Cumartesi, 06 Şubat 2021 14:24

DUÂ

Yazan
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله ، صلاة وسلام على رسول الله

 

DUÂ


“Ağlayın, su yükselsin, belki kurtulur gemi.
Anne, seccâden gelsin; bize duâ et, e mi?”
• İstiâne ve Duâ; Anlamı, Mâhiyeti
• Duâ İbadettir; Duâ, Ruhun Gıdası ve İlâcıdır
• Niçin Duâ Ederiz?
• Allah’ın İsimleriyle (Esmaü’l-Hüsna) Duâ Etmek
• Duânın Psikolojik Cephesi
• Sözlü ve Fiilî Duâ
• Duâ Etme Şekli ve Duâ Âdâbı; Duâda Zaman ve Mekân
• Duâsı Kabul Edilen Kimseler; Kimler İçin Duâ Edilmez?
• Duâların Kabul Edilmesi; Duâda Tevessül
• Duânın İstismar Edilmesi; Duâda Neler İstemeliyiz?
• Kur’an-ı Kerim’in Dilinden Duâ Örnekleri
• Rasûlullah’ın (s.a.s.) Hayatında Duâ
“(Ey Allah’ım,) Ancak Sana ibâdet/kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz (duâmızı ancak Sana yaparız).” 3822
İstiâne ve Duâ; Anlamı, Mâhiyeti
“Yalnız Senden yardım dileriz.” Bu ifade, inanılarak ve samiyetle söylendiği durumda, tevhid inancının sağlam olduğunu ve gönle tam anlamıyla yerleştiğini isbat etmektedir. Yalnız Allah’a kulluk ediyor olmanın, ifadesi veya isbatı, yalnız O’ndan yardım dilemektir. Sadece Allah’a kulluk ettiklerini söyledikleri halde, insanlardan, türbelerden, mezarlardan ve diğer tabiat varlıklarından yardım dileyenler vardır. Bu durum, tevhid inancının gönle yerleşmediğini, gönlün şirkten tam temizlenmediğini göstermektedir.
Varlıkları yaratıp terbiye eden, onlara rahmet ve merhamet eden ve sahip çıkan varlık, yardım istenmeye lâyıktır. Bu sıfatlara sahip olmayan diğer varlıklardan yardım istenmez, istenirse şirke düşülmüş olur. Yalnız Allah’a kulluk etmek ve yalnız O’ndan yardım dilemek, hamdin içindeki mânâyı doldurmaktadır. Allah’ı bilmek ve birlemek, O’na itaat ve ibâdet etmek ve yalnız O’ndan yardım dilemek, hamd ibâdetinin içeriğini teşkil etmektedir.3823
“İstiâne”: “Avn” kelimesinden türemiş olup, yardım dilemek anlamına gelir. İstenerek veya istenmeden yardım etmeye “iâne” denir. Fâtiha sûresinde
3822] 1/Fâtiha, 5
3823] Bayraktar Bayraklı
- 924 -
KUR’AN KAVRAMLARI
geçen “nesteıyn” kelimesi, “yardım isteriz” anlamındadır. “Ve iyyâke nesteıyn”: ‘Ancak Sen’den yardım isteriz’ demektir.3824 Allah’tan yardım istemeye duâ denir.
İstiâne
İstiâne, yardım dilemektir. Onu vermeye de iâne (yardım) denir. Muâvenet ve teâvün de karşılıklı yardım demektir. Bundan dolayı istiâne (yardım dileme) ile bunları birbirinden ayırmalıyız. Çünkü burada “hasr” denilen tahsis, yardım dileme hakkındadır. Bu yardım dilemenin ne gibi konularda olduğu zikrolunmamıştır. Böyle olan yerlerde de üç mânâ ihtimali vardır:
1- Bağlı olduğu şeyi göz önünde bulundurmaksızın bizzat yardım dileme işini kasdetmektir ki genel olsun, özel olsun yardım dilemek denilen işi “biz ancak Sana yaparız” demek olur.
2- Bağlı olduğu genel bir hususu takdir ederek her konuda, her işte yardım dilemeyi kasdetmek. Bu iki mânâ mealde birleşir. Fakat önceki mânâ daha beliğ, bu mânâ ise açık olur.
3- Özel bir karineye dayanarak yardım dilemenin bağlı olduğu özel şeyi varsayarak falan konuda yardım dilemeyi kasdetmektir. Burada ise ibâdet karinesiyle bu üçüncü ihtimal akla gelebilirse de sözün kısaltma ve tahsis sûretiyle tevhide yönelik olması ve hepsi Allah’a has olan hamdin açıklanması yönünde söylenmiş bulunması buna engeldir. Ve İbn Abbas’dan da (r.a.) rivâyet edildiği üzere genel yardım dilemeyi gerektirir ki, bu da birinci veya ikinci şekillerden birisi ile olur. O halde müfessirlerin açıkladığı gibi mânânın özeti: “Ey Rab! Biz gerek Sana ibâdet ve itaatimizde ve gerek diğer işlerimizin hepsinde ancak Senden yardım dileriz, Senden başka kimseden yardım dilemeyiz, Seni tanımayan kâfirler başkasından yardım dilerler. Biz ise ibâdetimizde katıksız ve içtenlikle bütün işlerimizde ancak Senden yardım dileriz” demektir.
Beydavî’nin belirttiğine göre “yardım” iki çeşittir: Birisine “gerekli yardım”, diğerine “gerekli olmayan yardım” denilir. Gerekli olan yardım, onsuz fiilin meydana gelmesi mümkün olmayandır. İşi yapan kimsenin gücü, düşüncesi ve işin yapılacağı âletin ve maddenin bulunması gibi ki, bunlar toplandığı zaman insan güç ve kuvvet sahibi olur da kendisine gerçekten teklif yapmak sağlıklı olur. Gerekli olmayan yardım da işin meydana gelmesini kolaylaştıran şeylerdir.3825 Bu taksim şekli Usûl ilminde kudret-i mümekkine ve kudret-i müyessire adı altında yapılır.
Önce bu âyet bize gösteriyor ki, bütün yardımlar Allah’ındır, fakat istek bizimdir. Ve buna çalışıp kazanma veya cüz’î irâde de denilir ki, asıl kuvvet ve güç yetirmek bu istek ile yardımın birleştiği zamandır. Bu da işin meydana gelmesi ile beraber olur. Bundan dolayı felsefenin rahatsız edici teorilerine boğulmaksızın “İyyâke nesteıynu”den şunu anlıyoruz ki, bize bir istek yetkisi verilmiştir. Bu şekilde bizden birisi isteğimizle, diğeri isteğimiz dışında iki iş meydana gelir ve her ikisi de bizden meydana geldiği ve bizimle ayakta bulunduğu için (özetle onun yeri biz olduğumuz için) bizim işimiz sayılır ve bize isnad edilir. Meselâ nefes alan biz,
3824] İstiâne ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 6 Yerde:) 1/Fâtiha, 5; 2/Bakara, 45, 153; 7/A’râf, 128; 12/Yûsuf, 18; 21/Enbiyâ, 112.
3825] El-Beydavi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil: 1/9.
DUÂ
- 925 -
uyuyan, ölen biz olduğumuz gibi yiyen, içen, oturup kalkan, şunu bunu kımıldatan veya yatıştıran da biz oluruz. Ve bunlardan isteğimizle olanların yakın sebebi biziz. Fakat bütün sebebi ve tam sebebi biz değiliz. Çünkü biz bunda gerekli yardıma muhtacız. Meselâ benim elim ile irâdem arasındaki gerçek ilişki kurulmamış olsaydı, istediğim zaman elimi oynatamayacaktım. Nitekim bazı organlarımı öyle oynatamıyorum. O halde yaratıcı biz değiliz; yaratma olayı yalnızca en yakın sebebe bağlı değil, bütün sebeplerin biraraya gelmesine ve toplamına bağlıdır. Demek ki, isteğimizle yaptığımız işler, bir isteyen ve yapan kimse ile bir yaratıcı fâil arasındaki bağlılığın toplamını ifade eder. Bütün cisimlerin yalnız kendine ait özelliği hareketsizlik olduğu gibi ruhun özelliği de bir faaliyet ve hareket isteğidir. Yaratıcıya ait faaliyet ise Yaratıcı Yüce Allah’ındır. Araba ilerliyor, makine işliyor deriz. Bunlar zorla ve mecburi olarak yapılan işler olduğu halde işin yeri onlar oldukları için ilerlemeyi ve işlemeyi onlara isnad ederiz. Bizim nefes almamız, kan dolaşımımız gibi hareketlerimiz de böyledir. Kurulmuş bir makine, işlemek için başlangıçta bir çalıştırmaya muhtaçtır. Bunu ise cansız makine kendisi yapamaz veya isteyemez. Canlı bir makinist veya şoför yapar ve ancak canındaki bir istekle yapar, canı ister ki, eli makinenin anahtarını tutsun da hareket etsin. Makinistin canı bu isteği bu iradeyi yaptığı anda, bir de bakarsın, hareket yok iken yaratılmış olur ve makine de işlemeye başlamıştır. Bu şekilde işleyen, o hareketin yeri olan o makinedir. İşleten o hareketi isteyen makinisttir. Yaratan o hareketi baştan sona kadar yoktan var eden Allah Teâlâ’dır. Her işimizde bu üç derece apaçık görünen bir gerçektir. Artık ne cebriye veya maddeciler gibi insanı ruhsuz bir makine farzettirmeğe çalışmalı, ne de onu ruh ve maddenin yaratıcısı olan Allah Teâlâ gibi farzettirmeye (saymaya) uğraşmalıdır.3826
Duâ
Seslenmek, çağırmak, yardıma çağırmak, Allah’a yalvarmak, O’ndan dilekte bulunmak, O’na yakarmak.3827
‘Duâ’ kelimesi, ‘dâvet ve da’va’ gibi aynı kökten gelmektedir. ‘Dâvet’ veya da’vâ’ sözlükte, çağırmak, seslenmek, yakarmak, yardım isteğinde bulunmak, isimlendirmek, sığınmak ve ilgi kurmak gibi anlamlara gelir.
‘Duâ’ sözlükte, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, aciz olandan güçlü olana doğru meydana gelen bir istek ve niyazda bulunmadır. Küçüğün büyükten olan ricası, söz, fiil ve davranış olarak yalvarmak, samimi istek ve içtenlikle olur.
Kavram olarak ‘duâ’, kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim (yüce bilme) duyguları içerisinde lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder.
Duâda asıl hedef kulun kendi durumunu Allah’a arzetmesi (sunması) olduğuna göre, bu, kul ile Allah arasındaki bir ilişkidir. Bu ilişkide kul, kendini yaratan ve rızık veren Rabbine halini arzeder, acizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir, hatalarını ve eksikliklerini iletir; bunun karşısında o Yüce Makam’dan yardım, bağış, af ve merhamet, güç ve destek ister. Bu durum, kulun Allah’a bir bağlılığı, bir teslimiyetidir. 3828
3826] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili
3827] M. Sait Şimşek, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 417
3828] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları, s. 150
- 926 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Duâ ve Dâvet
‘Dâvet’ ve ‘duâ’ kelimeleri Kur’an’da bazen farklı anlamlarda, bazen de birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Kimi âyetlerde ‘dâvet’, bir çağrı, bir nida, bir seslenme manasında geçtiği gibi, aynı kelime fiil ve isim olarak ‘duâ-yakarış, yardım isteği manasında da kullanılmaktadır.
‘Dâvet; aynı zamanda isimlendirme diyebileceğimiz bir şekilde de geçmektedir. Müşrikler, kendi elleriye yaptıkları putlarına ilâh demektedirler, onları ilâhımız diye çağırmaktadırlar. Sonra da bu şekilde adlandırdıkları putlarından yardım istemektedirler. “O’ndan başka çağırdıklarınız (duâ ettikleriniz) ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.” 3829
Dikkat edilirse burada ilâh diye çağrılan putlardan bir şey isteme aynı kelime ile ifade edilmektedir. Bu çağrının arkasında bir duâ, yani yalvarıp yakarma, yardım isteme anlayışı yatmaktadır.
Biz ‘dâvet’ kelimesini sözlük anlamıyla, ‘duâ’yı ise bir ibâdet, bir kulluk eylemi, bir sığınma ve yardım isteği olarak almak istiyoruz. Buna göre çağrı Allah’tan insana doğru olursa ‘da’vet’, kuldan Allah’a doğru olursa ‘duâ’ dememiz uygun olacaktır.
Şöyle de düşünebiliriz: Sonsuz güç ve kudret sahibi Yüce Rabbimiz kendi yarattığı kulundan bir şey istemez, O’na muhtaç değildir. Allah’ın insandan bir yardım istemesi akıl ve din dışıdır. Böyle bir şey düşünülemez bile. Öyleyse Kur’an’da geçen ‘dâvet’ (Allah’ın duâsı) kullarını hidâyete bir çağrıdır, bir uyarıdır ve kulluk yapmaları için onları bir teşviktir.
Yaratılmış olan, çok sınırlı gücü bulunan ve her zaman başkasına ve başka şeye muhtaç olan, aciz ve zelil bir kulun Allah’tan bir şey istemesi de elbette diğer insanlardan istemesi gibi olamaz. Onun, Allah’tan bir şey istemesi aşağıdan yukarıya doğru, aciz olandan güçlü olana doğru bir yakarıştır. Ta’zîm (yüce sayma) anlayışı, samimiyet ve boynu bükük bir halde olmalıdır. Hatta Rabbin çağrısına uyup ta mü’min olanlar, Hz. Peygambere bile kendi aralarında seslendikleri gibi seslenemezler, O’nu sıradan bir insan gibi çağıramazlar.3830
Duâ kelimesi, “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” mânâsındaki da’vet ve da’vâ kelimeleri gibi masdar olup, “küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya iletilen talep” anlamında isim olarak da kullanılır. İslâmî literatürde ise, kulun Allah’ın yüceliği karşısında aczini itiraf etmesini, sevgi ve ta’zim duyguları içinde lütuf ve yardım dilemesini ifade eder.
“Rabb’iniz (şöyle) buyurur: Bana duâ edin, duânızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, mutlaka aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir.” 3831
Her şeyi yaratan Allah olduğundan bütün yaratıklarda O’na doğru bir yöneliş vardır.3832 Yaratılmış varlıkların en üstünü ve değerlisi de insandır.3833 Allah insanı yaratıp onu kendi varlığından haberdar etmiştir. Bu da insanın özü itibari
3829] 7/A’râf, 197; Ayrıca bk. 22/Hacc, 73
3830] Hucurat: 49/1-2 ; Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları, s. 151
3831] 40/Mü'min, 60
3832] Bk. 6/En’âm, 102; 17/İsrâ, 44; 13/Ra'd, 13 vb.
3833] Bk. 95/Tîn, 4
DUÂ
- 927 -
ile Allah’ı tanıma ve O’na inanma yeteneği ile donatıldığını gösterir.3834 Ayrıca Kur’an’da, insana Allah’ı Rab olarak tanıma özelliğinin verildiğinden söz edilir.3835 Bu özelliğinden dolayı insan, Rabb’inden uzak kalamaz ve O’na her zaman ihtiyaç duyar.
İnsan, bu ihtiyacını ancak Allah’a kulluk ederek karşılayabilir. Çünkü onun yaratılış gâyesi ve esas görevi Allah’a kulluktur. 3836 Kulluk faâliyetlerinin en önemlilerinden biri de duâdır.
Duânın ana hedefi, insanın halini Allah’a arzetmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre, duâ kul ile Allah arasında bir diyalog anlamını taşır. Bir başka söyleyişle duâ; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Duâ, insanın kendi kendine yetmediğinin ifadesidir. İstisnasız, mü’min olan ve olmayan her insan duâ eder. Çünkü duâ ruhun ihtiyacıdır. Her insan, ruh ve beden ikilisinden oluştuğu için her ruh sahibi varlık için duâ gereklidir. Ama duâ edilmeye tek yetkili ve hak sahibi varlık Allah olmasına rağmen, insanlar farklı mercîlere duâ edebilirler. Fakat herkesin tartışmasız bir şekilde kabul etmesi gereken bir gerçek vardır, o da; duâ edilen varlığın hiçbir konuda acziyet göstermemesi için sonsuz bir güce sahip olması gerekir. Değilse bu vasıflara sahip olmayan bir varlığa duâ etmenin bir anlamı olmaz. “Sana fayda da zarar da veremeyecek Allah’tan başkasına duâ etme/yalvarma. Öyle yaparsan şüphesiz zâlimlerden olursun.”3837 “Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin. Sizin Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız bir araya gelseler bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de âciz!” 3838
Birçok duâ örnekleri yanında, duâ kelimesinin kökü olan “D ‘a v” ve türevleri, Kur’ân-ı Kerim’de toplam 212 yerde kullanılır. Cenâb-ı Allah, mü’min kullarına namaz kılmayı emrederek en az günde 40 defa Fâtiha sûresini okutmak sûretiyle “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.”3839 âyetini tekrar ettiriyor. Hiç şüphesiz herhangi bir şeyi sırf nakarat olsun diye Rabbimiz bizlere tekrar ettirmez. Ama bunu tekrar ettiriyorsa, mutlaka çok önemli olduğundan dolayıdır. Bu âyetin önemi nereden kaynaklanıyor? Hemen belirtelim ki, bu âyetin önemi, kulluğun sadece Allah’a yapılmasını ve yardımın sadece Allah’tan talep edilmesini istemesinden ve emretmesinden kaynaklanmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de yardımın sadece Allah’tan olabileceğine dair birçok âyet vardır.
“Yardım ancak güçlü ve hakîm olan Allah katındandır.” 3840
“Allah’tan başka dost ve yardımcınız yoktur.” 3841
“Allah size dost olarak da yeter, yardımcı olarak da yeter.” 3842
“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu yine O’ndan başka giderecek yoktur.
3834] Bk. 30/Rûm, 30
3835] Bk. 7/A'râf, 172-173
3836] Bk. 2/Bakara, 21; 51/Zâriyât, 56
3837] 10/Yûnus, 106
3838] 22/Hac, 73
3839] 1/Fâtiha, 5
3840] 3/Âl-i İmrân, 126
3841] 9/Tevbe, 116
3842] 4/Nisâ, 45
- 928 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Eğer sana bir hayır dilerse O’nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Çünkü O bağışlayan ve pek merhamet edendir.” 3843
İbn Abbas’dan (r.a.): O der ki, bir gün Rasûlullah’ın (s.a.s.) terkisinde idim. Buyurdu ki; “Evlât, sana birkaç söz belleteyim: Allah’ı (yani emir ve yasaklarını) gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki O’nu karşında bulasın. (Bir şey) istediğin vakit Allah’tan iste, yardım dilediğin vakit Allah’tan dile. Şunu bil ki, bütün yaratıklar elbirliğiyle sana bir fayda vermek isteseler, Allah’ın sana yazdığından fazla bir şey yapamazlar. Aynı şekilde tüm yaratıklar elbirliğiyle sana bir zarar vermek isteseler, Allah’ın sana takdir ettiği zarardan fazlasını yapamazlar. Kâlemler (işleri sona erip) kaldırılmış, sayfalar da (üzerlerindeki yazılar tamam olup) kurumuştur.” 3844
Görüldüğü gibi, yardımın sadece Allah’tan olabileceğine ve sadece O’na duâ edip yardım isteneceğine dair apaçık nasslar olduğu halde, günümüzde birtakım kimselerin darda kaldıkları bazı anlarda “meded ya filân baba, meded ya şeyh” gibi tabirlerle Allah’tan başkasından yardım istediklerini müşâhede etmekteyiz. Hatta bazen de “himmet et ya filân” demek sûretiyle Allah’tan başkasına yönelmektedirler. (Himmet: Azim, gayret, enerji, istek, arzu, meyil, kalbin bütün kuvveti ile herhangi bir varlığa yönelmek, meyletmek demektir) Bu şekilde yöneldikleri varlıklar ister hayatta olsun, isterse vefat etmiş olsun fark etmez. Böyle davranışlar tevhide aykırıdır, şirktir.
Kur’ân-ı Kerim’de müşriklerin bile darda kaldıkları anlarda dini sadece Allah’a has kılarak, bütün şirk koştukları şeyleri unutarak sadece o an Allah’a yalvardıkları zikrediliyor: “Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Ama Allah onları karaya çıkararak kurtarınca, kendilerine verdiği nimete nankörlük ederek O’na hemen şirk koşarlar. Zevklensinler bakalım, yakında bileceklerdir.”3845 “İnsanlar bir darlığa uğrayınca Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet tattırınca içlerinden birtakımı kendilerine verdiklerimize nankörlük ederek Rablerine şirk koşarlar. Zevklenin bakalım, yakında göreceksiniz.” 3846
Bu âyetlerde de belirtildiği gibi, insanın darda kaldığında o an her şeyi unutarak sadece Allah’a yalvarması fıtratın kanunu olup, yardımın sadece Allah’tan olduğu ve Allah’tan isteneceğini gösteren mûcizevî fıtrî delillerden biridir. Âyetlerde Allah, insanları kurtardıktan sonra onların şirk koşmaya başladıklarını ifade ediyor. Tabii bu nankörlük (küfür)dür. Çünkü gerçekte insanları kurtaran Allah olduğu halde onlar kurtulduktan sonra bunu Allah’tan başkasına bağlıyorlar. Meselâ, “o anda filan olmasaydı ben şimdi hayatta değildim” veya “o an şeyhim himmet etmeseydi perişan olmuştum.” diyerek Allah’ı unutuyorlar.
“Hak duâ, ancak Allah’a yapılır. O’ndan başka duâ ettikleri şeyler, onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. (Onların karşılaması) ancak (kuyu başında durup su) ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Hâlbuki (suyu avuçlayıp ağzına koymadıktan sonra) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duâsı böylece boşa gitmiştir.” 3847
3843] 10/Yûnus, 107; Bu konuda ayrıca Bk.8/Enfâl, 10; 42/Şûrâ, 31, 29/Ankebût, 22; 2/Bakara, 107
3844] Tirmizî
3845] 29/Ankebût, 65-66
3846] 30/Rûm, 33-34
3847] 13/Ra'd, 14
DUÂ
- 929 -
Allah’ı bırakıp da kendilerine yalvardıkları kimseler hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onların kendileri yaratılmışlardır.” 3848
“Allah’ın dışında yalvardığınız kimseler sizin gibi kullardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size cevap versinler bakalım.” 3849
“De ki: Allah’ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler. Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve azâbından korkarlar. Çünkü Rabbinin azâbı sakınmaya değer.” 3850
Yine Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’inde Felak ve Nâs sûrelerini indirerek bizlerin, yaratıkların birtakım şerlerinden nasıl ve kime sığınacağımızı açık bir şekilde beyan etmiştir.3851
Kur’ân-ı Kerim’de duâ ile ilgili hükümler ve çok sayıda duâ örnekleri vardır.3852
Alexis Carrel’e göre duânın aslında; ruhun maddî olmayan dünyaya doğru bir çekilişi, bir gerilimi olduğu gözlenmektedir. Bir başka deyimle denebilir ki duâ; ruhun Allah’a doğru yükselişi ve O’na açıkça ibâdet durumudur. Duâ, hayat denilen mûcizeyi yaratan varlığa karşı aşk ve ilticâ ifadesi, O’nunla ilişkiye geçme gayretidir. Muhammed İkbal’e göre duâ, kâinatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap bulabilmek için hissettiği derin hasret ve şiddetli arzunun ifadesidir.
Duâ İbâdettir
Duânın özü, kişinin kendisini Allah’ın karşısında acziyet içerisinde hissedip O’na yönelmesi ve taleplerini O’na arzetmesidir. Zaten ibâdet, bir varlığa boyun eğmek, O’nun karşısında küçülmek, O’na itaat etmek mânâlarını içerir. Kısacası duâ ile ibâdet mana olarak aynı şeyleri ifade etmektedir.
Biz her ne kadar duâ ile ibâdeti birbirinden ayrı iki olaymış gibi görüyorsak da aslında bu ikisi özde aynı şeydir. İbâdet olarak bildiğimiz namaz, oruç, zekât, hac gibi Allah’ın emirleri aslında duânın harekete dönüşmüş şeklidir. Bilindiği gibi Kur’an’da da geçen şekliyle Arapçada, namazın adı salât’tır. Fakat bu salât kelimesinin aynı zamanda duâ mânâsına gelmesi çok manidardır ve bir tesadüf değildir. Salât kelimesinin hem namaz, hem duâ mânâsına gelmesini şöyle izah etmek mümkündür:
Namaz, tüm ibâdetleri bünyesinde toplayan ve insanla Allah arasındaki ilişkiyi en net ve sık bir şekilde (günde en az beş defa) sağlayan ibâdettir. Zaten duâ da Allah ile kul arasındaki bir diyalog idi. Yani her ikisi de kulu Allah’a bağlaması yönüyle aynı kapıya çıkıyor. Rasûlüllah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyuruyor: “Duâ
3848] 16/Nahl, 20
3849] 7/A'râf, 194
3850] 17/İsrâ, 56-57
3851] Bk.113/Felak ve 114/Nâs sûreleri
3852] Kur’ân-ı Kerim’de Duâ ile İlgili Hükümler: a-Duâ etmek: A'raf, 55-56, 205-206; Ra'd, 14; Kehf, 28; Secde, 16; Mü'min, 60. b- Duâda Aşırı Gitmekten Sakınmak: A'raf, 55, 180, 205; Taha, 8. c- Duânın, Allah'ın Güzel İsimleriyle Yapılması: A'raf, 180; İsra, 11; Taha, 8. d- Allah, Duâları Kabul Eder: Bakara, 186; Şura, 26.Bedduâ: İsra, 11.
- 930 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ibâdetin ta kendisidir.”3853 Çünkü duâ ile kişi ihtiyacını teminde aczini idrâk etmiş, bunu ancak her şeye kadir olan Rabbinin temin edeceğinin şuuruna ermiş ve bu sebeple O’na sığınmış olmaktadır. Esasen ibâdet de bundan başka bir şey değildir. Yine Rasûlüllah (s.a.s.) “duâ ibâdetin özüdür (iliğidir)”3854 buyurmak sûretiyle duâ ile ibâdetin özde aynı şey olduklarına dikkat çekmiştir. Biz bu özü kulluk olarak ifade edebiliriz. Bu aynı zamanda insanın yaratılış amacı olmaktadır: “Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk/ibâdet etsinler diye yarattım.” 3855
Kur’an’a ve Önderimizin hayatına baktığımızda duâ olgusunun merkezî bir konum arzettiğini görürüz. Yüzlerce âyet, insanın Rabbiyle bağlantı kurması ve iletişime geçmesi diyebileceğimiz duâ örneklerinden oluşmaktadır. Aynı şekilde hadis külliyatında duânın önemine dikkat çekilmekte ve pek çok güzel duâlar bu eserleri süslemektedir.
Müslümanlar olarak Allah ile her an can u gönülden bir ilişki ve sürekli irtibat halinde olmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde acaba Allah ne kadar gündemimizde yer alıyor? Hesaplarımızda O’nun yeri neresi, O’nu hesaba katıyor muyuz? Yoksa mevcut durumu kanıksayıp “zaten biz buna müstahakız, kâfirler çok güçlü, Allah da bize yardım etmiyor, o halde iş olacağına varır” deyip her şeye boş mu veriyoruz? Hatta daha da ileri gidip “Allah herhalde böyle olmasını istiyor” diyenler gibi tembelliğimizin, miskinliğimizin, atâletimizin faturasını da -hâşâ- Allah’a mı çıkarıyoruz?
Bu sorulara vereceğimiz cevaplar ve yapacağımız nefis muhâsebesi, belki de sorunlarımıza yeni ve çözümleyici bakış açıları getirecek, ne olduğumuzu, neyi nereye kadar yapabileceğimizi, kimden neleri isteyebileceğimizi yeniden bizlere hatırlatacak ve bizleri yeniden harekete geçirecektir. Bizler kul olarak üzerimize düşeni yapmalı, gereken gayreti göstermeli, sebepler âleminde yapılacakları yaptıktan sonra ellerimizi açıp O’na yalvarmalı, halimizi O’na arz etmeliyiz. Çünkü O şöyle buyuruyor: “Bizim uğrumuzda gayret gösterenleri Biz yollarımıza iletiriz.” 3856
Belki dayatılan eğitim anlayışı ve hayat tarzının etkisiyle, belki de içinde yaşadığımız şartların baskıcı karakteri sebebiyle müslümanlar olarak bazılarımız da çoğu kez rasyonalist bir anlayışla meselelere yaklaşabiliyor. Sorunları tanımlarken ve çözmeye çalışırken gözetilmesi gereken hususları gözardı edebiliyor. Çoğunlukla, yapılan şey, amellerin/eylemlerin neticesini hemen almak ve somut bir şekilde görmek arzusu. Çoğu kez, bir işin sadece maddî boyutu yerine getirerek -ki bunun da yeterli yapıldığı şüphe götürür- sonuca gitmeye çalışılıyor. Oysa bütün yapılanlardan sonra Allah’a yalvarmak ve yapılan ameli kabul edip tesirini halk etmesi için O’na niyazda bulunmak da gerekmektedir. Kendisinden “sabır ve salâtla yardım talep etmemizi” bizzat Allah öğütlüyor.3857 Yani, hem sabır ve direnme olacak, hem de duâ ile yardım talep edilecek.
“Duâlarımız kabul edilmiyor herhalde” diyerek karamsarlığa saplanmak da yanlıştır. İçinde bulunduğumuz şartların zorluğu ve zâlimlerin zulmü, bizi
3853] Tirmizî, hadis no: 3247; Ebû Dâvud, Kitabu'd-Duâ, hadis no: 1479
3854] Tirmizî, Deavât 1
3855] 51/Zâriyât, 56
3856] 29/Ankebût, 69
3857] 2/Bakara, 153
DUÂ
- 931 -
kesinlikle yıldırmamalı ve hiçbir zaman bizi duâdan alıkoymamalıdır. Allah, kendi ifadesiyle duâ edenin dileğine karşılık vereceğini söylüyor. Allah’ın güzel isimleri arasında “Mücîb” i de zikreden Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir günah yahut sıla-i rahmi kesme gibi bir ma’siyet olmadıkça kulun Allah’a yapmış olduğu duânın karşılığında Allah ona ya istediğini verir, ya eşdeğerde bir belâyı ondan uzaklaştırır, ya da onun için âhirette daha iyisini hazırlar.” 3858
Duâ, Ruhun Gıdası ve İlâcıdır
Duâ; keyfiyetine, şiddetine ve güçlü söylenişine bağlı olarak ruh ve cismimizi etkiler. Duâ eden çehrelerde önceleri var olan vurdumduymazlık, eksiklik, kıskançlık ve kötülük duyguları; yerlerini iyiliğe, başkalarına yardım etmeye, hayırlarını istemeye terk eder. Duâ ortamında insan, kendini olduğu gibi görür. Hırsını, hatalarını, yanlış düşüncelerini, kibir ve gururunu belirleyerek ahlâkî görevlerini yerine getirmeye hazır bir duruma ulaşır.
