بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله
FİRAVUN
- 247 -
Kavram no 52
Câhiliyye 5
Bk. Tâğut; Küfür-Kâfir; Fesâd-İfsâd
FİRAVUN
• Firavun; Kelime Anlamı
• “Fir’avn” Kimliği: Hz. Mûsâ’nın Fir’avn’ı ve Her Tâğutun Ünvanı
• Kur’an’da Firavun’un Hayatı; Bâtıl Mücadeleyle Geçen ve Helâkle Biten Bir Ömür
• Ve... İbretler, İbretler...
• Firavun; Her Dönemde ve Her Yerdeki Câhiliyye Toplumunun Önderi
• Çağdaş Firavunlar ve Firavunî Toplumlar
• Sihirbazlardan Medet Uman Firavun
• Tüm Firavunların Göz Boyama Aracı Olan Medyası; Sihirbazlık
• Propaganda; Firavunların Hakkı Etkisizleştirme ve Bâtılı Savunma Silâhı
• Sihirbazları Asan Firavun, Hz. Mûsâ’ya Niye Zarar Ver(e)medi?
• Firavun’un Kişiliği
• Firavun’un Mele’i/Yakın Çevresi
• Zâlim Firavun’un Cennetlik Hanımı; Âsiye
• Anıtkabiri Piramit Olan Firavun’un Toplumsal Düzeni de Piramit Düzeniydi
• Köleleştirmenin ve Soykırımın Firavuncası: Nüfus Planlaması
• Firavun’un Sonu
• Azap Geldikten Sonra Kâfirlerin İnandım Demesi Fayda Vermez
“Hatırlayın o zamanı ki, sizi Fir’avn’ın soyundan (onun taraftarlarından) kurtardık. Onlar size kötü bir surette azab ediyorlar, oğullarınızı kesiyorlar, kızlarınızı diri bırakmak istiyorlardı. Bu işte Rabbinizden büyük bir belâ (imtihan) vardı.” 966; “Yine hatırlayın ki, siz görüyorken sizin sebebinizle denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun taraftarlarını denizde boğduk.” 967
Firavun; Kelime Anlamı
Zannedildiğinin aksine, “Firavun” özel isim değil; cins isimdir. Firavun, Mısır’da hüküm süren Amelika krallarına verilen ünvandır. Türklerin hükümdarlarına hakan, Bizanslıların krallarına kayzer, İranlılarınkine Kisrâ denildiği gibi, eski Mısırlılar da krallarına firavun derlerdi. İslâm dil bilginlerine göre “firavun” kelimesi, kibir ve gurur anlamına gelen “fer’ane” ya da “tefer’ane” kelimesinden gelir. Çoğulu “ferâine”dir.
Kelimenin bu anlamı nedeniyle kibirlenen, zulüm yapan kişi için “adam firavunlaştı” anlamında “tefer’ane’r raculü” denir. Kök anlamı dışında firavun
966] 2/Bakara, 94
967] 2/Bakara, 50
- 248 -
KUR’AN KAVRAMLARI
kelimesinin sapma ve saptırma, bozulma ve başkalarını bozma, zarara girme ve zarara uğratma anlamlarında da yaygın bir kullanılışı vardır. Buna göre her zâlim, sapkın ve mütekebbir kişi firavundur. Kur’an da kelimeyi bu yorumu doğrulayacak biçimde kullanır. Sözgelimi Hz. Yusuf dönemindeki Mısır kralı Firavun olarak nitelenmezken, Hz. Mûsâ dönemindeki krallar Firavun olarak anılır.
Kelimenin anlamı, diğer bir görüşe göre, güneş tanrısının oğlu demektir. Eski Mısırlılar güneşe Ra adını vermiş ve ona yüce tanrı diyerek tapınmışlardır. Mısır inançlarına göre her kral iktidarını Ra ile olan ilişkisine dayandırır ve kendisini Ra’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak empoze ederdi. Zamanla Ra soyundan geldiğini savunan krallar, kendilerinin de “Yüce Rab” olduklarını halka kabul ettirmek amacıyla Firavun (güneş tanrısının oğlu) ünvanını kullanmaya başladılar. Firavun kelimesi, Eski Mısır dilinde “büyük ev” anlamındaki Per’ao’dan gelmektedir. Kelime, Tevrat’ın Yunanca tercümesinde Farao olarak karşılanmıştır. Günümüz batı dillerinde ise Pharaoh (İng.), Pharaon (Fr.) ve Pharo (Alm.) şeklinde kullanılmaktadır. Fir’avn (çoğulu ferâine) kelimesinin Arapça’ya İbrânîce’den veya Süryânîce’den geçtiği ileri sürülmektedir.
“Firavun” Kimliği; Hz. Mûsâ’nın Fir’avn’ı ve Her Tâğutun Ünvanı
Kur’an, Hz. Mûsâ ile ilişkisi nedeniyle sık sık andığı Firavun’un kimliğinden söz etmez. Buna karşılık Cevherî gibi bazı İslâm bilginleri, Kur’an’da geçen Firavun’un Velîd bin Mus’ab olduğu görüşündedirler. Fakat söz edilen Firavun, gerçekte iki ayrı hükümdardır. Bunlardan ilki, Hz. Mûsâ’nın doğduğu sırada Mısır’ı yöneten ve Hz. Mûsâ’yı sarayında büyüten Firavun; diğeri de Hz. Mûsâ’nın risâletle görevlendirildiği sırada iş başında olan Firavun’dur. Çağdaş tarih araştırmacılarına göre bu ilk Firavun, M.Ö. 1292-1225 yılları arasında hüküm süren II. Ramses; ikincisi ise II. Ramses’in oğlu Meneftah’tır. Ne var ki, Hz. Mûsâ’nın dönemi kesin olarak tespit edilemediği için bu görüşün yanlış olması da mümkündür. Kaldı ki tarihsel kişiliklerin tespit edilip edilmemesi fazla bir önem taşımaz. Çünkü Kur’an, kimlikler üzerinde durmayarak, ilâhî mesaj karşısında yer alan evrensel Firavun tipinin özelliklerini vurgular.
Fir’avn, diliyle veya hal diliyle tanrılık iddiasına kalkışan her tağutun ünvanı olabilecek şekilde prototiptir. Fir’avn, Keyhüsrev’in Mısır’ı ele geçirip İran’a katmasından önce, Mısır’da hüküm süren hükümdarlara verilen ünvandır. Milattan önce 3000 ilâ 525 yılları arasındaki 2500 yıllık zaman parçasında Mısır’da egemen olan hükümdarların ünvanıdır. Özellikle tanrılık iddiasında bulunduğu için Hz. Mûsâ’nın mücadele ettiği azgın Mısır hükümdarının adı yerine geçmiştir. O yüzden bu tarihî şahsiyete “Fir’avn-ı Mûsâ” da denir.
Kur’an’da Firavun’un Hayatı; Bâtıl Mücadeleyle Geçen ve Helâkle Biten Bir Ömür
“Fir’avn’a git, çünkü o azmıştır. De ki: ‘(Nasıl,) tezkiyeye/arınmaya gönlün var mı? Seni Rabbine (O’nu bilmeğe) ileteyim de O’ndan korkasın.’ (Mûsâ gitti, Allah’ın emrini Fir’avn’a duyurdu.) Ona büyük mucizeyi (asânın ejderha oluşu mucizesini) gösterdi. Fakat o, (Mûsâ’yı) yalanladı, karşı geldi. Sonra sırtını döndü, koşmağa başladı (Mûsâ’nın getirdiklerini iptal etmek için bütün gücüyle çalışmaya koyuldu). (Adamlarını) topladı, (onlara) bağırdı: ‘Ben sizin en yüce rabbınızım!’ dedi. Allah da onu, (sonrakilere ve öncekilere ibret
FİRAVUN
- 249 -
olacak biçimde) ahiret ve dünya azabıyla yakaladı. Şüphesiz bunda (Allah’tan) korkacak kimse için ibret vardır.” 968
Kur’an’da “Firavun” kelimesi 74 yerde geçer. Allah’tan korkacak kimseler için ibret olsun diye Firavun’dan 170’in üzerinde âyette söz edilmektedir. Başta 7/A’râf, 20/Tâhâ ve 26/Şuarâ surelerinde olmak üzere, Bakara, Âl-i İmran, Enfâl, Yunus, İbrahim, İsrâ, Mü’minûn, Neml, Kasas, Ankebut, Sâd, Mü’min, Zuhruf, Duhân, Kaf, Zâriyât, Kamer, Tahrim, Hakka, Müzzemmil, Nâziât, Bürûc ve Fecr sûrelerinde Firavun’dan bahsedilmektedir.
Firavun, kendi gücüne kimsenin erişemeyeceğine inanan,969 servetine şükredeceğine nankörlük yapan,970 yaptığı iyilikleri başa kakan971 azgın bir kimsedir.972 Alaycı ve küçümseyicidir.973 Sözünde durmayan, sağlam bir karaktere sahip olmaktan uzak bir şahsiyettir.974 Nefsini ilâh edinmiştir ve onun yolunda her şeyi kurban etmeye hazırdır. Zorbadır, İsrâiloğullarını büyük zulümlere mâruz bırakır, eziyetler birbirini izler 975, Diktatördür, kendisini rab olarak görmekte ve ilâhlık iddiasına karşı çıkan her akıl sahibini yok etmeye çalışmaktadır. 976
Otoritesini sarsacak en ufak harekete bile tahammülü yoktur.977 Halkı ardından sürükleyebilmek için ilericiliğine dair söylevler verir.978 İktidarının yükü, mazlumların sırtındadır.979 Büyük bir topluluğa kendisini rab olarak benimsetmesi ona güven verir. Bu topluluk, onun en önemli dayanaklarından birisidir.980 Hâlbuki Allah, nice büyük, güçlü ve zengin toplulukları yok etmiştir 981 ve Allah, halkı ıslahatçı olduğu halde bir memleketi helâk etmez. 982
Hz. Mûsâ’nın doğduğu zaman Mısır’ı yöneten kişi Firavun’dur. Firavun, zorbalığa yönelmiş, halkını sınıflara ayırmıştır. Aralarından bir zümreyi (İsrâiloğullarını) güçsüz düşürmek için oğullarını boğazlamakta, kızlarını diri bırakmaktadır. Tam bir bozguncudur.983 Kur’an’da Firavun’dan “zü’l-evtâd (kazıklar sahibi)”984 diye de söz edilmektedir. Saltanat sahibi olan bu azgın, kızdığı kişileri kazığa bağlayarak işkence ediyordu. Nitekim Firavun âilesi, İsrailoğullarına “azabın en kötüsünü revâ görüyor, yeni doğan erkek çocuklarını boğazlayıp fenalık için kızları sağ bırakıyordu.” 985
Hz. Mûsâ böyle bir ortamda, ezilen zümrenin bir üyesi olarak dünyaya geldi.
968] 79/Nâziât, 17-26
969] 10/Yûnus, 83
970] 10/Yûnus, 88
971] 26/Şuarâ, 18
972] 20/Tâhâ, 24
973] 26/Şuarâ, 25-26; 43/Zuhruf, 52
974] 7/A’râf, 134
975] 2/Bakara, 45
976] 7/A’râf, 123-124
977] 26/Şuarâ, 29
978] 45/Câsiye, 29
979] 44/Duhân, 31
980] 26/Şuarâ, 56
981] 28/Kasas, 78
982] 11/Hûd, 116-117
983] 28/Kasas, 4
984] 89/Fecr, 10
985] 2/Bakara, 49-50
- 250 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Normal şartlarda hayatta kalabilmesi mümkün değildi. Fakat Allah zayıf düşürülenlere lutufta bulunmak, onları önderler yapmak ve zâlimlerin mirasçısı, o yerlerin hâkimleri durumuna getirmek istiyordu.986 Bu irâdenin gerçekleşmesi için de Hz. Mûsâ’nın hayatta kalması gerekiyordu. Annesine Mûsâ’yı denize bırakması vahyedildi. Böylece Mûsâ, hem Allah’ın, hem de İsrâiloğullarının düşmanı olan Firavun’un sarayına getirildi. Firavun ve âilesi, ileride kendilerine düşman olacak çocuğu kendi çocuklarıymış gibi besleyip büyüttü.987 Hz. Mûsâ, gençlik çağında bir Kıptînin ölümüne sebep olduğu için Mısır’dan kaçarak Medyen’e gitti. Hz. Mûsâ kaçarak ayrıldığı Mısır’a on yıl sonra Allah’ın rasulü olarak yeniden dönecektir.
