferi elde etmek mümkün değildir.”
“Büyük başarıların ve gâlibiyetlerin sahipleri, küçük işleri titizlikle yapabilme sabrını gösteren kişilerdir.”
“Yenileceğinden korkan daima yenilir.”
“Yenilen efendisine sâdık kalan, efendisini yeneni yendi demektir.”
“Yenilgi, insana cesâretsizlik veren bir şey olacak yerde, insanı daha çok çalışmaya iten bir sebep olmalıdır.”
“Düşmanını küçümseyen, yenilgiyi peşin kabul etmiş demektir.”
“Bir kere, iki kere, birçok kere yenildin, yöne dövüş. Sonunda her an yenmiş gibi bütün hayatında mutlu olursun.”
“Biraz açıklama, biraz bağışlama, biraz da sabır, son bulur kavga.”
- 480 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Gâlibiyet (Allah’ın Yardımı ve Zafer) Kavramıyla İlgili Âyet-i Kerimeler
ĞÂLİBİYET VE MAĞLÛBİYETLE İLGİLİ OLARAK “Ğ-L-B” KELİMESİ VE TÜREVLERİNİN GEÇTİĞİ ÂYET-İ KERİMELER (Toplam 31 Yerde): 2/Bakara, 249; 3/Âl-i İmrân, 12, 160; 4/Nisâ, 74; 5/Mâide, 23, 56; 7/A’râf, 113, 119; 8/Fenfâl, 36, 48, 65, 65; 66, 66; 12/Yûsuf, 21; 18/Kehf, 21; 21/Enbiyâ, 44; 23/Mü’minûn, 106; 26/Şuarâ, 40, 41, 44; 28/Kasas, 35; 30/Rûm, 2, 3, 3; 37/Sâffât, 116, 173; 41/Fussılet, 26; 54/Kamer, 10; 58/Mücâdele, 21; 80Abese, 30.
YARDIM VE ZAFER ANLAMINDAKİ “NASR” KELİMESİNİN GEÇTİĞİ ÂYETİ-İ KERİMELER (Toplam 158 Yerde): 2/Bakara, 48, 62, 86, 107, 111, 113, 113, 120, 120, 123, 135, 140, 214, 214, 250, 270, 286; 3/Âl-i İmrân, 13, 22, 52, 52, 56, 67, 81, 91, 111, 123, 126, 147, 150, 160, 160, 192; 4/Nisâ, 45, 52, 75, 89, 123, 145, 173; 5/Mâide, 14, 18, 51, 69, 72, 82; 6/En’âm, 34; 7/A’râf, 157, 192, 197, 197; 8/Enfâl, 10, 26, 40, 62, 72, 72, 72, 74; 9/Tevbe, 14, 25, 30, 40, 40, 74, 100, 116, 117; 11/Hûd, 30, 63, 113; 12/Yusuf, 110; 16/Nahl, 37; 17/İsrâ, 33, 75, 80; 18/Kehf, 43, 43; 21/Enbiyâ, 39, 43, 68, 77; 22/Hacc, 15, 17, 39, 40, 40, 60, 71, 78; 23/Mü’minûn, 26, 39, 65; 25/Furkan, 19, 31; 26/Şuarâ, 93, 93, 227; 28/Kasas, 18, 41, 81, 81; 29/Ankebût, 10, 22, 25, 30; 30/Rûm, 5, 5, 29, 47; 33/Ahzâb, 17, 65; 35/Fâtır, 37; 36/Yâsin, 74, 75; 37/Sâffât, 25, 116, 172; 39/Zümer, 54; 40/Mü’min, 29, 51; 41/Fussılet, 16; 42/Şûrâ, 8, 31, 39, 41, 46; 44/Duhân, 41; 45/Câsiye, 34; 46/Ahkaf, 28; 47/Muhammed, 4, 7, 7, 13; 48/Fetih, 3, 3, 22; 51/Zâriyât, 45; 52/Tûr, 46; 54/Kamer, 10, 44; 55/Rahmân, 35; 57/Hadîd, 25; 59/Haşr, 8, 11, 12, 12, 12; 61/Saff, 13, 14, 14, 14; 67/Mülk, 20; 71/Nûh, 25; 72/Cin, 24; 86/Târık, 10; 110/Nasr, 1.
GÂLİBİYET, MUZAFFER OLMAK ANLAMINDAKİ “ZAFER” KELİMESİNİN GEÇTİĞİ ÂYET-İ KERİME: (1 Yerde): 48/Fetih, 24
YARDIMI KESMEK ANLAMINDA “H-Z-L” KELİMESİ VE TÜREVLERİNİN GEÇTİĞİ ÂYET-İ KERİMELER (Toplam 3 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 160; 25/Furkan, 29; 17/İsrâ, 22.