Gerek ihtiyaçlar ve hatalar sebebiyle Allah’a başvurmak, gerekse nimetleri sebebiyle O’nu hatırlamak ve anmak kişide psikolojik bakımdan bir rahatlık, huzur ve mutluluk doğurduğu gibi, ahlâkî arınmaya ve yücelmeye de yol açmakta, gelişim safhalarındaki takılma ve sapmaların önlenmesinde ve şahsiyetin tamamlanmasında yapıcı bir fonksiyon icra etmektedir. Duânın en güzel faydalarından biri de Allah inancının kalplerde kökleşmesini sağlamasıdır. Duâ bir yükseliştir. Her duâ ruhtan bir filizin yeşermesi, boy sürmesidir. Duâ, fânî maddeden mânâ sonsuzluğuna doğru bir sıçrayıştır. Duâ, hesaplaşma ile birlikte ruhun nur denizlerinde yıkanmasıdır; temizlenmesi ve güçlenmesidir. Duâ, bir yeniden doğuştur. Duâ, sessiz inilti, gürültüsüz feryattır. Duâ, en mânâlı sessizliktir. 3859
İnsanın ilâh edindiği varlıkta aradığı vasıflardan biri de, onunla bir münâcaat gerçekleştirebilmektir. İnsanın, en mahrem bir şekilde kendisini açacağı varlık, Allah’tır. Hiç kimseye söyleyemediğini O’na söyler. Ancak gaye, sadece “açılmak”tan ibâret tek taraflı bir konuşma sürdürmek değil; karşıdakinden cevaplar, mutmainlikler, feyizler de alabilmektir. Böylece sıbğa (fıtrat, boya)sının özlemini gideren, ebedîlik karışık bir sohbete, fâni dünyada nâil olmaktır. Allah, O’dur ki, insanın diliyle yaptığı duâları işitir. Diliyle yapmasa bile, haliyle ifade ettiğini bilir. Hatta kalbinin en derin köşelerinde yatan arzularına da muttalî olur ve bütün bunların gereğini yerine getirebilir.
Allah, kulunun duâ etmesini ister; bunu yapmazsa kendisine değer vermeyeceğini bildirir.3860 Kendisini unutmuş, yabancı ellere düşmüş olanların hidâyete ermeleri için, “yalvarsınlar diye” musibetler gönderir.3861 “Beni çağırın, Bana duâ ederek Benden isteyin, duânıza icâbet edeyim.” der.3862 “İçten yalvararak, gizli gizli Rabbinize niyaz edin, O duâda aşırı gidenleri sevmez.”3863 Hikmeti gerektirirse, kulunun faydasına göre istenileni verir. 3864
3858] Tirmizî; Rudani, hadis no: 9223
3859] Hasan Eker, Duâ Bilinci, Denge Y. s. 13-15
3860] 25/Furkan, 77
3861] 7/A'râf, 64
3862] 40/Mü'min, 60
3863] 7/A'râf, 55
3864] 2/Bakara, 216; 6/En'âm, 41; 17/İsrâ, 11
- 932 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an, makbul kulların duâ etmeleri üzerine Allah’ın, onların dileklerini gerçekleştirmiş olmasının örnekleriyle doludur. Hz. İbrahim’in Mekke hakkındaki duâsı;3865 yaşı geçkin olduğu halde ona oğul vermesi;3866 Hz. Zekeriya’nın böyle bir dileğini yerine getirmesi;3867 Hz. Mûsâ’nın Firavun aleyhindeki duâsı;3868 Hz. Eyyub’un duâsı;3869 Hz. Muhammed’in (s.a.s.) ve mü’minlerin duâları3870 vb. Allah’ın çaresiz kalana icâbet ettiğini insanlar, hatta müşrikler bildikleri için, mecbur kalınca O’na yalvarırlar.
Kur’an, insanlardaki bu özelliği, çarpıcı tablolarla sergilemektedir. Dehşetlerin kendisini kuşattığı anda kalbine ve aklına bulaşmış olan pisliklerden insan sıyrılır ve Allah’ın kendisi üzerine yarattığı fıtratı, asâletiyle ortaya çıkar. Öyle anlarda insan; sığınağının, koruyucusunun yalnız Allah olduğunu, muhâkemesiz olarak şimşek hızıyla çakan bir sezgiyle farkeder, âdeta bir refleksle O’na yalvarır. Etkisine mâruz kaldığı şokun âni tesiriyle bir bellek kaybına uğramışçasına, koştuğu bütün ortakları unutmuştur. Fakat unutkan ve nankör insan, felâketi atlatınca “daha önce sızlanan, yakaran kendisi değilmiş gibi”3871 döner, bu kere de Allah’ı unutur.
Sıkıntıların parlattığı fıtrat, hevâ ve hevesin zulüm ve taşkınlıklarıyla yeniden kirlenir. Ancak, Allah’a verdikleri ahde sâdık kalan mü’minler değişmezler. Kur’an’ın birçok âyeti, anlattığımız özellikleri tasvir eder.3872
“Bir fırtına çıkıp onları her taraftan dalgaların sardığı, çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise, Allah’ın dinine sarılarak, ‘Bizi bu tehlikeden kurtarırsan, andolsun ki, şükredenlerden oluruz.’ diye gönülden O’na yalvarırlar. Allah onları kurtarınca hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar! Dünya hayatı boyunca yaptığınız taşkınlık, sadece kendi aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz Bizedir. Yaptıklarınızı size gösteririz.”3873 Bâtıl ve uydurma tanrılar, tapanların kendilerinden beklediği en önemli özelliklerden olan icâbetten (duâyı kabul ederek, dileği yerine getirmekten) de mahrumdurlar. “Kendisine kıyâmet gününe kadar icâbet etmeyecek, Allah’tan başka şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Çünkü yalvardıkları şeyler, yalvarışlarından habersizdirler.” 3874
Niçin Duâ Ederiz?
İnsan kendini müstağnî görmeye, yani kendini kendine yeterli görmeye başladığı zaman, Allah’tan uzaklaşmaya başlamış demektir. Çünkü duâ insanın kendi kendine yetmediğinin göstergesidir. “Gerçek şu ki, insan kendini müstağnî (kendine yeterli) görünce azar, tâğutlaşır.” 3875
İnsanın kendi kendine yeterli olmadığı, her an başka bir şeye muhtaç olduğu
3865] 14/İbrâhim, 35-41
3866] 37/Saffât, 100-101
3867] 19/Meryem, 2-6
3868] 10/Yûnus, 88
3869] 38/Sâd, 41
3870] 17/İsrâ, 80; 8/Enfâl, 8, 9
3871] 10/Yûnus, 12
3872] 6/En'âm, 40-41, 63, 64; 10/Yûnus, 12, 21, 22, 23; 17/İsrâ, 67; 29/Ankebût, 65; 31/Lokman, 32
3873] 10/Yûnus, 22-23
3874] 46/Ahkaf, 5; Suad Yıldırım, Kur'an'da Ulûhiyet, Kayıhan Y., s. 319-320
3875] 96/Alak, 6-7
DUÂ
- 933 -
apaçık bir gerçektir. Müstağnîlik duygusu, sadece psikolojik ve nefsî bir duygudur. Yoksa, gerçekte insan müstağnî bir varlık değildir. Meselâ; insan biraz para ve varlık sahibi olduğu zaman, bir an paranın sarhoşu olarak tıpkı Karun gibi “Bunu ben bilgimle kazandım”3876 veya daha avamî bir ifade ile “ben bu malı kafamı çalıştırarak kazandım” der. Bunun Allah’ın bir lütfu olduğunu unutur. İşte bu Karun mantığıdır. Fakat aynı insana bir müddet sonra bakarsınız iflâs etmiş, her şeyini kaybetmiş ve dün kapısında çalıştırdığı insanlara muhtaç hale gelmiş olabilir. İşte bu duruma gelmiş insana şunu söylemek lâzım: “Bu malı mâdem kafanı çalıştırarak sen kazanmıştın, o günlerde kendini bir şey zannediyordun, Allah’ın razzâk olduğunu unutmuştun. Haydi, tekrar kafanı çalıştır da o kaybettiğin malı tekrar getir, şimdi kafan çalışmıyor mu?
Görüldüğü gibi, insanın müstağnîliği, sadece şımarıklıktan kaynaklanıyor. O sürekli yaratıcısına muhtaç olan, O’nsuz yapamayan ve O’nsuz bir değeri olmayan bir varlıktır. Allah’ı kendi varlığının dışına taşırmaya çalışan insan, Allah’ın karşısında bir “hiç”tir; bir “şey” değildir. “De ki: Duânız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?”3877 Gerçek böyle olduğu halde, yani insan istese de istemese de zorunlu olarak Allah’a muhtaç olmakla beraber amaç; bu “muhtaç”lığı bilinçli olarak fark edip yaşamak, şuur haline dönüştürmektir. İnsan kendini Allah karşısında ne kadar muhtaç hissederse Allah’a o kadar yakın olur. Alexis Carrel: “Duâyı açıklamak zorundayım. Duâ yoksulluk ve aşktır” derken herhalde bunu kasdetmiş olmalı.
Demek ki insan, duâsız bir hayatın Allah katında değeri olamayacağından hareketle kendine değer katmak, varlığını anlamlı kılmak ve Allah katında bir “hiç” yerine, bir “şey” olmak için duâ etmeli. Yoksa bizim duâmızla Allah’ın değeri artmaz; sadece bizim değerimiz artar. Çünkü O’nun değerli oluşu kendi zatındandır. Değerli olması bir başka şeye bağlı değildir.
İnsan, duâsıyla değerlidir. İnsan Allah ile tanışık olmanın, dost olmanın ve O’na kul olmanın şerefi için duâ etmeli, duâ ile iç içe olmalıdır. Yoksa insan, Allah ile arasındaki ilişkiyi tamamen koparıp atsa geriye kıymetli hiçbir şey kalmayacaktır. İnsan, Allah ile beraber ancak bir değer ifade eder ve insan Allah’a yakın olduğu derecede insandır.
İşte bu nedenle de; duâyı asıl geldiğimiz yer ile bizim aramızda doğal bir bağlantı aracı olarak algılamak ve onu, varlığımızın oluşumunda etkin olan herhangi bir faâliyetimiz gibi kabul etmek zorundayız. Bir başka deyişle, duâyı ruh ve cismimizin doğal bir pratiği, bir faâliyeti gözüyle bakmalıyız.
Sosyal hayatımızda emir, tavsiye ve ricalarını pek yerine getirmediğimiz, bu konuda önem vermediğimiz bir kimseye günün birinde işimiz düşse, kendisine gidip işimizi halletmesini rica etsek, o bize şöyle demez mi? “Hangi yüzle geldin? Sen benim dediklerimi yerine getirdin mi ki, ben de seninkileri yerine getireyim?”
“Ey İman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder. Ayaklarınızı sâbit tutar.”3878 Allah’a yardım etmek, O’nun dini konusunda isteklerini yerine getirmektir. Biz Allah’ın dinini yaşar ve hayatımızı O’na göre tanzim edersek,
3876] 28/Kasas, 78
3877] 25/Furkan, 77
3878] 47/Muhammed, 7
- 934 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İslâm yolunda çalışırsak Allah da bizi gözetir. Allah’ın helâllerini helâl, haramlarını da haram kabul etmez ve yaşamımızı rast gele sürdürürsek, duâlarımızı hangi yüzle yapacağız? Bu, hiç samimiyetle bağdaşır mı?
Dünya hayatında, günü geldiği halde borcumuzu ödemediğimiz bir şahsın kapısının önünden geçmeyiz. Hatta onun evine, dükkânına yakın yerlerde dahi dolaşmayız, kaçınırız, belki karşımıza çıkar diye. Kulluk borcumuzu ödemediğimiz ve isteklerini yerine getirmediğimiz bir zâtın mülkünde dolaşırken de benzer duygular içinde mahcûbiyet duymalı ve duâ edip bazı isteklerde bulunmak için O’nunla aramızı devamlı sıcak tutmalıyız.
Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “... İnsan Allah yolunda uzun seferlere katlanır. Saçları birbirine karışmış, yüzü gözü toza bulanmış ‘Ya Rab! Ya Rab!’ diyerek ellerini gökyüzüne açar. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram. Haram ile beslenmiş. Böylesinin duâsı nereden kabul edilecek?”3879 Yine çoğu zaman yaptığımız gibi, sadece sıkışık anlarımızda ve çaresiz kaldığımızda el açıp ‘yâ Rabbi!..’ diyoruz. Diğer zamanlarda Allah’a ihtiyacımız yok zannediyoruz. Hâlbuki insanın Allah’a muhtaç olmadığı bir saniyesi bile yoktur. Nedense insan sanki sadece darda kaldığı anlarda Allah’a muhtaç olduğunu zannederek duâ eder. Oysa o her an muhtaç olduğunun şuurunda olmalıdır. İşte bu noktada şuuru yakalamış olmak, hayatın rahat zamanlarında da duâ etmeyi gerekli kılar. Zaten duânın aynı zamanda bir ibâdet ve kulluk olduğunu söylemiştik. Kulluk ise süreklidir. O halde duâ sadece dar zamanların eylemi değildir. “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et.”3880 Rahat olduğumuz zamanlarda yapacağımız duâlar darda kaldığımız zaman yapacağımız duâların kabul edilmesini kolaylaştırır. “Kim zor ve sıkıntılı zamanlarında duâlarının kabul edilmesini istiyorsa, rahat zamanlarında çok duâ yapsın.”3881 “Genişlik zamanında duâ etmek kadar Allah’a hoş gelen bir şey yoktur.” 3882
Sosyal hayatımızda normal zamanlarda hiç arayıp sormadığımız bir dostumuza işimiz düşse ve yanına gidip halini hatırını sorduktan sonra niçin geldiğimizi söylesek, o bize, “işin düştü de geldin, şâyet işin olmasaydı gelip sormayacaktın” demez mi? Biz sıkışmadıkça Allah’a el açıp duâ etmesek veya Allah’ı hatırlamasak Allah bize aynı şeyleri söylemez mi? Kulum, işin düştüğü için beni hatırlıyorsun değil mi? Yoksa hiç hatırlamayacaktın.” “İnsana bir darlık gelince yan yatarken, oturur veya ayakta iken bize yalvarır. Biz darlığını giderince, başına gelen darlıktan ötürü Bize hiç yalvarmamış gibi geçip gider. İşte böyle haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler süslü gösterildi.”3883; “İnsana bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve kendine yönelir. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur.”3884; “İnsanın başına bir sıkıntı gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman ‘bu bana bilgimden dolayı verilmiştir’ der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat çokları bilmez.” 3885
Evet, biz bu şekildeki çelişkilerimizin ve nankörlüklerimizin farkına varır ve
3879] Sahih-i Müslim
3880] 15/Hicr, 99
3881] Tirmizî, Deavât, hadis no: 3382
3882] Tirmizî
3883] 10/Yûnus, 12
3884] 41/Fussılet, 51
3885] 39/Zümer, 49
DUÂ
- 935 -
hayatımızdan gidermeye çalışırsak Allah ile ilişkilerimiz daha sağlıklı olur. Duâ etmeye yüzümüz olur ve Rabbimiz karşısında ikiyüzlü olmaktan kurtulmuş oluruz. Gerçi Rabbimiz sırf merhamet ve şefkatinden dolayı bizi böyle de kabul ediyor. Böyle yaparsanız duâ etmeyin demiyor. Ama böyle davranmak Rabbimize yakıştığı halde -çünkü O en büyüktür ve affetmek büyüğün şânındandır- ikiyüzlü ve nankör davranmak bize hiç yakışmıyor. “Kullarım sana, Beni sorduğu vakit, de ki: Ben yakınım. Bana duâ edenin duâsını, Bana duâ ettiği anda işitir, ona karşılık veririm. O halde kullarım da Benim dâvetime uysunlar ve Bana inansınlar. Umulur ki doğru yolu bulurlar.”3886; “Rabbiniz buyurdu ki; ‘Bana duâ edin, sizin için (duânızı) kabul edeyim. Şüphesiz Bana ibâdet (duâ) etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir.” 3887
Duânın Önemi
Her konuda Rabbine muhtaç, aciz ve güçsüz olan kula düşen görev, güçsüzlüğünü bilerek Rabbine duâ etmesi, Rabbe yakışan da kulunun içten yaptığı duâyı dilerse kabul etmesidir.
Mü’minlerin Allah’a duâ etmelerini emreden bizzat Rabbimizdir. Kur’an şöyle diyor: “Rabbiniz dedi ki: ‘Bana duâ edin, size icabet edeyim (karşılığını vereyim). Doğrusu Bana ibâdet etmekten büyüklenenler (müstekbirler) boyun bükmüş olarak Cehenneme gireceklerdir.” 3888
Bazı insanlar kendilerini Allah’tan müstağni görürler, Allah’a muhtaç olmadıklarını düşünürler. Onlar, kendilerini güçlü sanan kibirli kimselerdir (müstekbirlerdir). Böyle kimseler Allah’a duâ etmeyi lüzumsuz sayarlar, buna ihtiyaçları olmadığını sanırlar. Âyette, duâ ile ibâdet kavramlarının beraber anılması da önemlidir. Buna göre duâ, ibâdetin bir parçasıdır ve birbirlerini bütünlerler.
Rabbimiz (c.c.) kullarına yakın olduğunu, duâ edenlerin duâlarına karşılık vereceğini, insanların O’nun çağrısına uymaları gerektiğini haber veriyor.3889
Kur’an’ın birçok âyetinde Peygamberimize sorulan sorulara ‘söyle ki, de ki’ sözüyle başlayan cevaplar verilmektedir. Ancak bu âyette, ‘kullarım sana Benden sorarlarsa Ben onlara yakınım’ buyurmaktadır. Diğer âyetlerde olduğu gibi ‘de ki’ sözü kullanılmamıştır. Buradaki yakınlık ‘duâ’ ile açıklanmıştır ki, bu duâ’nın arada bir aracı olmaksızın ‘Allah’a yapılması gerektiğine bir işarettir. Kul, normal zamanlarda bir takım araçlara ihtiyaç duysa bile duâ zamanı Allah ile kul arasında hiç bir aracı yoktur. Tıpkı ibâdette olduğu gibi.
Allah (c.c.) kendisine ibâdet ve duâ eden kullarına yakındır. Bu yakınlık elbette mecâzî olup, Allah’ın kulun ibâdet ve duâsına önem verdiğini, bunları boşa çıkarmayacağını, duâ ve ibâdette bulunan kulun derecesinin yüksekliğini ifade eder. Allah (c.c.), duâ eden, kendisinden isteyen, kendisine başvuran, acizliğini, yetmezliğini idrak eden, bağışlanma dileyen kulunu sevmektedir. Çünkü duâ etmek, bir anlamda Rabbe itaat ve boyun eğmektir, O’nun yüceliğine iman etmektir, O’nun her şeye gücünün yettiğini itiraf etmektir.
3886] 2/Bakara, 186
3887] 40/Mü'min, 60
3888] 40/Mü’min, 60
3889] 2/Bakara, 186
- 936 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kulun bu şekilde davranması iman ve teslimiyettir. Duâ etmeyen kullarına karşı Allah’ın sitemi şöyledir: “De ki: ‘Sizin duânız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı) kaçınılmaz olacaktır.” 3890
Hak dini yalanlayan kimseler duâ etmekten de kaçınırlar. Çünkü öyleleri yakaracak, çağıracak başka ilâhlar bulurlar. Hallerini onlara arzederler, yalancı ilâhların onların imdadına koşmalarını beklerler. İman edip te Allah’a yakaran kulların dereceleri ise Allah’ın dilediği yere kadar yükselir.
Duâ eden kulun kalbi Allah’tan başka bir şeyle meşgul olursa, duâsı amacına ulaşmaz. Nefsin istekleri, Allah’ın dışındaki sevgiler ve amaçlar, duâyı hedefinden uzaklaştırır. Duâ’nın ihlâs, samimiyet, alçak gönüllü bir halde olması gerekir. Kişi, kendi arzularına esir olduğu müddetçe Allah’a bu anlamda yaklaşamaz, arzular sürekli engel olurlar. Kur’an şöyle emrediyor: “Rabbinize yalvara yalvara ve içten duâ edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak duâ edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” 3891
Bu şekilde yapılan bir duâ Allah’a yakınlık aracıdır ve ibâdetlerin en üstünüdür. Peygamberimiz (s.a.s.) ‘duâ ibâdetin iliğidir (özüdür)’ buyurmuştur.3892 Yine Peygamberimiz (s.a.s.) ‘Duâ ibâdetin kendisidir’ diyerek 40/Mü’min sûresinin 60. âyetini okudu.3893
İslâm’da duâ’nın önemine ve ibâdet olarak faziletine ait sayısız hadis vardır. Bu hadislerde duâ etmenin önemi, ne zaman nasıl ve hangi yöntemlerle duâ edileceği, kimlerin duâsının kabul olunacağı, hangi kelimelerle duâ etmenin daha iyi olacağı, duâ’nın kulun hayatına getireceği şuuru, rahatlığı, duâ ile Allah’ın yapacağı bağışları bulabiliriz. 3894
Duâ mü’minler için ibâdettir. Allah’ı Rabb bilip O’nun önünde secdeye kapananlar, ihtiyaçlarını Allah’a bildirirler ve O’ndan yardım dilerler. 3895
Duâ etmeyi önemsemeyenler, ibâdeti önemsemeyenlerdir. Bu gibi kimselerin müstekbir oldukları yukarıda geçmişti. Ancak kibirliler, yani kendilerini üstün makamda görenler, Allah’tan bir şey istemeye tenezzül etmezler. Böyle bir anlayış şüphesiz ki sapıklığın ve azgınlığın ta kendisidir.
Esasen insan güçsüz olduğu için başkasının yardımına muhtaçtır. Sıkıştığı zaman birilerinden yardım ister. Ancak insanın öyle ihtiyaçları olur ki, başkalarının onu karşılaması mümkün değildir. İşte böyle bir noktada Allah’a inanmayan inkârcılar ve O’na ortak koşan müşrikler bile ortak koştukları tanrılarını bir tarafa atar ve Âlemlerin Rabbi Allah’tan yardım isterler: “İnsana bir zarar dokundu mu, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize duâ eder. Zararı üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarar için Bize duâ etmemiş gibi döner gider.” 3896
3890] 25/Furkan, 77
3891] 7/A’râf, 55-56
3892] Tirmizí, Deavât 1, Hadis no: 3371
3893] Ebû Dâvud, Salât, Hadis no: 1479; İbn Mace, Duâ 1, Hadis no: 3828; Ahmed bin Hanbel, Müsned: 4/267, 271, 276; Tirmizí, Tefsir 42, Hadis no: 3247
3894] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları, s. 151-153
3895] 1/Fâtiha, 5
3896] 10/Yunus, 12; 39/Zümer, 49
DUÂ
- 937 -
İlk insandan günümüze kadar bütün insanların hayatında ibâdet ve duâ olayı gündemdedir. Din ve ibâdet konularında geçtiği gibi, insan hak veya batıl mutlaka bir dine inanır. Allah’a inananlar Allah’ın, Allah’ı unutanlar ise ilâh diye inandığı bir şeyin önünde ibâdet eder, ona sığınır, ondan yardım ister, ya da ondan korkar. Duâ etmek te bu tapınmanın bir parçasıdır. İster müslüman olsun, ister gayri müslim olsun; kimileri rahata kavuşunca, kendini güçlü hissedince duâ etmekten kaçınır. Bu gibilerin hayatında duâ’nın yer almaması işin aslını değiştirmez. Onlar da dara düşünce sığınılacak ve yardım istenecek bir melce (kucak) ararlar.
İslâm’a göre ise duânın ibâdet olarak apayrı bir yeri vardır. İslâm’a göre duâ, bir psikolojik rahatlama aracı değildir. Hele hele bazılarının zannettiği gibi, işleri görünmeyen bir ilâh’a havele etmek hiç değildir. Duâ, bir korkunun, bir endişenin, bir ürpertinin sonucunda bir sığınma, o ürpertiden kurtuluş arzusu da sayılamaz. Eski dinlerde olduğu gibi kızgınlığından ve kötülüğünden kurtulmak üzere ilâhlara el açmak da değildir.
Duâ bir iman, bir aksiyon, bir çaba ve uyanıştır. Allah’ı ve O’na ait hâkimiyeti, ilâhlığı tanıma, itiraf etmedir. Hayatın amacını idrâk etme, yaşayışı programa koyma, ilerisi için hazırlık yapma, Din için çalışmaya (cihada) azmetme, toparlanma ve eksikliklerini gidermedir.
Duâ, Allah’ın makamından sürekli bir istemedir. Bu isteme mü’min için itikat, bir şiar (müslüman olmanın işareti), bir hayat hedefidir. Mü’min özlediği İslâmí hayata duâ ederek kapı açmaya çalışır. O, Allah’ın bitmez-tükenmez hazinelerini, iyi bir mü’min olma uğruna ister, onların yeryüzüne inmesini niyaz eder.
Duâ mü’min için, yüce idealleri, dünya ve içindekilerden daha değerli şeyleri bulabilmenin, onlara ulaşmak için çaba göstermenin aracıdır. İnsanların yaşaması için araç kılınan ‘dünya ve ondan bir şeye sahip olmak’ tekamül (ileriye gitme) değildir. İnsan için tekâmül, bunun da ötesinde yüce hedeflerdir.
Duâ, mü’mini ayrılığın yalnızlığından, yalnızlığın sıkıntısından kurtarır. Duâ, mü’minin, muhabbetinin, saygısının ve teslimiyetinin eyleme dönüşmüş şeklidir.
Mü’min, duâ etmeden önce duâya hazırlanır. Yani o önce fiilí duâda bulunur. İbadetini noksansız yapmaya çalışır. Varacağı hedef için gerekli çalışmaları yapar. Tehlikelere karşı yeteri kadar tedbir alır. Emredileni yapar, yasaklanandan kaçar. Bundan sonra da amelin kabulü için duâ eder, gücünü aşan konularda Allah’tan yardım diler, eksikliğinin tamamlanması, hatasının affi için Allah’a sığınır, tevbe eder. Allah’a bağlılığını ve sevgisini duâ ile ortaya koyar.
Duâya hazır olma noktasında Peygamberimizin tavrı örnektir. O, her konuda yılmadan, usanmadan, kınayanların kınamasından korkmadan ısrarlı bir şekilde çalıştı, mücadele için lazım olan şartları yerine getirdi. Hatta ayakları şişinceye kadar ibâdete gece gündüz devam etti. Rabbinin rızası dışında hiç bir iş yapmamaya özen gösterdi. Peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirdi ve sonra da ellerini açıp her an, belki günde yetmiş defa Rabbine duâ etti. Duâ ile Rabbine halini arzetti.
Mü’min, her konuda üzerine düşen görevi yaptıktan sonra duâya da başvuracaktır. Kısaca, duâ etmeye yüzü olacaktır. Hiçbir şey yapmadan,
- 938 -
KUR’AN KAVRAMLARI
çalışmadan, tehliklere karşı tedbir almadan, toplumun ve nefsin ıslahı için bir şey yapmadan, günahlardan korunmadan; ‘Rabbim, şunu yap, bunu hallediver, istersen affet, düşmanı kahret, ortalığı düzelt, ihtiyaçlarımızı gider’ demek duâ değildir. Böyle yapmanın duânın ihlâsıyla bir ilgisi yoktur. 3897
Duânın Amacı
Müslümanın duâsında kısaca üç önemli amaç olabilir:
1- Günahlarının affını isteme. Mü’min, elinden geldiği kadar günahlardan kaçınır. Ancak yine de hatalı olduğunu düşünerek sürekli affını ister, çaresizliğinden dolayı Allah‘tan merhamet talebinde bulunur.
2- Ümit ve arzu. Mü’min, hakkıyla ibâdet edebilme hidâyette olabilme ve Allah’ın yardımına ulaşabilme arzusunda olur.
3- Allah’tan yardım, izzet lütuf, rahmet, başarı isteklerinde bulunur. Bütün bu istekleri de gerekli çabayı gösterdikten sonra ortaya koyar. Mü’min, emirleri yerine getirir, yasaklardan kaçar, kulluğunu en samimi bir şekilde yapmaya çalışır. Sonra da yukarıda sayılan şeyleri Rabbinden ister. Mağfirete ulaşmayı, cezadan ve gazaptan kurtulmayı, Allah’ın rızasını hak etmeyi arzu eder.
Duânın belli bir zamanı yoktur. Ancak hadislerde geçtiği gibi, gecenin son üçte birinde, farz namazların sonunda, savaş esnasında, ezan ile kaamet arasında, yağmur yağarken, secdede iken, seher vakitlerinde3898, Cuma saatinde, oruçlu orucunu açtığı zamanda, Kurban bayramı arefesinde, Kadir gecesinde yapılacak duâlar daha makbûldür ve kabul edilme ihtimalleri daha fazladır.
Kur’an’daki duâ âyetleriyle, Peygamberimizin duâlarıyla, ya da büyüklerden bize ulaşan (me’sur) duâlarla duâ etmek mümkün olduğu gibi, kendi dilimizle, içimizden geldiği gibi duâ etmemiz de mümkündür. Kendi halimizi ve isteklerimizi en iyi yine kendimiz dile getirebiliriz. Duâ dilinin Arapça olması da şart değildir.