Ve... İbretler, İbretler...
Hz. Mûsâ, Medyen’den dönerken risâletle görevlendirildi.988 Doğrudan Firavun’a gidecek,989 Allah’ın âyetlerini tebliğ edecek,990 ondan İsrâil oğullarını serbest bırakmasını, onlara baskı ve işkence yapmamasını isteyecekti.991 Firavun, azgın bir zorba992 ve müstekbir (büyüklük taslayan)993 bir kraldı. Kavmi de bir zâlimler topluluğu994 haline gelmişti. Hz. Mûsâ, bütün âyetleri, delilleri ortaya koyduğu halde, O’nun çağrısına Firavun büyük bir inatla karşı çıktı. Bu andan itibaren Hz. Mûsâ ile Firavun arasında başlayan büyük mücadele, Kur’an’da ayrıntılı biçimde gözler önüne serilir. Kur’an’ı izleyerek bu mücadeleyi ana hatlarıyla şöyle tespit edebiliriz: Firavun, ilâhî mesajla kendisine gelen Hz. Mûsâ ve Hz. Hârun’u önce iddialarından vazgeçme-meleri ve kendisinden başka bir ilâh tanımaları durumunda hapse atacağını söyleyerek995 sindirmeye çalıştı. Başaramayınca, sarayda büyütülüşünü hatırlatarak 996 minnet altında bırakmayı denedi. Bu da tutmayınca, “Rabbiniz kimdir?”997 ve “Önceki nesillerin durumu nedir?”998 gibi sorularla sınamaya, tartışma yoluyla susturma yoluna başvurdu; deli olduğunu iddia ederek sözlerini geçersiz kılmaya çalıştı.999 Bunda da başarılı olamayınca, çaresiz Hz. Mûsâ’dan, getirdiğini iddia ettiği âyetleri (mûcizeleri) göstermesini istedi. 1000
Hz. Mûsâ, kendisine bağışlanan asa ve beyaz el mûcizelerini gösterince Firavun bu kez de onu sihirbazlıkla, kendilerini yurtlarından çıkarmayı planlamakla suçladı.1001 Hz. Mûsâ’nın bir sihirbaz ve dolayısıyla peygamberlik iddiasının temelsiz olduğunu kanıtlamak amacıyla ülkesinin önde gelen sihirbazlarını toplayarak
986] 28/Kasas, 5-6
987] 28/Kasas, 7-14
988] 20/Tâhâ, 11-14
989] 20/Tâhâ, 24
990] 20/Tâhâ, 42
991] 20/Tâhâ, 47
992] 44/Duhân, 31
993] 29/Ankebut, 39
994] 26/Şuarâ, 10
995] 26/Şuarâ, 29
996] 26/Şuarâ, 18
997] 20/Tâhâ, 49
998] 20/Tâhâ, 51
999] 26/Şuarâ, 27
1000] 26/Şuarâ, 31
1001] 20/Tâhâ, 57
FİRAVUN
- 251 -
onunla yarıştırdı. Fakat sihirbazların bir sihir değil; mûcize karşısında bulunduklarını anlayarak müslüman olmaları nedeniyle amacına ulaşamadı. Üstelik bir bayram günü, halk önünde cereyan eden yarışma Hz. Mûsâ’nın lehine sonuçlandı.1002 Bütün kozlarını kullanan Firavun, bütün zorbalar gibi zulme, katliama başvurdu. Hz. Mûsâ’ya iman edenlerin oğullarının öldürülmesini, kadınlarının sağ bırakılmasını emretti.1003 Bununla da yetinmeyerek Hz. Mûsâ’yı öldürtmeye kalkıştı. Fakat kendi âilesinden bir mü’min kimsenin uyarısı üzerine vazgeçti.1004 Allah, belki gerçeği görür ve kabul ederler diye Firavun ve halkını kıtlık, tufan, çekirge gibi çeşitli azap ve felâketlerle cezalandırdı. Her felâket sırasında Hz. Mûsâ’ya başvurarak Allah’a duâ etmesini istediler; azabın kaldırılması halinde iman edeceklerine dair söz verdiler, fakat azap kaldırılınca sözlerinden döndüler.
Firavun, Mısır mülkünün kendisine ait olduğu, düzgün konuşamayan Hz. Mûsâ’dan daha iyi olduğu, doğru söylemiş olsaydı Hz. Mûsâ’ya güç ve saltanatın simgesi olan altın bileziklerin atılması ya da yardımcı melekler gönderilmesi gerektiği gibi söz ve gerekçelerle halkının itaatinin devamını sağladı. 1005
Firavun’un, çevresinin ve halkının ilâhî mesajı kabul etmeyecekleri, zulüm ve işkencelerinin sona ermeyeceği kesinlik kazanınca Hz. Mûsâ’ya İsrâiloğullarını bir gece Mısır’dan çıkarması emri verildi.1006 Durumu öğrenen Firavun, hemen harekete geçerek büyük bir ordu topladı.1007 Amacı, İsrâiloğullarını bütünüyle yok etmekti. Ama Allah’ın da bir hesabı vardı. Firavun ve ordusu, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğullarına yol vermek için yarılan Kızıldeniz’in yeniden birleşen suları içinde yok olup gitti.1008 Böylece Allah, Firavun ve halkını tapınırcasına sevdikleri şeylerden; çeşmelerden, bahçelerden, hazinelerden, o güzel yerlerden çıkardı ve bunları İsrâiloğullarına miras yaptı.1009 Zorba Firavun, Kızıldeniz’in suları arasında artık her şeyin bittiğini, boğulacağını anlayınca, “Gerçekten İsrâiloğullarının inandığından başka ilâh olmadığına iman ettim; ben de müslümanlardanım” dedi; ama iş işten geçmişti. “Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun!” denildi. Cesedi, gelecek nesillere ibret olması için denizden kurtarılarak bir tepeye atıldı. 1010
Firavun; Her Dönemde ve Her Yerdeki Câhiliyye Toplumunun Önderi
Kur’an, tarihî olayları bir tarih kitabı gibi belli bir olayı aktarma amacıyla değil; insanları uyarma, düşündürme, evrensel gerçekleri kavratma gibi amaçlarla konu edinir. Hz. Mûsâ ve Firavun kıssası, bütün bu amaçların gerçekleştirildiği en kapsamlı kıssalardan birisidir. Kur’an bu kıssa ile müslümanların imanını güçlendirme, İslâmî tebliğe karşı çıkan müşrikleri uyarma gibi amaçlarının yanı sıra, İslâm dışı toplumsal yapılanmaların, yönetim biçimlerinin, eşdeyişle Firavunî
1002] 20/Tâhâ, 58-70
1003] 40/Mü’min, 25
1004] 40/Mü’min, 26-35
1005] 43/Zuhruf, 48-54
1006] 26/Şuarâ, 52
1007] 26/Şuarâ, 53
1008] 26/Şuarâ, 60-66
1009] 26/Şuarâ, 57-59
1010] 10/Yûnus, 90-92
- 252 -
KUR’AN KAVRAMLARI
toplumların değişmeyen özelliklerini de ortaya koymayı amaçlar. İslâm dışı toplum ve yönetim biçimleri, tarihin hangi döneminde bulunursa bulunsun, hangi adla adlandırılırsa adlandırılsın, Firavun’a ve onun temsil ettiği siyasal sisteme, bu sistemle şekillendirilen topluma özgü inanç ve düşünceleri, özellikleri yansıtır. Bu nedenle özü bakımından Hz. Muhammed’in (s.a.s.) karşısında yer alan kişilerle kökten değiştirmeyi amaçladığı toplumsal yapı, Hz. Mûsâ döneminin Mısır’ından pek farklı olmadığı gibi, günümüzde dünyanın herhangi bir yerinde varlığını sürdüren İslâm dışı bir toplumsal ve siyasal sistem de Mekke’dekinden çok farklı değildir.
Çağdaş Firavunlar ve Firavunî Toplumlar
Kur’an, bize Firavun kıssası ile Firavunî toplumların temel özelliklerini belirleme imkânı veriyor. Buna göre bu tür toplumların en temel özelliği, Allah’ın yeryüzündeki hâkimiyetini reddetmeleridir. Firavun’un ilâhlık ve rablık iddiası, gerçekte Allah’ı ya da o toplumda varlığı kabul edilen ilâhları yok saydığını değil; yeryüzünde kendisinden başka itaat edilecek, kanun koyacak, yönetecek güç tanımadığını ifade eder. Allah’ın hâkimiyetini ve ilâhî kanunları reddeden toplum, bu yetkiyi ister Firavun örneğindeki gibi tek kişiye, isterse belli bir topluluğa, bir sınıfa, bir partiye tanısın, sonuç değişmez. Firavun’un, içinden akan ırmaklara varıncaya kadar bütün Mısır mülkünün kendisine ait olduğu yolundaki sözleri, Firavunî toplumların başka bir özelliğini gösterir. Bu tür toplumlarda mülk Allah’ın değil; hâkim gücün sayılır. Hâkim/egemen güç, mülk üzerinde dilediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Bu mülkiyet ve tasarruf anlayışının doğal sonucu olarak belli bir azınlık servet içinde yüzerken, büyük halk çoğunluğu açlık ve sefalet içinde kıvranır. Firavun’un, böylesine mutlak bir hâkimiyet ve mâlikiyeti yalnız başına sürdürmesi mümkün değildir. Bu nedenle Kur’an, Firavun ile birlikte “mele'” adını verdiği işbirlikçilerine de dikkat çeker. Bugünkü karşılıkları ile söylenirse mele’, büyük sermaye sahipleri, meclis üyeleri, yüksek rütbeli subaylar, üst düzey bürokratlar, halkı etkileme ve yönlendirme imkânına sahip gazeteci yazar, aydın, sanatçı, din adamı ve benzeri kişilerden oluşan topluluktur. Bunlar, Firavun’un, firavunî düzenlerin kendilerine sağladığı çıkarlar karşılığında onun hâkimiyetinin sürmesine yardım ederler. Bu da firavunî toplumların başka bir özelliğidir.
Firavunî düzenler yapıları gereği varlıklarını ancak zulüm ve zorbalıklarla sürdürebilirler. Adâlet, eşitlik, insan hak ve özgürlükleri bu tür düzenler için hiçbir anlam taşımaz. Toplumda her şey düzenin korunması ve sürdürülmesi amacına uygun biçimde düzenlenir. Tıpkı Firavun’un Mısır’ındaki gibi toplum, çeşitli sınıflara bölünür; özellikle düzen için tehlikeli görülen unsurlar baskı ve zulümlerle zayıf düşürülür; gerektiğinde çocukların öldürülmesi için nüfus planlaması gibi yöntemlere başvurulur. Peygamberler ya da onların takipçisi mü’minler tarafından adâlet, özgürlük, insanca yaşama adına yapılan her çağrı, Firavun ve mele’i için mülk, saltanat ve hâkimiyetlerine yönelik bir saldırı anlamına geleceğinden hemen susturulması gerekir. Firavun’un, Hz. Mûsâ’nın dâveti karşısındaki tutumu, firavunî düzenlerin bu yolda uygulayacakları bütün yöntemlerin bir özetini verir: Psikolojik baskı, dâveti etkisiz kılacak karşı propaganda, suçlama, hapis ve öldürme tehditleri ve uygulamaları, çeşitli baskılar, işkenceler ve nihâyet soykırım.