BAŞARI ANLAMINDAKİ “TEVFİK” KELİMESİNİN TÜREDİĞİ “V-F-K” VE TÜREVLERİNİN GEÇTİĞİ ÂYET-İ KERİMELER (Toplam 4 Yerde): 4/Nisâ, 35, 62; 11/Hûd, 88; 78/Nebe’, 26.
KURTULMA, KURTULUŞ, SELÂMET VE MUTLULUK ANLAMINDAKİ “FELÂH” KELİMESİ VE TÜREVLERİNİN GEÇTİĞİ ÂYET-İ KERİMELER (Toplam 40 Yerde): Bakara, 1, 5; 189; Al-i İmran, 104, 130, 200; Maide, 35, 90, 100; En’am, 21, 135; A’raf, 8, 69, 157; Enfal, 45; Tevbe, 88; Yunus, 17, 69, 77; Yusuf, 23; Nahl, 116; Tâhâ, 64, 69; Hacc, 77; Mü’minun, 1-11, 102, 117; Kasas, 37, 67, 82; Nur, 31, 51; Rum, 38; Lokman, 5; Mücadele, 22; Haşr, 9; Teğabün, 16; Cuma, 10; A’lâ, 14; Şems, 9; Kehf, 20.
ZARAR, ZİYAN, KAYIP ANLAMINDAKİ “HUSRÂN” KELİMESİ VE TÜREVLERİNİN GEÇTİĞİ ÂYET-İ KERİMELER (Toplam 65 Yerde): Nisa, 119; En’am, 31; En’am, 140; Yunus, 45; Hac, 11; Ğafir, 78, 85; En’am, 12; En’am, 20; A’raf, 9, 53; Hud, 21; Mü’minun, 103; Zümer, 15; Şura, 45; Casiye, 27; Rahman, 9; Mutaffifin, 3; Asr, 2; Talak, 9; Bakara, 27, 121; A’raf, 90, 99, 178; Enfal, 37; Tevbe, 69; Yusuf, 14; Nahl, 109; Mü’minun, 34; Ankebut, 52; Zümer, 63; Mücadele, 19; Münafikun, 9; Bakara, 64; Al-i İmran,3, 149; Maide, 5, 21, 30, 53; A’raf, 23, 92, 149; Yunus, 95; Hud, 47; Zümer, 15; Zümer, 65; Fussılet, 23; Fussılet, 25; Şura, 45; Ahkaf, 18; Naziat, 12; İsra, 82; Fatır, 39; Nuh, 21; Hac, 11; Zümer, 15; Nisa, 119; Hud, 22; Neml, 5; Kehf, 103; Enbiya, 70; Hud, 63; Şuara, 181
ZAFER KONUSUYLA İLGİLİ ÂYET-İ KERİMELER
Zafer İman Edenlerindir: 3/Âl-i İmrân, 123, 139, 148; 13/Ra’d, 41; 21/Enbiyâ, 105; 24/Nûr, 55; 30/Rûm, 60; 48/Fetih, 23; 63/Münâfıkun, 8.
Zafer Allah’tandır: 3/Âl-i İmrân, 125-126, 160.
Zafer, Allah ‘ın Yardım Ettiği Kimselerindir: 3/Âl-i İmrân, 160; 5/Mâide, 56; 9/Tevbe, 15; 30/Rûm, 2-5.
Kâfirler İstemese de, Allah Nurunu Tamamlar: 9/Tevbe, 32-33; 10/Yûnus, 82; 22/Hacc, 15; 42/Şûrâ, 24; 61/Saff, 8-9.
Zafer İslâm’ındır: 21/Enbiyâ, 44; 24/Nûr, 55; 48/Fetih, 28.
Gâlibiyet, Allah’ın ve Peygamberinindir: 58/Mücâdele, 21; 63/Münâfıkun, 8.
Allah, Mü’minlerin Aleyhinde Kâfirlere Zafer Vermez: 4/Nisâ, 141; 8/Enfâl, 36-38.
Mü’minler, Kâfirlere Üstün Gelmeseydi, Yeryüzünün Düzeni Bozulurdu: 2/Bakara, 251.
Nice Az Topluluklar, Daha Çok Topluluklara Üstün Gelebilir: 2/Bakara, 249-251; 8/Enfâl, 65-66.
Savaşta Gâlibiyet ve Geçici Yenilginin Hikmetleri: 3/Âl-i İmrân, 140-142.