Allah’ın güzel isimleriyle (esmâu’l hüsna) ile duâ etmek Kur’an’ın emridir.3899
Bazı kimselerin duâları peşinen kabul edilir. Bunlar mazlumlar, misafirler ve çocuğuna duâ eden babalardır.3900
Aslında mü’minlerin ihlâsla yapacakları bütün duâlar kabul edilir. Mü’min böyle duâların karşılığının nasıl verildiğini bilemez ama Kur’an duâ edenlere Allah’ın karşılık vereceğini müjdeliyor.3901
Duâ hakkında Alexis Carrel’ın dediğini hatırlatalım: ‘Duâ yoksulluk ve bağlılıktır.’ Buna bilgi, hikmet, teslimiyet ve cehd’i de biz ilâve edebiliriz. 3902
Duânın ana hedefi, insanın halini Allah’a arzetmesi ve O’na niyazda
3897] Hüseyin K. Ece, a.g.e., s. 153-155
3898] 2/Âl-i İmran, 17
3899] 7/A’râf, 180
3900] Ebû Dâvud, Salât, hadis no: 1536; İbn Mâce, Duâ 11, Hadis no: 3862; Tirmizî, Birr 7, Hadis no: 1905
3901] 40/Mü’min, 60
3902] Hüseyin K. Ece, a.g.e., s. 155
DUÂ
- 939 -
bulunması olduğuna göre, duâ kul ile Allah arasında bir diyalog anlamını taşır. Bir başka söyleyişle duâ; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Duâ, insanın kendi kendine yetmediğinin ifadesidir. İstisnasız, mü’min olan ve olmayan her insan duâ eder. Çünkü duâ ruhun ihtiyacıdır. Her insan, ruh ve beden ikilisinden oluştuğu için her ruh sahibi varlık için duâ gereklidir. Ama, duâ edilmeye tek yetkili ve hak sahibi varlık Allah olmasına rağmen, insanlar farklı mercîlere duâ edebilirler. Fakat herkesin tartışmasız bir şekilde kabul etmesi gereken bir gerçek vardır, o da; duâ edilen varlığın hiçbir konuda acziyet göstermemesi için sonsuz bir güce sahip olması gerekir. Değilse bu vasıflara sahip olmayan bir varlığa duâ etmenin bir anlamı olmaz.
“Sana fayda da zarar da veremeyecek Allah’tan başkasına duâ etme/yalvarma. Öyle yaparsan şüphesiz zâlimlerden olursun.” 3903
“Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin. Sizin Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız bir araya gelseler bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de âciz!” 3904
Cenâb-ı Allah, mü’min kullarına namaz kılmayı emrederek en az günde 40 defa Fâtiha sûresini okutmak sûretiyle “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.”3905 âyetini tekrar ettiriyor. Hiç şüphesiz herhangi bir şeyi sırf nakarat olsun diye Rabbimiz bizlere tekrar ettirmez. Ama bunu tekrar ettiriyorsa, mutlaka çok önemli olduğundan dolayıdır. Bu âyetin önemi nereden kaynaklanıyor? Hemen belirtelim ki, bu âyetin önemi, kulluğun sadece Allah’a yapılmasını ve yardımın sadece Allah’tan talep edilmesini istemesinden ve emretmesinden kaynaklanmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de yardımın sadece Allah’tan olabileceğine dair birçok âyet vardır.
“Yardım ancak güçlü ve hakîm olan Allah katındandır.” 3906
“Allah’tan başka dost ve yardımcınız yoktur.” 3907
“Allah size dost olarak da yeter, yardımcı olarak da yeter.” 3908
“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O’nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Çünkü O bağışlayan ve pek merhamet edendir.” 3909
İbn Abbas’dan (r.a.): O der ki, bir gün Rasûlullah’ın (s.a.s.) terkisinde idim. Buyurdu ki; “Evlât, sana birkaç söz belleteyim: Allah’ı (yani emir ve yasaklarını) gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki O’nu karşında bulasın. (Bir şey) istediğin vakit Allah’tan iste, yardım dilediğin vakit Allah’tan dile. Şunu bil ki, bütün yaratıklar elbirliğiyle sana bir fayda vermek isteseler, Allah’ın sana yazdığından fazla bir şey yapamazlar. Aynı şekilde tüm yaratıklar elbirliğiyle sana bir zarar vermek isteseler, Allah’ın sana takdir ettiği zarardan fazlasını yapamazlar. Kâlemler (işleri sona erip) kaldırılmış, sayfalar da
3903] 10/Yûnus, 106
3904] 22/Hacc, 73
3905] 1/Fâtiha, 5
3906] 3/Âl-i İmrân, 126
3907] 9/Tevbe, 116
3908] 4/Nisâ, 45
3909] 10/Yûnus, 107; Bu konuda ayrıca bk. 8/Enfâl, 10; 42/Şûrâ, 31; 29/Ankebût, 22; 2/Bakara, 107
- 940 -
KUR’AN KAVRAMLARI
(üzerlerindeki yazılar tamam olup) kurumuştur.” 3910
Görüldüğü gibi, yardımın sadece Allah’tan olabileceğine ve sadece O’na duâ edip yardım isteneceğine dair apaçık nasslar olduğu halde, günümüzde birtakım kimselerin darda kaldıkları bazı anlarda “meded ya filân baba, meded ya şeyh” gibi tabirlerle Allah’tan başkasından yardım istediklerini müşâhede etmekteyiz. Hatta bazen de “himmet et ya filân” demek sûretiyle Allah’tan başkasına yönelmektedirler. (Himmet: Azim, gayret, enerji, istek, arzu, meyil, kalbin bütün kuvveti ile herhangi bir varlığa yönelmek, meyletmek demektir) Bu şekilde yöneldikleri varlıklar ister hayatta olsun, isterse vefat etmiş olsun fark etmez. Böyle davranışlar tevhide aykırıdır, şirktir.
Kur’ân-ı Kerim’de müşriklerin bile darda kaldıkları anlarda dini sadece Allah’a has kılarak, bütün şirk koştukları şeyleri unutarak sadece o an Allah’a yalvardıkları zikrediliyor: “Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Ama Allah onları karaya çıkararak kurtarınca, kendilerine verdiği nimete nankörlük ederek O’na hemen şirk koşarlar. Zevklensinler bakalım, yakında bileceklerdir.” 3911; “İnsanlar bir darlığa uğrayınca Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet tattırınca içlerinden birtakımı kendilerine verdiklerimize nankörlük ederek Rablerine şirk koşarlar. Zevklenin bakalım, yakında göreceksiniz.” 3912
Bu âyetlerde de belirtildiği gibi, insanın darda kaldığında o an her şeyi unutarak sadece Allah’a yalvarması fıtratın kanunu olup, yardımın sadece Allah’tan olduğu ve Allah’tan isteneceğini gösteren mûcizevî fıtrî delillerden biridir. Âyetlerde Allah, insanları kurtardıktan sonra onların şirk koşmaya başladıklarını ifade ediyor. Tabii bu nankörlük (küfür)dür. Çünkü gerçekte insanları kurtaran Allah olduğu halde onlar kurtulduktan sonra bunu Allah’tan başkasına bağlıyorlar. Mesela, “o anda filan olmasaydı ben şimdi hayatta değildim” veya “o an şeyhim himmet etmeseydi perişan olmuştum.” diyerek Allah’ı unutuyorlar.
“Hak duâ, ancak Allah’a yapılır. O’ndan başka duâ ettikleri şeyler, onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. (Onların karşılaması) ancak (kuyu başında durup su) ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Hâlbuki (suyu avuçlayıp ağzına koymadıktan sonra) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duâsı böylece boşa gitmiştir.”3913
“Allah’ı bırakıp da kendilerine yalvardıkları kimseler hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onların kendileri yaratılmışlardır.” 3914
“Allah’ın dışında yalvardığınız kimseler sizin gibi kullardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size cevap versinler bakalım.” 3915
“De ki: Allah’ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler. Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve
3910] Tirmizî
3911] 29/Ankebût, 65-66
3912] 30/Rûm, 33-34
3913] 13/Ra'd, 14
3914] 16/Nahl, 20
3915] 7/A'râf, 194
DUÂ
- 941 -
azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı sakınmaya değer.” 3916
Yine Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’inde Felak ve Nâs sûrelerini indirerek bizlerin, yaratıkların birtakım şerlerinden nasıl ve kime sığınacağımızı açık bir şekilde beyan etmiştir. 3917
Bir insanın Allah’a iman ettiğini gösteren önemli alametlerden bir tanesi de duâdır. Duâ eden insan, kendisinin aciz ve zayıf bir kul olduğunu, istediklerini kendi başına yerine getiremeyeceğini ve bunları ancak kendisine Allah’ın verebileceğini kabul etmiş olur. Duâ, Allah’a kul olmanın en saf, en temiz, en samimi ifadelerindendir. Kur’an’da da mü’minlerin temel vasıflarından birinin “sabah akşam sabrederek Allah’a duâ etmek” olduğu şöyle haber verilir: “Sen de sabah akşam O’nun rızasını isteyerek Rablerine duâ edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi “istek ve tutkularına (hevâsına)” uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.” 3918
Ancak duânın ne demek olduğunu ve nasıl yapıldığını iyi bilmek gerekir. Çünkü Kur’an dışı kaynaklardan (örneğin, geleneklerden, anne-babadan, çevreden) öğrenilen duâ anlayışı, çoğu kez Kur’an’da tarif edilen gerçek duâ kavramına uymamaktadır. Bu nedenle Kur’an’da bu konuda verilen bakış açısını ve ruh halini iyi kavramak gerekmektedir.
Duânın gerçekten istenerek ve Allah’a karşı insanın acizliğinin ve fakirliğinin kavranarak yapılması gerekir. Bu durumda yapılacak bir duâ, Kur’an’da tarif edilen “için için ve yalvara yalvara” tanımına uygun olacaktır. Allah bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Rabbinize yalvara yalvara ve için için duâ edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.” 3919
Kur’an’da mü’minlerin duâları anlatılırken gizli bir şekilde ve son derece samimi bir ruh haliyle duâ ettikleri haber verilir. Hz. Zekeriya bu konuda örnek verilen peygamberlerden biridir: “(Bu) Rabbinin, kulu Zekeriya’ya rahmetinin zikridir. Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman; demişti ki: “Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana duâ etmekle mutsuz olmadım. Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısır (kadın)dır. Artık bana Kendi katından bir yardımcı armağan et.”3920 Bir başka âyette ise duânın “umut ve korku” dolu yapılması gerektiği haber verilir: “Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla duâ ederler...” 3921
Mü’min, hem Allah’a karşı içli, saygı dolu bir korku duyacak, hem de O’nun rahmetini ve nimetini ümit edecektir. Allah, samimi bir biçimde, Kendi rızâsı aranarak yapılan bir duâyı kabul eder. Kur’an’da, bu konuda bildirilen âyetler şöyledir: “Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma
3916] 17/İsrâ, 56-57
3917] Bk. 113/Felak ve 114/Nâs sûreleri
3918] 18/Kehf, 28
3919] 7/A’râf, 55
3920] 19/Meryem, 2-5
3921] 32/Secde, 16
- 942 -
KUR’AN KAVRAMLARI
cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” 3922; “Rabbiniz dedi ki: “Bana duâ edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibâdet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.” 3923
İnsan, duâ ederken Allah’ın kendisine icabet edeceğinden emin olmalıdır. Allah’ın her yeri çepeçevre sarıp kuşattığının farkında olup, buna içtenlikle iman eden bir mü’min, Allah’ın kendisini her an, her cepheden görüp duyduğunun bilinciyle duâ eder. Coşkulu bir beklenti içinde, bir an dahi olsun ümitsizliğe kapılmadan, duâsına icabet edilmesini bekler. Allah’ın adâletine olan kesin inancı sebebiyle, aceleci ve ümitsiz bir tutum sergilemekten kaçınır. Kur’an âyetlerinin rehberliğinde kendini yönlendiren bir mü’minin zihninde, duâsının karşılığını görememek yönünde en ufak bir şüpheye yer yoktur.
Duâyı, Allah’ın yardımından kesinlikle kuşkuya düşmeden, kabul olacağına kesin olarak iman ederek dile getirmek gerekir. Aksi bir tutum içinde bulunan, yani Allah’ın icabetine karşı kuşku ile yaklaşan kişi ise, daha başlangıçta Kur’an mantığı ile ters düşer. Çünkü duânın özünde, tam bir inanmışlık ve içtenlikle Allah’a yönelme yatar. Hz. Salih’in âyette haber verilen, “... Şüphesiz benim Rabbim yakın olandır (duâları) kabul edendir.”3924 sözüyle ifade ettiği gibi, mü’min Allah’a karşı tam bir güven içinde olmalıdır.
Ancak bu icâbet, mutlaka insanın istediği şeyin aynen gerçekleşeceği anlamına gelmez. Çünkü bazen insan gerçekte kendisi için zararlı olan bir şeyi de Allah’tan talep ediyor olabilir. Bu durumda Allah ona o istediğini vermek yerine daha hayırlı ve güzel olan bir başka şeyi verir.
Allah her zaman samimi bir duâya icabet eder. Ancak bu icabet, her zaman insanın talebinin aynen yerine getirilmesi demek değildir. (Nitekim „icâbet“, „cevap vermek“ anlamına gelir.) Çünkü insan, „... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz“ 3925 hükmüne göre, aynı örnekteki çocuk gibi, neyin iyi neyin kötü olduğunu her zaman ayırt edemeyebilir. Ve bu yüzden farkında olmadan „İnsan hayra duâ ettiği gibi, şerre de duâ etmektedir. İnsan, pek acelecidir“ 3926 âyetine göre, belki gerçekte zararlı olan bir şeyi istiyor olabilir.
Bu nedenle insan Allah‘tan, öncelikle O‘nun rızasını, O‘nun rahmetini talep etmelidir. Allah‘tan kendisini eğitmesini, olgunlaştırmasını dilemelidir. Bunun nasıl olacağını Allah daha iyi bilir. Nitekim peygamberlerin duâları da bu şekildedir. Hz. Süleyman‘ın „... hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et“ 3927 şeklindeki duâsı, örnektir.
Bunun yanı sıra, mü’min, Allah‘ın Kur’an‘da övdüğü ve hedef olarak gösterdiği her türlü nimeti Allah‘tan isteyebilir. Bu konularda yaptığı duâsında ise son derece samimi ve içten davranmalı, istediği herşey için Allah‘a duâ etmekten çekinmemelidir. Çünkü insanın neler istediğini bilen, bunun da ötesinde
3922] 2/Bakara, 186
3923] 40/Mü’min, 60
3924] 11/Hûd, 61
3925] 2/Bakara, 216
3926] 17/İsrâ, 11
3927] 27/Neml, 19
DUÂ
- 943 -
o isteği onun içine koyan, zaten Allah‘tır.
Allah duâlara icabet edendir. Mü’minlerin samimi duâlarını asla cevapsız bırakmaz. Geçmişte peygamberlerin duâsı ile helâk edilen kavimler bu konuda bir örnektir: „(Peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp -yok oldu- gitti.“3928
Kur’an’da bunun daha pek çok örneği verilmektedir. Allah duâları karşılığında pek çok peygamber ve sâlih mü’mini sıkıntıdan kurtarmış ve nimetlendirmiştir: “Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: ‘Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.’ Böylece onun duâsına icâbet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibâdet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. İsmail, İdris ve Zü’l-Kifl, hepsi sabredenlerdendi. Onları rahmetimize soktuk, şüphesiz onlar sâlih kimselerdi. Balık sahibi (Yunus’u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: ‘Senden başka ilâh yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum’ diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duâsına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız. Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: ‘Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın.’ Onun duâsına icabet ettik, kendisine Yahya’yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize duâ ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi.” 3929
Duâ eden insan, Allah’ın kendisini gördüğünü, duyduğunu kavramış, O’na olan saygı ve korkusunu ortaya koymuş ve O’nun önünde kulluğunu açıkça kabul etmiş olur. Bu nedenle duâ büyük bir ibâdettir. Dolayısıyla duâ, yalnızca duâ sırasında istenen şey için değil, başlı başına bir ibâdet olduğu için de yapılır. İnsanı duâ etmeye yönelten her türlü istek, bu ibâdetin vaktinin geldiğinin göstergesidir. İnsanın istekleri sürekli olduğu için, duâsı da sürekli olmalıdır. İnsanın yoğun bir konsantrasyon yaşayacağı belli vakitler -örneğin, Kur’an’da sabah namazı sonrasındaki duâya ve gece vaktine dikkat çekilir- olabilir. Ama gün içinde de mü’minin sürekli duâ halinde olması gerekir. Her iş, her olay Allah’ın kontrolünde geliştiğine göre, herşeyde Allah’a yönelmek ve O’ndan istemek gerekmektedir. Mü’min herhangi bir iş üzerindeyken de yaptığı işte başarılı olmak ve yapılan iş sayesinde Allah’ın rızasını kazanmak için duâ edebilir. Nitekim Kur’an’da Hz. İbrahim’in bu tür bir duâsı örnek gösterilmektedir: “İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Kâbe’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle duâ etmişti): “Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin.” 3930
Mü’min, “Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler” 3931 âyetinde tarif edildiği gibi, her durumda Allah’a duâ edebilir, O’na dönüp-yönelebilir. Nitekim Kur’an’da mü’minlerin bu özelliği sık sık övgüyle anlatılmaktadır: “Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah’a) yönelen biriydi.” 3932; “Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir
3928] 14/İbrahim, 15
3929] 21/Enbiyâ, 83-90
3930] 2/Bakara, 127
3931] 3/Âl-i İmran, 191
3932] 11/Hûd, 75
- 944 -
KUR’AN KAVRAMLARI
muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.” 3933; “Sen onların söylediklerine karşı sabret ve Bizim güç sahibi kulumuz Dâvud’u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah’a) yönelen biriydi.” 3934; “... Gerçekten, Biz onu (Eyüb’ü) sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelen biriydi.” 3935
Duânın önemini kavramak için, şu âyet yeterlidir: “De ki: “Sizin duânız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.” 3936
Bu arada Kur’an’da sık sık vurgulanan önemli bir noktaya dikkat etmek gerekir. Kur’an’da bildirildiğine göre, Allah’tan başka ilahlar edinenler (müşrikler) de kimi zaman Allah’a duâ etmektedirler. Ancak bu kişilerin duâsı ile mü’minlerin duâsı arasında büyük bir fark vardır. Mü’minler, her zaman ve her durumda Allah’a yönelirler. Sıkıntı ya da rahatlık karşısında tavırları değişmez. Sürekli olarak Allah’a karşı olan acizliklerini bilir ve duâ halini korurlar. Müşrikler ise, hayatlarının büyük kısmında Allah’ı unutmuş, O’ndan yüz çevirmiş durumdadırlar. Böyle zamanlarda Allah’tan başka taptıkları varlıkların peşinde koşar, onlara yönelirler. Ancak büyük bir zorlukla ve sıkıntıyla karşılaştıklarında Allah’ı hatırlar ve O’na karşı acizliklerini kabullenip duâ ederler. Sıkıntı halinde yaptıkları bu duâ samimidir; ancak sıkıntı geçtikten sonra tekrar eski hallerine dönerler. Allah’a duâ etmiş, Allah’tan medet ummuş olduklarını unutur ve nankörlük ederler.
Kur’an’da, bu müşrik tavrının pek çok örneği verilir: “İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize duâ eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.” 3937
“İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman ise, artık o, geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir duâ sahibidir.” 3938
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine duâ eder. Sonra ona kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O’na duâ ettiğini unutur ve O’nun yolundan saptırmak amacıyla Allah’a eşler koşmaya başlar. De ki: “İnkârınla biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın.” 3939
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, Bize duâ eder; sonra tarafımızdan ona bir nimet ihsan ettiğimizde, der ki: “Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayısıyla verildi.” Hayır; bu bir fitne (deneme)dir. Ancak çoğu bilmiyorlar.” 3940
“İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, ‘gönülden katıksız bağlılar’ olarak, Rablerine duâ ederler; sonra kendinden onlara bir rahmet tattırınca hemencecik bir grup Rablerine şirk koşarlar.” 3941
3933] 16/Nahl, 120
3934] 38/Sâd, 17
3935] 38/Sâd, 44
3936] 25/Furkan, 77
3937] 10/Yûnus, 12
3938] 41/Fussılet, 51
3939] 39/Zümer, 8
3940] 39/Zümer, 49
3941] 30/Rûm, 33
DUÂ
- 945 -
Bazı âyetlerde ise denizde çaresizlik içinde kalmış insanların örneği verilir: İnsanlar, batmak üzere olan bir gemide olduklarında son derece samimi bir şekilde duâ etmekte, Allah’tan bağışlanma ve kurtuluş dilemektedirler. Burada yaptıkları duâ samimidir, çünkü Allah’tan başka taptıkları herhangi bir varlığın (örneğin, aileleri, kavimleri, liderleri vb.) kendilerini kurtaramayacağını anlamış ve yalnızca Allah’a yönelmişlerdir. Ancak Allah onları boğulmaktan kurtarıp karaya çıkardığında hemen müşrik tavrını yeniden gösterir ve Allah’ı unuturlar. Kur’an’da onların bu tavırları şöyle bildirilir:
“Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na gönülden katıksız bağlılar (muhlisler) olarak Allah’a duâ etmeye başlarlar: ‘Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız.’ Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz.” 3942
“Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na “hâlis kılan gönülden bağlılar” olarak Allah’a yalvarıp yakarırlar (duâ ederler). Böylece onları karaya çıkarıp kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim âyetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkâr etmez.” 3943
“De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak duâ etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz.” De ki: “Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız.” 3944
Oysa mü’minlerin yapması gereken her ortamda duâ halini sürdürmek, Allah’tan başka dost ve yardımcı olmadığını kavrayarak Allah’a güvenmektir: “Öyleyse, dini yalnızca O’na hâlis kılanlar olarak Allah’a duâ (kulluk) edin; kâfirler hoş görmese de.” 3945; “De ki: “Ben gerçekten, yalnızca Rabbime duâ ediyorum ve O’na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) şirk/ortak koşmuyorum.” 3946
Mü’min duâ ettiği, Allah’tan yardım dilediği zaman gerçek mutluluğu ve huzuru yakalar. Kendi gücünün hiçbir şeye yetmediğini, ancak gücü herşeye yeten Rabbimizin kendisini koruyup gözettiğini hisseder. Bu, insan için en büyük mutluluktur. Bu nedenle duâ bir zevktir ve cennette de sürecektir. Kur’an’da, mü’minlerin cennette de duâ halinde olduğu şöyle haber verilir: “İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip iletir (hidâyet eder). Oradaki duâları: “Allah’ım, Sen ne yücesin”dir ve oradaki dirlik temennileri: “Selâm”dır; duâlarının sonu da: “Gerçekten, hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” 3947
3942] 10/Yûnus, 22-23
3943] 31/Lokman, 32
3944] 6/En'âm, 63-64
3945] 40/Mü’min, 14
3946] 72/Cinn, 20
3947] 10/Yunus, 9-10; H. Yahya, Kur’an’da Temel Kavramlar, Vural Yayınları, 138-146
- 946 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Duâ mü’minler için ibâdettir. Allah’ı Rabb bilip O’nun önünde secdeye kapananlar, ihtiyaçlarını Allah’a bildirirler ve O’ndan yardım dilerler. 3948
Duâ etmeyi önemsemeyenler, ibâdeti önemsemeyenlerdir. Bu gibi kimselerin müstekbir oldukları yukarıda geçmişti. Ancak kibirliler, yani kendilerini üstün makamda görenler, Allah’tan bir şey istemeye tenezzül etmezler. Böyle bir anlayış şüphesiz ki sapıklığın ve azgınlığın ta kendisidir.
Esasen insan güçsüz olduğu için başkasının yardımına muhtaçtır. Sıkıştığı zaman birilerinden yardım ister. Ancak insanın öyle ihtiyaçları olur ki, başkalarının onu karşılaması mümkün değildir. İşte böyle bir noktada Allah’a inanmayan inkârcılar ve O’na ortak koşan müşrikler bile ortak koştukları tanrılarını bir tarafa atar ve Âlemlerin Rabbi Allah’tan yardım isterler: “İnsana bir zarar dokundu mu, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize duâ eder. Zararı üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarar için Bize duâ etmemiş gibi döner gider.” 3949
İlk insandan günümüze kadar bütün insanların hayatında ibâdet ve duâ olayı gündemdedir. Din ve ibâdet konularında geçtiği gibi, insan hak veya batıl mutlaka bir dine inanır. Allah’a inananlar Allah’ın, Allah’ı unutanlar ise ilâh diye inandığı bir şeyin önünde ibâdet eder, ona sığınır, ondan yardım ister, ya da ondan korkar. Duâ etmek te bu tapınmanın bir parçasıdır. İster müslüman olsun, ister gayri müslim olsun; kimileri rahata kavuşunca, kendini güçlü hissedince duâ etmekten kaçınır. Bu gibilerin hayatında duâ’nın yer almaması işin aslını değiştirmez. Onlar da dara düşünce sığınılacak ve yardım istenecek bir melce (kucak) ararlar.
İslâm’a göre ise duânın ibâdet olarak apayrı bir yeri vardır. İslâm’a göre duâ, bir psikolojik rahatlama aracı değildir. Hele hele bazılarının zannettiği gibi, işleri görünmeyen bir ilâh’a havele etmek hiç değildir. Duâ, bir korkunun, bir endişenin, bir ürpertinin sonucunda bir sığınma, o ürpertiden kurtuluş arzusu da sayılamaz. Eski dinlerde olduğu gibi kızgınlığından ve kötülüğünden kurtulmak üzere ilâhlara el açmak da değildir.
Duâ bir iman, bir aksiyon, bir çaba ve uyanıştır. Allah’ı ve O’na ait hâkimiyeti, ilâhlığı tanıma, itiraf etmedir. Hayatın amacını idrâk etme, yaşayışı programa koyma, ilerisi için hazırlık yapma, Din için çalışmaya (cihada) azmetme, toparlanma ve eksikliklerini gidermedir.
Duâ, Allah’ın makamından sürekli bir istemedir. Bu isteme mü’min için itikat, bir şiar (müslüman olmanın işareti), bir hayat hedefidir. Mü’min özlediği İslâmí hayata duâ ederek kapı açmaya çalışır. O, Allah’ın bitmez-tükenmez hazinelerini, iyi bir mü’min olma uğruna ister, onların yeryüzüne inmesini niyaz eder.
Duâ mü’min için, yüce idealleri, dünya ve içindekilerden daha değerli şeyleri bulabilmenin, onlara ulaşmak için çaba göstermenin aracıdır. İnsanların yaşaması için araç kılınan ‘dünya ve ondan bir şeye sahip olmak’ tekamül (ileriye gitme) değildir. İnsan için tekâmül, bunun da ötesinde yüce hedeflerdir.
Duâ, mü’mini ayrılığın yalnızlığından, yalnızlığın sıkıntısından kurtarır. Duâ, mü’minin, muhabbetinin, saygısının ve teslimiyetinin eyleme dönüşmüş şeklidir.
3948] 1/Fâtiha, 5
3949] 10/Yunus, 12; 39/Zümer, 49
DUÂ
- 947 -
Mü’min, duâ etmeden önce duâya hazırlanır. Yani o önce fiilí duâda bulunur. İbadetini noksansız yapmaya çalışır. Varacağı hedef için gerekli çalışmaları yapar. Tehlikelere karşı yeteri kadar tedbir alır. Emredileni yapar, yasaklanandan kaçar. Bundan sonra da amelin kabulü için duâ eder, gücünü aşan konularda Allah’tan yardım diler, eksikliğinin tamamlanması, hatasının affi için Allah’a sığınır, tevbe eder. Allah’a bağlılığını ve sevgisini duâ ile ortaya koyar.
Duâya hazır olma noktasında Peygamberimizin tavrı örnektir. O, her konuda yılmadan, usanmadan, kınayanların kınamasından korkmadan ısrarlı bir şekilde çalıştı, mücadele için lazım olan şartları yerine getirdi. Hatta ayakları şişinceye kadar ibâdete gece gündüz devam etti. Rabbinin rızası dışında hiç bir iş yapmamaya özen gösterdi. Peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirdi ve sonra da ellerini açıp her an, belki günde yetmiş defa Rabbine duâ etti. Duâ ile Rabbine halini arzetti.
Mü’min, her konuda üzerine düşen görevi yaptıktan sonra duâya da başvuracaktır. Kısaca, duâ etmeye yüzü olacaktır. Hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, tehliklere karşı tedbir almadan, toplumun ve nefsin ıslahı için bir şey yapmadan, günahlardan korunmadan; ‘Rabbim, şunu yap, bunu hallediver, istersen affet, düşmanı kahret, ortalığı düzelt, ihtiyaçlarımızı gider’ demek duâ değildir. Böyle yapmanın duânın ihlâsıyla bir ilgisi yoktur. 3950
Duânın Amacı
Müslümanın duâsında kısaca üç önemli amaç olabilir:
1- Günahlarının affını isteme. Mü’min, elinden geldiği kadar günahlardan kaçınır. Ancak yine de hatalı olduğunu düşünerek sürekli affını ister, çaresizliğinden dolayı Allah‘tan merhamet talebinde bulunur.
2- Ümit ve arzu. Mü’min, hakkıyla ibâdet edebilme hidâyette olabilme ve Allah’ın yardımına ulaşabilme arzusunda olur.
3- Allah’tan yardım, izzet lütuf, rahmet, başarı isteklerinde bulunur. Bütün bu istekleri de gerekli çabayı gösterdikten sonra ortaya koyar. Mü’min, emirleri yerine getirir, yasaklardan kaçar, kulluğunu en samimi bir şekilde yapmaya çalışır. Sonra da yukarıda sayılan şeyleri Rabbinden ister. Mağfirete ulaşmayı, cezadan ve gazaptan kurtulmayı, Allah’ın rızasını hak etmeyi arzu eder.
Duânın belli bir zamanı yoktur. Ancak hadislerde geçtiği gibi, gecenin son üçte birinde, farz namazların sonunda, savaş esnasında, ezan ile kaamet arasında, yağmur yağarken, secdede iken, seher vakitlerinde3951, Cuma saatinde, oruçlu orucunu açtığı zamanda, Kurban bayramı arefesinde, Kadir gecesinde yapılacak duâlar daha makbûldür ve kabul edilme ihtimalleri daha fazladır.
Kur’an’daki duâ âyetleriyle, Peygamberimizin duâlarıyla, ya da büyüklerden bize ulaşan (me’sur) duâlarla duâ etmek mümkün olduğu gibi, kendi dilimizle, içimizden geldiği gibi duâ etmemiz de mümkündür. Kendi halimizi ve isteklerimizi en iyi yine kendimiz dile getirebiliriz. Duâ dilinin Arapça olması da şart değildir.