FİRAVUN
- 253 -
Firavun kıssası, Firavun ve işbirlikçilerinin kaçınılmaz âkıbetlerini de gözler önüne serer. Onlar, galip ve güçlü olan’ın yakalayışı ile yakalanır1011 ve azâbın en kötüsü ile kuşatılırlar.1012 Sonunda bütün yaptıklarının intikamı alınır ve hepsi boğulur, yok olup giderler.1013 Âhiretteki durumları ise daha da kötüdür. Onlar azabın en şiddetlisine sokulurlar.1014 Hz. Mûsâ ve mü’minler ise imanlarının, sabır ve mücadelelerinin bir ödülü olarak esenliğe çıkar, Firavun ve işbirlikçilerinin mülküne vâris ve hâkim olurlar. 1015
Firavunluk, her zaman ve her yerde mevcuttur. Herhangi bir zaman dilimiyle sınırlı olmadığı gibi, yeryüzünün herhangi bir bölgesine de özgü değildir. O bir yaşam tarzıdır. Siyasal ve toplumsal bir düzen, ekonomik strüktür, hukuk sistemi, yönetim biçimi, kişilik karakteri ve bir ahlâk yapısıdır. Kısaca o, toplumu çepeçevre kuşatan bir hayat tarzıdır. Eski Firavunluk örnekleri, Kur’an-ı Kerim’de ve tarihte sadece Mısır ile ilgili olarak gelmişse de, bu başka yerlerde bulunmadığı anlamına gelmez. Ülkeden ülkeye, çağdan çağ kimi ayrıntılarda farklılıklar olabilir. Birçoğu iç, pek azı da dış faktörlerden ötürü aralarında nicelik ve nitelik açısından birbirinden değişik yönleri vardır. Fakat her ne olursa olsun, neticede hepsi de Firavunluktur. Firavunların hal ve hareketleri toplumlarına da yansır ve o toplumlar ahmakça uyuşmuş; sürekli uyuyan, bilinçlerine perde düşen Firavunlaşmış toplumlar olurlar.
Firavun ve çevresinin ilâhî mesaja muhatap olduklarında, ilk itirazlarından/bahanelerinden biri, Hz. Mûsâ’yı nankörlükle suçlamak olmuştur. “Biz seni içimizden bir çocuk olarak yetiştirmedik mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı? Ve sonunda yapacağını yaptın. Sen nankörlerden birisin.”1016 Bu itiraz, günümüzde de olduğu gibi, tarih boyunca tüm müstekbirlerin ortak itirazıdır. Bu, devlete, devletin sağladığı imkânlara karşı nankörlükle suçlamak, kurulu düzenlerinin bekası noktasında endişe sahibi olanların ileri sürdükleri yegâne suçlamalardan biridir. Bugün muvahhidlere yöneltilen fundamentalistlik, bölücülük, ayrımcılık, aşırılık ve hatta teröristlik suçlamaları “birlik ve beraberliğin biricik düşmanları” olarak gösterilmeleri, sadece zamanımıza ait yaftalamalar değildir. Firavunî düzenlerin temsilcileri, her dönemde atalarının izinden gitmişler, peygamberleri ve onlara uyanları yeryüzünde bozgunculuk yapmakla itham etmişler,1017 zindana atmakla tehdit etmişlerdir.1018 Her dönemde farklı versiyonlarıyla zâlimlerin sünneti, Firavun’un şu sözünde özetlenmektedir: “Biz daima onların üzerinde eziciler olacağız.” 1019
Sihirbazlardan Medet Uman Firavun
“Firavun kavminden ileri gelenler dediler ki: Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz? Dediler ki: O’nu da kardeşini de beklet, şehirlere
1011] 54/Kamer, 42
1012] 40/Mü’min, 55
1013] 43/Zuhruf, 55
1014] 40/Mü’min, 46
1015] Ahmet Özalp, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. 2, s. 193-195
1016] 26/Şuarâ, 18-19
1017] 7/A’râf, 127; 40/Mü’min, 26
1018] 26/Şuarâ, 29
1019] 7/A’râf, 127
- 254 -
KUR’AN KAVRAMLARI
toplayıcı (memurlar) yolla. Bütün bilgili sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler. Sihirbazlar Firavun’a geldi ve ‘eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir mükâfat var mı?’ dediler. (Firavun:) ‘Evet, hem de siz mutlaka yakınlarımdan olacaksınız’ dedi.” 1020
Firavun’un yardımcıları ona, Mûsâ ve Harun’u halkın önünde rezil olana kadar bırakmasını öğütlediler. Firavun da polislerini göndererek sihirbazları getirtti.
Firavunlar, günümüzde bu tür bir sihirden medet ummuyorlar. Dâvet sahiplerine karşı çağdaş Firavunların kullandıkları büyücüler, eskisinden daha iğrençtir. Yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, televizyon yayıncıları, emniyet yetkilileri ve istihbarat büroları vs. bunlar sihirden daha etkili ve güçlüdür. Belki bütün dünya sihri bir araya getirilse, bunlardan yalnız birinin verdiği zehiri verebilmesi mümkün değildir.
Sistemini korumaya çalışan Firavun’la, sihirbazlar arasında artık pazarlık başlamıştır. Yalan uydurmada uzman bir sihirbaz ne isteyebilir? Hediyeler, ödüller, bahşişler... “Eğer biz kazanırsak, kesin bir mükâfat var mı?” Ne ödülü? Bu, bir devlet sorunudur. İslâm dâvetine karşı tâğutî düzeni koruma meselesidir. Cevap, kesinlikle ‘evet’tir. Belki binlerce evet... Ödüller, bahşişler, armağanlar değil sadece; makam ve mevkiler de var. (“devlet sanatçısı” ilân edilecektir sihirbazlar.) Onların devlet başkanına yakınlaşmalarını sağlamak, makam ve rütbe...
Bu tablo aynı zamanda bize, Firavnî-şeytanî rejimlerde makam sahibi olmanın ölçülerini de öğretiyor. Firavunu ve onun küfrünü, zulmünü, işkencesini ve yoksulları ezmesini sağlayanlar ve koruyanlardır ona yakın olanlar. Dolayısıyla makam ve mevkiler onlarındır. Bu kişiler kara cahil, sihirbaz yalancı ve dalkavuk olsa bile durum değişmez.
Mûsâ’nın (a.s.) büyücülerle buluşma zamanı, bayram günü insanların toplandığı kuşluk vaktidir.1021 Vaktin tâyini, Hz. Mûsâ’ya aittir. Rasûlün böyle bir vakti seçmesi, o ortamda insanlara tebliğ etmenin uygun zamanını kolladığını göstermektedir. Büyücüleri Allah’a karşı yalan uydurmamaya dâvet eder ve azapla uyarır.1022 Ancak Firavun onların etkilenmesini ve misyonlarını terk etmelerini önlemek için gizli bir görüşmede bulunarak onları şeytan yolunda sabit kılmaya çabalar. Firavun’un verdiği moral destek ve vaadlerle 1023 Allah’ınki kıyaslanabilir mi? 1024
“(Sihirbazlar,) ‘Ey Mûsâ, sen mi (önce hünerini ortaya) atacaksın, yoksa önce atanlar bizler mi olalım?’ dediler. ‘Siz atın’ dedi. Onlar atınca insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir (ortaya) getirdiler. Biz de Mûsâ’ya, ‘asanı at’ diye vahyettik. Bir de baktılar ki; bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti.” 1025
Kur’an, burada başka bir çehre sergiliyor. Mûsâ (a.s.) ve sihirbazların karşılaşma sahnesi. Bütün insanlar etraflarına toplanmışlar ve geniş halkalar
1020] 7/A’râf, 109-114
1021] 20/Tâhâ, 59
1022] 20/Tâhâ, 61
1023] 20/Tâhâ, 62-64
1024] 20/Tâhâ, 68
1025] 7/A’râf, 115-118
FİRAVUN
- 255 -
oluşturmuşlardı. Ve artık yarışma başlıyor. “Ey Mûsâ, önce ya sen at ya da biz!” Mûsâ “Siz atın” dedi. Böylece kendisi sonra atıp, onlarınkini bozacak ve yarışmayı kazanacaktı.
Sihirbazlar ip ve sopalarını atınca insanların gözlerini -bir çeşit onları kandırma yöntemiyle- büyülediler ve onları korkuttular. Sanat ve çeşit itibarıyla büyük bir sihir ortaya koymuş oldular. O sırada da Allah “asanı at” diye Hz. Mûsâ’ya vahyetti. Asa da onların büyüsünü yok etti. Sihirbazlar yenilgiye uğradı, Mûsâ (a.s.) kazandı.
“(Firavun ve kavmi) orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. ‘Mûsâ ve Harun’un da Rabbi olan âlemlerin Rabbine inandık’ dediler. Firavun dedi ki: ‘Ben size izin vermeden O’na iman mı ettiniz? Bu hiç şüphesiz şehrin (Mısır’ın) kıptî olan halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) bileceksiniz! Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım.’ Onlar, ‘Biz zaten Rabbimiz’e döneceğiz. Sen sadece, Rabbimiz’in âyetleri geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür’ dediler.” 1026
Bu karşılaşmada Firavun ve zümresi kaybetmekle, halkın önünde rezil olmuştu. Sihirbazların ise kalpleri uyandı; hakikat onları kuşatarak teslime zorladı. Secde etmeleri bunu gösteriyor. Sanki biri onları secdeye itmişti. Kur’an’ın buradaki ifadesi gâyet açıktır. Bu âyette Firavun’un, sihirbazların âlemlerin Rabbine iman etmelerini engelleyecek hiçbir tepkisi yok. Onu kızdıran tek şey, izni olmaksızın iman etmeleridir. Bu da Firavunluğun boyutunu tasvir ediyor. Zira o, kalplere ve vicdanlara hükmetmeyi istiyor ki; onun emri olmaksızın kimse hakka inanıp bağlanmasın.
Hz. Mûsâ, Rabbinin yardımıyla muzaffer olur. Bunun üzerine büyücüler secdeye kapanarak iman ederler.1027 Hem de ne iman! Firavun’un onların ellerini ayaklarını çaprazlama kesip hurma dallarına asma tehdidine karşı, zerre kadar imanlarından kuşkuya düşmezler. Şerefi, ezelî ve ebedî olan’ın yanında ararlar. Firavun’un zor kullanmasına rağmen, dayatılan gayr-ı resmî ajanlığa, bir daha geri dönmezler.1028 Çünkü onların kalbine artık iman yazılmıştır.
Büyücüler, meslekleri icabı büyü ile büyü olmayanı ayırt edebilirler. Onlar iman ettiği halde, Firavun’un iman etmemesi gösteriyor ki Firavun, inanmak için mucize istemesinde samimi değildir. Hz. Mûsâ’yı âciz kılacağını düşünerek böyle bir istekte bulunmuştur.
Firavun’un tuzağı geri tepince, bu sefer kendisinin ve rejiminin şerefini içine düştüğü pisliklerden kurtarmak için bahaneler aramaya başladı. İnsanlara, “Mûsâ bâtıl üzeredir’ mi diyor; sihirbazlar Firavun’un adamları olduğu halde ‘niçin iman ettiler’ mi diyor? Hayır! O takdirde bir kurnazlık gerek. Ve iftiraya başvuruyor: “Bu yenilgi, devlet aleyhine bölücü bir grubun yaptığı tezgâhın sonucudur. Onlar, devlet yetkililerini yönetimden uzaklaştırmak ve hükümetin yasal başkanını alaşağı etmek için aralarında anlaştılar.” Görüldüğü gibi Firavun’un bu buluşu, tarih boyunca süregelen bütün Firavunların yöntemlerine son derece
1026] 7/A’râf, 119-126
1027] 20/Tâhâ, 60
1028] 20/Tâhâ, 73
- 256 -
KUR’AN KAVRAMLARI
uygundur.