İ ALLAH’IN YARDIMI
a- Mü’minlerin Allah’tan Başka Yardımcıları Yoktur: 2/Bakara, 107, 120, 286; 3/Âl-i İmrân, 150; 4/Nisâ, 45; 5/Mâide, 55; 6/En’âm, 51; 7/A’râf, 196; 9/Tevbe, 16, 116; 29/Ankebût, 22; 32/Secde, 4;
GÂLİBİYET (ALLAH’IN YARDIMI VE ZAFER)
- 481 -
42/Şûrâ, 31.
b- Allah İman Edenlerin Yardımcısıdır: 2/Bakara, 257; 3/Âl-i İmrân, 139, 160; 6/En’âm, 127; 9/Tevbe, 40; 30/Rûm, 47; 45/Câsiye, 19; 47/Muhammed, 11.
c- Savaşta Allah’ın Yardımı ve Dostluğu: 2/Bakara, 214; 3/Âl-i İmrân, 125-127, 139, 148; 8/Enfâl, 9-13, 17-18, 39-40; 9/Tevbe, 25; 22/Hacc, 40, 60; 47/Muhammed, 7.
d- Savaşta Allah’tan Sabır, Sebat ve Yardım İstemek: 2/Bakara, 250; 3/Âl-i İmrân, 146-147; 8/Enfâl, 45.
e- Savaşta Allah’a Güvenmek: 3/Âl-i İmrân, 173-175; 8/Enfâl, 49; 9/Tevbe, 25-26.
f- Kâfirlere Karşı Allah’ın Yardımını İstemek: 2/Bakara, 286; 8/Enfâl, 45; 10/Yûnus, 85-86; 40/Mü’min, 56; 60/Mümtehıne, 5.
g- Allah En Güzel Dost ve En Güzel Yardımcıdır: 22/Hacc, 78; 42/Şûrâ, 9.
h- Savaşta Allah’ın Yardımını Unutarak Gururlanmak: 9/Tevbe, 25-26.
i- Savaşta Meleklerin Mü’minlere Yardımı: 3/Âl-i İmrân, 123-126; 8/Enfâl, 9-13, 50; 9/Tevbe, 25-26; 33/Ahzâb, 9; 48/Fetih, 4, 7.
j- Allah’ın Yardımı Sabredenlerle Beraberdir: 2/Bakara, 153.
k- Allah’ın Yardımı Yakındır: 2/Bakara, 214.
l- Allah Dilediğine Yardım Eder: 30/Rûm, 5-6.
m- Bedir Savaşında Allah’ın Yardımı: 3/Âl-i İmrân, 113, 123-127, 160; 8/Enfâl, 9-13, 17-18, 42-44, 48, 50.
n- Uhud Savaşında Allah’ın Yardımı: 3/Âl-i İmrân, 121-122
o- Huneyn Savaşında Allah’ın Yardımı: 9/Tevbe, 25-27.
p- Tebük Savaşında Allah’ın Yardımı: 9/Tevbe, 48.
r- Hendek Savaşında Allah’ın Yardımı: 33/Ahzâb, 9-12, 25-27.
J- ALLAH’A (O’NUN DİNİNE) YARDIM: 3/Âl-i İmrân, 52; 22/Hacc, 40; 47/Muhammed, 7; 57/Hadîd, 25; 59/Haşr, 8; 61/Saff, 14.
K- ALLAH’TAN YARDIM İSTEMEK: 1/Fâtiha, 5; 2/Bakara, 45, 153; 7/A’râf, 126, 128; 12/Yûsuf, 18; 21/Enbiyâ, 112.
L- ALLAH’TAN BAŞKASINDAN YARDIM İSTEMEKTEN SAKINMAK: 12/Yusuf, 41-42.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 1, s. 188-189; c. 2, s. 109-111, 373
2. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 2, s. 304-310, 458-475; c. 23, s. 47-62, 69-70
3. T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 12, s. 300-301
4. Kur’an’da Ulûhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 229
5. Yahûdileşme Temâyülü, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 367-369
6. Arınma Yolu, Abdülhamid Bilali, Şafak Y. s. 203-300; 71-75
7. Vahiyle Doğrulmak, Ramazan Kayan, Çıra Y. s. 41-48
8. Kur’an’da Sembolik Anlatımlar, Necmettin Şahinler, Beyan Y. s. 339-342
9. Kur’an Okumaları, Metin Karabaşoğlu, Karakalem Y. c. 1, s. 72-78, 147-149, c. 2, 173-177, 3/178-180
10. Yeryüzünün Vârisleri, Kul Sadi Yüksel, Madve Y. s. 235-242, 262-264
11. Nur’dan Kelimeler, Alâaddin Başar, Zafer Y. c. 3, s. 48-52
12. Nur’dan Cümleler, Alâaddin Başar, Zafer Y. c. 2, s. 166-168
13. Kur’an’da Kişilik Psikolojisi, Abdurrahman Kasapoğlu, İzci Y. s. 24-26
14. İnanmak ve Yaşamak, Ercüment Özkan, Anlam Y. c. 2, s. 149-150

 
Okunma 1217 kez
Bu kategorideki diğerleri: GAYB »