3950] Hüseyin K. Ece, a.g.e., s. 153-155
3951] 2/Âl-i İmran, 17
- 948 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah’ın güzel isimleriyle (esmâu’l hüsna) ile duâ etmek Kur’an’ın emridir.3952
Bazı kimselerin duâları peşinen kabul edilir. Bunlar mazlumlar, misafirler ve çocuğuna duâ eden babalardır.3953
Aslında mü’minlerin ihlâsla yapacakları bütün duâlar kabul edilir. Mü’min böyle duâların karşılığının nasıl verildiğini bilemez ama Kur’an duâ edenlere Allah’ın karşılık vereceğini müjdeliyor.3954
Duâ hakkında Alexis Carrel’ın dediğini hatırlatalım: ‘Duâ yoksulluk ve bağlılıktır.’ Buna bilgi, hikmet, teslimiyet ve cehd’i de biz ilâve edebiliriz. 3955
Duânın ana hedefi, insanın halini Allah’a arzetmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre, duâ kul ile Allah arasında bir diyalog anlamını taşır. Bir başka söyleyişle duâ; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Duâ, insanın kendi kendine yetmediğinin ifadesidir. İstisnasız, mü’min olan ve olmayan her insan duâ eder. Çünkü duâ ruhun ihtiyacıdır. Her insan, ruh ve beden ikilisinden oluştuğu için her ruh sahibi varlık için duâ gereklidir. Ama, duâ edilmeye tek yetkili ve hak sahibi varlık Allah olmasına rağmen, insanlar farklı mercîlere duâ edebilirler. Fakat herkesin tartışmasız bir şekilde kabul etmesi gereken bir gerçek vardır, o da; duâ edilen varlığın hiçbir konuda acziyet göstermemesi için sonsuz bir güce sahip olması gerekir. Değilse bu vasıflara sahip olmayan bir varlığa duâ etmenin bir anlamı olmaz.
“Sana fayda da zarar da veremeyecek Allah’tan başkasına duâ etme/yalvarma. Öyle yaparsan şüphesiz zâlimlerden olursun.” 3956
“Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin. Sizin Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız bir araya gelseler bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de âciz!” 3957
Cenâb-ı Allah, mü’min kullarına namaz kılmayı emrederek en az günde 40 defa Fâtiha sûresini okutmak sûretiyle “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.”3958 âyetini tekrar ettiriyor. Hiç şüphesiz herhangi bir şeyi sırf nakarat olsun diye Rabbimiz bizlere tekrar ettirmez. Ama bunu tekrar ettiriyorsa, mutlaka çok önemli olduğundan dolayıdır. Bu âyetin önemi nereden kaynaklanıyor? Hemen belirtelim ki, bu âyetin önemi, kulluğun sadece Allah’a yapılmasını ve yardımın sadece Allah’tan talep edilmesini istemesinden ve emretmesinden kaynaklanmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de yardımın sadece Allah’tan olabileceğine dair birçok âyet vardır.
“Yardım ancak güçlü ve hakîm olan Allah katındandır.” 3959
3952] 7/A’râf, 180
3953] Ebû Dâvud, Salât, hadis no: 1536; İbn Mâce, Duâ 11, Hadis no: 3862; Tirmizî, Birr 7, Hadis no: 1905
3954] 40/Mü’min, 60
3955] Hüseyin K. Ece, a.g.e., s. 155
3956] 10/Yûnus, 106
3957] 22/Hacc, 73
3958] 1/Fâtiha, 5
3959] 3/Âl-i İmrân, 126
DUÂ
- 949 -
“Allah’tan başka dost ve yardımcınız yoktur.” 3960
“Allah size dost olarak da yeter, yardımcı olarak da yeter.” 3961
“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O’nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Çünkü O bağışlayan ve pek merhamet edendir.” 3962
İbn Abbas’dan (r.a.): O der ki, bir gün Rasûlullah’ın (s.a.s.) terkisinde idim. Buyurdu ki; “Evlât, sana birkaç söz belleteyim: Allah’ı (yani emir ve yasaklarını) gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki O’nu karşında bulasın. (Bir şey) istediğin vakit Allah’tan iste, yardım dilediğin vakit Allah’tan dile. Şunu bil ki, bütün yaratıklar elbirliğiyle sana bir fayda vermek isteseler, Allah’ın sana yazdığından fazla bir şey yapamazlar. Aynı şekilde tüm yaratıklar elbirliğiyle sana bir zarar vermek isteseler, Allah’ın sana takdir ettiği zarardan fazlasını yapamazlar. Kâlemler (işleri sona erip) kaldırılmış, sayfalar da (üzerlerindeki yazılar tamam olup) kurumuştur.” 3963
Görüldüğü gibi, yardımın sadece Allah’tan olabileceğine ve sadece O’na duâ edip yardım isteneceğine dair apaçık nasslar olduğu halde, günümüzde birtakım kimselerin darda kaldıkları bazı anlarda “meded ya filân baba, meded ya şeyh” gibi tabirlerle Allah’tan başkasından yardım istediklerini müşâhede etmekteyiz. Hatta bazen de “himmet et ya filân” demek sûretiyle Allah’tan başkasına yönelmektedirler. (Himmet: Azim, gayret, enerji, istek, arzu, meyil, kalbin bütün kuvveti ile herhangi bir varlığa yönelmek, meyletmek demektir) Bu şekilde yöneldikleri varlıklar ister hayatta olsun, isterse vefat etmiş olsun fark etmez. Böyle davranışlar tevhide aykırıdır, şirktir.
Kur’ân-ı Kerim’de müşriklerin bile darda kaldıkları anlarda dini sadece Allah’a has kılarak, bütün şirk koştukları şeyleri unutarak sadece o an Allah’a yalvardıkları zikrediliyor: “Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Ama Allah onları karaya çıkararak kurtarınca, kendilerine verdiği nimete nankörlük ederek O’na hemen şirk koşarlar. Zevklensinler bakalım, yakında bileceklerdir.” 3964; “İnsanlar bir darlığa uğrayınca Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet tattırınca içlerinden birtakımı kendilerine verdiklerimize nankörlük ederek Rablerine şirk koşarlar. Zevklenin bakalım, yakında göreceksiniz.” 3965
Bu âyetlerde de belirtildiği gibi, insanın darda kaldığında o an her şeyi unutarak sadece Allah’a yalvarması fıtratın kanunu olup, yardımın sadece Allah’tan olduğu ve Allah’tan isteneceğini gösteren mûcizevî fıtrî delillerden biridir. Âyetlerde Allah, insanları kurtardıktan sonra onların şirk koşmaya başladıklarını ifade ediyor. Tabii bu nankörlük (küfür)dür. Çünkü gerçekte insanları kurtaran Allah olduğu halde onlar kurtulduktan sonra bunu Allah’tan başkasına bağlıyorlar. Mesela, “o anda filan olmasaydı ben şimdi hayatta değildim” veya “o an şeyhim himmet etmeseydi perişan olmuştum.” diyerek Allah’ı unutuyorlar.
3960] 9/Tevbe, 116
3961] 4/Nisâ, 45
3962] 10/Yûnus, 107; Bu konuda ayrıca bk. 8/Enfâl, 10; 42/Şûrâ, 31; 29/Ankebût, 22; 2/Bakara, 107
3963] Tirmizî
3964] 29/Ankebût, 65-66
3965] 30/Rûm, 33-34
- 950 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Hak duâ, ancak Allah’a yapılır. O’ndan başka duâ ettikleri şeyler, onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. (Onların karşılaması) ancak (kuyu başında durup su) ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Hâlbuki (suyu avuçlayıp ağzına koymadıktan sonra) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duâsı böylece boşa gitmiştir.”3966
“Allah’ı bırakıp da kendilerine yalvardıkları kimseler hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onların kendileri yaratılmışlardır.” 3967
“Allah’ın dışında yalvardığınız kimseler sizin gibi kullardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size cevap versinler bakalım.” 3968
“De ki: Allah’ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler. Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı sakınmaya değer.” 3969
Yine Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’inde Felak ve Nâs sûrelerini indirerek bizlerin, yaratıkların birtakım şerlerinden nasıl ve kime sığınacağımızı açık bir şekilde beyan etmiştir. 3970
Bir insanın Allah’a iman ettiğini gösteren önemli alametlerden bir tanesi de duâdır. Duâ eden insan, kendisinin aciz ve zayıf bir kul olduğunu, istediklerini kendi başına yerine getiremeyeceğini ve bunları ancak kendisine Allah’ın verebileceğini kabul etmiş olur. Duâ, Allah’a kul olmanın en saf, en temiz, en samimi ifadelerindendir. Kur’an’da da mü’minlerin temel vasıflarından birinin “sabah akşam sabrederek Allah’a duâ etmek” olduğu şöyle haber verilir: “Sen de sabah akşam O’nun rızasını isteyerek Rablerine duâ edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi “istek ve tutkularına (hevâsına)” uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.” 3971
Ancak duânın ne demek olduğunu ve nasıl yapıldığını iyi bilmek gerekir. Çünkü Kur’an dışı kaynaklardan (örneğin, geleneklerden, anne-babadan, çevreden) öğrenilen duâ anlayışı, çoğu kez Kur’an’da tarif edilen gerçek duâ kavramına uymamaktadır. Bu nedenle Kur’an’da bu konuda verilen bakış açısını ve ruh halini iyi kavramak gerekmektedir.
Duânın gerçekten istenerek ve Allah’a karşı insanın acizliğinin ve fakirliğinin kavranarak yapılması gerekir. Bu durumda yapılacak bir duâ, Kur’an’da tarif edilen “için için ve yalvara yalvara” tanımına uygun olacaktır. Allah bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Rabbinize yalvara yalvara ve için için duâ edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.” 3972
Kur’an’da mü’minlerin duâları anlatılırken gizli bir şekilde ve son derece
3966] 13/Ra'd, 14
3967] 16/Nahl, 20
3968] 7/A'râf, 194
3969] 17/İsrâ, 56-57
3970] Bk. 113/Felak ve 114/Nâs sûreleri
3971] 18/Kehf, 28
3972] 7/A’râf, 55
DUÂ
- 951 -
samimi bir ruh haliyle duâ ettikleri haber verilir. Hz. Zekeriya bu konuda örnek verilen peygamberlerden biridir: “(Bu) Rabbinin, kulu Zekeriya’ya rahmetinin zikridir. Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman; demişti ki: “Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana duâ etmekle mutsuz olmadım. Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısır (kadın)dır. Artık bana Kendi katından bir yardımcı armağan et.”3973 Bir başka âyette ise duânın “umut ve korku” dolu yapılması gerektiği haber verilir: “Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla duâ ederler...” 3974
Mü’min, hem Allah’a karşı içli, saygı dolu bir korku duyacak, hem de O’nun rahmetini ve nimetini ümit edecektir. Allah, samimi bir biçimde, Kendi rızâsı aranarak yapılan bir duâyı kabul eder. Kur’an’da, bu konuda bildirilen âyetler şöyledir: “Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” 3975; “Rabbiniz dedi ki: “Bana duâ edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibâdet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.” 3976
İnsan, duâ ederken Allah’ın kendisine icabet edeceğinden emin olmalıdır. Allah’ın her yeri çepeçevre sarıp kuşattığının farkında olup, buna içtenlikle iman eden bir mü’min, Allah’ın kendisini her an, her cepheden görüp duyduğunun bilinciyle duâ eder. Coşkulu bir beklenti içinde, bir an dahi olsun ümitsizliğe kapılmadan, duâsına icabet edilmesini bekler. Allah’ın adaletine olan kesin inancı sebebiyle, aceleci ve ümitsiz bir tutum sergilemekten kaçınır. Kur’an âyetlerinin rehberliğinde kendini yönlendiren bir mü’minin zihninde, duâsının karşılığını görememek yönünde en ufak bir şüpheye yer yoktur.
Duâyı, Allah’ın yardımından kesinlikle kuşkuya düşmeden, kabul olacağına kesin olarak iman ederek dile getirmek gerekir. Aksi bir tutum içinde bulunan, yani Allah’ın icabetine karşı kuşku ile yaklaşan kişi ise, daha başlangıçta Kur’an mantığı ile ters düşer. Çünkü duânın özünde, tam bir inanmışlık ve içtenlikle Allah’a yönelme yatar. Hz. Salih’in âyette haber verilen, “... Şüphesiz benim Rabbim yakın olandır (duâları) kabul edendir.”3977 sözüyle ifade ettiği gibi, mü’min Allah’a karşı tam bir güven içinde olmalıdır.
Ancak bu icâbet, mutlaka insanın istediği şeyin aynen gerçekleşeceği anlamına gelmez. Çünkü bazen insan gerçekte kendisi için zararlı olan bir şeyi de Allah’tan talep ediyor olabilir. Bu durumda Allah ona o istediğini vermek yerine daha hayırlı ve güzel olan bir başka şeyi verir.
Allah her zaman samimi bir duâya icabet eder. Ancak bu icabet, her zaman insanın talebinin aynen yerine getirilmesi demek değildir. (Nitekim „icâbet“, „cevap vermek“ anlamına gelir.) Çünkü insan, „... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz“ 3978 hükmüne göre, aynı örnekteki çocuk gibi, neyin iyi neyin kötü
3973] 19/Meryem, 2-5
3974] 32/Secde, 16
3975] 2/Bakara, 186
3976] 40/Mü’min, 60
3977] 11/Hûd, 61
3978] 2/Bakara, 216
- 952 -
KUR’AN KAVRAMLARI
olduğunu her zaman ayırt edemeyebilir. Ve bu yüzden farkında olmadan „İnsan hayra duâ ettiği gibi, şerre de duâ etmektedir. İnsan, pek acelecidir“ 3979 âyetine göre, belki gerçekte zararlı olan bir şeyi istiyor olabilir.
Bu nedenle insan Allah‘tan, öncelikle O‘nun rızasını, O‘nun rahmetini talep etmelidir. Allah‘tan kendisini eğitmesini, olgunlaştırmasını dilemelidir. Bunun nasıl olacağını Allah daha iyi bilir. Nitekim peygamberlerin duâları da bu şekildedir. Hz. Süleyman‘ın „... hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et“ 3980 şeklindeki duâsı, örnektir.
Bunun yanı sıra, mü’min, Allah‘ın Kur’an‘da övdüğü ve hedef olarak gösterdiği her türlü nimeti Allah‘tan isteyebilir. Bu konularda yaptığı duâsında ise son derece samimi ve içten davranmalı, istediği herşey için Allah‘a duâ etmekten çekinmemelidir. Çünkü insanın neler istediğini bilen, bunun da ötesinde o isteği onun içine koyan, zaten Allah‘tır.
Allah duâlara icabet edendir. Mü’minlerin samimi duâlarını asla cevapsız bırakmaz. Geçmişte peygamberlerin duâsı ile helâk edilen kavimler bu konuda bir örnektir: „(Peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp -yok oldu- gitti.“3981
Kur’an’da bunun daha pek çok örneği verilmektedir. Allah duâları karşılığında pek çok peygamber ve sâlih mü’mini sıkıntıdan kurtarmış ve nimetlendirmiştir: “Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: ‘Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.’ Böylece onun duâsına icâbet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibâdet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. İsmail, İdris ve Zü’l-Kifl, hepsi sabredenlerdendi. Onları rahmetimize soktuk, şüphesiz onlar sâlih kimselerdi. Balık sahibi (Yunus’u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: ‘Senden başka ilâh yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum’ diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duâsına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız. Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: ‘Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın.’ Onun duâsına icabet ettik, kendisine Yahya’yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize duâ ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi.” 3982
Duâ eden insan, Allah’ın kendisini gördüğünü, duyduğunu kavramış, O’na olan saygı ve korkusunu ortaya koymuş ve O’nun önünde kulluğunu açıkça kabul etmiş olur. Bu nedenle duâ büyük bir ibâdettir. Dolayısıyla duâ, yalnızca duâ sırasında istenen şey için değil, başlı başına bir ibâdet olduğu için de yapılır. İnsanı duâ etmeye yönelten her türlü istek, bu ibâdetin vaktinin geldiğinin göstergesidir. İnsanın istekleri sürekli olduğu için, duâsı da sürekli olmalıdır. İnsanın yoğun bir konsantrasyon yaşayacağı belli vakitler -örneğin, Kur’an’da sabah namazı sonrasındaki duâya ve gece vaktine dikkat çekilir- olabilir. Ama gün içinde de mü’minin sürekli duâ halinde olması gerekir. Her iş, her olay Allah’ın kontrolünde geliştiğine göre, herşeyde Allah’a yönelmek ve O’ndan istemek
3979] 17/İsrâ, 11
3980] 27/Neml, 19
3981] 14/İbrahim, 15
3982] 21/Enbiyâ, 83-90
DUÂ
- 953 -
gerekmektedir. Mü’min herhangi bir iş üzerindeyken de yaptığı işte başarılı olmak ve yapılan iş sayesinde Allah’ın rızasını kazanmak için duâ edebilir. Nitekim Kur’an’da Hz. İbrahim’in bu tür bir duâsı örnek gösterilmektedir: “İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Kâbe’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle duâ etmişti): “Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin.” 3983
Mü’min, “Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler” 3984 âyetinde tarif edildiği gibi, her durumda Allah’a duâ edebilir, O’na dönüp-yönelebilir. Nitekim Kur’an’da mü’minlerin bu özelliği sık sık övgüyle anlatılmaktadır: “Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah’a) yönelen biriydi.” 3985; “Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.” 3986; “Sen onların söylediklerine karşı sabret ve Bizim güç sahibi kulumuz Dâvud’u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah’a) yönelen biriydi.” 3987; “... Gerçekten, Biz onu (Eyüb’ü) sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelen biriydi.” 3988
Duânın önemini kavramak için, şu âyet yeterlidir: “De ki: “Sizin duânız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.” 3989
Bu arada Kur’an’da sık sık vurgulanan önemli bir noktaya dikkat etmek gerekir. Kur’an’da bildirildiğine göre, Allah’tan başka ilahlar edinenler (müşrikler) de kimi zaman Allah’a duâ etmektedirler. Ancak bu kişilerin duâsı ile mü’minlerin duâsı arasında büyük bir fark vardır. Mü’minler, her zaman ve her durumda Allah’a yönelirler. Sıkıntı ya da rahatlık karşısında tavırları değişmez. Sürekli olarak Allah’a karşı olan acizliklerini bilir ve duâ halini korurlar. Müşrikler ise, hayatlarının büyük kısmında Allah’ı unutmuş, O’ndan yüz çevirmiş durumdadırlar. Böyle zamanlarda Allah’tan başka taptıkları varlıkların peşinde koşar, onlara yönelirler. Ancak büyük bir zorlukla ve sıkıntıyla karşılaştıklarında Allah’ı hatırlar ve O’na karşı acizliklerini kabullenip duâ ederler. Sıkıntı halinde yaptıkları bu duâ samimidir; ancak sıkıntı geçtikten sonra tekrar eski hallerine dönerler. Allah’a duâ etmiş, Allah’tan medet ummuş olduklarını unutur ve nankörlük ederler.
Kur’an’da, bu müşrik tavrının pek çok örneği verilir:
“İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize duâ eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.” 3990
“İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman ise, artık o, geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir duâ sahibidir.” 3991
3983] 2/Bakara, 127
3984] 3/Âl-i İmran, 191
3985] 11/Hûd, 75
3986] 16/Nahl, 120
3987] 38/Sâd, 17
3988] 38/Sâd, 44
3989] 25/Furkan, 77
3990] 10/Yûnus, 12
3991] 41/Fussılet, 51
- 954 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine duâ eder. Sonra ona kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O’na duâ ettiğini unutur ve O’nun yolundan saptırmak amacıyla Allah’a eşler koşmaya başlar. De ki: “İnkârınla biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın.” 3992
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, Bize duâ eder; sonra tarafımızdan ona bir nimet ihsan ettiğimizde, der ki: “Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayısıyla verildi.” Hayır; bu bir fitne (deneme)dir. Ancak çoğu bilmiyorlar.” 3993
“İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, ‘gönülden katıksız bağlılar’ olarak, Rablerine duâ ederler; sonra kendinden onlara bir rahmet tattırınca hemencecik bir grup Rablerine şirk koşarlar.” 3994
Bazı âyetlerde ise denizde çaresizlik içinde kalmış insanların örneği verilir: İnsanlar, batmak üzere olan bir gemide olduklarında son derece samimi bir şekilde duâ etmekte, Allah’tan bağışlanma ve kurtuluş dilemektedirler. Burada yaptıkları duâ samimidir, çünkü Allah’tan başka taptıkları herhangi bir varlığın (örneğin, aileleri, kavimleri, liderleri vb.) kendilerini kurtaramayacağını anlamış ve yalnızca Allah’a yönelmişlerdir. Ancak Allah onları boğulmaktan kurtarıp karaya çıkardığında hemen müşrik tavrını yeniden gösterir ve Allah’ı unuturlar. Kur’an’da onların bu tavırları şöyle bildirilir:
“Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na gönülden katıksız bağlılar (muhlisler) olarak Allah’a duâ etmeye başlarlar: ‘Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız.’ Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz.” 3995
“Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na “hâlis kılan gönülden bağlılar” olarak Allah’a yalvarıp yakarırlar (duâ ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim âyetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkâr etmez.” 3996
“De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak duâ etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz.” De ki: “Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız.” 3997
Oysa mü’minlerin yapması gereken her ortamda duâ halini sürdürmek, Allah’tan başka dost ve yardımcı olmadığını kavrayarak Allah’a güvenmektir: “Öyleyse, dini yalnızca O’na hâlis kılanlar olarak Allah’a duâ (kulluk) edin; kâfirler hoş
3992] 39/Zümer, 8
3993] 39/Zümer, 49
3994] 30/Rûm, 33
3995] 10/Yûnus, 22-23
3996] 31/Lokman, 32
3997] 6/En'âm, 63-64
DUÂ
- 955 -
görmese de.” 3998; “De ki: “Ben gerçekten, yalnızca Rabbime duâ ediyorum ve O’na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) şirk/ortak koşmuyorum.” 3999
Mü’min duâ ettiği, Allah’tan yardım dilediği zaman gerçek mutluluğu ve huzuru yakalar. Kendi gücünün hiçbir şeye yetmediğini, ancak gücü herşeye yeten Rabbimizin kendisini koruyup-gözettiğini hisseder. Bu, insan için en büyük mutluluktur. Bu nedenle duâ bir zevktir ve cennette de sürecektir. Kur’an’da, mü’minlerin cennette de duâ halinde olduğu şöyle haber verilir: “İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir (hidâyet eder). Oradaki duâları: “Allah’ım, Sen ne yücesin”dir ve oradaki dirlik temennileri: “Selam”dır; duâlarının sonu da: “Gerçekten, hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” 4000
Duâ Edilmek, Yalnızca Allah’ın Hakkıdır
O halde duâ sadece Allah’a yapılmalı, araya başka biri aracı olarak sokulmamalıdır. Nitekim namazın her rekâtında tekrar ettiğimiz Fâtiha Sûresi’nde: “Sadece Sana ibâdet eder ve sadece Senden yardım dileriz.”4001 buyurulur.
Kullardan istenecek yardım, onların güçleri dâhilinde olan bir şey olmalıdır. Güçlerinin yetmediği bir şey onlardan istenemez. Hatta kulların güçlerinin dâhilinde olan bir şeyin yapılmasını kendilerinden istediğimiz zaman bile asıl sebebin Allah olduğunu, O’nun dilemesi olmadan o şeyin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bilmek gerekir.
Allah insana şahdamarından daha yakındır ve O’nun insana merhameti, bir annenin çocuğuna merhametinden çok fazladır. Bir âyette şöyle buyurur: “Kullarım sana beni sorunca, haber ver ki, ben şüphesiz onlara yakınım. Bana duâ edenin duâsını kabul ederim.”4002
Duâ yalnız Allah’a yapılır; istek ve yardım sadece Allah’tan istenir. Allah’tan başkasından bir yardım ve istekte bulunan, müşriktir. Hatta ölümlerinden sonra kabirleri başında veya uzaktan peygamberlere ve salih kullara duâ edip yakaranlar, aynen yıldızlara sığınan ve meleklerle peygamberleri rabler edinenler gibi Allah’tan başkasına duâ eden müşriklerdir. Ancak melekler mü’minler için duâ ve istiğfar etmektedirler.
Hz. Peygamber’den nakledilen rivâyetlerde “Yâ Rabbi, Yâ Rabbi” diye duâya başlanır, bazılarının yaptığı gibi “Ya Hannân, ya Mennân” denilmez. Yine cahil halkın büyük bir kısmı Allah’tan başkasından yardım dilemeyi öyle bir hale getirmişlerdir ki, kabirler Allah’a duâda birer şirk aracı yapılmıştır. Oysa Rasûlullah dahi, “Ey Allahım, benim kabrimi kendisine ibâdet edilen bir put haline getirme... Peygamberlerin kabirlerini mescid edinen kimselere Allah’ın gazabı şiddetlidir... Benim kabrime ikide bir gelip orayı bayram yerine çevirmeyin.”4003 diye uyarmıştır Halkın, Telli Baba, filân baba, falan şeyhin kabrinde kuyruğa girerek onlardan yardım dilemesi şirkten başka birşey değildir, bid’attir. Mü’minler, aynen müşriklerin
3998] 40/Mü’min, 14
3999] 72/Cinn, 20
4000] 10/Yunus, 9-10; H. Yahya, Kur’an’da Temel Kavramlar, Vural Yayınları, 138-146
4001] 1/Fâtiha, 5
4002] 2/Bakara, 186
4003] İmam Mâlik, Muvatta, Kasru's Salât fi's-Sefer 85; Ebû Dâvud, Menasik 100
- 956 -
KUR’AN KAVRAMLARI
ve bid’at ehlinin yaptığı gibi ölüye yakarmaz, onlardan birtakım ihtiyaçların karşılanmasını istemez, kabir başında yapılan duânın evde yapılandan üstün olduğuna inanmaz, bu kimselere yemin ederek Allah’tan talepte bulunmazlar. “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.” derler.4004 Dinin esası da budur. Salât, Arapça’da duâ anlamına da gelir: “Ey peygamber, Mü’minlere selât et, çünkü senin duân onlar için huzur ve sükûnettir.”4005 Duâda istenene kavuşma ve korkulandan kurtulma isteği vardır. Bu da ancak Allah’tan istenir.
İslâm bilginleri bid’at duâ şekillerini şöyle tespit etmişlerdir: Ölü ya da gaip birinden yardım dilemek. Ey efendi hazretleri bana mağfiret et, tövbemi kabul et, demek şirktir. Peygamber ve salihlerden, ölmüş veya gaip birine benim için Allah’a duâ et’, demek bid’attir. Ölülerden medet umulmaz. Kabirleri ziyarette ölülere ancak selâm verilebilir, onlara Kur’ân okunur. Allah’a, Allah’ım senden filancanın yanındaki makamı hakkı için şunu şunu istiyorum; diye duâ etmek, nehyedilmiştir. Çünkü, “Yardım Allah’tandır.”4006; “İnsanlar (mahşerde) toplandıkları zaman kendisine duâ edilenler, onlara düşman olurlar ve onların kendilerine olan duâlarını inkâr ederler.” 4007
Duâ Ederken Dikkat Edilecek Hususlar
Duânın muhteviyatı, Allah’tan istenen meseleyle ilgili olmalıdır. Meselâ yemek duâsı ayrıdır yolculuğa çıkıldığında yapılacak duâ ayrıdır... Birçok konuda Hz. Peygamber’den (s.a.s.) nakledilmiş duâlar mevcuttur. Kur’ân-ı Kerim’de geçmiş peygamberlerin duâları zikredilir. Duâ bu me’sur duâlarla yapılabileceği gibi, kişinin kendi gönlünden kopanın anlatımı da olabilir. Ancak belli davranışlarda; meselâ kabir ziyaretlerinde, yemeklerden sonra, helâya girerken, yeni bir elbise giyerken, yolculuğa çıkarken... Hz. Muhammed’den (s.a.s.) nakledilmiş duâlarla duâ etmek hem sünnet, hem de daha güzeldir.
Duâ eden kişi gönülden etmeli, duâsında iyi şeyleri isteyerek kendisi de o doğrultuda çaba sarfetmelidir. Kişi duâsında samimiyetini tavırlarıyla da ortaya koymalıdır. Meselâ duâsında Allah‘ın emirlerine itaat eden samimi bir müslüman olmayı ifade ediyorsa, hareketleriyle de böyle bir müslüman olma çabası içerisinde olmalıdır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: „Bilin ki, Allahu Teâlâ, kendisinden gâfil bir kalbin duâsını kabul etmez.“ 4008
Şüphesiz ki Allah insanın kalbinden geçenleri ve ihtiyaçlarını bilir. Ancak dil ile duâ etmenin insanın kendisinin eğitilmesi konusunda etkisi vardır. Ayrıca duâ Allah’ın bir emrinin yerine getirilmesidir, bir ibâdettir. Kur’ân-ı Kerim’de Hak Teâlâ kendisine nasıl duâ edileceğini kullarına öğretir, resûllerinin duâlarını bize haber verir. Mü’minler önce bu duâlara bakmak ve böyle duâlarla Allah’ı zikretmek durumundadırlar. Gerçekten bilmediğimizi ve en güzelini öğreten Allah’tır. „... Ey Rabbimiz unutur veya hata edersek bizi sorumlu tutma... „ 4009
Eyüp (a.s.), „Yâ Rabbi, gerçekten benim başıma bela geldi. Hâlbuki sen merhametlilerin
4004] 3/Âl-i İmrân, 173
4005] 9/Tevbe, 103
4006] 8/Enfâl, 10
4007] 46/Ahkaf, 6; M. Sait Şimşek, Şamil İslam Ansiklopedisi, c. 1, s. 417-418
4008] Tirmizî, Deavât 64
4009] 2/Bakara, 286
DUÂ
- 957 -
merhametlisisin.“4010; Zekeriya (a.s.), „Rabbim, beni yalnız bırakma...“4011; Âdem (a.s.), „Ey Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik. Eğer sen bizi affetmez ve bize acımazsan mutlaka zarara uğrayanlardan oluruz.“ 4012 diyerek duâ etmişlerdir. „Beni müslüman olarak öldür ve beni salih kullarına kat...“ 4013 duâsı Yusuf’un (a.s.); „Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Ben zâlimlerden olmuştum.“ duâsı da Yûnus’un (a.s.) duâsıdır.