Firavun’un iman eden sihirbazlara tehdit ettiği ve sonra uyguladığı “taslib” asarak idam etmektir. Genelde, kişinin boynuna ip geçirerek asıp ölmesini sağlamak şeklinde uygulanır. İbnül-Münzir ve başkalarının da İbn Abbâs’tan naklettiklerine göre bu tür idamı ve organları parçalama şeklini Firavun başlatmıştır. Anlaşıldığı gibi Firavun, muhâliflerini bastırmak için birçok işkence çeşidi icad etmiştir. Bunları ister kendi kafasıyla bulsun, isterse içişleri bakanlıklarının, istihbaratçıların, emniyet güçlerinin yardımlarıyla bulsun ve hatta yabancı devletlerden getirtsin, durum değişmez.
Sihirbazlar, Rablerine duâda bulunuyorlar: “Ey Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür.” Bize sabır ve tahammül yağdır ki, işkence acıları, sopa ağrıları, bıçak kesikleri ve boyunların vurulmasından doğan dehşet, bize caydırıcı etki etmesin. İbn Abbas ve Süddî’den nakledildiğine göre, Firavun bu tehditlerini uyguladı, kimini parçaladı kesti, kimini de idam etti. Suç? Hakkı görüp teslim olmak, müslümanlığı kabul etmek.
Firavun, muvahhidleri altetmek için cedeli, kitle haberleşme araçlarını (büyücüler) kullanmış ve son çare olarak da sâdık askerlerini devreye sokmuştur.1029 Kendisi, kesin çözümden yanadır. İktidarını ordusuna ve halkına borçlu olmasına rağmen, ordusuyla tuzak kurarken, Allah’ın ondan çok daha etkili tuzak kurabileceğini1030 gözardı etmektedir. 1031
Tüm Firavunların Göz Boyama Aracı Olan Medyası; Sihirbazlık
Günümüzde başta televizyon kanalları olmak üzere medya yani dünkü adlandırma ile sihirbazlık/büyücülük, halkın bağlılığını sağlamak ve sürdürmek yolunda Firavunların ve firavunî düzenlerin vazgeçemedikleri bir araçtır. Hz. Mûsâ’nın hak dine çağrısı sırasında gösterdiği mûcizelere karşı, O’nu halkın gözünden düşürmek ve kamuoyunda etkinliğini azaltmak üzere bir yarış/gösteri düzenlenmesi kararlaştırılır ve bunun için de ülkenin her yanındaki büyücüler çağrılır.
Firavunların dayanakları, hilesi zayıf olan şeytanın taktikleridir. Türlü hileler, nutuklar, vaadler yalanlar, entrikalar, karayı ak ve akı kara gösteren şarlatanlıklar. Gösteriş/şov yaparak halkın gözünü boyamak, aldatarak kamuoyu oluşturmak, Firavunları ve düzenlerini güçlü göstermek, avutma ve uyutma araçları, hakkın değil; güçlünün egemenliği... eski ve çağdaş tâğutların sarıldıkları ipler/yılanlardır.
Firavun zamanındaki büyü, bir güç gösterisinin ögesi olarak kullanılmakla, doğrudan doğruya Firavun düzeninin güvenlik önlemi niteliği kazanmaktadır. Ancak, bir de dikkat çekici bir başka nokta vardır bu olayda. Büyünün devlet desteğine sahip olmasına karşın, Hak Din’i getirmiş olan Peygamber’in gösterdiği mûcizeler için “büyü” denilmekle kalınmamakta, Peygamber de “büyücü” olmakla suçlanmaktadır. Kendileri için doğal, olağan, gerekli ve yararlı, kim bilir
1029] 20/Tâhâ, 68
1030] 3/Âl-i İmran, 154
1031] Mevdudi, Kur’an’da Firavun, s. 9, 38-43
FİRAVUN
- 257 -
belki de bir ayrıcalık sebebi gördükleri büyüyü, egemen güçler, kendilerine karşı çıkanlarda suç kabul etmekte ve onları bununla suçlayıp karalamaktadırlar. Eski ve çağdaş Firavunların bir şarlatanlık örneği de propaganda sanatı(!)dır.
Propaganda; Firavunların Hakkı Etkisizleştirme ve Bâtılı Savunma Silâhı
Firavunlar toplumunda “iyi tezgâhlanmış” propagandanın da bir güvenlik önlemi olarak gündemde tutulduğuna tanık olmaktayız. Karşı tarafı aşağılamak, küçümsemek, alaya almak veya aldırtmak, delilik/meczupluk damgası vurmak yalancılığını ileri sürmek gibi yollarla mesajı ve dâvetçiyi yıpratma taktikleri her dönemin taktikleridir. Bu propagandalar sonucu, “hak olan” gözden düşürülmekte veya gizlenmekte, etkisizleştirilmektedir. Hakkı bâtıl; bâtılı hak göstermek, hakkı gizlemek ve hakkın hâkimiyetine engel olmak, hep propagandaya ihtiyaç duyacaktır.
Firavun’un bu kabilden yaptığı propagandalara bakalım: Firavun, “ben sizin en yüce rabbinizim!” 1032 diyebilmekte ve propagandalarında Mısır ülkesi hükümdarlığının kendisine ait olduğunu, hatta kendine ait olanlar içinde akan ırmaklara kadar her şeyin bulunduğunu döne döne vurgulamaktadır.1033 Ufak tefek kimi insanî eksiklikleri büyüterek kamuoyuna sunmak ve böylece puan kaybına yol açmak. Sözgelimi, duygusallığı arttığında veya kendi ana lisanı olmadığı için yabancı şive ile konuştuğundan Firavunların dilini konuşmakta zorlanan Hz. Mûsâ için “şu konuşamayan adam” gibisinden ifadelere başvurup rakibinin etkisini zayıflatmaya çabalamak. Kule yapma örneğini de bir propaganda malzemesi olarak ele almak doğru olacaktır.
Olaya olumlu yaklaşıyormuş izlenimi vererek olumsuz sonuca vardırıcı bir tutum izleme taktiğidir kule yapma olayı. Firavun, Hâmân’dan yüksek bir kule yaptırmasını ister.1034 Propaganda gereği, o kuleye çıkacak, “Mûsâ’nın ilâhı”na ulaşmanın yollarını arayacaktır, görünüşte. Elbette ki amaç, bu bulacağı yola gidip, sözü edilen ilâhın bulunmadığını görmek, daha doğrusu O’nu görmediğini söyleyerek inkârını bir gerekçe üzerine oturtmaktır; hem de düşünmekten uzaklaştırılan kalabalıklara inandırıcı olması düşünülen bir gerekçe ile. Daha kulenin yapım emrini verirken kullandığı “doğrusu ben onu yalancılardan sanıyorum”1035 ifadesi, hem bu amacının belirtisi, hem de kuleden inişinde ifade edeceği inkârına önceden bir zemin hazırlama taktiği olarak alınmalıdır. 1036
Firavunların düzenlerine karşı çıkanlar, Firavun ve çevresi/egemen güçler tarafından çeşitli propagandalarla küçük düşürülmeye ve toplumda yalnız bırakılmaya çalışılmışlar, kitleler nezdinde gayr-ı meşrû olarak lanse edilmişlerdir. “Ben onun dininizi değiştireceğinden, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum. Ben sizi doğru bir yola götürüyorum ve size doğru gördüğümü gösteriyorum.”1037 Bunlar, Firavun’un cümleleridir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, Firavun’un
1032] 79/Nâziât, 24
1033] 43/Zuhruf, 51
1034] 28/Kasas, 38
1035] 28/Kasas, 38
1036] Zübeyir Yetik, Her Nemruda Bir İbrahim, s. 90-91
1037] 40/Mü’min, 26, 29
- 258 -
KUR’AN KAVRAMLARI
propagandasından ziyade, kitlelerin bu seslenişe olan teveccühleridir. Yığınlar, Kur’an’ın tabiriyle “ateşe çağıran önderler”in peşinden gitmektedir.
Rabbimiz, Firavun’un propagandalarına kanan Mısır toplumunu şu şekilde tanımlamaktadır: “İşte Firavun kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Çünkü onlar fâsık (yoldan çıkmış) bir kavim idiler.”1038 Kitleler, şu ya da bu şekilde Firavun düzeninin devamından yarar sağlamakta veya yararları olduğu şekilde kandırılmaktadır. Toplum psikolojisi, rüzgâr nereden kuvvetle esiyorsa onun etkisiyle kitlenin o şekilde rüzgâra kapılıp sürüklendikleri şeklindedir. Böylece ateşe çağıranların izinden gitmeye devam etmektedirler. Ama bu, Mûsâ’yı da mü’minleri de etkilememektedir.
Sihirbazları Asan Firavun, Hz. Mûsâ’ya Niye Zarar Ver(e)medi?
Firavun, Mûsâ’yı (a.s.) ve dâvetini küçümseyerek onu idam ipinden istisna etti, asmadı. Öyle gözüküyor ki, çağdaş Firavunlar hocalarının bu tutumunu pek beğenmediler. Çünkü Mûsâ (a.s.) yaşadığı sürede dâvetini yaymış ve Firavun’un adamları tarafından da garip bulunmuştu: “Firavun kavminden ileri gelenler dediler ki: ‘Mûsâ’yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar (halkı senin aleyhine) kışkırtsınlar diye bırakacak mısın?’ (Firavun ise,) ‘Biz onların oğullarını öldürüp kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz.’ dedi.” 1039
Mûsâ (a.s.) dâvete başladıktan sonra, artık O’nun da bir kavmi olmuştu. İbn Cerîr’in İbn Abbâs’tan naklettiğine göre, sihirbazların iman etmesinin akabinde altı yüz kişi iman edip Hz. Mûsâ’ya tâbi olmuştu.
Firavun’un adamları, aslında kendi çıkarlarını savunuyorlardı. Fakat mü’minlere karşı Firavun’u kışkırtıyor ve şöyle diyorlardı: “İnsanları sana uymaktan çıkarmak için ülkede fesat çıkaranları ve onları senin düzenine karşı kışkırtanları, öylece bırakacak mısın?” Fakat Firavun onlara, mü’minleri yok etmek için başka bir yöntem kullanacağını söylemiştir. O iyi biliyordu ki mü’minler, tevhid gerçeğini çocuklarına da öğretip telkin edecek ve sonunda Firavun yönetimine karşı nesiller yetişecekti. Firavun, mü’minlerin erkeklerini öldürüp kadınlarını sağ bırakmayı düşünüyordu. Böylece kadınlar, Firavun’un kâfir ve müşrik taraftarlarıyla evlenecek ve iman edenlerin nesilleri de kuruyacaktı ve devam ediyordu Firavun: “Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz.’ dedi.” Yani, biz, bu söylediklerimi yapabiliriz. Biz onlara hâkimiz çünkü. Her caddede polislerimiz, her yerde adamlarımız var. İdare, sistem bizim, her şey benim emrim ve kontrolüm altında. Mü’minlere her istediğimizi yaparız, hiç endişe etmeyin ve rahatsız olmayın. Firavun, bunları Mûsâ’nın (a.s.) ve O’na iman edenlerin yanında söylemişti. Mü’minler, bu sözlere ne demişlerdi acaba?
“Mûsâ kavmine dedi ki: ‘Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç ise müttakîlerin, (Allah’tan korkup günahtan) sakınanlarındır.’ Onlar da: ‘Sen bize (peygamber olarak) gelmeden önce de, geldikten sonra da bize işkence edildi’ dediler. (Mûsâ:) ‘Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk edecek ve onların yerine sizi yeryüzüne hâkim kılacak da nasıl hareket edeceğinize
1038] 43/Zuhruf, 54
1039] 7/A’râf, 127
FİRAVUN
- 259 -
bakacaktır.’ dedi.” 1040
Sabır, ölüm ve parçalanmakla tehdit edilen nefisleri sâkinleştirmek ve kalpleri sağlamlaştırmak için Mûsâ’nın (a.s.) başvurduğu nebevî ilaçtır. Allah’a itimat edip mustaz’aflara yardım konusunda O’na güvenmekle oluşan direnmedir/sabırdır bu. İman etmeden önce de, sonra da, Firavun’un zulmünden mü’minler şikâyette bulununca, Mûsâ (a.s.) onlara hikmetli sözlerle cevap veriyor: “Tarih birtakım derslerden, hayat ise ibretlerden ibarettir. Umulur ki Rabbiniz düşmanlarınızı helâk eder de mülke sizi vâris kılar ve sizi denemek için güç verir ve bakar ki, siz de Firavun ve kavmi gibi Firavunlaşıyor musunuz, yoksa ibret mi alıyorsunuz, yeryüzünde Allah’ın rızasına uygun tarzda yönetim izliyor musunuz?” Bu sözler, âdetâ Mûsâ’dan (a.s.) kavmine bir uyarıydı. Eğer Allah size ihsan edip yeryüzüne ve yönetime vâris kılarsa sakın zulmetmeyin, kibirlenmeyin!