İmam Ahmed b. Hanbel‘in Ebû Saîd el-Hudrî‘den (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîste: „Duânın karşılıksız kalmayacağı, bilâkis üç şeyden birinin mutlaka meydana geleceği; ya kabul ya âhirete bırakma yahut eda edilen duâ oranında günahın affedileceği“ beyan buyurulmuştur.
Hz. Muhammed (s.a.s.) şöyle buyurur: „Ümmetimden yetmiş bin kişi sorgusuz sualsiz Cennet‘e girecektir. Bunlar, rukye talep etmeyen, dağlayarak tedavi yapmayan, olayları uğursuzluğa yormayanlar ve Rablerine tevekkül eden kimselerdir.“4014 Yani mü’minler ancak „Bize Allah yeter. „ demelidir. Rukye, okuyup üfleyerek tedavi demektir. Bütün peygamberler en kötü durumlarda yalnız Allah‘a sığınmışlardır. Bunu da namazla yapmışlardır. Çünkü duâ esas olarak namazdadır ve devamlılığı vardır.
Müslüman müslüman kardeşi için duâ edebilir. Rasûlullah, „Kim bir hidâyete çağırırsa, o hidâyete tabi olanların mükafatının aynısı onların mükafatından hiçbir eksilme olmaksızın bu kimseye de verilir.“ buyurmuştur.4015 Ebeveyn, kendilerine duâ eden çocuklarının amelinden istifade eder: „İnsanoğlu öldüğü zaman artık ameli kesilmiştir. Yalnız şu üç şey bunun dışındadır: Sadaka-i cariye, faydalanılan ilim ve duâ eden salih evlât.“4016 Rasûlullah, ümmetinden kendisine duâ etmelerini istemiştir. Cenâb-ı Hak, „O‘na salât ve selâm getirin“ 4017 diye emretmiştir. Mü’min, Allah‘tan peygamber için vesîleyi isterse kıyamette o kimseye onun şefaati haktır. Rasûlullah umreye giden Ömer (r.a.)‘e: „Bizi de duândan unutma kardeşim.“ demiştir.4018 Rasûlullah her zaman ümmetini sadece Allah’a kulluğa çağırmıştır. Hanefi fukâhâsı: “Bir yaratık aracılığıyla Allah’tan bir şey istenemez” demiştir. Hz. İbrahim, „Doğrusu benim Rabbim duâyı işiticidir.“4019 demiştir. Hz. Peygamber: “Biriniz duâ edeceği zaman Allah‘a hamd ve senâ ile başlasın, Rasûlüne salâvât getirsin ve bundan sonra artık dilediği duâyı yapsın.“ buyurmuştur.4020
Sâlih ameller vesîlesiyle talepte bulunmanın örneklerinden birisi mağaraya sığınan üç kişinin duâsıdır. Bunlardan her biri yalnızca Allah’ın rızâsını gözettiği önemli bir amelini zikrederek duâda bulunmuştu. Çünkü böyle bir amel, Allah’ın, sahibinin duâsının kabulünü gerektirecek bir sevgi ile sevdiği ve razı olduğu bir şeydi. Birisi ana-babasına yaptığı iyiliği zikrederek; diğeri tam iffeti delâletiyle;
4010] 21/Enbiyâ, 83
4011] 21/Enbiyâ, 89
4012] 7/A'râf, 23
4013] 12/Yusuf, 101
4014] Buhârî, Tıb: 18; Müslîm, İman: 371, 372.
4015] Müslim, İlm: 16; Ebû Dâvûd, Sünnet: 6; Tirmizî, İlm: 15.
4016] Müslim, Vasiyyet: 14; Ebû Dâvud, Vesâyâ: 14.
4017] 33/Ahzâb, 56
4018] Ebû Dâvûd, Vitr: 23; Tirmizî, Daavât: 109; İbn Mâce, Menâsik: 5.
4019] 14/İbrahim, 39
4020] Ebû Dâvûd, Salât: 358; Tirmizî, Daavât: 65.
- 958 -
KUR’AN KAVRAMLARI
öteki ise emanete gösterdiği riâyet ve iyilikseverliği ile duâda bulunmuştu.4021 İbn Ömer’in meşhur duâsı şöyledir: “Yâ Rabbi, Senden beni İslâm’a erdirdiğin gibi ondan beni uzaklaştırmamanı ve müslüman olarak canımı almanı diliyorum.” 4022
Duânın Psikolojik Cephesi
Tatmin edilmemiş sonsuz istek ve arzularımız şuur altına atılarak bizde umulmayan zamanlarda çeşitli buhranlara, iç sıkıntılarına yol açar. Duâ ile en gizli, en mahrem duygularımızı dile getirir, içimizi boşaltır, ümidimizi kuvvetlendirir, korkularımızı hafifletiriz. Duâ, içimize eşsiz bir rahatlık verir, gerginliklerimizi giderir. Duâ ile kendimizi Allah’a daha yakın hissederiz. Duâsız bir insan, ışıksız bir mahzene benzer. Duâsız insan, yalnızlığın karanlık hapishanesi içinde çırpınan bir zavallıdır. Duâ ile benlik duvarlarını aşabiliriz. Çünkü duâ, engel ve uzaklık tanımaz. Zaman ve mekânlar ona engel olamaz. Duâ ile sonsuz aczimizi yüce Allah’ın sonsuz kudretine bağlama saâdetine ereriz. Duâ ile ruh gücümüzü kanatlandırırız. Duâda iç varlığımız aydınlanır. Duâda kendi gücümüzle değil; Allah’ın sonsuz gücüyle iç ve dış düşmanlarımıza meydan okuruz.
İbâdet yapmamak ve duâ etmemekten dolayı ruhları aç kalan nice insanlar vardır ki, uygarlığın bütün lüks ve konforu, ellerindeki servet ve imkânlar onları mutlu edememiştir. Huzurdan yoksun olan bu zavallılar, vicdanlarıyla baş başa kalmaktan korkarlar. Onların çılgınca eğlence ve kahkahaları iç varlıklarında tutuşan yangını maskelese bile, kendilerini için için kemirmekten asla kurtaramaz. Hatırdan hiç çıkarmamak gerekir ki, ruhun da beden gibi birçok ihtiyacı vardır. Bu hususları gözden uzak tutan yanlış düşünce ve tavırlar, bugün insanlığı buhranlara sürüklemekte, kıvrandırmakta, onu gönül huzurundan yoksun bırakmakta ve felâketine yol açmaktadır. İçimiz iman nuruyla parlamadıkça, ruh yaralarına merhem olan İlâhî emirler yerine getirilmedikçe, ibâdet ve duâlarla içimizi aydınlatmadıkça ne içimizin kasveti kaybolur, ne de dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşabiliriz. 4023
Duâ, Allah ile kul arasında bir iletişimdir. Duâ etmek için yalnız Allah’a doğru kendini yöneltmeye doğru bir çaba gerekir. Bu çaba; zekâ ve aklın itmesiyle değil, sevgiyle ve gönülle olmalıdır. Meselâ, Allah’ın büyüklüğünü derinden düşünmek duâ sayılmaz. Fakat bu derin düşünce, aşk ve imandan bir öz ile yoldaş olarak gerçekleşiyorsa, işte o zaman duâ olur. 4024
Duâ; ruhun, kalbin ve gönlün, kısacası insanın mânevî varlığının Allah’a yönelişidir. Duâ esnâsında insanın, bu yönelişe engel olan hususlardan ilgi ve alâkayı kesip duâ için hazır hale gelmesi gerekir. Duâ, çağırmak, dâvet etmek anlamında olduğu için, iç dünyamıza Rabbimizi dâvet edeceğimiz zaman, dâvetten önce, gelecek misafirin rahatsız olacağı şeylerden iç mekânımızı temizlememiz gerekiyor. İçimizde O’na aykırı duygular olmaması gerekir. Meselâ, parayı her şeyden çok seven bir insan, bu putu içinde taşıdığı müddetçe Allah’ı kalbine nasıl yerleştirecek ve O’na gönülden teslimiyetle nasıl duâ edecek?
Evimize çok saygı duyduğumuz bir kimse geleceği zaman tedirgin oluruz. Bu
4021] Buhârî, Hars 13
4022] M. Sait Şimşek, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 417-418
4023] Abdullah Aymaz, Psikolojik ve Sıhhî Açıdan İbadet, Çağlayan Y., s. 72
4024] Alexis Carrel, Duâ, Yağmur Y.
DUÂ
- 959 -
tedirginliği “acaba gereken hürmeti, saygıyı gösterebilecek miyiz? Rahat ettirebilecek miyiz? Bu konuda bir yanlışlık yapar mıyız?” diye yaşarız. İşte Rabbimiz gibi, varlığımızın kendisine fedâ olduğu ve karşısında bir “hiç” olduğumuz varlık karşısında duâ ederken aynı his ve duyguları duymamız gerekir.
Duânın hakikati, kulun Rabbinden yardım dilemesidir. İstenilen varlık, her zaman isteyenden üstündür. Kul, isteyen makamında olduğu için, zillet ve perişanlığını Allah’a arz etmeli ve duâ ederken bu makamda olduğunu unutmamalıdır. Yoksulluğunu sevgi ve saygıyla Allah’a sunmalıdır.
Genellikle felsefî, bilimsel ve düşünsel çaba, araştırma, tahlil ve incelemeler sonucu elde edilemeyen şeyler; sevgi ile, sevdiğimize bağlanma ile ve içten gelen bir coşku ve samimiyetle elde edilebilir. Güçlü iman, “yapar”. Anahtarı bizde olmayan her kapı, ancak sevginin, inanç ve ihlâsın mûcizevî gücünün saldırıya geçmesiyle kırılabilir, açılabilir. İmkânsız olan şey, sevgi emredince teslim olmak zorunda kalır. Sevginin, muhabbetin, fedakârlık ve samimiyetin anlamını iyi kavrayanlar için Allah’ı tanımak çok kolaydır. Nasıl? Bir gülün kokusunu algılamanın rahatlığıyla!.. Allah’ın huzurunda olduğumuzu hissedebiliriz ki, her yer O’nunla dopdoludur. O her yerde vardır. 4025
Cibril hadisinde Rasûlullah (s.a.s.) “ihsân”ı tarif ederken, “ihsân; Allah’ı görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor.”4026 buyuruyor. Bir insan, Allah ile ilişkilerinde ihsan derecesine ulaşmışsa, o makamın hisleriyle dolmuş ve coşmuşsa, duânın hükmüne vâkıf olmuş demektir. Çünkü duâ eden insan, dâvet edeceği varlığı her an yanında hatta şah damarından daha yakın hissediyorsa, O’nu maddî dilinden ziyade sevginin ve imanın diliyle “Yâ Rabbi, Sen zaten benim halimi görüyorsun. Gördüğün bir şeyi tekrar Sana dilimle anlatmak benim için edepsizlik olur. Ama duâ etmemi istediğin için gönlümle ve dilimle duâ ediyorum. Artık gereğini Sen bilirsin. Senden gelen her şeye râzıyım” der. Yanlış anlaşılmasın; ihsan derecesine ulaşmış kimselerin artık ellerini kaldırıp da dilleriyle Allah’a duâ etmeleri gerekmediği söylenmiyor. Şüphesiz Rasûlullah (s.a.s.), ihsan makamında olduğu halde, o, hayatının her bölümünde ölene kadar ellerini açıp diliyle duâ etmiştir. Burada sevgi ve imanla kurulan fizikötesi bir halin öneminden bahsedilmektedir.
İnsan, yeryüzünde sürdürdüğü hayatında hangi konumda olursa olsun, -zengin, fakir; yüksek makamların sahibi, makamsız; çevresi geniş veya kimsesiz- her an duâya muhtaç bir varlıktır. Bu, her yönümüzle sınırlı ve zayıf bir yaratık olmamızın sonucudur. Tüm insanlar, duâya aynı oranda muhtaçtır. Ama herkes için duâların, isteklerin mâhiyeti farklı olabilir. Biz, fakir kimselerin zenginlerden daha çok duâya muhtaç olduklarını zannedebiliriz. Aynı şekilde çevresi kalabalık, adamları çok olan kimselerin, yalnız insanlardan daha az duâya ihtiyaç duyabileceklerini de sanabiliriz. Eğer biz böyle düşünüyorsak, duâyı anlamamış sayılırız.
Meselâ; fakir bir insan düşünün. Ellerini açmış, Allah’ın “Razzâk” ismini anarak rızkının genişletilmesini istiyor. Bu noktada zengin insanın duâ etmesine gerek yok diyebiliriz. Hâlbuki bu noktada, zengin insan da ellerini açıp “Yâ Rabbi, beni Karun gibi şımartma. Bana vermiş olduğun nimetlerin şükrünü edâ
4025] Ali Şeriati, Duâ, Birleşik Dağıtım, Ankara Y., s. 61-62
4026] Buhârî, İman 37; Müslim, İman 1, Hadis no: 8
- 960 -
KUR’AN KAVRAMLARI
etmeyi bana nasip ve müyesser kıl” diye duâ etmelidir. Görüldüğü gibi, her ikisi de duâya muhtaç. Hatta bize duâya daha az ihtiyacı var gibi gözüken zenginlerin, belki de fakirlerden daha çok ihtiyacı vardır. Çünkü varlıkla imtihan edilmek, yoklukla sınanmaktan daha zor ve tehlikelidir. Çünkü, “insan kendini müstağnî (kendini kendine yeterli) gördüğü zaman azar, tâğutlaşır.” 4027
“Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan fakirler sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak Allah’tır.”4028 Ebû Zer (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah azze ve celle buyurdu ki: ‘Ey kullarım! Hepiniz açsınız; ancak Benim yedirdiklerim müstesnâ. O halde sizi yedirmemi isteyin ki, yedireyim. Ey kullarım! Benim giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız; o halde sizi giydirmemi isteyin ki, giydireyim. Ey kullarım! Sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, cinleriniz ve insanlarınız, yüksek bir yerde toplansalar da hepsi Benden (ayrı ayrı şeyler) isteseler, Ben onlardan her birine isteğini versem; bu, Benim yanımdaki (hazine)lerden ancak denize daldırılan bir iğnenin (sudan) eksilttiği kadar eksiltebilir.” 4029
Demek ki insan ne kadar güçlü ve zengin olursa olsun, Allah karşısında kendini yoksul görmeli. Zaten insan, kendini yoksul görmezse başkasından istemenin bir anlamı olmaz. Bir hadis rivâyetinde Peygamberimiz’in nakliyle Cenâb-ı Allah’ın “Hepiniz açsınız ve çıplaksınız. Ancak Benim yedirdiklerim ve giydirdiklerim hâriç” demesi dikkat çekici bir husustur. Çünkü nice zenginler vardır ki, hâlâ halkı sömürmenin yollarını aramaktalar. Aç olmasalar böyle davranırlar mı? Yine nice gardırop dolusu elbiseleri olmasına ve üzerinde giysisi olmasına rağmen, orası burası çıplak insanlar var. Çünkü giyinirken Allah’a ihtiyaç duymadan hevâlarına göre giyiniyorlar.
İnsan Allah’ın karşısında devamlı sûrette şu duyguları hissetmeli: “Yâ Rabbi, beni Sen var ettin. Varlığımı Senin sâyende sürdürüyorum. Sen bana her şey veriyorsun. Verdiklerinin ve iyiliklerinin sayısı, bilemeyeceğim kadar çok. Ama bunların karşısında ben Sana yeterince kulluk yapamıyorum. Ben çok günahkâr ve isyankâr bir kulunum. Aslında yanına varmaya da utanıyorum. Yanına gelecek yüzüm yok. Fakat Senden başka gidecek bir yerim de yok. Kapına geldim, beni geri çevirme, yanında bana da bir yer ver ve beni bağışla...”
Evet, duâ için asıl hazırlık ruhî hazırlıktır; ruhî ve kalbî mânâda bir yöneliştir. Yoksa fizikî olarak bedeni kıbleye yöneltip elleri açmak ve alışılmış cümleleri otomatik olarak söylemek duâ edenin sadece basit bir dış görünüşüdür. Dili, ezberlediği klişeleşmiş duâ metinlerini otomatik olarak bilinçsizce seslendirirken o, mânevî varlığıyla bir başka işin peşinde, maddî hayatın içinde olabilir.
Duâ anlatılmaz, duâ yazılmaz! Duâ, kulun Allah ile diyaloga geçmesidir. Duâ, yalnız dilde gerçekleşen bir olay değildir; onun gerçek yeri ruhtur. Duâ sözden ziyade histir, coşkudur.
Duânız Olmasa?!
Duâ, insanın halini Allah’a arz etmesi, O’na niyazda bulunması, Rabb’ine doğru yönelip O’nunla diyalog kurmasıdır. Duâ, insanın kibirlenme ve istiğnâdan
4027] 96/Alak, 6-7
4028] 35/Fâtır, 15
4029] Buhârî, Müslim
DUÂ
- 961 -
vazgeçip Allah’ın mutlak kudretini, adâletini ve merhametini kavramasından doğan bir boyun eğmedir. O, insanın kendi ihmallerini ikmâl eden bir ikbâl kapısı değildir. Kur’an’daki duâ örneklerinin büyük bir bölümünün, dünyevî nimet ve menfaatlerden ziyade bağışlanma, hidâyet ve Allah yolunda yardım isteme niteliğinde olması,4030değinilen gerçeği desteklemektedir. Şu halde insan, kendi sorumluluğunu bütünüyle yerine getirdikten sonra karşısına çıkabilecek engellerin aşılması hususunda Allah’tan yardım isteyebilir. Kişinin duâyı, bir sihir tekniği gibi algılamaması ve uygulamaması gerekir. (Zaten sihir de bir kandırmadan, aldatmaya çalışmaktan başka bir şey değildir).
Kur’an’da, insanın çaresizlik içinde ve zor şartlarda duâya başvurması üzerinde ısrarla durulur. Dinî yönelişin belirgin veya zayıf hale geldiği durumlar açıklanırken aynı zamanda bu yönelişin, insan tabiatında fıtrî ve genel bir motif olarak bulunduğu ortaya konulur. Âyetlerin beyanına göre insan bir tehlike ve sıkıntıya düşerse, bütün samimiyetiyle Allah’a yönelir; bıkmadan usanmadan duâ edip iyilik ve başarı ister. Fakat kendisini emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda duâ isteği zayıflar, kendi güç ve yeteneğine güvenip Allah’tan yüz çevirir.4031 Buradan şöyle bir sonuca varılabilir. Din duygusu zayıfladığı zaman insan hayatında olumsuz gelişmeler görülebilir. Bunu önlemek için insan şuurunda dinî inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı ve etkili bir halde bulunması gerekir. Bu da duâ ve ibâdetle sağlanır. Bu yüzden Kur’an’da insanların Allah’a duâ etmeleri istenmiş ve bu duâ O’na kulluk etme belirtisi olarak kabul edilmiştir.4032 Şu halde duâ ve ibâdette amaçlanan şey, insan şuurunda Allah inancının canlı ve devamlı kalmasını sağlamaktır.
Duâ ederken bazı şeklî ve ahlakî şartlara uyulması gerekir. Bunlardan en önemlisi, duâ eden kimsenin Allah’a huşû içinde yalvarması, aynı zamanda edepli, istekli ve ümitli olmasıdır. 4033 Ayrıca insan, duâyı duyarlı bir kalple yapmalı, isteğini sade ve kesin bir dille belirtmeli, Allah’tan beden ve ruh sağlığı, dünya ve âhiret mutluluğu istemeli, bir de duânın kabulü için acele etmemelidir. Duâ sözcükleri mümkün olduğunca âyet ve hadislerden seçilmelidir. Özellikle örnek duâ metni mâhiyetindeki bazı sûre ve âyetler4034, duâ olarak okunabilir. Bunların başında da kulun taleplerini ve en içten dileklerini benzersiz bir üslûpla dile getiren Fâtiha sûresi gelir. Bu özelliğinden dolayı anılan sûre, bütün Müslümanların en çok okudukları duâ metni haline gelmiştir. Ayrıca Hz. Peygamberin duâ ederken en çok:
“Ey Rabb’imiz! Bize bu dünyada iyilik ver, âhirette de; bizi ateşin azabından koru.”4035 anlamındaki âyeti okuduğu ve Müslümanlara da bu âyeti okumalarını tavsiye ettiği belirtilir.4036 Peygamber uygulaması ve tavsiyesi nedeniyle Fâtiha sûresi gibi bu âyet de, bütün Müslümanların namazda ve namaz dışında her vesileyle okudukları duâ âyetleri arasında yer almıştır.
4030] Bk. 1/Fâtiha, 5-7; 7/A'râf, 155-156; 11/Hûd, 47; 40/Mü'min, 7-9 vb.
4031] Bk. 10/Yûnus, 12; 17/İsrâ, 11, 67; 31/Lokman, 31; 41/Fussilet, 49-51 vb.
4032] Bk. 40/Mü'min, 60
4033] Bk. 7/A'râf, 55-56, 205-206 vb.
4034] Bk. 2/Bakara, 285-286; 3/Âl-i İmran, 8-9, 16, 53, 191-194; 14/İbrâhim, 35-41; 20/Tâhâ, 25-35 vb.
4035] 2/Bakara, 201
4036] Bk. Buhârî. De'avât 55; Müslim, Zikir 23
- 962 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an’da yer alan duâ âyetleri ile Hz. Peygamber’in aynı mâhiyetteki hadisleri, hem Allah ve Peygamber sözü olmaları hem de mânâlarının zengin ve kapsamlı oluşu nedeniyle Asr-ı saâdetten itibaren Müslümanlar tarafından büyük ilgi görmüş ve bu ilgi me’sur duâların derlendiği birçok kitabın telif edilmesine yol açmıştır. 4037
Duâ konusunun daha iyi anlaşılması için, onun gerçek mâhiyetinin ve önemli vasıflarının açıklanması şarttır. Kur’an’da duâ edene Allah’ın karşılık vereceği bildirilir.4038 Bunun için prensip olarak duânın fayda verdiğine inanmak gerekir. Ancak buradan Allah her isteneni yerine getirir şeklinde bir sonuç çıkarılmamalıdır. Çünkü Allah, sünnetullaha (varlık ve oluşa egemen kıldığı ilkelere) ters düşmeyen duâları kabul eder. O’nun kendi yasalarına aykırı davranması beklenemez. Bunun için, kimden gelirse gelsin Allah, kendi yasalarına ters düşen talepleri reddeder. 4039
İslâm ölçülerine uyan gerçek bir duânın iki önemli vasfı vardır. Bunlardan biri teşebbüs diğeri de tevekküldür. Duânın değerinin olması ve hedefini bulması için, önce gayretin kuldan gelmesi gerekir. Zira insandan istenen, İlâhî düzenin gerekleri içinde elinden geleni yapmasıdır. İnsanın kendi güç ve kapasitesi oranında sebeplere sarılıp işin gereğini yerine getirmesi, o sebeplerin Yaratıcısına karşı fiilî bir duâdır. Teşebbüs dediğimiz de budur. Kim yaparsa yapsın böyle bir duâ çoğu kez karşılıksız kalmaz. Demek ki Allah’ın kâinatta koymuş olduğu düzenin (sünnetullah dediğimiz değişmez kanunların) gereklerine göre davranmak, bir tür fiilî duâ olmaktadır. Bu, aynı zamanda Allah’ın rahmet kapısını çalmaktır. Fakat cevap O’na aittir.
Arzu edilen şeyi elde etmek için teşebbüs gerekli olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. Bir de işin tevekkül boyutu vardır. Teşebbüsün son sınırına gelince tevekkül alanına girilir. Bu yüzden teşebbüsten sonra güven içinde Allah’a iltica etmeye tevekkül denir. İşte duâ, bu iki esası kendinde toplayan bir ibâdettir. O, maddî hayat için gerekli olan teşebbüsle mânevî hayat için gerekli olan iman ve tevekkülü dengeli biçimde yürütme işlemidir. Bunun için teşebbüs ve tevekkül, İslâm’da duânın iki yönü ve birbirinden ayrılmaz bütünüdür.
Çağımızda Batı âlemi teşebbüse ağırlık verdiği için maddî alanda büyük bir ilerleme sağladı ve tekniğin zirvesine ulaştı. Ancak tevekkül yönünü ihmal ettiğinden bu üstünlük insanlığa gerçek bir mutluluk getiremedi. Doğu âlemi de tevekkülü yanlış yorumlayarak teşebbüsü ve gayreti gevşetti, sonunda Batı’nın uydusu haline geldi.
Duâ, insanın Allah’tan bir şey istemesi, O’nu anması ve yardıma çağırmasıdır. O hamd, şükür, zikir, tesbih, istiâne ve istiâze gibi eylemleri kapsayan dinî duygu ve yönelişin ifadesi, kulluk makamlarının da en önemlisidir. Bu yüzden Kur’an’da insanın, ancak Allah’a olan yönelişi ile değer kazanacağı belirtilmiş, “Duânız olmasa Rabb’iniz size ne diye değer versin.”4040 denilmiştir. Öyleyse insan, Allah’a yönelmeli, daima O’nun ilgi ve rahmetini çekecek bir başvuru içinde olmalıdır.
4037] Bk. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, IX, 537-538
4038] Bk. 2/Bakara, 186 vb.
4039] Bk. 11/Hûd, 45-47, 74-76 vb.
4040] 25/Furkan, 77, 324
DUÂ
- 963 -
Tabii ki duâ kadar onun makbul olması da önemlidir. Bunun için Hz. Peygamber: “Allah’ım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen ilimden ve kabul olmayacak duâdan Sana sığınırım.”4041 diyerek Rabb’ine yalvarmıştır.
“Ey Rabb’imiz, bu duâmı kabul buyur: Hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı ve bütün mü’minleri bağışla.” 4042
Sözlü ve Fiilî Duâ
Dille duâ vazifelerimizden sadece biridir. Sebeplere yapışmadan sadece dille yapılan duâ ile yetinmek, sünnetullahı, Allah’ın kanununu bilmemek ve ona uymamak demektir. İslâm’ın yeryüzüne hâkim kılınması, sadece duâ etmekle olacak olsaydı, insanlar içerisinde duâsı en çok kabul edilmesi gereken Hz. Peygamber (s.a.s.)’di. O bu kadar eziyetlere katlanmaksızın duâ ederdi ve görevini tamamlardı. Yani o Mekke günlerini yaşamaya gerek yoktu. Fakat O böyle yapmadı. Önce üzerine düşen sorumluluğu fiilî olarak yerine getirdi. Arkasından da ellerini açıp duâ etti. Allah da O’nu mahcup etmedi.
Biz bu noktadan hareketle duâyı iki kısma ayırabiliriz: Fiilî duâ, Sözlü duâ. Fiilî duâ, kişinin herhangi bir arzusu karşısında elinden gelen her şeyi tamamen yapmasını ifade eder. Meselâ, hastasına Allah’tan şifa dileyen kimsenin, öncelikle tıbbın gerektirdiği şeyleri, imkânları çerçevesinde yerine getirmesi gerekir. Bunu yerine getirmedikçe, ellerini açıp Allah’tan şifa dilemesi yeterli olmayacaktır. Çünkü Allah yeryüzündeki her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. Gerçi Cenâb-ı Hak, bazen sebepsiz de yaratır, sebepsiz de verebilir; ama bunu beklemek, Allah’ın hayata koyduğu kanunlara aykırıdır. Biz o sebepleri yerine getirmekle mükellefiz.
Sözlü duâ ise, kişinin elinden geleni yaptıktan sonra Allah’tan yardım istemesidir. Fiilî duâ her zaman sözlü duâdan önce gelir. Ama ikisini birbirinden ayrı düşünemeyiz. Çünkü fiilî duâ bedenin eylemi ise; sözlü duâ da ruhun eylemidir. Zaten insan bu beden ve ruh ikilisinden oluşan bir varlıktır. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Hayatımı kudret elinde tutan zat’a (Allah’a) yemin ederim ki, iyiyi emredecek, kötülüğü yasaklamaya çalışacaksınız veya Allah, size kendi katından bir azab gönderecektir. Sonra O’na duâ edeceksiniz, fakat duânız kabul olunmayacaktır.” 4043
Görüldüğü gibi, fiilî duâ yapmadan, sözlü duânın kabul edilme ihtimali yok gibidir. Duâ, Allah’tan bir “şey” istemektir. Fakat bu “şey” düşünme, bilim, sorumluluk, irâde, zahmet, iş, emek ve eziyetin yerini alan bir “şey” olmamalıdır. Belki bizzat kendisi bu sorumluluğun içindeyken, insan, zaman zaman ihtiyaç duyduğu bir şeyi elde etmeye yönelik bir duâda bulunabilir. İşte o zaman, bu “şey”i ister ve alır. 4044
İslâm, duâyı insanlar, sorumluluktan veya işten kaçsınlar diye emretmemiştir. İslâm’ın emrettiği duâ, tüm hazırlıklardan ve işten sonra yapılan duâdır. Ancak tüm hazırlıkları eksiksiz yerine getirdikten sonra “artık bu iş tamamdır” deyip de
4041] Bk. Tirmizî De'avât 69
4042] 14/İbrâhim, 40-41; Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 321-325
4043] Tirmizî; Tac Terc. 5/687
4044] Ali Şeriati, a.g.e. s. 156
- 964 -
KUR’AN KAVRAMLARI
duâdan uzaklaşmak yanlıştır. İşler ancak duâ ile tamam olur.
Duâyı, sorumluluktan kaçan, tembel, acz içerisinde olan insanların ellerinden alarak sorumluluğun bilincinde olan ehil insanların ellerine verirsek, o zaman duâ bir anlam ve aksiyon kazanacaktır. Duâ mert çehrelerde güzellik kazanır. Hz. Ali gibi, gereken yerde kılıçla duâ etmesini bilmeliyiz. Onun kılıcı savaş alanında ölüm yağdırırken; dili Allah karşısında âcizliğin tercümanı oluyor, gözleri de Allah için yaş döküyordu. 4045
Fitne, fesat ve zulmün toplumu sardığı, fertleri ifsad ettiği zamanlarda; önce duâya sarılmak acziyetin, tembelliğin, korkaklığın ve sorumluluktan kaçtığımızın ifadesidir. Özellikle bugün “müslümanım” diyen insanların Allah’ın dâvâsı için pek fazla bir şey yapmadıkları halde, hatta bazılarının tüm mesailerini dünyevî işlere harcadıkları halde, bunların ellerini açıp “Allah’ım, bize sahip gönder!” dediklerine şâhit oluyoruz. Hâlbuki ortadaki durumu sahiplenmesi gerekenin bizler olduğumuzun farkında değiliz.