Bütün bunları, Allah’ın Firavun ve kavmini nasıl helâk ettiğini ve muttakîlerin sonunun da nasıl olduğunu görelim diye yapıyor. “Andolsun ki Biz de Firavun ve âilesini ders alsınlar diye, yıllarca kuraklık ve mahsul kıtlığı ile cezalandırdık. Onlara bir iyilik (bolluk) gelince, ‘bu bizim hakkımızdır (bizim yüzümüzden geldi, kendi davranışımızla bunu elde ettik’ dediler. Eğer kendilerine bir fenalık gelirse Mûsâ ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı (Onların yüzünden kıtlık ve belâya uğradıklarını iddia ederlerdi). Bilesiniz ki, onların uğursuzluğu Allah katındandır, fakat onların çokları bunu bilmezler.” 1041
Bu, Allah’ın evrendeki değişmez kanunudur. O’nun sistemini reddedip kendilerine ve toplumlarına başka düzenler edindiklerinde, onlara bir azap ve belâ indirir. Belki düşünür ve âlemlerin Rabbinin onlar için istediği güzelliklere dönerler diye. Allah’ın azabı renk renk, çeşit çeşittir. Allah, Firavun ehline kıtlık, açlıklarla dolu yıllar ve mahsul kıtlığıyla belâ vermiştir, belki düşünürler diye.
Mevdudi’nin de dediği gibi, bu tür belâlar, günümüzde başımızdan hiç eksik olmaz. Bu belâlar, kendini müslüman sayan toplumların başına hep gelir. Kıtlık, salgın hastalıklar, ilmî yetersizlik, kültürel kıtlık, ekonomik bozukluk, siyasal çöküntü, ardarda gelen yenilgiler, rezalet üstüne rezalet, sahtekârlık yalancılık, sapıklık, bozgunculuk, kısaca toplumsal, politik, ekonomik ve psikolojik hastalıklar... Biz, bu belâlılar listesinin başında yer alırız. Eğer son peygamber gelmeseydi, her gün bir peygamber gönderilirdi bize. Biz, Nuh (a.s.) kavminden daha inatçı, Âd ve Semud’dan daha kibirli, Firavun’dan daha azgın, Şuayb (a.s.) kavminden daha sahtekâr, Lut (a.s.) kavminden daha günahkârız. Önceki ümmetlerin, milletlerin yapıp da bizlerin onlara yetişemediği hiçbir suç ve günah yok.
Kur’an, her iki zümrenin sonlarını tasvire geçiyor. Bir tarafta kibirli, inatçı kâfirler zümresi; diğer tarafta iman eden, şükreden, sabır gösteren müstaz’af zümre. Böylece kıssa tamamlanmış oluyor: “Biz de onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk. Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (İsrailoğullarını) de, içini (bolluk ve) bereketle doldurduğumuz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz (onların) sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını (binaları) ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik.” 1042
1040] 7/A’râf, 128-129
1041] 7/A’râf, 130-131
1042] 7/A’râf, 136-137
- 260 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah, Firavun’dan intikam aldı; onu ve taraftarlarını denizde boğdu. Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini yalanladılar, O’nu umursamadılar ve o âyetlere ilgi bile duymadılar. Ve helâk oldular! İman edenleri ise -ki onlar güç ve kuvvetleri olmayan müstaz’aflardı- Allah, Filistin’in doğu ve batı taraflarına vâris kıldı. Orası Allah’ın bereketlendirdiği topraklardır. Allah onlara iyilik etti. Onları imamlar ve vârisler yaptı; yeryüzünde onlara mekân verdi ve onları emreden hâkimler kıldı.
Sonuç böyle oldu. Allah’ın yardımı, iyiliği, ezilenleredir. Allah Firavun ve kavmini rezil ve helâk etmiş; Mısır’da yaptıkları binaları, sarayları, üretim yerlerini kökünden yıkmıştır. 1043
Firavun’un Kişiliği
Firavun, ziynetlere, dünyanın süslerine sahip kılınmış bir kimsedir. Altın, mallar, çocuklar, Firavun ve erkânına çokça verilmiş metâlar olarak anılır Kur’ân-ı Kerim’de. Bereketli topraklar, bol yağmur ve ihtiyacı karşılayabilecek, hatta artacak kadar akarsular, tarıma elverişli topraklar, bütün bunlar hayvancılık ve ticareti de etkilemiş, geliştirmiştir. Bunun sonucu olarak Firavun ve çevresi, debdebeli bir yaşamı sürdürme imkânına devamlı sahip olmuşlardır. Olgun bir insan, bütün bunların gerçek sahibinin Allah olduğunu kabul edip, her imkânın O’nun nimeti olduğu bilincindedir; tüm nimetlerin kendisine emanet olarak verildiği unutmaz ve bunlarla sınandığını bilir. Bu değerlendirme, imanın gereği olduğu kadar, aklın da yoludur. Zâlim yöneticiler, kendilerinin çok güçlü, çok akıllı, çok becerikli... olduğunu vehmettikleri ve halkı bunu kabule zorladıkları için, nice âciz yönlerini ve muhtaç durumlarını unutarak firavunlaşırlar. Bütün dünyevî imkânları elinde tutan Firavun’un sahip bulunduğu bu geçici ve göreceli üstünlük, hükümdarlık yetkilerinin ve donanımının desteğini de bulunca, kölelerini ve güçlü ordusunu da bunlara katınca, imansızlığın ve akılsızlığın sonucu olarak onu ve çevresini istikbâra/büyüklük taslamaya sürüklemiştir. Böylece, “büyüklerin büyüğü” durumuna gelen bu kimlik, “rablerin en yücesi” dâvâsına bile kalkışmaktan çekinmemiştir. Firavun’un kişiliğine yönelik yapılacak belirleme, bir adım ötesinde küfür ve ilâhlık taslamaya varan “büyüklük taslamak”tır yani “istikbâr”. Büyüklük taslayan ve küfre girenlerin ilki İblis olduğu gibi, tüm tâğutların ve firavunların her dönemdeki tavırları da budur.1044 “Firavun, kavmine: ‘ey milletim, Mısır hükümdarlığı ve ülkemde akan ırmaklar benim değil mi, görmüyor musunuz?1045; “Firavun kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler.” 1046
Firavun, aynı zamanda komplocudur.1047 Kendisini kadir-i mutlak pozisyonun-da görür. Kontrolü dışında bir olay gelişmez sanır. Ancak onun hesabı olduğu gibi, Allah’ın da bir hesabı vardır. Firavunlar, insanların sadece bedenlerine değil; akıllarına ve düşüncelerine de sahip olmak isterler. İnsanlar yalnızca onların ideolojilerine inanmalıdırlar. Firavun ideolojisinin tek tip anlayışına ters düşen inanç ve düşünce yasaktır. Tevhid ve adâlet arayışı içinde olanları bile, estirdikleri medya terörü ile müfsid/bozguncu olarak tanımlayıp1048 propagandalarını
1043] Mevdudi, a.g.e, s. 43-50
1044] Z. Yetik, a.g.e. s. 91
1045] 43/Zuhruf, 51
1046] 43/Zuhruf, 54
1047] 20/Tâhâ, 71
1048] 7/A’râf, 127
FİRAVUN
- 261 -
bu tarzda şekillendirirler. Firavun ve çevresinin, Allah’ı birleme, şirki terk etme, tuğyanla mücadele etme ve zulmü ortadan kaldırma gibi nebevî çağrıları yeryüzünde fesâd çıkarma olarak telakki ettiklerini görürüz. Firavuncu düşünceye göre, Hz. Mûsâ ve onun gibiler bozguncudur.
Firavun’un Mele’i/Yakın Çevresi
“Hatırlayın o zamanı ki, sizi Fir’avn’ın soyundan (onun taraftarlarından) kurtardık...”1049; “...Firavun taraftarlarını denizde boğduk.”1050 Bu âyetlerde geçen Firavun’un ehli/yakın çevresi konusunda Elmalılı şu açıklamaları yapar: “Âl” kelimesi, başlıca şan ve şöhret sahiplerine denir. Âl-i Firavun, Firavun’un dininin ehli, kavmi ve özellikle tâbileri ve köleleri demektir. Âyette “Firavun’dan kurtarmıştık” denilmeyip de “Firavun’un âlinden (soyundan ve taraftarlarından) kurtarmıştık” buyurulmasında önemli bir nükte anlaşılıyor ki, bununla yapılan zulümlerin temsilcisi Firavun’sa da, bunda asıl sorumluluğun ondan daha çok ona uyanlara ait olduğu ifade edilmiştir. Çünkü Firavun yaptıklarını bunların eli ve bunların hizmeti ile yapmıştır. Yine, devamındaki âyette “Âl-i Firavnı/Firavun taraftarlarını denizde boğduk.”1051 buyrulur. Firavun’un boğulması bu âyette açıkça beyan edilmemiş ve yukarıda geçtiği şekilde, asıl Firavun ehlinin cezası gösterilmiş ve Firavun da bunların içine dâhil edilmiştir. Başka âyetlerde Firavun ve taraftarlarının boğulmasını daha çok açıklayan âyetler gelecektir.” 1052
“Âl-i Firavun” hem Firavun’un âilesinden olan kişileri, hem de ülkenin yönetici sınıfına mensup olan kimseleri ihtivâ eder. 1053
Bakara suresi 49 ve 50. âyetlerde işlenen bu zâlimce fiilin, Firavun ehline nisbet edilme sebebi -onun emriyle ve onun otoritesinden güç alarak- bu işi bizzat yapmalarından ve doğrudan bu fiili işleyen kimsenin yaptığı bu işinden dolayı sorumlu tutulacağının bilinmesi içindir. Taberî der ki: İfadenin bu şekilde olması şunu gerektirir: Bir zâlim, birisine herhangi bir kişiyi öldürme emrini verse, emrolunan kişi de o şahsı öldürse öldüren kişi bundan sorumlu tutulur. Zâlim ile katil birlikte öldürülürler. Zâlim emir verdiği için katil de fiilen bu işi yaptığı için öldürülür. Bu görüş, en-Nehâî’nin görüşüdür, İmam Şâfiî ve Mâlik’in görüşüdür. İmam Şâfii der ki: Hükümdar, bir kimseye birisini öldürme emrini verse, emrolunan kişi de hükümdarın öldürme emrini haksızca verdiğini bilse, emri yerine getirene de hükümdara da birlikte kısas uygulanır. 1054
Kur’an-ı Kerim’de çeşitli âyetlerin, Firavun’u fert olarak ele almaktan çok onu erkânıyla birlikte zikretmesi dikkat çekicidir. Birçok âyette Firavun’un âilesi (âl-i Fir’avn), avanesi (mele’), kavmi ve askerleriyle (cünûd) birlikte anılması, onun tek bir kişi olmaktan ziyade, bir sembol olarak takdim edildiğini göstermektedir. Hz. Mûsâ, insanlık tarihinde hak, adâlet ve sağduyuyu temsil eden nübüvvet zincirinin bir halkasını oluştururken Firavun, Karun, Hâmân ve taraftarları bunun karşısında yer alan bir zihniyeti temsil etmektedirler. Hz. Mûsâ’nın tebliği sadece Firavun’a değil; onun etrafında bulunan kişilere de
1049] 2/Bakara, 49
1050] 2/Bakara, 50
1051] 2/Bakara, 50
1052] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 1/294, 296
1053] Mevdûdi, Tefhim, 1/75
1054] Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’an, c. 2, s. 79
- 262 -
KUR’AN KAVRAMLARI
yönelik olmuştur. Kur’an, bunların zaman zaman Firavun’u Hz. Mûsâ ve ashâbına karşı kışkırttıklarını haber vermekte,1055 bunların kötü âkıbetlerini örnek olarak göstermektedir. 1056
Kur’an’da Hz. Mûsâ ve döneminden, Firavun ve çevresinden uzunca bahsedilmesi, hak-bâtıl mücadelesinde baş örneklik oluşturmasıyla ve evrensel ilâhî kanunlara, toplumsal sünnetlere numune olmasıyla ilgilidir. Mûsâ ve Harun hak dâvâyı temsil ettikleri gibi, karşı cephenin tüm elemanları da mevcuttur bu yapıda. O yüzden tarihî kişiliklerinden çok, sembol karakterleri oluşturur Firavun, Hâman, Karun, Bel’am, Sâmirî, hatta yahudileşme süreciyle benî İsrâil. Firavun, zâlim yöneticiye örnektir, tuğyan ve ifsâdın sembol kişisidir. Hâmân, zâlim yönetimin bürokrat ve askerî yetkililerine örnek şahsiyettir. Cünûd: Firavun’un askerleri, ajanları ve polislerinin; Karun da, mal ve servet düşkünü emperyalist ve kapitalist para babalarının sembolüdür. Allah ve Peygamber adıyla insanları aldatmayı da Bel’am ve Sâmiri temsil etmektedir. Bunlar, zulmün duâyenleridir. Kur’an, başta bunlara ve yardımcılarına “âl-i Fir’avn” ve “mele-i Fir’avn” demektedir. Bütün bunlar, her tarih kesitinde ve her toplum kesiminde ortaya çıkan zâlimlerin ortak ve örnek isimleri olmuştur.
Kur’an’a baktığımızda, Firavun ve çevresi arasında organizeli bir uyum görürüz. Bu, davranış ve yaşayışta birlikte olmanın ve bir diğerine ayak uydurmanın ötesinde “uyarlanma” ürünü bir uyum, danışıklı bir uyumdur. Tepede oturuyor olmasına karşın Firavun, bu çevresi içinde kendince kararlar alıp uygulayan ve diğerlerini de kendine uydurmak ve karşı çıkmaktan alıkoymak üzere “baskı” altında tutan bir ceberut olarak gözükmez. Öyle ki, en küçüğünden en büyüğüne dek yapılan işlerin hemen hemen tümü bu mele’nin/çevrenin sözbirliği ve işbirliği ile gerçekleştirilir; neredeyse Firavun yaptıkları ve yapacakları için onlardan “onay” alır. Görünen bir Firavun saltanatı olmakla birlikte, gerçek olan Mısır’da bir firavunlar saltanatının bulunduğudur. Nemrud’da gözlenen “tek adam” imajı, Firavun için pek söz konusu değildir; Bu tarafıyla Firavun idaresi, günümüzdeki demokrasi yönetimine benzetilebilir. Firavun, tüm yetkiyi kendinde toplayan diktatörlerden çok, meclisinin ve kanunlarının kararlarını uygulayan basbayağı bir demokrat kişiliktir. Oradaki mele’in yerini üyelerinin şeklen birbiriyle uyumlu gözüktüğü günümüzdeki meclisler almış, sihirbazların yerini de medya. Karun’un yerini kartel ve holdingler, Hâmân’ın yerini de rütbeli subaylar ve üst kademe bürokratları; anlayacağımız Firavunî yönetim cephesinde yeni bir şey yok.
Hz. Mûsâ ve Hârun, diğer peygamberlerin aksine, Firavun kavmine değil; Firavun’a ve Firavun’un mele’ine/erkânına gönderilir. Bu erkân arasında Hâmân’ı, Karun’u ve bunların sahip bulunduğu askerleri sayabiliriz. Doğal olarak bir de “âile” vardır. Kur’an’ın “Firavun ve erkânı-nın kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için, kavminin bir kısım gençleri dışında, kimse Mûsâ’ya inanmamıştı”1057 mealindeki âyetinde gözlemlediğimiz bu çevre, öylesine etkin ki, Hz. Mûsâ ile tartışması sırasında Firavun, onlara dönerek “ne buyurursunuz?” diye sorma gereğini duymakta ve gösterdikleri önlemleri uygulamaya koymaktan da geri kalmamaktadır.
1055] 7/A'râf, 127
1056] 8/Enfâl, 52, 54
1057] 10/Yûnus, 83
FİRAVUN
- 263 -
Büyücülerin İslâm’ı kabullenmeleri üzerine İsrâiloğullarının Mısır’dan çıkmaları için izin vermeye niyetlenen Firavun’a, bu çevre “Mûsâ ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve tanrılarını bıraksınlar diye mi koyuveriyorsun?” sözleri ile karşı çıkınca, karar hemen değişebilmekte ve öneriler doğrultusunda “oğulları öldürüp kızlarını alıkoymak” türünden bir uygulama başlatılmaktadır.
Firavun âilesinden olan gizli mü’min ile Firavun’un yanında değeri büyük olan eşi Asiye’nin, imanlarının açığa çıkması üzerine şehid edilmiş olmaları ise, bu mele’nin (güncel deyimle etkili ve yetkili çevrenin, egemen güçlerin), âileden daha güçlü, daha baskın ve Firavun nezdinde daha sayılır olduğunu göstermesi açısından önemli bir noktadır.
Hadislerde Firavun’dan, eşi Âsiye’nin üstün bir kadın oluşu ve ayrıca Medine yahudilerinin, âşûrâ gününü Hz. Mûsâ ile İsrailoğullarının Firavun’dan kurtuldukları gün olarak kabul etmeleri sebebiyle bahsedilmektedir. 1058
Zâlim Firavun’un Cennetlik Hanımı; Âsiye
Hz. Âsiye, Hz. Mûsâ’nın sebeb-i hayatıdır. Ve Mûsâ’ya en büyük hizmetlerde bulunan ve nihâyet iman eden yüksek irâdeli bir kadındır.
Bu suretle Mûsâ’nın hayatını kurtaran Âsiye, ileride Hz. Mûsâ’ya iman etmiş olmakla, Hz. Mûsâ gibi o da Firavun ile karşı karşıya gelmiş ve bu şekilde Mûsâ’nın hayatı, Mûsâ’nın dini uğrunda kendi hayatını fedâ etmiştir. Firavun’un çok acı işkenceleri altında vefat etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ondan adı verilmeksizin “Firavun’un karısı” diye söz edilmektedir.1059 Peygamberimiz ise “Firavun’un eşi Âsiye” diyerek adını açıkça belirtmiştir. 1060
Kur’an-ı Kerim’de Âsiye’den, Hz. Mûsâ’nın dünyaya geldikten sonra Firavun’un sarayına yerleşmesinde oynadığı rol ve onun dâvet ettiği dini kabul etmesi dolayısıyla bahsedilmektedir.1061 Rivâyete göre, Hz. Mûsâ ile sihirbazlar arasındaki mücadelede Hz. Mûsâ’nın galip geldiğini duyunca, “Mûsâ’nın ve Hârun’un rabbine iman ettim” diyerek hak dini kabul etmiştir. 1062
Âsiye, Allah’a iman ettiği için ellerinden ve ayaklarından kazıklara bağlanmış, güneş altında bırakılarak ona işkence edilmiştir. Üzerine büyük bir kaya parçası atılacağı sırada, “Rabbim! Benim için yanında cennette bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun kötülüklerinden kurtar, beni şu zâlimler topluluğundan kurtar!”1063 diye duâ etmiş, bunun üzerine kaya parçası altında ezilmeden önce Allah ruhunu kabzetmiştir. 1064
İman ettiği için işkencelere mâruz kalan Âsiye, Kur’an’da mü’minlere iman ve kararlılık örneği olarak zikredilmiştir.1065 Hadislerde de Âsiye’den övgüyle söz edilmiş ve Hz. Meryem’le birlikte o da en yüksek kemâle ermiş bir kadın olarak
1058] Buhâri, Enbiyâ 32, Et'ıme 25, Menâkıbu'l-Ensâr 52, Tefsîru'l-Kur'an 10/1, 20/2
1059] 28/Kasas, 9; 66/Tahrim, 11
1060] Buhâri, Enbiyâ 32, 46
1061] 28/Kasas, 7
1062] Bk. Taberî, Tefsir 28/110
1063] 66/Tahrim, 11
1064] Taberî, Tefsir 28/110
1065] 28/Kasas, 9; 66/Tahrim, 11
- 264 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gösterilmiştir.1066 Bu övgüler dolayısıyla Âsiye’nin Zâhiriyye ve Eş’ariyye’ye göre peygamber olduğu da ileri sürülmüştür. 1067
Âsiye, kocası kâfir olup, kendisi mü’mine olan ve mü’minlere misal olarak gösterilen bir hanımdır. Kocaları küfre hizmet eden, fakat kendileri Allah’ın emirlerine göre yaşayıp iffetini koruyan mü’mine hanımlar için Âsiye hanım güzel bir örnektir. 1068
Anıtkabiri Piramit Olan Firavun’un Toplumsal Düzeni de Piramit Düzeniydi
Firavun’un hükümdarlık yaptığı Mısır, ırmakların aktığı, doğal güzelliklerle döşenmiş verimli bir ülke... Bağlar, bahçeler, bunlar arasındaki köşkler, konaklar, pınarlar; hayvancılık ve tarımla elde edilen büyük zenginlik... Maddî bakımdan kalkınmış ve güçlü bir ülke.
Bununla birlikte bütün bu güzellikler, zenginlikler ve imkânlar, herkes için âdil ve eşit dağıtılmış değil. Halk sınıflara ayrılmış durumda. Bundan da kötüsü, bu sınıflaşma doğal bir süreç içinde oluşmuş değil; tümüyle zoraki bir yapaylık ürünüdür. Sosyal katmanlar, halkı güçsüzleştirmek amacıyla Firavun tarafından üretilmiş, türetilmiş, uygulamaya konulmuştur. Tepelerin tepesine konumlanmış/tünemiş olan Firavun’u bir yana bırakırsak, en yukarıda Firavun’un erkânı yer almaktadır. Bunlar yakın akrabalarla birlikte, Hâmân örneği danışman vezir ve kumandanlardan oluşuyor. Karun gibi işbirlikçilerin de bu katmanda ya da ona çok yakın bir konumda olduğunu da biliyoruz. Bunlar, Kur’an terimiyle mele’; Firavun’un mele’ini oluşturuyor. Askerler ve toplum içinde büyük etkinlik ve saygınlıkları bulunan râhip-sihirbazlar da özel birer sınıf olarak ayrıcalıklı yerlerde bulunmaktadır.
Böyle piramit gibi sıralanan katmanların en aşağısını ve en geniş tabanı, ırk olarak da yabancı sayılan İsrâiloğulları oluşturmaktadır. Yaklaşık dört yüz yıldır orada yaşayan bu ırk, ilk yüz yıl ayrıcalıklı bir konumdayken, Hiksos’ların egemenliklerinin sona erişiyle birlikte alt katmana düşmüş bulunmaktadır. Bir önceki Firavun döneminde iyiden iyiye aşağılanan ve baskı altına alınan İsrâiloğulları, en ağır ve aşağılayıcı işlerde çalıştırılan birer köledirler. Canlarının bile bir değeri yoktur; Firavun istedi diye bütün oğulları öldürülebilmekte veya hadım edilebilmekte, bütün kızları ise câriyelik de dâhil her türlü hizmetlerde kullanılmak amacıyla alıkonulmaktadır. 1069
Nedir Piramit Düzeni? İslâm’ın vaz’ ettiği adâlet öğretisine göre Yaratan karşısında insan toplulukları fıtrat açısından düz bir çizgi üzerindedirler. Kur’an’da insan ve melek toplulukları için hep müsbet mânâda kullanılan “saff” nitelemesi “düz çizgi”den neyi kasdettiğimizi açıklayabilir. Adâlet öğretisinin hâkim olduğu bir toplumun fertleri “zulüm düzenleri”nde olduğu gibi birbirlerinin omuzuna ya da kafasına basarak “yükselme” yerine, kendi ayakları üzerinde durarak “hayırda öne geçme” (festebiku’l-hayrât) mücadelesi verirler.