İçinde yaşadığımız hayatta olup biten şeyler bizleri ne kadar ilgilendiriyor? Gözlerimizle şahit olduğumuz olaylara herhangi bir şekilde sözlü veya fiilî müdâhale imkânı varken, rahatımızı bozmamak ve kendimizi riske atmamak için, hep kalb ile buğz(!), dışarıya yansımayan içimizle müdâhale(!) etme yolunu mu tercih ediyoruz? Cadde ve sokaklarda olup bitenleri evlerimizin pencerelerinden veya televizyonlarımızın ekranlarından seyrettikten sonra da kalkıp “Yâ Rabbim...” diye duâ ederek problem ve fitnenin kalkmasını mı bekliyoruz? Bu ne biçim duâ anlayışı? Rasûlullah (s.a.s.) böyle mi yapıyordu? Hayır, şüphesiz O önce tebliğ ediyor, sonra arkasından “Yâ Rabbim! Onlar bilmiyorlar, onlara hidâyet ver!” diyordu. Yine savaş öncesi tüm hazırlıklarını bitiriyor, sonra duâ ediyordu. İşte Hendek savaşı... Bir-iki ay önce Allah rasûlü hendeklerin kazılmasını, ekinlerin vaktinden önce biçilmesini, meyvelerin, hurma yapraklarının toplanmasını, cadde ve sokaklarda barikatlar kurulmasını emretti. Bizzat kendisi de taş ve toprak taşıdı. Tüm hazırlıkları tamamladı. Bu şekilde fiilî duâyı tamamlayınca arkasından sözlü duâ yaptı, Allah’tan yardım talep etti. Allah da onlara zaferi bahşetti.
Bazen, müslüman kardeşlerimiz birbirlerine “bana duâ et” diye ricada bulunuyorlar. Müslümanların birbirlerinden duâ talep etmeleri güzel bir şey, yüce dinimizin tavsiyesidir. Ama duâ talep eden kardeşlerimiz acaba sorumluluklarını yerine getirip getirmediklerine, yani fiilî duâ konusundaki hallerine bakıyorlar mı? Fiilî duâları herkesin bizzat kendisinin yapması lâzımdır. Ancak böyle olursa kendimizin veya bir başka kardeşimizin bizim hakkımızda yaptığı duânın bir anlamı ve geçerliliği olabilir. Yoksa, görüldüğü gibi, sadece dille yaptığımız duâlarımız kabul edilmiyor.
Meselâ, asr-ı saâdette bir Uhud dersi var. Uhud savaşında müslümanların zaferi nasıl kaçırdıklarını ve kısmî mağlûbiyetin ne şekilde geldiğini biliyoruz. Acaba o savaşta Allah Rasûlü (s.a.s.) ve müslümanlar duâ etmedi mi ki, bu hale geldiler? Hayır, mutlaka duâ etmişlerdi. Ama sözlü duâdan önce yerine getirilmesi gereken sorumlulukları yerine getirmede problemler olmuştu. Peygamberimiz’in geçide yerleştirdiği ve her ne pahasına olursa olsun buradan ayrılmayacaksınız
4045] Ali Şeraiti, a.g.e., s. 170
DUÂ
- 965 -
dediği elli okçu görevlerini yarıda bırakıp mevzîlerini terk etmişlerdi; Sebep buydu.
Allah’ın yardımı kulun gücünün bittiği yerde gelir. Biz, Allah’ın yardımını talep ederken, bunun için duâ ettiğimizde sahip olduğumuz gücümüzü sonuna kadar kullanıp kullanmadığımıza bakalım. 4046
Duâ Etme Şekli ve Duâ Âdâbı
Rasûlullah (s.a.s.) duâ eden bir adamın, duâ sırasında, Allah’a hamd etmediğine ve Hz. Peygamber’e (s.a.s.) salât u selâm getirmediğine şâhit olmuştu. Hemen: “bu kimse acele etti” buyurdu. Sonra adamı çağırıp: “Biriniz duâ ederken, Allah Teâlâ’ya hamd ve senâ ederek başlasın. Sonra Peygamber’e salât okusun. Sonra da dilediğini istesin.” buyurdu. 4047
Duâya hemen muradını söyleyerek değil; Allah’ın adını anarak, Allah’a hamd ederek Rasûlüne (s.a.s.) salât u selâm getirerek başlamak gerekir. Hamdele ve salveleyi Arapça okuyamayanlar Türkçe şöyle derler: “Hamd, âlemlerin rabbi Allah içindir. Peygamberimiz (s.a.s.)’e, O’nun ailesine ve tüm sahâbelerine salât ve selâm olsun.” Ayrıca, duâya başlamadan önce tevbe-istiğfar edilmesi ve duâya kişinin kendisiyle başlaması tavsiye edilmiştir.
Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Kişinin yaptığı duâlar içinde en hayırlısı şudur: ‘Ey Allah’ım, Senden dünya ve âhirette âfiyet istiyorum.” 4048
“...Allah’tan avuçlarınızın içiyle isteyin, sırtlarıyla istemeyin. Duâyı tamamlayınca avucunuzu yüzünüze sürün.” 4049
Duâ esnasında gözü göğe dikmemeli ve gaflet ile duâ etmemelidir. Hz. Peygamberimiz buyurmuştur ki: “Bazı kimseler, namazda gözlerini göğe dikerek duâ etmekten vazgeçsinler. Yoksa Allah onların gözlerini kör eder.” 4050
Duâ esnasında ısrar ile duâ etmek ve duâyı üç defa tekrarlamak da duânın kabul edilmesine dair gözetilmesi gereken şartlardandır. İbn Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a.s.) duâ ettiği zaman üç kere tekrar ederdi. Allah’tan bir şey istediği zaman üç kere isterdi. 4051
Duâ ettikten bir müddet sonra, yerine gelmediğini görünce “duâ ettim de duâm kabul edilmedi” dememek lâzımdır. Rasûlullah (s.a.s.): “Acele edip ‘duâ ettim, kabul edilmedi’ demedikçe her birinizin duâsı kabul edilir.” buyuruyor.4052 Duâ ederken Allah’ın kabul edeceğinden emin olarak yapmak gerekir. Hz. Peygamber: “Allah’a duâyı size icâbet edeceğinden emin olarak yapın. Şunu bilin ki, Allah gafletle oyalanan kalbin duâsını kabul etmez.”4053 Duâ yapıp bitirdikten sonra “âmin” demek gerekir.
4046] Hasan Eker, a.g.e., s. 48 vd.
4047] Tirmizî, Deavât 66; Ebû Dâvud, Salât 358; Nesâi, Sehv 48
4048] İ. Canan, Kütüb-i Sitte, 17/504
4049] Ebû Dâvud, Salât, 358
4050] Müslim, Salât 26
4051] Müslim, Cihad 39
4052] Buhârî, Müslim
4053] Tirmizî; K. Sitte, İ. Canan, 3/531
- 966 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah’a duâ ederken veya zikrederken, yani gerçek anlamıyla ibâdet halinde, sesi yükseltmek doğru değildir, dinimizce hoş görülmemiştir. Çünkü kendisine duâ ettiğimiz, zikrettiğimiz, yani ibâdet ettiğimiz varlık, içimizden geçirdiğimiz düşünceleri dahi bilen, haberdar olan ve işiten bir varlıktır. O halde bize bu kadar yakın olan bir varlığa seslenirken sesi yükseltmek, bağırıp çağırmak; ihlâsın sınırlarından gösterişe, duâ Hûdutlarından şikâyet ve dâvâya geçen bir tecavüzü gösterir. 4054
Hz. Peygamber‘e Allah‘ı sormuşlardı. Cevaben Allah buyurdu ki: „Kullarım sana Beni sorduklarında: Ben muhakkak ki yakınım, Bana duâ ettiğinde duâ edenin duâsına icâbet ederim.“4055 Duâ ederken seslerini aşırı şekilde yükseltenleri gören Rasûlullah, şöyle buyurmuştu: „Ey insanlar! Kendinize gelin. Çünkü siz bir sağırı veya uzaktaki birini çağırmıyor, ancak her şeyi işiten ve çok yakın bulunan birine duâ ediyorsunuz. Sizin kendisine duâ ettiğiniz size bineğinizin boynundan daha yakındır.“4056 Kul, duâsında Allah ile arasında hiçbir engel hiçbir vasıta bulunmadığını böylece bilir; duâ ederken yalnızca Allah‘ı düşünür. Kalp başka birşey ile meşgulken duâ etmek manasızdır. „Âmin“ diye bağırıp çağırmak da manasızdır. İnsan duâ ederek Allah‘a yöneldiğinde, dileği, Allah‘tan istediği şeylerin gerçekleşmesine yardımcı olacak sebeplerin yaratılmasıdır. Yani kul eylemiyle yakınlaşmazsa, ettiği duânın mânâsı olmaz. Tembelliği huy edinmiş biri rızık için duâ edebilir, ama önce çalışması lâzımdır... Duâda riya olmaz. Duânın hemen kabul edilmesinde acele edilmez. Hiçbir duâ boşa gitmez. En güzel sözlerden biri „Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh“tır.
Gönülden, gizlice, bağırmadan, samimiyetle duâ edilir. „Rabbınıza gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu o, aşırı gidenleri sevmez.“4057 Secîli, kafiyeli, yazılı duâlarda riya vardır. Başkalarına duâ ediyor görüntüsü vermek de böyledir. Bu şekilde ağlayarak duâ edenin gözyaşları öteki insanları etkilemek içindir ve duâsı riyadır. Özel olarak komutlu duâ da böyledir. 4058
“Duâ dilinin Arapça olması gerekir” diye bir şart yoktur. Ana dili Arapça olmayan müslümanlar mutlaka Arapça ifadelerle duâ yapmak zorunda değillerdir. Çünkü insan Allah’a duâ ederken halini ve ihtiyaçlarını arz ediyor demektir. Bu münasebetle insan ne dediğini, neye duâ ettiğini, ne istediğini bilmeli. Eğer ana dili Arapça olmadığı halde Arapça biliyorsa mesele yok; duâsını varsın Arapça yapsın. Ama Arapça anlamıyorsa, bir yerlerden ezberlediği ve mânâsını da bilmediği Arapça cümleleri tekrar etmesi anlamsız ve bilinçten uzak bir hareket olacaktır. Duâlarımızı yaparken anladığımız dili kullanmamız daha uygun olur. Eğer toplulukla beraber duâ ediyorsak insanların anladığı dili kullanarak duâlarımıza şuur katmaya çalışmış oluruz. Duâ dili, mutlaka Arapça olmalıdır gibi bir anlayış yanlıştır. Duâda söylediği kelimelerin anlamını bilmeden insan, gönülden duâya katılamaz.
Duâ ederken ayrıntılardan kaçınıp özlü ifadeler kullanmak gerekir. Günlük
4054] Bk. 2/Bakara, 186; 31/Lokman, 19; 7/A'râf, 55; 17/İsrâ, 110; 7/A'râf, 205
4055] 2/Bakara, 186
4056] Buhârî, Cihad 131; Deavât 51, Tevhid 9; Ebû Dâvûd, Vitr 26; Ahmed bin Hanbel, IV, 394, 402, 418; Müslim, IV, 2076
4057] 7/A'râf, 55
4058] M. Sait Şimşek, a.g.e., c. 1, s. 418
DUÂ
- 967 -
hayatımızda istek ve ricalarımızı bir üst yetkili makama arz ederken dilekçe yazarız. Yazılan bu dilekçelerin kısa ve özlü ifadelerle yazılmış olması esastır. En azından işin âdâbı budur. Allah’a yaptığımız duâlar da, isteklerimizi Allah’a ileten bir dilekçe gibidir. Duâların özlü olmasına dikkat etmek gerekir. Yani az kelimelerle çok mânâ ifâde edecek tarzda duâ etmeliyiz. Hâşâ Cenâb-ı Allah anlamaz gibi ayrıntılara girmek, izaha kalkışmak yakışmaz. Hz. Âişe’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.s.) lafzı kısa olup çok mânâları içine alan (cevâmiu’l-kelîm) duâları sever, diğerlerini terk ederdi. 4059
Duâ ederken secî yapmaktan kaçınmak gerekir. Secî yapmak; nesirde kafiyemsi ses benzerlikleri meydana getirmektir. Bir diğer ifade ile, bir şey söylerken cümlelerin sonlarını kulağa hoş gelecek şekilde birbirleriyle uyum içinde bitirmektir. Duâ ederken böyle bir çabadan kaçınmak gerekir. Çünkü bu bir zorlamadır. Kişi, gayretlerini, Allah’a ihlâsla yönelmek, O’nun karşısında acz ve yoksulluğu duymaya çalışmak yerine, cümleleri uyum içinde şiirimsi bir hava vererek söylemeye sarf edecektir. Bu ise duâda amaçtan sapmadır. Secî yapmada doğallık yoktur. Hem, mânâ yönünden kısırlık getirebilir. Ancak, kendiliğinden gerçekleşen secînin mekruh olmayacağı kabul edilmiştir. Nitekim hadiste bunun örnekleri vardır. Biri şöyledir: “Ey Kitabı indiren, hesabı çabuk gören, hizibleri dağıtan Allah’ım...” 4060
Allah’ın İsimleriyle (Esmâü’l-Hüsnâ) Duâ Etmek
Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: “En güzel isimler Allah’ındır. O’na o isimlerle duâ edin. O’nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları terk edin. Onlar yaptıklarının cezasını görecektir.”4061 Duâ eden kimse, isteklerine uygun düşecek şekilde Allah’ın isimlerini kullanarak duâ etmelidir. Meselâ; rızkın genişletilmesi, açlıktan ve geçim sıkıntısından kurtulmak isteniyorsa “Razzâk” ve “Kerim” isimleriyle Allah’a duâ edilir. Eğer duânın konusu günahtan bağışlanma ise “Rahmân”, “Rahîm”, “Ğafûr” ve “Afüvv” isimleriyle duâ edilir. Yine, zâlimlerin ve İslâm düşmanlarının cezalandırılması talep ediliyorsa “Kahhâr”, “Müntakim” isimleriyle duâ edilir. Bu kelimeler, âdeta bir kapının anahtarı gibidir. Biz, duâ edeceğimiz zaman isteğimize uygun isimlerle Allah’ın kapısını çalıp, bu anahtarlarla açmaya çalışalım.
Tabii, bu noktada Allah’ın güzel isimlerini (esmâü’l-hüsnâ) mânâlarıyla birlikte şuurlu bir şekilde bilme zorunluluğu ortaya çıkıyor. Allah, mü’minlerin velîsi (dost ve yardımcısı) olduğuna göre, bir mü’min olarak bu isimleri bilmemek önemli bir eksikliktir. 4062
Duâda Zaman ve Mekân
Duâ bir çeşit ibâdettir. Hatta ibâdetin özüdür, rûhudur. İbâdet, hayatta olduğu müddetçe insanın her an aslî görevi olduğuna göre, duânın da belli bir vaktinin olmaması gerekir. Yani, her zaman duâ zamanıdır. Duânın yasak olduğu bir zaman yoktur. Ancak, bir kısım âyet ve hadislerde bazı vakit ve durumların duânın kabul edilmeye daha uygun olduğu belirtilmiştir. “Onlar (takvâ sahipleri)
4059] Ebû Dâvud, Duâ, hadis no: 1479
4060] Kütüb-i Sitte, 11/506
4061] 7/A'râf, 180
4062] Hasan Eker, a.g.e. s. 17 vd.
- 968 -
KUR’AN KAVRAMLARI
seher vakitlerinde bağışlanma dilerler.” 4063
Hadis-i şeriflerden duânın kabule yakın olduğu diğer zamanları da şöyle sayabiliriz: Gecenin son üçte biri, gece yarısı, secde edilen zaman, farz namazların arkasından yapılan duâ, ezan okunduğu vakit, cihad (savaş) esnasında, Cuma günü Cuma namazı anlarında meçhul bir zaman, oruçlunun iftar vakti, ezanla kamet arasındaki vakit, arefe günü, kadir gecesi.
Duânın yapılamayacağı bir zaman olmadığı gibi, yapılamayacağı bir mekân da yoktur. Her mekân duâ mekânıdır. Sokakta, çarşıda, otomobilde, trende, büroda, okulda, işyerinde, mutfakta, yatakta duâ edilebilir. Fakat dağlarda, ormanlarda, ya da odanın sessizliğinde daha iyi duâ edilebilir. Tüm mekânlar duâ mekânı olmasına rağmen, sessiz mekânlar duâ için en elverişli, en uygun mekânlardır.
Duâsı Kabul Edilen Kimseler
Rasûlullah (s.a.s.) buyuruyor: “(Allah’ın kabul ettiği) üç müstecab duâ vardır. Bunların kabul edilmeye mazhariyetleri hususunda hiçbir şüphe yoktur: Mazlumun duâsı, misafirin duâsı, babanın evlâdına duâsı” 4064
Yine Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Kabul edilmeye mazhar olmada gâib kimsenin gâib kimse hakkında yaptığı duâdan daha süratli olanı yoktur.”4065 Bu hadise göre, Allah’ın derhal kabul buyuracağı duâlardan biri de, bir mü’minin, başka bir mü’min kardeşi için gıyabında yapacağı duâdır.
Bu hususta Müslim’in rivâyet ettiği şu hadis daha açıktır: “Müslüman kimsenin, kardeşi için gıyâbında yaptığı duâ kabul edilir. Duâ edenin başucunda ona müvekkel bir melek vardır. ‘Kardeşi için hayır duâ yaptıkça bu melek: Âmin, istediğin şeyin bir misli de sana olsun.’ der.” Başka bir hadis-i şerif şöyledir: “Üç kişi vardır ki duâları reddedilmez (kabul edilir). Âdil imam (adâletten ayrılmayan müslüman devlet başkanı), iftarını yaptığı zaman oruçlu ve zulme uğrayanın duâsı.” 4066
Kimler İçin Duâ Edilmez?
İslâm’ın tamamını, bir kısmını veya bir hükmünü inkâr eden veya hafife alan, alaya alan kimseler müslüman sayılmayacaklarından böyle kimselere hayatlarında “Allah râzı olsun” gibi duâ türünden şeyler söylenmez. Ancak “Allah sana hidâyet etsin” şeklinde duâlar yapılabilir. Yine bu tür insanlar vefat ettiklerinde “Allah rahmet etsin” de denilmez. Bunların cenaze namazları kılınmaz. Bilindiği gibi, cenaze namazı ölüye yapılan duâdan ibârettir. Cenaze namazı, bazılarımızın zannettiği gibi, her ölene kılınmaz; müslümana cenaze namazı kılınır. “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygamber’e ve mü’minlere yaraşmaz.” 4067
Duâların Kabul Edilmesi
Rasûlullah buyurdu ki: “Acele etmediği müddetçe her birinizin duâsına icâbet
4063] 51/Zâriyat, 18
4064] Tirmizî, Ebû Dâvud, İbn Mâce
4065] Buhâri, Müslim, Tirmizî
4066] Tirmizî, Cennet 2
4067] 9/Tevbe, 113; Ayrıca Bk. 19/Meryem, 47 ve 9/Tevbe, 114
DUÂ
- 969 -
olunur. Ancak, şöyle diyerek acele eden var: ‘Ben Rabbime duâ ettim, duâmı kabul etmedi.”4068 Bir başka rivâyette de Efendimiz şöyle buyurur: “Bir müslüman günah ve sıla-i rahmi (akrabalarla münasebeti) koparmak suçu olmadan Allah azze ve celle’ye duâ ederse, Allah şu üç şeyden birini ona mutlaka verir: Ya onun duâsını çabucak kabul eder ya da duâsını onun için âhirette azık yapar veya duâsı nisbetinde ona kötülüklerin gelmesini önler.” Orada bulunanlar: ‘öyleyse çok duâ edelim’ dediklerinde, Allah Rasûlü: “Evet, Allah çok duâyı kabul edendir.” 4069
Duâyı terk etmeye sevk edecek bir aceleciliği Rasûlülllah hoş görmez. Duâya kulluğun bir gereği olarak bakıp devam etmek gerekir. Tüm ibâdetlerin mutlaka karşılığı olduğu gibi, duânın da karşılığı olacaktır. Meselâ; namaz kıldığımızda dünyada karşılığını, mükâfatını almamız gerekiyor mu? Esas karşılığını âhirrette ümid ediyoruz. Duâ da böyledir. Dünyada kabul edilmese bile, karşılıksız kalacak değildir. Âhirette sevâbın takdir edilmesi bir karşılıktır ve duânın kabulü mânâsındadır. O halde hayatımız boyunca duâ etmeye devam etmeliyiz.
Usûlüne uygun yazılmayan bir dilekçe dahi, yazıldığı makam ne kadar basit olursa olsun kabul edilmezken, şartlarına riâyet edilmeyen duâ nasıl tutsun? Duâyı ihmal etmek doğru olmadığı gibi, duâları usûlüne uygun yapmamızın da gerektiğini hatırdan çıkarmamalıyız.
Duâ, Allah’a çıkarılmış dâvettir. Duâ, insanın kendi kendine yetmediğini bilmesidir. Duâ, insanın iki ayaklı bir yürek olup tepeden tırnağa “istemek” kesilmesidir. Duâ, var gücünü, olanca çabasını harcayıp bitiren insanın Allah’a saldığı “imdat” sayhasıdır. Yürekten “bittim yâ Rab!” diyene “dayan, yettim kulum!” diyecektir Allah. Var mı biten, gerçekten var gücünü harcayan, tüm çabasını ortaya koyan ve tükendiği yerde “bittim yâ Rab!” diyen? Kim o? Hiç kuşkunuz olmasın ki, onun imdadına yetişilecek “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyen ve yardımı hak edene “Allah’ın yardımı elbet pek yakındır” diyen bulunacaktır.
Kuldan istemenin bile âdâbı, erkânı, bir usûlü varken; Allah’tan istemenin bir âdâbı, bir usûlü olmasın mı? Ettiğimiz duâlar, Allah’a gönderdiğimiz mektupsuz zarflara benziyor. Zarf var, fakat mazruf yok. Bu şu demektir: Ceset var fakat ruh yok, kabuk var fakat öz yok, maske var fakat yüz yok.
Yaşarmayan bir göz, kızarmayan bir yüz, hissetmeyen bir öz, eyleme dönüşmeyen binbir söz ile Allah’a yazılan dâvetiyeler nasıl varsın yerine? Yanmayan, özlemeyen, sızlamayan, inlemeyen, duymayan bir yüreğin feryadı mı olur?
Taş kesilmiş sevgi fukarası yürekler “duâ” gibi muhteşem bir mesajı hangi enerjiyle iletirler adresine? Sesini sahibine dahi duyuramayan, sahibinin sesini duymaktan âciz olan bir yürek, öteleri sarsacak bir sayhayı nasıl koyverir gök kubbeye? Oysa ki duâ, güftesi sevgi, bestesi mahrûmiyet ve ıstırap olan bir özge şarkıdır. Bu şarkıyı söyleyecek olanın mazlum olması yetmez, kendi mazlûmiyeti zâlimlerin zulmüne yakıt olmamış biri olmalıdır. Kendi omuzlarını zâlimlerin yükselmesi için basamak kılmamış olmalıdır.
Bu şarkıyı terennüm edecek birinin, olanla olması gereken arasındaki farkı iyi bilmesi şarttır. Eğer bunu bilirse, duâyı bir çocuğun annesinden ısrarla isteyişi
4068] Buhârî, Müslim
4069] İbn Kesir Terc. 3/718
- 970 -
KUR’AN KAVRAMLARI
gibi isteyecek, İlâhî kapının eşiğine başını koyarak ısrar edecek, tekrar edecektir; tıpkı her gün onlarca kez okuduğu Fâtiha’da olduğu gibi...
Duâ, Allah’a çıkarılmış bir dâvetiyedir demiştik. Dâvet edenin bir adresi, bir âidiyeti bulunmalıdır ki, icâbet edecek olan onu orada bulsun. Bu adres, insanın Allah karşısındaki esas duruşudur. Allah karşısında esas duruşunu bozan, ya da esas duruşu olmayan, dâvet edip de adresinde bulunmayan sorumsuz gibidir. Kim inanır onun duâsında samimi olduğuna? Diyelim ki adresinde bulundu. Bu kez de, dâvetine tecellî ve inâyetiyle icâbet edecek Allah’a sunacak bir yüreği olmalı. Mekânsız’a yürekten özge mekân olur mu? Deniz dibine dönmüş, çöplükten beter hale gelmiş, eline geçen dünyalığı içine attığı bir mahzene dönmüş bir yüreğe konuk edilir mi O? Tıpkı şairin dediği gibi:
Sür çıkar ağyârı dilden ta tecellî ede Hak,
Padişah konmaz saraya hâne mâmur olmadan.
Kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlar. Gücünüzün bittiği noktada olup olmadığınızı kontrol ettiniz mi? Eğer hâlâ gücünüz varsa, o bitinceye kadar koşmanızı, soluğunuzun tükendiği noktada hiç ummadığınız bir yerden önünüze kapı açılacağını düşündünüz mü?
Tâif dönüşü Muhammed (s.a.s.) son tedbiri de tükenmiş bir halde kan revan içinde doğduğu toprakların varoşlarına gelip dayanmış, fakat girememişti. İşte o an gücünün bittiği andı. Gidecek bir kapısı, başvuracak bir dayanak, sığınak, tutamak ve barınağı kalmamıştı. Aklın tedbirinin bittiği yerde muhabbetin kollarına bırakmıştı kendisini ve bir duâ yapmıştı. Bu duâ öyle bir sevgiyle yapılmıştı ki, doğrudan hedefini bulmuş ve nübüvvet sürecinin gün dönümü olmuştu.
Ufuk insan’ın Mekke’ye bakan yamaçlardan birinde yaşlı gözlerle yaptığı, tarihin akışını değiştiren ufuk duâ şöyleydi:
“Allah’ım! Kuvvetimin tükendiğini Sana arz ediyorum. Gücümün azaldığını, insanların gözünde küçük düştüğümü Sana şikâyet ediyorum! Ya Erhame’r-râhimîn! Sensin ezilmişlerin Rabbi! Sensin benim Rabbim! Beni kimlerin eline bıraktın? Bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi? Yoksa dâvâmı ipotek edecek bir düşmana mı? Eğer Sen bana gücenmedinse, kesinlikle bunlara aldırmıyorum. Lâkin iyiliğin beni rahatlatacaktır. Senin nuruna sığınırım, karanlıkları aydınlatan nuruna... Gelecek azâbından, bana ulaşacak öfkenden kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum. Sana sığındım, yeter ki râzı ol. Güç ve kuvvet Sendendir, yalnız Senden.” 4070
Duâda Tevessül
Tevessül; aracı kılmak mânâsında olup, kendisiyle herhangi bir gayeye ulaşmak için aracı kılınan sebebe de vesile denilir. Vesile edinilen şey, amel ve şahıs olmak üzere iki kısma ayrılır: Amel ile tevessül; şahıs ile tevessül.
Amel ile tevessül: Bir kimse sâlih bir amelini vesile edinerek Allah’a duâ edip herhangi bir dilekte bulunabilir. Hz. Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa erebilesiniz.”4071 Bu âyet, mücerret iman ile yetinmeyip, Allah’tan korkmayı,
4070] İbn Hişam, Sîre II/29-30; Mustafa İslâmoğlu, Akit, 7. 2. 2000
4071] 5/Maide, 35
DUÂ
- 971 -
fena ahlâktan ve fena amelden sakınmayı emretmekte; Allah’a yaklaşmak için, haramlardan kaçmanın yanında farzları yerine getirmeyi, bunun da ötesinde güzel işler yaparak kendimizi Allah’a sevdirmeyi tavsiye etmektedir.4072 Bu âyetteki “vesile” kelimesini “Allah’ın râzı olacağı ameller” olarak anlamak gerekir.
Şahıs ile tevessül: Allah’ın sevdiği bir kul olarak bilinen bir kimseyi vesile edinerek Allah’tan talepte bulunmak mânâsına gelir. Bu da üç şekilde olabilir:
1. Vesile kılınan Hz. Peygamber (s.a.s.) ise, çoğunluk bunu câiz görmüştür.
2. Peygamberimiz’in dışındaki bir şahıs ise; bunu da iki kısımda ele almak gerekir:
a- O an için hayatta olan sâlih ve muttakî birini vesile edinerek Allah’tan talepte bulunmak. Bu da o şahsı alıp birlikte duâ etmek şeklinde olur. Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer dönemlerinde, bu iki zatın; Peygamberimiz’in amcası Hz. Abbas’ı önemli duâlarında yanlarında bulundurdukları ve onunla tevessül ettiklerine dair rivâyetler vardır.4073 Fakat, bu rivâyetlerde dikkatimizi çeken nokta, bu iki halifenin, o an için vefat etmiş olan Hz. Peygamber’i vesile edinerek (“onun -yüzü- hürmetine”, “onun yüzü suyu hürmetine” diyerek) duâ etmiyorlar da, Rasûl’e o gün için en yakın olan ve hayatta olan amcasına tevessül ediyorlar. Vesile edilecek kişinin hayatta olup olmaması önemli olmasaydı, o iki güzide sahâbe, o gün vefat etmiş olan Rasûlûllah’a tevessül ederlerdi. Ama böyle yapmâdilar. Bu noktanın gözden kaçırılmaması gerekir. Dolayısıyla, bugün hayatta olup da sâlih ve muttakî olduğu, Allah’a yakın olduğu zannedilen şahıslarla birlikte biz de duâ edebiliriz. Buna kimse itiraz edemez. Çünkü sâlih ve muttakî kimselerin duâlarının kabul edilmeye daha yakın olduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz: “Allah, ancak müttakîlerin (yaptığı şeyi) kabul eder.” 4074
b- Vefat etmiş olduğu halde, Allah dostu ve Allah’a yakın olduğu zannedilen bir şahsı vesile edinerek Allah’tan talepte bulunmak: Bu şekilde ölmüş birini vesile edinerek duâ edilebileceği konusunda Kur’an’da da, sünnette de en küçük bir delil yoktur. Kur’an’da Rabbimiz duâ mâhiyetinde yüzlerce âyet vahyederek bize duânın nasıl yapılacağını da öğretmiştir. Bu âyetlerin hiçbirinde Allah ile kul arasına bir şey konularak duâ ettirilmemiş, doğrudan doğruya Allah’a duâ yapılacağı gösterilmiştir. Peygamberimiz’in duâlarına baktığımızda, onun duâlarını hep vasıtasız, herhangi bir şeyin “yüzü hürmetine” olmaksızın, direkt Allah’a yaptığını görmekteyiz. Şüphesiz Rasûlüllah bizim için örnektir. Biz, dinimizi onun örnekliğinde öğrenmek zorundayız. Yine Peygamberimiz’in hayatında ona iman etmiş, onunla beraber yaşamış ve Kur’an’da Allah’ın övgüsüne mazhar olmuş sahâbilerin de duâ ederken, ölmüş herhangi bir şahsı (buna Rasûlullah da dâhildir) vesile edinerek duâ ettiklerini görememekteyiz. Bu konuda hiçbir rivâyet yoktur. Meselâ; Sahâbilerin, Rasûlullah’ın vefatından sonra, “Onun yüzü (suyu) hürmetine...” diyerek duâ ettiklerini bilmiyoruz.