1066] Bk. Buhâri, Enbiyâ 32, 46, Müslim, Fezâilu's-sahâbe 70; Tirmizî, Et'ıme 31; İbn Mâce, Et'ıme 14; Tecrid-i Sarih, 9/148
1067] İslâm Ans. 3/487
1068] 66/Tahrim, 10-12
1069] Z. Yetik, a.g.e., s. 81
FİRAVUN
- 265 -
Bir toplumda, adâlet nizamı, yerini zulüm düzenine bırakmışsa bu “düz çizgi” kamburlaşmaya başlamış demektir. “Saff” halindeki toplum kendisine tahakküm edilen bir yerinden kırılıvererek “piramitleşme”ye başlar. Bu durumda toplumdaki hayırda öne geçme yarışı, yerini başlara basarak piramidin tepesine ulaşma yarışına bırakmıştır. Artık her başın üzerinde bir ayak vardır. Adâlet toplumunda tüm başlar Allah’a bağlı iken, saltanat toplumunda “baş başa, başlar da padişaha bağlı” hale gelmiştir. Padişah olmak ise, ayakları tüm başların üzerinde olmak anlamını taşıyacaktır.
Saltanat “saff” halindeki toplumun piramitleşmesinin adıdır. Adâletin zulme dönüştüğü böyle bir toplumda “üsttekiler”in konumlarını muhafazaları “alttakiler”in başlarını kaldırmamalarına bağlıdır. Bunu temin etmek için yukarıdakiler aşağıdakileri bilinçli bir istiz’âf (sürüleştirme) sürecine tabi tutarlar. Bu durumda aşağıdakiler (müstaz’aflar) ya izzet ve şereflerini feda edip başlarının üzerinde ayak taşımaya mahkûm yaşayarak hem dünyalarını, hem âhiretlerini heder edecekler1070 ya da zulme ve zillete rıza göstermeyip yeryüzünün vârisi olacaklardır; “Biz ise yeryüzünün müstaz’aflarına/ezilenlerine lutfedelim, onları önderler, onları vârisler kılalım istiyoruz.” 1071
İlâhî adâlete dayanmayan her öğretinin, toplumlar üzerindeki tahakkümünün işleyiş biçimi, üç aşağı beş yukarı birbirinin aynıdır. Adına “demokrasi” vs. denilen çoğulcu rejimler için de geçerlidir, “piramit” örneği. Ne ki, monarşik sultanî piramitlerin tepesi sivri ve tek kişilik, oligarşik-demokratik piramitlerin tepesi plato yapılan tepesinde çıkar grupları (mütref), seçkinler (mele’), gizli güç odakları (cibt) ve iktidarı paylaşan daha başka güçler oturur. Bu tip rejimlere “çoğulcu” denilmesinin hikmeti de sultanların “bir” değil “çok” olmasından gelse gerek. 1072
Köleleştirmenin ve Soykırımın Firavuncası: Nüfus Planlaması
Büyük bir baskı ve korkutmayla sindirilmiş ve köleleştirilmiş İsrâiloğulları, hem gözdağını sürekli tutmak için, hem de toplumsal bir patlamaya yol açabileceği endişesiyle nüfus artışını önlemek üzere, Firavun ve çevresi tarafından, şanlarına yakışır bir biçimde, yeryüzünde belki ilk defa “nüfus planlaması” olayını da gerçekleştirmiştir. Doğal olarak da bunu, düzen için en büyük tehlikeyi oluşturması ihtimali bulunan bir kesim üzerinde, hor görülüp köleleştirilen müstaz”af benî İsrâile yönelik uygulamışlardır. Yeni doğumları önlemek için toplu kıyım, hatta soykırımı şeklinde bir nüfus planlaması. Akı kara ve karayı ak gösterme canbazlığını üstlenen o günün medyası olan sihirbazların da büyük bir ihtimalle desteği olmuştur bu cinâyette. Yoksa medya desteği olmadan bu kadar zulmün işlenmesi çok zordur, özellikle demokrat gözüken yöneticiler için.
Bu uygulamanın en az iki kez yapılmış olduğunu Kur’an’dan öğrenmekteyiz. İlki, Hz. Mûsâ’nın doğumu sıralarında. İkincisi ise, sihirbazların iman etmeleri üzerine İsrâiloğullarını salıvermeye niyetlenen Firavun’un bu kararının çevre
1070] 34/Sebe', 31-33; 4/Nisâ, 97
1071] 28/Kasas, 5
1072] M. İslâmoğlu, İmamlar ve Sultanlar, s. 8-9
- 266 -
KUR’AN KAVRAMLARI
etkisiyle değiştirilmesi üzerine. “...İnkârcıların hilesi boşa gitmiştir.”1073 diye biten âyet ise ya bu sonuncu kararın uygulamaya konulmadığının ya da bir üçüncü soykırıma kalkışılmasına karşın bunun gerçekleştirilememiş olduğunun haberi.
Nüfus planlamasının, yeni firavunî dünya düzeni açısından da ne ölçüde önemli ve etkili olduğunu, bugün Firavun gibi güçlü ülkelerce, dünün İsrâiloğulları gibi çağımızdaki güçsüz ülke insanlarına modern yöntemlerle uygulattırılmasından kolayca anlaşılabilir. 1074
Günümüzde Firavunun görevini üstlenen kâfirler, genellikle halkı müslüman olan ülkelerde doğum kontrolüne hız veriyorlar. Firavun yalnız erkekleri öldürüyordu. Câhiliyye Arapları ise sadece kızlarını toprağa gömüyorlardı. Günümüzde ise hem erkekler, hem kızlar öldürülüyor. Tarihte zengin ve güçlü Galyalılar’ın doğum kontrolü yapıp fakir Frankların doğum kontrolü yapmamaları sonucunda bir gün gelmiş, Franklar, zengin Galyalılar’ın ülkesini işgal edip tarihten silmişlerdir. Bugün Fransız, Alman, Hollanda siyasileri yazar-çizer takımları arasında “eğer bu müslümanların artışı önlenemezse, çok seneler geçmeden müslümanlar, ülkemizde çoğunluğu, belki yönetimi ele geçirebilirler” diye tartışanlar var. 1075
Firavun’un Sonu
Hz. Mûsâ’yı evlâtlık olarak alan Firavun’un karısı ise iman etmiştir.1076 Allah’ın elçisini dinlememesi, ona karşı gelmesi sebebiyle Firavun, âilesi, mele’i ve kavmi yıllarca kıtlık ve ürün azlığıyla imtihan edilmiş,1077 üzerlerine tûfan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderilmiştir.1078 Firavun ve kavminin yaptıkları ve yükselttikleri şeyler yıkılmış,1079 Firavun ve beraberindekiler denizde boğulmuştur.1080 “Görmedin mi Rabb’in ne yaptı!” “Kazıklar sahibi Firavun’a.”1081 Firavun boğulmak üzere iken iman etmiş, fakat imanı kabul edilmemiştir.1082 Onun cesedi daha sonra gelenlere bir ibret olmak üzere saklanmıştır. 1083
Mısır’da firavunların cesetleri mumyalanmak suretiyle muhâfaza edilmekte idi. Âyetten denizde boğulan bu Firavun’un cesedinin mumyalanmadan, bir mucize eseri korunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Cebelein mevkiinde, mumyalanmadığı halde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuştur. British Museum’da muhâfaza edilen bu cesedin en az 3000 yıllık olduğu tespit edilmiştir. Unutulmamalı ve şüphe edilmemelidir ki, Firavun’un başına gelen, çağdaş Firavunlara da gelecektir.
Firavun’un cesedinin ibret için Allah tarafından korunmuş olmasına1084 Mehmed Âkif, şu mısralarla işaret eder:
1073] 40/Mü’min, 25
1074] Z. Yetik, a.g.e., s. 88
1075] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, 1/135
1076] 28/Kasas, 9; 66/ Tahrim, 11
1077] 7/A'râf, 130
1078] 7/A'râf, 133
1079] 7/A'râf, 137
1080] 2/Bakara, 50; 7/A'râf, 136; 8/Enfâl, 54
1081] 89/Fecr, 6, 10
1082] 10/Yûnus, 90
1083] 10/Yûnus, 92
1084] 10/Yûnus, 92
FİRAVUN
- 267 -
“Ne intikam-ı ilâhî, ne sermedî hüsrân:
Gelen geçenlere ibret yatar sefîl uryân!
Soyulmadık eti kalmış, bilinmiyor kefeni;
Açıkta, mumyası hâlâ dağılmayan bedeni.”
Bileydim, ey koca Mısr’ın ilâh-ı uryânı
Mezâra heykele ait bütün bu velveleler
Bekan için mi hakikat? Merâmın oysa heder.”
Mehmed Âkif, Safahat’ın yedinci kitabında “Firavun ile Yüzyüze” adlı 216 mısralık bir şiirini bu konuya ayırmıştır. Birinci kitaptaki “Nazım Parçaları” başlıklı kısımda “Ressam Haklı” adlı manzûmede şâir, modaya uyup evinin duvarlarına tarihî tablolar yaptırmak isteyen yeni zenginlerin durumuna temas edip ressamla ev sahibi arasındaki konuşmayı şu mısralarla nakleder:
“Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine!
-Bu resim, askeri batmakta iken Fir’avn’ın
Bahr-i Ahmer yarılıp geçmesidir Mûsâ’nın.
-Hani Mûsâ be adam? -Çıkmış efendim karaya.
-Fir’avun nerde? -Boğulmuş. -Ya bu kan rengi boya?
Bahr-ı Ahmer a efendim, yeşil olmaz ya bu da!
-Çok güzel levha imiş! Doğrusu şenlendi oda!”
Firavun adı, Türkçe’de “zâlim kimse” mânâsında kullanılmakta olup “Firavun inadı”, “Firavun kesilmek”, “Firavun gibi inadından dönmez” vb. deyimlerde kötü ünü yaşamakta, bir çeşit lânetle anılmaktadır. 1085
Azap Geldikten Sonra Kâfirlerin İnandım Demesi Fayda Vermez
Toplumlar, ilâhî ceza ile helâk edilmeden önce tevbe edip dönerlerse Allah da azap etmez. Ancak, ilâhî azap gelip de, toplum yok edilirken yapacakları tevbe kabul edilmez. Çünkü bu tevbe, sapıklığı ısrarla sürdürmüş olanların mecburiyet altında yaptıkları bir tevbedir. Artık günah işleme imkânı kalmamış, bütün kötülük işleme fırsatlarını pervasızca kullandıktan sonra köşeye sıkışmış kimselerin tevbesidir bu tevbe; onun için de kabul edilmez. Çünkü böyle bir tevbe, ne kalbin ıslah olmasını sağlar, ne hayata düzelme, iyileşme getirir ve ne de kişilikte ve gidişatta olumlu bir değişim göstergesidir.
Son anda tevbenin kabulüne engel olan durum şudur: Ölmek üzere olan insan, birtakım haller ve dehşetler müşahede ettiğinde, bunları görürken zaruri olarak Allah’ı tanıyıp inanabilir. Nitekim Firavun’un imanı böyledir: “İsrâiloğullarını denizden geçirdi; Firavun ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların arkalarına düştü. Nihâyet boğulma kendisini yakalayınca (Firavun:) ‘Gerçekten İsrâiloğullarının
1085] TDV. İslâm Ansiklopedisi, 13/120, 122
- 268 -
KUR’AN KAVRAMLARI
inandığından başka ilâh olmadığına iman ettim, ben de müslümanlardanım!’ dedi. Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş; bozgunculardan olmuştun (denildi).” 1086
Fahreddin Râzi, Firavun’un iman edişinin kabul edilmemesini şöyle izah eder: O tam azap inerken iman etmiştir. O esnadaki iman ise makbul değildir. Çünkü azap inerken durum kaçınılmaz hale gelmiş olur. Bu vakitte ise tevbe makbul olmaz. İşte bu sebepten ötürü Allah; “Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları kendilerine bir fayda sağlamadı.”1087 buyurmuştur.