Kısacası, vefat etmiş şahısları vesile edinerek duâ etmek Kur’an ve sünnetin ruhuna uymamaktadır. Hayatta olanlarla birlikte duâ etmek de nihâyet bir ruhsattır. Yoksa, duânın gereklerinden biri değildir. Elmalılı bu konuda şöyle der:
4072] Bk. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Y., III/1669
4073] Bu konudaki hadisler için, Bk. S. Buhâri, Tecrid, III/287 ve s. 228
4074] 5/Mâide, 27
- 972 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Duâ hakkındaki Bakara 186. âyetinde cevap, tashih edilmeden doğrudan doğruya buyrulmuş, vasıta kaldırılmış, yakınlık da duânın kabulü ile açıklanmıştır ki, bunda büyük bir nükte vardır: Cenâb-ı Allah, duâda kulu ile kendisi arasına bir aracının girmesini istemiyor ve sanki şöyle diyor; ‘kulum vâsıtaya duâ vaktinin dışında muhtaç olabilirse de, duâ vaktinde Benimle onun arasında vâsıta yoktur, Ben ona yakınım.” 4075
Sâlih kimselerin adını anarak, onları vesile edinerek duâ yapmanın daha doğru olduğunu iddia edenlerin bu konuda ileri sürdükleri gerekçe şudur: “Biz günahkâr insanlarız. Bizim dışımızda Allah’a yakınlık sağlamış, O’nun yanında hatırı sayılan kimseler vardır. Bizler dünya hayatında bir büyüğün yanına işimizi yaptırmaya giderken nasıl ki onu tanıyan, onun da sevdiği kişilerle gittiğimizde işimizin gerçekleşme şansı daha yüksekse, aynı şekilde Allah’tan herhangi bir talepte bulunurken de tek başına gitmektense O’nun sevdiği kullarıyla gitmek daha iyi olur. Ayrıca, meselâ, bir cumhurbaşkanıyla görüşmek istediğimizde nasıl onunla direkt görüşemiyor ve önce sekreteri, yardımcısı gibi kimseleri geçerek ona ulaşıyorsak, kâinatın yöneticisi olan Allah ile de direkt görüşmek olmaz. Mutlaka arada Ona yakın olan, Onun sevdiği birilerinin olması gerekir. Biz tek başına müracaat edemeyiz.”
Bir defa Cenâb-ı Allah’ı, herhangi bir varlıkla kıyaslamak yanlıştır. O’nun eşi ve benzeri yoktur. Dünyadaki devlet başkanlarının sekreteri ve yardımcısı olduğu halde Allah’ın yardımcısı ve sekreteri yoktur, O tektir. Yine dünyada halk ile devlet başkanı arasındaki ilişkilerde resmiyet geçerli olduğu halde, insanlar ile Allah arasında resmiyet yoktur. Bir insan, aynı anda çok sayıda, meselâ milyonlarca kişinin derdini dinleyemez. Onun için sıra ve randevu ile onları kabul edip çok uzun zaman içinde ancak onlarla görüşebilir. Hatta onların tümüne de sıra gelmeyebilir. Görüştüklerinin taleplerini dinleyebilse de çözüm getirmeye gücü yetmez. Allah için böyle bir acziyet sözkonusu olamaz. Sonra, insanların kendilerinin günahkâr olduğunu, dolayısıyla tek başına Allah’ın huzuruna gidemeyeceklerini söyleyerek mutlaka tevessüle gerek duymaları sadece duygusal bir zandır, bir felsefedir. Hâlbuki Cenâb-ı Allah günahkârların günahlarını itiraf edip tevbe etmelerinden çok hoşlanıyor. Rasûl-i Ekrem, şöyle buyuruyor: “Kulun tevbe etmesi ile Allah’ın hoşnutluğu ıssız bir çölde devesini kaybedip sonra onu bulan sizden birinizin sevincinden daha fazladır.” 4076
Dinde sadece iyi niyet duyguları yeterli değildir. İyi niyetle birlikte yapılan işin şeklinin de dinin ölçülerine uyması gerekir. Yukarıda ifade ettiğimiz “Ben çok günahkârım. Allah’ın yanına bu halimle tek başıma gidemem...” gibi duygular görünürde Allah karşısında tevâzu ve zilleti ifade ediyor. Evet, bu duygular zâhirde ve kuru mantıkla insana güzel gelebilir. Ama bu duygulardan hareketle sanki Allah’ın huzuruna çok günahkâr olanlar tek başına gidemezmiş gibi bir sonuca varılmaktadır. Hâlbuki Cenâb-ı Allah, Kitabının hiçbir yerinde “çok günahkâr iseniz tek başınıza değil; sevdiğim kişilerle beraber tevbe ve duâ edin” demiyor. Rasûlullah’tan da, bu konuda bize herhangi bir şey ulaşmamıştır. Görüldüğü gibi, sadece zanlarımızla hareket ediyoruz. Hâlbuki din, zanlar üzerine değil; nasslar üzerine kurulur.
4075] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 2/Bakara, 186. âyetin tefsiri
4076] Riyâzu’s-Sâlihîn, s. 53
DUÂ
- 973 -
Biz, Allah’a yakın olmayı arzu ediyorsak, bu, Allah’a yakın olmuş herhangi bir kişiye, bedenen yakın olmakla gerçekleşmez. Allah’a yakın olmuş kimseler nasıl yaşıyorlarsa biz de ancak onlar gibi yaşamak sûretiyle Allah’a yakın olabiliriz. Âlimler, müttakîler, kendilerine tâbi olanlara Allah’ın râzı olacağı yolu ve yaşamı gösterirler. Onlar da gösterilen bu hayatı amele dönüştürürse kendileri de Allah’a yakın olurlar. Yoksa mücerred onların yanında bulunmakla bu gerçekleşmez. Kaldı ki, Peygamber dışında hiçbir kimsenin Allah’a yakın olduğunu, O’nun dostu/velîsi olup O’nun rızâsını kazandığını kesin olarak bilemeyiz. Bu, sadece bir tahminden ibârettir, bir zandır. “Zan da hakikatten bir şey taşımaz.”4077 Şüphesiz Allah’a yakın bildiğimiz şahıslar da bu yakınlıklarını Allah’ın râzı olacağı amellere borçludurlar. Yani Allah’a sâlih amel işleyerek yakınlık kazanmışlardır. Peygamberimiz, kızına şöyle söyler: “Yâ Fâtıma! Nefsini ateşten kurtar. Çünkü ben, senin için Allah’tan bir şeyi savamam.”4078 Görüldüğü gibi, Allah’a yakın olmak için, Peygamberimiz’in kızı dahi olmak yetmiyor. Mutlaka Allah’ın râzı olacağı ameller içinde olmak gerekiyor.
Kısacası, Kur’an ve sünnetin bizden yapmamızı istediği en uygun ve en güzel duâ, herhangi bir kimseyi vesile edinmeksizin, direkt Allah’a yalvararak yapmamız gereken duâlardır.
Duânın İstismar Edilmesi
Daha önce de söylenildiği gibi, duâ kulun kendisini sürekli Allah’a muhtaç hissedip, Allah’ın huzurunda zillet ve yoksulluk duyguları içinde elini açıp O’nunla diyaloga geçmesi ve O’na ihtiyaçlarını arz etmesidir. Rasûlüllah’ın bir rahatsızlık duyduğu zaman, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini yatmadan önce okuduğu, ellerine üfledikten sonra vücudunu baştan ayağına kadar meshettiği ve bunu üç defa tekrar ettiği rivâyet edilmektedir.4079 Yine, Hz. Âişe (r.a.) “Rasûlüllah, ehlinden biri hastalandığı zaman Muavvizeteyn’i (Felak ve Nâs sûrelerini) okur, üflerdi. Ben de O hastalandığı zaman Ona aynısını yaptım.” diyor. 4080
Hiçbir rivâyette Peygamberimiz’in, duâ cümlelerinin herhangi bir şeye yazılıp boyuna veya vücudun herhangi bir yerine asılmasını tavsiye ettiğini görmemekteyiz. Ancak, ne zaman başladığını bilmemekle birlikte Rasûlullah’tan yillâr sonra, duâların herhangi bir cisme yazılarak muska şeklinde vücudun herhangi bir yerinde (genellikle boyunda) taşıma uygulamasının başladığını biliyoruz. Bu mesele, âlimler arasında tartışmalı olup, böyle bir uygulamaya câiz diyen birtakım âlimler olmakla birlikte, cevaz vermeyen âlimlerin delilleri daha kuvvetlidir. Kadı Ebûbekir, Tirmizî şerhinde şöyle diyor: “Kur’an âyetlerinin yazılarak insan üzerinde taşınması Rasûlullah’tan bize ulaşmış bir sünnet değildir. Sünnet olan, hasta kimseye okunmasıdır, boyuna asılması değil.” 4081
Sünnet olmayan ve bazı âlimlerin de cevaz vermediği âyet ve duâların (veya belirsiz işaretlerin) yazılıp muska şeklinde taşıma uygulaması, daha sonraki dönemlerde birtakım kötü niyetli insanların istismarına yol açmış ve bu insanlar
4077] 53/Necm, 28
4078] Buhâri, Müslim, Tirmizî
4079] Hak Dini Kur'an Dili, 9/6351
4080] Buhâri; Müslim; -Tac Terc. 3/742-
4081] A. Rızâ Karabulut, Ruhlar Âlemi, s. 103
- 974 -
KUR’AN KAVRAMLARI
tarafından kazanç yolu haline getirilmiştir.
Hayatlarını hevâları istikametinde sürdürürken Allah’a pek ihtiyaç duymayan, Allah’ın hayatına müdâhale etmesine müsaade etmeyip istediği gibi yaşayan insanlar bile, satılan bu muskaları alıp çeşitli durumlarda bu muskaların veya Allah’ın kendilerini korumasını bekliyorlar. Bilindiği gibi, duâ bir çağrıdır, dâvettir. Bir varlığa ne kadar çok ihtiyaç hissediyorsanız onu o kadar çağırırsınız (duâ edersiniz). Duâ, boyuna asılmakla yapılmaz. Duâ, hissetmektir; duymaktır. Tamamen ruhun bir eylemidir. Duâ olayını maddîleştirmek doğru değildir. Duâyı muskacılık şeklinde uygulamanın bir başka sakıncası da şudur: Muska taşıyan kimseler başlangıçta şifayı Allah’tan beklemiş olsalar bile, zamanla bu duygular, takınılan muskaya yönelerek o cisim kutsallaştırılıyor. Sanki şifanın Allah’tan değil de; o cisimden kaynaklandığına dair duygular oluyor ki, bu çok tehlikeli ve tevhide aykırı hususlar içermektedir. Hatta bazen insanlar arasında, birbirlerine muska verip de, “al bunu tak; bu çok iyi bir muskadır. Ben çok faydasını gördüm.” gibi ifadelerin sarf edildiğini çoğumuz biliriz. Böylece o cisimler kutsallaştırılmaktadır.
Kısacası; biz duâ olayının Kitap ve sünnetin ruhuna uygun bir şekilde asr-ı saâdette Peygamberimiz’in uyguladığı şekilde ve istismar etmeden ve istismarcılara fırsat vermeden icrâ edilmesini tavsiye ediyoruz.
Yusuf el-Karadavî’nin muska konusunda yazdıklarından kısa bir alıntı yapalım: “Tevhid inancı, Allah’ın kâinatta yarattığı sebeplere başvurmayı reddetmez. Ancak, tevhid inancına ters düşen; belâyı defetmek veya belâ gelmeden ondan korunmak maksadıyla Allah’ın câiz görmediği gizli sebeplere sığınmaktır. Meselâ, mavi boncuk takmak veya asmak şirktir. Araplar, câhiliye döneminde cinlerin şerrinden korunmak veya göz değmesini önlemek amacıyla mavi boncuk takarlardı. İslâm, bu inancı ortadan kaldırdı. Ve Allah’tan başka hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin zarar ve musibetleri kaldıramayacağını onlara tebliğ etti. İmam Ahmed bin Hanbel, şu hadisi nakleder: “Kim temîme (nazar için boncuk) takarsa, Allah, onun işini tamamlamasın. Kim bir ved’at (katır boncuğu) takarsa, Allah onu korumasın.” Başka bir rivâyette, “Kim temîme (nazar boncuğu) takarsa müşrik olur.”
Temîme takmanın anlamı: Nazar boncuğunun hayır getirip şerri defedeceğine inanarak kalbini ona bağlamaktır. Bunun şirk olmasına gelince, zararı defetmek için Allah’tan başkasına yapılan bir istek vardır. Hâlbuki Allah şöyle buyurur: “Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, hiç kimse onu gideremez. Ve eğer sana bir hayır ihsan ederse, zaten O her şeye kadirdir.” 4082 Halkın muska çeşitlerine isim verdiği “camia”, “hirz”, “hicap” ve bunlara benzer şeyler; mavi boncuk kabilinden olup şirke götüren büyük suçlardandır. Güç yetiren her müslümana, bunları kaldırıp atmak vâciptir.
Muska, sadece Allah’ın âyetleri veya yüce isim ve sıfatları ile yazılmışsa, yasaklanan muskalar arasına girer mi, yoksa onlardan istisna edilip takılması câiz mi? Bu konuda selef ihtilâf etmiş, kimi ruhsat vermiş, kimi de men etmiştir. Bizim tercih ettiğimiz görüş ise, ileri süreceğimiz delillerden dolayı, Kur’an âyetleri yazılmış olsa da, bütün muskaların câiz olmadığıdır.
4082] 6/En'âm, 17
DUÂ
- 975 -
Hiçbir muska câiz değildir. Çünkü;
1- Muskaların her çeşidi yasaklanmıştır. Bu konudaki hadisler, âyetle yazılan muskaları istisna etmemiştir.
2- Sebeplerin önünü kapatmak ilkesi (seddü’z-zerîa): İçinde Kur’an yazılan muskaların takılması câiz görülürse, diğer muskaların takılmasına kapı açılır. Şer kapısı açıldı mı, bir daha kapanması zor olur.
3- İnsanları Kur’an’a önem vermemeye sevk eder. Çünkü böylece insanlar, yazılan âyetleri pis yerlerde, tuvalette, cünüp, hayız ve benzeri durumlarda üzerlerinde bulundururlar.
4- Muskacılıkta Kur’an’la istihzâ etme ve onun amacına ters faâliyet gösterme durumu da vardır. Çünkü Allah, insanları karanlıktan çıkarıp nûra kavuşturmak ve en doğru yola iletmek için Kur’an’ı indirdi. Nazardan koruması, kadınlara ve çocuklara muska veya tılsım olarak asılması için indirmedi.
Üfürükçülük: Tevhid inancına ters düşen hususlardan biri de üfürükçülüktür. Câhiliye devrindeki insanlar, cinlerden yardım bekleyerek, bazı musibet ve felâketleri önlemek amacıyla, Arapça olmayan anlamsız bazı kelimeleri, ağızlarında geveleyip dururlardı. İslâm geldi, bunları yasakladı. Nitekim hadis-i şerifte: “Şüphesiz üfürükçülük, mavi boncuk, muska, her türlü sihir ve tılsım şirktir.” 4083 buyurulmaktadır.
Rivâyete göre; Bir gün Abdullah bin Mes’ud, hanımının boynunda bir ip gördü. Bu nedir?” deyince, hanımı: “sıtma için okunmuş bir iptir.” dedi. İbn Mes’ud, ipi çekerek kopardı, attı. Sonra şöyle dedi: “Andolsun ki, Abdullah ailesi şirkten uzaktır. Rasûlullah’tan işittim, buyurdu ki; “Şüphesiz üfürükçülük, nazar boncuğu, muska, sihir ve tılsım şirktir.” Hanımı dedi ki: “Gerçekten gözüm atıyordu, filan yahûdiye tedavi için gidip geliyordum. Gözümü afsunladı; atması durdu. Abdullah bin Mes’ud dedi ki: “Bu, şeytanın işidir. Şeytan eliyle dokunuyor, afsunladığı zaman elini çekiyor. Hâlbuki Rasûlullah’ın okuduğunu okusaydın, sana kâfi idi. Allah’ın rasûlü şu duâyı okurdu: “Ağrıyı kaldır ey insanların rabbi! Şifa ver, Sen şifa verensin. Şifandan başka şifa yoktur. Hiçbir ağrıyı ihmal edip bırakmayacak şekilde şifa ver.” 4084
Duâda Neler İstemeliyiz?
Herkes, ihtiyacına göre Rabbinden dilediğini ister. Fakat, istediğimiz şeyin hayırlı olup olmadığını belirlememiz gerekir. Dünyevî isteklerimizin hayırlı olduğundan emin değilsek; isteklerimizin hayırlısının verilmesini, hayırlıysa verilmesini ifade etmeliyiz. Dünyalık hayırlardan önce ve daha çok, âhiretteki hayır ve güzellikleri istememiz tavsiye edilir. Öncelikle Allah’tan affımızı, mağfireti, iki dünyadaki âfiyeti istemeliyiz. Tavsiye edilecek duâların başında şu da vardır: “Allah’ım, Senin Peygamberin Senden hangi hayırları istediyse; ben de o hayırların tümünü Senden isterim. Yine, Peygamberin Senden hangi şerlerden sığındıysa, ben de o şerlerin tümünden Sana sığınırım. Sen, yegâne duâ edilen ve duâlara icâbet edensin. Güç, kuvvet; sadece, yüce ve ulu Allah’ındır. Başka güç ve kuvvet kaynağı yoktur.” Yine, nasıl duâ edip, neleri istememiz gerektiğini
4083] Ebû Dâvud, İbn Mâce
4084] Yusuf El-Karadavî, Tevhid'in Hakikati, Saff Y., s. 70-75
- 976 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Allah, Kur’an’ında göstermektedir. Rasûlullah (s.a.s.) da güzel duâlarıyla bizim için örnektir. Biz, neyi ve nasıl istememiz gerektiğini de Kur’an ve sünnetten öğrenmeliyiz. Onun için Kur’an ve Sünnetteki bazı duâ örneklerini öğrenmekte fayda vardır. Fâtiha, Kur’an’ın özeti olduğu gibi; Fâtiha sûresindeki duâ da, duâların en kapsamlısı ve güzel bir özetidir. Namazda ve namaz dışında bu duâyı da bolca etmeliyiz: “(Yâ Rabbi,) Bize hidâyet ver, bize doğru yolu göster: Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” 4085
Kur’ân-ı Kerim’in Dilinden Duâ Örnekleri 4086
“(Allah’ım,) Ancak Sana kulluk/ibâdet eder ve ancak Senden yardım isteriz. Bize hidâyet ver, bizi dosdoğru yola eriştir. Kendilerini nimete erdirdiğin kimselerin; gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir.”4087
“Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz Sen işitensin, bilensin.” “Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibâdet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin.” 4088
“Rabbimiz, bize dünyada da iyilik, güzellik (hasene) ver. Âhirette de iyilik, güzellik ver. Bizi cehennem azâbından koru.” 4089
“Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sağlam tut ve o kâfir millete karşı bize yardım et.” 4090
“…İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş Sanadır.” “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz!
4085] 1/Fâtiha, 6-7).
4086] Kur’ân-ı Kerim’den Bazı Duâ Örnekleri: Hidayet İçin Duâ: Fatiha, 5-7; Bakara, 128-129; Al-i İmran, 8, 53, 193; Yusuf, 101. Hayırlı Nesil İçin Duâ: Bakara, 128-129; Al-i İmran, 38-41; A'raf, 189; İbrahim, 40; Furkan, 74; Ahkaf, 15. Tevbenin Kabulü İçin Duâ: Bakara, 128, 199, 285-286. Günahların Affı İçin Duâ: Al-i İmran, 16-17, 193; İbrahim, 41; Furkan, 65. Allah'ın, Azaptan Koruması İçin Duâ: Bakara, 201; Al-i İm. 16, 191-192; Furkan, 65. Kıyamet Gününde Selâmet İçin Duâ: Al-i İmran, 194; Şuara, 87-89 Yıldırım Çarpmasına Karşı Duâ: Ra'd, 13. Salihlerle Dostluk İçin Duâ: Şuara, 83; Neml, 19. Allah'tan Hayır İstemek: Şuara, 84. Allah'tan Cennet Nimeti İstemek: Şuara, 85; Hadid, 21. Allah'ın Salih Amel Nasip Etmesi İçin Duâ: Neml, 19; ahkaf, 15. Sahabenin Binek ve Yol Duâsı: Zuhruf, 13-14. Allah'ın Şükür Nasip Etmesi İçin Duâ: Neml, 19. Etmesi İçin Duâ: Neml, 19. Yağmur Duâsında İstiğfar Etmek: Nuh, 10-12. Meleklerin Mü'minler İçin Duâsı: Mü'min, 7-9; Şura, 5. Nuh a.s.'ın Mü(minler İçin Duâsı: Nuh, 28. Peygamberimiz'e Salevat Getirmek: Ahzab, 56. Tebliğde Etkili Söz İçin Musa a.s.'ın Duâsı: Taha, 24-28. Allah'tan İlim İstemek: Taha, 114 Gücün Dışında Birşeyle Veya Unutmaktan Dolayı Allah'ın Sorumlu Tutmaması İçin Duâ: Bakara, 286. Allah'ın Rahmetini İstemek: Bakara, 218, 286; Al-i İmran, 8, 159; A'raf, 23, 149, 151; Yunus, 86; İsra, 24, 28, 57; Kehf, 10; Enbiya, 83; Mü'minun, 109, 118; Neml, 19; Zümer, 9; Mü'min,7 y-Kâfirlere Karşı, Allah'ın Yardımını İstemek: Bakara, 286; Enfal, 45; Yunus, 85-86; Mü'min, 56; Mümtehıne, 5.
4087] 1/Fâtiha, 5-7
4088] 2/Bakara, 127-128
4089] 2/Bakara, 201
4090] 2/Bakara, 250
DUÂ
- 977 -
Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!”4091
“Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet ver. Şüphesiz sen çok bağışlayansın. Rabbimiz, sen mutlaka insanları asla şüphe olmayan bir günde toplayacaksın. Allah sözünden dönmez.” 4092
“Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azâbından koru.” 4093
“Orada Zekeriyya, Rabbine duâ etti ve dedi ki: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duâyı hakkıyla işitensin.”4094
“Rabbimiz, indirdiğine inandık. Peygamber’e uyduk. Bizi şâhit olanlarla beraber yaz.” 4095
“Rabbimiz, bizim günahlarımızı ve işimizde taşkınlığımızı bağışla. Ayaklarımızı sâbit tut. Kâfir toplumuna karşı bize yardım eyle.” 4096
“Bir kısım insanlar, mü’minlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve dediler ki: Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” 4097
“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azâbından koru!” “Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zâlimlerin hiç yardımcıları yoktur.” “Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, “Rabbinize inanın!” diye imana çağıran bir dâvetçiyi (Peygamberi, Kur’an’ı) işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al.” “Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vaadettiklerini de ikram et ve Kıyâmet gününde bizi rezil-rüsvay etme; şüphesiz sen vaadinden caymazsın!” 4098
“Rasûle indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.”4099
“Rabbimiz, Biz kendimize zulmettik/yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka biz ziyana uğrayanlardan oluruz.” 4100
“Gözleri cehennem ehli tarafına döndürülünce de şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bizi zâlimler topluluğu ile beraber bulundurma!” 4101
4091] 2/Bakara, 285-286
4092] 3/Âl-i İmrân, 8-9
4093] 3/Âl-i İmrân, 16
4094] 3/Âl-i İmrân, 38
4095] 3/Âl-i İmrân, 53
4096] 3/Âl-i İmrân, 147
4097] 3/Âl-i İmrân, 173
4098] 3/Âl-i İmrân, 191-194
4099] 5/Mâide, 83
4100] 7/A'râf, 23
4101] 7/A’râf, 47
- 978 -
KUR’AN KAVRAMLARI
“Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi müslümanlar olarak vefat ettir.” 4102
“Pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsan mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız!” 4103
“Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla. Bizi rahmetin içine koy. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” 4104
“Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin! (Hz. Mûsâ’nın, kavmini temsilen seçip Allah’ın huzuruna getirdiği kimseler, Allah ile kendi arasındaki konuşmayı işitince, onunla yetinmediler ve: ‘Ey Mûsâ, Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız’ dediler. Bunun üzerine orada şiddetli bir deprem oldu ve bayılıp düştüler. Hz. Mûsâ, Allah’a yalvardı da bu âfet kaldırıldı.)” “Bize, bu dünyada da iyilik yaz âhirette de. Şüphesiz biz sana yöneldik. Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azâbıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” 4105
“Rabbimiz, bizi zâlimler yanında bir fitne unsuru kılma, onlarla bizi imtihan etme. Rahmetinle bizi şu kâfirler topluluğundan kurtar.” 4106
“(Nuh) dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!” 4107
“(Yusuf) dedi ki: Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum!” 4108
“Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim velîmsin, sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!” 4109
“Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: Rabbim! Bu şehri (Mekke’yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!” 4110
“Rabbim, beni ve zürriyetimi namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz, duâmı kabul buyur. Rabbimiz, hesabın görüleceği gün beni, anamı, babamı ve mü’minleri bağışla.” 4111
“Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve şöyle de: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!” 4112
4102] 7/A'râf, 126
4103] 7/A’râf, 149
4104] 7/A'râf, 151
4105] 7/A’râf, 155-156
4106] 10/Yûnus, 85-86
4107] 11/Hûd, 47
4108] 12/Yusuf, 33
4109] 12/Yusuf, 101
4110] 14/İbrâhim, 35
4111] 14/İbrahim, 40-41
4112] 17/İsrâ, 24
DUÂ
- 979 -
“Ve şöyle niyaz et: Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.” 4113
“Rabbimiz, katından bize rahmet ver ve işimizde doğruyu göster ve bizi başarılı kıl.” 4114
“Hiçbir şey için “Bunu yarın yapacağım” deme.” “Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Unuttuğun zaman Allah’ı an ve de ki: Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir.” 4115
“Rabbim, benim göğsümü aç. İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz ki sözümü anlasınlar.” 4116
“Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O’nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur’an’ı (okumakta) acele etme ve de ki: Rabbim, benim ilmimi artır.” 4117
“Eyyub’a gelince; Hani o Rabbine şöyle niyaz etmişti: Başıma bu dert geldi (Sana sığındım). Sen, merhametlilerin en merhametlisisin.” 4118
“Zünnun’a (Yunus’a) gelince; … Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn: Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum.”4119
“Zekeriyyâ’yı da (an). Hani o, Rabbine şöyle niyaz etmişti: Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın, (her şey sonunda senindir).” 4120
“(O peygamber) dedi ki: Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardımcı ol!” 4121
“(Rasûlüm!) De ki: Rabbim! Eğer onlara vaad edilen tehdidi (azâbı) mutlaka göstereceksen;” “Rabbim, (bu durumda) beni zâlimler topluluğunun içinde bulundurma.” 4122
“Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!” “Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!” 4123
“Zira kullarımdan bir zümre şöyle demişlerdi: Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bizi affet; bize acı! Sen, merhametlilerin en iyisisin.” 4124
“(Rasûlüm!) De ki: Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin en iyisisin.” 4125
“Rabbimiz, bizden cehennem azâbını uzaklaştır. Doğrusu onun azâbı sürekli ve acıdır.