Kur’an bu gerçeği birkaç yerde daha vurgular: “Kötülükleri yapıp yapıp da nihâyet kendilerine ölüm gelip çatınca; ‘Ben şimdi tevbe ettim’ diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur (öylelerinin tevbesi makbul değildir).Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.” 1088; “Ne zaman ki hışmımızı gördüler. ‘Tek Allah’a inandık ve O’na şirk/ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik’ dediler. Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah’ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur.” 1089
1086] 10/Yûnus, 90-91
1087] 40/Mü'min, 85
1088] 4/Nisâ, 18
1089] 40/Mü'min, 84-85; Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah ve Helâk Edilen Kavimler, s. 86-87
FİRAVUN
- 269 -
Firavun Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
A- Fir’avn Kelimesinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 74 Yerde): 2/Bakara, 49, 50; 3/Âl-i İmrân, 11, 103, 104, 109, 112, 123, 127, 130, 137, 141; 8/Enfâl, 52, 54, 54; 10/Yûnus, 75, 79, 83, 83, 88, 90; 11/Hûd, 97, 97, 97; 14/İbrâhim, 6; 17/İsrâ, 101, 102; 20/Tâhâ, 24, 43, 60, 78, 79; 23/Mü’minûn, 46; 26/Şuarâ, 11, 16, 23, 41, 44, 53; 27/Neml, 12; 28/Kasas, 3, 4, 6, 8, 8, 9, 32, 38; 29/Ankebût, 39; 38/Sâd, 12; 40/Mü’min, 24, 26, 28, 29, 36, 37, 37, 45, 46; 43/Zuhruf, 46, 51; 44/Duhân, 17, 31; 50/Kaf, 13; 51/Zâriyât, 38; 54/Kamer, 41; 66/Tahrîm, 11, 11; 69/Hakka, 9; 73/Müzzemmil, 15, 16; 79/Nâziât, 17; 85/Bürûc, 18; 89/Fecr, 10.
B- Firavun’la İlgili Konular:
a- Firavun, İsrâiloğulları ve Hz. Mûsâ Arasındaki Olaylarla İlgili Âyet-i Kerimeler: 7/A’râf, 103-105; 10/Yûnus, 75-92; 20/Tâhâ, 47-79; 26/Şuarâ, 10-68; 27/Neml, 7-14; 28/Kasas, 3-43; 37/Saffât, 114-121; 40/Mü’min, 23-46; 43/Zuhruf, 46-56; 44/Duhân, 17-33; 79/Nâziât, 15-24.
b- Firavun’un İsrâiloğullarına Zulmü: 2/Bakara, 49; 7/A’râf, 127; 28/Kasas, 4-6; 40/Mü’min, 25; 89/Fecr, 10.
c- Firavun’un Karısının Mûsâ (a.s.)’yı Nil Nehrinde Bulması ve Hz. Mûsâ’nın Firavun Sarayında Büyümesi: 20/Tâhâ, 37-40; 28/Kasas, 3, 7-14.
d- Firavun’un Karısının Teslimiyeti (Müslümanlığı): 66/Tahrim, 11.
e- Mûsâ (a.s.)’ya Firavun’a Karşı Davet Görevinin Verilmesi: 20/Tâhâ, 24, 41-48; 26/Şuarâ, 16-17.
f- Firavun’un Tanrılık İddiası: 10/Yûnus, 83; 26/Şuarâ, 29; 28/Kasas, 4, 38; 79/Nâziât, 20-24.
g- Firavun’un Halka Zulmü: 89/Fecr, 10.
h- Mûsâ (a.s.)’nın Firavun’a Daveti ve Firavun’un Tepkisi: 7/A’râf, 103-128; 10/Yûnus, 77-83; 17/İsrâ, 101-102; 20/Tâhâ, 47-79; 23/Mü’minun, 47; 26/Şuarâ, 10-68; 27/Neml, 13; 28/Kasas, 36-39; 43/Zuhruf, 46-47; 44/Duhân, 17-21; 51/Zâriyât, 38-39; 79?Nâziât, 16-24.
i- Firavun’un Sihirbazları: 7/A’râf, 115-126; 10/Yûnus, 79-82; 20/Tâhâ, 57-73; 26/Şuarâ, 36-51.
k- Firavun ve Taraftarları Hz. Mûsâ’nın Mucizelerini Kibir ve Zulümlerinden Dolayı İnkâr Ettiler: 27/Neml, 13-14; 73/Müzzemmil, 16.
l- Firavun’un Tanrıya Yükselmek İçin Kule Yaptırması: 40/Mü’min, 36-37.
m- Firavun’un Müstekbirliği/Üstünlük Duygusu: 43/Zuhruf, 51-55; 44/Duhân, 30-31; 73/Müzzemmil, 16.
n- Firavun’un Hz. Mûsâ’yı Öldürmek İstemesi ve Bir Mü’min Tarafından Firavun’un Uyarılıp Korkutulması: 40/Mü’min, 26-46.
o- Hz. Mûsâ’nın Firavun ve Taraftarları İçin Bedduâsı: 10/Yûnus, 87-89; 44/Duhân, 22-23.
p- Firavun ve Taraftarlarının Kuraklık, Kıtlık ve Diğer Belâlarla Cezalandırılması: 7/A’râf, 130-135; 50/Kaf, 13-14.
r- Firavun ve Taraftarlarının Yok Oluşu: 2/Bakara, 50; 7/A’râf, 136-137; 8/Enfâl, 52-54; 10/Yûnus, 90-91; 17/İsrâ, 103-104; 20/Tâhâ, 77-79; 23/Mü’minun, 48; 25/Furkan, 36; 26/Şuarâ, 60-66; 27/Neml, 14; 28/Kasas, 40-41; 29/Ankebut, 39-40; 43/Zuhruf, 48-50, 55-56; 44/Duhân, 22-29; 50/Kaf, 13-14; 51/Zâriyât, 40; 54/Kamer, 41-42; 69/Hakka, 9-10; 79/Nâziât, 23-26; 89/Fecr, 10-13.
s- Hz. Mûsâ’nın ve İsrailoğullarının Firavun’dan Kurtulması: 7/A’râf, 136-138; 10/Yûnus, 90; 20/Tâhâ, 77-78, 80; 26/Şuarâ, 60-66; 37/Saffât, 115-116; 44/Duhân, 22-24, 30-31.
t- Firavun’un Boğulurken İman Etmesi: 10/Yûnus,90-92; 51/Zâriyât, 40.
u- Firavun, Kavmini Âhirette Ateşe Götürecektir: 11/Hûd, 98-99; 28/Kasas, 40-42; 40/Mü’min, 46:
v- Firavun’un Veziri Hâmân: 28/Kasas, 6, 8, 38; 29/Ankebut, 39.
y- Hz. Mûsâ’yı Yalanlayanların Kötü Sonları: 22/Hac, 42-44.
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 292-295
2. Fi Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 146-147
3. Mefâtihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin er-Râzî, Akçağ Y. c. 2, s. 523-530
4. Tefhimu’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, s. . 74-75;
5. Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 134-135
6. Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 336-338
7. El-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’an, İmam Kurtubî, c. 2, s. 73-81
8. Hulâsatü’l-Beyan Fî Tefsîri’l-Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 121-123
- 270 -
KUR’AN KAVRAMLARI
9. Min Vahyi’l Kur’an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, AkÂdemi Y. c. 2, s. 45-47
10. İslâm Ansiklopedisi (Ö. F. Harman, M. Uzun), T.D.V. Y. c. 13, s. 118-122
11. Şâmil İslâm Ansiklopedisi (Ahmet Özalp), Şâmil Y. c. 2, s. S. 193-195
12. Kur’an’da Sünnetullah ve Helak Edilen Kavimler, Nuri Tok, Etüt Y. s. 120-128; 86-87
13. Tefsirde İsrâiliyyât, Abdullah Aydemir, D.İ.B. Y. s. 109-115
14. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y. s. 90-94
15. Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Ömer Dumlu, Anadolu Y. s. 86-87
16. İslâmî Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 146
17. Kuram ve Eylem , M. Hüseyin Fadlullah, AkÂdemi Y. c. II, s. 144-146
18. Safahat, Mehmet Akif Ersoy, İnkılap ve Aka Kitabevi Y. s. 120, 408, 461-469
19. Her Nemrud’a Bir İbrahim, Zübeyir Yetik, Beyan Y. s. 80-100
20. İmamlar ve Sultanlar, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s. 8-10
21. Kötülük Odakları, Firavun, Zübeyir Yetik, Beyan Y.
22. Kur’an’da Firavun, Mevdudi, Çizgi Y.
23. Firavun, Hâmân ve Karun Karşısında Hz. Mûsâ, Ali Sayı, İz Y.
24. Kur’an’a Göre Hz. Mûsâ, Firavun ve Yahudiler, Necati Kara
25. Peygamberler, Safvet Senih, Nil A.Ş.Y.
26. Peygamberler Aydınların Önderleri, Abdülkerim Süruş, Kıyam Y.
27. Peygamberler Tarihi, M. Âsım Köksal, T. Diyanet Vakfı Y.
28. Peygamberler Tarihi, İlhami Ulaş, Osmanlı Y.
29. Peygamberler Tarihi, Bünyamin Ateş, Nesil Basım Yayıyn
30. Peygamberler Tarihi, Mustafa Necati Bursalı, Ölçü Y.
31. Peygamberler Tarihi, Mehmet Dikmen, Cihan Y.
32. Peygamberler Tarihi, 1, 2, 3, Ahmet Lütfi Kazancı, Nil A. Ş.
33. Peygamberler Tarihi, Ahmet Behçet, Uysal Kitabevi Y.
34. Peygamberlerden Kıssalar, Muhammed el-Habeş, İklim Y.
35. Peygamberlerin Hayatı, Seyyid Kutub, Ravza Y.
36. Peygamberlerin Hayatı, S. Kutub-Abdülkadir Cûde es-Sahhar, İslâmoğlu Y.
37. Peygamberlerin Hayatı, Ebu’l Hasan en-Nedvî, Risale Y.
38. Peygamberlerin Kıssaları, Ebu’l Hasan en-Nedvî, Arslan Y.
39. Peygamberlerin Mucizeleri, H. İbrahim Acıpayamlı, Tuğra Y.
40. Peygamberlik ve Peygamberler, Muhammed Ali Sâbûni, Kültür Basın Yayın Birliği Y.
41. Kur’an-ı Kerim’e Göre Peygam. ve Tevhid Mücadelesi, 1, 2, 3, M. Solmaz, İ. L. Çakan, Nesil/Ensar
42. Kur’an’da Peygamberler ve Peygamberimiz, Afif Abdülfettah Tabbara, Gonca Y.
43. Kur’an’ın Tanıttığı Peygamberler, A. Lütfi Kazancı, Nil A. Ş.
44. Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, Mevdudi, Pınar Y.
45. Kur’an Kıssaları, Bahaeddin Sağlam, Tebliğ Y.
46. Kur’an Kıssaları Üzerine, İdris Şengül, Işık Y.
47. Kur’an Kıssalarına Giriş, M. Sait Şimşek, Yöneliş Y.
48. Kur’an Kıssaları Üzerine Bir Araştırma, Mehmet Faruk Bayraktar, Mar. Ün. İlâhîyat Fak. Vakfı Y.
49. Haksöz 31 (Ekim 93), M. Kayacan; 68 (Kasım 96), B. Kurbanoğlu; 58 (Ocak 96), Y. Aydın.
50. Üç Bin Yıllık Mucize, Celâl Ediz, Gerçeğe Doğru, 2, 1984
51. Kazıklar Sahibi Firavun, Erdem Sargon, Zafer, sayı 114