4113] 17/İsrâ, 80
4114] 18/Kehf, 10
4115] 18/Kehf, 24
4116] 20/Tâhâ, 25-28
4117] 20/Tâhâ, 114
4118] 21/Enbiyâ, 83
4119] 21/Enbiyâ, 87
4120] 21/Enbiyâ, 89
4121] 23/Mü’minûn, 39
4122] 23/Mü’minûn, 93-94
4123] 23/Mü’minûn, 97-98
4124] 23/Mü’minûn, 109
4125] 23/Mü’minûn, 118
- 980 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır.” 4126
“Rabbimiz, bize gözümüzün aydınlığı olacak eşler ve zürriyetler bahşeyle ve bizi takvâ sahiplerine imam, önder kıl.” 4127
“Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.” “Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!” “Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl.” 4128
“(İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme.” 4129
“Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki mü’minleri kurtar.” 4130
“Rabbim! Beni ve ailemi, onların yapageldiklerinden kurtar.” 4131
“(Süleyman) onun(karıncanın) sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.” 4132
“Mûsâ dedi ki: Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla! Allah da onu bağışladı. Çünkü çok bağışlayıcı, çok merhametli olan ancak O’dur.” 4133
“(Mûsâ) Korka korka, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı ve şöyle dedi: Rabbim! Beni zâlimler güruhundan kurtar.” 4134
“Bunun üzerine (Mûsâ) onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve şöyle dedi: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım.” 4135
“(Lût) dedi ki: Rabbim, şu fesatçılar güruhuna karşı bana yardım eyle!” 4136
“Arş’ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler. Mü’minlerin de bağışlanmasını isterler (ve derler ki): Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azâbından koru!” “Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden iyi olanları da kendilerine vaadettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz azîz ve hakîm olan sensin!” “Bir de onları, her türlü kötülüklerden koru. O gün sen kimi kötülüklerden korursan muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş olursun. Bu en büyük kurtuluştur.” 4137
“Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihâyet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve râzı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de
4126] 25/Furkan, 65-66
4127] 25/Furkan, 74
4128] 26/Şuarâ, 83-85
4129] 26/Şuarâ, 87
4130] 26/Şuarâ, 118
4131] 26/Şuarâ, 169
4132] 27/Neml, 19
4133] 28/Kasas, 16
4134] 28/Kasas, 21
4135] 28/Kasas, 24
4136] 29/Ankebût, 30
4137] 40/Mü’min, 7-9
DUÂ
- 981 -
iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.” 4138
“Rabbimiz, biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik. Fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz, onlara iki kat azab ver. Onları büyük bir lanete uğrat.” 4139
“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” 4140
“İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” Şu kadar var ki, İbrahim babasına: “Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” demişti. (O mü’minler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” “Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak sensin.” 4141
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nurları aydınlatıp gider de şöyle derler: Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin.” 4142
“Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zâlimlerin de ancak helâkini arttır.” 4143
“Rabbim, beni, anamı, babamı, mü’min olarak evime gireni, mü’min erkek ve kadınları bağışla. Zâlimlerin de sadece helâkini artır.” 4144
“De ki: Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım; Yarattığı şeylerin şerrinden. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden. Ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden. Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!” 4145
“De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine, İnsanların Melikine (mutlak sahip ve hâkimine), İnsanların İlâhına. O sinsi vesvesenin şerrinden, O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar. Gerek cinlerden, gerek insanlardan(olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım!)” 4146
“Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur. Şüphesiz Sen işitensin, bilensin.” 4147
4138] 46/Ahkaf, 15
4139] 33/Ahzâb, 67-68
4140] 59/Haşr, 10
4141] 60/Mümtehıne, 4-5
4142] 66/Tahrîm, 8
4143] 66/Tahrîm, 28
4144] 71/Nûh, 28
4145] 113/Felak, 1-5
4146] 114/Nâs, 1-6
4147] 2/Bakara, 127
- 982 -
KUR’AN KAVRAMLARI
Kur’an’da Peygamberlerin ve Sâlih Kimselerin Duâları
Hz. Âdem ve Eşinin Duâsı: 7/A’râf, 23, 189
Hz. Nûh’un Duâsı: 11/Hûd, 47; 71/Nûh, 26-28
Hz. Eyyûb’un Duâsı: 21/Enbiyâ, 83
Hz. Yûnus’un Duâsı: 21/Enbiyâ, 87
Hz. Yusuf’un Duâsı: 12/Yûsuf, 101
Hz. Şuayb’ın Duâsı: 7/A’râf, 89
Hz. Mûsâ’nın Duâsı: 7/A’râf, 126, 151, 155, 156; 10/85-86, 88; 20/Tâhâ, 25-28; 28/Kasas, 16
Hz. Süleyman’ın Duâsı: 27/Neml, 19
Hz. Zekeriyyâ’nın Duâsı: 3/Âl-i İmrân, 38; 21/Enbiyâ, 89
Hz. Lût’un Duâsı: 26/Şuarâ, 169; 29/Ankebût, 30
Hz. İbrahim’in Duâsı: 14/İbrâhim, 35-41; 26/Şuarâ, 83-89; 37/Sâffât, 100
Hz. İbrâhimve İsmail’in Duâları: 2/Bakara, 127-129; 23/Mü’minûn, 93-94, 97-98, 118
Ashâb-ı Kehf’in Duâsı: 18/Kehf, 10
Havârîlerin ve Hz. İsa’nın Ümmetinin Duâsı: 3/Âl-i İmrân, 53; 5/Mâide, 83
Rahmân’ın Kullarının Duâsı: 25/Furkan, 65-66, 74
Allah Yolunda Çarpışanların Duâsı: 3/Âl-i İmrân, 147
Temiz Akıl Sahiplerinin Duâsı: 3/Âl-i İmrân, 191-194
Cennettekilerin Hamd ve Duâları: 7/A’râf, 47; 35/Fâtır, 35; 39/Zümer, 74; 66/Tahrîm 8
Meleklerin İstiğfâr, Salât ve Duâları: 40Mü’min, 7-9
Kur’an’ın Mü’minlere Tavsiye Ettiği Duâlar: 1/Fâtiha, 5-7; 2/Bakara, 201, 250, 285-286; 3/Âl-i İmrân, 8, 9, 16; 17/İsrâ, 80, 108, 111; 20/Tâhâ, 114; 23/Mü’minûn, 109; 46/Ahkaf, 15; 59/Haşr, 10; 60/Mümtehıne, 4-5; 113/Felak, 1-5; 114/Nâs, 1-6.
Rasûlullah’ın (s.a.s.) Hayatında Duâ
Rasûlullah’ın (s.a.s.) hayatına baktığımız zaman, duânın onun hayatının her noktasına serpiştirilmiş bir eylem olduğunu görüyoruz. Duâ, onun hayatında âdeta bir hayat tarzına dönüşmüştür. O, yatarken, kalkarken, yemekten sonra, tuvalete girerken ve çıkarken, elbise giyerken ve çıkarırken, bineğe binerken, hasta iken, sıhhatli iken, sefere çıkarken, seferden döndükten sonra, sevinçli ve üzücü olaylar karşısında, namazın içinde, namazdan sonra, bir cenaze esnasında, birinin yeni elbise giydiğini gördüğünde, evden çıkarken, eve girerken, hoşuna giden bir mal gördüğünde, belâya uğrayanları gördüğünde, gök gürültüsü işittiğinde... Bunlar gibi daha hayatın birçok alanında duâ ile iç içe yaşıyordu. Rûhun gıdasının duâ olduğundan O, rûhunu gıdasız bırakmıyordu.
DUÂ
- 983 -
Şimdi Peygamberimiz’in genel olarak yaptığı duâlardan örnekler verelim:
“Allah’ım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen bilgiden ve kabul olunmayacak duâdan sana sığınırım.” 4148
“Allah’ım! Bize dünyada da bir hayır, âhirette de bir hayır ver. Bizi cehennem azâbından koru.” 4149
“Allah’ım, dinimi doğru kıl; o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı da doğru kıl; hayatım onda geçmektedir. Âhiretimi de doğru kıl; dönüşüm orayadır. Hayatı benim için her hayırda artma (vesilesi) kıl. Ölümü de her çeşit şerden (kurtularak) rahata kavuşma kıl.” 4150
“Allah’ım, yeterince helâlinden vererek beni haramından koru. Lutfunla ver. Başkasına muhtaç etme.” 4151
“Allah’ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten Sana sığınırım. Keza, kabir azâbından da Sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden de Sana sığınırım.” 4152
“Ey Rabbim, hatamı, bilmezliğimi, bütün işimdeki israfımı ve Senin, benden daha iyi bildiğin kusurlarımı ört. Ey Allah’ım, hatalarımı, bilerek ve bilmeyerek yaptığım kusurlarımı ve şaka şeklinde olan eksiklerimi ve bende olan bütün kusurları affet. Ey Allah’ım, benim peşin, açık ve gizli yaptığım her şeyi affet. Önce yaptıran ve sonra bıraktıran Sensin. Sen her şeye kadirsin.”4153
“Ey Allah’ım! Ben Senden doğru yolu, takvâyı, iffet ve istiğnâyı (insanlara muhtaç olmamayı) dilerim.” 4154
“Ey Allah’ım! Sana teslim oldum. Sana inandım. Sana dayandım. Sana döndüm. Senin kudretinle mücadele ettim. Ey Allah’ım, beni saptırmaman için Senin kuvvet ve şerefine sığınırım. Senden başka ilâh yoktur. Sen, ölmeyen dirisin. Cinlerle insanlar ise hepsi ölüme mahkûmdurlar.” 4155
“Ey Rabbim! Bana yardım et; aleyhime yardımda bulunma. Beni muzaffer kıl; başkasını bana muzaffer kılma. Benim için düşmana tuzak kur; aleyhime tuzak kurma. Beni doğruya yönelt ve hidâyeti bana kolaylaştır. Taşkınlık gösterene karşı bana yardım et. Ey Rabbim, beni, Seni çok zikreden, Sana çok şükreden, Senden çok korkan, Sana çok itaat eden, Sana karşı huşû ve tevâzûda bulunan, Sana çok çok dönüp yalvaran kul eyle. Ey Rabbim, tevbemi kabul et. Günahımı yıkayıp temizle. Duâmı kabul et. Hüccetimi sâbit kı. Lisanıma doğruluk, kalbime hidâyet ver. Kalbimin kirini gider.” 4156
“Ey Allah’ım, Seninle günahlarımız arasında perde olmak üzere haşyet ihsan et. Cennetine ulaştıracak itaat ve ibâdeti nasip kıl. Dünya musibetlerini bize kolaylaştıracak yakînî iman (kesin inanç) ver. Hayatımız boyunca kulaklarımız, gözlerimiz ve kuvvetimizden bizi
4148] Tirmizî, Nesâi
4149] Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud
4150] Müslim
4151] Tirmizî
4152] Buhâri, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud
4153] Buhâri, Müslim
4154] Müslim, Tirmizî
4155] Müslim
4156] Tirmizî, Ebû Dâvud
- 984 -
KUR’AN KAVRAMLARI
faydalandır. Öldükten sonra da onların yaptıklarından faydalanmamızı devam ettir. İntikamımızı yalnız bize zulmedenlere karşı kıl. Bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et. Dinimizde bizi musibete uğratma. Dünyayı, yönelip de meşgul olduğumuz şeylerin en büyüğü kılma. Bilgimizin de son noktası dünyadan ibâret olmasın. Başımıza da şefkat ve merhametten yoksun kimseleri Mûsâllat etme!” 4157
“Ey Allah’ım! Bana öğrettiğin şeylerden beni faydalandır. Faydalı olacak şeyleri bana öğret ve ilmimi arttır. Her hal üzerine hamd Allah’a mahsustur. Cehennemliklerin hal ve sıfatlarından Allah’a sığınırım.” 4158
“Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi, dininin üzerinde sâbit kıl.” 4159
“Allah’ım, Senden dünya ve âhirette âfiyet istiyorum.” 4160
“Ey Allah’ım, Senden her işte sebât, takvâya azîmet, nimetine şükür, güzel ibâdet, doğru bir lisan ve temiz bir kalp dilerim. Senin bildiğin bütün şeylerden sana sığınırım. Senin bildiğin hayrı diler ve Senin bildiğin günahlardan Sana sığınırım. Muhakkak ki, Sen bütün gizli olanları çok iyi bilensin.”
“Ey Allah’ım, bana Seni sevmeyi ve sevgisi Senin nezdinde bana faydalı olacak kimseleri sevmeyi nasib et. Ey Allah’ım, sevdiğim şeylerden bana verdiklerini Senin sevdiğin hususlarda kullanmakta bana kuvvet ver. Ey Allah’ım, sevdiklerimden alıp götürdüğün şeyleri de, Senin sevdiğin hususlarda (faydalı olmak için) bana kuvvet ver.” 4161
“Ey Allah’ım, tembellikten, fazla ihtiyarlıktan, günah işlemekten, borçlanmaktan, kabir imtihanından ve azâbından, ateşin fitnesinden ve azâbından Sana sığınırım. Yine, zenginlik fitnesinin şerrinden ve mesih deccal fitnesinden sana sığınırım.” 4162
“Ey Allah’ım, hatalarımı kar ve dolu suyu ile yıka. Beyaz elbisenin kirini temizlediğin gibi kalbimi hatalardan temizle. Doğuyu Batıdan uzaklaştırdığın kadar beni de hatalardan uzak kıl.” 4163
“Ey Allah’ım, işlediğim ve işlemediğim amellerimin şerrinden Sana sığınırım.” 4164
“Ey Allah’ım, kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve menîmin şerrinden Sana sığınırım. 4165
“Ey Allah’ım, fakirlikten, (hayır ve tâat) azlığından ve zilletten Sana sığınırım. Birine zulmetmekten ve zulme uğramaktan da Sana sığınırım.” 4166
“Ey Allah’ım, şikaktan (hakka karşı koymaktan), nifaktan ve kötü ahlâktan Sana sığınırım. Ey Allah’ım, Sana açlıktan sığınırım; Çünkü o, insandan ayrılmayan çok kötü bir şeydir. Hıyanetten de Sana sığınırım; Zira o, görünmeyen kötü ve gizli bir günahtır.” 4167
4157] Tirmizî
4158] Tirmizî
4159] Tirmizî
4160] Tirmizî
4161] Tirmizî
4162] Buhâri, Müslim
4163] Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud
4164] Müslim, Ebû Dâvud
4165] Tirmizî, Nesâi, Ebû Dâvud
4166] Ebû Dâvud, Nesâi
4167] Ebû Dâvud, Nesâi
DUÂ
- 985 -
“Ey Allah’ım, rahmetini niyaz ederim. Bir an bile beni nefsimle baş başa bırakma. (Din ve dünyaya ait) bütün işlerimi ıslah et. Senden başka bir ilâh yoktur.” 4168
“Allah’ım, ben nefsime çok zulmettim. Günahları da ancak Sen mağfiret edersin. İlâhî katından bir mağfiretle beni affeyle. Şüphesiz ki Sen çok mağfiret edici ve pek merhametlisin.” 4169
“Allah’ım! Gücümün zayıflığını, tâkatimin ağırlığını, insanlar arasında horlanmamı Sana şikâyet ederim. Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin. Sen mustaz’afların Rabbisin. Sen, benim Rabbimsin. Beni kime havâle ediyorsun? Uzakta olup bana hücum edene mi? Yahut işlerimi kendisinin eline verdiğin düşmana mı? Eğer Senin, üzerimde gazâbın yoksa gerisine aldırmam. Yalnız, âfiyetin, benim için daha geniş ve daha elverişlidir. Karanlıkların kendisiyle aydınladığı, dünya ve âhiret işlerinin kendisiyle düzeldiği vechinin nuruna sığınırım. Gazâbının üstüme gelmesinden, öfkenin bana inişinden Sana sığınırım. Rızânı alana kadar eşiğine yüz sürmeye râzıyım. Güç ve kuvvet yalnız Senin elindedir.” 4170
Sünnet Olan Duâlar
Uykudan önce: “Ey Allah’ım senin adınla ölür ve dirilirim.”
Uyandıktan sonra: “Bizi uyku gibi bir ölümle öldürdükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun. Dönüş ancak O’nadır.”
Sabahleyin: “Allah’ım senin yardımınla sabaha çıktık, senin yardımınla akşamladık, senin yardımınla yaşıyor, senin yardımınla ölüyoruz. Kabirden kalkış sanadır.”
Akşamleyin: “Allah’ım, senden dünya ve âhirette selâmet isterim. Allah’ım, senden dînim, dünyam, ehlim ve malım hakkında beni bağışlamanı ve selâmete çıkarmanı isterim. Allah’ım, benim ayıplarımı örtüver. Korktuklarımdan emin kıl. Allah’ım, Önümden arkamdan, sağımdan solumdan ve üzerimden gelecek belâları defederek beni koru. Altımdan gelecek ani belâlardan senin azametine sığınırım.”
Evden Çıkarken: “Allah’ın ismiyle Allah’a güvendim. O’nun gücünden başka hiçbir güç yoktur.”
Ezandan sonra: Ezanı tekrarlamak, salât ve selâm etmek ve “Allah’tan başka ilâh yoktur; O tektir ortağı yoktur, Muhammed kulu ve Rasûlüdür, Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, peygamber olarak Muhammed’e râzı oldum” demek.
Sıkıntılarda: “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Muhakkak ben zalimlerden oldum.” demek sünnettir.4171
4168] Ebû Dâvud
4169] Buhâri, Müslim
4170] Rasûlullah'ın Tâif'ten taşlanarak dönerken yaptığı duâ; İbn Hişam, Sîre II/29-30
4171] M. Sait Şimşek, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/419;
- 986 -
KUR’AN KAVRAMLARI
İstiâne (Duâ) İle İlgili Âyet-i Kerimeler
A- İstiâne ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 6 Yerde:) 1/Fâtiha, 5; 2/Bakara, 45, 153; 7/A’râf, 128; 12/Yûsuf, 18; 21/Enbiyâ, 112.
B- Duâ Kelimesinin Kökü Olan D-a-v ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 212 Yerde:) 2/Bakara, 23, 61, 68, 69, 70, 171, 186, 186, 186, 221, 221, 260, 282; 3/Âl-i İmrân, 23, 38, 38, 61, 104, 153; 4/Nisâ, 117, 117; 6/En’âm, 40, 41, 41, 56; 6/En’âm, 52, 63, 71, 71, 108; 7/A’râf, 5, 29, 37, 55, 56, 134, 180, 189, 193, 193, 194, 194, 195, 197, 198; 8/Enfâl, 24; 10/Yûnus, 10, 10, 12, 12, 22, 25, 38, 66, 89, 106; 11/Hûd, 13, 62, 101; 12/Yûsuf, 33, 108; 13/Ra’d, 14, 14, 14, 36; 14/İbrâhim, 9, 10, 22, 39, 40, 44; 16/Nahl, 20, 86, 125; 17/İsrâ, 11, 11, 52, 56, 57, 67, 71, 110, 110, 110; 18/Kehf, 14, 28, 52, 57; 19/Meryem, 4, 48, 48, 48, 91; 20/Tâhâ, 108; 21/Enbiyâ, 15, 45, 90; 22/Hacc, 12, 13, 62, 67, 72; 23/Mü’minûn, 73, 117; 24/Nûr, 48, 51, 63, 63; 25/Furkan, 13, 14, 14, 68, 77; 26/Şuarâ, 72, 213; 27/Neml, 62, 80; 28/Kasas, 25, 41, 64, 64, 87, 88; 29/Ankebût, 42, 65; 30/Rûm, 25, 25, 33, 52; 31/Lokman, 21, 30, 32; 32/Secde, 16; 33/Ahzâb, 4, 5, 37, 46, 53; 34/Sebe’, 22; 35/Fâtır, 6, 13, 14, 14, 28, 40; 36/Yâsin, 57; 37/Sâffât, 125; 38/Sâd, 51; 39/Zümer, 8, 8, 38, 49; 40/Mü’min, 10, 12, 14, 20, 26, 41, 41, 42, 42, 43, 43, 49, 50, 50, 60, 65, 66, 74; 41/Fussılet, 5, 31, 33, 48, 49, 51; 42/Şûrâ, 13, 15; 43/Zuhruf, 49, 86; 44/Duhân, 22, 55; 45/Câsiye, 28; 46/Ahkaf, 4, 5, 5, 31, 32; 47/Muhammed, 35, 38; 48/Fetih, 16; 52/Tûr, 28; 54/Kamer, 6, 6, 8, 10; 57/Hadîd, 8; 61/Saff, 7; 67/Mülk, 27; 68/Kalem, 42, 43; 70/Meâric, 17; 71/Nûh, 5, 6, 7, 8; 72/Cinn, 18, 19, 20; 84/İnşikak, 11; 96/Alak, 17, 18.
C- Duâ ile İlgili Hükümler
45. Duâ etmek: A’raf, 55-56, 205-206; Ra’d, 14; Kehf, 28; Secde, 16; Mü’min, 60.
46. Duâda Aşırı Gitmekten Sakınmak: A’raf, 55, 180, 205; Taha, 8.
47. Duânın, Allah’ın Güzel İsimleriyle Yapılması: A’raf, 180; İsra, 11; Taha, 8.
48. Allah, Duâları Kabul Eder: Bakara, 186; Şura, 26.
49. Bedduâ: İsra, 11.
50. D- Bazı Duâlar
51. Hidâyet İçin Duâ: Fâtiha, 5-7; Bakara, 128-129; Âl-i İmran, 8, 53, 193; Yusuf, 101.
52. Hayırlı Nesil İçin Duâ: Bakara, 128-129; Âl-i İmran, 38-41; A’raf, 189; İbrahim, 40; Furkan, 74; Ahkaf, 15.
53. Tevbenin Kabulü İçin Duâ: Bakara, 128, 199, 285-286.
54. Günahların Affı İçin Duâ: Âl-i İmran, 16-17, 193; İbrahim, 41; Furkan, 65.
55. Allah’ın, Azaptan Koruması İçin Duâ: Bakara, 201; Âl-i İm. 16, 191-192; Furkan, 65.
56. Kıyamet Gününde Selamet İçin Duâ: Âl-i İmran, 194; Şuara, 87-89
57. Yıldırım Çarpmasına Karşı Duâ: Ra’d, 13.
58. Salihlerle Dostluk İçin Duâ: Şuara, 83; Neml, 19.
59. Allah’tan Hayır İstemek: Şuara, 84.
60. Allah’tan Cennet Nimeti İstemek: Şuara, 85; Hadid, 21.
61. Allah’ın Salih Amel Nasip Etmesi İçin Duâ: Neml, 19; ahkaf, 15.
62. Sahâbenin Binek ve Yol Duâsı: Zuhruf, 13-14.
63. Allah’ın Şükür Nasip Etmesi İçin Duâ: Neml, 19.
64. Etmesi İçin Duâ: Neml, 19.
65. Yağmur Duâsında İstiğfar Etmek: Nuh, 10-12.
66. Meleklerin Mü’minler İçin Duâsı: Mü’min, 7-9; Şura, 5.
67. Nuh a.s.’ın Mü(minler İçin Duâsı: Nuh, 28.
68. Peygamberimiz’e Salevat Getirmek: Ahzab, 56.
69. Tebliğde Etkili Söz İçin Musa a.s.’ın Duâsı: Taha, 24-28.
70. Allah’tan İlim İstemek: Taha, 114
71. Gücün Dışında Birşeyle Veya Unutmaktan Dolayı Allah’ın Sorumlu Tutmaması İçin Duâ: Bakara, 286.
72. Allah’ın Rahmetini İstemek: Bakara, 218, 286; Âl-i İmran, 8, 159; A’raf, 23, 149, 151;
73. Yunus, 86; İsra, 24, 28, 57; Kehf, 10; Enbiya, 83; Mü’minun, 109, 118; Neml, 19; Zümer, 9; Mü’min,7
74. y- Kâfirlere Karşı, Allah’ın Yardımını İstemek: Bakara, 286; Enfal, 45; Yunus, 85-86; Mü’min, 56; Mümtehıne, 5.
DUÂ
- 987 -
İstiâne (Duâ) İle İlgili Bazı Hadis-i Şerif Kaynakları
Buhari, Tevhid 35; Teheccüd 14; Deavat 13, 21, 22, 50, 67; Cihad 31; Tevhid 9, 31; Mezalim 9; İstiska 21.
Müslim, Salât 215; Salâtül Müsafirin 166; Zikr 7, 44, 86, 88, 92.
Tirmizi, Deavat 3, 6, 10, 11, 59, 66, 79, 80, 99, 112, 115, 118, 126, 138, 139, 145, 149; Salât 46, 352; Birr 7, 50; Cennet 2; Cehennem 9; Cum’a 64.
Nesai, Sehv 48.
İbn Mace, Duâ 1, 8, 11.
Ebu Dâvud, Edeb 105; İlim 13; Salât 35, 152, 172, 311, 358, 361, 362, 363, 364; Cihad 41.
Kütüb-i Sitte Muh. Terc. Ve Şerhi, İbrahim Canan, Akçağ Y. c. 6, s. 513-551
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
1. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Akçağ Y. C. 2, s. 93-107
2. Tefsir-i Kebir, Fahreddin Razi, c.1, s. 354-358
3. Hak Dini Kur’an Dili, Muhammed Hamdi Yazır, Yenda Y. c. 1, s. 99-118
4. Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c.1, s. 69-73
5. Fi Zılali’l- Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 42-45
6. Tefhimü’l Kur’an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1 s. 41-42
7. Kütüb-i Sitte Muh. Terc. Ve Şerhi, İbrahim Canan, Akçağ Y. c. 6, s. 513-551
8. İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 9 s.529-539
9. İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. C. 1 s. 417-419
10. Kur’ani Araştırmalar, Mutahhari, Tuba Y. s. 135-139
11. Rasülüllah’ın İslam’a Davet Metodu, Ahmed Önkal, Konya Kitapçılık Y. s. 219-221
12. Kur’an’da Tevhid Eğitimi, Abdullah Özbek, Esra Y. s. 36-47
13. Kur’an’da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y. s. 242-243
14. Kur’an’da Uluhiyet, Suad Yıldırım, Kayıhan Y. s. 225-226; 227-229; 319-321
15. Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 451-454
16. Sorularla Fâtiha Sûresi, Zabit Ali Durmuş, Ali İçipak, YendaY. S. 157-170
17. Fâtiha Üzerine Mülahazalar, Hikmet Işık, Nil Y. S. 183-185
18. Psikolojik ve Sıhhi Açıdan İbadet, Abdullah Aymaz, Çağlayan Y. s. 72-78
19. Kur’an’da İbadet Kavramı, İsmail Karagöz, Şule Y. s. 31-33
20. İbadet mi, Ayin mi? Mustafa Karataş, Dersaadet Y. s. 167-169
21. İman ve Tavır, Beşir Eryarsoy, Şafak Y. s.324-329
22. Sorularla Tevhid ve Akaid, Mehmed Alptekin, Saff Y. s. 165-170; 191-204
23. İbadet, Yusuf El Kardavi,
24. Risale-i Nur’dan Vecizeler, Şaban Döğen, Gençlik Y. s. 356-359
25. Unutulmaz Sözler ve Nükteler Antolojisi, Mehmet Dikmen, Cihan Y. s. 65-68
26. Düşünceler, S. Gündüzalp, A. Suad, Zafer Y.
27. İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu, Muhammed İkbal, Bir Y. s. 129
28. İlmin Işığında İslamiyet, Arif A. Tabbara, Kalem Y. s. 215-219
29. Tevhid’in Hakikatı, Yusuf El-Kardavi, Saff Y. s. 70-75
30. Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 148-158
31. Fâtiha Sûresi ve Türkçe Namaz, Sait Şimşek, Beyan Y. s. 50-55
32. İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, Muhammed El-Behiy, Yöneliş Y.s. 181-185; 220-222
33. Esma’ül Hüsna Şerhi, Ali Osman Tatlısu, Yağmur Y. s.125-127
34. Âyet ve Hadislerde Esma-i Hüsna, Metin Yurdagür, Marifet Y. s. 161-163
35. Esmaü’l-Hüsna Şerhi, M. Necati Bursalı, Erhan Y. s. 187-188
36. Onun Güzel İsimleri M. Nusret Tura, İnsan Y. s. 90-92
37. Esmaü’l-Hüsna Afifüddin Süleyman Tilmsani, İnsan Y.68-70
38. Esma-i Hüsna’dan Esintiler, Sadettin Kaplan, Marifet Y. s. 91-92
39. İslam Nizamı, Ali Rıza Demircan, Eymen Y. c. 1, s. 240-245; c. 2, s. 201-217
- 988 -
KUR’AN KAVRAMLARI
40. Hak Yolda Yürürken (Davet İçin Yol Azığı), Mustafa Meşhur, Fecr Y. s. 145-153
41. İslam Akaidi, Ahmet Lütfi Kazancı, Marifet Y. s. 273-280
42. Yeni İslam İlmihali, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Y. s. 86-88
43. Duâ Söylemden Eyleme, Abdullah Yıldız, Pınar Y.
44. Duâ, Ali Şeriati, Birleşik Dağıtım, Ankara Y.
45. Duâ, Ali Şeriati-Alexis Carrel, Birleşik Y.
46. Duâ, Alexis Carrel, Yağmur Y.
47. Duâ Bilinci, Hasan Eker, Denge Y.
48. El-Ezkâr, Rasûlullah’ın Dilinden Dualar ve Zikirler, İmam Nevevî, Ravza Y.
49. 99 Esma 99 Dua, Senai Demirci, Timaş Y.
50. Kur’an-ı Kerim’e Göre Duâ, Mehmet Soysaldı, Yeni Ufuklar Neşriyat
51. Kur’an’da Dua, Fevzi Zülaloğlu, Ekin Y.
52. Kur’an’da Duâ, Şadi Eren, Işık Y.
53. Kur’an’da Duâ, Mehmet Soysaldı, Şûle Y.
54. Kur’an’da Duâ, Hârun Yahya, Vural Y.
55. Kur’an-ı Kerim’deki Duâlar ve Ortamları, Yalçın İçyer, Denge Y.
56. Din ve Düşünce Açısından Duâ, Adil Bebek, Rağbet Y.
57. Duâ, E. Nigâr Atasoy, Şahsi Basım
58. Duâ, İsmail Çetin, Dilâra Y.
59. Duâ ve Tevhid, İbni Teymiyye, Pınar Y.
60. Duâ ve Yakarış, Hasan El-Benna, İslamoğlu Y.
61. Duâların Esrarı, Ayhan Yalçın, Çelik Y.
62. Duâ Üzerine Düşünceler, Sadık Kılıç, Nil A.Ş.
63. Duâ ve İbadetler, Heyet, Fazilet Neşriyat
64. Duâ Âyetleri ve Rasûlullah’ın Öğrettiği Duâlar, Süleyman Fahir, Eser Neşriyat
65. Duâ ve Zikir, Ahmed Hulusi, Kitsan Kitap Kırtasiye
66. Duâyı Yaşamak, Necmettin Şahiner, Pınar Y.
67. Duânın Adabı, Abdülkadir Dedeoğlu, Osmanlı Y.
68. Duâlar, Emine Şeyma, Sezgin Neşriyat
69. Duâlar ve Faziletleri, Yusuf Tavaslı, Tavaslı Y.
70. Duâlar ve Zikirler, Ramazanoğlu Mahmud Sami, Erkam Y.
71. Duâlar ve Zikirler, Ahmet Lütfi Kazancı, Tuğra Y.
72. Duâlarımız (Günlük Hayatımızda), Ahmed Şahin, Cihan Y.
73. Duâ Demetleri Şifa Hazineleri, Süleyman Demir, Demir Kitabevi
74. Duâ Demetleri Şifa Hazineleri, Osman Salih Dalcı, Şelale Y.
75. Duâ Ediyorum, M, Yaşar Kandemir, Damla Y.
76. Duâ Hazinesi, Mustafa Ertuğrul, Sağlam y.
77. Duâ Kitabı, Abdülkadir Dedeoğlu, Osmanlı Y.
78. Duâ Mecmuası, M. Fethullah Gülen, Nil A. Ş.
79. Duâ Mecmuası, Arif Pamuk, Pamuk Y.
80. Hz. Peygamber Dilinden Duâlar ve Tefsiri, Ali Akpınar, İttifak Kültür Serisi Y.
81. Açıklamalı Büyük Duâ Mecmuası, Süleyman Ateş, Kılıç Kitabevi Y.
82. Allah’a Nasıl Duâ Etmeliyiz? Sevim Asımgil, Furkan Basım Yayın
83. 79- Peygamber Efendimiz’in Öğrettiği Duâlar, Zikirler, İmam Nevevi, İslami Neşriyat

 
Okunma 1393 kez